Adem Geschrieben 6. Mai 2008 Teilen Geschrieben 6. Mai 2008 Faiz ve riba .Hayrettin Karaman Ýslam'ýn, sermaye elde etmek ve arttýrmak için tercih ve teklif ettiði teþvik aracý faiz deðil, kâr ve zararda ortaklýktýr. Benim "www.hayreddinkaraman.net" adresli siteme girilir ve oradan faiz ve riba maddeleri aranýrsa veya "Ýslam'da Banka ve Sigorta" isimli kitabýma bakýlýrsa, "niçin faiz deðil de kâr" sorusunun cevabý görülür. Burada faizin ve faizciliðin zararlarý, sermaye ile kâr ve zararda ortak olarak ekonomiye katkýda bulunmanýn faydalarý üzerine duracak deðilim. Ancak -bizim gazetenin dünkü sayýsýnda çýkan bir istatistik sebebiyle- modernist takýlan bazý ilahiyatçýlarýn, ribâ ile faizi birbirinden farklý kýlma ve bugün bankalarýn alýp verdiði faizin, Kur'an'ýn geldiði günlerdeki ribâdan farklý olduðunu ileri sürerek "faizin helal olduðuna dair" delil oluþturma teþebbüslerinde kullandýklarý bir argümanýn asýlsýz olduðunu ifade etme fýrsatý buldum, onu yazacaðým. Ýddialarýna göre Hz. Peygamber devrinde parayý faiz karþýlýðýnda ödünç verenler zenginler, faiz ödeyenler ise yoksullar imiþ, Ýslam bu zulmü ortadan kaldýrmak için ribâyý (bu manada faizi) yasaklamýþ. Halbuki bugün bankalar, yoksul ve dar gelirlilerin tasarruflarýný topluyor, bunlarý zenginlere (sanayici ve tüccara) veriyor, onlardan aldýðý faizi yoksullara daðýtýyormuþ; bu sebeple mahiyeti ve fonksiyonu deðiþen fazin artýk helal olmasý gerekiyormuþ. Bir kere fâiz-ribâ ayrýmýnýn dinî ve ilmî dayanaðý yoktur. Kadim Ýslamî ýstýlahlar arasýnda "faiz" deðil, "ribâ" kelimesi vardýr. Bizde fâiz, Araplar'da "fâide" yeni sayýlacak bir zamandan beri kullanýlmaktadýr. Temel fýkýh kitaplarýnýn yazýldýðý dönemlerde kullanýlan ribâ kelimesinin kavram muhtevasý içinde bugün adýna faiz denilen fazlalýk da vardýr ve bunda hiçbir görüþ farký mevcut deðildir; yani fýkýh alimlerinin tamamýna göre, enflasyonun bulunmadýðý bir ekonomik ortamda "bir kimseye yüz lira verir, bir müddet sonra yüz bir lira olarak geri alýrsanýz yüzde bir faiz (ribâ) almýþ olusunuz." Enflasyon varsa, onun farkýný aldýktan sonra bir puan fazla alýrsanýz faiz (ribâ) almýþ olursunuz. Faiz kavramý içine giren baþka iþlemler de vardýr, ama bizi burada ilgilendireni yukarýda verdiðimiz tanýmdýr. Þimdi aþaðýdaki tabloya bakarak bankalardaki mevduatýn yoksullara mý, yoksa zenginlere mi ait olduðunu görelim: 2005 yýlýnda bankalardaki mevdûâtýn daðýlýmý: 10 Bin YTL'ye kadar 23.928 % 10,2 10-50 bin YTL arasý 43.243 % 18,5 50-250 bin arasý 46.401 % 19,8 250 bin-1 milyon arasý 28.896 % 12,3 1 milyon YTL üzeri 91.795 % 39,2 2004 yýlý ile yapýlan karþýlaþtýrma da giderek, büyük rakamlarýn diðerlerine oranýnýn arttýðýný gösteriyor. Sonuç olarak bankalara para yatýrýp faiz alanlarýn dar gelirliler deðil, yoksullar hiç deðil, zenginler, hem de bayaðý zenginler olduðu anlaþýlýyor. Peki faiz son tahlilde kimin cebinden çýkýyor? Tüketicinin cebinden çýkýyor; çünkü üretim giderlerine ve maliyete faiz de ekleniyor ve kâr ile birlikte tüketiciden alýnýyor. Ülkemizde tüketici durumunda olan halkýn kahir ekseriyetinin ekonomik durumu nasýldýr? Dar gelirli ve yoksullardýr. Sonuç: Bugün de faiz, yoksuldan alýnýp zengine veriliyor. Ayný zenginler faiz yeyici deðil de sermayesi ile teþebbüse -kâr ve zararda ortak olarak- katýlýcý olsalardý fiyatlardan faiz düþecek ve yoksullarýn cebinden fazla para çýkmayacaktý. Reformculara duyurulur. 19 Mart 2006 Pazar Zitieren Link zu diesem Kommentar Auf anderen Seiten teilen Mehr Optionen zum Teilen...
Webmaster Geschrieben 29. Juli 2009 Teilen Geschrieben 29. Juli 2009 Faiz meselesi Faiz meselesi 29/07/2009 Hakan ALBAYRAK - YENÝ ÞAFAK Efendimiz (sallallahu aleyhi vesellem) faizi ayaklarýnýn altýna almýþtý, biz öpüp baþýmýzýn üstüne koyuyoruz. Býçak kemiðe dayanmadýðýnda, bir ölüm-kalým meselesi olmadýðýnda bile taammüden faize bulaþýyoruz. Faizden fellik fellik kaçmamýz gerekirken, gidip onun kucaðýna oturuyoruz. *** Geçenlerde bir arkadaþ, arabasýný satacaðýný söyledi. Sebebini sordum. “Þu kadar para eder. Bankadan kredi çekip üstüne þu kadar para eklersem daha iyi bir araba alabilirim” dedi. “Ama faize bulaþacaksýn” diye tepki gösterdim. “E ne yapalým!” deyip geçti. (Dikkat buyurun: “E ne yapalým”dan sonra soru iþareti yok, ünlem iþareti var.) Ezra Pound bunu duysaydý herhalde þöyle derdi: “Siz Müslümanlar bile böyle yaparsanýz, bir lüks uðruna faize bulaþmayý kendinize yakýþtýrýrsanýz, dünya fitneye teslim olmuþ demektir.” *** Pound Müslüman deðildi, ama Efendimiz'in niye “Faiz ayaklarýmýn altýndadýr” dediðini çok iyi kavramýþtý. “Faiz, karýyla kocanýn arasýna girer… Faiz, babayla oðlun arasýna girer… Faiz, çiftçiyle topraðýn arasýna girer…” diyordu Pound. Biz ne diyoruz? “E ne yapalým!” Hakan ALBAYRAK - YENÝ ÞAFAK, 29.07.2009 Zitieren Link zu diesem Kommentar Auf anderen Seiten teilen Mehr Optionen zum Teilen...
