Webmaster Geschrieben 22. Dezember 2009 Teilen Geschrieben 22. Dezember 2009 Hýristiyanlar arasýnda Cennet ehli var mýdýr? Ýmamý Gazali ve Ýmam Bediüzzaman’ýn görüþleri Allah (cc) kâinatý, insanlar ve cinler kendisini tanýyýp ibadet etsinler diye yarattýðýný açýklamýþtýr. Ýlahî rahmet bu tanýmayý kolaylaþtýrmak için resuller ve nebiler göndererek insanlarýn akýllarýný ve vicdanlarýný ikna edecek deliller ve beyanlar sunmuþtur. "Hiçbir ümmet yoktur ki. Onlarýn içinde mutlaka bir uyarýcý bulunmamýþ olsun!" (Fattr 24) ayeti bu Sünnetullah’ý ifade eder. Ýnsanlarýn hesap gününde "Ey Rabbimiz, bize bir peygamber gönderseydin de þu zillete ve rüsvalýða uðramamýzdan evvel ayetlerine tabi olsaydýk ya!" (Taha) þeklinde bir itirazda bulunmamalarý için Allah (celle þanuhu) resuller gönderdiðini bildirmiþtir. Ýnsanlar ancak kendilerine yapýlacak açýk ve þüphe götürmeyen bir teklifi reddettikleri zaman sorumlu tutulmuþlardýr. “Biz bir kavme Peygamber göndermedikçe azap etmeyiz.” Ýsrâ, 17/15 ayeti, teklifin Allah tarafýndan bir peygamber vasýtasýyla yapýldýðýný, kendilerine teklif götürülmeyen insanlarýn sorumlu tutulmayacaklarýný ifade eder. Ýlk insanýn bir peygamber olmasý, insanlarýn uzun bir süre peygamberlerin ellerinde eðitilip terbiye edildiklerini gösterir. Buna raðmen zaman zaman peygamberlerin arasýnýn uzadýðý, hak dinin unutulacak derecede gizlenip kaybolduðu dönemler de yaþanmýþtýr. Bu dönemlere Ýslam akaidinde “fetret dönemi” adý verilir. Fahruddin Er-Râzi, fetreti þöyle tarif eder: “Fetret meselesi ise, peygamberlerin davetinin zayýflýðý ve o davete mani olan birtakým engellerin ve karýþýklýklarýn ortaya çýkmasý manasýna alýnýr” böyle dönemlerin varlýðýna delil olarak Yasin Suresinde geçen “atalarý azâb ile korkutulmamýþ bir kavmi uyarasýn diye...” (Yasin, 6) ayetini zikreder. (1) Bu ayete göre Kur’anýn indirilmesi ve Hz Peygamberin risaleti, atalarý uyarýlmayan bir kavmi Ýslam’a davet etmek içindir. FETRET DÖNEMÝ ÝNSANLARI Söz konusu Fetret dönemlerinde yaþayan insanlarýn durumlarý, itikat imamlarý tarafýndan ele alýnmýþtýr. Ehlisünnet mezheplerince imam kabul edilen ve Hanefî mezhebinin tabi olduðu Maturidî ekolünün bu konudaki görüþleri þöyledir. “Allahu Teâlâ'nýn varlýðýna, birliðine, iman, her akl-ý selîm (saðduyu) sahibinin ilk ve mutlak borcudur. Bu sebeple, ilâhî dinlerin kesintiye uðradýðý fetret devrinde yaþayan insanlar dahî, kendilerine ihsan edilen akýl nimetiyle, Allah'ýn varlýðýný idrâk edebilecek durumda olduðundan, Allah'a îmânla mükelleftirler. Uzak ve meçhul yerlerde yaþayan ve hiçbir dinden haberi olmayan kimseler, Namaz, Oruç ve Zekât gibi ibadetler ve diðer þer'î hükümlerle mükellef olmadýklarý halde, Allah'a îmân etmekle mükelleftirler. Bu görüþ, Mâtürîdîyye mezhebi imamlarýnýn