Webmaster Geschrieben 30. Juli 2008 Teilen Geschrieben 30. Juli 2008 Risale-i Nur´da Günah Psikolojisi Ýman- ibadet iliþkisi Ýmanla ibadet arasýnda doðrudan iliþki vardýr. Bunu Bediüzzaman þöyle ifade eder: “Akaidî ve imanî hükümleri kavi ve sabit kýlmakla meleke haline getiren, ancak ibadettir.” Ýbadet, Allah’ýn emirlerini yapmak ve yasaklarýndan (nehiyler) sakýnmaktan ibarettir. Vicdanî ve aklî olan imanî hükümlerin ibadetle terbiye ve takviye edilmediði takdirde, eserlerinin ve tesirlerinin zayýf kalacaðýný belirten Said Nursî, örnek olarak Ýslâm dünyasýnýn þu andaki durumunu þahit gösterir. Ýbadet, dünya ve ahiret saadetlerine vesile olduðu gibi, dünya ve ahiret iþlerini tanzime de sebeptir. Yaratýcýyla kul arasýnda pek yüksek bir nisbet ve þerefli bir bað ibadettir. Bediüzzaman Said Nursî’nin, Kur’ân-ý Kerim’de anlatýlan peygamber kýssalarýna bakýþ açýsý bize günah psikolojisinde de yol göstereceðini düþünüyorum. Onlardan birisi de Eyyüb (a.s.) kýssasýdýr. Kur’ân’da anlatýlan kýssalarýn elbette pek çok hikmetleri vardýr. Peygamberlerin münâcatlarý bize örnek teþkil etmekte ve yol göstermektedir. Kur’ân’da geçen duâ ve münacatlar günlük hayatýmýzda en çok baþvurduklarýmýz duâ ve münacatlardan deðil mi? Said Nursî, Eyyüb (a.s.) münacatýndan hareketle bizlere de “Ey Rabbim! Bana gerçekten zarar dokundu. Sen ise merhametlilerin en merhametlisisin” gibi söylemeyi tavsiye etmektedir. Bediüzzaman’a göre, Hz. Eyyüb’ün (a.s.) görünüþteki yara hastalýklarýnýn karþýlýðý, bizim manevî, ruhî ve kalbî hastalýklarýmýz vardýr. Ýç dýþa, dýþ içe bir çevrilsek, Hz. Eyyüb’den daha çok yaralý ve hastalýklý görüneceðiz. Çünkü iþlediðimiz her bir günah, kafamýza giren her bir þüphe, kalb ve ruhumuza yaralar açar. Hz. Eyyüb’ýn (a.s.) yaralarý, onun kýsacýk dünya hayatýný tehdit ediyordu. Bizim mânevî yaralarýmýz, pek uzun olan ebedi hayatýmýzý tehdit ediyor. Bizim âciz bir kul olarak Eyyüb’ün (a.s.) münâcâtýna o hazretten bin defa daha fazla ihtiyacýmýz yok mu? Bizi, günahlardan gelen yaralar ve yaralardan meydana gelen vesveseler, þüpheler-Allah korusun-iman mahalli olan kalbin içine girip imaný zedelemekte ve imanýn tercümaný olan lisanýn ruhanî zevkine iliþmektedir. Sonuçta bizi Allah’ý zikirden nefretkârâne uzaklaþtýrýp susturmuyorlar mý? Günahtan küfre giden yol Said Nursî’ye göre, günah kalbe iþleyip, siyahlandýra siyahlandýra, iman nurunu çýkarýncaya kadar katýlaþtýrmaktadýr. Her bir günah içinde küfre gidecek bir yol vardýr. Koskoca çam aðacýnýn özellikleri çam tohumunda saklý deðil midir? Öyle de günahlar içinde de küfürlerin tohumlarý saklýdýr. Günahtan küfre giden yolculuða bir bakalým: Günahlarýn özelliðinde, özellikle devam ederse, orada küfür tohumu bulunur. Günaha devam eden kiþide alýþkanlýk baþlar ve o günaha karþý ülfet peyda eder. Ýþlediði günahlar sýradan bir hareket halini alýr (sýradanlaþýr). Sonra o günaha âþýk ve müptelâ olur. Günahý severek ve isteyerek iþlemeye baþlar. Zamanla günahýn arkasýna düþerek geri dönülemeyecek bir yola girer. Günahý günah olarak görmemeye baþlar. Sonra o günahýn azabý gerektirmediðini temenniye baþlar. Bu durum böylece devam ettikçe günahý inkâr eder ve o kimsede küfür tohumu