Webmaster Geschrieben 1. September 2010 Teilen Geschrieben 1. September 2010 Faiz 'caiz' oldu Ýlahiyat profesöründen ilginç faiz çýkýþý! http://im.haberturk.com/2010/09/01/547782_detay.jpg?1283343934 Faizi haram sayan ve kârzarar ortaklýðý yapýsýyla çalýþan katýlým bankalarýnýn Merkez Bankasý’ndan aldýðý ‘zorunlu faiz’ sorunu Ýlahiyat Profesörü Hayrettin Karaman’dan alýnan fatva (dine uygunluk görüþü) ile çözüldü. Topladýklarý TL fonlarýn yüzde 5’ini Merkez Bankasý’nda Mevduat Munzam Karþýlýðý olarak tutmak zorunda olan katýlým bankalarý bunun karþýlýðýnda munzam karþýlýk olarak tutulan miktarýn yýllýk yüzde 5.2’sini faiz olarak alýyor. Ancak faizsiz bankacýlýk yapan katýlým bankalarý Merkez Bankasý’na giderek bu faizi istemediklerini bunun yerine munzam karþýlýklarýn daha cüzi bir tutara indirilmesini istedi. Ancak Merkez bu isteði kabul etmedi. Diðer bankalarda olduðu gibi munzam karþýlýk tutulacaðý ve bunun karþýlýðýnda da faiz ödenmesinin zorunlu olduðu iletildi. ÖNCE BAÐIÞ YAPTILAR Bunun üzerine faiz gelirini haram olduðu için kâr paylarýna ve katýlýmcýlara yansýtmak istemeyen katýlým bankalarýnýn bir kýsmý Merkez’den aldýklarý faizi yaptýklarý baðýþlarda, sponsorluk harcamalarýnda, sosyal sorumluluk projelerinde kullandýlar ayrýca Tasarruf Mevduatý Sigorta Fonu kesintilerini bu faizden ödemeye baþladýlar. Ancak katýlým bankalarýnýn topladýðý fon miktarý 18.4 milyar TL, bunun karþýlýðýnda Merkez Bankasý’nda tutulan zorunlu karþýlýk 924 milyon TL’ye çýktý. Katýlým bankalarýnda biriken fonlar artýp faiz geliri de 48 milyon TL gibi önemli bir tutara ulaþýnca faizsiz bankacýlýk yapan kurumlar bu faizin hesaplara katýlmasýnýn dinen uygun olup olmadýðýný dünyada diðer Ýslami bankacýlýk yapan kurumlarda adý Þeirat Kurulu olan ancak Türkiye’de bu adýn kullanýlmasýnýn hassas olmasý nedeniyle ‘Danýþma Kurulu’ olan kurula sormaya karar verdiler. Türkiye’nin en büyük üç katýlým bankasýnýn danýþmaný olan ve ayný zamanda Avrupa Uluslararasý Ýslam Üniversitesi’nde öðretim görevlisi olan Ýlahiyat Profesörü Hayrettin Karaman, Merkez Bankasý’ndan alýnan faizde bir seçim olmadýðý ve zorunluluk nedeniyle faiz alýnmasý nedeniyle bunun ‘faiz olarak’ adlandýrýlamayacaðý yönünde fetva verdi. Bunun üzerine katýlým bankalarý alýnan faizleri rahat rahat kullanmaya baþladý. GÖRÜÞ ALMADAN YAPMIYOR Katýlým bankalarýnýn dine uygunluk görüþü almadan hiçbir konuda hareket etmediðini vurgulayan Katýlým Bankalarý Birliði Genel Sekreteri Osman Akyüz “Her bankanýn bir danýþma kurulu var. Bankalar genellikle Hayrettin Karaman’nýn görüþüne göre hareket ediyor. Munzam karþýlýk konusunda bir zorunluluk olduðu için faiz sayýlmýyor. Katýlým bankalarý dýþarýdaki din adamlarýndan da görüþ soruyor. Ancak bizim insanlarýmýz Türkiye’den din adamlarýna daha çok güvendiði için Hayrettin Karaman’ýn görüþü geçerlilik kazanýyor” dedi. ENFLASYON KADAR FAÝZ HARAM DEÐÝL Karaman internet sitesinde devletin nemalandýrdýðý KEY ödemeleri faizinin haram sayýlamayacaðýný belirterek: “Devlet, banka gibi bir “faizci kuruluþ” olmadýðý için ve tasarruf kesintisi ile faizcilik yapmadýðý, nakit ihtiyacýný karþýladýðý için, ödünç aldýðý bu parayý geri öderken “enflasyon farkýný aþmayan” rakkam fazlalýðýna faiz demek mümkün deðildir. Devletin ödediði nema, kestiði paralarýn yýllarca birikmiþ enflasyon farkýnýn çok altýndadýr ve dine göre borcunu ödeyen, enflasyon farkýný da ödemekle yükümlüdür” diyor. ‘DEVLETÝN VERDÝÐÝ KONUT KREDÝSÝ HARAM SAYILMAZ’ Karaman’ýn bazý finansal sorunlarla ilgili görüþleri ise þöyle: - Devletin verdiði konut kredisi, faizi enflasyondan düþük olduðu sürece alýnýr. - Temerrüt faizinin enflasyon miktarýný aþmayan kýsmý zaten alacaklýnýn hakkýdýr. - Vade farký faiz deðildir. - Yatýrým fonlarýna katýlarak buradan gelir elde etmek caiz deðildir. GAZETE HABERTÜRK - RAHÝM AK, 01.09.2010 Zitieren Link zu diesem Kommentar Auf anderen Seiten teilen Mehr Optionen zum Teilen...
Serbederan-19 Geschrieben 1. September 2010 Teilen Geschrieben 1. September 2010 ödünç aldýðý bu parayý geri öderken “enflasyon farkýný aþmayan” rakkam fazlalýðýna faiz demek mümkün deðildir. Devletin ödediði nema, kestiði paralarýn yýllarca birikmiþ enflasyon farkýnýn çok altýndadýr ve dine göre borcunu ödeyen, enflasyon farkýný da ödemekle yükümlüdür” diyor. ‘DEVLETÝN VERDÝÐÝ KONUT KREDÝSÝ HARAM SAYILMAZ’ Karaman’ýn bazý finansal sorunlarla ilgili görüþleri ise þöyle: - Devletin verdiði konut kredisi, faizi enflasyondan düþük olduðu sürece alýnýr. - Temerrüt faizinin enflasyon miktarýný aþmayan kýsmý zaten alacaklýnýn hakkýdýr. - Vade farký faiz deðildir. - Yatýrým fonlarýna katýlarak buradan gelir elde etmek caiz deðildir. ne kadar bu fikhi fetvalar kulagimiza yabanci gelsede, dogrudur. bu sebepten dolayi, mal varliginin karsiligini altina endeksli hesap edip, verilen ve alinan ödünc paralarin, o günün altin karsiligina göre tesbit edip, geri ödeneck/alinacak miktarin zamanlar ne kadar deger kaybettigini (enflasyon) tesbit etmek lazim gelir. cünki altinin degeri sabittir. mesela, bugün iki sene vade ile 1000 euro borc alsam; bu miktarin bugün ki altin degeri 100 gr olsa, ve bu parayi iki sene sonra geri öderken, 1000 euronun altin endeksi 110 gr olsa, 1100 euro ödemek zorunda olurum. bu miktar alacaklinin hakkidir. ödenmezse kul hakkina ihanet edilmis olur.faizdir. faiz, hakkindan fazla almak, fahis kazanctir. sadece aldigindan fazla ödemek degil, mecbur olunan miktardan az ödemekte faizdir. hatta komsudan alinan bir bardak sekeri geri verirken ayni bardagi kullanmamak, alinandan az ve cok vermek faizdir. "ne zulm edin, ne de zulme ugrayin" bu meselede ki incelikleri bilmedigimizden, "faizin tozu" hepimize degiyor. Zitieren Link zu diesem Kommentar Auf anderen Seiten teilen Mehr Optionen zum Teilen...
Serbederan-19 Geschrieben 1. September 2010 Teilen Geschrieben 1. September 2010 Faiz 'caiz' oldu Ýlahiyat profesöründen ilginç faiz çýkýþý! bir de, du haberin basligina bakarmisiniz? fitne cikarmaya ne kadar merakli millet... ben sahsen, karaman hocanin bazi fetvalarini hic hazmedemiyorum. ama ben müctehid degilim, akil yürütmek haddim degil. adami begenmemek baska, camur atmak baska. burada dini konulari ögrenmedigimize mi yanalim, yoksa yargisiz infaza mi? :daumrunter: Zitieren Link zu diesem Kommentar Auf anderen Seiten teilen Mehr Optionen zum Teilen...
Webmaster Geschrieben 1. September 2010 Teilen Geschrieben 1. September 2010 evet baslik benimde hemen gözüme carpti. Muhakkak bilerek secilmistir. Zitieren Link zu diesem Kommentar Auf anderen Seiten teilen Mehr Optionen zum Teilen...
yilmaz Geschrieben 1. September 2010 Teilen Geschrieben 1. September 2010 cünki altinin degeri sabittir. Grami ayni kalir, ama deger degisiyor: http://www.finanzen.net/rohstoffe/goldpreis Zitieren Link zu diesem Kommentar Auf anderen Seiten teilen Mehr Optionen zum Teilen...
