Adem Geschrieben 26. März 2009 Teilen Geschrieben 26. März 2009 Dinlerarasý Diyalog Yazar Prof.Dr.Hayrettin Karaman Bu baþlýk üzerine konuþan ve yazanlar -ki, AB ile iliþkiler yüzünden son günlerde konu daha sýk ele alýnýr olmuþtur- içinde bilenler ve bilmeyenler, iyi niyetli olanlar ve olmayanlar var. Bilmeden konuþulur mu demeyin, Türkiye'de konuþuluyor ve pek de ayýplanmýyor. Bu iþin iyi niyetle ne alakasý var diye sorabilirsiniz; þöyle bir alakasý var: Bir gurup bir baþka gurup hakkýnda iyi düþünmüyor, arada rekabet, hatta adavet var; bu yüzden karþýlýklý veya tek taraflý olarak öküzün altýnda buzaðý aranýyor, yakýþtýrma ve abartmalar yapýlýyor, tahminler ve vehimler birer gerçekmiþ gibi ortaya atýlýyor, karþý tarafa mal ediliyor ve bütün bunlardan bir sonuç alýnmak isteniyor: Karþý tarafý yýpratmak, üzerine kuþku bulutlarýný çekmek, mümkün olursa haritadan silmek. Dünyanýn þurasýnda burasýnda bu isim altýnda toplantý yapanlarý da ayný kaba koymak mümkün deðildir; iyi niyetli ve samimi olanlar yanýnda istismarcýlar, komplocular, kötü maksatla kullanýcýlar da vardýr. Pek azýna olsa da, ben de bu çeþit toplantýlara katýldým. Bunlardan biri, bir yýl kadar önce Avustralya'da yapýlmýþtý; dört müslüman ile çeþitli oturumlarda sayýlarý deðiþen hristiyan din ve ilim adamlarý vardý. Tebliðler sunuldu, müzakereler yapýldý, bazý sonuçlar ede edildi. Bunlarýn arasýnda Ýslam'a aykýrý olan bir sonuç yoktu; biz dinimizi anlattýk, onlar da dinlerini anlattýlar; biz tevhidden asla taviz vermedik, ama onlar teslisten (Allah hakkýnda þirke varan "baba-oðul-ruhulkudüs üçlemesinden") hayli taviz verdiler; "Allah'ý bir bildiklerini, diðerlerinin O'nun sýfatlarý gibi olduðunu açýkça söyleyenleri" oldu. Bu arada aslý vahye dayanan dinlerin mensuplarý olarak dünyanýn, ortak olarak benimsediðimiz problemleri ile savaþmak, bunlarý çözmek ve durumu iyileþtirmek için ortak gayret sarfetmek gerektiðinin altý çizildi. Toplantýnýn adý üzerinde de duruldu, "diyalog dinler arasýnda deðil, dine inananlar arasýnda olur" denildiði için, "dinler arasý" veya "Ýslam-Hristiyanlýk diyalogu" yerine, "Müslüman-Hristiyan diyalogu" ismi tercih edildi. Son yýllarda dinler arasý diyalog toplantýlarýný daha çok belli bir cemaatin mensuplarý yürüttüðü için iþin geçmiþini bilmeyenlere, bu faaliyette kötü bir niyet bulunduðu zanný verilmeye çalýþýldý. Ayný cemaat Abant toplantýlarýný da tertip ediyordu ve buraya yalnýzca bir dine inananlarý veya ilahiyatçýlarý deðil, ülkenin kanaat önderlerini, kamu oyunu etkileyen ve önde gelen düþünür ve yazarlarý, bunlarýn dine inananlarýný ve inanmayanlarýný -her yýl listeyi deðiþtirip daha çok ve çeþitli katýlýmcý çaðýrarak- toplantýlarý sürdürüyordu. Son yýlda yurtdýþýna da taþarak ABD ve Brüksel'de Abant platformlarýnýn benzerlerini tertiplediler. Bu faaliyetin de altýnda çapanoðlu arayanlar oldu, oluyor. Benim bizzat þahit olduðum gerçek odur ki, tertip heyeti her defasýnda þunu tekrarladý: "Biz baþlattýk; istedik ki, kavga yerine barýþ, kaos yerine düzen ve huzur, güvensizlik yerine güven, birbirini anlamamak ve dinlememek yerine anlamak ve dinlemek; paylaþtýðýmýz tek ülke ve tek dünyada bütün insanlarýn zarar gördüðü olumsuzluklar yerine bazý olumlu geliþmeler.. olsun! Sizler isterseniz biz size hizmet etmeye devam ederiz; ama baþka bir gurup, heyet, sivil toplum örgütü bu iþi üstlenirse memnun ve yardýmcý oluruz." Ama bu iþe sahip çýkan bulunamadý, hizmet yine ayný heyetin omzunda kaldý. "Peki bunlarýn hiç menfaatleri yok mudur?" diye bir soru sorulabilir. Bunu toplantýlarda