derguiz Geschrieben 30. Juli 2007 Teilen Geschrieben 30. Juli 2007 Herhangi bir hareketin dahilî dinamiklerini analiz etmek iki açýdan önemlidir; ilki, bu dinamiklerden yola çýkarak hareketin derûnî yapýsýna nüfûz etmeyi mümkün kýlmasý. Ýkincisi de, parçalý analizler yapýlýrken bütünün gözden kaçýrýlmasý gibi bir hataya düþmeyi önlemesi. Dinamikler hareketin bir nevi anahtar kavramlarý gibidir. Hareketin zihnî ve sosyal tavýrlarý daima bu dinamikler etrafýnda þekillenir. Bunlarýn bilinmesi, sosyal bilim ve hareket analizlerini genel hatalara düþmekten korur. Bundan baþka hareket hakkýnda korsan yorum yapanlarý suçüstü yakalamamýzý da saðlar. Mesela Ýslamî sûfî tecrübe ve tavýrda, insanýn kendisini baþkalarýndan küçük görmesi, tevâzu ve mahviyet gibi temel dinamikleri tecrübe eden, bunlarý yaþayýp hayatýnda tatbik eden bir insanýn, sosyal iliþkilerde mahcûbî (mütevazý, çekingen) bir edâ sergileyeceði muhakkaktýr. Þimdi dýþarýdan bakan ve bu sûfî ve zâhid karakterli dinamikten habersiz olan birisi, böylesine mütevâzî bir tavrý yorumlarken, sanki sürekli baþkalarýndan bir þeyler kaçýrmaya, gizlemeye çalýþan, takiyyeci bir tavýr olarak algýlar. Ýslamî sûfî dinamiklere ve tecrübeye böylesine sýð bir yaklaþýmýn bilimsel sayýlmasý mümkün müdür? Ýslam'daki sûfî, ahlâkî ve manevî derinlik, hemen her inanandan ailevî ve sosyal iliþkilerinde mütevâzî ve mütehammil olmasýný taleb eder. Bununla, hem bireyin kendi þahsî erdem ve kemâli, hem de toplumsal iliþkilerin kemâli hedeflenir. Ýslam gibi manevî ve rûhî derinliðe ve tecrübeye sahip bir dinin, müntesiplerinin ahlâkî ve sosyal tavýr alýþlarý üzerinde yaptýðý kapsamlý etkiyi anlayabilmek için, onun temel manevî dinamiklerinin ve müntesipleri üzerindeki nüfûz derecesinin bilinmesi zarûrîdir. Ýslam'ýn derûnî hayatýný anlamadan, neredeyse sâde Müslümanýn bile zihnî ve sosyal tavýrlarýný hakkýyla analiz etmek mümkün deðildir. Kültürel Ýslam dediðimizde bu bize, herhangi bir Müslümanýn Ýslamla —akîdevî, rûhî, ahlâkî ve sosyal— girdiði iliþkinin genel bir tezâhürünü verir. Bu yüzden temel dinamikler penceresinden baktýðýmýzda Müslümanlarýn bireysel, rûhî, ahlâkî ve sosyal tavýr alýþlarý hakkýnda genel bir perspektif elde etmiþ oluruz. Tüm bu açýlardan Gülen hareketinin dinî/manevî sosyal ve kültürel dinamikleri üzerinde bir nebze durmak, hareketin dinî ve sosyo-kültürel tavrýný doðru okumada bize yardýmcý olacaktýr. Þüphesiz burada baþlýða çýkardýðým konu ve kavramlarýn, Ýslamî kültürel algýda ifade ettikleri derin anlamlarýnýn yanýnda, nasýl yorumlandýklarý ve sosyal pratiðe nasýl aktarýldýklarý da önemlidir. M. F. Gülen'in önemi, bu dinamikleri sosyokültürel hayatta baþarýlý bir biçimde aktiviteye dönüþtürmesindedir. Yoksa bu kültürel ve dini dinamikler, kitaplarda ve temel kaynaklarda neredeyse bin beþyüz yýldýr mevcuttur. Hatta görüleceði gibi bazýlarý, Türklerin Ýslamla buluþmasýnda sentez kabiliyetleriyle ürettikleri temel dinamikler arasýndadýr. Hoþgörü, müsâmaha ve insanlýða adanmýþlýk ruhu gibi pek çok temel dinamik, Müslüman Türk'ün cihan hakimiyeti mefkûresinin uzun asýrlar güzel bir biçimde yorumlayýp insanlýða takdim ettiði deðerlerdendir. Yesevî ve Mevlânâ çizgisi diye nitelediðimiz ve hemen tüm dünyaya armaðan ettiðimiz temel insanî deðerler, bu dinamikler üzerinde varlýk bulmuþtur. Diðer taraftan herhangi bir hareketin iç dinamiklerine vurgu yapmanýn anlamý, o hareketin tüm söylem ve sosyal tavýrlarýnýn gerisinde mutlaka bu dinamiklerin izlerinin ve tesirlerinin bulunduðuna dikkat çekmektir. Hareketin her eylem ve tavrý, farklý kültürel çevreyle girdiði/kurduðu her iliþki ve medeniyetler arasý diyaloga yönelik her giriþimi, þu ya da bu biçimde mutlaka bu dinamiklere baðýmlý kalýr. Dikkatli her yorumlayýcý ve izleyici bunu kolayca yakalayabilir. Bu temel dinamiklerle baðdaþmayan her yorumun korsan olduðunu söyleyeceðim. Özellikle Gülen hareketi hakkýnda maalesef Türkiye'de yapýlan bazý ikinci sýnýf gazetecilik yorumlarýnýn hemen hepsini bu kategoride deðerlendirmek mümkündür. "Takiyye" gibi, "radikal Ýslamcý" gibi, "siyasal bir toplum ve devlet peþindeler"... gibi niteleme ve atýflar bu yüzden korsan yorum ve deðerlendirmelerdir. Çünkü ne hareketin sosyo-kültürel iliþkilerinden, ne de sosyo-kültürel dinamiklerinden çýkarýlabilecek bir meþruiyete sahiptirler. Yani her iki açýdan da gayr-ý meþru yorumlardýr. Hareketin iç dinamiklerinin bilinmesi bize, hangi sýnýrlar içinde yorum yapabileceðimizi belirler. Dolayýsýyla sosyal analizlerde çok sýk karþlaþtýðýmýz sýnýr ihlalleri gibi entelektüel sapmalardan da korumuþ olur. Bugün siyasal muhalefet ve eleþtiri söylemlerinde sýk sýk müþahede olunan kör dövüþünün ve belden aþaðý vurmalarýn temelinde de esasen bu tür sýnýr ihlalleri vardýr. Edebî, siyasî ve sosyolojik tenkit ve eleþtiri, maalesef bugün sorumsuz kalemlerin elinde evrensel insanî etik sýnýrlarýný ciddî olarak zorlamakta ve kaygýlandýrmaktadýr. Analizler, yapýcý olmaktan çok, yýkýcý ve kýrýcý söylemlerin iþgali altýndadýr. Eski bir Arap özdeyiþinde, dil yarasýnýn kýlýç yarasýndan daha derin ve kalýcý izler býraktýðý vurgulanýr. Bu, bugünkü kavgayý daha iyi tanýmlýyor gibi... Dinamikleri okumak insaný, hareketin tabii snýrlarý içinde dolaþtýrýr. Gülen hareketinin temel dinamiklerine yönelik söyleyebileceðim ve kendimce önemli gördüðüm bir husus da þudur; Hareketin dinamiklerine genel ve bütüncül bir bakýþla yöneldiðimizde, hepsinin daha üst bir söylem ve idealle kuþatýlmýþ olduðunu görürüz. Yani bu temel dinamiklerin en belirgin özelliði, Ýslam'ýn ilâhî bir vahiy ve din olarak yöneldiði, ebediyet idealiyle özdeþleþmesidir. Ýslam, insaný izâfî ve geçici olan varlýklar dünyasýnýn ötesinde, ebedî ve mutlak olan hakikate ulaþtýrmayý da üstlenir. Bu ebediyete yürüyüþ ideali, Gülen hareketinin bütün dâhilî ve sosyal dinamiklerinin özünde mündemiçtir. Bu, herkesçe bilinen bir gerçekmiþ gibi görünebilir. Çünkü hemen tüm dinlerin özünde de var olan bir idealdir. Ama bu ideal ve dinamik Gülen hareketinde, yalnýzca soyut bir ideal olarak kalmaz. Neredeyse onun bütün dahilî ve sosyal iliþkilerini kuþatan aktif bir programa dönüþmüþtür. Onun için Gülen'in insan modeli, ucu açýk, sonsuza uzanan bir fedâkârlýðý ve diðergâmlýðý kucaklamayý gerektirir.[1] Sonsuzluk ideali bütün dinamiklerin anlam ve öneminin sýnýrlarýný bir kat daha geniþletir. Bu anlayýþ Gülen hareketinde güçlü bir metafizik gerilim üretir. Zaten Gülen'in kendisi de sýk sýk bu metafizik gerilimden söz eder.