Adem Geschrieben 23. September 2008 Teilen Geschrieben 23. September 2008 Yabancý memleketlerinde doðanlarýn durumlarý ötede nasýl olacaktýr? M. Fethullah Gülen, Asrýn Getirdiði Tereddütler-2 22.09.2008 Bu soru öteden beri sorula gelen meselelerden biridir ve zannýmca, diyalektik yapýlmak istenmektedir. Yani "biz Allah'a ve O'nun Peygamberine inandýðýmýzdan dolayý Cennet'e gireceðiz; ama Ýslâm dünyasýna çok uzak memleketlerde, meselâ, Paris'te, Londra'da, Moskova'da doðan kimseler bizim sahip bulunduðumuz imkânlara sahip olamadýklarýndan; erdiðimiz nura eremeyecekler ve dolayýsýyla bütünüyle Cehennem'e girecekler?" sorusunda iki husus var: 1- Merhamet-i Ýlahi den daha fazla merhamet gösterme. 2- Ýslâm'a karþý sinsice bir tenkid... Evvelâ, soruda belirtildiði ve çoklar tarafýndan zannedildiði gibi "bize uzak diyarlarda bulunan kimseler, Cehennem'e girecekler" þeklinde umumî bir hüküm yok. Þöyle bir hüküm var: Efendimiz Sallallahü Aleyhi ve Sellem'in davasýný duymuþ, davetini iþitmiþ, O'nun neþrettiði nura þahid olmuþ kimseler, inatlarýndan bu iþi kabul etmiyor ve kulaklarýný kapýyorlarsa, evet bunlar Cehennem'e gireceklerdir. Burada Allah'ýn merhametinden daha fazla merhamet ileri sürerek baþka türlü iddialarda bulunmak ukalâlýktan baþka bir þey deðildir. Evet, Cehennem'e gireceklerdir. Hem de sadece yabancý ülkelerde olanlar deðil bizim memleketimizde de, Efendimiz Sallallahü Aleyhi ve Sellem'in davasýný iþitip O'na, icabet etmeyenler, getirdiði esaslarda O'na baþkaldýrýp arkasýndan gitmeyenler; onlar da, cehennem'e girecek ve ebedî hüsrana uðrayanlardan olacaklardýr. Rabb'in sonsuz rahmetinden ümid ediyoruz ki, bizleri O'nun davetine icabet eden, arkasýndan koþan; herkesin O'nu terk ettiði dönemde O'na sahip çýkan kimselerden, eylesin!.. Bu mevzu, öteden beri Kur'ân ve Sünnetin meselelerini, akýl, mantýk, muhakeme, saf düþünce ve felsefe yoluyla ispat, teyit ve takviyeye çalýþan kelamcýlar tarafýndan da ele alýnmýþ ve enine boyuna tahlîl edilmiþ bir mevzudur. Evet, acaba, O'na icabet etmeyenler gibi, icabet etme fýrsatýný bulamayanlar da ehl-i Cehennem midir? Yoksa bu ikisi arasýnda bir fark var mýdýr? Günümüzün pek çok önemli meselelerinin yanýnda, þimdilik bu kâbil sorular üzerinde durulmalý mý, durulmamalý mý? Bu türlü sorularýn cevabýný bulmak, uhrevî hayatýmýz adýna bize ne kazandýrýr? Pratik hayatýmýz adýna va'dettiði þeyler nelerdir? Dev mezhep imamlarýnýn, bu kadar titizlikle üzerinde durduklarý bu mesele o kadar önemli ve hayatî bir mesele miydi ki, halletmek için bu kadar mesaî sarfettiler?... Þimdi, bunlar ve bunlar gibi bir sürü soruyu da beraberinde getiren bu meseleyi önce, akaid imamlarýnýn mütalaa ve görüþlerinin hülasasý içinde takdim etmeye çalýþalým: Akîdede iki önemli Ehl-i Sünnet akýmýndan Eþ'arîler derler ki: Cenab-ý Hakk'ýn adýný duymayan, O'na dair hiç bir tebliðe þahit olmayan kimse, nerede, nasýl yaþarsa yaþasýn, ehl-i fetret, dolayýsýyla de ehl-i necattýr. Sizler, Ümmet-i Muhammed olarak Efendimiz'e ait mesajlarý alýp, dünyanýn karanlýk iklimlerine götürmemiþ iseniz, Eþ'âri'ye göre o karanlýktaki kimseler ehl-i necattýrlar ve kurtulmuþlardýr. Cenab-ý Hak, belli bir ölçüde onlarý mükâfâtlandýracak ve Cennetten istifâde ettirecektir... Maturidîlere gelince ki; bir noktada Mutezile'nin düþüncesi de aynýdýr. Derler ki; "bir