Serbederan-19 Geschrieben 1. September 2010 Teilen Geschrieben 1. September 2010 cünki altinin degeri sabittir. Grami ayni kalir, ama deger degisiyor: http://www.finanzen.net/rohstoffe/goldpreis yinede ezelden beri tek sabit "deger" altindir. bir aralar gümüs de öyleydi ama gözden düstü. diger para birimleriyle kiyas yapilirsa, en güvenilir ayar hala altinda. para birimleri ait olduklari ülkelerin politikasina mahkum. o birimlere endekslenenler, yabanci ülkelerin politakini takip etmek zorunda. halbuki altin, ic piyasalarda, hatta halk tabaninda da deger görür. "namerdin" merhametine muhtac kalmamak icin, alimler altini, gümüsü tavsiye etmisler. Zitieren Link zu diesem Kommentar Auf anderen Seiten teilen Mehr Optionen zum Teilen...
Selim Geschrieben 6. September 2010 Teilen Geschrieben 6. September 2010 Hayrettin Karaman'ýn yazýsý Munzam karþýlýk faizi Habertürk gazetesinde "bana izafeten katýlým bankalarýnýn Merkez Bankasý'nda tutmak mecburiyetinde olduklarý munzam karþýlýk parasýna verilen faizin helal olduðu, bunun para yatýranlara daðýtýlabileceði, böyle bir fetva verdiðim" haberi yer aldý. Bu haber üzerine yazýlar yazýldý, yorumlar yapýldý. Bir Allah'ýn kulu (hele de Prof. Nevzat Yalçýntaþ gibi bir dost), konuþmadan, yorum yapmadan önce bana bir telefon edip "Bu iþin aslý nedir?" diye sormadýlar. Sanki gazete haberleri dini naslardý, onlarda yanlýþ, yalan, saptýrma... olmazdý! Þimdi ben ne dediðimi açýklayacaðým; hakkýmda atýp tutanlarý da utançlarýyla baþ baþa býrakýyorum. Bu konu bana defalarca soruldu, verdiðim cevaplar hem soran banka yetkililerinin kayýtlarýnda hem de benim kayýtlarýmda, sitemde ve kitaplarýmda vardýr. Verdiðim cevaplarý bu kaynaklardan kopyala yapýþtýr yaparak aynen veriyorum: (Soru 2) Merkez Bankasý'nda bloke edilen paramýza faiz iþlemekte ve alýnan bu para TMSF'ye ödenmektedir. Hocam bu parayý alýp TMSF'ye ödememiz konusunda hayli sual gelmektedir. Nasýl açýklamalýyým? Cevap: Bu soru merkezde müzakere edilmiþ, tarafýmdan cevap verilmiþ idi. Kýsaca tekrar edeyim: Bu parayý biz, faiz kazanmak için serbest irademizle bankaya yatýrmýyoruz. Mevzuat mecbur ediyor. Bu sebeple enflasyon farký kadarýný alabiliriz (Havuzlara da daðýtýrýz). Geri kalan TMSF'ye verilebilir, ama bir gün TMSF bunu katýlým hesabý sahiplerine öderse, alanlarýn zengin olanlarý bu parayý yoksullara vermek durumundadýrlar, kendileri yiyemezler. Bu vesile ile bir hususu daha yazacaðým: Merkezde yapýlan bir toplantýya çaðrýlmýþtým. Arap ülkelerinden gelen ortaklar veya temsilcileri de vardý. Merkez Bankasý'nda tutmak mecburiyetinde olduðunuz meblaðýn faizini soruyorlardý. Ben görüþümü þöyle ifade etmiþtim: "Bu para bizden kanuni mecburiyetle alýnmaktadýr. Biz faiz kazanalým diye Merkez Bankasý'na para yatýrmýyoruz. Bu durumda banka, bize paramýzý ödediðinde enflasyon farký ile ödemek durumundadýr. Þu halde faiz adýyla ödediði nominal fazlalýðýn enflasyona tekabul eden kýsmý bizim hakkýmýzdýr, bunu alýr, havuzlara da daðýtabiliriz. Ödenen reel faizi de sigorta fonuna yatýrýrýz. Bir gün bu fondan katýlýmcýlara ödeme yapýlýrsa, bunlarýn zengin (temel ihtiyaçlarýný temin edebilen) olanlarý bunu yoksullara verirler. Muhtaç olanlarý ise bizzat kullanabilirler." (Bir baþka cevap): Laik bir düzende yaþayan Müslümanlar meþru olan iþlerini yürütmek için (mesela bir vakýf kurmak, þirket kurmak, okul açmak...." laik kanunlara ve düzene göre mecbur kaldýklarý bazý "normal hallerde caiz olmayan" iþlemleri de yaparlar. bu zarurete girer. Eðer bu iþlemlerden biri, bankada belli bir miktar parayý tutmak ise bunu tutarlar, tahakkuk eden faizi alýr, mesela yoksullara daðýtýrlar, kendileri yiyemezler. Katýlým bankalarý da bunu yapýyorlar. (Bir baþka cevap): Merkez Bankasý'nda biriken faiz 1. Merkez Bankasý'ndan faiz mutlaka alýnmalýdýr. Alýnan faiz: a)Benim aþaðýda vereceðim cevabý kabul edenler tarafýndan, cevapta geçen çözüm þekline göre kullanýlmalýdýr. b) Benim fetvamý kabul etmeyenler tarafýndan ise yoksullara verilmelidir; buna kimse itiraz etmez. 2. ...Ancak sigorta fonunda biriken meblaðýn faiz olan kýsmý, hiçbir zaman, ödeme güçlüðüne düþmemiþ, muhtaç hale gelmemiþ katýlýmcýlar ve kurum tarafýndan, kendi menfaatleri için kullanýlamaz. Her hal ve kârda fonda biriktirme amacýna göre kullanýlýr. Ödeme þartlarý gerçekleþip bunu (paralarýndan kesilen miktarý deðil, faize tekabül eden miktarý) alan katýlýmcý yoksul ise kendine harcar, zengin ise aldýðýný yoksullara daðýtýr. Fonun, katýlýmcýnýn kendi parasýndan kesilen miktarý ise zaten onlarýn hakkýdýr... (Baþka bir cevap): Merkez Bankasý'nda mecburen kalan paradan oluþan reel faiz alýnýp katýlýmcýlara daðýtýlmýyor; buna fetva vermedik, yoksullara veriliyor veya ileride ihtiyaç içine düþecek olan katýlýmcýlar için mevduat sigorta fonuna yatýrýlýyor. Reel faiz olmayan (enflasyon farký) ise alýnýyor veya ben alýnabilir diye fetva verdim Zitieren Link zu diesem Kommentar Auf anderen Seiten teilen Mehr Optionen zum Teilen...
