zehra Geschrieben 8. Oktober 2009 Teilen Geschrieben 8. Oktober 2009 Cumhurbaþkaný Celal Bayar ve Baþbakan Adnan Menderes’e bir mektup yazarak bu konu ile ilgili olarak görüþlerini ileten Bediüzzaman, ýrkçýlýðýn Ýslam milletlerini ve bölgeyi ifsad etmemesi için bu manalara hizmet edecek bir üniversitenin Doðu’da kurulmasý için çalýþtýðýný ifade ederek þu görüþlere yer vermiþtir: ‘’ Kabir kapýsýnda ve seksen küsur yaþýnda, birkaç hastalýkla hasta bulunan ve ölüme kendini yakýn gören bir biçare garip ihtiyar der ki: Size iki hakikati beyan ediyorum: Evvelâ: Sizlerin Pakistan ve Irak'la gayet muvaffakiyetkârâne ittifakýný, bu millete kemâl-i samimiyetle, sürûr ve ferah ile kazanmanýzý bütün ruh-u canýmýzla tebrik ediyoruz. Bu ittifakýnýzý, inþaallah 400 milyon Ýslâmýn sulh-u umumiyesine ve selâmet-i âmmenin teminine kat'î bir mukaddeme olarak ruhumda hissettim. Ve namaz tesbihatýndaki kuvvetli bir ihtar ile bunu size yazmaya mecbur kaldým. Otuz kýrk seneden beri dünyayý ve siyaseti terk ettiðim halde, þiddetli bir alâka ile bu ihtar-ý kalbînin sebebi: Elli seneden beri imaný kurtarmak için gayet kýsa bir yolu bulan ve Kur'ân'ýn bu zamanda bir mucize-i mâneviyesi olan Risale-i Nur'un Arabistan ve Pakistan'da her yerden daha ziyade tesiratý olduðu ve makbul olmasý, hattâ aldýðýmýz habere göre, mahkemece tesbit edilen miktarýn üç misli Risale-i Nur'un talebelerinin o havalide bulunmalarýdýr. Bu sýr için âhir hayatýmda kabir kapýsýnda bu netice-i azîmeyi görmek ve beyan etmeye ruhen mecbur oldum. ‘’ ‘’Saniyen: Irkçýlýk fikri, Emevîler zamanýnda büyük bir tehlike verdiði ve hürriyetin baþýnda "kulüpler" suretinde büyük zararý görülmesi ve Birinci Harb-i Umumîde yine ýrkçýlýðýn istimaliyle mübarek kardeþ Araplarýn mücahid Türklere karþý zararý görüldüðü gibi, þimdi de uhuvvet-i Ýslâmiyeye karþý istimal edilebilir ve istirahat-i umumiye düþmanlarý gizli dinsizler, yine o ýrkçýlýkla büyük zarar vermeye çalýþtýklarýna emareler görünüyor. Halbuki, menfî hareketle baþkasýnýn zararýyla beslenmek ýrkçýlýðýn seciye-i fýtrîsi olduðu halde, evvelâ baþta Türk milleti dünyanýn her tarafýnda Müslüman olduðundan onlarýn ýrkçýlýklarý Ýslâmiyetle mezc olmuþ, kabil-i tefrik deðil. Türk, Müslüman demektir. Hattâ Müslüman olmayan kýsmý, Türklükten de çýkmýþlar. Türk gibi Araplarda da Araplýk ve Arap milliyeti Ýslâmiyetle mezcolmuþ ve olmak lâzýmdýr. Hakikî milliyetleri Ýslâmiyettir. O kâfidir. Irkçýlýk, bütün bütün bir tehlike-i azîmdir. Sizin bu defaki Irak ve Pakistan'la pek kýymettar ittifakýnýz, inþaallah bu tehlikeli ýrkçýlýðýn zararýný def edecek ve dört beþ milyon ýrkçýlarýn yerine, 400 milyon kardeþ Müslümanlarý ve 800 milyon sulh ve müsalemet-i umumiyeye þiddetle muhtaç Hýristiyan ve sâir dinler sahiplerinin dostluklarýný bu vatan milletine kazandýrmaya tam bir vesile olacaðýna ruhuma kanaat geldiðinden, size beyan ediyorum. ‘’ ‘’Salisen: Altmýþ beþ sene evvel bir vali bana bir gazete okudu. Bir dinsiz müstemlekât nâzýrý Kur'ân'ý elinde tutup konferans vermiþ. Demiþ ki: "Bu Ýslâmlarýn elinde kaldýkça, biz onlara hakikî hâkim olamayýz, tahakkümümüz altýnda tutamayýz. Ya Kur'ân'ý sukut ettirmeliyiz veyahut Müslümanlarý ondan soðutmalýyýz." Ýþte bu iki fikirle, dehþetli ifsat komitesi bu biçare fedakâr, mâsum, hamiyetkâr millete zarar vermeye çalýþmýþlar. Ben de, altmýþ beþ sene evvel bu cereyana karþý, Kur'ân-ý Hakîm'den istimdat eyledim. Hakikate karþý kýsa bir yol ve bir de pek büyük bir "Dârülfünun-u Ýslâmiye" tasavvuru ile, altmýþ beþ senedir, âhiretimizi kurtarmak ve onun bir faydasý olarak hayat-ý dünyeviyemizi de istibdad-ý mutlaktan ve dalâletin helâketinden kurtarmaya ve akvam-ý Ýslâmiyenin mâbeynindeki uhuvvetini inkiþaf ettirmeye iki vesileyi bulduk.’’ ‘’Birinci vesilesi: Risale-i Nur'dur ki, uhuvvet-i imaniyenin inkiþafýna kuvvet-i Ýmân ile hizmet ettiðine kat'î delil, emsalsiz bir mazlumiyet ve âcizlik hâletinde telif edilmesi ve þimdi âlem-i Ýslâmýn ekseri yerlerinde ve Avrupa ve Amerika'ya da tesirini göstermesi ve ihtilâlcilere ve dinsiz felsefeye ve otuz seneden beri dehþetli bir surette maddiyun ve tabiiyun gibi dinsizlik fikrine karþý galebe çalmasý ve hiçbir mahkeme ve ehl-i vukuf dahi onlarý cerh edememesidir. Ýnþaallah bir zaman da, sizin gibi uhuvvet-i Ýslâmiyenin anahtarýný bulan zatlar, bu mucize-i Kur'âniyenin cilvesini âlem-i Ýslâma iþittireceksiniz. ‘’ ‘’Ýkinci vesilesi: Altmýþ beþ sene evvel Câmiü'l-Ezhere gitmek istiyordum. Âlem-i Ýslâmýn medresesidir diye, ben de o mübarek medresede bir ders almaya niyet ettim. Fakat kýsmet olmadý. Cenab-ý Hak rahmetiyle bir fikir ruhuma verdi ki: Câmiü'l-Ezher Afrika'da bir medrese-i umumiye olduðu gibi, Asya Afrika'dan ne kadar büyük ise, daha büyük bir darülfünun, bir Ýslâm üniversitesi Asya'da lâzýmdýr. Tâ ki Ýslâm kavimlerini, meselâ: Arabistan, Hindistan, Ýran, Kafkas, Türkistan, Kürdistan'daki milletleri, menfi ýrkçýlýk ifsat etmesin. Hakikî, müsbet ve kudsî ve umumî milliyet-i hakikiye olan Ýslâmiyet milliyeti ile (Müminler kardeþtir.Hucurat. 