da soranlar, hatta "Siz de kendinizi meþrulaþtýrmak ve bizlerden destek almak için bu toplantýlarý yapýyorsunuz" diyenler oldu. Bunu diyenleri de dýþlamadýlar, bir sonraki yýl tekrar çaðýrdýklarý da oldu. Ben bu konuda þunu söylemeyi uygun görüyorum: Bir insan veya bir gurup bir faaliyeti yaparken kendileri ve baþkalarý için bir takým amaçlarý ve beklentileri olur, bu tabiidir; önemli olan meþruiyet ve fayda-zarar dengesidir. Bu ikisini deðerlendirmek de katýlýmcýlara düþer; kimse kimseyi zorlamýyor. Farklý inanç, dünya görüþü ve hayat tarzýna sahip fertler ve guruplar arasýnda yapýlan buluþma ve görüþmelerin birden fazla amacý vardýr; bunlardan bazýlarý da þunlar olabilir: 1. Birbirlerini tanýmak, doðru bilgi sahibi olmak, 2. Biri diðerini ikna ederek kendi inancýna ve hayat tarzýna insan kazanmak, 3. Guruplar arasýnda veya bütün dünyada mevcut ortak problemlerin bir kýsmýný çözmek, bütün taraflar için faydalý olacak bazý eylemlerde iþbirliði yapmak... Yukarýda sýralanan amaçlarýn biri veya birkaçýný saðlamak üzere yapýlan diyaloglar (buluþmalar, görüþmeler, tartýþmalar, ortak teþebbüsler ve eylemler) oldukça eski zamanlardan beri yapýlmýþtýr. Müslümanlarýn katýldýðý diyaloglar ise daha Hz. Peygamber zamanýnda baþlamýþtýr. Sevgili Peygamberimiz (s.a.) en önemli görevi olan tebliði yapabilmek için zorunlu olan diyalogu kullanmýþ, ötekilerle ya bizzat veya mektuplarý ve ashabý vasýtasýyla temas kurmuþ, onlarý önce Ýslam'a, bu olmazsa sulha ve antlaþmaya, bazý konularda iþbirliðine davet etmiþ, gerektiði zaman temsilcilerle tartýþmýþtýr. Burada iki örnekle yetineceðim: a) Yerim dar olduðu için özetleyeceðim bu olayý daha geniþ olarak þu eserden okuyabilirsiniz: M. Hamidullah, Ýslam Peygamberi, I, 863. paragraf vd. Babasý cömertlik ve asaletle ün salmýþ olan hristiyan Adiy b. Hâtim, Mekke fethinden sonra kendi bölgesine yapýlacak müslüman akýmýndan korkarak, kýzkardeþini de yanýna alamadan Suriye'ye kaçýyor, bölgesi müslümanlarýn eline geçiyor, kýzkardeþi de esir alýnarak Medîne'ye getiriliyor. Kadýn, kardeþinin þerefsiz davranýþýndan þikayet ederek Peygamberimizden merhamet diliyor; o da hem kadýný serbest býrakýyor, hem de istediði yere gidebilmesi için binek ve azýk veriyor. Kadýn Suriye'de kardeþini buluyor; önce hýrpalýyor, sonra da Medine'ye giderek Hz. Pygamberle görüþmesini tavsiye diyor ve þöyle diyor: "Muhammed gerçekten Allah'ýn Resulü ise onu kim daha önce kabul ederse daha çok övgüye layýk olur. Sýradan bir hükümdar ise, ona biat etmek ve teslim olmak sana bir noksanlýk getirmez, ne isen o kalýrsýn..." Adiy bu tavsiyeye uyarak Medine'ye gelir; mescidde, ashabýnýn arasýnda, onlardan biri gibi oturur bulduðu Peygamberimiz ona itibar ve iltifat eder, kendisini evine davet eder; yolda Peygamberimizle görüþmek isteyen yaþlý bir kadýn onun önünü keserek uzun süre konuþur, meþgul eder; eve gelince Efendimiz tek minderi müsafirine verir ve kendisi toprak zemine oturur; Adiy'e, "dini yasakladýðý halde ganimetin dörtte birini kendisi için alýp almadýðýný" sorarak -baþkasýnýn bilmesi mümkün olmayan- bu kusurunu itiraf ettirir. Adiy bütün bu olup bitenler karþýsýnda sarsýlýr. Onun sýradan bir hükümdar olmadýðý kanaatine varýr. Bu sýrada Peygamberimiz bir son adým daha atarak ona þunlarý söyler: "Bu dine girmene mani olan þey nedir? Müslümanlarýn yoksul olduðunu zannediyorsan, þunu bil ki, kýsa bir zaman sonra onlarýn arasýnda sadaka kabul edecek birisi kalmayacaktýr. Þayet onlarýn zayýf olduðunu sanýyorsan, þunu bil ki, yakýnda Irak'taki Kadisiyye'den kalkýp haccetmek üzere