yeþillenir. Bir süre sonra etrafa dal-budak salmaya baþlar. Bir gün gelir ki, günah iyice þiþer, kalbde imana yer kalmaz. Kalbde küfür yerleþir, iman çýkar. En sonunda kiþinin iþlediði günahlar azabýn ve cehennemin inkârýna sebep olur. Günlük hayatýmýzda bunun örnekleri pek çoktur. Halbuki iman bir bütündür. Ýman kalesinde meydana gelecek bir delik, imanýn çökmesine sebep olacaktýr. Zübeyir Gündüzalp’ýn dediði gibi, “Ýnsan, saray gibi bir binâdýr. Temelleri erkân-ý imâniyedir. Ýnsan bir þeceredir. Kökü esâsât-ý imâniyedir.” Ýmandan küfre giden yollara bir kaç örnekle açýklýk getirmeye çalýþalým: Günah iþleyen kimse meleklerin varlýðýndan rahatsýz olur mu? Utandýracak bir günahý gizli iþleyen bir adam, baþkasýnýn görmesinden çok utanýr. O zaman, kendisini gören meleklerin ve ruhanî varlýklarýn vücudu günah iþleyen kimseye çok aðýr gelir. Utanmaktan dolayý, o günahýn günah olmadýðýný iddia etmeye baþlar. Ýþlediði günahlarýný gören meleklerin varlýðýný inkâr etmek ister. Hattâ utanmanýn þiddetinden, ahiret gününün gelmeyeceðini temenni eder. Þayet hesap gününü inkâr eden küçük bir vehim bulursa, ona sýký sýkýya sarýlýr ve o vehmi kocaman bir delil sayar. Küçük bir iþaret ile melekleri inkâr etmek arzu eder. Melekleri inkâr edince, imaný gitmiþ olmaz mý? Günahtan Cehennemin inkârýna yolculuk Cehennem azâbýný netice veren büyük bir günahý iþleyen bir adam düþünün. O adam, Cehennemin tehditlerini iþittikçe, bütün ruhuyla Cehennemin yokluðunu arzu etmez mi? Cehennemin yokluðuna küçük bir iþaret ve bir þüphe bulsa, o adamda cehennemin inkârýna cesaret gelmez mi? Sonuçta cehennemi inkâr edince, ahiret gününü inkâr çýkmaz mý? Bu durumda o adam imandan çýkmýþ olmaz mý? Namazýný terk eden kiþi Allah’ý nasýl inkâr eder? Farz namazlarýný kýlmayan ve kulluk vazifesini yerine getirmeyen bir adam düþünün. O adam da herhangi bir iþinde çalýþan bir kiþi olsun. Her gün mesaisine geç gitse veya âmirlerinin verdiði emri yerine getirmese ne olur? Bundan dolayý o adam, küçük bir âmirinden küçük bir vazifesizlik yüzünden aldýðý tekdirden müteessir olur mu? Peki o adamýn, Ezel ve Ebed Sultaný olan Allah’ýn mükerrer emirlerine karþý farzýnda yaptýðý bir tembellik, ona büyük bir sýkýntý vermez mi? O sýkýntýdan kulluk vazifesinin olmamasýný arzu eder mi? Mânen, “Keþke o kulluk vazifesi bulunmasaydý!” der mi? Bu arzudan, mânevî bir Allah düþmanlýðýný ima eden bir inkâr arzusu uyanýr mý? Bir þüphe, Allah’ýn varlýðýna dair kalbe gelse, kesin bir delil gibi ona yapýþmaya meyleder mi? Böylece o adama büyük bir felâket kapýsý açýlýr mý? Yukarýdaki sorulara hayýr diyebilir misiniz? Diyemezsiniz. Peki sonuç ne olur? Önümüze Allah’ý inkâra giden yol açýlmaz mý? Allah’ý inkâr eden kiþinin durumunu siz düþünün. Halbuki inkâr vasýtasýyla, gayet küçük bir sýkýntý kulluk vazifesinden gelmeye karþýlýk, inkârda milyonlarla o sýkýntýdan daha müthiþ mânevî sýkýntýlara kendini hedef eder. Sonuçta sineðin ýsýrmasýndan kaçar, yýlanýn ýsýrmasýný kabul eder. Yukarýda anlattýðýmýz örnekler þu âyetin sýrrýný ne güzel açýklamaktadýr: “Doðrusu onlarýn kazandýðý günahlar, birike birike kalplerini kaplayýp karartmýþtýr.” Günahlarý küçük görmek Umumî âlemlerin merkezi