10) Kur'ân'ýn bir kanun-u esasîsinin tam inkiþafýna mazhar olsun. Ve felsefe fünunu ile ulûm-u diniye birbiriyle barýþsýn ve Avrupa medeniyeti, Ýslâmiyet hakaikiyle tam musalâha etsin. Ve Anadolu'daki ehl-i mektep ve ehl-i medrese birbirine yardýmcý olarak ittifak etsin diye, vilâyât-ý þarkiyenin merkezinde hem Hindistan, hem Arabistan, hem Ýran, hem Kafkas, hem Türkistan'ýn ortasýnda, Medresetü'z-Zehra mânâsýnda, Câmiü'l-Ezher üslûbunda bir darülfünun, hem mektep, hem medrese olarak bir üniversite için, tam elli beþ senedir Risale-i Nur'un hakaikine çalýþtýðým gibi ona da çalýþmýþým. En evvel bunun kýymetini (Allah rahmet etsin) Sultan Reþad takdir edip yalnýz binasýný yapmak için 20 bin altýn lira verdiði gibi, sonra ben eski Harb-i Umumîdeki esaretimden döndüðüm vakit, Ankara'da mevcut 200 meb'ustan 163 meb'usun imzasý ile 150 bin lira, o zaman paranýn kýymetli vaktinde, ayný o üniversite için vermeyi kabul ve imza ettiler. Mustafa Kemal de içinde idi. Demek, þimdiki para ile beþ milyon liraya yakýn bir tahsisat vermekle, tâ o zamanda böyle kýymetdar bir üniversitenin tesisine herþeyden ziyade ehemmiyet verdiler. Hattâ dinde çok lâkayt ve garplýlaþmak ve an'anattan tecerrüd etmek taraftarý bulunan bir kýsým meb'uslar dahi onu imza ettiler. Yalnýz onlardan ikisi dediler ki: "Biz þimdi ulûm-u an'ane ve ulûm-u diniyeden ziyade garplýlaþmaya ve medeniyete muhtacýz." Ben de cevaben dedim: Siz, farz-ý muhal olarak, hiçbir cihette ihtiyaç olmasa da, ekser enbiyanýn Asya'da, þarkta zuhuru ve ekser hükemanýn ve filozoflarýn garpta gelmelerinin delâletiyle Asya'yý hakikî terakki ettirecek, fen ve felsefenin tesiratýndan ziyade hiss-i dinî olduðu halde, bu fýtrî kanunu nazara almayarak garplýlaþmak namýyla an'ane-i Ýslâmiyeyi býraksanýz ve lâdinî bir esas yapsanýz dahi, dört beþ büyük milletlerin merkezinde olan vilâyat-ý þarkiyede millet, vatan selâmeti için dine, Ýslâmiyetin hakaikine kat'iyen tarafdar olmak, size lâzým ve elzemdir…… Þarkta beþ milyona yakýn Kürt var. Yüz milyona yakýn Ýranlý ve Hintliler var. Yetmiþ milyon Arap var. Kýrk milyon Kafkas var. Acaba birbirine komþu, kardeþ ve birbirine muhtaç olan bu kardeþlere, bu talebenin Van'daki medreseden aldýðý ders-i dinî mi daha lâzým? Veyahut o milletleri karýþtýracak ve ýrktaþlarýndan baþka düþünmeyen ve uhuvvet-i Ýslâmiyeyi tanýmayan, sýrf ulûm-u felsefeyi okumak ve Ýslâmî ilimleri nazara almamak olan o merhum talebenin ikinci hali mi daha iyidir? Sizden soruyorum. Ýþte bu cevabýmdan sonra, an'ane aleyhinde ve her cihetle garplýlaþmak fikrini taþýyanlar, kalktýlar, imza ettiler. Ýsimlerini söylemeyeceðim. Allah kusurlarýný affetsin; þimdi vefat etmiþler. ‘’ ‘’Rabian: Mâdem Reisicumhur gayet mühim mesâil-i siyasiye içinde Þark Üniversitesini en ehemmiyetli bir mesele yapýp hattâ harika bir tarzda altmýþ milyon liranýn o üniversiteye sarfý için bir kanun çýkarmak derecesinde fevkalâde bir hizmetle medresenin medâr-ý iftiharý ve kendisine büyük bir þeref verdiren bu medrese-i Ýslâmiyeye, eski hocalýk hissiyatýyla baþlamasý, bütün þark hocalarýný minnettar etmiþ. Ve þimdi orta þarkta sulh-u umumînin temel taþý ve birinci kalesi olan bu üniversiteyi yine mesâil-i azîme-yi siyasiye içinde yeniden nazara almasý, elbette bu vatan, bu devlete, bu millete bu azîm, faydalý hizmeti netice verecek. Ulûm-u diniye o üniversitede esas olacak. Çünkü hariçteki kuvvet tahribatý mânevîdir, imansýzlýkladýr. O mânevî tahribata karþý atom bombasý, ancak mânevî cihetinde mâneviyattan kuvvet alýp o tahribatý durdurabilir. Mâdem elli beþ sene bu meseleye bütün hayatýný sarf etmiþ ve bütün dekaikiyle ve neticeleriyle tetkik etmiþ bir adamýn bu meselede reyini almak ve fikrini sormak lâzým gelirken, Amerika'da, Avrupa'da bu meseleye dair istiþareye kendinizi mecbur bildiðinizden, elbette benim de bu meselede söz söylemeye hakkým var. Hamiyetkâr olan bütün bir millet namýna sizden bekliyoruz. (9) Bediüzzaman Hazretleri, vefatýna kadar bu idealinin peþini býrakmadý. Saðlýðýnda kurum olarak Medresetüzzehra ideali gerçekleþmedi. Ancak yazdýðý Risale-i Nur Külliyatý ile bütün ülkeyi baþtan baþa bir ‘’Medresetüzzehra’’ ya çevirmek için bütün hayatýný vakfetti. Bu manada olmak üzere çok büyük hizmetler yapýldý. Þimdi artýk konjüktür, kurum olarak da bu idealin gerçekleþmesi için yavaþ yavaþ müsait hale geliyor. Bediüzzaman’ýn Nur Talebelerine býraktýðý en büyük vazifelerin baþýnda ’’Medresetüzzehra’’ kurulmasýnýn gerçekleþtirilmesi geldiðini rahatlýkla söyleyebiliriz. Artýk bahaneye ve mazeret üretmeye gerek yoktur. Güçler birleþtirilmeli ve Van gölünün kenarýnda bu manalara hizmet edecek bir üniversitenin kurulmasý için gerekli çalýþmalara hemen baþlanmalýdýr. Bu çalýþma, diðer bütün üniversitelerin ayný birlik, beraberlik, kardeþlik, gayret, terakki, marifet, sanat ve fedakarlýk kurumlarý haline gelmesi için yapýlacak çalýþmalarý aksatmadan baþlamalý ve ülke baþtan baþa ahir zamanda müjdelenen ‘’Mehdi’nin Cennet Vataný’’ haline gelene kadar devam etmelidir. 1-Abdulkadir Menek, Bediüzzaman Said Nursi Ýstanbul Hayatý, Yeni Asya Neþriyat,2. Baský, Ýstanbul 2008, sayfa: 40–45 2-Tarihçe-i Hayat, sayfa: 227 3-Necmeddin Þahiner, Bediüzzaman Üniversitesi, Timaþ Yayýnlarý, Ýstanbul 1996, sayfa: 57 4-Necmeddin Þahiner, age, sayfa: 71–72 5-Emirdað Lahikasý, sayfa:544–545 6-Emirdað Lahikasý, sayfa: 777–778 7-Emirdað Lahikasý, sayfa: 777-781 8-Emirdað Lahikasý, sayfa: 790-792 9-Emirdað Lahikasý, sayfa: 839-846 Zitieren Link zu diesem Kommentar Auf anderen Seiten teilen Mehr Optionen zum Teilen...