insan, aklýyla Yaratýcýsýný bulursa, adýný unvanýný bilsin bilmesin kurtulur. Ama aklýyla mücerred olsun Yaratýcýyý bulamamýþsa o kurtulamaz." Aslýnda bu iki görüþ ayný olmasa bile, birbirinden çok uzak da sayýlmaz. Maturidi'ye göre bir insan nerede olursa olsun; daðda, bayýrda, çölde þurada veya burada, güneþlerin doðup batmasýndan aylarýn tulû ve gurubuna, yýldýzlarýn parýldamasýndan, zeminin nizam-ý intizam içindeki binbir güzelliklerine, daðlarýn mehip duruþlarýndan, tepelerin ünsiyetli esintilerine; korularýn gürül gürül inleyen ikliminden otlarýn-aðaçlarýn ince ince salýnmalarýna, çiçeklerin cilve çakýp tebessüm etmelerine kadar her þey O'ndan sýrlý birer mesaj ve O Sultanlar Sultanýný anlatan belið birer lisandýr. Ýþte, aklý baþýnda bir insan göz kamaþtýran bu tablolar ve yürekleri hoplatan bu ses ve renk cümbüþü karþýsýnda, her þeyin arkasýndaki o gizli eli sezecek ve mutlaka bir Yaratýcý'nýn olduðuna inanacaktýr. O Yaratýcý'nýn ad ve unvanlarýný, O'nun kitap ve elçilerini bilmese de böyle birisi ehl-i necattýr. Ýþte bu itibarladýr ki, baþka memleketlerde yaþayan insanlar hakkýnda hemen ulu orta, "inanmadý, öyle ise Cehennem'e gidecektir" demiyoruz, diyemeyiz de. Zirâ, mezhep imamlarýnýn bu þekildeki nokta-i nazarý en azýndan sükut etmemizi gerektirmektedir... Ýmam Eþ'arî hazretleri elde ettiði hükmü,"Biz Peygamber göndermedikçe (hiçbir millete) azab edecek deðiliz." (Ýsra Suresi, 17/15) gibi ayetlerden istinbat ediyordu. Evet, Allah Kur'ân'da "Peygamber göndermeden azab etmeyeceðiz" diyordu. Öyle ise; Peygamber görmemiþ duymamýþ kimselere azap edilmese gerek. Maturidî hazretlerine göre akýl,"hüsün-kubûh" mevzuunda da üzerinde durulduðu gibi, önemli bir unsurdur ve bir ölçüde iyiyi kötüden ayýrt edecek kapasitededir. Ýnsan, aklýyla bir kýsým þeyleri birbirinden tefrik edebilir. Bu güzel, bu da çirkin diyebilir. Vakýa aklýn, her þeyi sezip bilebileceðini iddia da yanlýþtýr... Onun içindir ki, Allah iyileri emretmiþ, kötüleri de yasaklamýþ ve bu önemli iþi her zaman yanýlabilirliði müsellem olan akla havale etmemiþtir. Vahy ile bunlarý tanzim etmiþ, aydýnlatmýþ, peygamberleriyle vüzuha kavuþturmuþ ve bir nokta muzlim býrakmamýþtýr. Maturidilere göre akýl, zinanýn çirkinliðini sezebilir. Çünkü onda nesebin zayi olup karýþmasý bahis mevzuu. Kimin malý kimin evlâdýna kalacak? Þayet bir kadýn iffetini koruyamýyorsa ve çocuklarýnýn nesebi þüpheliyse, evet o zaman kimin malý kime kalacak? Öyleyse zinanýn aklen çirkin olduðu söylenebilir. Hýrsýzlýðýn da aklen çirkin olduðu sezilebilir. Çünkü baþkasýnýn kan-ter elde ettiði þeyler onun elinden almak çirkindir. Aklen içkinin çirkinliði de sezilebilir. Çünkü insanýn aklýný izale ediyor. Nesiller üzerinde menfi te'siri sürüp gidiyor ve bir kýsým hastalýklara da sebep oluyor... Daha bunlar gibi bir kýsým þeylerin bir ölçüde akliliði her zaman söylenebilir... Ýyi ve güzel þeyler hakkýnda da ayný durum bahis mevzuudur. Meselâ; adalet, baþkalarýna iyilikte bulunma güzel þeylerdir ve bunlar aklen sezilebilir. Kur'ân ve Sünnet ise bu mevzuda emirler vermiþ, aydýnlatmýþ ve bizi yanlýþ anlamadan kurtarmýþlardýr. Bunun gibi Allah'a iman da güzel bir þeydir. Çünkü insan o sayede itminana ulaþýr. Daha hayatta iken baþý cennetlere erer ve ötelere ait güzellikleri burada yaþar. Ayný zamanda, imana ulaþtýran yol da, akýl ve muhakeme