görüþüdür. Çünkü bunlara göre Allahu Teâlâ'ya îmân, insan fýtratýnýn icâbýdýr. Zira her insan, kâinattaki bu muazzam ve mükemmel varlýklara bakarak, bunlarýn büyük bir Yaratýcýsý olduðuna aklen hükmeder. Her akl-ý selîm buna þahadet eder. Yani, akýl ve nazar “Marifetullah” da kâfidir, derler ve Kur'an-ý Kerîm'de buyurulan; “Göklerin ve yerin yaratýcýsý olan Allah'ýn varlýðýnda þüphe mi vardýr” Âyet-i Kerîmesini delil olarak zikrederler. (2) Ýmam-ý Þâfiî ve Ýmam-ý Eþ’arî’nin görüþleri ise þöyle izah edilmektedir. “Biz bir kavme Peygamber göndermedikçe azap etmeyiz Ýsrâ, 17/15” ayetinin sýrrýyla, ehl-i fetret herhangi bir dine tabi deðilse “küfre de girse, yine ehl-i necattýr. Çünkü teklif-i Ýlâhî irsal ile olur ve irsal dahi ýttýla ile teklif takarrur eder. Madem gaflet ve mürur-u zaman, enbiya-yý sâlifenin dinlerini setretmiþ; o ehl-i fetret zamanýna hüccet olamaz. Ýtaat etse sevap görür; etmezse azap görmez. Çünkü mahfî kaldýðý için hüccet olamaz.” Allah’ýn insana teklifi peygamber göndermekle olur. Ve insanýn bunun bilmesi ile teklif yapýlmýþ, anlaþýlmýþ olur. Madem gaflet ve zamanýn geçmesi geçmiþ peygamberlerin dinlerini unutturmuþ, üzerini örtmüþ, gizli kalmýþlar o zamanýn insanlarýna bu dinler delil olamaz. Her iki mezhebin ortak yönü, bu dönemde yaþayan insanlarýn iman dýþýnda diðer farzlarý terk etmelerinden dolayý sorguya çekilmeyecek olmalarýdýr. Her iki görüþe atýfta bulunan günümüz fakihlerinden Vehbe Zuhaylî þu tespitte bulunur. "Biz peygamber göndermedikçe azap ediciler deðiliz" ayet-i kerimesi þunu göstermektedir: Fetret dönemi insanlarý, risaletin kendilerine ulaþmadýðý ve davet kendilerine ulaþmaksýzýn öldükleri takdirde ve bunlar cahiliye halký iseler -günümüzde Ýslâm’ý hiçbir þekilde iþitmemiþ, oldukça uzak adalardaki insanlar bunlara örnektir- azaptan kurtulurlar, cennet ehlidirler. Teklif - sorumluluk çaðýndan önce küçük yaþta ölmüþ, babalarý kâfir olan çocuklar, deliler, saðýrlar ve bunak ihtiyarlarýn durumu da böyledir. (3) FETRET DÖNEMÝNDE EHL-Ý KÝTAP Fetret dönemleri sadece hiçbir dine tabi olmayan cahiliye toplumlarý için deðil ayný zamanda ehl-i kitap (Yahudi ve Hýristiyanlar) için de bir mazeret dönemidir. Günümüzün önemli tefsir âlimlerinden Elmalý Hamdi Yazýr, Beyyine Suresinin tefsirinde þunlarý söyler: "Ey Ehl-i kitap, peygamberlerin arkasý kesildikten sonra size, (hakikatleri) söyleyip duran elçimiz gelmiþtir. Ta ki, "Bize ne bir rahmet müjdecisi ne de bir azap habercisi gelmedi" demeyesiniz diye... Ýþte size rahmet müjdecisi de, azap habercisi de geldi artýk... Allah, her þeye hakkýyla kadirdir" (Maide. 