[2] Öyle ki, bu ilke temel bir dinamik halinde, her davranýþ ve giriþimde yeniden ve yeniden üretilir. Bu, neredeyse her sosyal iliþki ve hizmette yeniden bir iman tazelemeyle eþ anlama gelmektedir. Bu olgu hareketin gidiþatýnda, dünyanýn dört bir yanýnda, bin türlü çile ve sýkýntýyý o zor þartlarda göðüsleyebilen insanlarda yüksek bir gerilim hattý oluþturur. Aksi halde bu metafizik gerilim olmadan deðil oralarda yýllarca kalmak, oralara geçici turistik amaçlarla gitmeyi dahi mümkün kýlmaz. Genel olarak bu metafizik gerilimin ana temeli i'lâ-yý kelimetullah kaidesine oturur. Gülen hareketinin manevî ve fikrî dinamiklerinin bir envanterini çýkarmak, kesinlikle bir kitap çalýþmasýna ihtiyaç duyar. Onun manevî dinamiklerinin, kolektif düþüncesinin, Ýslamî temel nasslarla olan iliþkisinin ve bunlarý sosyal bir hareket hattýna vücut verecek hale dönüþtürmesinin fikrî ve sosyal envanteri ancak geniþ bir çalýþma içinde hakkýyla ortaya konabilir. Biraz detaylý bakýldýðýnda, onlarca manevî, ahlâkî ve sosyal dinamik onda kendisini hissettirmektedir. Bunda M. F. Gülen'in yalnýz dinî düþünce ve gelenekle sýnýrlý kalmayan geniþ kârihâsýnýn ve aktivitesinin etkisi hiç kuþkusuz göz ardý edilemez. Söylemini, ifade vasýtalarýný, düþünce ve hareket sistemini oluþturan, tahrik eden ve yönlendiren temel dinî hassasiyetlerinin yanýnda, fikrî, felsefî, sosyal ve beþerî pek çok hassasiyet ve tecrübe göz kýrparcasýna kendini hissettirmektedir. Bütün hassasiyetleri kendilerine has çizgi ve detaylarýyla buraya taþýmamýza imkân yoktur. Bu yüzden burada baþlýða çektiðimiz ve dikkate davet ettiðimiz konular, hareketin daha genel görünümünü ifade eden dinamikleri içermektedir. Belki bu baþlýklar arasýnda, 30 yýllýk bir tarihsel süreçte, maddî, sosyal ve konjonktürel þartlardan beslenmiþ ve dolayýsýyla hareketin temel karakteristiðini iyi ifade etmeyenler de seçilmiþ olabilir. Bu ihtimal, belki tüm baþlýklar için de geçerli sayýlabilir. Ama M. F. Gülen'in fikrî ve aktif mücadelesi ve yaþamý boyunca, gerek yazý ve makalelerinde, gerekse söyleþi ve sohbetlerinde üzerinde ýsrarla durduðu, sürekli tahþîdât yaptýðý ve birçok faaliyeti, üzerine binâ ettiði kavram ve konularý ortaya çýkarmaya gayret ettik. Pek çok yerde o, bu kavramlarla konuþmakta, mesajýný ve toplumsal öðretisini onlar üzerinden dile getirmektedir. Az dikkatle her araþtýrmacýnýn da görebileceði gibi 30 yýllýk sürece ve gerek toplumsal ve maddî, gerekse siyasî ve sosyo-kültürel konjonktür onlarca kez deðiþmesine raðmen onun söyleminin ana damarlarý hep ayný dinamikler üzerinde kalmýþtýr. Oysa 30 yýllýk gazete, kitap ve fikrî/siyasî hareketlerin þöyle kuþbakýþý bir gözden geçirilmesi, Türkiye'nin ve topyekün insanlýðýn gündeminin ne kadar sýk deðiþtiðini de ortaya koyar. Bu hareketli gündeme ve deðiþken hassasiyetlere raðmen M. F. Gülen'in söylemi sâde, samimî, içten, vakûr ve kendinden emin bir þekilde 30 yýllýk bir birikim, tecrübe ve geniþlemeyle hâlâ karþýmýzda dimdik ayakta durmaktadýr! Sosyal bir analiz için bunun önemi küçümsenemez. Onun için bunun ayrý bir çalýþmanýn konusu olmasý lâzým geldiðini düþünüyorum. Diðer taraftan M. F. Gülen'in dinamikleri ele alýþ ve yorumlayýþ biçimi de dikkati câlibtir. Genel Ýslamî tutum ve algýlayýþýnda olduðu gibi, harekî dinamikler konusunda da muhafazakâr sayýlabilen bir eðilime sahip Gülen. Ancak onun tüm fikir, düþünce ve aksiyonunu sürekli içeriden yenileyen aktif ve pratik bir algýlama biçimi vardýr. Muhafazakârlýðý hiçbir þekilde tutucu bir katýlýðý barýndýrmaz. Hem düþünce sistemi, hem de hareket tarzý onun yorumlarýndaki canlýlýðý hissettirir. Temel dinamiklerin ve hassasiyetlerin genel çerçevesi ayný kalmakla birlikte, insaný þaþýrtacak bir geniþliði, canlýlýðý ve hareketliliði özünde barýndýrýr. Ayný dinamiklere farklý zaman ve mekânlarda getirdiði yorumlarla âdetâ onlarýn muhtevasýný geniþleterek dâimâ kendi kendisini yenileyen ve yeniden üreten bir sistematik oluþturmaktadýr. Hem sanatýn, hem de edebî inceliðin ve eleþtirinin, kýsaca fikrî, felsefî ve edebî söylemin hemen tüm inceliklerine vurgu yapan geniþ bir muhtevâ ve dil zenginliðini örgütleyen bir hitabeti ve tavrý var. Bu geniþ yelpaze, onun söyleminin temel karakteristiðini etkilemeden, içeriðini sürekli yenilemekte ve geliþtirmektedir. Biz burada hareketin temel dinamiklerinden bazýlarýna kýsaca temas ederek, bunlarýn farklý zaman ve mekânlarda aldýðý içerik, muhtevâ ve üslup zenginliklerini onun bütün kitaplarýna ve sosyal aktivitesinin gözlemlenmesine havale edeceðiz. a. Vicdan Geniþliði Bu kavram, belki Gülen hareketinde doðrudan bir iç dinamik olarak yer almýyor. Ancak kavrama getirilen yorum, neredeyse ona, diðer bütün dinamiklerin açýlýmýnda belirleyici bir rol yüklüyor. Þahsen Ýslam geleneði içinde bu kavrama bu derece anlam zenginliði kazandýran bir söyleme rastlamadým. Öyle anlaþýlýyor ki Gülen, biraz örtük biçimde ve vurgusuz da olsa, daha 70'li yýllarda yazdýðý yazý ve makalelerde, verdiði vaaz ve konferanslarda bu ifadeye geniþ bir anlam yüklemiþtir. Bununla, kavramýn onun düþünce, inanç ve aksiyon sisteminde özel bir yere sahip olduðunu vurgulamak istiyorum. Öyle ki Gülen, ahlâki, bireysel ve toplumsal hayatýn bütün tezahürlerine bu kavramýn penceresinden bakmaktadýr. Hatta onun nasýl bir insan, toplum ve eðitim sistemi öngördüðünü anlamak için, bu kavrama yüklediði derin ve geniþ muhtevayý kavramakla iþe baþlamak gerekir, dersek sanýyorum ileri gitmiþ olmayýz. Vicdan geniþliði, hem inancýn bütün derûni tecrübe ve marifet hiyerarþisini, hem de toplumsal ve ahlâki sistematikteki pratik var oluþu ihtiva etmektedir. Sanki o bu kavram ile, bir taraftan iyi, olgun ve samimi bir dindarlýða ve þahsiyete, diðer taraftan da bilgi ve marifette belli bir derinliðe ve niteliðe kavuþmuþ ferdlerden oluþan erdemli bir topluma vurgu yapmaktadýr. Yani kavram onun söyleminde, insanýn rûhi/manevi kývrým ve derinliklerinden, toplum hayatýnýn en uç tezahürlerine kadar uzanan geniþ bir açý çizmektedir. Diðer taraftan o bu kavramý bazen iyinin, güzelin ve hakikatin neredeyse yegane mihengi saymaktadýr. Bir söz ve düþüncenin, bir eylemin ya da toplum ve insanlýk adýna ortaya konan toplumsal bir projenin gerçekten öyle olup olmadýðýnýn, insanlýðýn maslahat ve menfaatine yarar getirip getirmeyeceðinin bir ölçüsü olarak görmektedir. Bu yüzden Gülen, 70'li yýllardan bu yana her vesileyle, ferd ve toplumlarýn vicdan geniþliðine uyarýlmalarý gerektiðini sýk sýk vurgulamaktadýr. Bir anlamda o, ferdleri bu hakikate uyarýlmamýþ hiçbir toplumun diriliþinden ve Rönesansýndan bahsedilemeyeceðini ifade etmek istemektedir.[3] b. Ý'lâ-yý Kelimetullah (Ýrþad, Teblið ve Davet) "Allah'ýn adýný tüm insanlýða duyurma ve ulaþtýrma" þeklinde özetleyebileceðimiz bu kavram Ýslam tarihinde, farklý bireysel, toplumsal ve siyasal açýlýmlarla gündeme gelmiþtir. Konjonktürel ve toplumsal þartlarýn getirdiði yorum ve açýlýmlarý istisna edersek kavramýn ifade ettiði geniþ anlamý, yukarýya aldýðýmýz þekilde belirleyebiliriz. Bu açýdan bakýnca, onun üç boyutundan bahsetmek mümkündür; Davet boyutu, teblið boyutu ve irþad boyutudur. Gülen"in söyleminde i'lâ-yý kelimetullah, bu üç boyutu birden içermektedir. Ayrýca daha genel olarak o bunu, insanýn yeryüzündeki varoluþuyla bütünleþtirmektedir. Ýnsanýn yeryüzündeki varoluþ amacý, Allah'ýn adýný ve kelimesini yüceltmektir. Ýnsan bunun için yaþar ya da yaþamalýdýr. Ý'la-yý kelimetullahýn "maddi cihad" anlamýndaki açýlýmý, ârizi ve konjonktürel bir durumdur. Savaþ, Ýslamda hiçbir zaman asýl ve esas bir durum olarak belirmez. Asýl olan "barýþ ve karþýlýklý iyi iliþkiler geliþtirme"dir. Savaþ ilâný, açýk bir saldýrý ve harici bir düþmanlýk durumunda söz konusudur ki bu tamamen, devletin ve resmi otoritenin yetkisindedir. Ýslam topraklarýna yönelik bir saldýrý, Müslümanlara topraklarýný koruma hakkýný verir ki bu durum, maddi cihad anlamýnda i'lâ-yý kelimetullah olarak nitelendirilir. Ý'lâ-yý kelimetullahýn bu anlamý, son dönem batýlý analizlerde maalesef açýk olarak "savaþ, saldýrý ve terör"ü Ýslamla özdeþleþtirecek biçimde tahrif ve istismar edilmiþtir. Gülen'in bu kavramý derinlemesine analiz eden bir eseri de var.[4] Hem bu kavramýn temel dahili dinamikler arasýnda yer almasýnýn nedenini, hem de farklý açýlýmlarýný daha yakýndan takip edebilmek için bu esere mutlaka müracaat edilmelidir. Burada þu kadarýný ifade etmek gerekir ki, Gülen bu kavramý, kesinlikle insanýn yeryüzündeki varoluþ amacýnýn temeline yerleþtirmektedir.[5] Zitieren Link zu diesem Kommentar Auf anderen Seiten teilen Mehr Optionen zum Teilen...