zehra Geschrieben 8. Oktober 2009 Autor Teilen Geschrieben 8. Oktober 2009 Cumhuriyet Halk Partisi’nin yayýn organý olan Ulus Gazetesi, 1.4.1954 tarihli nüshasýnda bir makale yayýnlanarak Þark Üniversitesi ile ilgili geliþmeler üzerine Demokrat Parti’yi ve bazý bürokratlarý irtica ile suçlamýþ ve bunun üzerine Nur Talebeleri bir lahika neþrederek, bu iddialara cevap vermiþlerdir: ’’Þimdi Atatürk Üniversitesi namý verilen bu darülfünunun küþadýna üstadýmýz Said Nursî 50 seneden beri büyük bir gayretle çalýþmýþtýr. Üstadýmýz Ýttihatçýlara muhalif olduðu halde onlar ve Sultan Reþad, bu Darülfünunun inþasý için 19 bin altýn tahsis etmiþ, Van'da Üstadýmýz temellerini atmýþtý. Fakat Harb-i Umumînin vukuuyla geri kalmýþtý. Sonra devr-i Cumhuriyetin iptidasýnda üstadýmýz Said Nursî'nin Ankara'da Meclis-i Meb'usana istenilmesiyle, Üstadýmýz tekrar teþebbüse geçmiþti. Orada Üstadýmýz o zamanýn idaresine tam muhalif ve siyaseti bütün bütün terk ettiði ve bazý cihetle de muhalif olduðunu ve "Dünyanýza karýþmayacaðým" dediði ve hattâ Mustafa Kemal'e "Namaz kýlmayan haindir" dediði ve onun teklif ettiði büyük servet, maaþ, þark vaiz-i umumîliði gibi büyük tekliflerini kabul etmediði halde, Þark Darülfünununun tesisi için 150 bin banknotun 200 mebustan 163 mebusun imzasý ve Mustafa Kemal'in tasdikiyle verilmesine karar verilmiþti. Demek ki, þarkýn en mühim meselesi o zaman o üniversiteydi. Þimdi yirmi derece daha ziyade ihtiyaç var. Nihayet yine Üstadýmýzýn maddî ve mânevî gayret ve teþvikleri neticesiyle yapýlmasýna bu hükûmet-i Ýslâmiye zamanýnda karar verildi. Bu Þark Üniversitesinin o cihanþümul kýymet ve ehemmiyetini, bir bahr-i ummandan bir katre takdim eder misilli iki üç nokta olarak arz ederiz:’’ ‘’Birincisi : Bu darülfünun hem Ýran, hem Arabistan, hem Mýsýr ve Afganistan, hem Pakistan ve Türkistan ve Anadolu'nun merkezinde bir kalb hükmündedir. Ve hem bir Camiü'l-Ezher, bir Medresetü'z-Zehradýr. ‘’ ‘’Ýkincisi : Þimdi umum beþerde sulh-u umumî için, yani beþerin ifsad edilmemesi için çareler aranýyor, paktlar kuruluyor. Ve madem bu hükümet-i Ýslâmiye musalâhat-ý umumiye ve hükûmetin selâmeti için, Yugoslavya'ya, tâ Ýspanya'ya kadar onlarý okþayarak dostluk kurmaya çalýþýyor. Ýþte bunlarýn çare-i yegânesinin bir delili olarak gösteriyoruz ki, tesis edilecek Þark Darülfünununun ilk müteþebbisinin bir ders kitabý olan ve ulûm-u müsbete ve fenniye ile ulûm-u imaniyeyi barýþtýran ve bu otuz seneden beri bütün filozoflara meydan okuyan ve resmî ulemaya dokunduðu ve eski hükûmetle resmen mübareze ettiði halde bütün bunlar tarafýndan takdir ve tahsine mazhar olan ve mahkemelerde beraat kazanan Risale-i Nur'un bu vatan ve millete temin ettiði âsâyiþ ve emniyettir ki, Ýslâm memleketlerinde, hususan Fas'ta, Mýsýr ve Suriye ve Ýran gibi yerlerde vuku bulan dahilî karýþýklýklarýn bu vatanda görülmemesidir. Ýþte, nasýl ki bu vatan ve millette Risale-i Nur-emniyet ve âsâyiþin ihlâline sair memleketlerden daha ziyade esbap bulunmasýna raðmen-âsâyiþi temin etmesi gösteriyor ki, o Doðu Üniversitesinin tesisi, beþeri müsalemet-i umumiyeye(dünya barýþý) mazhar kýlacaktýr. Çünkü þimdi tahribat mânevî olduðu için ona mukabil tamirci mânevî bir atom bombasý lâzýmdýr. Ýþte, bu zamanda tahribatýn mânevî olduðuna ve ona karþý mukabelenin de ancak tamirci mânevî atom bombasýyla mümkün olabileceðine kat'î bir delil olarak, üniversitenin mebde' ve çekirdeði olan Risale-i Nur'un bu otuz sene içerisinde Avrupa'dan gelen dehþetli dalâlet ve felsefe ve dinsizlik hücumlarýna bir sed teþkil etmesidir. O mânevî tahribata karþý Risale-i Nur tamirci ve mânevî bir atom bombasý olmuþ.’’ ‘’Üçüncüsü : Evet, Þark Üniversitesi bir merkez olarak âlem-i Ýslâmý ve tâ bütün Asya'yý alâkadar edecek bir mahiyet ve ehemmiyette olduðundan, altmýþ milyon deðil, altmýþ milyar da masraf yapýlsa elyaktýr. Yeni Ulus gazetesi muhalif olduðu için, bu meseleyi perde ederek yeni iktidarýn bazý büyük memurlarýndan bu meseleye çalýþanlara bir nevi irtica süsünü vermek istiyor. Halbuki, bu mesele en yüksek terakkî ve sulh-u umumînin medarýdýr. Bu müessese bu hükûmet-i Ýslâmiyeye bazý þeâir-i Ýslâmiyeden Arabî ezan-ý Muhammedî ve din dersleri gibi pek çok kuvvet verecek. Belki bu hükûmetin istikbalinde, tarihlerde kemâl-i takdir ve tahsinle yâd edilmesine en parlak bir vesile olacaktýr. Bu meselenin ihyasýyla hasýl olan nur ve feyiz, Demokrat hükûmetin en büyük ve cihandeðer bir hizmeti olarak ebede kadar misli görülmemiþ bir parlaklýkla lemean edecektir. Ve beynelmilel bir itibarý temin edecektir. ‘’ Þark Medreselerinde tahsil görerek büyük þöhret ve haklý bir teveccüh kazanan Bediüzzaman, büyük bir ferasetle gelecekte meydana gelebilecek sýkýntýlarý görmüþ ve Doðu vilayetlerinin bu sýkýntýlara düþmemesi ve dahilde meydana gelebilecek asayiþ problemlerinin önüne geçmek için, sürekli olarak Medresetüzzehra idealinin peþinden koþmuþ, ancak idarecilerin meseleye tam olarak eðilmemeleri ve belki de kader-i Ýlahinin bir neticesi olarak bu teþebbüs gerçekleþememiþtir. Þarka medreselerinin bir nevi mahsulü olan ve Ýslam aleminin bir nevi merkezi konumunda olan bu bölgeden yayýlarak bütün Ýslam alemini ve dünyayý aydýnlatarak bir umumi barýþa vesile olma istidadý taþýyan Risale-i