19) ayeti gereðince Resulullah'ýn gönderilmesinden önceki zaman, dinlerin tahrif ve karmakarýþýklýða uðradýðý, puta tapanla tapmayanýn karýþtýðý ve hak ile batýlýn seçilemez bir hale geldiði fetret zamanýdýr. Fetret zamanlarý ise "Biz, bir peygamber göndermedikçe kimseye azap edecek deðiliz." (Ýsra, 17/15) hükmüne göre sorumluluk yönelmeyen bir mazeret zamaný demektir. Böyle bir zamanda Hakk'ý batýldan ayýrd ettirecek kesin ve açýk bir delil gelinceye kadar iman ve küfür hükümleri tayin edilemeyeceði ve bir susturucu delil bulunamayacaðý cihetle, herkesin bulunduðu hâl üzere kalmasý, yani istishâb kaidesi asýl olur. (Yani ehl-i kitap ellerinde olan din ile amel etmeye devam ederler.) "Kütüb-i kayyime" kýymetli kitaplarý içeren, tertemiz sayfalar olan Kur'ân'ýn indirilmesiyle, ilâhî delil olan Resulullah'ýn gönderilmesinden önce kitap ehlinden ve müþriklerden olan kâfirler, bulunduklarý hallerinden ayrýlmamakta mazeret sahibi olsalar da; hak dini beyan eden bu delil geldikten sonra özellikle kitap ehlinin buna iman etmeyip de önceki hallerinde kalmak için ayrýlýkçýlýk yapmalarý katýksýz küfürdür.” (4) HZ. PEYGAMBER’ÝN GÖNDERÝLMESÝNDEN SONRA FETRET DÖNEMÝ VAR MIDIR? Fetret dönemini sadece Hz. Peygamber’in (asm) gönderilmesinden önce yaþanan, tarihî bir dönem deðildir. Fertler için sorumluluk tebliðe muhatap olmakla baþlar. Din; güneþin bütün insanlarýn üzerine ayný anda doðuþu gibi bütün insanlara birden ulaþtýrýlabilen bir davet olmadýðýna göre, insanlarýn sorumlu tutulma zamanýný davete muhatap olma zamaný olarak kabul etmek gerekir. Ýnsanlarý bu açýdan ele alan Ýmam Gazali önemli tespitlerde bulunmuþtur: Efendimiz (as.) Hz. Aiþe validemize ümmetinden hesapsýz ve azabsýz olarak cennete girecekleri müjde eder. Buna göre ilk grup 70.000 kiþidir. Bunlarý 70.000 kiþilik ikinci bir grup takip edecektir. Daha sonra Allah u taala bunlardan her biri için ayrý ayrý yetmiþer bin kiþiyi daha hesapsýz olarak cennetine alacaktýr. Bunu iþiten Hz. Aiþe Validemiz: "Ya Rasûlullah ümmetinin sayýsý bu kadara ulaþmaz ki?" der. Ýki Cihanýn efendisi "Oruç tutmayan ve namaz kýlmayan göçebe Araplardan sayýnýz tamamlanýr." buyurur. Ýmam Gazali, bu hadisi ele almýþ ve Allah’ýn sonsuz rahmetine iþaret etmiþtir: ‘Ýþte Allah u Teâlâ'nin rahmetinin geniþliðini gösteren bu ve benzeri haberler (hadisler) pek çoktur. Ýþte bu lütuf özellikle Muhammed (S AV)'in ümmeti hakkýndadýr. Ve ben derim ki: Her ne kadar, çoðu bir lahza yahut bir saat yahutta bir müddet gibi az bir zaman için cehenneme gönderilseler bile ilâhî rahmet, geçmiþ ümmetlerin pek çoðuna þâmil olur. Hatta derim ki: “Allahu tealâ dilerse, bu zamandaki Rum ve Türk Hýristiyanlarýn uzak diyarlarda yaþayan ve kendilerine Ýslâm daveti ulaþmamýþ olanlarýndan çoðunu ilâhî rahmet kuþatacaktýr. Çünkü onlar üç kýsýmdýr 1-Kendilerine Muhammed (sav)'in ismi hiç ulaþmamýþ olanlar. Bunlar mazurdurlar. 