Adem Geschrieben 3. März 2009 Teilen Geschrieben 3. März 2009 Yuva Tutkusu ve Yaþama Sevinci Fethullah Gülen 31.12.2007 Adanmýþ ruhlar için büyük tehlike olduðu ifade edilen "hâneperestlik" ne demektir? Bu maraz, sadece erkekleri alâkadar eden bir hastalýk mýdýr? Günümüzde, günde on-onbeþ saat çalýþtýðý halde iþini evinde yapan insanlarýn varlýðý da düþünülürse, hâneperestliðin çerçevesi nasýl belirlenmelidir? "Hâneperest", sýcak yuva ve cývýl cývýl çocuklar sebebiyle evine aþýrý baðlý olan, hanesindeki huzurun ve rahatýn devam etmesi için gerekirse her þeyden vazgeçmeyi göze alan; bazen de rahata düþkünlüðünden dolayý dýþarýya hiç adým atmayan, halkýn arasýna hiç karýþmayan ve insanlardan gelebilecek eziyetlerden kaçmak için kendisini adeta dört duvar arasýna hapseden insan demektir. Ev Mahkumlarý Hâneperest tabirinde, belâgat ilmi açýsýndan "mahalli zikir, hali murad" söz konusudur; bu söz bir mecazdýr. Zira, bir insanýn hâneperest olmasýnda hanenin suçu bulunmadýðý gibi ev halkýnýn günahý da yoktur. Ayrýca hâneperestlik, evde uzun ya da kýsa kalma, iþini kendi mekanýnda veya dýþarýda yapmayla da alakalý deðildir. Dolayýsýyla, bu ifade ile, toplumdan kopmuþ, iradesini rahat ve rehavete teslim etmiþ, evinde kendine has bir dünya kurup ona müdahale edebilecek her þeye karþý sýrtýný dönmüþ, bir kýsým ihtiyaçlar için dýþarý çýksa bile yine gözü evde olan ve ilk fýrsatta yeniden oraya kapanan, evde akþamlayýp evde sabahladýðýndan insanlara fazla faydasý dokunmayan ve ömrünü "hücre-i saadet" bildiði hanesinin duvarlarý arasýnda geçiren insan kastedilmektedir. Dünden bugüne bazý insanlar, nefislerini tezkiye ve kalblerini tasfiye etmek için halvethanelere çekilip inziva yapmýþlardýr. Halvetîlik de bu anlayýþtan doðup yayýlmýþtýr. Ne var ki, içinde yaþadýðýmýz asýrda, sürekli insanlarýn arasýnda bulunmak, onlardan gelecek sýkýntýlara katlanmak ve bir manada celvetî olmak, inzivada Allah'a ulaþmak için cehd ü gayret göstermekten daha sevaplý görülmüþtür. Ýnsanlarýn dertlerine ortak olmak, ayný zamanda sevinçlerini paylaþmak ve hep yanlarýnda bulunarak onlarý irþat etmek, bilhassa bu zaman diliminde çok daha önemli sayýlmýþtýr. Bu açýdan, hâneperestlik, evine kapanma ve herkesten alâkayý kesme þeklindeki bir tecerrüd halinin adýdýr; dolayýsýyla hem erkekler hem de bayanlarla alâkalýdýr. Evet, hâneperestlik marazý, hemþirelerimiz için de çok tehlikeli bir hastalýktýr. Anne-babaya karþý sýla-yý rahim vazifesinden arkadaþlýk baðlarýný korumaya kadar çok önemli olan insanî irtibatlara deðer vermeme, insanlarla görüþmeme, eþ-dostla biraraya gelmeme, evinin kapýlarýný hiç kimseye açmama ve kendi dar dairesinde ikâme ettiði mutluluk vesileleriyle yetinip bütün bütün þahsî bir hayat sürme þeklinde kendini gösteren hâneperestlik en az erkekler kadar kadýnlarý da mahveden bir illettir. Tabii ki, bir kadýn, evine çok deðer vermeli ve çoluk çocuðuna iyi bakmalýdýr; fakat, ailesini ihmal etmemenin yaný baþýnda, onun da toplum hayatý açýsýndan bazý vazifeleri vardýr. O da, sohbet-i Cânân meclislerine katýlmalý, dinî ve ilmî müzakerelerde yer almalý, arkadaþlarýyla beraber dersler yapmalý; bu arada içtimaî hayatýn ortak problemlerine