Webmaster Geschrieben 30. Juli 2007 Teilen Geschrieben 30. Juli 2007 c. Yaþatma Ýdeali Gülen bu esasý öylesine önemsemektedir ki, onu, bir milletin uyanýþýný gerçekleþtirebilecek temel bir dinamik olarak yorumlamaktadýr. Þüphesiz her toplumun temelinde bu tür fedakârlýklar vardýr. Ama bizim medeniyetimizde bunun anlamý, yalnýzca düz bir fedakârlýk deðildir. Bilakis o bir mefkûre kahramanlýðýdýr. Her türlü dünyevî deðerin üzerinde ve ötesindedir. Ve böylesi bir fedakârlýðý ancak, Allah'ýn hoþnudluðuna kilitlenmiþ, dünyevi ve þahsi hiçbir menfaat beklentisi içinde ve peþinde olmayan diðerkam insanlar üstlenebilir. Gülen bu vasfý haiz kimseleri, ruh mimarlarý ve düþünce hekimleri olarak tavsif eder. Bu insanlardýr ki, milletimizde mesuliyet ve ýztýrap þuuru uyarabileceklerdir. Baþkalarý adýna yaþayan bu ruh ve düþünce hekimleri olmadan, deðil yeni bir Rönesans ve diriliþi gerçekleþtirmek, medeniyetimize ve tarihsel kimliðimize ait yerleþik deðerleri bile korumaya imkân ve ihtimal yoktur. Bu, o kadar önemli bir dinamiktir iþte Gülen'e göre. "Bugün bizim, þuna-buna deðil; (benim milletimin maddimanevi mutluluðu için cehennemin alevleri içinde yanmaya razýyým) diyenlere...Þahsi menfaat ve bencillikleri bir tarafa iterek Hakk ve millet yolunda fani olanlara...Toplumun ýzdýraplarýyla kývrým kývrým kývranýp, hep inilti kovalayanlara... Elinde ilim meþ'alesi, her yerde bir çýrað tutuþturup cehalet ve görgüsüzlüklerle mücadele edenlere.. üstün bir inanç ve azimle, dökülüp yolda kalanlarýn imdadýna koþanlara.. maruz kaldýklarý karþýsýnda isyan etmeden, ümitsizliðe düþmeden bir küheylan gibi yoluna devam edenlere.. yaþama arzusunu unutarak yaþatma zevkiyle þahlanan babayiðitlere ihtiyacýmýz var."[6] Kendi kurtuluþlarýný kurtarmaya baðlayan, ikbal ve geleceklerini baþkalarýnýn mutluluðu adýna toprak gibi ayaklar altýna serebilen; hava gibi herkesin demine damarýna karýþýp, her bünyede kan gibi deveran edip duran; su gibi hasret ve hararetlerin üzerinde çaðlayýp her yana hayat üfleyen; sonra da bütün hareketlerini ruhunun derinliklerinde mefkûreleþtirebildiði bir mes'uliyete baðlayan; ferdî sorumluluk sýnýrlarýný aþkýn bir merhamet irâdesi ve bütün insanlýðý kucaklayacak enginlikte bir þefkatle bize yitirdiðimiz ruh ve mânâyý kazandýrmaya çalýþan; çalýþýp son bir kere daha bize insanî muhtevâmýzý hatýrlatan bu yüksek idealler sayesinde öyle zannediyorum ki, bütün insanlýðýn yüzü gülecek, þu birkaç asýrlýk muzdariplerin ýzdýraplarý dinecek ve belki de dünya yeniden bir kez daha mihverine oturacaktýr.. tabiî bu arada, bunca zamandýr mefkûresiz yaþayan âvâre ruhlara da birer örnek teþkil edeceklerdir.[7] Kanaatimce, toplumumuzun þimdilerde, þuna-buna deðil, bu ölçüde mefkûre kahramanlarýna ihtiyacý var. Önce kendi milletimize, sonra da bütün bir insanlýða merhamet duygusuyla ellerini uzatabilen ve ellerini Rabbine her kaldýrýþýnda baþkalarýný dileyen mefkûre kahramanlarýna. Böyle büyük bir ihtiyacý baþkalarý karþýlayamayacaðýna göre, konumumuzun gereði kendi içimizden baþlayarak onu seslendirmek de yine bize kalýyor."[8] Þahsýmýz hesabýna yaþamayý bir bencillik saydýk ve çok defa böyle bir telâkkîyi de tiksinti ile karþýladýk. Baþkalarýný yaþatma ve ebedî saadete hazýrlama âdeta tutkumuz oldu; hem öyle bir oldu ki, bu dünyadan göçtükten sonra eðer yeniden bir kere daha bu âleme dönme söz konusu olsaydý ve bu yeni hayatýn seçeneði de bize býrakýlsaydý, biz yine "yaþatma" diyecek ve gerçek insanî ufka kilitlenerek her yanda insanlýðý "ba'sü ba'de'l-mevt"'e götürücek mülâhazalarla nefes alýp verecek.. horlanýp hakir görülmelere aldýrmayacak.. irtica yaygaralarýna pabuç býrakmayacak.. iftira, tezvîr ve çeþit çeþit isnatlarda bulunanlara küsmeyecek, gönül koymayacak.. en amansýz ve imansýz tecavüzleri, tasallutlarý dahi sinelerimizde yumuþatacak, içimiz aðlarken gülmesini bilecek.. ve kimse incinmesin, insanlar rahatsýz olmasýn diye hafakanlarýmýzý içimizde baský altýna alýp sustuðumuz ayný anda his dünyamýzdaki maðmalarýn gürültüleriyle oturup kalkacak ve hemen her zaman insan olarak yaratýlmýþ olma özel konumuna göre bir duruþ içinde bulunmaya çalýþacaktýk...[9] Ýdeal insan, kendine raðmen bir mum gibi yanar ve baþkalarýný aydýnlatýr...[10] Olgun insan ve gerçek dost, Cehennem'den çýkýþta ve Cennet'e giriþte bile "Buyurun" demesini bilendir. [11] Bizim, her zaman ýsrarla üzerinde durduðumuz; yaþatmak için kendilerini ihmal edecek kadar ömürlerini samimiyet, vefa ve diðergâmlýk içinde geçirenler, ruhumuzu kendilerine emanet edeceðimiz tarihî hakikatlerin hakiki mirasçýlarýdýrlar. Onlar, kat'iyen, kitlelerin kendilerini takip etmelerini istemezler.. istemezler ama, onlarýn mevcudiyeti, önü alýnamayan öyle güçlü bir çaðrýdýr ki, nerede bulunurlarsa bulunsunlar, bir cazibe merkezi gibi herkes bu Rabbânîlere koþar.. ve hatta onlarýn arkasýnda güle güle ölüme gidebilir.[12] Evet, bir kere daha hatýrlatmalýyým ki, toplumu kurtarma hedefine göre plânlanamamýþ ferdî kurtarma projeleri neticesiz ve akîm kalacaðý gibi fertlerin irade, þuur ve gönüllerinde öldürdüðümüz deðerleri toplumda var etmemiz de mümkün olmayacaktýr. Evet, kurtarýcýlýk hedeflenmeden kurtulma plân ve projeleri birer kuruntu, ferdî diriliþi baltalayarak milletçe bir yere varýlabileceði zanný da bir avuntudur. Yaþatma tutkusu, kahramanýmýzýn davranýþlarýný belirleyen önemli bir faktördür. Böyle bir misyona ehliyet arayýþý onun her zamanki kaygýsý.. en yüksek hýrslardan daha yüksek bir hýrsla Hak hoþnutluðunun arkasýnda olmasý ise onun en bâriz vasfýdýr. O ölüp ölüp dirilirken bile, diriltme þuurunun hazzý ile ne bir acý duyar ne de herhangi bir sarsýntý yaþar. Elde ettiði baþarýlarýný Hak inayetinin bir tezahürü kabul eder ve her gün birkaç defa kendini sýfýrlar.. dahasý, vesile olduðu iþlere arzularý, hisleri karýþmýþ olabileceði mülâhazasýyla tir tir titrer ve "Bana Seni gerek Seni" der inler.[13] Hasbîlik bizim ilin gülüdür. Diðergâmlýk bizim bahçelerin lotus'udur. Bizde bulunur, vâsýl olup tatmamak. Bizdedir, yaþatma arzusuyla yanýp tutuþmak ve yaþamayý unutmak. Bizim insanýmýz bilir, hizmette önde, ücrette arka sýralarda bulunmayý. Dünya, bizde gördü, bizde tanýdý sevilmeden sevmeyi...[14] Mükemmel bir mü'min, sadece kendi donaným ve þahsî kývamýna da baðlý kalmaz; o, peygamberâne bir azimle herkese açýlýr, herkesi kucaklar ve kendini ihmal edecek ölçüde hayatýný baþkalarýnýn dünyevî-uhrevî mutluluðuna baðlar ve hep bir sahabi gibi yaþar; yaþar da, týpký mumlar gibi özündeki aydýnlatma usâresiyle sürekli çevresini nura gark eder ve kendine raðmen bir yol izler.. evet o hep, gece gibi karanlýk iklimleri kollar.. zulmetlerle yaka-paça olur.. her zaman par par yanar.. yandýkça içi "cýz" eder boynu bükülür ama, ne sürekli yanmasý, ne de yanýp tükenmesi, onu baþkalarýný aydýnlatmadan alýkoyamaz.