2-Peygamber (sav)'in ismi, vasfý ve gösterdiði mucizeler kendilerine ulaþmýþ olanlardýr. Bunlar Ýslâm memleketlerine komþu ülkelerde ve müslümanlarla beraber yaþarlar. Onlar kâfir ve mülhiddirler. 3-Bu iki grup arasýnda olanlar. Bunlara Muhammed (sav)'in ismi ulaþmýþ fakat, onun bütün özellik ve güzellikleri ulaþmamýþtýr. Hatta onlar çocukluklarýndan beri onu "Muhammed isimli bir yalancý ve dalavereci, peygamberlik iddiasýnda bulunmuþtur" diye duymuþ ve o þekilde tanýmýþlardýr. Týpký bizim çocuklarýmýzýn, el-Mukaffa' denilen bir yalancýnýn Allah'ýn kendisini peygamber olarak gönderdiðini iddia etmesini ve yalancý olarak peygamberlik iddiasýyla ortaya atýlmasýný duyduklarý gibi. Bana göre iþte bunlarýn durumu da birinci gruptakilerin durumu gibidir. Çünkü bunlar Peygamber (sav)'in ismini iþitmiþ olmakla beraber onun vasýflarýnýn aksini duymuþlar, onu olduðunun tam tersine tanýmýþlardýr. Bu ise insaný gerçeði aramaya sevketmez.” (5) Vehbe Zuhaylî, Tefsirü’l-Münir’inde Hüücetü’l Ýslam Ýmam Gazalî’nin bu tasnifini kýsaca özetler: “Peygamberin gönderilmesinden sonra insanlarýn durumuna gelince; Gazzalî'nin (Allah'ýn Rahmeti üzerine olsun) açýkladýðýna göre insanlar üç gruptur: a) Hz. Peygamberin daveti kendilerine ulaþmamýþ ve hiçbir þekilde iþitmemiþ olanlar cennetliktir. b) Hz. Peygamberin daveti ve mucizeleri kendilerine ulaþtýðý halde kabul etmeyenler -günümüzdeki kâfirler gibi- bunlar cehennemliktir. c) Hz. Peygamberin daveti kendilerine yalan haberlerle yahut da tahrif edilmiþ bir þekilde ulaþan kimselere gelince; bunlar hakkýnda da cennet umulabilir.” (6) BÝR ÝNSANI SORUMLU KILAN DAVETÝN ÖZELLÝKLERÝ Ýmam Gazali, fetret açýsýndan insanlarý sýnýflandýrdýktan sonra bir insanýn sorumlu sayýlabilmesi için kendisine ulaþmasý gerekli olan davetin özelliklerini de ayrýntýlý olarak verir. “Diðer ümmetlerden olan insanlarýn durumuna gelince; kim Muhammed (sav)'in peygamberliðini ilan ederek ortaya çýktýðýný, onun sýfatlarýný ve ayýn ikiye bölünmesi, çakýl taþlarýnýn tesbih etmesi, parmaklarý arasýndan suyun fýþkýrmasý ve kendisiyle fesahat ehline meydan okuduðu ve edîblerin benzerini ortaya koymaktan âciz kaldýðý, Kur’an gibi harikulade mucizelerini tevâtüren iþittikten sonra, ondan yüz çevirir, onun hakkýnda gereði gibi düþünüp kafa yormaz ve derhal onu tasdik etmezse, iþte o kimse inkarcýdýr, tekzibçidir ve neticede kâfirdir. Ama, müslüman beldelerinden uzak diyarlarda yaþayan Rumlar'ýn ve Türkler'in çoðu bu hükme dahil olmazlar...” Bu ifadeler tebliðin hiçbir þüpheye yer býrakmayan kesin bir açýklýk ve doðru haberlerle ulaþtýrýlmasý gerektiðini ortaya koyar. Gayri Müslim birine ulaþan haberlerin tevatür derecesinde yaygýn ve yalan ihtimali olmayan kesin bir bilgi olmasý gerekir. Ýþitilen haberlerin þüpheli olmasý durumunda sorumluluk doðmaz. Bunun izahýný da