çareler aramalý, bu gayeye matuf olarak akdedilen meþveretlerde fikir cehdinde bulunmalý ve dine hizmet edebilmek için her vesileyi deðerlendirmelidir. Ýster kadýn ister erkek, her mü'min, kendi üzerinde Allah'ýn, nefsinin ve aile fertlerinin haklarý olduðunu bilip onlarýn gereklerini yerine getirmeye çalýþtýðý gibi, içinde yaþadýðý topluma karþý da bir kýsým sorumluluklarýnýn bulunduðunu düþünerek onlarý da mutlaka gözetmelidir ve Rasûl-ü Ekrem (sallallahu aleyhi ve sellem) Efendimiz'in buyurduðu üzere, her hak sahibine hakkýný vermeye çalýþmalýdýr. Þayet, eþler, kendi aralarýnda vazife taksimini iyi yapar, mesailerini güzelce tanzim eder ve her hususta birbirlerine yardým eli uzatýrlarsa, her ikisi de hem birbirlerinin hem diðer aile fertlerinin hukukuna bitamâmiha riayet etme, hem de Cenâb-ý Allah'ýn, Rasûl-ü Ekrem'in, Kur'an-ý Kerim'in, Din-i Mübîn'in ve iman hizmetinin haklarýný gözetme konusunda istikameti yakalayabilirler. Rahata Düþkün Hânezedeler Aslýnda, hâneperestliðin temelinde, her türlü zillet ve mahrumiyetin en baþta gelen sebeplerinden olan tenperverlik, tembellik ve rahata düþkünlük vardýr. Hâneperest insan, evinin kapý ve pencerelerini sýký sýkýya kapadýðý gibi, gönlünü de baþkalarýna karþý tamamen kapar. Hem içeriye hem de içine kapanýr; hayatýný bütünüyle hanesinde geçirmeyi ister. Bir iþ ya da ihtiyaç için dýþarýda olduðu zaman bile hep gözü evdedir. Haddizatýnda, insanýn gözünün evinde olmasý bir yönüyle çok güzel bir haslettir; bu, hayat arkadaþýna ve çoluk çocuðuna baðlýlýðýnýn ifadesidir. Fakat, bir diðer taraftan, onda rahata düþkün olma, hiçbir meþakkate yanaþmama ve dine hizmet adýna da olsa zahmete katlanmayý düþünmeme ruh haletinin tesiri vardýr. Ýþte, bu þekildeki eve düþkünlük, Hücumât-ý Sitte'de farklý bir zaviyeden anlatýlan tenperverliðin (rahata düþkünlüðün) ta kendisidir ve hak erleri için en büyük afetlerden birisidir. Evet, yuva dünyevî bir kýsým ihtiyaçlarý gidermeye matuf ve ahiret hayatýna hazýrlýk hususunda yardýmcý bir unsur olmasýna raðmen, onun evvelen ve bizzat maksutmuþ gibi algýlanmasý ve insaný toplumdan koparacak bir mahiyet almasý çok hatarlý bir kayma noktasýdýr. "Ya evimden olursam; ya ailemi kaybedersem; ya çocuklarýmdan ayrý düþersem; baþkasý neme lazým, benim de bir hayatým var!.." gibi mülahazalar, hususiyle adanmýþ ruhlar için öldürücü virüslerdir. Zira, bunlar gayesiz, hedefsiz, dava düþüncesinden mahrum ve hilkatin manasýný kavrayamamýþ kimselerin düþünceleridir. Mefkure kahramanlarý, insaný bir hânezede ve bir hane özürlü haline getiren bu hislerden fersah fersah uzaktýr, uzak olmalýdýr. Heyhat ki, bazen düþünce ve beyan açýsýndan celvetî görünen ve sürekli "halkýn arasýnda insanlardan bir insan" olmak gerektiðini söyleyen ama amel ve tavýr zaviyesinden bu çizgiyi takip etmeyen ve fiilî inhiraf içine düþüp tam bir hâneperest misillü yaþayan kimseler ne kadar da çoktur. Unutulmamalýdýr ki; Osmanlý erenlerindeki mücadele aþký ve "serhat tutkusu" sayesinde, küçük bir aþiretten koca bir cihan devleti doðmuþtur. Bir gün gelip de, bu aþk ve arzunun yerini harem sevdasý alýnca, koskoca bir millet yerle bir olmuþtur. Dahasý, harem tutkusu ve hâneperestlikle