güneþ olduðu gibi, hususî âlemlerin merkezi de þahýstýr. Her hususî âlemin anahtarý o âlemin sahibinde olup lâtifeleriyle baðlýdýr. O þahsî âlemlerin saflýðý, güzelliði ve çirkinliði, aydýnlýðý ve karanlýðý, merkezleri olan þahýslara tâbidir. Aynada görülen bir bahçe, hareket, deðiþiklik ve diðer durumlarýnda aynaya tâbi olduðu gibi, her þahsýn âlemi de, merkezi olan o þahsa tâbidir. Kiþi cisminin küçüklüðüne bakýp da günahlarý küçük görmemeli. Kendisine karþý günah iþlenen zatýn büyüklüðüne bakýlmalý. Çünkü, kalbin katýlýðýndan bir zerre, þahsî âlemin bütün yýldýzlarýný karanlýða tutturur. Allah’ý bir deyip ortak koþmak (Þirk) Bir insan düþünün. “Bir Allah var” diyor. Fakat bütün mülkünü sebeplere ve tabiata taksim ediyor ve onlara dayandýrýyor. Haþa! Hadsiz ortaklarý hükmünde sebepleri esas tanýyor. Halbuki her þeyin yanýnda Allah’ýn hazýr irade ve ilmini bilmiyor. Þiddetli emirlerini tanýmýyor ve sýfatlarýný bilmiyor. Gönderdiði elçilerini ve peygamberlerini de bilmiyor. Bu durumda olan bir kimsede elbette hiçbir cihette Allah’a imân hakikatinin tam olmadýðýný gösterir. O kimse belki de küfr-ü mutlaktaki manevî Cehennemin dünyevî tazibinden kendini bir derece teselliye almak için o sözleri söylemektedir. Allah’a iman (Allah’ý bilmek): Bütün kâinatý kuþatan rububiyetine ve atomlardan yýldýzlara kadar az-çok, küçük-büyük her þey O’nun tasarrufu altýnda, kudret ve iradesiyle olduðuna kesinlikle imân etmektir. Ayný zamanda O’nun mülkünde hiçbir ortaðý olmadýðýna, “Lâ ilahe illallah” (Allah’tan baþka ilah yoktur) kudsi kelimesine ve hakikatlerine imân etmek ve kalben de tasdik etmektir. Ýnkâr etmemekle iman etmek ayný mýdýr? Bediüzzaman, “Ýnkâr etmemek baþkadýr, imân etmek bütün bütün baþkadýr” der. Çünkü, kâinatta hiçbir þuur sahibi, kâinatýn bütün atomlarý kadar þahitleri bulunan Allah’ý inkâr edemez. Etse, bütün kâinat onu yalanlayacaðý için susar, ilgisiz kalýr. Fakat Allah’a imân etmek, Kur’ân-ý Azimüþþanýn ders verdiði gibi, O Hâlýký, sýfatlarýyla, isimleriyle, bütün kâinatýn þehadetine dayanarak kalben tasdik etmekle olur. Ayný zamanda elçileriyle gönderdiði emirleri tanýmak, günah ve emre muhalefet ettiði zaman, kalben tevbe ve nedamet etmek iledir. Yoksa, büyük günahlarý serbest iþleyip istiðfar etmemek ve aldýrmamak, o imandan hissesi olmadýðýna delildir.” Günahlar çoðalýr mý? Þu zamanda bir adamýn bir günahý, bir kalmýyor. Bazen büyür, yayýlýr, baþkalarýna da bulaþýr, yüz olur. Bir tek sevap bazen bir kalmýyor. Belki binler dereceye yükselir. Günümüzde radyo ve televizyon ile iþlenen günahlarýn ve sevaplarýn bir anda milyonlara çýkabildiði gibi. Âhir zamanda bir þahsýn hatalarý ve günahlarýnýn gayet dehþetli bir yekûn teþkil ettiðine dair rivayetler olduðuna dikkat çeken Bediüzzaman “Eskide, acaba âdi bir adam, binler adam kadar günah iþleyebilir mi? Ve o ahir zamanda bildiðimiz günahlardan baþka hangi günahlardýr ki, kâinatýn heyet-i mecmuasýna dokunur, kýyametin kopmasýna ve dünyalarý baþlarýna harap olmasýna sebebiyet verir?” diye sorar. Bu zamanda çeþitli sebeplerini sayarken radyonun tahribatýna dikkat çeker. Günümüzde televizyon ve internet gibi medya unsurlarýný da eklemek gerekir. Halbuki bunlar