Mekke'ye gelmek isteyen bir kadýnýn Allah'tan baþka kimseden korkmasý gerekmeyecek; þayet egemenliðin müslüman olmayan hükümdarlarýn elinde olduðunu görüyorsan, bil ki, yakýnda Babil'deki beyaz saraylarýn kapýlarý da onlara açýlacaktýr..." Adiy bu diyalog sonunda müslüman olur ve Peygamberimizin haber verdiklerinin tamamýný gerçekleþmiþ görecek kadar da yaþar. Burada ötekiler kelimesini, ister yerli ister yabancý olsun gayr-i müslimler için kullanýyorum. Peygamber Efendimizin, dini teblið etmek veya müþriklerin baský ve zulmünden kurtulmak için baþka putperest kabilelerle ve ehl-i kitap denilen yahudi ve hristiyanlarla temaslar, sohbetler, tartýþmalar yaptýðý, bunun için hem ticaret hem eðlence yeri olan panayýrlara bile gittiði bilinmektedir. Önceki yazýda birincisini verdiðim iki örneðin ikincisi, Medine döneminde, Yemen sýnýrýnda yaþayan Necran hristiyanlarý ile yaptýðý diyalogdur. Daha önce de kendileriyle, bazý askeri harekat ve mektup gönderme þeklinde temaslar yapýlmýþ olan Necran hristiyanlarý, 9. hicrî yýlda Ýslam Peygamberi ile görüþmek üzere Medine'ye geldiler. Altmýþ kiþilik heyet içinde mahkeme baþkaný ve büyük din adamlarý da bulunuyordu. Öðleden sonra Mescid'de huzura kabul edildiler. Bir müddet sonra ibadet saatleri geldiði için izin istediler, Peygamberimiz dýþarý çýkarak Mescid'i onlara býraktý, doðu tarafýna yönelerek ibadetlerini yaptýlar. Bir ara yahudilerin de katýldýðý ve tartýþmanýn yahudilik ile hristiyanlýk üzerine kaydýðý da oldu, ama genel olarak Ýslam ve hristiyanlýk üzerinde duruldu, l-i Ýmrann sûresinde yer alan ve hristiyanlarýn tanrý inancýný tenkit ederek düzelten birçok âyet de bu tartýþmalar sýrasýnda vahyedildi. Apaçýk gerçek karþýsýnda hristiyanlar direnince "mübâhele" adýyla anýlan usulü anlatan âyetler geldi (3/61-64). Buna göre Peygamberimiz karþý tarafa, "her iki tarafýn eþlerini ve çocuklarýný yanlarýna alarak gelmelerini ve yalan söyleyenin Allah'ýn lanetine uðramasý için dua etmelerini" teklif ediyordu. Heyet düþünmek üzere izin istedi. Kendi aralarýnda konuþtular ve böyle bir riski göze alamadýlar, ama siyasi baðlýlýðý ifade eden bir anlaþmaya razý oldular. Bu anlaþma metni de dini hoþgörü bakýmýndan çok önemli satýrlar ihtiva etmektedir: "...Onlarýn mallarýna, canlarýna, dini inanç ve uygulamalarýna, hazýr bulunanlarýna ve bulunmayanlarýna, ailelerine, mabetlerine... þamil olmak (hepsini kapsamak) üzere Allah'ýn himayesi ve Resulullah Muhammed'in zimmeti (koruma yükümlülüðü) Necranlýlar ve onlara baðlý etraftakiler lehine bir haktýr. Hiçbir piskopos kendi vazife yerinin dýþýna, hiçbir papaz görevli olduðu kilisenin dýþýna, hiçbir rahip içinde yaþadýðý manastýrýn dýþýnda baþka bir yere alýnýp gönderilemeyecektir....". Bu anlaþmadan önce yine Necranlý hristiyanlarýn lidelerine gönderilen mektubun hem besmele kýsmý (diyalog bakýmýndan), hem de muhtevasý çok önemlidir: "Muhammed'den Necran papazlarna, Ýbrahim, Ýshak ve Yakub'un Allah'ýnýn adýyla, Gerçekten de ben sizi yaratýklara tapmaktan Allah'ýn kulluk ve ibadetine davet ediyorum ve sizi, yaratýklarla yapýlmýþ ittifak anlaþmalarýnýn ötesinde Allah ile ittifak anlaþmasý yapmaya çaðýrýyorum. Bu duruma göre þayet reddedecek olursanýz, cizye yükümlülüðü gelir, þayet cizyeyi de reddedecek olursanýz size harp açarým, Vesselam." (Geniþ bilgi için bak. M.Hamidullah, Ýslam Peygamberi, 1019. paragraf vd.). Mektup, karþý tarafla ortak olan inanç esaslarýný (hak olduklarýna iki tarafýn da inandýðý peygamberler ile onlarýn ibadet ettiði bir tek Allah'ý) anarak söze giriyor, böylece sýcak bir