[15] Bizim, içten ve dýþtan gelecek ihsanlara, düþünce sistemlerine deðil; bizim, topyekûn milletimizde mes'uliyet ve ýzdýrap þuuru uyarabilecek ruh ve düþünce hekimlerine ihtiyacýmýz var. Gelip-geçici saadet va'di yerine ruhlarýmýzda derûnîlik meydana getirecek ve bizi bir hamlede, mebde' ile müntehayý birden görebileceðimiz seviyeye ulaþtýracak ruh ve düþünce hekimlerine. Evet, þu anda biz, icabýnda cennete girmekten dahi vazgeçip ve þayet girmiþse, dýþarýya çýkma yollarýný araþtýracak kadar mes'uliyet ve dava âþýký insanlar bekliyoruz. "Güneþ'i bir omuzuma, Ay'ý bir omuzuma koysalar, ben bu iþten vazgeçmem!" diyen insanlar.. bu bir Peygamber ufkudur. Bu ufuktan akýp gelen ýþýklarla coþkun bir dimað, yerinde: "Gözümde ne cennet sevdasý, ne de cehennem korkusu var; milletimin îmanýný selâmette görürsem cehennemin alevleri içinde yanma! razýyým" der iki büklüm olur.. veya ellerini açar, "Vücudumu o kadar büyüt ki cehennemi ben doldurayým, baþkalarýna yer kalmasýn" çýðlýklarýyla semavâtý lerzeye getirir. Evet, bugün insanýmýzýn, her þeyden daha çok, milletinin günahlarý için aðlayan, insanlýðýn affedilip baðýþlanmasýný, kendi baðýþlanmasýnýn önünde bekleyen.. ve A'raf'ta durup cennetliklerin hazlarýyla yaþayan, cennete girse dahi þahsî hazlarýný duymaya vakit bulamayan derûnîlere ihtiyacý var...[16] d. Hakk'a ve Halka Adanmýþlýk Ruhu Bu esas, bir önceki manevi dinamiðin bir baþka ifadesi ya da devamý olarak da alýnabilirdi. Zira baþkalarý adýna yaþayabilmek için, kiþinin öncelikle kendisini Hakk'a ve halka adayabilmesi gerekmektedir. Bunu biraz açalým: Bilindiði gibi slam'da her türlü sevginin kaynaðýnda yüce yaratýcý vardýr. Tüm sevgi ve muhabbetler, bedii zevk ve güzellikler, O'nun esmasýnýn bir yansýmasý ve tecellisinden ibarettir. Batýda Ýslam hümanizmi olarak iþtihar eden ve bizde de Mevlana ve Yunus geleneði içinde tezahür eden "Yaratandan ötürü yaradýlan her varlýðý sevme" anlayýþýnýn temelinde de yine bu tecelli vardýr. Bu öylesine geniþ bir tecellidir ki, insanýn varlýk alanlarýnýn ve iliþkilerinin tümünü kuþatýr. Ýslam'ýn, insan ve sosyal çevresine iliþkin en bariz insanî yorumlarýndan birisidir bu. Denebilir ki, Gülen'de bu düstur âdeta adanmýþlýk ruhu içinde yaþatýlmakta ve yeniden üretilmektedir. Buradaki "Yaratan ve yaratýlan" esprisini iyi kavradýðýmýzda, Ýslam'daki sevgi esasýnn, batý hümanizminden ayrýlan temel karakteristiðini de yakalamýþ olacaðýz. Orada sevgi tamamýyla beþerî ve felsefî olduðu için neredeyse hiçbir kutsiyeti yoktur. Oysaki Ýslam'da tüm sevgilerin kaynaðýnda yaratýcý gerçek vardýr.[17] Her sevgi, hamd, övgü ve medihte O'nun güzel esma ve sýfatlarýndan yansýyan bir tezahür ve tecelli olmasaydý, insanlýk sevgiden, merhametten ve þefkatten mahrum olacaktý. Dolayýsýyla Ýslam'da kiþiler her türlü sevgiyi, aþký ve muhabbeti öncelikle yaratana adamalýdýrlar. Bu adama gerçekleþmeden, hiç kimse kendi his ve yaþama zevkleri raðmýna kendisini bir baþkasýna adayamaz. Hakk'a adanmýþlýk ruhu ve hissi bu yüzden, halka ve insanlýða hizmetin en temel motivasyonunu verir insana. Adanmýþlýk ruhu öylesine manevî bir dinamik üretir ki, neredeyse her sevgi, her iliþki, her fedakârlýk ve hizmet yorumunu dahilden elektirikler. "Hayatlarýný Allah rýzasýný kazanma yolunda, O'nu sevip O'nun tarafýndan sevilme idealine baðlamýþ adanmýþlarýn en çarpýcý yanlarý, en önemli güç kaynaklarý, maddî-manevî herhangi bir beklentilerinin olmamasýnda aranmalýdýr. Onlarýn hesap ve plânlarýnda, ehl-i dünyanýn çok önem verdiði maliyet-kâr-emek-kazançservet-refah.. gibi hususlarýn hiçbir kýymeti yoktur; asla deðer ifade etmezler ve ölçü de kabul edilemezler. Adanmýþýn mefkûre kýymeti, dünyevî deðerlerin o kadar üstündedir ki, hedefe -o, garazsýz-ivazsýz Allah'ýn hoþnutluðudur- kilitlenmiþ böyle birine yörünge deðiþtirtmek çok zor, baþka bir bedele baðlamak ise âdeta imkânsýzdýr. Aslýnda o, kalben, fâni ve zâil þeylerden tamamen sýyrýlarak bütün bütün bâkiye müteveccih olma.... O, kendini tamamen, insanlara Hakk'ý sevdirme ve Hak tarafýndan da sevilme gâyesini gerçekleþtirmeye adadýðý ve hayatýný da baþkalarýný yaþatmaya baðladýðý, gelip geçici beklentilerden sýyrýlýp bir mânâda hedefini daraltarak kýymetlendirdiði ve daðýnýklýktan kurtulup tevhid-i kýbleye muvaffak olduðundan ötürü, toplum içinde "onlar" ve "biz", "ötekiler" ve "bizimkiler".. gibi bölücü, parçalayýcý ve kavgaya sürükleyici mülâhazalarýn tamamen dýþýndadýr ve kimseyle açýk-kapalý herhangi bir problemi yoktur. Problemi olmasý bir yana o, hep çevresine yararlý olma mülâhazalarýyla oturup-kalkmakta, içinde bulunduðu toplumla sürtüþmemeye fevkalâde ihtimam göstermekte, toplum içinde görüp sezdiði arýzalar karþýsýnda da bir savaþçý gibi deðil de, bir mürþid gibi davranarak, fertleri fazilete, yüce ahlâka yönlendirme istikametinde aktiviteler ortaya koymakta ve elden geldiðince, siyasî nüfuzdan ve ne sûretle olursa olsun hâkim olma, idare etme düþüncesinden uzak durmaktadýr. Bilgi, bilginin deðerlendirilmesi, saðlam bir ahlâkî telakkî ve bunun, hayatýn her alanýna hâkim kýlýnmasý, imanlý fazilet ve onun vazgeçilmezliði.. gibi hususlar adanmýþ ruhlarýn en önemli derinliklerini teþkil eder. Onlar, yarýnlarý ve hususiyle de ahiretleri adýna bir þey vadetmeyen nam u niþan, çýkar eksenli soðuk propaganda ve þov türü tavýr ve davranýþlardan sürekli uzak durur; ufuklarýnýn enginliði ölçüsünde her zaman bilgi ve düþüncelerini temsille mânâlandýrarak, kendilerini merakla takip ve taklit edenleri yüksek insanî deðerlere yönlendirme hesabýna ölesiye bir gayret sergilerler. Bunu yaparken de, kendilerine herhangi bir pay çýkarmayý hiç mi hiç düþünmez ve yýlandan-çýyandan kaçtýklarý gibi þahsî menfaat ve çýkarlardan uzak durmaya çalýþýrlar. Zaten onlarýn iç zenginlikleri de, bu türden reklama, aðýz kalabalýðýna, vitrinciliðe ihtiyaç býrakmayacak ölçüde "ilel-merkez" bir güce sahiptir. Ayrýca onlarýn ruhlarýndan sýzýp dýþa vuran o þeker-þerbet davranýþlarý da, aðýzlarýnýn tadýný bilen herkesi büyüleyip arkalarýndan koþturacak mahiyettedir. Bu itibarla da onlar, hiçbir zaman kendilerini anlatmayý düþünmez; kredilerini yükseltme adýna reklama, propagandaya baþvurmaz ve tanýnýp bilinme hususunda asla hýrs göstermezler. Hak rýzasýna adanmýþ ruhlar, aklî ve mantýkî hayatlarý adýna herhangi bir boþluk yaþamazlar. Aksine onlar, her zaman mantýk, muhakeme ve ilimlere karþý açýk durur ve bunu da gerçek imanýn gereði bilirler. Ne var ki, bunlarýn dünyevî tutkularý ve cismanî arzularý -herkesin istidadýna göre- Hakk'a yakýn durmalarýnýn enginliðinde ve bir okyanus mahiyetindeki tevhidî mülâhazalarýnýn derinliðinde tamamen eriyip gittiðinden, onlarýn bu isteklerinin yerini, farklý bir desen ve þiveyle Hak hoþnutluðundan kaynaklanan bir zevk-i rûhânî almýþtýr. Bu itibarla da, Hak rýzasýna adanmýþ ruhlar, kalbî ve rûhî hayatýn zirvelerinde meleklerle fizik ötesi bir havayý solukladýklarý ayný anda, dünyalýlarla da örfâneler teþkil ederek hasbýhalde bulunabilir ve dünyevîliðin meþrû bütün gereklerini yerine getirebilirler. Bu açýdan da onlar, hem dünyevî hem de uhrevî sayýlýrlar. Dünyevîlikleri, sebepler dairesinde bulunmalarýndan ve sebeplere riayet etme sorumluluðundan, uhrevîlikleri de her meseleyi kalbî ve rûhî hayatlarýna göre deðerlendirmelerindendir. Kalbî ve rûhî hayatýn belli ölçüde dünyevîliði tahdîdi, tamamen bir terk mânâsýna gelmediði için, onlarýn dünyadan bütün bütün kopmalarý da söz konusu olmasa