Webmaster Geschrieben 29. Juli 2011 Teilen Geschrieben 29. Juli 2011 İŞTE GERÇEK TERÖRİSTLER! Aç olduğu için banka soyan hırsız değildir. Bankayı açan hırsızdır! Türkiye'de sap ile saman sürekli karıştırılır. Bankacılık sistemi üzerine kimsenin bilgisi yoktur. Tek bilinen şey şudur; ''Mantıklı insan için, kredi kartı bir nimettir." Evet bu hep böyle düşünülür. Bankaların dayattığı bir paradigmadır bu. Ama özü itibari ile ''bankacılık, salt hırsızlıktır.'' Hatta; ''terörizm kategorisinde incelenmesi gereken bir zorla gasp yöntemidir.'' Ve bu terör örgütünün ''gerillası''; avukatları, personelidir. Önderlik kadrosu, yönetici ve sahipleridir. Hiçbir devlet bu teröristleri hapise atamaz. Çünkü, tamamı bu kurumlara borçludur! Evet şimdi bu terör faaliyetinin detaylarını size anlatacağız; 1. FAİZ Piyasaya sürülen kredi, bir nimet değildir. Çünkü kredi ihtiyacı olanların bu durumu, yine piyasaya kredi sürenler tarafından oluşturulmuştur. Yani; krediye muhtaç olanların bu muhtaciyetinin nedeni, krediyi verenlerdir. Bu ortamı yaratabilmek için; öncelikle onları ''bencilleştiren faaliyetler yürütürler.'' Mesela, medya organlarını satın alıp, onları ''bireye dönüştürür, yalnızlaştırırlar.'' Sonraki aşama; işsizlik ve yoksulluktur. Bireyleşen, bencilleşen insan, sıkıntısını banka ile çözme yoluna başvurur. Ve bir miktar para çeker. Fakat ödenecek faiz; banka tarafından piyasaya sürülmez. Bu ne anlama gelir ? Piyasada dönen para, bankaya akmaya başlar. Çünkü o faizin ödenmesi için; kişi kendisinde olan birşeyi bankaya vermelidir. Aksi halde ödeyemez. Şunun gibidir... Banka piyasaya 100 birim para sürer; Karşılığında 110 birim ister. Ama o 10 birim aslında hiç yoktur. Ve bu 10 birim ödenemediğinden; daha değerli şeyler banka tarafından el konularak, gasp yoluyla ele geçirilir... 2. BİRİKİM Bankalar, piyasaya güvensizlik pompalar. Bunun nedeni; birikime teşviktir. Güvensiz ortam, serbest piyasanın ön koşuludur. Bu yolla bankalar, birikime yöneltilen parayı kasasında tutar. Bu durum piyasada dönmesi gereken paranın hacimce azalmasını sağlar, devletler borçlanır, halk fakirleşir. Tıpkı şu örnekteki gibi; Piyasada dönen 100 birim 100 kişinin karnını doyurur. Ancak biri zorbalık edip, 50 birime el koyduğunda, 99 kişi 50 birimi paylaşmak zorunda kalır. İşte fakirliğin nedeni budur... Banka Patronları, uluslararası sermaye güçlerinin elebaşıdır. Bunlar para dışında hiçbirşeye inanmazlar. Yani parayatapıcılardır. Dolayısı ile, emperyalistlerdir. Türkiye'de ki terör sorunundan, kürt meselesine, her somut problem; bizzat onların işine gelir. Çünkü küreselleşme, kapitalizmin nirvanası, ana hedefidir. Bu yüzden; işlerine gelen ''işbirlikçileri'' finanse ederler... İCRA X kişinin bir miktar para alıp, ödeyememesi sonucunda oluşan durum İCRA'dır. İcra yoluyla, kişinin özel mallarına el konur. Bu durum, çağın yeni kölelik düzenidir. Çünkü yöntemi şudur; ''Ödeyemez hale getir, icra et, köleleşsin.'' Yani, zenginliğini arttırmak için, yoksullaştır. Yeryüzünde var olan tüm nimetler, insanlığındır. Ve bunlar üzerinde kimsenin özerk hakkı olamaz. Bankacılık insanlara, ''kapitalizmi bir dünya görüşü olarak dayatır.'' ÖRN; Borçlu, önce banka tarafından aranır. Sonra avukat tarafından aranmaya başlar. Aslında, arayanlar da halktır. Ama; bu dünya görüşüne inandırılmış bireylerdir. Yani birer askerdir. Kapitalizmin ''şuursuz askerleri.'' Mart 2011'de Bankaların ettiği ''kar''; 2 milyar 934 milyon liradır. Bu para nereden geldi dersiniz ? Bu, karşılıksız bir kazançtır. Doğrudan hırsızlıktır. Çünkü; örnek olarak; piyasaya sürülen 5 milyar doların karşılığında, piyasadan çekilen 8 milyar doların karıdır bu. Bunu ödemek için insanlar ne yaptılar ? Yoksullaştılar, işlerini, barınaklarını kaybettiler. İnsanlığa, topluma yabancılaştı, düşman oldular. Herkes kendi derdine düştü, yalnızlaştı, bozuldu... Böylece, liberal teraneler daha iyi karşılık görür hale geldi. İyi düşünün. Bankaları kullanmayın! (Önerimiz) HALKnet.com, 29.07.2011 Zitieren Link zu diesem Kommentar Auf anderen Seiten teilen Mehr Optionen zum Teilen...
Webmaster Geschrieben 17. Dezember 2013 Teilen Geschrieben 17. Dezember 2013 [h=1]Hayrettin Karaman'ın sitem dolu faiz yazısı[/h][h=2]Yazıda, "inandıklarını söyleyenlerin" tutumlarını eleştirdi.[/h]23.08.2013 - 21:02 İslam fıkıhı alanında Türkiye'de en yetkin isim olarak gösterilen Yeni Şafak yazarı Hayrettin Karaman, son yazısında, zenginleşmek için yapmadıkları kalmayanlara sitem etti, "Fakirler faize yöneliyorsa, sorumlusu aç gözlü müminlerdir." dedi. [h=4]KARAMAN'IN SON YAZISI[/h]Tekâsür sûresinde Allah Teâlâ buyuruyor ki: 'Çokluk peşinde koşup yarışma sizi kabirlere varıncaya kadar oyaladı'. [h=4]"HAZ PEŞİNDE KOŞANLAR TAMAM DA İNANANLARA NE DEMELİ"[/h]Hadi dünya hayatında, olabildiğince çoğu elde etmekten ve alabildiğine haz peşinde koşmaktan başka amacı olmayan imansızlar, kapitalistler, aç gözlüler bütün ömürlerini çoğaltmanın peşinde harcıyorlar, peki bu dünyayı ahiretin tarlası, imtihan yeri, emanet, gelip geçici bilen, böyle inanan (inandıklarını söyleyen) müminlere ne demeli; onlar da çoğaltmanın peşinde koşma bakımından ötekilerden geri kalmıyorlar! Müminler fert ve cemiyet olarak bütün imkanlarını, Allah'a makbul bir kul olmanın, bu kulların kurduğu bir cemiyeti, bir medeniyeti, bir dünya düzenini insanlığa sunmanın peşinde olmalı değiller mi? [h=4]"NASIL MÜSLÜMAN OLUYORLAR!"[/h]Bir karış toprak için insan öldürenler, biraz daha fazla kazanmak için insanları yoksullaştıranlar veya yoksulları süründürenler, alırken süzgeci geniş tutup verirken kılı kırk yaranlar nasıl Müslüman oluyorlar! [h=4]FAKİRLER FAİZE YÖNELİYORSA..[/h]Birileri normal bir hayat için gerekli olan ihtiyaç maddelerini temin edemiyor, diğerleri fazlayı daha da artırmanın peşinde koşarken yokluk ve yoksulluk içinde harama el uzatmaya mecbur kalanların halini görmüyorlar. Bu durumda fıkıhçılar elbette 'zaruret kaidesine göre' fetva verecek, çaresiz kalanlar için ihtiyaç miktarı nesnenin -normal durumlarda meşru olmayan yollardan- temin edilebileceğini söyleyecekler; ama şurası unutulmamalıdır ki, insanları bu duruma düşürenlerden mutlaka hesap sorulacaktır! Evet, zarurete düşen, ihtiyacını karşılamazsa sıkıntı çeken, hayatı normal olmaktan çıkan insanlar başka kapı kalmayınca faizli krediye de başvururlar; ama bunun günahı, servetlerindeki yoksul haklarını ödemeyenlerin boynundadır. [h=4]ELİNDE FAZLASI OLANLAR KARŞILIKSIZ YARDIM ETMELİ[/h]Bir kimsenin meskene, yiyeceğe, giyeceğe, taşıta, tedaviye vs… ihtiyacı bulunduğunda elinde fazlası olanlar ona karşılıksız yardım etmelidirler. Bunlarla alış-veriş yapanlar müsamahalı davranmalı, ucuz ve gerekirse mümkün olduğu kadar az kâr ile vadeli vermelidirler. [h=4]"BUNLAR YAPILIRSA FAİZCİ BANKANIN KAPISI ÇALINMAZ"[/h]Katılım bankaları darlık içinde olanlara mesken, araba vb. alıp sattıklarında, mümkün olan en az kâr ile işlem yapmalıdırlar. Bütün bunlar yapıldığında hiçbir mümin, faizci bankanın kapısını çalmaz. Elinde imkan olanlar vazifelerini yapmazlar da yoksullar, zaruret icabı faize veya başka bir mahzura el uzatırlarsa bunun da günahı, yoksulun halini görmezden gelerek 'servetine servet katma peşinde ömür geçirenlere' ait olacaktır. Zitieren Link zu diesem Kommentar Auf anderen Seiten teilen Mehr Optionen zum Teilen...