Allah’ýn birer nimetleridir. Hava tabakasýný bütün zerreleriyle þükür ve hamd ü senayla doldurmak lâzým gelirken, dalâletten doðan beþer sefaheti o büyük nimeti þükrün aksine kullandýðýndan, elbette tokat yiyecektir. Günahlara severek girmek Bediüzzaman’a göre, Nefs-i emmârede þuursuz kör hissiyat bulunduðundan akýl ve kalbin sözlerini anlamýyor ve dinlemiyor. Bu acip asýrda dehþetli bir aþýlamak ve þýrýngayla hem hakikî, hem mecazî iki nefs-i emmâre ittifak edip öyle kötülüklere, öyle günahlara severek giriyorlar. Bu durum kâinatý hiddete getiriyor. Nefis þeytandan ders alýrsa! Said Nursî, þeytandan ders alan nefsin insanda açtýðý yaralarý þöyle ifade eder: “Þeytaný dinleyen bir nefis, kusurunu görmek istemez. Görse de, yüz tevil ile tevil ettirir. “Tarafgirlikle bakan hiçbir kusuru göremez.” sýrrýyla, nefsine nazar-ý rýza ile baktýðý için, ayýbýný görmez. Ayýbýný görmediði için itiraf etmez, istiðfar etmez, istiâze etmez, þeytana maskara olur.” Nefis avukat gibi kendini savunur. Ortaya kusursuz bir nefis çýkar. Halbuki baþtan aþaðýya kusurlarla doludur. Bediüzzaman, Kur’ân-ý Kerim’de nefse güvenilmeyeceðini ifade eden Hazret-i Yusuf’un (a.s.) sözünü de delil getirir:“Ben nefsimi temize çýkarmam; çünkü nefis daima kötülüðe sevk eder-ancak Rabbim rahmet ederse, o baþka.” Gýybet günah mýdýr? Günlük hayatta en çok karþýlaþtýðýmýz ve rahatlýkla iþleyebildiðimiz günahlardan birisi de gýybettir. Gýybet (dedikodu) sözlükte: Arkadan çekiþtirmek. Hazýr olmayan birisinin aleyhine konuþmak. Birisinin gýyabýnda hoþuna gitmeyen bir þeyi söylemek, olarak açýklanýr. Ýnsanlarýn savunma mekanizmasý “Biz olan þeyleri konuþuyoruz, kendisi burada da olsa söyleriz” þeklindedir. Halbuki olan þeylerin gýybeti olur. Bu durumu Bediüzzaman, “Sizden biri, ölü kardeþinin etini yemekten hoþlanýr mý?” âyetini tefsir ederken açýklar, “zem ve gýybet, aklen ve kalben ve insaniyeten ve vicdanen ve fýtraten ve milliyeten mezmumdur.” der. Altý derece çirkin bir fiil olduðunu belirtir. Yine Bediüzzaman gýybetin, “ehl-i adâvet ve haset ve inadýn en çok istimal ettikleri alçak bir silâh” olduðunu söyler. “Ýzzet-i nefis sahibi, bu pis silâha tenezzül edip” kullanmayacaðýný ifade eder. Meþhur bir zat demiþ: “Düþmanýma gýybetle ceza vermekten nefsimi yüksek tutuyorum ve tenezzül etmiyorum. Çünkü gýybet, zayýf ve zelil ve aþaðýlarýn silâhýdýr.” Said Nursî gýybete bir de tarif getirir: “Gýybet edilen adam hazýr olsaydý ve iþitseydi, kerahet edip darýlacaktý. Eðer doðru dese, zaten gýybettir. Eðer yalan dese, hem gýybet, hem iftiradýr; iki katlý çirkin bir günahtýr.” Gýybet salih amellere zarar vermektedir. Ateþin odunu yediði gibi; gýybet dahi salih amelleri yer, bitirir. Gýybet, birkaç maddede caiz olabilir: 1. Görevli bir adama hakkýný almak maksadýyla þikâyet etmek. 2. Ýþ yapmak isteyen bir adam seninle meþveret eder. Sen de, sýrf maslahat için, garazsýz olarak, meþveretin hakkýný edâ etmek için desen: “Onunla iþ yapma. Çünkü zarar göreceksin.” 