gerek. Dünyadan kopmalarý bir yana, onlar, her zaman dünyanýn tam göbeðinde durur ve ona hükmederler; ama bu duruþ hiçbir zaman dünya için ve dünya adýna bir duruþ deðildir. Aksine bu duruþ, Allah adýna esbaba riayet ve her þeyi ötelere baðlama hesabýna bir duruþtur. Esasen, bedeni kendi çerçevesinde, rûhu da kendi ufkunda tutmanýn; ya da hayatý, kalb ve ruh hakimiyetine baðlý götürmenin yolu da bu olsa gerek. Sýnýrlý beden hayatýnýn çerçevesi cismaniyetin darlýðý ölçüsünde, aksine her zaman sonsuza açýk bulunan rûhî hayatýn ufku da nâmütenâhiliklere müteveccih olmalýdýr. Ýþte insan, bu seviyedeki hayat ufku itibarýyla eðer, hep müteâl düþüncelerle otururkalkar; hayatýný onu bahþedene baðlý götürür, yaþatmayý yaþamanýn en önemli derinliði sayar ve hep zirveleri kollarsa, ister istemez müteâl bir programýn uygulayýcýsý hâline gelir; dolayýsýyla da, belli çerçevede þahsî hazlarýný ve zevklerini sýnýrlandýrmýþ olur. Þüphesiz hayatý bu ölçüde bir derinliðe baðlý götürmek oldukça zordur; ama bu zor iþ, kendini Allah'a adamýþ, O'nu tanýtýp sevdirmeyi hayatýnýn gâyesi hâline getirmiþ; sabah-akþam bir eli insanlarýn kalb kapýlarýnda, diðer eli de Hakk'ýn kapýsýnýn tokmaðýnda hiç bitmeyen bir mekik hareketiyle gelip-gidip herkesi Hak'la buluþturmaya çalýþan ruhlar için gayet kolaydýr.. Adanmýþlýðýn yürekten ve samimî olmasýna göre her zaman, böylelerine Cenâb-ý Hak tarafýndan özel bir teveccüh söz konusudur. Evet bir insan, gönülden Allah'a baðlanmasý ve O'nu hoþnut etmeyi hayatýnýn gâyesi hâline getirmesi ölç3ünde iltifat görür, takdir alýr ve gökler ötesi âlemlerin muhavere mevzuu olur. Böyleleriyle alâkalý Kur'ân'ýn ortaya koyduðu resim temâþâya deðer bir resimdir: "Onlar öyle bahtiyar yiðitlerdir ki, ne ticaret, ne alýþveriþ alýkoymaz onlarý Hakk'ý anmaktan, namaz kýlýp zekat vermekten.. (Nasýl alýkor ki) onlar, kalb ve gözlerinin dehþetle hâlden hâle gireceði bir (müthiþ) günün endiþesiyle hep korkar dururlar. Allah da onlara, bu hâllerine karþýlýk mükâfatlarýn en güzelini verir ve dilediðine (fazlýndan) daha da fazlasýný lütfeder." (Nur sûresi, 24/37-38)[18] Zitieren Link zu diesem Kommentar Auf anderen Seiten teilen Mehr Optionen zum Teilen...
Webmaster Geschrieben 30. Juli 2007 Teilen Geschrieben 30. Juli 2007 e. Fedakârlýk, Sadakat ve Vefa Gülen hareketinde tebarüz etmiþ önemli dinamiklerden birisi de fedakârlýk ve sadakattir. Burada yine bu kavramlar, Ýslami gelenekteki ortak vurguyu hatýra getirebilir. Yani niçin Gülen ya da herhangi bir hareketin kendine has dinamikleri arasýnda yer alsýn ki? Bu soru baþka çaðrýþýmlar da yapabilir. Daha önce birkaç kez vurgulamaya çalýþtýðýmýz gibi, Gülen diðer dinamiklere kazandýrdýðý açýlýmý ve anlam zenginliðini bu kavramlara da kazandýrmýþtýr. Milletin hamiyetperver duygularýný öyle harekete geçirmiþtir ki, ondan yepyeni bir fedakârlýk sistemi ve seferberliði üretmiþtir. Gülen hareketinde fedakârlýk veya sadakatten bahsettiðimizde artýk, normal bir cömertlikten ya da salt bir dayanýþma ve yardýmlaþma faaliyetinden söz etmiyoruz demektir. Çünkü Gülen diðer dindarlýk ölçütlerinde olduðu gibi, burada da bu insanî ve ahlâkî duygunun son sýnýrlarýna ulaþan açýk uçlu bir fedakârlýk öngörmektedir. O, dindarlýk ya da insanlýk adýna hizmet söz konusu olduðunda, hiçbir zaman azla ve normal sýnýrlarla yetinmez. Sanki, insandaki hayýr, sadakat ve vefa duygularýnýn þahlandýrýlmasýný istemektedir âdeta. Bu yüzden Gülen yazý ve hitabelerinde sýk sýk "küheylan, çatlarcasýna koþan at, kanatlanmýþ üveyk vb." metaforuna atýfta bulunur. At ve küheylan onun sisteminde, gece gündüz hizmet için koþturan muhabbet kahramanlarýný, üveyk de yüksek ve yüce idealleri simgelemektedir. Buradan onun kahramanlarýnýn her birisinin birer mefküre insaný olduðunu keþfediyoruz. "Fedakârlýk da teblið adamýnýn en mühim hususiyetlerinden birisidir. Baþtan fedakârlýðý göze almayan, alamayan insanlar, asla dâvâ insaný olamazlar. Dâvâ insaný olmayan kimselerin baþarýlý olmalarý da söz konusu deðildir. Evet, gerektiði yerde mal, gerektiði yerde can, hatta evlad ü iyal, makam, mansýp, þöhret.. vs. gibi çoklarýnýn dilbeste olduðu, gayei hayâl bildiði þeyleri, bir çýrpýda terk etmeye hazýr olanlar ve bunlarýn sahip çýktýklarý dâvâ neticede varýp zirvelere oturmasý muhakkak ve mukadderdir. Ýþte Allah Resûlü (sallallahu aleyhi ve sellem) de Mekke'de dâvâsýnýn temellerini atarken baþta kendisi ve sonra da yakýn çevresinden baþlayarak, dâvâsýna gönül veren bütün insanlara bu fedakârlýk ruhunu aþýlamýþ, anlatmýþ ve yaþayarak da göstermiþtir. Mesela, Hz. Hatice (r.anha), Nebiler Serveri'nin ilk eþi, dünya ve âhiretin sultaný Hz. Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem)'e daha isteme sýkýntýsýný bile yaþatmadan, varýný-yoðunu inandýðý o kudsî dâvâ uðruna harcamýþtýr. Mekke müþriklerine Ýslâm'ý anlatmaya yönelik verilen ziyafetlerin tüm masraflarýný O karþýlamýþtýr.. ve Ýslâm öncesi Mekke'nin en zenginlerinden biri olan bu þanlý kadýn, vefat ettiðinde herhâlde kefen bezi alacak kadar bile olsa imkâný kalmamýþtý. Her dâvâ insaný, mâlik olduðu maddî imkânlarý sarf etmesinin yanýnda, doðup büyüdüðü çevreyi yine sadece dinini, düþüncesini, hürriyetini, insanlýðýný daha iyi duyup yaþayabilmesi için icabýnda terk etmesi de, yani onun hicreti de fedakârlýðýn ayrý bir buududur. Bakýn, baþta Hz. Ebu Bekir, Ömer, Osman, Ali (r.anhüm) olmak üzere zengin-fakir, genç-yaþlý, kadýn-erkek.. hemen hepsi hicret etmiþlerdir. Ve hicret edip ata yurtlarýný, ana yurtlarýný terk ederken, bütün mal varlýklarýný da, Mekke'nin zalim ve cebbar insanlarýna býrakmýþlar ve ancak yol azýðý olabilecek miktarda çok az bir þeyi beraberlerinde götürebilmiþlerdir. Evet, Muhacirler inandýðý, gönül verdiði dâvâlarýný teblið ve temsil etme için böylesi fedakârlýða katlanýrken, Medine'de onlara kucak açan, onlarý baðýrlarýna basan Ensar da fedakârlýðýn ayrý bir derinliðiyle onlara karþýlýk vermiþtir. Evet, Ensar ayný dine inandýklarý Mekkeli kardeþlerini, fakir olmalarýna, çiftçilikle geçinmelerine raðmen baðýrlarýna basmýþ ve onlara fevkalade civanmertçe davranmýþlardýr. Günümüzün irþâd ve teblið erleri de, hemen her sahada hep bir zirve toplumu sayýlan Ashab-ý Kiram tarafýndan temsil edilmiþ bu fedakârlýk anlayýþýný hayatlarýna tatbikle ayný performansý göstermek zorundadýrlar. Aksi hâlde baþta da ifade ettiðimiz gibi, bu kiþilerin teblið çalýþmalarýnda baþarýlý olmalarý düþünülemez.