ile sezilecek mahiyettedir. Nitekim çöldeki bir bedevi bile bunu hissetmiþtir. Huzur-u Risaletpanâhi ye gelmiþ ve nasýl bir yolla Yüce Yaratýcý'ya ulaþtýðý sorulunca: "Bir yerde bir deve tersi, oradan bir devenin geçtiðine, ayak izleri de orada yüründüðüne delâlet eder. Þu sema burç burç ahenk içinde, bu yer vâdi vâdi güzellikleriyle, bir Alîm ve Habîr olan Allah'a delâlet etmez mi?" diyor. Demek ki bir deve çobaný dâhi aklýyla; her þeyi kabzay-ý tasarrufunda tutan, her þeyi ilimle idare eden ve her þeyden haberdar olan bir Zât'ýn varlýðýna intikâl edebiliyor. Öyleyse imanda, aklîliði bütün bütün kulak ardý da edemeyiz. Ýþte bu noktadan hareketle, Maturidi; "insan, aklýyla Yaratýcýyý sezebilir" demiþtir. Nitekim cahiliye döneminde ve fetret devrinde bu mesele, çok kimse tarafýndan hissedilmiþtir. Mesela, bunlardan Varaka bin Nevfel ki, büyük Kadýn Hatice-i Kübrâ Validemizin amcazâdesidir. Efendimiz Aleyhisselatü Vesselam ilk vahiy gelince, Cebrail'i, Arz ve Sema arasýnda, bütün buudlarýyla kanatlarýyla görmüþ, irkilmiþ, ürpermiþ ve koþa koþa evine gelmiþ ve durumu Hatice Validemize hikâye etmiþti. O da Peygamberimizi (s.a.s.) alýp Varaka'ya götürmüþtü. Ýþte bu zat, daha Efendimiz'e (s.a.s.) peygamberlik gelmeden, Yüce Yaratýcý'nýn varlýðýný sezmiþ, putlarýn hiçbir þey yaratamayacaðýný hissetmiþ ve aklýyla Allah'ýn var olduðuna inanmýþtý... Bunlardan bir diðeri de Zeyd idi. Hz. Ömer. Efendimizin amcasý... Yer yer putlara sýrtýný döner ve þöyle derdi: "Bunlara ibadet edilmez, bunlarýn hepsi bâtýldýr, bir Yaratýcý var ama, ben bilemiyorum kimdir?..." Vefat ederken de Hz. Ömer ve oðlu Hz. Said de dahil, aile fertlerini topladý ve þöyle dedi: "Ben Allah in bir dini olduðuna inanýyorum ki, onun gölgesi, emâreleri baþýnýzýn üzerindedir. " Efendimiz, Peygamberliðini henüz ilân etmiþ veya etmemiþ; iþte o dönemlerde "Ben o dinin gölgesinin baþýnýzýn üzerinde olduðunu hissediyorum. O din zuhur ettiði zaman, vakit fevt etmeden hemen dehalet ediniz" diyor, birçok þeyi aklý ve ferasetiyle anlamýþ olduðunu gösteriyordu ki, bu da,"insanlarýn elleriyle yapýlan bu þeyler asla ilâh olamazlar" demekti. Dolayýsýyla, insan eliyle dikilen bu put ve heykellerin hiçbiri, insanlarýn ihtiyaçlarýný karþýlayamaz. Zira aslýnda onlar insanlara muhtaç. Kendileri muhtaç olunca, baþkalarýnýn ihtiyaçlarýna nasýl cevap verecekler ki? Binaenaleyh böyle basit bir düþünce ile dahi, hemen herkes, gökleri ve yeri elinde tutan bir Zat'ý idrak edebilir. Zeyd ve Varaka, yakýnlarýnýn vicdanlarýnda birer çýðlýk olarak kalakalsýnlar, zaman ve mekânýn Efendisi ilk talili dostlarýný, hakikata erken uyanmýþ bu halkadan seçip, muhakeme ve aklýn dizginlerini vahyin eline vererek sonsuzluða yelken açýp yürüyecektir... Þimdi yeniden dönüp soruyu tekrar edelim: Ýslâm diyarýnýn dýþýnda doðan kimseler hemen Cehennem'e mi gidecekler? Evet, Efendimiz Sallallahu aleyhi ve Sellem'i, Kur'ân'ý duymuþ ve Peygamberimizin peygamberliðine þahid olmuþ, ama araþtýrma lüzumunu duymamýþ ve araþtýrmamýþ olanlar Cehennem'e girecekler. Fakat bu kadarcýk olsun herhangi bir imkâna sahip olamamýþ, karanlýkta yetiþmiþ, karanlýkta kalmýþ, hep karanlýk soluklamýþ, karanlýk içinde yatmýþ-kalkmýþ kimselere gelince, ümit ederiz ki, Cenab-ý Hakk'ýn merhametinden istifâde ederek muaheze görmesinler. . . Müsaadenizle bizi alâkadar etmesi