þöyle yapar: “Bir kimse haberi ne yalanlar, ne doðrular (ne tekzib eder, ne de tasdik eder). Bu durumda haber, haber verene sahih bir nisbetle ulaþtýrýlan bir haber olmadýkça, o kimseye, haber kendisine nisbet edileni (peygamberi) yalanlýyor, denilemez. Binâenaleyh, haberin söyleyene âdiyeti yakýn ilim derecesine eriþmeden, bir kimseye nisbet edilen haberi yalan sayan bir kiþiye her ne kadar haberi yalanlýyor denilirse de, o haberin nisbet edildiði kimseyi yalanladýðý söylenemez.” (7) DAVET’E MUHATAP OLAN ÝNSAN’IN SORUMLULUKLARI Ýmam Gazalî, þartlarýný açýkladýðý bu daveti iþiten insanlarýn sorumluluklarýný da þu þekilde izah eder: “Hatta derim ki; kim peygamber (sav)'in yukarýda saydýðýmýz özelliklerini iþitirse -o kimse din kaygusu duyan ve dünya hayatýný âhirete tercih etmeyen bir kiþi olduðu takdirde- iþin gerçek yüzünü açýkça ortaya çýkmasý için kendisinde bir araþtýrma arzusunun uyanmasý kaçýnýlmazdýr. Þayet bu arzu uyanmamýþsa hemen anlayýn ki bu durum, adamýn tamamen dünyaya meyletmesinden, ona güvenmesinden ve onun Allah korkusundan, din iþinin önemini anlamaktan uzak bulunuþundandýr. Ýþte bu küfürdür. Bu arzu uyanýr da kiþi araþtýrma yapmada tembellik ve ihmal ederse, o da küfürdür. Yine derim ki esasen her dinden Allah'a ve âhirete iman eden kimsenin, harikulade yollarla alâmetler belirdikten sonra, bu araþtýrmada ihmalkâr davranmasý mümkün deðildir. Ama kiþi düþünüp araþtýrýr ve tembellik etmez de, hakikati bulma çabasýný tamamlamadan ölüm onu yakalarsa o da maðfirete mazhar olur. Sonra Allah'ýn geniþ rahmeti de onun lehinedir. Sözün özü, Allah'ýn geniþ rahmetinin geniþliðini anlamada ilâhî meseleleri kalýplaþmýþ basit ölçülerle ölçme.” Ýmam Gazali’nin beyanlarý genel olarak deðerlendirildiðinde fetret hükümlerinin belirli bir zaman ile sýnýrlandýrýlamayacaðý, insanlarý sorumlu tutmadan önce doðru, yeterli ve güven verici bir tarzda tebliðin yapýlmýþ olmasý gerektiði anlaþýlýr. ÝMAM BEDÝÜZZMAN’IN EHL-Ý FETRET HAKKINDAKÝ MEKTUBU Ýmam Nursî’nin görüþleri buraya kadar izah edilen fetret hükümlerine dayanýr. Þeriatte hükümler esas illet kabul edilen “emr-i ilahî’nin bulunmasý esasýna göre verilir. Maslahatlar ve faideler emir ve yasaklar için illet kabul edilemez. Yukarýda, fetretin üzerine hüküm bina edilen esas bir illet olduðu, gerek ayetler gerekse itikat imalarýnýn görüþleri ile ortaya konmuþtur. Ýkinci cihan harbinin Avrupa þehirlerini baþtan sona yakan ve 25 milyon insanýn ölümüne yol açan dehþetli tahribat günlerinde Ýmam Nursî, aþaðýdaki mektubu yayýnlamýþtýr. “Þiddet-i þefkat ve rikkatten, bu kýþýn þiddetli soðuðuyla beraber mânevî ve þiddetli bir soðuk ve musibet-i beþeriyeden biçarelere gelen felâketler, helâketler, sefaletler, açlýklar þiddetle rikkatime dokundu. Birden ihtar edildi