iliþki kurmayý ve sözlerin etkisini arttýrmayý amaçlýyor. Peygamberimizin birçok davet mektubu yalnýzca dine davet eder, onlarda cizye ve savaþtan söz edilmez. Necran gibi Ýslam ülkesinin yakýnýnda bulunan gayr-i müslimlere gelince, onlarýn müslümanlara zarar vermesinden güvende olmak zorunluluðu vardýr; bunun da yolu, cizye denilen bir vergi alarak onlarý Ýslam ülkesine baðlý hale getirmek ve bu vergiye karþýlýk onlarýn da güvenliðini saðlamaktýr. Medine'ye hicret edildiðinde, önce gayr-i müslimleri cizye ile baðýmlý hale getirmek yerine eþit þartlarda sözleþmeye (Medine vesikasý) dayalý bir siyasi ve sosyal yapý oluþturma modeli denenmiþ, karþý tarafýn ihaneti üzerine bu modelin uygulamasý durdurulmuþ, yukarýda zikredilen "ehl-i zimmet" modeline geçilmiþtir. Diyalogun mana ve maksadý Diyalog konusuna tahsis ettiðim yazýlarýn ilkinde diyalogun mana ve maksadýný þöyle açýklamýþtým: "Farklý inanç, dünya görüþü ve hayat tarzýna sahip fertler ve gruplar arasýnda yapýlan buluþma ve görüþmelerin birden fazla amacý vardýr; bunlardan bazýlarý da þunlar olabilir: 1. Birbirlerini tanýmak, doðru bilgi sahibi olmak, 2. Biri diðerini ikna ederek kendi inancýna ve hayat tarzýna insan kazanmak, 3. Gruplar arasýnda veya bütün dünyada mevcut ortak problemlerin bir kýsmýný çözmek, bütün taraflar için faydalý olacak bazý eylemlerde iþbirliði yapmak..." Sonraki yazýlarda, geçmiþten günümüze, bu maksatlara da örnek teþkil edecek diyalog uygulamalarýndan söz ettim ve edeceðim. Ancak geçen günlerde izlediðim bir tv programýnda diyaloga karþý olanlarýn, daha çok, 1962-1965 yýllarýnda yapýlan II. Vatikan Konsili'nden sonra papalýðýn adýný koyduðu, kavramlaþtýrdýðý ve uygulamaya baþladýðý diyalog üzerinde durduklarýný fark ettim. Maksadýmý daha iyi anlatabilmem için TDV Ýslam Ansiklopedisi'nin Konsil ve Hristiyanlýk maddelerinde iyi bir özeti bulunan II. Vatikan Konsili, misyonerlik ve bunlara baðlý diyalog kavramý ile ilgili bir iki pasajý aktarmam gerekiyor: "Kapsayýcý yaklaþýmýn (kurtuluþun Yahudilik, Ýslam gibi diðer ilahi dinlerle de olabileceðinin kabulünün) doðurduðu bu problemler karþýsýnda papalýk Dinler Arasý Diyalog Konsili, 1984 ve 1991 yýllarýnda iki doküman neþretme gereðini duymuþ... bu dokümanlarda misyonerlik açýsýndan diðer dinlerle ilgili resmi tutum belirlenmiþtir" (17/359). "Katolik kilisesi, diðer dinlerin mensuplarýyla birbirini tanýmak ve inancý paylaþmak için diyaloga girmek durumundadýr. Çünkü kilise bütün insanlýk içindir; dolayýsýyla diyalog, bütün insanlýðý kurtuluþa ulaþtýrma diyalogudur. Katolik kilisesi, dinler arasý diyalogu, Hristiyanlaþtýrma misyonunun bir aleti olarak kullandýðýný açýkça belirtmekten kaçýnmamýþtýr." (360). "Bu yüzden Yahudiler, kilisenin diyalog yaklaþýmýna daima þüphe ile bakmýþlardýr" (s. 361). Papalýk kapsayýcý yaklaþýmý benimsemekle beraber "Hristiyanlýðýn tek gerçek kurtuluþ dini olduðu iddiasýndan vazgeçmemiþtir. Diyalogun, Hristiyan öðretisi çerçevesinde 'kurtuluþ diyalogu' olduðunu açýklayan Papalýk Dinler Arasý Diyalog Konsili, Hristiyan mesajýnýn diðer kültürler içinde enkarnasyonu (diðer kültürlerin bünyesine sokularak hayat bulmasý ve yayýlmasý) anlamýna gelen enkültürasyonu teþvik etmiþtir" (s.363). Yukarýdaki alýntýlar, papalýðýn diyalogdan maksadýnýn misyonerlik olduðunu açýkça ortaya koymaktadýr. Ben de ilk yazýmda (bu yazýnýn baþýna da koyduðum kýsýmda), "2. Biri diðerini ikna ederek kendi inancýna ve hayat tarzýna insan kazanmak" ifadesiyle bu maksada yer vermiþtim. Hristiyanlýðýn vazgeçemeyeceði vazifelerinden biri misyonerlik; yani