bakýmýndan meselenin bir baþka buudunu arz etmek istiyorum. Ýlk Müslümanlar, Müslümanlýðý tam temsil edip, Efendimiz'e (s.a.s.) ait mesajlarý dünyanýn dört bir yanýna götürüyor ve ma'þeri vicdaný uyarýyorlardý. Bugün, onlarýn menkýbelerinin gölgelerinde dahi, öyle büyük, öyle derin bir ruh haleti sezilmektedir ki, insan onlarýn hakikatlerini düþününce, götürdükleri mesajlara insanlýðýn lakayt kalamayacaðýný hemen anlar. Bu, alabildiðine pervasýz, alabildiðine fütursuz, gözünü budaktan esirgemeyen insanlar, çok kýsa zamanda, dünyanýn dört bir yanýnda öyle bir velvele meydana getirdiler ki, âdeta seslerini duymadýk hiçbir yer kalmadý. Ve Ýslâm nuru en karanlýk, en muzlim noktalarý dahi aydýnlattý. Evet, onlar çok hýzlý, çok hareketli ve çok üst seviyede Ýslâm'ý temsil etti ve Kur'ân'ýn mesajlarýný, Sebt boðazýndan Aral gölüne, Anadolu kýyýlarýndan Çin seddine kadar ulaþtýrdýlar. Evet, Hz. Osman döneminde Müslümanlýk buralara kadar gelip ulaþmýþ, Hz. Muaviye döneminde Ukbe Ýbn-i Nafî'ler vasýtasýyla Herkül burcuna gidip dayanmýþtý. Bütün Berberîler, bugünkü Fas, Tunus, Cezayir top yekün Maðrip memleketleri Ýslâm'ýn vesâyâsý altýna girmiþ ve artýk emri ondan alýyordu. Baþlangýç itibariyle hesap edilecek olursa henüz 30 sene olmamýþtý. Bu 30 sene içinde dünyanýn dört bir yanýnda þem'alar, meþ'aleler yaktý ve dünyalarý aydýnlattýlar. Girdikleri yerlerde bihakkýn Ýslâm'ý temsil etti, herkes tarafýndan sevilip sayýldý ve benimsendiler. Hem öylesine benimsendiler ki, artýk Hýristiyan ve Yahudiler onlarý kendi dindaþlarýna tercih ediyorlardý. Hz. Ömer Mescid-i Aksa'ya giderken, Ebû Ubeyde Þam'a girerken sevgiyle karþýlanýyordu. Hatta bir aralýk Müslümanlarýn Þam'dan çekilmeleri bahis mevzuu olunca, Hýristiyanlar, rahip ve ruhbanlarýyla kiliselere dolup Müslüman vesayasýnýn devamý için dua ettiler. Ve Müslümanlara; "Gittiðiniz gibi inþaallah yine gelirsiniz. Cizye verir ve himayenizde oluruz" dediler. Ýlk Müslümanlarýn böyle þirin görünmesinden gürül gürül Müslümanlýða akýn oluyordu. Aslýnda her birisi birer Ömer, o mübarek topluluðu görenlerin, Müslüman olmamasý da düþünülemezdi ya!... Gece, Hak huzurunda ibadet-ü taat ve âh-u enînlerle yürekler yakan, gündüz at üstünde elinde kýlýç kahramanlardan kahraman ve o "ruhbanun filleyli ve fursanun finnehar " olan yiðitler, öyle gönüllere girmiþ, herkes üzerinde öyle bir intiba býrakmýþlardý ki, çok yakýn bir gelecekte bütün cihan kapýlarýnýn onlara açýlacaðýna muhakkak nazarýyla bakýlýyordu. Þimdilerde bizler, birer ada ve adacýða söz geçiremememize, elde ettiðimiz yerlerde dahi asayiþi te'min edemememize karþýlýk, onlarýn emniyet, kiyâset, dirâyet ve diyanetleri karþýsýnda, onlara, kalelerin kapýlarý ardýna kadar açýlýyor ve fahri hemþehrilikler, sembolik anahtarlar deðil; hakiki reislik ve gerçek anahtarlar veriliyordu. Bugünkü Suriye ve Filistin, Müslümanlarýn eline geçince, orada bulunan ordu kumandanlarý Mescid-i Aksa'nýn anahtarlarýný istemiþlerdi. Vazifeli papaz: "Mescid-i Aksa'nýn anahtarlarýný alacak zatýn þemailini biliyoruz ve bu anahtarlarý O'ndan baþkasýna vermemiz mümkün deðildir." diyordu. Onlar aralarýnda konuþa dursunlar, Hz. Ömer çoktan yola çýkmýþ geliyordu bile... Ve kimsenin nasýl geldiðinden de haberi yoktu. Ama o, papazýn bildiði gibi geliyordu. Hazineden bir deve almýþ onunla yola revan olmuþtu. Taksi