Nur Talebeleri, kurulacak böyle bir üniversitenin ana programý olarak ayný hedefi gerçekleþtirmek için sürekli bir gayret ve çalýþma içinde olmuþlardýr. Nur Talebelerinden Mustafa Sungur’un yazmýþ olduðu bir mektubu, bu düþünceleri ifade etmesi açýsýndan önemine binaen buraya alýyoruz: ‘’Dört sene evvel Üstadýmýz hastalýðý yüzünden beni Ankara'da Risale-i Nur'un mahkemeleriyle alâkadar iþlerini takip için tevkil ettirdiði zaman, bazý mebuslara gönderdiðimiz iliþik mektubumuzu yeniden sizlere ve muhterem mebuslarýn nazar-ý irfanlarýna takdim ediyoruz. Buna sebep, ayný meselenin devam etmesidir. Bilhassa son aylarda þark vilâyetlerinde kurulmasý için teþebbüse geçilen yeni üniversitedir. Risale-i Nur'un bu otuz senelik zamanda dahil ve hariçteki fevkalâde intiþarýyla her tarafta hüsn-ü tesiri ve þark vilâyetlerinde elli beþ seneden beri büyük bir darülfünunun kurulmasýna çalýþmasý, birbirini takip eden ve birbirini tamamlayan bu zamanda âlem-i Ýslâmý þiddetli alâkadar eden iki mühim meseledir. Bu iki netice-i azîme, hem bu milleti, hususan þark vilâyetlerini, hem dört yüz milyon Ýslâm milletlerini, hem sulh-u umumîye muhtaç Hýristiyanlýk dünyasýný da alâkadar edip ve tesirini gösteren medar-ý iftihar iki ehemmiyetli hadisedir. Ve Ýslâm dininin ve Kur'ân hakikatlerinin küllî ve umumî iki nâþiri ve ilâncýsýdýr. ‘’ ‘’Üstadýmýz elli beþ seneden beri âzamî gayretle ve müteaddit vesilelerle Þarkî Anadolu'da Câmiü'l-Ezher'e muvafýk Medresetü'z-Zehra namýyla bir Ýslâm üniversitesinin kurulmasý için çalýþmýþ ve bunun kat'î lüzumunu daima ileri sürmüþtür. Reisicumhura ve Baþvekile hitaben, onlarý bu meseleden tebrik eden Üstadýmýzýn yazýsýnda denildiði gibi, Þark Darülfünunu âlem-i Ýslâmýn bir nevi merkezinde olarak beyne'l-Ýslâm medar-ý iftihar bir makam kazanacaktýr. O vilâyetlerde medfun çok aziz ve mübarek binlerle ulema ve ârifin, þühedâ ve muhakkikîn ecdatlarýmýzýn mâzideki pek kýymetli ve kudsî hizmet-i dîniyeleri, mânevî, bâkî hasletleri bu darülfünunla dahi tecessüm ederek vazife-i imaniyelerini daha geniþ bir sahada yapacaklardýr. Þark Üniversitesinin bir nevi programý olmaya lâyýk üssü'l-esas dersi ise, Kur'ân-ý Hakîmin hakaik-i imaniyesini tefsir eden ve bütün meselelerini, fünun-u akliye ile ve delâil-i mantýkýye ve müsbete ile tesbit ettiren ve mâkulâtla ders veren Risale-i Nurdur ki, yeni asrýn üniversitelerinde ve mekteplerinde okutulmaya þâyandýr. Risale-i Nur, Þarkî Anadolu'da yer yer kurulmuþ ve yüzyýllardan beri o havalide mânevî âb-ý hayat menbâlarý vazifesini görmüþ bulunan medreselerinin ve üstadlarýnýn bir talebesi vasýtasýyla zuhur etmiþtir ki; bu son münevver meyvelerle o muhterem üstadlar, yeniden vazife baþýna geçip vazife-i tenviriyelerini ve hizmet-i Kur'âniyelerini bu suretle cihan-þümûl bir vüs'ate inkýlâp ettirmelerini bütün ruhumuzla ümit ve rahmet-i Ýlâhiyeden temenni ve niyaz ediyoruz. Bu duamýza zaman ve zeminin þerait-i hayatiyesi ve musalemet-i umumiyenin lüzumu da "âmin, âmin" diyor ve diyecektir. Evet, þarktaki ilim ve irfan faaliyetinin bir semeresi ve netice-i külliyesi olan Risale-i Nur, Þark Darülfünununun Ýslâmiyet noktasýnda bir programý olmasý hasebiyle, Ýslâmiyete, bu millete ve âlem-i Ýslâma hizmete çalýþanlarý þiddetle alâkadar etmektedir. Ve þimdi Amerika'da ve Avrupa'da Nur Risalelerini istemeleri ve oralarda intiþarý, bu müddeamýzýn fevkalâde ehemmiyetini gösterir. ‘’ Zitieren Link zu diesem Kommentar Auf anderen Seiten teilen Mehr Optionen zum Teilen...
zehra Geschrieben 8. Oktober 2009 Autor Teilen Geschrieben 8. Oktober 2009 Bediüzzaman’ýn bu düþüncesinin, Þark insaný üzerinde oyun oynamak, çeþitli tezgâhlara alet etmek ve onlarý sömürmek isteyen insanlara karþý da bir panzehir ve bir kalkan vazifesi göreceði þüphesizdi. Abdürrahim Zapsu’nun Ehl-i Sünnet Dergisinin 102. sayýsýnda Eylül 1951 yýlýnda yayýnlanan ‘’Van Üniversitesi’’ baþlýklý makalesinde bu konuyla ilgili çok ilginç bazý hatýralar bulunmaktadýr: “1929 senesinde Midyat’ta Mal Müdürü idim. O zaman Irak ile aramýzda bir tahdid-i hudut komisyonu kurulmuþ ve baþýna o zamanki Hakkari Valisi Tevfik adýnda birisi tayin olmuþtu. Bu zat Midyat’a geldi. Midyat Kaymakamý Necip, Alay Kumandaný Miralay Tevfik Bey’le beraber kendisini karþýladýk. Ve askeri mahfele misafir ettik. Sohbet sýrasýnda Miralay Tevfik Bey, kendisine þöyle bir sual sordu: ‘’Bu muhit halký çok zeki, çok ahlaklý, çok sadýk, fedakâr ve cesurdur. Bunlara niçin hakiki mektepler açmýyor da, oyalayýcý siyasetle körletiyoruz. Bu suali iþiten Vali ve Komisyon Reisi bana dönerek: Mal Müdürü Bey, nerelisiniz, dedi. Ben de cevaben Üskidarlýyým dedim. Ondan sonra bu feci beyanatta bulundu: ‘’Kumandaným: biz ne kadar fenalýklar görmüþ isek, iki kelimeyi bir araya getiren bu memleket halkýndan gördük. Onlarý okutup baþýmýza bela mý edeceðiz? Onlarý cahil býrakýp mallarýndan istifadeye çalýþacaðýz’’ Bu söz karþýsýnda dondum kaldým. Ýki arkadaþ da hayret içinde kaldý.’’