3. Maksadý tahkir ve teþhir deðil, belki maksadý tarif ve tanýttýrmak için demek: “O topal adam filân yere gitti.” gibi. 4. Gýybet edilen adam fâsýk-ý mütecahirdir. Yani fenalýktan sýkýlmýyor, belki iþlediði günahlarla iftihar ediyor, zulmüyle lezzet alýyor, sýkýlmayarak âþikâre bir surette iþliyor. Büyük günahlarý iþleyen mü'min kalabilir mi? Fýkýh kitaplarýmýzda büyük günahlara (kebair) geniþ yer verilir. Sayýlarý oldukça fazladýr. Bunlardan yedi tanesi üzerinde fazlaca durulur. Bunlarý sayýp diðerlerini fýkýh kitaplarýna havale ediyorum: Adam öldürmek, zina, içki içmek, sýla-i rahmi kesmek, kumar, yalancý þahitlik, dine zarar verecek bid'alara taraftar olmak. Ýnsanýn nefsi, acele ve hazýr bir dirhem lezzeti, ertelenmiþ, gaip bir batman lezzete tercih ettiði gibi, hazýr bir tokat korkusundan, ileride gelecek bir sene azaptan daha çok çekinir. Hem insanda duygular galip olsa, aklýn muhakemesini dinlemez. Heves ve vehmi hükmedip, en az ve ehemmiyetsiz hazýr bir lezzeti ileride gayet büyük bir mükâfâta tercih eder. Hazýr az bir sýkýntýdan, ileride büyük ertelenmiþ bir azaptan daha çok çekinir. Çünkü tevehhüm, heves ve his, ileriyi görmüyor, belki inkâr ediyorlar. Nefis de yardým etse, imân mahalli olan kalb ve akýl susarlar, maðlûp olurlar. Þu halde, büyük günahlarý iþlemek imansýzlýktan gelmiyor, belki his, heves ve vehmin galebesiyle akýl ve kalbin maðlûbiyetinden ileri gelir. Fenalýk ve hevesler yolu, tahribat olduðu için, gayet kolaydýr. Ýnsî ve cinnî þeytan, çabucak insanlarý o yola sevk edebiliyor. Çok hayret edilecek bir durumdur ki, ahiret âleminin sinek kanadý kadar bir nuru, ebedî olduðu için, bir insanýn bütün ömrü boyunca dünyadan aldýðý lezzet ve nimete karþýlýk geldiði halde, bazý biçare insanlar, bir sinek kanadý kadar bu fâni dünyanýn lezzetini, o bâki âlemin bu fâni dünyasýna deðer lezzetlerine tercih edip þeytanýn arkasýnda gitmektedirler. Ýþte bu sýrlar içindir ki, Kur'ân-ý Hakîm, mü'minleri pek çok tekrar ve ýsrar ile, tehdit ve teþvik ile, günahtan uzaklaþtýrýp hayra sevk etmektedir. Sýradan insanlarýn önemsiz amelleri ve þahsî günahlarý kâinatýn hiddetini kendine nasýl çeker? Küfür ve dalâlet, müthiþ bir tecavüzdür. Bütün varlýklarý ilgilendirecek bir cinayettir. Çünkü kâinatýn yaratýlýþýnýn bir büyük neticesi ubudiyettir ve Cenâb-ý Hakkýn Rububiyetine karþý imân ve itaatle karþýlýk vermektir. Halbuki kâfirler, küfürdeki inkârýyla, varlýklarýn yaratýlýþ maksatlarý ve bekalarýnýn sebepleri olan o büyük neticeyi reddettikleri için, bütün varlýklarýn hukukuna bir nev’î tecavüz olduðu gibi, umum masnuatýn aynalarýnda cilveleri görünen ve masnuatýn kýymetlerini ayinedarlýk cihetinde yükselten Allah'ýn isimlerinin (Esmâ-i Ýlâhiye) cilvelerini inkâr ettikleri için, o kudsî isimlere karþý bir tezyif olduðu gibi, umum masnuatýn kýymetini düþürmekle, o masnuata karþý bir büyük hakarettir. Hem bütün varlýklarýn her biri birer yüksek vazife ile görevli Rabbani birer memur derecesinde iken, küfür vasýtasýyla alçaltýp, cansýz, fâni, mânâsýz bir yaratýk menzilesinde gösterdiðinden, bütün mahlûkatýn hukukuna karþý bir nev’i tahkirdir. Küfür ve dalâlet günahý kâinatta Allah'ý tesbih eden varlýklarýn hukukuna bir saldýrýdýr. Bundan dolayý "Küfür ve dalâlet cinayeti, nihayetsiz bir cinayettir ve hadsiz bir hukuka tecavüzdür." Ýmansýzlýkta lezzet var mý? Ýmansýzlýk baþka þeylere benzemiyor. Zulümde, fýskta, kebâirde