yok, araba yoktu ama, bir tane at olabilirdi. Ne var ki, o at da yoktu. Hizmetçisiyle beraber bir deveye münavebeten binerek geliyordu. Yaklaþtýklarýnda kumandanlar, dua ettiler; inþaallah, Ürdün nehrini geçerken binme sýrasý Hz. Ömer'e gelir. Zira bu Bizans halký, kendi saraylarýnda ihtiþâm ve debdebeden baþka bir þey görmediði için, baþýmýzdaki halifeyi böyle görürlerse; yani, paçalarýný sývamýþ, hizmetçisi devenin üzerinde ve kendi deveyi yediyor görürlerse ayýp olur. Haddi zatýnda ayýp olan þey, adaletsizlik ve hakkaniyetsizlikti; Hz. Ömer de bunu irtikab etmemeye çalýþýyordu. Onlar dua ede dursunlar, Allah (c.c.) en hayýrlý olaný tahakkuk ettirmiþti bile. Tam nehri geçecekleri zaman, devenin yularýndan tutma sýrasý Hz. Ömer'e gelmiþti. O, deveden indi yerine köle bindi ve Hz. Ömer devenin yularýndan tuttu ýrmaðý öyle geçtiler!.. Devenin üstünde oraya gelinceye kadar, elbiseleri, semere sürtüne sürtüne yýrtýlmýþtý. Oraya gelinceye kadar kim bilir kaç defa eline bir iðne, bir iplik aldý ve bir kenara oturdu, elbisesini yamadý... Üzerindeki elbisede o gün, 14 tane yama vardý. Estaðfirullah! ona yama dememek, ona þeref iþareti demek lazým... Bu durumu gören papaz: "Tamam, bizim kitaplarýmýzda yazýlý olan bu zattýr" diye baðýrdý. Meðer büyüklerinin istihraçlarýna göre seyahat boyu Hz. Ömer'in yaptýðý þeylerin hepsi biliniyormuþ. Onun için Hz. Ömer'i tanýma fýrsatý bulan papaz: "Biz anahtarlarý ancak buna veririz" dedi. Anahtarlarýn ona verilmesi, Mescid-i Aksa'nýn Müslümanlara teslim edilmesi, gürül gürül Müslümanlýða iltihaklara vesile oldu. Ben size, Hz. Ömer gibi Ýslâm'ýn þerefi bir kâmetle alakalý vak'alarý sýralayýp, his dünyanýzý tehyiç etmeyi düþünmedim. Maksadým, dün olduðu gibi, acaba bugün de Ýslâm, kendi ulviyetine uygun temsil edilebiliyor mu? Onlar 20-25 sene içinde büyük ölçüde Afrika'yý, Taþkent'leri, Semerkantlarý, Buharalarý... Buharileri, Müslimleri, Tirmizileri, Ýbni Sinalarý, Fârâbileri, Birûnîleri yetiþtiren mübarek bir dünyayý bir solukta, bir hamlede, bir nefhada elde etmiþ; Kafkasya, Azerbeycan, Irak ve Ýran üzerinde hakimiyet kurmuþlardý. Evet bir hamlede dünyanýn dört bir bucaðýnda "Lâ ilâhe illallah Muhammedün Rasûlullah" hakikatýný temsil etmiþ ve Ýslâm mesajýný herkese duyurmuþlardý. Bugün o uzak ülkeleri býrakýn, biz doðru dürüst kendi dünyamýza dahi bir þey anlattýðýmýzý söyleyemeyiz. Bizi dinleyen bir cemaat içinde bulunuyor, onlarý inandýrmaða çalýþýyoruz. Ama, bir türlü inanmýyorlar. Söylediðimiz sözler, buzdan duvarlara aksediyor gibi, soðuk soðuk gelip yüzümüze çarpýyor. Sözde anlatýyoruz ama, bir türlü ruhlarýna giremiyoruz. Bunlarý, Rabbimizin sonsuz lütuflarýna karþý küfran-ý nimet sadedinde arz etmiyorum; edemem de. Ýlk devrin insanlarýyla bizleri mukayese ederken, Ashab-ý Kiramla, aramýzdaki mesafeye dikkatlerinizi çekmek maksadýyla takdîm ediyorum. Üveyikler gibi kanatlanmýþ, küheylanlar gibi þahlanmýþ ve omuzladýklarý ilâhî mesajý herkese, her yere duyurmak için dört-bir yana daðýlmýþlardý, Ýran'a, Turan'a ve bütün bir dünyaya... Ukbe bin Nâfi'ye de Afrika'nýn fethi düþmüþtü. Üst üste muvaffakiyetleriyle, Müslümanlarýn yüzünün aký haline gelen Ukbe, çekemeyenler tarafýndan gammazlanmýþ, devrin Emiri tahrik edilmiþ ve koluna bir zincir vurularak, Ýslâm'ý duyurma hareketinden alýkonmuþtu., bileklerinde