ki: Böyle musibetlerde kâfir de olsa hakkýnda bir nevi merhamet ve mükâfat vardýr ki, o musibet ona nispeten çok ucuz düþer. Böyle musibet-i semaviye mâsumlar hakkýnda bir nevi þehadet hükmüne geçiyor. Üç dört aydýr ki, dünyanýn vaziyetinden ve harbinden hiçbir haberim yokken, Avrupa'da, Rusya'daki çoluk çocuða acýyarak tahattur ettim. O mânevî ihtarýn beyan ettiði taksimat bu elîm þefkate bir merhem oldu. Þöyle ki: O musibet-i semaviyeden ve beþerin zâlim kýsmýnýn cinayetinin neticesi olarak gelen felâketten vefat eden ve periþan olanlar, eðer on beþ yaþýna kadar olanlar ise, ne dinde olursa olsun þehit hükmündedir. Müslümanlar gibi büyük mükâfat-ý mâneviyeleri, o musibeti hiçe indirir. On beþinden yukarý olanlar, eðer mâsum ve mazlum ise, mükâfatý büyüktür, belki onu Cehennemden kurtarýr. Çünkü âhirzamanda madem fetret derecesinde din ve din-i Muhammedîye (a.s.m.) bir lâkaytlýk perdesi gelmiþ. Ve madem âhirzamanda Hazret-i Ýsâ'nýn (a.s.) din-i hakikîsi hükmedecek, Ýslâmiyetle omuz omuza gelecek. Elbette þimdi, fetret gibi karanlýkta kalan ve Hazret-i Ýsa'ya (a.s.) mensup Hýristiyanlarýn mazlumlarý, çektikleri felâketler onlar hakkýnda bir nevi þehadet denilebilir. Hususan ihtiyarlar ve musibetzedeler, fakir ve zayýflar, müstebit büyük zâlimlerin cebir ve þiddetleri altýnda musibet çekiyorlar. Elbette o musibet onlar hakkýnda medeniyetin sefahetinden ve küfranýndan ve felsefenin dalâletinden ve küfründen gelen günahlara keffaret olmakla beraber, yüz derece onlara kârdýr diye hakikatten haber aldým, Cenab-ý Erhamürrâhîmine hadsiz þükrettim. Ve o elîm elem ve þefkatten tesellî buldum. (Kastamonu Lâhikasý - Mektup No: 77 - s.1616) “Eðer o felâketi gören zâlimler ise ve beþerin periþaniyetini ihzar eden gaddarlar ve kendi menfaati için insan âlemine ateþ veren hodgâm, alçak insî þeytanlar ise, tam müstehak ve tam adalet-i Rabbaniyedir. Eðer o felâketi çekenler mazlumlarýn imdadýna koþanlar ve istirahat-i beþeriye için ve esasat-ý diniyeyi ve mukaddesat-ý semaviyeyi ve hukuk-u insaniyeyi muhafaza için mücadele edenler ise, elbette o fedakârlýðýn mânevî ve uhrevî neticesi o kadar büyüktür ki, o musibeti onlar hakkýnda medâr-ý þeref yapar, sevdirir. (8) Bu mektubun yazýldýðý döneme kýsaca göz atýlacak olursa Avrupa bir kenara, hilafete beþ yüz yýl bayraktarlýk yapmýþ bir ülkede insanýn kanýný donduracak tespitler yapýlabilir. Kuran’ýn etrafýndaki bütün surlar yýkýlmýþtýr. Medreseler, Kuran kurslarý kapatýlmýþtýr. Kuran öðrenmek resmen yasaklanmýþtýr. Ezan susturulmuþ, camilerin pek çoðu kapatýlmýþ, ihtiyaç fazlasý diyerek yýkýlmýþ, açýk kalanlar büyük bir takip altýna alýnmýþtýr. Söz gelimi Sultan Ahmed Camisi askeri kýþladýr. Süleymaniye Camisi’nin bahçesine askerî bir birlik konulmuþ, talim bahanesi ile dýþ duvarlarýna zaman zaman kurþunlar sýkýlmaktadýr. -Dýþ duvarlarda kurþun izlerini görmek hala mümkündür.