nöbet yerini terkedenler, çok defa maksatlarýnýn aksiyle tokat yemiþ, sýcak yuvalarýný ve cývýl cývýl çocuklarýný da kaybetmiþlerdir. Günümüzde "yaþama sevinci" adý altýnda sürekli dile getirilen duygunun bir adanmýþ ruh nezdindeki karþýlýðý ne ve nasýl olmalýdýr? Þayet, "yaþama sevinci" tabiriyle kastedilen, hayatýn bütün zorluklarýna raðmen, insanýn ümit ve azmini kaybetmemesi, meselelere hep müsbet yanlarýyla bakmasý ve istikbal hakkýnda ümitvar olmasý ise, bu telakki makbul sayýlabilir. Ömrün her karesini çok iyi deðerlendirme, zamaný boþa harcamama, hayata küsmeme; varlýklarýn kýymetini bilme, mahlukâtý esmâ-yý ilahiyeye bakan yanlarýyla çok sevme, dostlarýn mevcudiyetiyle inþiraha erme ve bütün bu unsurlar sayesinde ruhen canlý kalabilme çizgisinde ele alýnan "yaþama sevinci" kabul edilebilir bir anlayýþtýr. Yaþama Zevki Deðil, Hizmet Þevki Ne var ki, hiç ölmeyecekmiþ gibi dünyaya sarýlma, gününü gün etme gayretinde olma, cismanî ve bedenî zevkleri tatmin peþine düþme, ömür boyu maddî bir lezzetten diðerine koþma ve ötelere gitmeyi çok kerih görerek hep burada yaþamayý arzulama þeklindeki bir zihniyet merduttur. Bu manadaki hayat tutkusu, ruhun sefilleþmesi ve insanýn, insanî melekelerini kaybederek içten içe çürümesi demektir. Tarih þahittir ki, böyle bir yaþama zevki ve sevinci, hangi millete kanca takmýþsa, onu baþtan çýkarmýþ, azdýrmýþ ve sonra da yerle bir etmiþtir. Mü'minlerde yaþama sevincinden ziyade, ubudiyet þevki ve yaþatma iþtiyaký bulunur. Bildiðiniz gibi þevk; hizmette fütur getirmeme, asla ye'se düþmeme; mâruz kalýnan en kötü, en çirkin gibi görü¬nen durumlarda bile, Cenâb-ý Hakk'ýn bir hikmetinin ve rahmetinin var olabileceði mülâhazasýyla buruk, hüzünlü fakat ümitli bir bek¬leyiþ içinde bulunma ve her zaman Allah'a gönülden tevekkül etme manalarýna gelmektedir. Cenâb-ý Hakk'a sonsuz hamd ü sena olsun ki, O bizi insan olarak yaratmýþ, müslümanlýða uyarmýþ ve iman hizmetiyle þereflendirmiþ. Yürüdüðümüz yolda dine ve diyanete ait hiçbir meselede çözülemeyecek bir problemle karþý karþýya kalmýyoruz, elimizi kolumuzu büsbütün baðlayan bir týkanýklýða þahit olmuyoruz. Bir kýsým muvakkat týkanýklýklar görsek bile, onlarýn da Allah'ýn inayetiyle bir þekilde açýldýðýný müþahede ediyoruz. Ýþte bütün bunlar þevk ve iþtiyak duygularýmýzý tetikliyor; içimizde metafizik gerilim hasýl ediyor. Evet, bu konuda mü'minler için esas olan, ubudiyet yolunda ve iman hizmetinde iç coþkunluðuyla, aþk ve heyecanla yürümek ve mânevî duygularý daima aktif halde tutmaya çalýþmaktýr. Ýnananlar yaþama sevincini, kalb merkezinin daima enerjiyle dolu bulunmasý, insanî melekelerin hamle ruhuyla þahlanmasý, manevî canlýlýðýn hep korunmasý ve insaný ibâdetlere, salih amellere ve din uðrundaki hayýrlý faaliyetlere sevkedip koþturacak bir güç kaynaðýnýn gönülde mevcud olmasý þeklinde anlamalýdýr. Nitekim, Nur Müellifi, böyle bir "þevk"i günümüz hizmet erlerinin dört buud ve dört derinliðinden biri olarak saymýþtýr. Neþ'enin Mü'mincesi Ne var ki, þevk bazýlarýnca yanlýþ yorumlanmakta; gülme, eðlenme, keyif sürme ve zevkli vakit geçirme þeklinde anlaþýlmaktadýr. Kur'an-ý Kerim, bir kýsým ehl-i gafletin keyiflenme, eðlenme ve neþeyle