birer aldatýcý þeytanî lezzet bulunabilir. Fakat imansýzlýkta hiçbir lezzet yönü yoktur. Elem içinde elemdir, zulmet içinde zulmettir, azap içinde azaptýr. Ýþte, böyle hadsiz bir ebedî hayata çalýþmayý ve imân gibi kudsî bir nura hizmeti býrakmak, tehlikeli siyaset oyuncaklarýna atýlmakta lezzet yoktur. Günahlarýn kabirde verdiði sýkýntýlar Dünya hayatýnýn sonunda gidilen yer hiç þüphesiz kabirdir. Oraya ulaþýldýðýnda ne yapýlacaktýr? Kabir kapýsýndan amellerden baþka bir þey geçemiyor ki. Ýnsan kabirde günah ve sevaplarýyla baþ baþadýr. Bediüzzaman bu manzarayý þöyle tasvir eder: "Ýþte kabrimin baþýna ulaþtým, boynuma kefenimi takýp kabrimin baþýnda uzanan cismimin üzerine durdum. Baþýmý dergâh-ý rahmetine kaldýrýp bütün kuvvetimle feryat edip nidâ ediyorum: "El-aman, el-aman! Yâ Hannân! Yâ Mennân! Beni günahlarýmýn aðýr yüklerinden halâs eyle!" "Ýþte, kabrime girdim, kefenime sarýldým. Teþyîciler beni býrakýp gittiler. Senin af ve rahmetini intizar ediyorum. Ve bilmüþahede gördüm ki, Senden baþka melce ve mence yok. Günahlarýn çirkin yüzünden ve mâsiyetin vahþî þeklinden ve o mekânýn darlýðýndan, bütün kuvvetimle nidâ edip diyorum: "El-aman, el-aman! Ya Rahmân! Yâ Hannân! Yâ Mennân! Yâ Deyyân! Beni çirkin günahlarýmýn arkadaþlýklarýndan kurtar! Yerimi geniþlettir! Ýlâhî, Senin rahmetin melceimdir ve Rahmeten li'l-Âlemîn olan Habibin, Senin rahmetine yetiþmek için vesilemdir. Senden þekvâ deðil, belki nefsimi ve halimi Sana þekvâ ediyorum. Günahtan Korunma ve Kurtulma Yollarý: 1. Manevî þirkete dahil olmak Bediüzzaman'a göre, böyle fýrtýnalý bir zamanda, bu dehþetli hadiselere karþý, ihlâs kuvvetinden sonra en büyük kuvvet, "iþtirâk-i âmâl-i uhrevîye" denilen manevî þirket düsturuyla birbirimizin amel defterine hasenat yazdýrmaktýr. Ayný zamanda dillerimizle, birbirimizin takvâ kalesine ve siperine kuvvet ve yardým göndermektir. Özellikle fýrtýnalý hücumlara hedef olan kardeþlerin, mübarek üç aylarda ve meþhur gecelerde yardýmlarýna koþmaktýr. 2. (Ýman+Farzlar)- günahlar Ýmanla hayatlanmak, farzlarla süslenmek ve günahlardan kaçýnmakla Müslüman bu dünya hayatýndan da lezzet alabilir. Said Nursî þu sözüyle hayatý en güzel þekilde yaþamanýn formülünü verir: "Hayatýn lezzetini ve zevkini isterseniz, hayatýnýzý imân ile hayatlandýrýnýz ve feraizle zinetlendiriniz ve günahlardan çekinmekle muhafaza ediniz." 3. Günahlara karþý mânevî polisler Acaba adam öldürmek, zina, hýrsýzlýk, kumar, þarap gibi sosyal hayatý zehirlendiren pek çok büyük günahlarý iþleyenleri onlardan men etmek için, yalnýz hapis korkusu ve devletin bir polisinin görmesi yeterli mi? O halde, her evde, belki herkesin yanýnda daima bir polis, bir hafiye bulunmak lâzým gelir ki, serkeþ nefisler kendilerini o pisliklerden çeksinler. Said Nursi'ye göre, Risâle-i Nur, salih amel noktasýnda, imân tarafýnda, herkesin baþýnda her vakit bir mânevî yasakçýyý bulundurmaktadýr. Bu dünyada iman içinde lezzeti gösterdiði gibi, günahlar içinde de sýkýntýlarý, elemleri göstermektedir. Günah iþleyen kiþi cehennem hapsini ve Allah'ýn gazabýný hatýrýna getirmekle fenalýktan kolayca kurtulmaktadýr. Ýman, kalbde, kafada sürekli mânevî bir yasakçý býraktýðýndan, fena meyiller histen, nefisten çýktýkça 'yasaktýr' deyip kovmakta ve kaçýrmaktadýr. 