[19] Vefa, dost ikliminde yetiþen güllerdendir. Onu düþmanlýk atmosferinde görmek nâdiratdan ve hatta mümkün deðildir. Vefa, duyguda, düþüncede, tasavvurda ayný þeyleri paylaþanlarýn etrafýnda üfül üfül eser durur. Kinler, nefretler, kýskançlýklar ise onu bir lâhza iflah etmez öldürür. Evet o, sevginin, mürüvvetin baðrýnda boy atar, geliþir, düþmanlýk ikliminde ise bir anda söner gider. Vefayý; insanýn, gönlüyle bütünleþmesi þeklinde tarif edenler de olmuþtur. Eksik olsa bile yerindedir. Doðrusu, kalbî ve ruhî hayatý olmayanlarda vefadan bahsetmek bir hayli zordur. Konuþurken doðru beyanda bulunma, verdiði sözlerde, ettiði yeminlerde vefalý olma gönül hayatýna baðlýdýr. Kendini yalan ve aldatmadan kurtaramayan; her an verdiði söz ve yeminlere muhalif hareket eden ve bir türlü yüklendiði mesûliyetlerin aðýrlýðýný hissetmeyen iki yüzlü ve müraî tiplerin gönül hayatlarý olabileceðine ihtimâl vermek, sadece bir aldanmýþlýktýr. Böylelerinden vefa beklemek ise bütün bütün gaflet ve safderûnluk ifâdesidir. Evet, vefasýza güvenen er geç iki büklüm olur. Onunla uzun yollara çýkan yolda kalýr. Onu rehber ve rehnümâ (yol gösterici) tanýyanlarýn gözü, daima hicranla dolar. Vefa umarken ondan Doldu gözüm hicrandan Kaldým yaya dermandan.. Ferd, vefa duygusuyla itimada þâyân olur, yükselir. Yuva, vefa duygusu üzerine kurulmuþ ise devam eder ve canlý kalýr. Millet bu yüce duygu ile faziletlere erer. Devlet, kendi teb'asýna karþý ancak bu duygu ile itibarýný korur. Vefa düþüncesini yitirmiþ bir ülkede, ne olgun fertden ne emniyet vadeden yuvadan, ne de istikrarlý ve güvenilir devletten bahsetmek mümkündür. Böyle bir ülkede fertler birbirlerine karþý kuþkulu; yuva kendi içinde huzursuz, devlet teb'aya karþý uðursuzlardan uðursuz ve her þey birbirine karþý yabancýdýr, týpký câmidler gibi. Üst üste ve iç içe olsalar bile...[20] f. Temsil ve Teblið Bugün yeryüzünde, her biri geçmiþten devr aldýklarý büyük dava ve iddialarý seslendiren bir sürü siyasî, felsefî ve ideolojik hareket ve düþünce ekolü mevcuttur. Ýçlerinde öyleleri vardýr ki, söylemleri insanlýk adýna faydalý þeyler içeriyor olsa da, sanki bunlar yalnýzca dile getirilmek ve sloganlaþtýrýlmak için var olmuþlardýr. Onlarý topluma indirmek, neredeyse caiz görülmemiþtir. Uygulanabilirlik imkâný nedir, temsil edebilecek kimseler tarafýndan mý seslendirilmektedir gibi kriterlere ve toplumsal realitelere meydan okumaktadýrlar âdeta. Buna raðmen aslýnda her fikir, düþünce ve hareketin bir teorik, bir de pratik yönünden bahsedilebilir. Burada fikir ve teori ne kadar önemli ise, bunlarýn pratikte uygulanabilir olmasý da o kadar önemlidir. Ýþte bu noktada fikirleri pratize edecek kimselerin ehemmiyeti ortaya çýkmaktadýr. Onlarýn liyakatlarý, temsil ve ifade kabiliyetleri bu husustaki baþarýda belirleyici olacaktýr. Temsil, fikir ve ideallerin uygulanabilirliðini ihtiva ettiði gibi, sahiplerinin inandýrýcýlýðýný ve samimiyetlerini de kuþatýr. Hiçbir hareket, yeterli temsil kabiliyetini haiz kimseler olmadan herhangi bir muvaffakiyet elde edemez. Muvaffakiyetin ölçüsü þu ya da bu kritere göre deðiþebilir olmasý bu hakikatin geçerliliðini zedelemez. Gülen, diðer dinamiklerde olduðu gibi, ilk yýllardan itibaren bu temsil hakikati üzerinde de ýsrarla durur. O, Peygamberlerin, sahabenin ve hatta havarilerin samimiyet, heyecan ve hareket dolu hayat serencâmelerinden pasajlar takdim ederken, esasýnda sürekli bu yöne dikkat çekmiþtir. Bu örneklemeler üzerinden, temsil esasýný açýmlamayý ve temellendirmeyi düþünmüþtür. Burada onlarýn davalarýnýn tebliðe dönük içeriði önemli olduðu kadar, bu teblið sahiplerinin þahsiyetli duruþlarý, sabýr, tahammül ve samimiyetleri de önemle dikkatlere sunulmaktadýr. Gülen bu esasý hareketin kendisi kadar önemsemektedir. Yani herhangi bir tebliðde, bir fikri dile getirmede, örgütleme ve uygulamada, o fikir ve dava sahiplerinin temsil kabiliyetleri, liyakat ve samimiyetleri her þeyden önde gelmektedir. Bu onun için vazgeçilmez bir esastýr. O kadar ki, çaðdaþ hareketlerin hiç birisi bu esasý bu denli ciddiye almamýþ, onu hareketin dahili dinamikleri arasýnda saymamýþtýr. Hatta ona göre, temsil keyfiyetiniz yoksa, sizin ciddiye alýnacak herhangi bir fikriniz, topluma söyleyebilecek bir þeyiniz de yok demektir. Gülen bu ilkeyi (temsil) iç-dýþ bütünlüðü olarak da yorumluyor; "Ýç-Dýþ Bütünlüðü, Dünyayý düzeltmeye kalkanlar, önce kendilerini düzeltmelidirler. Evet, önce içlerini kinden, nefretten, kýskançlýktan, dýþlarýný da her türlü uygunsuz davranýþlardan temiz tutmalýdýrlar ki, çevrelerine misal teþkil edebilsinler. Kendi içini kontrol edememiþ, nefsiyle savaþamamýþ, duygu âlemini fethedememiþ kimselerin etrafa sunacaklarý mesajlar, ne kadar parlak olursa olsun, ruhlarda heyecan uyaramayacak, uyarsa da sürekli tesir býrakamayacaktýr." [21] "Gönüller Ýslâm'a kulak vermeyince o da sesini duyurmaz; davranýþ ve temsil sözü derinleþtirmeyince, onun da sesi kýsýlýr ve kat'iyen ruhlarda teveccüh uyaramaz. Söz, temsil kanatlarýyla uçurulabildiði ölçüde gönüllerde heyecan uyarýr ve bütün enginlikleri aþarak gider her istidâda ulaþýr." [22] "Müminler, çok samimi ve yürekten inanmalý, Cenâbý Hakk'ý her an görüyor gibi bir tavýr ortaya koymalý ve O'nun tarafýndan görülüyor olmanýn mehâbetini üzerlerinde taþýmalý. Hakiki bir müminin, birilerine uzun boylu akýl hileleri yapmaya, mantýk oyunlarý oynamaya ihtiyacý olmamalý; hal ve tavrý yetmeli bir þeyler anlatmaya, muhatabýný ikna etmeye. Yatýp kalkmasý, konuþmasý, bakýþý, duruþu yetmeli.. O'nu görenler 'Bu ciddi adamda ciddiyetsizlik olamaz, bu temiz yüzde yalan bulunamaz.' demeli. Ýþte, bizim en büyük problemlerimizden bir tanesi, hem toplum ve hem de fert planýnda bu tavrý sergileyememe ve içteki olgunluðun dýþa yansýmasý olan bu görüntüyü yakalayamamadýr...[23] Evet, onbir havarinin bütün dünyayý sarsmalarýndaki büyü, samimiyetleridir, hallerindeki inandýrýcýlýktýr. Sahabe efendilerimizin kýsa zamanda bütün dünyaya iman nuru götürebilmelerinin ve gittikleri her yerde hüsnü kabul görmelerinin en önemli sebebi mümince tavýrlarýdýr. Asýrlar sonra, Üstad'ýn talebeleri de ihsan duygusuyla yaþama, ihlas ve samimiyetle dopdolu olma örneði sergilemiþlerdir. Fakat günümüze doðru gelindikçe Müslümanlarda kemmiyet planýnda bir geniþleme olmuþ; ama içteki mânâ ve ruh korunamamýþ, ayný seviyede götürülememiþtir.Bugün bizde de akýl var, mantýk var; ilim, fen ve teknoloji açýsýndan eskilerden çok daha ileriyiz. Fakat eskilerin taþýdýðý yürek yok. "Kalbin her atýþýnda Allah'ýn duyulmasý ve o duyuþun bizim çehremize aksetmesi." nimetinden mahrumuz. Oysa kalb atýþlarýmýz; týpký bir saatýn iç hareketi ve çalýþmasýnýn dýþarýya aksetmesi; akrep ve yelkovanýn sâlise, sâniye ve dakikayý "Burada bir takvim iþliyor." diyerek göstermesi gibi dýþa aksetmeliydi. Canlýlýðýn asýl merkezi, insanýn içidir, gönlüdür. [24] Gülen, Ýslam dünyasýndaki müzmin toplumsal duruþun nedenini de, temsil yönünün eksikliðine baðlar; "Ýþte, Ýslâm dünyasýnýn eksiði, ilim deðil, teknoloji deðil, zenginlik deðildir. Ýtiraf etmeliyim ki, bunlarýn hepsinin kendilerine göre birer tesiri vardýr; fakat, müessir diyebileceðim ölçüde, diyebileceðim ölçüde diyorum çünkü hakiki müessir Allah'týr tesirli bir þey varsa, o da haldir, keyfiyet derinliðidir, engin bir gönül dünyasýnýn oturuþa kalkýþa, yürüyüþe duruþa yön vermesidir.Bizim eksiðimiz mümince görüntüdür.Bu yüzden günümüzde bir Sadreddin Konevî yok, bir Mevlana yok, Nakþibendi Hazretleri, Hasan Þâzelî, Ahmed Bedevî, Ýmamý Rabbâni, Mevlanâ Halid ve bir Bediüzzaman yok.. yok.. yok.Dolayýsýyla manevî heybet ve aðýrlýðý olan büyüklerin insibaðýndan mahrum yaþýyoruz. Ýslâm'ýn yorumlanmasý biraz bizim tavýrlarýmýzla alakalýdýr. Biz Kur'âný Kerim'e muhtaç olduðumuz kadar Kur'ân da kendisini ifade etme adýna samimi ve gönlü Kur'ânlaþmýþ insanlara muhtaçtýr." Bütün ihtiþamýyla yüksek raflarda, kadife bohçalar içerisinde muhafaza edilen Kelamý Ýlâhî, öpülüp baþlara konan bir Kitap olsa da, eðer onu temsil eden insanlar yoksa, o kendini anlatamýyor demektir. Kur'ân her zaman vardý ve indiði andan itibaren de mücessem bir ruh halinde insanlara rehber oldu. Fakat gördüðünüz gibi, O'nun sesi bazen gürül gürül çýktý, kevn ü mekâný inletti, çýnlattý; bazen