bütün insanlarý Hristiyanlaþtýrmak için çaba göstermektir ve bunu da asýrlardan beri yapmaktadýr. Buna raðmen Müslümanlar onlarla diyalog içinde olmuþlar, "Hristiyanlarý Müslümanlaþtýrmak" amacý da dahil birçok maksatlarla biraraya gelip görüþmüþ, tartýþmýþ, ortak bazý iþler tutmuþlardýr. Bugün yurt dýþýnda yaþayan dindaþlarýmýz yoðun bir misyonerlik taarruzu karþýsýnda bulunuyorlar ve oradaki din rehberlerimiz çeþitli maksatlarla Hristiyan din adamlarýyla bir araya geliyor, diyaloglar yapýyorlar. Bu noktada önemli olan kýrmýzý çizgilere dikkat etmek, dengeyi bozmamak, kâr zarar hesabýný iyi yapmaktýr; eðer bu çeþit diyalog Ýslam'ýn ve Müslümanlarýn menfaatine deðil, zararýna olursa zinhar ondan uzak durmaktýr. Müslümanlar, "Dinlerarasý Diyalog Ýçin Papalýk Konseyi misyonunun bir parçasý olmak üzere" diyaloga girmezler, kendi davalarýnýn þuurlu bir "misyoneri: davetçisi, tarafý" olarak diyaloga girerler. Gelecek yazýda diyalog örneklerini vermeye devam edeceðim, burada bir daha tekrar edeyim: Diyalog zorunludur, kendi duvarlarýnýzýn içine hapsolarak teblið baþta olmak üzere Ýslam'ýn çaðdaþ temsilini gerçekleþtiremezsiniz, oyunlara müdahale edemezsiniz, ama oyuna gelmemek, pirinç peþinde iken eldeki bulguru da kaybetmemek için azami titizliði göstermeniz de ayrý bir vecîbedir. Din tartýþmasý Bugün vereceðim diyalog örneði, biri dinsiz, diðerleri, aslý vahye dayanan dinlere ve bunlarýn mezheplerine mensup on kiþi arasýnda, inançlarýnýn esaslarýnýn temel noktalarýný tartýþma þeklinde cereyan ediyor. Tartýþmayý Londra'da, 1842 Haziran'ýnda tertip eden þahýs bir Ýngiliz, uzun incelemelerden sonra her biri kendi alanýnda uzman ve otorite olan on kiþiyi tespit ediyor, bunlarýn bütün masraflarýný karþýlayarak Londra'ya davet ediyor, kendisini oturumlara baþkan olarak seçiyorlar, günlerce devam eden tartýþmalar sonunda bazý gerçekler ortaya çýkýyor, karanlýk noktalar aydýnlanýyor. Toplantýyý tertip eden kiþi amacýný (özetle) þöyle açýklýyor: Hali vakti yerinde olanlar çeþitli hayýrlara ve kamu yararýna açýk kurumlara büyük paralar harcýyor, bununla da insanlara hizmet etmeyi amaçlýyorlar. Bana göre insanlara yapýlacak iyiliklerin baþýnda, sonu çatýþmalara ve büyük kayýplara varan ihtilaflarýn halledilmesi, hepsi bir kökten gelen insanlýk âleminin barýþ ve dayanýþma içinde yaþamalarýnýn yolunun açýlmasý geliyor. Ýnsanlýk ideoloji, din ve mezhepler þeklinde guruplara ayrýlýyor ve birbirlerinden nefret ediyorlar karþýlýklý olarak düþmanca duygulara sahip oluyorlar. Bunun sebebi ve giderilme yolu nedir? (Giriþimcinin bu soruya verdiði cevabý kendi ifadesinden aynen vereceðim: "Bu karýþýklýk, kanâatime göre, her topluluðun, kendilerine yabancý olanlar hakkýnda, onlarýn düþünce ve kararlarýný güzelce anlamaksýzýn kendi kendine bir fikir ve karar edinmiþ, bunu kendi taraftarlarýnýn zihnine yerleþtirmiþ, buna karþý olan düþünce ve kararlar doðru bile olsa onlarý bozuk ve eksik olarak deðerlendirmeye azmetmiþ olmalarýndan kaynaklanýyor. Bu yol, bazý nüfuzlu çýkar sahipleri tarafýndan destekleniyor ve devam etmesi saðlanýyor. Bu ise tabiatý gereði akýl sahibi olan insanlarýn ortadan kaldýramayacaðý bir problem deðildir; yeter ki, bunlarýn her biri, kendi düþünce, mantýk ve kararlarýndan ötekileri haberdar etsinler. Bu hasýl olduðunda farklý insanlar birbirlerine "Arkadaþ, senin yanýldýðýn, yanlýþ anladýðýn nokta þudur, þurasýdýr" diyebilecek ve ihtilaf sebebinin düzetilmesine dikkat çekilebilecektir. Ayrýca bu incelemeler ve düzeltmeler sonunda bir fikir birliði; yani insanlýk birliði (ittihad-ý beþer) hasýl olacak, çeþitli guruplarýyla insanlýk arasýndaki ihtilafýn çözüme baðlanmasý yönünde bir güven doðacaktýr." Tartýþmalar yirmi iki celse sürüyor, ortaya çýkan sonuçlarýn duyurulacaðý ve kullanýlacaðý konusu da son celsede müzakere ediliyor. Gazetelerde yayýmlayalým diyenlere karþý çýkanlar, "kendi kamu oylarý nezdinde itibar kaybýndan" korkuyorlar. Hindistan'dan katýlan sünnî müslüman Þihabuddîn'in teklifi ise þöyledir: "Bu dünyanýn en büyük iþi genel bir barýþa ulaþmaktýr; çünkü insan en fazla huzur ve rahata muhtaç, en çok yaþamaya istekli bir yaratýktýr. Bunun meydana gelmesi ise düþünce ve görüþlerde birlik saðlamaya baðlýdýr. Ýslam, Hristiyan ve diðerleri arasýndaki uyuþmazlýklarý bir tarafa býrakalým, doðrudan Hristiyan milletinin her bir mezhebi ve her bir mezhebin her bir þubesi ve her bir þubenin her bir cemaati arasýnda o kadar düþünce farký vardýr ki, bunlarýn tamamýnýn yol, yöntem ve maksadýný açýklamaya kalkýþsak bir kütüphane dolusu kitap yazmak gerekir. Bu kadar farklý inanç ve mezheplere bölünmüþ olanlarý bir noktada toplamak, ancak onlarýn önderlerini ve yöneticilerini bir müzakere meclisine sevk etmekle mümkün olabilir. Bunu da ancak yöneticiler yapabilir; þu halde onlardan bunu istememiz gerekir..." Osmanlýca'ya çevrilerek basýlmýþ nüshasý (288) sayfa tutan bu diyalog metnini (Ýstanbul, 1333), yakýnda bugünkü dile çevirerek neþretmeyi düþünüyorum. Bu diyalog örneðinden çýkaracaðýmýz sonuçlara gelince: a) Zamanýmýzdan bir buçuk asýr önce de dinler ve inançlar arasý diyalog toplantýlarýnýn yapýldýðý görülmektedir. b) Bu toplantý ve müzakerenin amacý karþýlýklý tanýma, birbirini doðru anlama ve bütün insanlýðýn barýþ içinde yaþamalarýný saðlayacak ortak noktalar bulmaya çalýþma þeklinde özetlenebilir. c) Dinler ve kültürler arasýndaki çatýþma, farklýlýðý istismar eden ve çýkarlarý için kullanan elebaþýlarýn destek ve yönlendirmeleri ile gerçekleþmekte veya þiddet kazanmaktadýr. Trablus Diyalogu Ýslam tarihi boyunca faklý dinlerden din adamlarý ile Ýslam alimleri arasýnda karþýlýklý görüþmeler, tartýþmalar, davetler olmuþtur. Bu arada taraflarýn birbirleri hakkýnda yazdýklarý kitaplar kütüphaneleri dolduracak kadar çoktur. Bu kitaplarda Ýslam alimlerinin karþý tarafa iftira ettiðine, asýlsýz iddialar ileri sürerek onlarý karaladýðýna dair örnek bulmak zordur. Yahudilerin kutsal saydýklarý Hz. Musa ile Hristiyanlarýn kutsal bildikleri Hz. Ýsa üzerine Ýslam alimlerinin toz kondurmasý da mümkün ve vaki deðildir. Bütün Müslümanlar bu iki zatýn peygamber olduklarýna inanýrlar ve onlara saygý ve sevgi duyarlar. Ýslam alimlerinin yaptýklarý, eldeki deðiþtirilmiþ kutsal kitaplardaki çeliþkilere dikkat çekmek, Hz. Muhammed'in o kitaplarda da müjdelenmiþ olduðunu açýða çýkarmak ve hahamlar ile kilise babalarýnýn -kendi dinlerinin de aslýnda bulunmayan- yanlýþ inanç ve uygulamalarýný tenkit etmektir. Karþý tarafa gelince bunlar hem Müslümanlara, hem onlarýn kutsal kitaplarýna ve peygamberlerine daima dil uzatmýþ, iftiralarda bulunmuþ, karalamak için ellerinden geleni yapmýþlardýr. En insaflýlarý bile açýk ve seçik bir þekilde "...