4. Günahlardan utanmak Günahlarýn insanlara verdiði utanma duygusu onlarý bir süre sonra terk etme yoluna götürür. Dünyada, çok namus sahipleri, cinayetlerinin verdiði utançtan kurtulmak için, kendilerine cezanýn tatbikini istemiþlerdir ve isteyenler de vardýr. Basýndan takip ettiðimize göre suç iþleyen bazý kimseler suçlarýný itiraf ederek karakollara teslim olmaktadýrlar. 5. Nefsin kusurunu görmek Þeytanýn þerrinden kurtulmanýn yolu Allah'a sýðýnmaktýr. Bediüzzaman bunun yolunu þöyle çizer: "Nefsini itham eden, kusurunu görür. Kusurunu itiraf eden, istiðfar eder. Ýstiðfar eden, istiâze eder. Ýstiâze eden, þeytanýn þerrinden kurtulur." "Kusurunu görmemek, o kusurdan daha büyük bir kusurdur. Ve kusurunu itiraf etmemek, büyük bir noksanlýktýr." diyen Said Nursî, kiþi kusurunu görse, o kusur kusurluktan çýkacaðýný ve itiraf etse, affa müstehak olacaðýný da belirtir. 6. Hastalýklara sabretmek Hastalýklara eðer sabredip þikâyet edilmezse, þu geçici bir hastalýkla sürekli pek çok hastalýklardan kurtulma imkâný vardýr. En önce, sýnýrsýz yaralý ve hastalýklý bu büyük mânevî vücudun hadsiz hastalýklarýna kat’î ilâç ve kat’î þifa verici bir tiryak olan imân ilâcýný aramak ve itikadýný düzeltmek gerektir. O ilâcý bulmakta en kýsa yol, bu maddî hastalýðýn yýrttýðý gaflet perdesinin altýnda bizlere gösterdiði acz ve zaaf penceresiyle, bir Kadîr-i Zülcelâlin kudretini ve rahmetini tanýmaktýr. 7. Takva ve salih amel zýrhýna bürünmek Kur'ân-ý Hakim'in nazarýnda, imandan sonra en çok esas tutulan takvâ ve salih ameldir. Takvâ, yasaklardan ve günahlardan kaçýnmaktýr. Takvanýn üç mertebesi vardýr: 1. Þirki terk etmek, 2. Günahlarý terk etmek, 3. Allah'tan baþkasýný terk etmek. Salih Amel: Emir dairesinde hareket ve hayrat kazanmaktýr. Said Nursî, "Her zaman def-i þer, celb-i nef'a râcih olmakla beraber, bu tahribat ve sefahet ve câzibedar hevesat zamanýnda bu takvâ olan def-i mefasid ve terk-i kebair üssü'l-esas olup büyük bir rüçhaniyet kesb etmiþ. Bu zamanda tahribat ve menfî cereyan dehþetlendiði için, takvâ bu tahribata karþý en büyük esastýr." derken þerleri def etmenin faydalý þeyleri celb etmekten önce geldiðini ifade eder. Yani takvanýn salih amelden önce geldiðini belirtir. Þu zamanýn dehþeti karþýsýnda çok önemli bir de müjde verir: "Farzlarýný yapan, kebireleri iþlemeyen, kurtulur." 8. Haramlarý terk etmek Þu zamanýn aðýr þartlarý altýnda az bir salih amel çok hükmündedir. Takva içinde de bir çeþit salih amel vardýr. Çünkü, bir haramýn terki vaciptir. Bir vacibi iþlemek, çok sünnetlere karþýlýk sevabý vardýr. Takvâ, böyle zamanlarda, binler günahýn hücumlarýnda bir tek kaçýnmak, az bir amelle, yüzer günah terkinde, yüzer vacip iþlenmiþ olur. Bu ehemmiyetli nokta, niyetle, takvâ namýyla ve günahtan kaçýnmak kastýyla menfî ibadetten gelen ehemmiyetli salih amellerdir. 