(3) Bediüzzaman’ýn bu projesi ile ilgili olarak Þeyh Þamil’in torunu Said Þamil’in de görüþlerini nakletmekte yarar vardýr. Said Þamil, Bediüzzaman’ý, ‘’müsbet ilimlerin medaris-i þer’iyede tedris lüzumunu bir müçtehid edasýyla ortaya koyanlarýn en alaka çekeni’’ olarak tarif ettikten sonra þu görüþleri ifade ediyordu: ‘’Medrese ehli, mekteplileri dýþ görünüþe ait meselelerden dolayý iman zaafý ile suçluyor, mektepliler ise onlarý fünun-u cedideden bihaber olduklarýndan cahil sayýyor. Fikirlerdeki ve metotlardaki bu ayrýlýk Ýslam topluluðunda ahlakiyatý sarsmýþ ve medeni terakkiden onlarý geri býrakmýþtýr. Bunun ýslahý için yegâne çare, medeni mekteplere dini bilgileri koymak, medreselerde de eski Yunan felsefesi yerine müsbet ilimler okumaktýr. ‘’(4) Resmi destekli, özel statülü bir yüksek okul olarak düþünülen ve ihtiyaç halinde birçok doðu vilayetinde þubelerinin açýlmasýnýn çok büyük yararlar saðlayacaðýný düþündüðü bu proje, o zamanýn olaðanüstü þartlarý içerisinde ne yazýk ki gerçekleþemedi. Bediüzzaman, bu çabasýndan ve niyetinden asla vazgeçmedi. Vefat edinceye kadar yetkililerle olan temaslarýnda bu konuyu hep gündemde tutmaya devam etti. 1951 yýlýnda Demokrat Parti hükümeti tarafýndan doðuda bir üniversite açýlmasý için giriþimde bulunulduðu bir sýrada bu duruma çok sevinen Bediüzzaman’ýn heyecan ve sevinci lahikalara yansýmýþ ve bunu talebeleri ile paylaþmýþtýr:’’ Evvela: Kýrk seneden beri takip ettiðim ve Sultan Reþad’ýn yirmi bin altýn ve eski müstebitler hükümetinin Millet Meclisinde 163 meb’usun imzasýyla 150 bin banknoto, küþadý için tahsisat verdikleri; hem alem-i Ýslamýn, hem Þarkýn, hem bu milletin en mühim bir iþi olan Van vilayetinde Camiü’l Ezher gibi bir Ýslam Darülfünunu ve büyük üniversitesi olan Medresetüzehra’nýn yapýlmasý lüzumunu yeni hükümetin reisi de anlamýþ ki, büyük memleket iþleri içinde sizlere müjde olarak gönderdiðim aþaðýdaki haberi vermiþ. Fiilen yapýlmasa dahi bu mananýn anlaþýlmasý büyük bir fa’l-i hayýrdýr.’’ ‘’Ýþte, Meclis’te Reis-i Cumhur büyük iþler sýrasýnda, ehemmiyetli nutkunda bu gelen fýkrayý söylemiþ. Van havalisine Doðu Üniversitesi’nin kurulmasý için Maarif Vekaleti’nin tetkikatýna giriþtiðini söyleyen Celal Bayar demiþtir ki:’’ Doðu vilayetlerimizden olan Van’da böyle bir irfan müessesesinin kurulmasý için bütün müþkülat iktiham (karþý durmak) olunmalý ve önümüzdeki bütçe yýlýnda iþe baþlanmalýdýr’’ demiþtir. Demek, Tarihçe-i Hayatý takdim eden genç üniversiteliler bir derece Nur risalelerinin kýymetini Reise ihsas etmiþler.’’ ‘’Saniyen: Reis-i Cumhur’un bu çok ehemmiyetli fýkrasý Risale-i Nur’un bu memlekette ve bu vatana ettiði ve edeceði çok kýymettar hizmetlerinin anlaþýldýðýna bir emaredir. Ve nurcularýn bütün çektikleri zahmet ve Nurun müsadereleri bu büyük neticeye vesile olmasý cihetiyle þekva deðil, þükretmelidir.’’(5) Yine Demokrat Parti hükümetinin Þark Üniversitesi ile ilgili çalýþmalarýný dikkatle takip eden Bediüzzaman, Bakanlar Kurulu’na ve Maarif Bakaný Tevfik Ýleriye bir mektup yazarak, bu kýymettar hizmetlerini tebrik etmiþtir: ’’Ben hasta olmasaydým, ben de o mesele için vilayet-i Þarkiyeye gidecektim. Ben bütün ruhu canýmla Maarif Vekilini tebrik ediyorum. Hem 55 seneden beri, Medresetüzzehra namýnda Þark Üniversitesine çalýþmak ve o üniversiteyi biri Van’da, biri Diyarbakýr’da, biri de Bitlis’te olmak üzere üç tane veya hiç olmazsa bir tane Van’da tesis etmek için, Hürriyetten evvel Ýstanbul’a geldim. Hürriyet çýktý, o meselede geri kaldý.’’ ‘’Sonra Ýttihatçýlar zamanýnda Sultan Reþad’ýn Rumeli’ye seyahati münasebetiyle Kosova’ya gittim. O vakit Kosova’da büyük bir Ýslami darülfünunu tesisine teþebbüs edilmiþti. Ben orada hem Ýttihatçýlara, hem Sultan Reþad’a dedim ki:’’Þark böyle bir darülfünuna daha ziyade muhtaç ve âlem-i Ýslam’ýn merkezi hükmündedir.’’ ‘’O vakit bana vaat ettiler. Sonra Balkan harbi çýktý. O medrese yeri istila edildi. Ben de dedim ki: ’’Öyleyse 20 bin altýn lirayý Þark Darülfünununa veriniz.’’ Kabul ettiler.’’ ‘’Ben de Van’a gittim. Ve bin lira ile Van gölü kenarýnda Artemit’te temelini attýktan sonra Harb-i Umumi çýktý. Tekrar geri kaldý.’’ ‘’Esaretten kurtulduktan sonra Ýstanbul’a geldim. Hareket-i Milliye’ye hizmetimden dolayý Ankara’ya çaðýrdýlar. Ben de gittim. Sonra dedim: ’’Bütün hayatýmda bu darülfununu takip ediyorum. Sultan Reþad ve Ýttihatçýlar 20 bin altýn lirayý verdiler. Siz de o kadar ilave ediniz.’’ Onlar 150 bin banknot vermeye karar verdiler.’’ ……. ‘’Þimdi ben zehir hastalýðýyla ziyade rahatsýz vaziyette ve çok ihtiyarlýk sebebiyle elli beþ senelik bir gaye-i hayatýmý görüp takip etmekten mahrum kaldýðým gibi, Ankara’ya gidip þark terakkiyatýnýn anahtarý olan bu müesseseye çalýþanlarý ruh-u canýmla tebrik etmekten dahi mahrum kalýyorum.’’ ‘’Yalnýz, otuz beþ sene evvel Ebuzziya Matbaasýnda tab’edilen Münazarat ve Saykalü’l Ýslamiye namýndaki eserim, elbette Maarif Vekilinin nazarýndan kaçmamýþ. Benim bedelime o eser konuþsun. Ben hayatýmdan ümidim kesilmiþ gibiyim. Fakat o azim üniversitenin temelleri ve esasatý ve manevi bir programý ve muazzam bir tedrisatý nev’inden, Risale-i Nur’un yüz elli risalesini kendime tevkil ediyorum. Bu vatan ve milletin istikbalinin fedakâr genç üniversite talebelerine ve maarif dairesine arz edip bu meselede muvaffakiyete mazhar olan Tevfik Ýleri’nin bu biçare Said’e bedel Risale-i Nur’a himayetkarane sahip çýkmasýný rahmet-i Ýlahiye’den niyaz ediyorum.’’(6) Zitieren Link zu diesem Kommentar Auf anderen Seiten teilen Mehr Optionen zum Teilen...