- Bu camide Cuma namazlarýnýn sadece üç kiþi ile kýlýndýðý bizzat görenlerden hala nakledilmektedir. Ayný þekilde tekkeler, zaviyeler, imarethaneler, dergâhlar tamamen imha edilmiþtir. Allah ve Peygamber kelimelerini resmen yasaklayan resmî emirler, basýn yayýn dünyasýný tamamen susturmuþtur. “Çünkü âhir zamanda madem fetret derecesinde din ve din-i Muhammedîye (a.s.m.) bir lâkaytlýk perdesi gelmiþ” sözü yaþanýlan þartlarý ifade eden bir hakikattir. Böyle bir dönemde deðil Avrupa’da bizzat Ýslam baþkentinde mazlumlar için adeta bir fetret dönemi baþlamýþtýr. Bu durumda Avrupa insaný için tebliðin tamamen ihmal edildiði açýktýr. Bu dönemde fetret karanlýklarýnda kalan mazlum Hýristiyanlar, normal þekilde öldüklerinde fetret hükümlerince ehl-i necattýrlar. Ayný insanlar zulmen öldürüldüðünde ise þehitliðe benzer bir mükâfat kazanmalarý mümkündür. Bu mana onlarýn diðerlerinden farklý bir mükafat aldýklarýný ifade etmek içindir, yoksa Ýslam’ýn yüceltilmesi için cihad ederken öldürülen þehitlerle ayný makamda bulunurlar demek deðildir. Ahir zamanda Hiristiyanlarýn (teslis inancý gibi) itikatlarýndaki sapkýnlýklarý düzeltecekleri, Ýsa (as)’ýn bu esaslar üzerine dünyayý adaletle yöneteceðine dair, çok sayýda hadis ve itikat imamlarýnca kabul edilen rivayetler vardýr. (Burada bu konuya girmek bahsi uzatýr) Ýmam Nursî’nin ileri sürdüðü gerekçeler özetlenecek olunursa: Bir: Ýslamî tebliði edecek vasýtalar ortadan kaldýrýlmýþ, dini terk etme eðilimi bizzat hilafet merkezinde rejim altýna alýnmýþtýr. Ýki: Son bir iki asýr içinde ehl-i kitaba Ýslam’ý tebliði görevi terk edilmiþ, genel kitle fetret karanlýklarý içinde kalmýþtýr. Üç: Hak din ile yüzleþme imkaný bulunmayan savaþa aleyhtar mazlum halk yýðýnlarý, üzerlerine yaðdýrýlan bombalarla imha edilmektedir. Dört: Hýristiyanlýðýn batýl itikatlarýndan bir derece uzaklaþan insaniyet perver yardým cemiyetleri, kendi hayat ve menfeatlerini hiçe sayarak kan ve göz yaþýný söndürmek için adeta ateþ üzerine atýlmaktadýrlar. Sayýlan þartlar dikkate alýndýðýnda Merhamet-i Ýlahiyyenin bir düsturunu “ehl-i sünnet imamlarýnýn” görüþleri doðrultusunda beyan etmenin ayn-ý hakikat olduðu görülür. Çekilen musibetlerin, felsefenin küfründen ve sefahetin taþkýnlýklarýndan gelen günahlara bir kefaret olduðunu, mazlumlarýn kurtulup zalimlerin tam cezasýný bulduðunu izah etmek bil-ittifak zamanýn imamý için bir görevdir. SONUÇ: Fetret adý üstünde geçici bir durumdur. Þartlar deðiþtiðinde hükümler de deðiþir. Ýslamiyet’in, aslî güzelliðine uygun bir þekilde teblið edilmesi, mazeretleri ortadan kaldýrýr. Burada en önemli sorumluluk Müslümanlarýn omuzlarýndadýr. Ýslam’ýn hakikatlarýný