de aðzýna fermuar vurulmuþ gibi sustu, harem odalarýna kilitlendi, kadife mahfazalar içinde hep baðlý kaldý." [25] Hâsýlý temsil güçlü oldukça teblið de güçlü oldu, zayýf kaldýkça da teblið güdük kaldý. "Ve iþte Kur'ân, bu canlý, þuurlu ve iradeli temsilcilerini bulamadýðý her devirde hazin bir gurbet yaþamýþtýr/yaþamaktadýr. O mükemmel Kitap, ancak mükemmel bir temsilci kadrosuyla sesini soluðunu duyurabilir. Eðer, O'nun sesini gerçekten aksettirecek insanlar olsaydý, ilk nefeste onu duyar, ikinci nefeste de seslerini tâ göklerin ötesine duyururlardý.. Maalesef, günümüzde Ýslâm'ý araþtýran, dinimize sýcak bakan insanlar bize takýlýyor. Kendimizi, Cenâbý Hakk'ýn adýný yüceltmeye tamamen adasak, dinin bir aksesuarý haline gelsek ve insanlar bize takýlmasa, onlarýn hakikatle buluþmalarý daha kolay olacaktýr. Ve esas olan da; aradan çekilmek, aradaki engelleri bertaraf ederek insan gönlüyle Allah'ý (celle celâluhû) buluþturmaktýr. Ama biz arada olunca, düþüncelerimiz, tavýrlarýmýz, hallerimiz araya bir engel gibi girince insanlar bize takýlýyor; haylulet oluyor, hüsuf-küsuf yaþýyorlar.. Þu teessür, üzüntü ve gözyaþlarýmýz kendimizi sorgulamaya bizi sevk ederse, ben de abes konuþmadýðýma inanacaðým. Okuduðum, dinlediðim ve konuþtuðum þeyler bana hayat vermiyorsa onlarýn size tesir etmesini bekleyemem.. Hasýlý, her birimiz Rabb'imiz, Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem), din ve milletimiz hatrýna bize bakanlara "Yalan yok çehresinde." dedirtmeli; ve muhataplarýmýzý "Eðer bu insanlarý böyle yüksek bir karakter ve ahlâka ulaþtýran sâik dinleri ise, onlarýn dini de yalan olamaz." hakikatine ulaþtýrmalýyýz."[26] "Teblið vazifesini iþ edinenlerin, Allah Rasûlü'nün tavýr ve hareketlerinden alacaklarý çok dersler vardýr. Evet, gönüllere girmenin, baþkalarýna müessir olmanýn ve kalplere taht kurmanýn tek þartý, Allah Rasûlü'nün yaptýðý gibi, söylenen her þeyi evvela, söyleyenin kendisinin yaþamýþ olmasýdýr. Birisine, Allah korkusundan gözyaþý dökmenin lüzumunu mu anlatmak istiyorsunuz; evvela, gece kalkýp kendi seccadenizi ýslatýncaya kadar aðlamalýsýnýz. Ýþte o zaman o gecenin gündüzünde ettiðiniz sözler sizi de hayrete sevk edecek þekilde müessir olacaktýr. Yoksa "Niçin yapmayacaðýnýz þeyi söylüyorsunuz?" (Saf sûresi, 61/2) âyetinin tokadýný yer ve hiçbir zaman tesirli olamazsýnýz." [27] "...Evet, teblið adamý bu hususa çok dikkat etmelidir. Halkýn arasýnda iken nasýl bir davranýþ sergiliyorsa, bunu yalnýz kaldýðý zamanlarda da devam ettirmeli ve gizli-açýk bütün davranýþlarýnda samimî olmaya gayret göstermelidir. Hem öyle göstermelidir ki, içtimaî ve ferdî davranýþlarýnda kat'iyen herhangi bir tenâkuza düþmemelidir. Evet, onun gecesi de gündüzleri kadar aydýn, gündüzleri ise güneþe fer verecek kadar pýrýl pýrýl, berrak olmalýdýr. Dikkatsizlik neticesi iþlediði küçük bir hata, samimî bir mübelliði iki büklüm edip inletmelidir. O, teheccüt ile nurlandýrmadýðý gecenin sabahýnda, namazdan bahsetmekten hayâ etmeli. Gözüne takýlan bir haramýn kirini, gözyaþlarýyla yýkayýncaya kadar da durmadan aðlamalýdýr. Aðzýna girecek bir haram veya þüpheli lokma, ona günlerce karýn aðrýsý olmalý ve bir inhiraf ruhunda cehennem alevleri gibi kendini hissettirmelidir. Ferdin kendisinde tatbik görmeyen düþünce ve fikirler, ne kadar cazip ve hayat için ne kadar lüzumlu da olsalar, yine de istenen seviyede hüsn-ü kabul görmezler. Çünkü söylenen sözler, bizzat söyleyenin vicdanýnda mâkes bulmuþ deðildir. Ferdin vicdanýna oturmayan bir düþüncenin, umumun vicdanýnda makes bulmasýný arzu etmek, imkânsýz bir þeyi arzu etmek gibidir." [28] Gülen hareketinin dahili dinamiklerini ortaya çýkarmak ve bunlarý sistematik bir biçimde yorumlamak elbette burada zikrettiðimiz hususlarla sýnýrlý deðildir. Gülen'in söylemine daha yakýndan baktýðýmýzda, bu saydýklarýmýzýn yanýnda daha pek çok kavram göze takýlmaktadýr. Meselâ "Tevazu ve mahviyet, kardeþlik ve tefani, maddi-manevi himmet ve hayýrhahlýk, Allah'la irtibat, evrâd ve ezkâr ile bütünleþme, gönül insaný olma, füyüzât hislerinden feragat ve müspet hareketi esas alma" gibi daha birçok kavramý okumak ve yorumlamak þüphesiz gerekmektedir.[29] Biz bir örnek oluþturmasý amacýyla bunlardan yalnýzca birkaç tanesini ele aldýk. Aldýklarýmýzý da geniþ bir analize tâbi tutmadýk. Ama sanýyorum bu kadarý bile bize, Gülen hareketine ve temel söylemine yönelik bazý ipuçlarý vermektedir. Hareketin sosyal realiteler dünyasýndaki seyrini izlemek ve yorumlayabilmek için, bu temel dinamikler her zaman göz önünde tutulmalýdýr. Ýster Ýslamî hassasiyetler noktasýndan, isterse de beþerî ve toplumsal telakki ve metodlar perspektifinden bakýlsýn, bu husus, diðer tüm Ýslamî hareketler için de geçerli bir esastýr. Çünkü bu tür dahilî ve manevî dinamikler, her hareketin ideal ve sosyal varlýðýna vücut verirler. Hem tek tek birey ve müntesiplerin, hem de hareket ve cemaatin sosyal varlýðýnýn ve þahsiyetinin kýlcal damarlarýna ve insiyaklarýna kadar her söz ve eylemine sirayet eder, þekil verir. Ýdealler ile sosyal pratik bazen zahirde ve sathi bir bakýþta çeliþikli bir durum arz edebilir. Bu durum genellikle, düþünce ve aksiyon dengesindeki nisbi deðiþimlerden kaynaklanýr. Bazen aksiyon, düþünce ve idealin önünde olur, bazen de tersi olur. Veya ideal ilkeler ile sosyal pratikteki konjonktürel söylem arasýnda bir mesafe oluþabilir. Bu dengeler gözetilmeden yapýlacak yorumlar, hareket hakkýnda insafsýz birtakým eleþtiri, hatta itham ve nitelemelere yol açabilir. Bu husus, Ýslam dünyasýndaki hareketlerin birbirlerini yorumlar ve deðerlendirirken sýkça düþtükleri bir husustur. Konjonktürel geliþmeler, hareketlerin zahiri söylemlerini bazen þeklen ve mazmunen deðiþken deðerler üzerinden biçimlendirebilmektedir. Bu da bazý yorumcularda, hareketin dahili /ideal ilkelerden uzaklaþtýðý kanaat ve vehmini uyarmaktadýr. Oysa þurasý bir gerçektir ki deðiþken deðerler, sabitelere yer yer esneklik ve yeni açýlýmlar kazandýrabilmek için gereklidir. Evet, deðiþken deðerler konjonktürel ve sosyal süreçlerde ideal ilkeleri belirleyici olamazlar. Ama yeni açýlým gerektiði anlarda etkileyici birer faktördürler. Deðiþim, her hareketin her an lüzum hissettiði bir þey deðildir elbette. Hareket kendi kuytusunda ve dar muhitinde kaldýðý sürece kendini, ideal ilkelerini ve söylemini yenileme ve onlara açýlým kazandýrma ihtiyacý duymayabilir. Bazý hareketlerin söylemlerindeki duraðanlýðýn sebebi budur. Bu bile sorgulanabilir. Esasýnda deðiþken deðerlerin varlýðý, hem bir hareketin toplumsal adaptasyon kabiliyetini, hem de yeni iliþki ve deðer üretebilme kapasitesini ortaya koyar. Buna sahip olamayan her hareket, ölmeye ve yok olmaya mahkumdur. Umarým burada "sabite ve deðiþken" deðerler etrafýnda yürüttüðümüz mülahazalar doðru okunur. Bu kaygýyý dile getiriþimizin sebebi, bu mevzuun oldukça kaygan bir zemine iþaret etmesinden dolayýdýr. Ayrýca "deðiþim" kavramýna yönelik bugün bazý çaðdaþ fikir, hareket ve siyasal düþünce çevrelerinde müþahede ettiðimiz lakayd ve alabildiðine gevþek mülahaza ve yorumlarý hatýrlatmasýndandýr. Çaðdaþ insanýn her türlü bencil zevk ve tutkusunu ilahlaþtýran, her deðiþim ve geliþmeyi kaçýnýlmaz bir durum ve sosyolojik bir veri gibi gören, çerçevesini her yaklaþýmýn kendine göre belirlediði sözüm ona özgürlükçü okumalar maalesef giderek yaygýnlaþmaktadýr. Burada elbette kastýmýz, bu ibahiyeci özgürlük anlayýþlarýnýn toplumlara dayatmaya çalýþtýðý deðiþim deðildir. Akl-ý selim sahibi hiç kimse, böyle temelsiz bir deðiþimin sosyolojik imkânýndan söz edemez. Yine ayný nedenden dolayý her yorum ve analizin, hareketlerin sabit ve deðiþken deðerlerine daha yakýndan bakmasý gerektiðini ifade ediyoruz. Bu hususun hareket analizlerinde yeterince deðerlendirildiði kanaatinde deðiliz. Hissi ve ideolojik okumalar her þeyi sýðlaþtýrdýðý gibi, hiçbir insanî ve ahlâkî kaygý da taþýmýyor. Zitieren Link zu diesem Kommentar Auf anderen Seiten teilen Mehr Optionen zum Teilen...