Webmaster Geschrieben 6. Januar 2015 Teilen Geschrieben 6. Januar 2015 Ebubekir Sifil hocanin bir yazisindan: De demek istediğimi pratik bir örnek üzerinden açıklamaya çalışayım: Batı, Hristiyan kimliği dolayısıyla orada yaşayan müslümanlar için Daru’l-İslam değildir. Bu açık. Öyleyse burada yaşayan bir müslümanın, bankadan faizli kredi alarak ev-bark, araba… sahibi olmasında bir mahzur olmasa gerek. Özellikle ev ve araba “havaic-i asliye”den olarak oralardaki insanlar için olmazsa olmaz özellikte. (Hemen belirteyim ki, ben de geçmiş yıllarda bu bakış açısından hareket ederek bu meseleyi soran insanlara, ihtiyaç miktarınca, yani yatırım vb. maksatlar söz konusu değilse cevaz olabileceğini söylemiştim.) Fakat hadiseye daha “küllî” bir bakış açısıyla baktığımızda, oralarda yaşayan Müslümanların daha “küllî” bir soruya muhatap olduklarını görürüz. O da şudur: Müslümanların, kendi memleketlerinde can ve mal emniyeti konusunda gerçek bir ihlal ya da benzeri bir “zorlayıcı” sebep yahut tebliğ gibi bir amaç olmaksızın oralarda yaşaması doğru mudur? Sadece “biraz daha rahat” veya “standartları daha yüksek” bir hayat yaşamak için Batı’da tavattun etmek (orayı vatan edinmek) doğru mudur? Bu kararı vermiş bulunan milyonlarca müslüman, neyi önemseyerek/ön plana alarak verdi bu kararı? Dünyalık olarak elde ettikleri kazanç kadar, dinî sahada da kârlı çıktılar mı, yoksa dinden birtakım şeylerin yitip gitmesi pahasına mı dünyayı garantilediler? Oraya gidişleri dinî bir saike mi dayanıyordu, yoksa dünyevî endişeler mi temel amil oldu? Komple makale: https://ebubekirsifil.com/tarik-ramazan-nerede-duruyor/ Zitieren Link zu diesem Kommentar Auf anderen Seiten teilen Mehr Optionen zum Teilen...
Webmaster Geschrieben 15. März 2023 Teilen Geschrieben 15. März 2023 Zitieren Link zu diesem Kommentar Auf anderen Seiten teilen Mehr Optionen zum Teilen...
Webmaster Geschrieben 15. März 2023 Teilen Geschrieben 15. März 2023 Zitieren Link zu diesem Kommentar Auf anderen Seiten teilen Mehr Optionen zum Teilen...
Webmaster Geschrieben 15. März 2023 Teilen Geschrieben 15. März 2023 Zitieren Link zu diesem Kommentar Auf anderen Seiten teilen Mehr Optionen zum Teilen...
Webmaster Geschrieben 15. März 2023 Teilen Geschrieben 15. März 2023 Zitieren Link zu diesem Kommentar Auf anderen Seiten teilen Mehr Optionen zum Teilen...
Webmaster Geschrieben 15. März 2023 Teilen Geschrieben 15. März 2023 Zitieren Link zu diesem Kommentar Auf anderen Seiten teilen Mehr Optionen zum Teilen...
Webmaster Geschrieben 16. März 2023 Teilen Geschrieben 16. März 2023 Zitieren Link zu diesem Kommentar Auf anderen Seiten teilen Mehr Optionen zum Teilen...
Webmaster Geschrieben 16. März 2023 Teilen Geschrieben 16. März 2023 Zitieren Link zu diesem Kommentar Auf anderen Seiten teilen Mehr Optionen zum Teilen...
Webmaster Geschrieben 16. März 2023 Teilen Geschrieben 16. März 2023 Zitieren Link zu diesem Kommentar Auf anderen Seiten teilen Mehr Optionen zum Teilen...
Legend Killer Geschrieben 19. April 2023 Teilen Geschrieben 19. April 2023 Faiz neden haramdır, hikmeti nedir? Soran : erdinc237 Tarih: 05.11.2006 - 22:15 | Güncelleme: 23.11.2022 - 09:43 Soru Detayı - Elbette ki Allah'ın emir ve yasaklarını sorgusuz sualsiz kabul ediyorum, fakat Allah Teâlâ bu emir ve yasakların çoğunda sebep de belirtiyor... Cevap Değerli kardeşimiz, FAİZİN İSLÂMÎ AÇIDAN yasak olduğunu bilmeyenimiz yoktur. İlahî bir emir olarak faizin yasak oluşunun sebebi açıktır: “Allah, yasakladığı için.” Tıpkı oruç tutmak veya zekat vermenin farz oluşu gibi, bunun da sebebi “emr-i ilahî”dir. Ubudiyetlerimizin yegâne gerekçesi budur. Bununla beraber o emri takip eden birtakım maslahatlar da vardır. Bu oldukça normaldir. Çünkü, o Emri Veren, her şeyin “fıtrî” halini ve neyin nasıl olması gerektiğini çok iyi bilendir. Meselâ, Allah emrettiği için tuttuğumuz oruç ve verdiğimiz zekatın ferdî ve toplumsal birçok maslahatları netice verdiklerini de biliriz. Ama hiçbir zaman orucu perhiz yapmak için tutmaz; zekatı da toplumsal gelir dağılımını dengelemek için vermeyiz. Nitekim, vergisini bir vatandaşlık borcu olarak veren biri, zekat yükümlülüğünden kurtulmuş olmadığı gibi, namazın bedensel faydalarını keşfedip aerobik hareketler yapan biri de namaz kılmış olmaz. Bu örneklerde olduğu gibi, ubudiyetin hareket noktası, “emir”den “maslahat”a kayarsa, o zaman emri gördüğü halde maslahatı (pekâlâ) görememiş birinin ubudiyet gerekçeleri ortadan kalkmış olur. Bununla birlikte, ubudiyetini Allah’ın emri nedeniyle yapan biri için söz konusu maslahatlar birer güven kaynağı olabilirler. Ve bu anlamda gerekli oldukları söylenebilir. Çünkü, her bir emrin, özel bir zorunluluk olmamakla beraber, birtakım maslahatları ve hikmetleri vardır. O halde. Allah emrettiği için oruç tutarız. Orucun ise bazı faydaları vardır. Yine faiz, Allah emrettiği için haramdır. Allah’ın bize emrettiği her emrin bir “ubudiyet terbiyesi” olduğunu düşünürsek, uzunca da olsa şimdiye kadar ifade ettiğimiz kayıtlar altında sorumuza tekrar dönebiliriz: - Faiz neden haramdır? Cevabımız hazırdır: Allah yasakladığı için. Bu cevapla devam edersek, faiz yasağına uymama durumunda ubudiyetimiz yara alacaktır. Yani ubudiyetimiz eksilecektir. Ubudiyet - rububiyet bütünlüğünden biri eksildi mi diğeri artacaktır. Ubudiyetin terkettiği yerleri rububiyet vehmi dolduracak; rububiyet vehminin terkettiği yerleri ise ubudiyet bilinci dolduracaktır. Faiz almama-vermemenin bir ubudiyet tavrı olduğu açıktır. Aynı şekilde, bu emre uymamanın da kendi içinde bir rububiyet iddiası taşıdığı söylenebilir. Bunu, “emrî” açıdan, yani itaat-itaatsizlik bağlamında bu şekilde anlayabiliriz. Bu yüzden “İslâmî” açıdan faiz haramdır. Ancak bu haramın arkaplânını gün ışığına çıkarma durumunda “İslâmî” açıdan olduğu kadar neden “İmanî” açıdan da yasak olduğunu görmemiz mümkündür. O halde bir süreç olarak faiz olayını yeniden hatırlayalım: Özel veya tüzel birileri başka birilerine anapara olarak bir miktar para vermektedir. Lâkin, bu masum bir borç verme olayı değildir. Parayı veren, bir dizi “belirleme”de bulunmaktadır. Belli bir süre ve verilenin üstüne eklenecek yine belli bir miktar söz konusudur. Parayı veren bir şeyler “ister” ve istediği “olur”. Buna hiç şüphesi yoktur. Kısacası, faizci kendinden oldukça “emin”dir. Öbür tarafta ise tarlasında buğday ekmiş biri, ya da çarşıda satıcılık yapan biri, kazancı konusunda herhangi bir belirlemede bulunmuş değildir. Ne kazanacağı süre, ne de kazanacağı miktar bellidir. Bu yüzden sık sık dua eder. Siftah etti mi, rızkı Verene şükreder. Hasılı, rızkın gelişi ile Rızkı Gönderen bir çağrışım olarak sürekli hatırındadır. Sebepler dairesinde yapacağını yapar. Ancak, bilir ki bu sebepler her zaman ürünün beklendiği gibi alınması veya malın umulduğu gibi satılması için yeterli değildir. Bu yüzden kendi çabasını, rızk için gerekli olmasına karşın yeterli olmayan bir sebep olarak görür. Kendinden çok fazla “emin” değildir. Bu iki tablo arasında oldukça önemli bir fark vardır. İlkinde sebepler dairesi büyük ölçüde kuvvetlenip kalınlaşmaktadır. Biri, -rızkını değil- gelirini belirlemiştir.