hoplayýp zýplama olarak anladýklarý yaþama sevincini zemmetmiþtir; onun müþriklerin ve münafýklarýn sýfatý olduðunu belirtmiþtir. Hayýr, þevk, kat'iyen kahkahayla gülüp oynama, sevinçten hoplayýp zýplama, ölçüsüzce neþelenme ve gâfilane yaþama demek deðildir. Böyle bir anlayýþ, ehl-i gafletin iþi ve tarz-ý telakkisidir. Þevk, az önce de ifade ettiðim gibi, asla ye'se düþmeme, gevþeklik göstermeme, sürekli hizmet etme arzusuyla gerilme ve Cenâb-ý Hakk'ýn inayetlerini gördükçe daha bir coþkuyla kanatlanma manalarýna gelmektedir. Allah Teâlâ'nýn muvaffak kýldýðý hizmetler ve baþarýlar karþýsýnda, "Deðildir buna lâyýk bu bende/Bana bu lutf ile ihsan nedendir?" hissiyle ve rahmet-i ilahiyenin saðanak saðanak yaðdýðýný görmenin verdiði heyecan neticesinde nimetlere kendi cinslerinden þükretme isteðiyle dolmaktýr. Bu mülahazayý tahdis-i nimet kabilinden seslendirerek, "Ya Rabbî, bana da güzel bir urba giydirdin, bütün hata ve kusurlarýma raðmen beni de bu halkaya dahil ettin; kardeþlerimden ayýrmadýn. Dahasý, Sen dünyanýn dört bir yanýnda gönül kapýlarýný açtýn ve arkadaþlarýmýzý muvaffak kýldýn; kainâtýn zerrâtý adedince þükürler olsun Sana!" demek ve kendini sürur içinde hissetmektir. Gerçi, bu duygularla dolan bir mü'minin gönlünü de bir çeþit neþ'e kaplar. Ne var ki, gafillerin neþeleri nefsi heyecanlandýrýr, hevesi uyarýr ama ruhu karartýr. Kur'an yolundaki neþ'e ve þevk ise, insanýn nazarlarýný meâliye (ulvi hakikatlere) çevirir, ruhu coþturur ve nefsi zayýf düþürür. Ýþte bu sýrra binaendir ki, Ýnsanlýðýn Ýftihar Tablosu'nun sünnet-i seniyyesinde lehviyâta yer yoktur. Bu açýdan, bizim neþ'emiz yürüdüðümüz yolun þevki suretinde olmalý; biz, bu yolun gidip Cennet'e ulaþtýðýný ve Allah'a vardýðýný düþünerek bir inþirah duymalýyýz ve bu mülahaza sayesinde, en müthiþ hadiseler karþýsýnda dahi asla ye'se düþmemeliyiz. Cenâb-ý Hakk'a müteveccih olduðumuz sürece baþýmýza ne gelirse gelsin, neticesi itibarýyla hakkýmýzda hayýrlý olacaðýna gönülden inanmalý ve bu inançla bir iç sevinç yaþamalýyýz. Tavýr ve davranýþlarýmýzda bir taþkýnlýða girmeden kalbî bir sevinç içinde olma halini hep korumalýyýz. Hâsýlý, hizmet þevki ve kalbî sevinç mü'minin daimi halidir. Gaflete gömülmüþ kimselerin þe'ni ise þýmarýklýk, lâubalilik ve ölçüsüzce eðlenmektir. Mü'minlerdeki þevkin semeresi, Allah'a tevekkül ve itminan; gafillerde geçici sevinçlerin neticesi, bitip tükenme bilmeyen stresler ve anguazlardýr. Ýnanan insanlarda -ekseriyetle- stres görülmez; çünkü, mü'minlerin musibetler karþýsýnda bütün bütün çaresiz kalmalarý, hadiselere teslim olmalarý, uzun süreli derin boþluklar yaþamalarý ve ebedî hüsrana uðramalarý söz konusu deðildir. Mü'minler olsa olsa "bir kýsým terslikler karþýsýndaki kudsî heyecan" diyebileceðimiz hafakana düçar olurlar; nihayet onu da "Lâ havle ve lâ kuvvete illâ billah" diyerek aþaðýya indirir, çekip küçültür ve Allah'ýn inayetiyle kolayca aþarlar. Zitieren Link zu diesem Kommentar Auf anderen Seiten teilen Mehr Optionen zum Teilen...
Empfohlene Beiträge
Dein Kommentar
Du kannst jetzt schreiben und Dich später registrieren. Wenn Du ein Konto hast, melde Dich jetzt an, um unter Deinem Benutzernamen zu schreiben.