9. Günahlardan korunmak için niyet etmek Bediüzzaman, "Risâle-i Nur þakirtlerinin, bu zamanda en mühim vazifeleri, tahribata ve günahlara karþý takvâyý esas tutup davranmak gerektir." deyip günümüz günahlarýna dikkat çekmekte ve "Madem her dakikada, þimdiki tarz-ý hayat-ý içtimaiyede yüz günah insana karþý geliyor; elbette takvayla ve niyet-i içtinabla yüzer amel-i sâlih iþlenmiþ hükmündedir." demektedir. Said Nursî günlük hayattan þöyle bir örnek verir: "Bir adamýn bir günde harap ettiði bir sarayý, yirmi adam, yirmi günde yapamaz. Bir adamýn tahribatýna karþý yirmi adam çalýþmak lâzým gelirken; þimdi, binler tahribatçýya mukabil, Risâle-i Nur gibi bir tamircinin bu derece mukavemeti ve tesiratý pek harikadýr." 10. Ýhlâs, sadakat ve tesanütle çalýþmak Sosyal hayata giren kimse hangi þeye temas etse, çoðunlukla günahlara bulaþmaktadýr. Her yönden gelen günahlar serbestçe insaný sarýyorlar. Bu kadar günahlara karþý insanýn hususî ibadet ve takvâsý nasýl mukabele edebilir? Her biri bin yerden gelen günahlara karþý bir dille nasýl mukabele eder, galebe eder, kurtulur? Bu tehlikelere karþý, Risâle-i Nur'un hakikî ve sadýk talebelerinin aralarýndaki esas düstur olan "iþtirak-i âmâl-i uhreviye kanunuyla ve samimi ve halis tesanüd sýrrý" önemlidir. Yapýlacak iþ þudur: Her bir halis nur talebesi kardeþleri adedince dillerle ibadet edip istiðfar eder. Bin taraftan hücum eden günahlara, binler dille karþýlýk verir. Bazý meleklerin kýrk bin dille zikrettikleri gibi, halis, hakikî, müttakî bir nur talebesi dahi kýrk bin kardeþinin dilleriyle ibadet eder. Kurtuluþa müstehak ve inþaallah ehl-i saadet olur. Risâle-i Nur dairesinde sadakat, hizmet, takvâ ve büyük günahlardan çekinmek derecesiyle o ulvî ve küllî ubudiyete sahip olur. Elbette, bu büyük kazancý kaçýrmamak için, takvâda, ihlâsta, sadakatte çalýþmak gerektir. 11. Gýyaben duâ etmek Günahlara bulaþan din kardeþlerine gýyaben, günahsýz bir dille duâ etmek. O insanlara manen yardým etmiþ oluyor. Sevab kefesine destek saðlanýyor. Sonsöz Risâle-i Nur'da, günahlarý, günahlarýn açtýðý yaralarý ve tedavi çarelerini bulmaya çalýþtýk. Ýþlenen günahlara karþý en güzel silâh duâ, tevbe ve istiðfardýr. Bediüzzaman Said Nursî'nin sözleriyle yazýmýzý bitirmek istiyoruz: "Ey cirmi ve cismi küçük ve cürmü ve zulmü büyük ve ayýp ve zenbi azîm biçare insan! Kâinatýn hiddetinden, mahlûkatýn nefretinden, mevcudatýn öfkesinden kurtulmak istersen, iþte kurtulmanýn çaresi: Kur'ân-ý Hakîmin daire-i kudsiyesine girmektir ve Kur'ân'ýn mübelliði olan Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmýn sünnet-i seniyyesine ittibâdýr. Gir ve tâbi ol." "Helâl dairesi geniþtir, keyfe kâfi gelir. Harama girmeye hiç lüzum yoktur. Ferâiz-i Ýlâhiye ise hafiftir, azdýr. Allah'a abd ve asker olmak, öyle lezzetli bir þereftir ki, tarif edilmez. Vazife ise, yalnýz bir asker gibi, Allah nâmýna iþlemeli, baþlamalý. Ve Allah hesâbiyle vermeli ve almalý. Ve izni ve kanunu dairesinde hareket etmeli, sükûnet bulmalý. Kusur etse istiðfar etmeli: "Yâ Rab, kusurumuzu affet. Bizi Kendine kul kabul et. Emânetini kabzetmek zamanýna kadar bizi emânette emîn kýl. Amin!" demeli ve O'na yalvarmalý." Risale-i Nur Enstitüsü 07.03.2008 Zitieren Link zu diesem Kommentar Auf anderen Seiten teilen Mehr Optionen zum Teilen...
Empfohlene Beiträge
Dein Kommentar
Du kannst jetzt schreiben und Dich später registrieren. Wenn Du ein Konto hast, melde Dich jetzt an, um unter Deinem Benutzernamen zu schreiben.