(determinizm). Faiz burada bu belirleyicilik imkânını sağlamakla, faizi vereni ubudiyet ortamından uzaklaştırmaktadır. Zira esbap perdesi dehşetli bir şekilde kalınlaşmakta, esbaba yaslananlar da istediklerini yapabiliyor olmanın sarhoşluğuyla bir rububiyet vehmine kapılmaktadır. Başka bir deyişle faiz, insanı tesiri esbaba veren bir gaflet ortamına başarılı bir şekilde çekmektedir. Bu ise bir “titreşim hâli” olan ubudiyet tavrına kapalı bir hâldir. Korku ile ümit; hayat ile ölüm, ve açlık ile tokluk ortasında bir yerde bulunan insanoğlu, bunun farkına vardığı oranda mü’mindir. İşte faiz bu farkın farkına varılmasını önlemektedir. Ve galiba haram oluşunun da bir sırrı budur. İslamiyet'te faiz yasağının ayrı bir ehemmiyete haiz olduğu kuşkusuzdur. Konunun önemi, Kur’an ve hadislerde şiddetle men edilen faizin, (İslamî olmayan) günümüz ekonomisinde kilit kavramlardan biri olmasından ileri gelmektedir. O kadar ki, çağdaş ekonominin, faiz politika ve uygulamalarıyla akort edildiğini söylemek fazla bir abartı sayılmaz. Günümüzde para ve sermaye piyasalarının ulaştığı muazzam boyutlar herkesin malmudur. Öte yandan, sadece kendi sermaye olanaklarıyla yürüyen, hatta yeni bir iş kurmak için münhasıran öz sermayesine güvenen şirket ve girişimci türüne rastlamak çok zordur. Çağdaş işletmecilik ve makro ekonomide hayatî bir role sahip olmasına karşılık, dinimizde faizin kesinlikle haram addedildiği ve en sert müeyyidelere bağlandığı hususu bir vakıadır. Doğal olarak bu durum Türkiye ve dünyadaki tüm Müslümanları ikilem içerisinde bırakmakta ve onları, finans kuruluşlarıyla adeta ortak bir yaşamın zorunlu olduğu modern iş ve toplum hayatında pasifliğe itmektedir. Bunun nedeni faiz mevzuunun İslamî literatür ve yayınlarda hak ettiği derecede yaygın ve kapsamlı olarak ele alınmaması ve yeterince aydınlatılmayan mütedeyyin insanların hata yapıp günah işlemek endişesiyle finans kurum ve ürünlerinden genellikle uzak durmayı tercih etmeleridir. Bu yazının amacı; türlü biçim ve isimler taşıyan faiz olayına karşı hassasiyet içerisinde olan halkımızın aydınlatılmasına mütevazi bir katkıda bulunmaktır. FAİZİN TANIMI İktisatçılara göre, serbest piyasa ekonomisinde faiz, yaşamsal bir fonksiyona sahip olup; kaynakların tasarruf ve tüketim arasındaki bölüşümünü tayin eder. Tasarruflar yine faiz mekanizması vasıtasıyla daha verimli alanlara yönelir. Kaynakların azaldığı durumlarda nispeten verimliliği düşük olan yatırımlar tasfiye edilir. Yaygın bir tanıma göre, faiz, paranın kiralanması karşılığında hak edilen bedeldir. Dar anlamda; ödünç fonlara uygulanan ve piyasanın belirlediği kira bedelidir. Bu bağlamda, fon piyasalarındaki arz ve talebe göre oluşur. Buna “borç faizi” de denir. Faiz, para sahibine bağlı olmayan gayri-şahsî bir gelirdir. Bu genellikle faiz haddinin piyasa koşullarına göre oluştuğunu, parasını ödünç veren kişinin bunda bir rolü olmadığını gösterir. Gerçekten günümüzde müşteriler ile malî kurumlar arasındaki kişisel ilişki giderek kaybolmakta, milyonlarca insan parasını emanet ettiği bankaların sahip veya yöneticisini hiç tanımamaktadır. Yani kurumlarla insanlar arasında kişisel ilişki tamamen kaybolmuş gibidir. Bir başka yönüyle faiz, mal ve hizmet kullanımını ertelemenin karşılığıdır veya öne almanın bedelidir. Yani, bugün ile gelecek arasındaki bağlantıyı sağlar. Faiz, konusu bir miktar paranın ödenmesinden ibaret olan borçlarda, alacaklının bu paradan mahrum kaldığı süreye ve belli bir orana bağlı olarak hesaplanan bir karşılıktır. Olayı yasal açıdan değerlendiren bu tanım, faizin oluşmasına neden olan iki unsur; zaman ve faiz oranını ortaya koymaktadır. Birçok tanımda faizi, paranın kullanılma bedeli olarak görürüz. Bu tamamen doğru değildir. Çünkü ödünç verenin (mukriz) faize hak kazanması için borçlunun parayı kullanması şart değildir. Faizin doğumu için gerekli ve yeterli olan alacaklının bir miktar paradan belli bir süre mahrum kalmış olmasıdır. Bir alacağın faiz getirmesi için, paranın mülkiyetinin borçluya geçmiş olması ve belli bir süre sonra iadesinin şart koşulması gereklidir. Popüler ve genel olarak kabul edilen bir diğer tanımlamaya göre de, faiz; borç verenler için bir gelir, borç alanlar için ise bir maliyettir. İslamî terminolojide faiz, ‘riba’ kavramıyla açıklanmaktadır. Şöyle ki, riba: fazlalık, ziyade, nema (artma, çoğalma) anlamına gelir. Böylece, ödünç karşılığında alınacak fazlalık nakit olsun veya mal olsun ayırt edilmeyerek yasak kapsamına alınmıştır. Riba, aynı zamanda haram kazanç demektir. İslam Hukukundaki bir diğer tarife göre, “faiz, alım satımda şart kılınan fazlalıktır.” FAİZ ÇEŞİTLERİ Teori ve uygulamada faiz çok çeşitlidir ve muhtelif sınıflandırmalara tabi tutulur. Biz konuya sadece faiz olgusunun iyi kavranmasına yardımcı olacak kadar yer vermeyi uygun görüyoruz. Normal olarak faiz, vadenin sonunda anaparayla birlikte ödenir. Buna basit faiz denir; hesap etmesi kolaydır, dolambaçlı bir tarafı yoktur. İlan edilen, üzerinden anlaşılan faiz oranıyla, gerçekleşen arasında fark yoktur. Kağıt üzerinde faiz denince kastedilen basit faizdir, ancak uygulama pek bu yönde değildir. Bileşik Faiz: Faizi azdıran, anaparayı zararlı mikrop gibi kabartan ve borçluyu şaşırtan “bileşik faiz”dir.