zehra Geschrieben 8. Oktober 2009 Autor Teilen Geschrieben 8. Oktober 2009 Görev yapacak müderrislerin (öðretim elemanlarýnýn) özellikleri ile ilgili olarak Bediüzzaman, “Zülcenaheyn ve Kürtlerin ve Türklerin mutemedi olan Ekrat ulemasýný istinas etmek için lisan-ý mahalliye aþina olanlarý intihap etmektir” diyerek Medresetüzzehra'da görev yapacak müderrislerin: (1) Zülcenaheyn olmalarýný, yani zahirî ve bâtýnî ilimlere (dinî ve dünyevi ilimlere) vâkýf olmalarýný, (2) Mahallî dil Kürtçeye aþina olan ve ayný zamanda Kürtlerin ve Türklerin itimat ettiði kimselerden seçilmeleri gerektiðini belirtmektedir. Resmî statüsü: Resmî okullara denk, ancak özel bir müessese olmasý düþünülen Medresetüzzehra, resmî yüksek okullarla eþit tutulacak, sýnavlarý onlarýnki gibi yapýlacak, fakat devletin resmî bir müessesesi olmayacaktýr. Maddi kaynaklarý ise vakýflardan ve baðýþlardan (zekât, sadaka, adak ve diðer yardýmlar) oluþacaktýr. Kýsaca Medresetüzzehra, resmî seviyeli özel bir kuruluþ olarak düþünülmüþtür. Öðrenciler: Doðu Anadolu’da kurulmasý planlanan Medresetüzzehra'nýn öðrencileri, baþta Doðu Anadolu bölgesi ve Anadolu olmak üzere, Osmanlýnýn diðer bölgelerinden, Arabistan, Ýran, Hindistan, Türkistan Kafkasya’dan ve Balkanlardan, kýsacasý Ezher’de olduðu gibi Ýslâm âleminin her yerinden gelebileceklerdir. Malî kaynaklar: Resmî okullara denk, ancak özel bir müessese olarak düþünülen Medresetüzzehra'nýn maddi gelir kaynaklarý vakýflar, zekât, nüzur (adaklar), sadakalar ve diðer baðýþlar olacaktýr. Medresetüzzehra manevi olarak ise, bölgedeki insanlarýn hamiyet ve gayretlerinden beslenecektir. Medresetüzzehra'nýn hedefleri : Þark bölgesinde uygulanacak Medresetüzzehra Projesinin Doðuya, Türkiye'ye ve Ýslâm âlemine yönelik hedefleri vardýr. Bu hedefleri ve faydalarý þu þekilde sýralamak mümkündür: * Kürt ve Türk âlimlerinin geleceðini temin etmek. * Maarifi (eðitim ve öðretim) Doðuya “medrese” kapýsý ile sokmak. * Meþrutiyetin faydalarýný, hürriyetin gerekliliðini ve güzelliklerini göstermek ve onlardan istifade ettirmek. * Medreseleri birleþtirmek (hem eðitim, hem yönetim, hem müfredat bakýmýndan), yenilemek ve iyileþtirmek. * Ýslâmiyeti, onu paslandýran uydurma hikâyelerden, israiliyattan ve hoþ karþýlanmayan soðuk baðnazlýktan kurtarmak. * Çaðýn gereði olan eðitim metotlarýný ve bilimleri medreselere sokmak için bir yol açmak. Ayný zamanda medreselileri fen bilimlerinden uzak tutan sebepleri ortan kaldýracak saf bir fen bilimleri kaynaðý oluþturmak. * Medrese, mektep ve tekke ehlini barýþtýrmak. Yani din ve fen bilimlerini tahsil edenlerle mutasavvýf kalp ehlini kucaklaþtýrmak. En azýndan maksatta birliði saðlayabilmeleri için ortak bir düþünce platformu oluþturmak. * Menfî ýrkçýlýðýn Arabistan, Hindistan, Ýran, Kafkasya, Türkistan, Kürdistan'daki milletleri ifsat etmesini önlemek. Hakiki, müspet ve kudsî ve umumî milliyet-i hakikiye olan Ýslâmiyet milliyeti ile Kur'ân'ýn bir kanun-u esasisi olan, “inneme'l-mü’minune ihvetün” (Mü’minler ancak kardeþtirler) düsturunun tam inkiþafýna vesile olarak, gerçek anlamda kardeþ olmalarýný saðlamak. * Orta Doðu’da barýþý temin etmek. Hatta insanlýk âleminde genel bir barýþa vesile olmak. * Felsefî bilimler ile dinî ilimlerin birbiriyle barýþmasýný ve Avrupa medeniyeti ile Ýslâm hakikatlerinin uyuþmasýný saðlamak. Böylece Batý dünyasý ile Ýslam âlemi arasýnda tam anlamýyla anlayýþ ve güvene dayalý iliþkilerin kurulmasýný temin etmek. * Anadolu'daki mektepliler ile medreseliler arasýnda birlik ve beraberlik saðlayarak birbirlerine yardýmcý olmalarýný temin etmek. (1) Sultan Reþad devrinde müracaatýný yeniler. 1911 yýlýnýn Haziran ayýnda doðu illerini temsilen Sultan Reþad ile birlikte Balkan gezisine katýlan Bediüzzaman, Sultan Reþad ile tanýþma ve görüþme fýrsatý bulur. Bu gezi sýrasýnda Kosova Üniversitesi’nin temeli atýlýr. Bediüzzaman, ‘’Þark böyle bir dar-ül fünuna daha ziyade muhtaçtýr. Çünkü orasý Ýslam aleminin merkezi hükmündedir’’ diyerek bu idealinin önemine iþaret eder. Daha sonra Kosova kaybedilince, Sultan Reþad’ýn emri ile buraya ayrýlan on dokuz bin altýn Þark Üniversitesine tahsis edilir. Bediüzzaman, bunun üzerine Van’a gelir. Çok sayýda görevli ve vatandaþýn katýldýðý bir tören ile Edremit’te, Van Gölünün kýyýsýnda Medresetüzzehra’nýn temeli atýlýr. Ancak kýsa bir süre sonra Birinci Dünya Savaþý çýkar. Osmanlý Devleti de bu savaþa katýlýnca, üniversite inþaatý yarým kalýr. Birinci Dünya Savaþý ve Ýstiklal Mücadelesi döneminde Medresetüzzehra idealini gerçekleþtirecek þartlar mevcut deðildi. Þark’ta bir Milis Alayý kurarak birçok cephede, özellikle Pasinler’de çok büyük kahramanlýklar gösterdi. Van taraflarýnda çok sayýda masum insanýn kurtarýlmasýna hizmet etti. Bitlis savunmasýnda ayaðý kýrýlýp Ruslara esir düþünceye kadar bu mücadelesine devam etti. Tamamen Kürt Aþiretlerinden oluþan, önceleri Hamidiye Alaylarý olarak isimlendirilen, ancak Sultan 2. Abdulhamid’in tahttan uzaklaþtýrýlmasýndan sonra Aþiret Alaylarý adý verilen askeri birlikler de, bu savaþta Doðu Cephesinde Rus ve Ermenilere karþý vatan savunmasýnda çok büyük hizmetlerde bulundu. Bu Aþiret Alaylarý ayný þekilde Kurtuluþ Savaþýnda da, Kuva-yý Milliye ile birlikte vatanýn iþgalden kurtarýlmasý için çok yararlý hizmetlerde bulundu. Cumhuriyet’in ilanýndan sonra, kurumlarýn yeniden yapýlandýrýlmasý projesi çerçevesinde bu Aþiret Alaylarý laðvedilmiþtir. Yüz binlerce Kürt genci, Türk kardeþleri ile birlikte Çanakkale’de ve diðer bütün cephelerde omuz omuza, hiçbir ayrýlýk ve gayrilik düþüncesi taþýmadan vatan müdafaasý ve kurtuluþu için kahramanca mücadele etmiþ ve þehit olmuþtur. Birinci Dünya Savaþýndan sonra kurulan Millet Meclisi’nin ýsrarlý davetleri sonucu gittiði Ankara’da Medresetüzzehra’yý yeniden gündeme getirdi. Bediüzzaman burada milletvekillerine hitap etti ve Þark’ta bir üniversite kurulmasý konusunda onlarý ikna etti. Meclis, yüz altmýþ üç mebusun oyu ile böyle bir üniversitenin kurulmasý ve 150 bin lira ödenek ayrýlmasýný kabul etti. Meclis’te bazý milletvekillerinin bu duruma itirazlarý ve Bediüzzaman’a ‘’sen medrese usulüyle, sýrf Ýslamiyet noktasýnda gidiyorsun. Halbuki þimdi Garp’lýlara benzemek lazýmdýr’’ demeleri üzerine þu cevabý vermiþtir: “O vilayet-i Þarkiye, Âlem-i Ýslamýn merkezi hükmümdedir. Fünun-u cedide yanýnda ulum-u diniye de lazým ve elzemdir. Çünkü ekser Enbiyanýn(peygamberlerin) Þark’ta, ekser hükemanýn(filozoflarýn) Garp’ta gelmesi gösteriyor ki, Þark’ýn terakkiyatý din ile kaimdir. Baþka vilayetlerde sýrf fünun-u cedide okuttursanýz da, Þarkta, herhalde millet vatan maslahatý namýna ulum-u diniye esas olmalýdýr. Yoksa Türk olmayan Müslümanlar, Türk’e hakiki kardeþliðini hissetmeyecek. Þimdi bu kadar düþmanlara karþý teavün ve tesanüde muhtacýz. Hatta bu hususta size hakikatli bir misal vereyim. Eskiden bir gün Türk olmayan bir talebem vardý. Eski medresemde, hamiyetli ve gayet zeki o talebem, ulum-u diniyeden aldýðý hamiyet dersiyle her zaman derdi:’Salih bir Türk, elbette fasýk kardeþimden ve babamdan bana ziyade kardeþtir ve akrabadýr’ Sonra ayný talebe talihsizliðinden sýrf maddi fünun-u cedideyi okumuþ. Sonra ben dört sene sonra esaretten gelince onunla konuþtum. Hamiyet-i milliye bahsi oldu. O dedi ki. ‘Ben þimdi Rafizi bir Kürdü, Salih bir Türk hocasýna tercih ederim. Ben de: —Eyvah dedim. Ne kadar bozulmuþsun? Bir hafta çalýþtým, onu kurtardým; eski hakikatli hamiyete çevirdim. Ýþte ey Meb’uslar: O talebenin evvelki hali, Türk milletine ne kadar lüzumu var. Ýkinci hali, ne kadar vatan menfaatine uygun olmadýðýný fikrinize havale ediyorum. Demek –farz-ý muhal olarak- siz baþka yerde dünyayý dine tercih edip, siyasetçe dine ehemmiyet vermeseniz de herhalde Þark vilayetlerinde din tedrisatýna azami ehemmiyet vermeniz lazým.’’(2) Bediüzzaman bundan sonra Ankara’da fazla kalmaz. Ankara’da ayrýlýr ve Van’a gider. Ortaya çýkan geliþmeler ve yönetimde farklý düþüncelerin hâkim olmaya baþlamasý sonucu, bu karar uygulama sahasýna konmaz. Zitieren Link zu diesem Kommentar Auf anderen Seiten teilen Mehr Optionen zum Teilen...