zincir, beþ senelik hicran döneminde en büyük hasreti, Ýslâm'ý anlatmadan alýkonmasý olmuþtu. "Bir baþtan bir baþa Afrika'da Müslümanlýðý neþretmek istiyorum, buna manî oldular ve iþte buna üzülüyorum" diyordu. Bir gün, Ýslam'a çok büyük zararlarýnýn yanýnda, Ukbe'nin kolundaki zinciri de çözüp, onu yeniden Afrika'ya Vali tayin etmek suretiyle, en büyük iyiliði yapmýþ olan Yezid, seyyiatýna denk bir hayýr yapýp Ukbe'yi salývermekle, týkanan Ýslâm fütuhatý ve Ýslâmlaþtýrma hareketini yeniden baþlattý; Ukbe de varýp bir solukta son noktaya ulaþtý. Atýný okyanusa sürüyor, denizin içine kadar giriyor ve "Allahým, diyor: "Bu zulmet denizi önüme çýkmasaydý, senin yüce adýný denizler aþýrý dünyalara da götürecektim!..." Dünyayý öyle biliyor. Ýhtimal ki, ona yeni bir dünyadan, Amerika'dan bahsedilseydi, "oraya nasýl gidilir" diye onu da düþünecekti... Evet, bu insanlarýn yaþadýðý dönemde, Müslümanlýk duyuruluyor ve herkese anlatýlýyordu. Duyuramadýklarý yerler adýna da ýzdýraplar çekiliyordu. Bize gelince, ne onu kendi deðerleri ölçüsünde temsil edebildik, ne de yýldýrým hýzýyla dünyanýn dört bir yanýna götürebildik. Evet, onlar gibi, bu iþi varlýðýmýzýn gayesi olarak bilemedik. Onun için þahsî iþlerimizi terk edemedik. Onun için bir kerecik olsun evlerimizin yolunu unutmadýk. Bu iþe "birinci iþtir" deyip diðer iþlerimize, sýrasýyla ikinci üçüncü dördüncü diyemedik. Vakýa, biz de diyâr-ý küfre gittik; gittik ama mark getirmeye, dolar getirmeye, þilin getirmeye, frank getirmeye gittik. Allah'ýn yüce adýný götürmeye gitmedik. Binaenaleyh, onlara yüce hakikatleri duyuramadýk. Bugün onlar bizim gayretsizliðimizden, bizim aczimizden, bizim beceriksizliðimizden, dalalet, küfür ve küfranlarýný yaþýyorlarsa, her halde bir soru onlara, bir soru da bize sorulacaktýr. Dün bir arkadaþýmýzýn marifetiyle oralarda verilen bir konferansý seyretme imkânýna sahip oldum. Konferans almanca veriliyordu ve ben hiç bir kelime anlayamýyordum. Fakat, tablo ve manzara bana çok þey ifade ediyordu. Çok kýsa zaman önce Berlin'de bir mezarýn baþýnda ayaklarýmýn baðý çözülmüþ ve: "Kurban olayým Allah'ým, senin mübarek namýný buralara ve buradakilere duyuramadýk" deyip inlemiþtim. Þimdi, bu kasedi seyrederken, kendi kendime neler hissettim neler: "Hollanda'da bir kilisede, bir Müslüman genç konferans veriyor ve kilisenin papazý da oturmuþ onu dinliyor. Müslüman olmuþ, baþý kapalý Hollandalý kadýnlar ve iþtiyakla Ýslâm'ý öðrenmek isteyen daha baþka kadýnlar.. Sorular soruluyor, cevaplar veriliyor..." Þimdi, burada onlarý dile getirmekten aciz bulunuyorum. Ancak, bütün bunlar birer cýlýz ses ve deneme mahiyetinde amatörce þeylerden ibaret.. Bu türlü gayretler, hizmet yolunda bulunmak sayýlsa da, hizmetin kendisi olmadýðý muhakkak. Biz, bugün henüz bu büyük sarayýn sofasýnda dolaþýp durmaktayýz. Çok büyük þeyler yaptýðýmýz söylenemez. Ve iþte bundan dolayý da çok kimseler hâlâ dalâletlerini yaþamaktadýrlar. Zaman zaman oralara din, diyanet adýna gittiðimiz de oldu; ama kýsýr çekiþmelerden kendimizi kurtaramadýk. Ve hâlâ kat'iyyen, bir Hz. Ömer seviyesinde, Ukbe bin Nafî seviyesinde, Ebu Ubeyde seviyesinde, Ahnef bin Kays seviyesinde, Mugire bin Þu'be seviyesinde, Ka'ka'a seviyesinde bu meseleyi temsil edemedik. Kim bilir onlarýn celâdeti, civanmertliði, insanlýðý, inancý, azmi ve kararlýlýðý karþýsýnda