(mürekkep faiz). Ve kısaca, faize faiz işletilmesi demektir. Örneğin, bir yıl vadeli bir ticari kredide, vadede borç tasfiye edilmeden evvel, senede dört kez faiz tahsil edilir. Bu yüzden bankanın müşteriye sözgelimi % 60 olarak ilan ettiği faiz oranı, gerçekte % 75 oranında gerçekleşir. Ana para ve faizin aylık taksitlere bölündüğü kredi kartı borçlarında mürekkep faiz çok daha yüksek seviyelerde gerçekleşir. Hiçbir banka (veya malî kuruluş) kredi müşterisine bileşik faiz oranını söylemez. Ancak ilginçtir ki, aynı bankalar hazine bonosu pazarlarken müşteriye sağladıkları nemadaki bileşik faizi muhakkak hem de ön plana çıkararak bildirmekteler. Mürekkep faiz borçlu için çok tehlikeli sonuçlar doğurabilir. Kar topunun çığ halini alması gibi, borçluyu bazen farkında bile olmadan ağır borç yüküyle karşı karşıya bırakabilir. İskonto Faizi: Faizin hesaplanarak, önceden anaparadan düşülmesi suretiyle net bakiyenin ödenmesidir ve borçlu yönünden genellikle aldatıcıdır. Örneğin, banka, faktöring şirketi veya başka bir alacaklı tarafından yıllık % 40 olarak söylenen 6 ay vadeli bir iskonto faizi aslında yıllık % 56 olarak gerçekleşir. Temerrüt (direnme) faizi: Borcunu zamanında ödeyemeyen borçluya daha yüksek bir faiz oranının tatbik edilmesidir. Borçluların daima kötü niyetli olduğu ve kasten borcunu ödemediği varsayımına dayanır. Temerrüt faizi mükellefi olmak için borçlunun kusuru olup olmadığı araştırılmaz. Alacaklının temerrüt faizine hak kazanmak için zararını kanıtlaması gerekmediği gibi, borçlu da kusursuzluğunu ispatlayıp, faizden kurtulamaz. Gecikme Faizi: Alacağını vadesinde tahsil edemeyen alacaklının, bu yüzden uğradığı farz edilen zararın karşılığıdır. Yani alacaklının maruz kaldığı zararı karşılamayı hedefleyen bir tazminat mahiyetindedir. Alacaklının zararı ispat etmesi gerekmez, borcun ödenmesindeki gecikme yeterli sebeptir. Cezai faiz: Sözleşmeye uymayan borçluya uygulanır. Sadece para borçları değil, her türlü borç için söz konusu olabilir. Kanunî Faiz: Tarafların iradesine bağlı olmaksızın yasadan doğar. Taraflar bir mukaveleye faiz şartı koymasalar bile, para borcunu eda etmeyen aleyhine kanunî faiz doğar. Akdî Faiz: Bir alacak türü için faiz yürütülebileceğine dair yasalarda bir hüküm bulunmasa bile, tarafların karşılıklı iradesiyle bir faiz kararlaştırılabilir ve mukaveleye konulabilir. TARİHİ SÜREÇ İÇİNDE FAİZ Faiz ilk çağlardan itibaren ödünç işlemleriyle birlikte ortaya çıkmıştır. Ülkemizde yapılan kazılarda Asurlu tüccarların M.Ö. 2000 yıllarında Anadolu halkına % 100 faizle ödünç altın ve gümüş para ile kalay ve buğday sattığını ortaya koymuştur. Neredeyse insanlık tarihi kadar eski olan faiz, din adamlarıyla birlikte filozof ve iktisatçıların sürekli ilgisine mahzar olmuştur. Faiz bütün dinlerde ve gelmiş geçmiş bütün hukuk düzenlerinde devlet otoritesinin müdahalesine konu olmuştur. Ödünç sözleşmeleri ve diğer tür mukavelelerden kaynaklanan ana borcun üzerindeki meblağların borca dahil edilmesi, alacaklıya karşılıksız kazanç sağlaması ve borçluyu iktisaden zor duruma düşüren sonuçları nedeniyle, hem ahlaki hem toplumsal açıdan daima sakıncalı bulunmuştur. İlk çağlardan itibaren faiz, bir doktrin, adalet ve ahlâk meselesi olarak ele alınmış ve mahkum edilmiştir. Büyük Yunan filozofu Aristo "Politika" adlı meşhur kitabında şöyle der: “En çok tiksinmeyi hak eden, faizciliktir: çünkü bundan sağlanan kazanç, doğrudan doğruya paranın kendi varlığından ileri gelir ve paranın doğuşuna yol açmış olan ereğe aykırıdır. Zira para mübadele için yaratılmıştır; oysa faiz paranın miktarını çoğaltır… Dolayısıyla da doğaya en aykırı düşen para kazanma tarzıdır.” Saint Thomas d’Aquin’e göre: “Parayı ve paranın kullanımını ayrı ayrı satmak imkânı yoktur. Herhangi bir malın bizzat kendisiyle kullanımını ayırmak ve böylece satmak mümkün olmadığına göre, kullanım karşılığı olan bir faiz istemek aslında haksızlık, hatta hırsızlıktır. Çünkü bu ayni şeyi iki defa satmak (kullanımıyla bizzat malın kendisini) demektir. Faiz, zamanın bir fiyatı ise, hiç kimse faiz talep etme durumunda değildir. Çünkü zaman bütün insanlar için ortaktır ve sadece Tanrı’ya aittir. Öyleyse, bir faiz ödetmek, hem hırsızlıktır ve hem de zamanı insanlara bedava veren Tanrı’ya karşı işlenmiş bir suçtur.” Roma hukukunda olsun Eski Yunan'da olsun, değişik yaklaşımlarla bile olsa faizin sınırlandırılması, hatta yasaklanması yoluna gidilmiştir. Yahudilik’in orijinal halinde faiz yasaklanmıştı. Daha sonra İsrail kavmi arasındaki ilişkiler gözetilerek bu yasak saptırılmış ve sadece Yahudiler arasında geçerli olduğu, Yahudi olmayanlardan faiz alınmasının serbest olduğu hükmüne varılmıştır. Hıristiyan dininde faize karşı olan tutum çeşitli evrelerden geçmiştir. Hz. İsa faiz işlemlerini dolaylı olarak ret ederek, müritlerine çıkar gözetmeksizin yardım suretiyle hayır işlemelerini öğütlerdi. Kilise yasak konusunda uzun süre ısrarlı olmuşsa da, sonra toplumsal ve iktisadî hayatın baskısıyla ve özellikle kapitalizmin ortaya çıkmasıyla yavaş yavaş faizle ödüncü kabule yanaşmıştır. Jean Calvin faize sadece tüketim açısından bakmamış, üretimi de dikkate alarak bu maksatla faizle para almaya cevaz vermiştir. Merkantilistlere göre faiz sermayenin kirasıdır. Merkantilistler faizi, arazinin icarı ve gayrimenkulların kirasıyla aynı hükümde ve değerde tutarak “faiz de kapitalin kirasıdır” demişlerdir. Fizyokratlara göre de, bir para tutarının ödünç verilmesi halinde hak ettiği faiz, bu parayla satın alınabilecek toprağın getireceği ranttan daha az olamaz. Adam Smith ve David Ricardo gibi klasik ekonomistler faizin, ödünç alanın ödünç paradan sağlayacağı kâr için alacaklıya ödediği karşılık olarak görmüşlerdir. Sermayedar=müteşebbis görüşünden hareket eden klasik iktisatçılarda faiz ve kâr iç içe ele alınmış ve birbirine karıştırılmıştır. Klasiklerin içinde bulundukları sanayileşme süreci bu varsayımı haklı gösteriyordu. Kur’anı incelediğini bildiğimiz, K. Marks, faizi tabiata aykırı ve ahlâksızlık olarak nitelemiştir. Keynes, klasik iktisatçılardan ayrılarak, faizin tasarruflar için gerekli olmadığını savunmuştur. O’na göre faiz yatırımları teşvik etmez, aksine engeller. İSLÂM’DA FAİZ YASAĞI Kur’an'da faiz yasağı tedricen getirilmiş ve muhtelif ayetlerde ifadesini bulmuştur. Bakara Suresi, 279. ayet kısa ama kapsamlıdır. “Eğer tövbe eder faizden vazgeçerseniz ana paranız sizindir. Böylece ne zülüm etmiş ne de zulme uğramış olursunuz.” Ayrıca, Hz. Peygamber (asm) Veda Hutbesi’nde şöyle buyurmuştur: “Cahiliyet ribasından olan her çeşit riba kaldırılmıştır, ancak sermayeniz sizindir. Böylece ne zulüm eder ne de zulme uğrarsınız.” Ayet ve hadisin verdiği mesajların özü şöyledir: Ödünç verilen değer karşılığında bir fazlalık alınamaz; aynı zamanda alacaklı ödünç verdiği ana parayı noksansız geri almak hakkına sahiptir. Kastedilen birinci ve direkt anlama göre, ödünç işlemi bir fazlalık temin etme amacıyla yapılamaz. Diğer hadislerin katkısıyla anlıyoruz ki, fazlalığı oluşturan maddenin, ödünç konusu olan mal (veya paranın) cinsinden olması gerekmez. Yani, borç konusu, sözün gelişi A malı ise, fazlalığın B malı olarak verilmesi sonucu etkilemez. Ayet ve hadisin karşıt anlamına göre; alacaklı, borç verdiği anaparayı eksiksiz geri alma hakkına