þehadet ederim ki Muhammed Allah'ýn peygamberi ve elçisidir" diyememiþtir. Deyim yerinde ise "top onlarýn ayaðýndadýr", biz vazifemizi yaptýk, onlarýn peygamber veya (haþa) tanrý bildiklerine, "birer peygamber olarak" inanýyor ve saygý gösteriyoruz, þimdi sýra onlarda, "onlar da bizim Peygamberimiz'i ve kitabýmýzý Allah'ýn peygamberi ve kitabý olarak" kabul etsinler, meselenin (ayrýlýk gayrýlýðýn ve çatýþmanýn) en önemli sebebi ortadan kalksýn! Bunu yapmadýklarý sürece (yani Peygamberimiz'i yeterince tanýdýklarý halde ona inanmadýkça) dinleri ne olursa olsun onlar, Müslümanlara göre "kâfirler: yani inkarcýlar"dýr, Müslümanlara göre ötekilerdir; bu durumda diyalog da Müslümanlarla ötekiler arasýnda bir diyalog olacaktýr. Peki Müslümanlarla ötekiler arasýnda bir diyalog olamaz mý? Bundan önceki yazýlarýmda bunun olabileceðini, olduðunu ve olmasý gerektiðini yazdým. Þartlarýna ve hassas noktalarýna da iþaret ettim. Bu yazýlarda verilen son örnek olarak, kendi nev'i içinde ilk olan bir diyalogdan daha söz etmek istedim: 1976 Þubat'ýnda, Libya'nýn baþkenti Trablus'ta, Libya Arap Cumhuriyeti ile Vatikan'ýn ortaklaþa hazýrladýklarý "Ýslam-Hristiyan Diyalogu Semineri". Ýlk oluþu, taraflarýn kimlik ve özelliklerinden gelmektedir. Diyalog seminerine din ve düþünce adamlarý, medya mensuplarý ve diðerleri olmak üzere 600 kiþi katýlmýþ, diyalogun taraflarýný da seçilmiþ on beþer kiþi temsil etmiþtir. Türkiye'den gözlemci olarak katýlan yedi kiþi þunlardýr: Dr. Lütfi Doðan (o zamanki Diyanet Ýþleri Baþkaný), Dr. Ali Arslan Aydýn (o tarihte Din Ýþleri Y. Kurulu Baþkan Vekili), þimdi unvanlarýyla Prof. Dr. Mehmet Hatipoðlu, Prof. Dr. Salih Tuð, Mustafa Runyun (mehum), Prof. Dr. Yusuf Ziya Kavakçý, Osman Saraç (merhum). Seminerde tartýþmak üzere dört ana konu seçilmiþtir: 1. Ýki dinin modern dünyada bir hayat ideolojisi olma þanslarý. 2. Allah inancýnýn sosyal adalete ulaþmadaki rolü. 3. Ýki din arasýndaki ortak inanç esaslarý. 4. Batýl inançlar ve iki dinin mensuplarýný birbirine düþüren inanç ve anlayýþlarý ortadan kaldýrma metodlarý. Bu dört konuda karþýlýklý tebliðler sunulmuþ ve tartýþmalar yapýlmýþtýr. (Hem teblið hem de tartýþmalarýn özetini, seminere katýlan D. Ali Arslan Aydýn'ýn Ýslam-Hristiyan Diyalogu... isimli kitabýnda bulabilirsiniz; Ankara, 1977). Benim bir iki yazýda vermek istediðim noktalarýna gelince: 1. Devlet Baþkaný Muammer Kaddafi bazý celselere katýlmýþ ve oldukça önemli konulara temas eden bir konuþma yapmýþ, taraflara da bazý sorular sormuþ, tekliflerde bulunmuþtur. Bu tekliflerden bir de Hz. Muhammed'in, karþý tarafça da peygamber olarak tanýnmasýdýr. Bu konuda Kaddafi þunlarý söylemiþtir: "Bizce Yahudilerin ve Hristiyanlarýn en büyük problemi Hz. Muhammed'in (s.a.) peygamberliðine itiraz etmeleridir. Bu büyük bir hatadýr... Hz. Muhammed'in peygamberliðini murad eden yüce Allah'ýn ezeli irade ve takdirine karþý çýkmaktýr... Bu inkar hareketi zamanla (Yahudilerden) Hristiyanlara da intikal etmiþ, dört Ýncil'den ve Kitab-ý Mukaddes'ten Hz. Muhammed'in ismi silinmiþ, peygamber olduðunu açýklayan ayetler deðiþtirilmiþtir. Bu husus Kur'an'da Hz. Muhammed'e bildirilmiþ, Allah tarafýndan ilan edilmiþtir... Þimdi Ehl-i Kitab'a soruyorum: 'Hz. Muhammed'in peygamberliðini inkar etmeye... devam edilecek mi, yoksa gerçeðe dönülecek mi?..." Kaddafi'nin bu konuþmasýndan sonra söz alan Hristiyan heyeti baþkaný Kardinal S. Pignodelli, "Hz. Muhammed'in peygamberliði" meselesinin Vatikan'da incelenmekte olduðunu ifade etmiþtir. Yüzlerce seneden beri bu inceleme bir türlü bitmiyor ve sanýrým hâlâ inceliyorlar veya böyle geçiþtiriyorlar. 1-6 Þubat-1976 tarihinde yapýlan ve dört ana konu etrafýnda cereyan eden diyalog seminerinde yapýlan konuþmalar ve tartýþmalar sonunda bu dört konu ile ilgili olarak þu sonuçlar açýklanmýþtýr. 1. Din bütün ideoloji ve doktrinlerden daha üstündür, onlardan biri gibi ele alýnamaz. 