hasýmlarýnýn yüreði kaç defa hopluyordu ve onlarý gören gözler kaç defa iman etmeye karar verdiler?.. Onlarýn bu mevzudaki gayretlerine, çok azý müstesna, bugün baðrýnda Müslümanlarý barýndýran ülkelerin, o ilk kudsîler tarafýndan fethedilmesi þahit olarak yeter!.. Ýþte meseleyi bu zaviyeden ele alýnca, o zaman Paris'te, Londra'da, Newyork'da yaþayanlara biraz daha müsamahalý bakacak; hatta belki dizinizi dövecek ve elinizi vicdanýnýza götürerek; "Bizlere yazýklar olsun! Diyemedik, duyuramadýk ve karanlýklarý yararak bunlarý ak günlere çýkaramadýk" diyeceksiniz. Burada meþhur vaizlerimizden Nursaçan Hoca'nýn hikâye ettiði yaþanmýþ bir vakayý aklýmda kalanlarýyla nakletmek istiyorum: Bizim iþçilerden birisi, Avrupa'da bir evde misafir olarak kalýyor. Beraber oturuyor, beraber kalkýyor, belki beraber yiyor ve beraber içiyorlar. Sonra o iþine gidiyor, onlar da kendi iþlerine.. ama; Müslüman, dînî duygu ve dînî düþüncelerini yaþama ve anlatmada kusur etmiyor. Gel zaman, git zaman hane sahibi Müslüman oluyor ve týpký Amir Ýbni Tüfeyl gibi, o Müslüman olunca, hanýmý "Efendi þimdiye kadar hep beraberdik yine beraber olalým. Sýrat'ta beraber, Cennette beraber. Þayet, Müslümanlýk insaný ötelere ulaþtýran bir þey ise, sen gideceksin de ben niye kalacaðým" diyor ve "Lâ ilâhe illallah" cümlesiyle o da kanatlanýyor. Derken, cývýl cývýl çocuklar ve bütün aile fertleri tekmil Müslüman oluyorlar. Ýslâmiyet'le tanýþtýktan sonra, evleri birden bire cennet köþelerinden bir köþe haline geliyor. Aradan bir zaman geçtikten sonra, bir gün ev sahibi, mürþidine, hepimizi þaþýrtacak þu sözleri söylüyor: "Vallahi bazen sevinç ve inþirahýmdan seni baðrýma basýp her tarafýndan öpesim geliyor. Fakat bazen de öyle öfkeleniyorum ki, yakandan tutup hýrpalamak, tokatlamak, dövmek geliyor içimden. Zira sen bizim evimize geldin, þeref misafiri oldun, seni Efendimiz (s.a.s.) takip etti. Evet, sen gelince Hz. muhammed Sallallahü Aleyhi Vesellem de geldi, Kur'ân da geldi, Allah'a iman da geldi. Ve sayende evimiz bir cennet köþesi oldu. Ama benim bir babam vardý. Saf, temiz bir insandý. Sen gelmeden az önce Hýristiyan olarak vefat etmiþti. Niye daha önce gelip de ona da anlatmadýn?" Bence bu feryat, bu çýðlýk, bu sarsma ve ýrgalama, bütün Hýristiyan ve Yahudi dünyasýnýn, Müslümanlýða karþý, bir siteminin ifadesidir. Biz gidemedik. Ýslâm'ý götüremedik. Hatta, bulunduðumuz yerlerde dahi dûn-himmet olarak davrandýk; onu çevremize götüremedik. Ýslâm'ý yaþayamadýk, anlatamadýk ve onu muhtaç gönüllere duyuramadýk. Müsaadenizle bir baþka hususa da temas etmek istiyorum! Bizi Müslümanlýktan uzaklaþtýranlar, -onlarýn ifadesiyle arz edeyim- bu millete sürekli Batý uygarlýðý seviyesinde bir hayat tarzý vadettiler. Aradan bir asra yakýn, hatta bir yönüyle 150 sene gibi bir zaman geçmiþ olmasýna raðmen, hâlâ Batý kapýsýnda dilencilik yapýyoruz. Deðiþen hiç bir þey yok. Bir çuvaldýz boyu yol alýndýðý dahi söylenemez. O gün bugün de Batý bizleri hep kapýkulu ve halâyýký gibi gördü. Üç-beþ kuruþ için yurdunu yuvasýný terk eden kapýkullarý... Þimdi ben size bir þey soracaðým: "Hýristiyan ve Yahudiler Müslüman olmuyor ve elimizdeki bu güzel prensipleri kabul etmiyorlar. Bunun neden böyle olduðunu hiç düþündünüz mü? Sebep gayet basit; birisi böyle güzel prensiplerle size gelse ve mesajlarýn en güzelini getirse, hatta