sahiptir. Çok doğal gibi görünmesine rağmen, verilenin aynen geri alınması her zaman mümkün olmaz. Örneğin, Avrupa bankalarında vadesiz olarak yatırılan mevduat bir nema kazanmadığı gibi, bankaca muhafaza edildiği gerekçesiyle masraf kesintisine tabi olur. Yani ana para aynen değil noksanı ile geri ödenir. Türkî Cumhuriyetler dahil eski Sovyetler Birliği ve şimdiki Rusya Federasyonu’na bağlı ülkelerde mevduat çekilmek istendiğinde %10-15 oranında kesintiden sonra sahibine ödenir. Mudiye yapılan bu muamele karşılıklı rızaya müstenit gibi görünse de gerçek pek de öyle değildir. Çünkü kendisine karşı her zaman saygıyla karışık bir ürküntü duyulan bankaların bireylere koşullarını kabul ettirme gücü tartışmasızdır. Yine batının dev kuruluşları olan yatırım bankalarının uğraş alanlarından biri de zenginlerin kişisel fonlarını yönetmek ve nemalandırmaktır. Ancak borsanın gerilediği dönemlerde bu kuruluşlar sık sık zarar beyan ederek aldıklarından daha azını iade ederler. Ülkemizde de oldukça yaygınlaşmış bulunan yatırım fonlarının bazen kendisine güvenen yatırımcıyı zarar ettirdiği malumdur. İslamiyet’te ise, alacaklı ana parayı aynen geri alması hususunda korunmuştur. Bu bağlamda, borcunu zamanında ödemeyen zulmetmiş sayılır. Tefsircilere göre, alacaklı sermayesini noksan almaya zorlanamaz. Hatta borcun ödenmemesi halinde, alacaklının (başlangıçta şart koşulmaması kaydıyla) borçludan asıl alacağına ilaveten borcun zamanında ödenmemesinden dolayı uğradığı zararın tazmin edilmesini isteyebileceğine dair tefsirler vardır. FAİZ YASAĞININ NEDENLERİ Yukarıdaki ayet ve hadisin (diğerleriyle birlikte) işaret ettiği ikinci hayatî nokta; ribanın (faizin) haksızlık kaynağı olduğudur. Ödünç karşılığında ayrıca bir fazlalık (riba) alınması halinde ya alacaklı ya da borçlunun haksızlığa uğraması kaçınılmazdır. Ülkemiz ve dünya finans hayatı bu hususu doğrulayan örneklerle doludur. Zaten bankalar icat edildikleri Batı dünyasında, “müşterilerin üzerine güneşli havada şemsiye tutup, yağmur başladığında çeken kuruluşlar” olarak tanımlanır. Yakın tarihimizde yaşanmış olaylar hem ödünç verenin hem de alanın birbirini ve sonunda masum halkı mağdur ettiği çok sayıda dramatik olaylarla doludur. 80’li yıllarda 7.500.000 liraya alınan bir belge ile nereden türediği bilinmeyen bankerler küçük bir büro ile halkımızdan faiz karşılığı büyük meblağlar topladılar. Emekli maaşları, ücretler, faiz hevesi ile bankerlere yatırıldı; hatta içinde oturduğu konutunu satarak kiraya çıkan bir çok kimse parasını bankerlere yetiştirdi. Sonunda bankerlerin sınırsız sahtekârlığı ile para sahiplerinin saflığı (biraz da aç gözlülüğü) yüzünden işler o kadar çığırından çıktı ki, saadet zincirini biraz daha uzatmak için bir günlüğüne dahi faizli para alındı. Ve nihayet bankerler topladıkları para ile birlikte ortadan kayboldular. Yakalananlardan da bir şey geri alınamadı. Ancak bankerlerin bazıları öldürüldü, çoğu hapse mahkum oldular. "Bankerlik faciası" olarak ekonomi tarihine geçen bu olaylar sırasında millet devletin gözü önünde fütursuzca soyuldu. Özellikle başta İstanbul olmak üzere memleketimizin her vilayetinde esnaf ve tüccardan tefeciye borçlandığı için batanlar olduğunu biliriz. Bazen de gırtlağa kadar borca battıktan sonra tek çıkış yolu olarak tefeciyi öldürenleri de duyarız. 1996 yılındaki Nesim Malki cinayeti borçluların da her zaman için masum olmadığını gösteren başka çarpıcı bir olaydır. 1994 krizi patlak verdiğinde bankalar ertesi sabah müşterilerine kısacık bir yazılı not göndererek kredi hesaplarına %700 faiz uygulama kararı aldıklarını bildirdiler. Birkaç gün içinde çok sayıda fabrika ve iş yeri kapanmak zorunda kaldı.. Hükümet aceleyle başlattığı sınırsız mevduat garantisi bankada parası olmayanların sırtından faiz hırsına kapılanları koruyan bir kalkan oldu 2000 kasım ve 2001 şubat ekonomik buhranında kredi faizleri aniden %3000 lere çıkarıldı. Sayısız firma iflas ederek ticarî hayatına son verdi. Öte yandan, bazı iş adamları da bankadan aldığı krediyi işe yatırmayıp kişisel hesaplarına geçirdi. Bizzat banka sahipleri kendi bankalarını hortumlamakta beis görmedi. Sonuçta yirmi iki banka battı, sahipleri hapse girdi ve kamuoyu önünde haysiyetleri ayaklara düştü. Krizin tüm zararları kamu tarafından yani milletçe üstlenildi. Özetle, faiz yasağının hikmeti; ya alacaklı ya borçlunun ya da yukarıdaki örneklerde anlatıldığı gibi, her ikisinin haksızlık kaynağı olması ve sonunda toplumun diğer kesimlerinin müstahak olmadığı halde zarar görmesidir. Günümüzde finans araç ve kuruluşları çok çeşitlendiğinden, faiz olgusu değişik maskelerle, ama hemen her ekonomik olayda karşımıza çıkmaktadır. Bizim görüşümüze göre, böyle bir ortamda, herhangi bir mâlî işlemin faiz yasağı kapsamına girip girmediğini tayin ederken, elimizdeki ölçüt, söz konusu muamelelerin borçlu veya alacaklı yahut da toplum için herhangi bir haksızlık yaratıp yaratmadığı olmalıdır. Selam ve dua ile... Sorularla İslamiyet Zitieren Link zu diesem Kommentar Auf anderen Seiten teilen Mehr Optionen zum Teilen...
Webmaster Geschrieben 4. Mai 2023 Teilen Geschrieben 4. Mai 2023 Zitieren Link zu diesem Kommentar Auf anderen Seiten teilen Mehr Optionen zum Teilen...
Legend Killer Geschrieben 14. Juli 2023 Teilen Geschrieben 14. Juli 2023 Zitieren Link zu diesem Kommentar Auf anderen Seiten teilen Mehr Optionen zum Teilen...
Webmaster Geschrieben 29. August 2023 Teilen Geschrieben 29. August 2023 Zitieren Link zu diesem Kommentar Auf anderen Seiten teilen Mehr Optionen zum Teilen...
Webmaster Geschrieben 23. Januar Teilen Geschrieben 23. Januar https://www.kitapyurdu.com/kitap/faiz-nasil-helal-oldu-/672587.html&manufacturer_id=32838 Faiz, Kur´an ve hadislerde şiddetle yasaklanmasına rağmen faiz alabilmek için onlarca fetva verilmiş. Verilen fetvaların neredeyse tümü modern çağın eseri, yoksa eski çağlarda İslam alimlerinin faize cevaz verdiği çok nadir görünür. Verildiyse de ağır şartlar altında geçerlidir. Peki onca ayet ve hadis ortadayken ve bir tane bile istisna gösterilmezken, faiz yasağı Müslüman dünyasında neden küçümseniyor? Neden bir domuz eti yasağı gibi ciddiye alınmıyor? Elinizdeki kitap faizi hem dini açıdan, hem sosyolojik açıdan analiz ediyor ve nasıl helal hale getirildiği ele alınıyor. Zitieren Link zu diesem Kommentar Auf anderen Seiten teilen Mehr Optionen zum Teilen...
Empfohlene Beiträge
Dein Kommentar
Du kannst jetzt schreiben und Dich später registrieren. Wenn Du ein Konto hast, melde Dich jetzt an, um unter Deinem Benutzernamen zu schreiben.