zehra Geschrieben 8. Oktober 2009 Autor Teilen Geschrieben 8. Oktober 2009 Son günlerde ‘’Demokratik Açýlým’’ çerçevesinde nazarlar yeniden Doðu’ya çevrildi. Konu bütün yönleri ile tartýþýlýyor, herkes görüþ ve düþüncelerini ifade ederek, meselenin çözümü için katkýda bulunmaya çalýþýyor. Tabi bu katkýda bulunma konusunda iki istisnadan bahsetmeden de geçmemek gerekir. Bunlar CHP ve MHP. Bu konu gündeme geldiðinde beri, MHP Genel Baþkaný Devlet Bahçeli, çok sert ve agressif bir üslup kullanmaya baþladý. Yýllardýr uzlaþmacý ve mutedil bir görüntü vermeye çalýþan Devlet Bahçeli’nin bu meselede son derece sert bir üslup kullanmasý ve meselenin çözümün için gayret gösterenleri ‘’ihanetle’’ suçlamasý gerçekten çok dikkat çekicidir. Yýllarca kan ve gözyaþý edebiyatý yaparak ve bölünme korkusunu pompalayarak siyaset yapanlarýn, meselenin çözümü halinde malzeme sýkýntýsý çekerek siyaset sahnesinin geri planlarýna itilecekleri ve marjinal bir hale gelecekleri için, ortalýðý velveleye vermelerinin kendileri için bir anlamý olabilir. Fakat bu mesele yüz yýla yakýn bir süre ile Türkiye’ye büyük zaman ve enerji kaybettirdi. Kürt meselesinin, ülkenin geliþiminin önünde en büyük engellerin baþýnda geldiði inkar edilemez. Fakat bu kadar büyük bir meseleyi siyasi ve kýsýr hesaplarla sabote etmeye çalýþmanýn vatan ve millet sevgisi ile baðdaþýr bir yönü olmadýðý muhakkaktýr. CHP ise, zaten genlerinde mevcut olan siyasi þifrelerle, bugüne kadar hayýrlý her hizmetin önünde durmayý ve sürekli bunalým politikasý takip etmeyi bir gelenek haline getirmiþtir. Ýnönü, Ecevit ve Baykal, hep ayný geleneðin temsilcisi olmuþlardýr. Bu siyasi duruþun ve olumsuz muhalefetin, millet nezdinde bir itibar görmediði, çok partili siyasi hayata geçilmesi ile birlikte bugüne kadar yapýlan bütün seçimlerde ortaya çýkmýþ ve tescil edilmiþtir. Dolayýsý ile yetmiþ yaþýna gelmiþ Sayýn Baykal’ýn, bu yaþtan sonra alýþkanlýklarýndan vazgeçmesini beklemek, hayalden öteye gitmez. Biz burada bu kýsýr siyasi çekiþmelerin ötesinde, meseleye çok baþka bir perspektiften bakmak istiyoruz. Bu topraklarýn yetiþtirdiði en büyük mütefekkir ve alim olan Bediüzzaman Hazretlerinin, yüz sene öncesinden baþlayarak, vefatýna kadar takip ettiði ve asla peþinin býrakmadýðý ‘’Medresetüzehra’’ ile ilgili olarak yaptýðýmýz mütevazi bir çalýþmayý nazarlarýnýza sunmak istiyoruz. Meselenin çözümü için 102 sene önce teklif edilen ve ancak bugün devlet yetkililerinin yavaþ yavaþ o noktaya geldiði bu hayýrlý teþebbüsün serencamýný buyurun hep beraber takip edelim. Bediüzzaman Hazretlerinin dokuz yaþýnda tahsil hayatýnýn baþlamasý ile birlikte yaklaþýk yirmi yýlý, medreseleri gezmekle, ders almakla, ders vermekle, bölgenin problemlerinin yerinde tespit etmekle geçti. 15 yaþlarýnda Doðu Beyazýt’ta Þeyh Mehmed Celali Hazretlerinden Ýcazetini aldýktan sonra doðu medreselerini gezdi, doðu ve güneydoðu illerindeki önemli problemleri ve özellikle eðitim konusundaki ciddi sýkýntýlarý yerinde tespit etti. Þark’ýn birçok bölgelerinde medreseler vardý, ancak bunlar ihtiyacý karþýlamaktan son derece uzaktý. Yeterli miktarda öðretim elemaný mevcut deðildi. Medreseler, çok ilkel þartlarda faaliyetlerine devam ediyorlardý. Medrese binalarý çok ilkel sayýlýrdý. Bir odada çok sayýda öðrenci barýnmaya çalýþýyordu. Halkýn yardýmlarý ile ayakta durmaya çalýþan bu medreselerde, maddi imkansýzlýklar had safhada bulunuyordu. Eðitim metodu eskimiþti ve çaðýn ihtiyaçlarýna cevap veremiyordu. Bu eðitim ve maddi imkan yetersizliði, gelecekte çok büyük sýkýntýlara sebep olabilirdi. Bu olumsuz þartlarýn mutlaka düzeltilmesi ve bu bölgenin insanlarýna zamanýn gerektirdiði yeterlilikte bir eðitim verilmesi þarttý. Bütün Ýslam aleminin ve özellikle Þark insanýnýn üç tane büyük düþmaný vardý. Bu düþmanlar; cehalet, zaruret(yoksulluk) ve ihtilaf idi. Cehalet beraberinde yoksulluðu getiriyordu. Yoksullukla sýkýntýlara düþen bu insanlar da kavgalar, çatýþmalar ve ihtilaflar eksik olmuyordu. Bu üç düþmana karþý mutlaka yerinde ve etkin metotlarla mücadele edilmeliydi. Bu üç hastalýðýn çaresi de ‘’sanat, marifet ve ittifak’’ idi. Cehalete, marifet ile; zarurete sanat ile ve ihtilafa ittifak silahýyla cihad edilmeli ve bu düþmanlar bertaraf edilmeliydi. Marifet ve eðitim olduktan sonra sanat da fýtri olarak peþinden gelecek ve bölgede cehalet ve fakirlikten kaynaklanan problem ve çatýþmalar de en asgari düzeye inecekti. Öyle ise en önemli ve en acil olan konudan baþlanmalýydý. Maarif (eðitim) probleminin hal edilmesi ve eksikliklerin giderilmesi için ciddi, gerçekçi, bölge insanlarýnýn ihtiyaçlarýna cevap verebilecek ve bölgenin sosyal yapýsý ile uyum saðlayabilecek bir proje geliþtirilmeliydi. Ýþte ‘’Medresetüzzehra’’ projesi böyle bir arayýþtan ve ihtiyaçtan doðmuþtu. Bu dönemde Van’da ikamet ettiði sýralarda Vali Tahir Paþa’nýn da yardýmlarý ile dünyadaki geliþmeleri yakýndan takip etme imkâný buldu. Bu problemlerin çözümü ve ‘’maarif, san’at ve fünun noktasýnda Þark’ýn uyandýrýlmasý’’ maksadýyla Medreset-üz Zehra projesini hazýrladý. 