2. Müslümanlýk ve Hristiyanlýk "Bir ve tek olan Allah'a iman"da birleþtiklerine göre ruhi ve manevi deðerlerin, ahlak kurallarýnýn ve insan mutluluðunun geliþmesi için ortak çalýþmalar yapmalýdýrlar. 3. Sosyal adalet Allah'a imanýn tabii bir sonucudur, meyvesidir. 4. Ýki taraf insanlýðýn hayrý ve saadeti için ortak çalýþma, yardýmlaþma ve karþýlýklý saygýya dayalý yeni bir dönemin açýlmasýna gayret etmelidirler. Diyalogun karar ve tavsiyeleri de 24 maddede toplanmýþtýr. Burada önemli birkaç maddeyi vermekle yetineceðim. 1- Taraflar, semavi dinlerin tamamýnda adý geçen bütün peygamberlere saygýlarýný teyit ve bunlara dil uzatanlarý takbih ederler (kýnarlar). 2- Allah'ýn deðerli kýldýðý "insan haysiyetini" zedeleyen ýrk ayrýmcýlýðýnýn bütün þekillerini reddederler ve kýnarlar. 3- Taraflar inanç özgürlüðünün zorunlu olduðunu, din kurallarýna uyulmasý gerektiðini, ailelerin çocuklarýný inançlarýna göre yetiþtirme haklarýnýn bulunduðunu belirterek din ve inanç yüzünden yapýlan her türlü baskýyý protesto ederler. 4- Taraflar, barýþýn, dinin temel ilkelerinden bir olduðunu hatýrlatýr, bunun hak ve adalet temeli üzerinde gerçekleþmesini ümit ederler. 5- Her iki taraf, bütün semavi kitaplarýn dünya dillerine tercüme edilmesini teþvik eder ve bunlarýn yayýmlanmasýný, okunmasýný yasaklamayý kýnarlar. 6- Taraflar, ders kitaplarýnda, iki din ile ilgili olarak yer alan yanlýþ bilgilerin, inanç esaslarýna uygun olarak düzeltilmesi için ortak bir çalýþma yapýlmasýnýn zaruretini beyan ederler. 7- Her iki taraf, karþý tarafýn mensuplarýný dinlerinden döndürmek için yapýlan çalýþmalardan vazgeçilmesini tavsiye ederler. 8- Her iki taraf Kudüs þehrinin Araplýðýný inkar eden ve Kudüs'ün Yahudileþmesini, bölünmesini veya uluslararasý bir þehir statüsüne sokulmasýný hedef alan planlarý ve kutsal yerlere saygýsýzlýk teþkil eden giriþimleri reddederler. Trablus diyalogunda yapýlan konuþmalar ve alýnan kararlar gözden geçirildiðinde diyalogun yararlý olduðu açýkça anlaþýlmaktadýr. Ancak bu ve benzeri toplantýlarda alýnan kararlarýn çoðunun kaðýt üzerinde kaldýðý, toplantýlarýn arka planýnda hemen daima baþka maksatlarýn bulunduðu ve asýl bu masatlarýn gerçekleþmesi için gayret gösterildiði de bir gerçektir. Ama durum ne olursa olsun insanlar niyetlerine göre deðil, beyanlarýna (söylediklerine, altýna imza attýklarý sözleþmelere, teahhütlere) göre sorgulanýr, sorumlu tutulurlar. Gerek Trablus toplantýsýnda ve gerekse daha sonra yapýlan toplantýlarda yapýlan konuþmalar ve alýnan kararlar da bu beyan ve sözleþmelere dahildir. Taraflar bu kararlarýn üzerine gitmeli, bunlarý referans olarak kullanmalý ve hem bu iki dine hem de diðer inançlara mensup olan insanlýðýn daha huzurlu, daha adil, daha az problemli bir dünyada yaþamalarý için ortak gayret sarfetmeye devam etmelidirler. Not: Bayramýnýzý þimdiden tebrik ederim. Nasip olursa bir bayram yazýsý yazarým. Ama o gün geç olacaðý için þunu þimdiden söylemek ihtiyacýný hissettim: Sýradan insanlar bayram günlerini tespit ile yükümlü kýlýnamazlar, bu iþ onlarý aþar. Yapacaklarý þey, Diyanet'in belirleyip takvimine yazdýðý gün bayram yapmalarý, baþkalarýna da kulak vermemeleridir. Onlarýn sorumluluðu bundan ibarettir. Niçin Diyanet? Çünkü o kurum bu iþi, (siyasi veya baþka) hiçbir baský altýnda kalmaksýzýn ilmin ve dinin gerektirdiði gibi yapmaktadýr. 17.Aralýk.2004 - 16.Ocak.2005 Zitieren Link zu diesem Kommentar Auf anderen Seiten teilen Mehr Optionen zum Teilen...
Empfohlene Beiträge
Dein Kommentar
Du kannst jetzt schreiben und Dich später registrieren. Wenn Du ein Konto hast, melde Dich jetzt an, um unter Deinem Benutzernamen zu schreiben.