göklerin kapýlarýný açsa, cennetlere giden yolu gösterse; ama bu zât sizin kapýkulunuz olsa, sizin hizmetlerinizi görse, küçük gördüðünüz iþlerde çalýþsa siz bunun dinine girmeyi düþünür müsünüz?.. Herhalde, kapýkulunuzun arkasýndan gitmeyecek hizmetçinize tâbi ve dilencinize dilence olmayacaksýnýz!.. Bugün âlem-i Ýslâm denen bu dünya, beklendiði þekilde derlenip toparlanamamýþ, kendine gelememiþ, Ýslâm'ý, hayatýyla gösterememiþ, temsil edememiþ ve hâlâ Batý kapýsýnda dilencilik yapmaktadýr. Sen, dünkü kapýkullarýnýn karþýsýnda böyle elli defa nakavt olur, elli defa onlarýn eþiklerine yüz sürer ve onlarýn karþýsýnda tir tir titrersen, Batýlýnýn seni dinlemesi, mesajlarýna kulak vermesi katiyyen düþünülemez. Binaenaleyh, týpký seleflerimiz gîbi izzetli ve þahsiyetli insanlar olarak çok üst seviyede Ýslâm'ý temsil edip ve onun temsilcileri hüviyetiyle, Batý kapýlarýna dayandýðýmýz zaman, bizi dinleyecek ve kabul edeceklerdir. Dilencilerinin dinini kabul etmek istemiyor, kapýlarýnda amele ve iþçi olarak çalýþtýrdýklarý kimselere kulak vermek istemiyorlarsa bir bakýma haklýdýrlar diyemeyeceðim ama, kendilerini mazur görebilir ve ihtimal ki, ötede bir soru onlara sorulduðu takdirde, bir soru da Ýslâm'ý temsil ediyor gibi görünüp de, yüzüne gözüne bulaþtýranlara sorulacaktýr. Bence, mesele evvelâ bu zaviyeden ele alýnmalý, bize ve onlara ait mesuliyetler müþterek olarak mütalaa edilmeli, hükümler de adalet ve istikamet dairesi içinde verilmelidir. Yoksa bir kýsým muvazenesiz kimselerin, dýþ ülkelerde yaþayan herkesi Cehennem'e doldurup, kapýsýna bekçi gibi dikilmesi gibi bir anlayýþtan biz fersah fersah uzaðýz. Keza, Müslümanlýk adýna ortaya çýkýp ve yarým yamalak mesajlarýný sunar sunmaz, âlemin koþup onlarý takip edeceklerini bekleme hayalperestliklerinden de fersah fersah uzak bulunuyoruz. Ama inanýyoruz ki, bir gün dünya muvazenesinde bir deðiþiklik olacak. Orta kuþaðýn inci mercan dünyasý, Türkiye, Mýsýr, Türkistan gibi ülkeler derlenip toparlanacak. Bu mübarek dünya, þahsiyetli ve yaþatma zevkiyle yaþama arzularýndan sýyrýlabilmiþ, tertemiz ve hasbî ruhlar sayesinde yeniden dünya muvazenesindeki yerini alacak... Ýþte o zaman cihanýn doðusu da, batýsý da bizi dinleyecektir. Bu olmayacak diye bir þey yok. Olacaktýr, hatta olmaya baþlamýþtýr da. Bugün Batýnýn fikir adamlarý, Müslümanlýðýn çarpýcýlýðý, tazeliði karþýsýnda büyülenmiþ gibidir. Ve bu bakýþ çok ciddi deðiþikliklere sebep olacak gibi görünmektedir. Çok yakýn bir gelecekte, içtimaî coðrafyada ciddi deðiþikliklerin olacaðýný uzak görmemek lazým. Evet dünya haritasýnda bir kýsým deðiþiklikler olacaktýr. Ancak, bunu, þahsiyetli, özüyle bütünleþmiþ insanlar yapacaktýr; kendi iþinin altýnda kalýp ezilmiþ, bu türlü meseleleri, bulacaðý boþ vakitlere býrakmýþ, tutarsýz, yetersiz insanlar deðil... Bir baþka zaman arz ettiðim gibi, baþlarýný mezardan kaldýrýp, mezar taþlarýnýn arasýndan size bakanlar, "iþte bunlar onlardýr" dedikleri zaman, sizin iþiniz tamamdýr, dünyanýn da iþi bitmiþtir. Evet, iþte o zaman dünya ile hesaplaþabilirsiniz. Zitieren Link zu diesem Kommentar Auf anderen Seiten teilen Mehr Optionen zum Teilen...
Empfohlene Beiträge
Dein Kommentar
Du kannst jetzt schreiben und Dich später registrieren. Wenn Du ein Konto hast, melde Dich jetzt an, um unter Deinem Benutzernamen zu schreiben.