davranýþlarý ile hayata geçirmeyen insanlara bakýp, bu din hak olsaydý bu insanlar böyle olmazdý dedirtmemek için gayret edilmeli ve onlarýn veballerini almaktan korkulmalýdýr. Yukarýdaki genel beyanlarýn yanýnda; tek tek bütün Ýnsanlarýn Rabbi Allah’týr. Kullarýndan hangisinin onu sorumlu tutacak bir teblið ile yüzleþtiðini bilen de yalnýzca O’dur. Bu yüzden O “Serîül Hisap” ve Âdil-i Mutlak’týr. Mü’minlere düþen sadece þartlarýna uyarak teblið yapmaktýr. Hayatýnda hiçbir zaman herhangi bir Hýristiyanla karþýlaþmamýþ, Ýslam’ý teblið için herhangi bir gayrette bulunmamýþ insanlarýn, onlarý cehenneme göndermek için gayret göstermelerine gerek yoktur. Diðer bir husus; insanlar topluca küfre itilirken –ya da bir kýsmý severek o yola koþarken- sesinin bütün gücü ile haykýrýp insanlarý Kuran’a çaðýran, neþrettiði risaleler ile küfür felsefesinin bütün esaslarýný darmadaðýn eden, rejim altýna alýnan ilhat hareketini (cemaat halinde) binlerce mahkemede ilmen maðlup eden bir Ýmam hakkýnda suizanna sebep olacak ithamlar yapan –Müslüman bildiðimiz- insanlarýn durumudur! Bunlar kendi akýbetlerinden nasýl emin olabilirler! Hangi hislerle O zata dil uzattýklarýný kendi kalplerine sormalýdýrlar.! Son olarak medyanýn tehlikesine iþaret edilmelidir. Son on yýldýr özelde Ýslamî geliþmelere karþý olan batý kaynaklý medya, din adamý kisvesi altýnda bazý þahýslarý ekranlara taþýmaktadýr. Bunlarýn açýk etmeseler de asýl niyetleri Ýslam’a hizmet deðildir. Belki de genel kitlenin ya da etkin sýnýflarýn tepkisini çekecek tipleri arayýp bulmak, “korktuðunuz Müslümanlarýn en akýllýsý bunlardýr” diye istihza etmek, onlarý diðer Müslümanlar aleyhinde konuþturarak bir taþla birden çok kuþ vurmak gayretini güttükleri ehl-i irfan yanýnda gizli deðildir. Allah her þeyi bilir ve dönüþ yalnýzca O’nadýr. DÝPNOTLAR: 1-Fahruddin Er-Râzi, Tefsir-i Kebir Mefâtihu’l-Gayb, Akçað Yayýnlarý: 12/396 2-Ali Arslan Aydýn, Ýslam Ýnançlarý Tevhid ve Ýlm-i Kelam 3-Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayýnlarý: 1/56. 4-Elmalý Hamdi Yazýr, Hak Dini Kur’an Dili, Beyine suresi, c. 9, s. 5990 5-Ýmam Gazali ve Ýman-Küfür Sýnýrý, Süleyman Dünya (Çev. Y. Doç. Dr. Ahmet Turan Arslan ) Risale yay. S .187-188 6-Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayýnlarý: 8/30-34. 7-Ýmam Gazali ve Ýman-Küfür Sýnýrý, Süleyman Dünya (Çev. Y. Doç. Dr. Ahmet Turan Arslan ) Risale yay. S 131 8-Said-i Nursî, Kastamonu Lahikasý, s. 98. Doðuþ Matbaasý 1958 Ramazan Balci, Risale Haber, 22.12.2009 Zitieren Link zu diesem Kommentar Auf anderen Seiten teilen Mehr Optionen zum Teilen...
Empfohlene Beiträge
Dein Kommentar
Du kannst jetzt schreiben und Dich später registrieren. Wenn Du ein Konto hast, melde Dich jetzt an, um unter Deinem Benutzernamen zu schreiben.