1907 yýlýnýn sonlarýna doðru bu maksadýný gerçekleþtirmek maksadýyla Ýstanbul’a gitti. Padiþah Sultan Abdulhamid ile görüþme imkâný bulamadý. Padiþah ile görüþmek için yaptýðý bütün teþebbüsler netice vermeyince, projesinin esas hatlarýný ifade eden bir dilekçe hazýrlayarak Saray’a takdim etti. Bediüzzaman, Sultan Abdülhamid’e verdiði dilekçede, Medresetüzzehra’nýn üç þube halinde Bitlis, Van ve Diyarbakýr’da açýlmasýný, buralara en az elliþer öðrencinin alýnmasýný ve masraflarýnýn da hükümet tarafýndan karþýlanmasýný talep eder. Bediüzzaman’ýn çok iyi niyetlerle açmak istediði ve Þark’ýn huzur ve saadeti için zaruri olarak telakki ettiði bu düþünceye, büyük badirelerle karþý karþýya olan ve büyük sýkýntýlarla boðuþan o zamanýn yönetimi tarafýndan pek alaka gösterilmez. Bediüzzaman burada projesi ile ilgili olarak detaylý bilgiler de vermiþtir. “Camiü’l-Ezher’in kýzkardeþi olan, Medresetüzzehra namýyla dârülfünunu mutazammýn pek âli bir medrese” ifadesindeki “dârülfünun” kelimesinden Medresetüzzehra'nýn eðitim seviyesinin üniversite düzeyinde olacaðý anlatýlmaktadýr. Bunun yanýnda Bediüzzaman birçok yerde, Medresetüzzehra'nýn Ezher sisteminde ya da üslûbunda olmasý gerektiðinden bahsetmektedir. Bundan da anlaþýlmaktadýr ki, Medresetüzzehra'nýn, týpký Ezher’de olduðu gibi, orta ve lise kýsýmlarý da bulunacak, Medresetüzzehra'nýn üniversite kýsmýnda okuyacak talebeler istenilen kýstaslara göre buralardan yetiþecektir. Dârülmuallimîn, yani öðretmen yetiþtiren bir eðitim fakültesi de Medresetüzzehra'ya dahil edilecektir. Bu sayede Medresetüzzehra talebelerinin “eðitim formasyonu”na yönelik dersleri almalarý saðlanacak; buradan üç dili, fen ve din ilimlerini ve formasyon derslerini öðrenerek mezun olan talebeler, ihtiyaç duyulduðunda, eðitim-öðretimin deðiþik kademelerinde hocalýk, öðretmenlik yapabileceklerdir. “Þu medrese… ukûl, yanýnda en âlâ bir mektep; kulup, yanýnda en ekmel medrese; vicdanlar, nazarýnda en mukaddes zaviyeyi temsil edecektir,” ifadesinden Medresetüzzehra'nýn hem mektep, hem medrese, hem de zaviyeyi bünyesinde barýndýracaðý ve bunlarýn vereceði faydalarý temin edeceði anlaþýlmaktadýr. Ayrýca böyle üçlü bir yapýda, mektep, medrese ve zaviye âdeta bir ‘meclis-i þûra’ mahiyetinde olacak, birbirinin güzelliklerinden faydalanacak ve birbirinin noksanýný tamamlayacaktýr. Medresetüzzehra'da din ilimleri ile fen ilimleri beraber okutulacaktýr. Zira Bediüzzaman'a göre, “Vicdanýn ziyasý ulûm-u diniyedir. Aklýn nuru fünun-u medeniyedir, ikisinin imtizacýndan hakikat tecelli eder. O iki cenah ile talebenin himmeti pervaz eder. Ýftirak ettikleri vakit birincisinde taassup, ikincisinde hile, þüphe tevellüt eder.” Ýþte bunun için, “Fünun-u cedide, ulûm-u medaris ile mezc ve derc” edilecektir. Yani modern fen bilimleri ile medrese ilimleri olarak bilinen din ilimleri Medresetüzzehra'da birlikte okutulacaktýr. Böyle bir þey ayný zamanda safsatanýn zulmünden muhakeme-i zihniyeyi halâs edecek ve meleke-i feylesofânenin taklid-i tufeylâneye ettiði mugalâtayý izale edecektir. Medresetüzzehra'da þubeler (fakülteler, farklý bölümler) bulunacak ve ihtisaslaþma esas alýnacaktýr. Fakat, talebeler kendi bölümlerinde uzmanlaþýrlarken, uzmanlýk alanlarýna yakýn bilim dallarý ile iliþki içerisinde bulunacaklar ve kendi alanlarýna yardýmcý olacak ilgili dersleri alacaklardýr. Diðer bilim dallarýna karþý tamamen cahil kalmayacaklardýr. Ulûm-u müsbete ve fenniye ile ulûm-u imaniyeyi barýþtýran Risale-i Nur, Medresetüzzehra'da ders kitabý olarak okutulacak ve Ýslâmiyet noktasýnda Medresetüzzehra'nýn bir nevi programý olacaktýr. Eðitim dili olarak Bediüzzaman, “Arabî vacip, Kürdî caiz, Türkî lâzým” diyerek Medresetüzzehra'nýn üç dilde eðitim yapacaðýný belirtmektedir. Kürtçeyi mahallî dil, Arapçayý ilim ve iletiþim dili, Türkçeyi de resmî ve siyasi dil olarak kabul etmektedir. Projenin hitap ettiði alan, sadece Doðu Anadolu ya da Anadolu olmayýp Arabistan, Ýran, Hindistan, Türkistan, Kafkasya ve Bosna'ya kadar Osmanlý topraklarý olacaðý için, eðitim-öðretimde ve iletiþimde kullanýlacak dil veya dillerin de, bu alana uygun olmasý gerekmektedir. Bu açýdan baktýðýmýzda, Doðu Anadolu'daki Medresetüzzehra için, üç dilin birden eðitimde kullanýlmasý son derece mantýklýdýr. Zitieren Link zu diesem Kommentar Auf anderen Seiten teilen Mehr Optionen zum Teilen...
Empfohlene Beiträge
Dein Kommentar
Du kannst jetzt schreiben und Dich später registrieren. Wenn Du ein Konto hast, melde Dich jetzt an, um unter Deinem Benutzernamen zu schreiben.