Webmaster Geschrieben 30. Juli 2007 Teilen Geschrieben 30. Juli 2007 Sonuç ve Deðerlendirme Bir hareketi sosyo-kültürel deðiþim ve dönüþümleri içinde izleyen bir analizin karþýlaþabileceði temel zorluklardan birisi, hareketin sabite ve deðiþkenlerini belirleyebilmektir. Bu, zor olmakla beraber ilkeli yorumun bir ön þartýdýr. Bu yüzden hareketin temel dinamikleri, âdeta yorum ve analizciyi kendine baðýmlý kýlar. Deðiþken ve sabit bu kadar önemli olunca, herhangi bir hareketi ele alýrken, iþe öncelikle bu dinamiklerden baþlamak neredeyse kaçýnýlmaz olmaktadýr. Bir hareket söylemi genelde iki unsur üzerinde þekillenir; Sabit ve deðiþken. Sabiteler o hareketin temel dinamiklerini, deðiþken de konjonktürel yorumunu ve açýlýmýný ifade eder. Hareketler analiz edilirken genelde bu unsurlar ya bütünüyle göz ardý edilir veya birbirine karýþtýrýlarak ele alýnýr. Bu da, hareketin deðiþim sürecini doðru bir þekilde izlemeyi zorlaþtýrýr. Burada deðiþimden kastým, konjonktürel süreçlere göre sürekli renk ve þekil deðiþtirerek amacýna ve varlýk nedenine yabancýlaþma deðildir elbette. Sosyolojik anlamda, hareketin takip ettiði seyri kastediyorum. Bu açýdan kitapta yer yer temel dinamiklerin ehemmiyetinden bahsettim. Sonuçta harekete yönelik eleþtiriler de, takdir ve tasvipler de, bu iki unsurdan birisinin öne çýkarýlmasýna göre þekillenmektedir. Yalnýzca sabitelere takýlan bir yorum, hareketin sosyal deðiþim ve geliþimler karþýsýndaki tavrýný saðlýklý okuyamaz. Hareketi yalnýzca toplumsal ve konjonktürel dönüþümler içinde okuyan yorumlar da, onu temel dinamiklerden taviz vermekle suçlamaktadýr. Oysaki saðlýklý bir okuma ve yorum için, her iki unsura da birden bakýlmalýdýr. Çalýþmada özellikle "sabit ve deðiþken" nitelemesi ve tespiti yapmadým. Ama hareketin söz ve eylemlerine yönelik yaptýðým yorumlarda bu iki unsuru göz ardý etmemeye gayret ettim. Burada Gülen hareketine yönelik net olarak bir þey söylemek gerekirse, onun gerçekten üzerinde analiz çalýþmasý yapýlmayý hak ettiðini ifade etmeliyim. Bir analiz için oldukça fazla malzeme olmakla birlikte, bu malzemeyi sistematik bir yoruma kavuþturmak, bazen bütün beþeri fikir ve hareketler tarihine dalýp çýkmayý gerektirmektedir. Yorucu bir maraton gibi âdeta. Az bir dikkatsizlik, yorgun ve hantal bir zihin bir anda her þeyi altüst edebilmekte, kurduðunuz fikrî çatýyý yýkabilmektedir. Bu yüzden sosyal hareket analizleri daha kolay yol olan serbest yorum usûlünü tercih eden çabalarla doludur. Tabi eðer böyle bir usul ve yöntem varsa. Batýda üretilmiþ hazýr kavram ve fikri çatýlarýn açtýðý patikalardan yürüyerek ortaya konan çabalarý istisna edersek, Ýslam dünyasýndaki hareketlere yönelik oluþmuþ bir analiz geleneði bulunmadýðýný söyleyebiliriz. Bunu çalýþmamda birkaç kez ifade ettim. Þüphesiz Ýslam dünyasýndaki Gülen ve benzeri herhangi bir hareketi analiz edecek bir çalýþma, her þeyden önce olaya dahilden bakabilmelidir. Yerleþik batýlý kavram ve metotlarla hareket etmek, bizi hiçbir zaman saðlýklý bir neticeye götürmez. Þimdiye kadar ne oryantalist okumalar, ne de onlarýn yerli versiyonlarý saðlýklý bir analiz ortaya koyamadýlar. Oryantalist okuma, ince hatlarla belirlenmiþ ideolojik bir okumaydý. Ürettiði metodoloji ve kavramsal çerçeve de bu ideolojiye uygun bir anlam dünyasý inþa etmiþti. Batýlý kavramlarýn ideolojik tasallutu, batýlý bazý sosyal bilimcileri dahi rahatsýz etmiþti. Bu yüzden Ýslam dünyasýyla ilgili her yorum, hareketlere içeriden bakmalýdýr diye tekrarla vurguluyoruz Yerleþmiþ bir yorum geleneðinden yoksun olmanýn verdiði zorluðu çalýþmam boyunca hissettim. Onun için tam ve eksiksiz bir sistematik çatý geliþtiremedim. Gülen hareketine yönelik ortaya koyduðum çaba bir taraftan bir anlama denemesi, diðer taraftan da sistematik bir yorum denemesi mahiyetindedir. Hareketle ilgili elbette söylenebilecek daha pek çok þey vardýr. Çabamýz yanlýzca, onun dini, sosyal, fikri ve kültürel söylemini oluþturan ana parametrelerini ortaya çýkarmaya yöneliktir. Daha hassas ve daha uzun soluklu bir çalýþma kuþkusuz gerekmektedir. Bu çaba, umarým böyle çalýþmalara bir baþlangýç ve ilk basamak teþkil eder. Burada bir hususa daha deðinmek istiyorum; Gülen'in toplumsal söylemini daha kapsamlý bir þekilde ortaya koymak için, Türkiye sosyal pratiðinde son yarým yüzyýl boyunca yaþanan olaylara biraz daha yakýndan bakýlmalýdýr. Biz bu detaylara fazla giremedik. F. Gülen'in diyalogla ilgili projesi Türkiye gündemine, siyasi kamplaþmalarýn zihinlerde kalýn ideolojik duvarlar ördüðü bir dönemde girmiþtir. 1980 öncesi yaþanan kamplaþmalar, hâlâ pek çok insanýn düþünce ve siyaset dünyasýna hükmetmekteydi. Bu farklýlaþmýþ zihni yapýda taraflar, zaman zaman gündeme gelen bireysel diyalog çaðrýlarýna katýlmada fazla istekli davranmadýlar. Tüm dünyada yaþanan kültürel ve ideolojik köklü deðiþime raðmen, Türk entelektüeli bu deðiþime kýsmen direnen bir temayül sergiliyordu. Türkiye pratiðinde deðiþim ve dönüþüm taleplerini donduran farklý konjonktürel geliþmeler yaþanmadý deðil. Ama deðiþim isteði de hiçbir zaman süreklilik arz etmedi. Esasýnda tek tek konuþulduðunda hiç kimse 80 öncesi yaþanan acý tecrübeyi yeniden yaþamak istemiyordu. Fakat blok halindeki söylemler bu tecrübeyi çaðrýþtýracak îmalara yer vermekten kaçýnmadýðý gibi, sanki bundan gizli bir hoþnutluk da duyuyordu. Kavganýn böyle îmalý tutumlarla sürdürülmesi belki bazýlarýna zevk de veriyordu. Bu tutum sonuçta bir þekilde deðiþim taleplerine direnen bir isteksizlik üretiyordu. Ýþte Gülen'in çaðrýsý tam da bu iliþki krizine denk geliyordu. Bu uzun kriz ortamýnýn detaylarýna girilebilirse, daha pek çok þey vüzûha kavuþabilir. Ancak kitabýn, Türkiye konjonktürüne ait detaylarla doldurulmasý, bugün dünyanýn dört bir yanýna daðýlmýþ muhtemel okuyucu kitleyi fazlaca yorardý. Bu yüzden Gülen'in sosyal projesini vüzûha kavuþturmada önemli olmasýna raðmen, bu tür detaylý analizlere girilemedi. Diðer taraftan, ön sözde de ifade ettiðim gibi, hareketin iç dinamikleriyle ilgili alan hakkýnda fazla yorum yapma imkâným olmadý. Böyle bir gayret, kitabý çok daha hacimli kýlardý. Ama þuna inanýyorum ki, hareketin dahili ve temel dinamiklerini merkeze alan bir çalýþma, Gülen hareketini çok daha sistematik bir þekilde yorumlayabilir. Bu dinamiklerin sistematik yorumu bize, Ýslam dünyasýndaki tüm benzeri hareketleri analiz etmede genel bir metodolojik çerçeve de verebilir. Ýslam dünyasýnda, referansý Ýslam olan hiçbir hareket bu dinamiklerden vâreste kalamaz. Öyleyse dahili dinamiklerin sistematik yorumu her açýdan güçlü bir çabayý hak etmekte ve gerektirmektedir. Gülen hareketi temelinde ele aldýðým dinamiklerin, bu hareketin en merkezi deðerlerini ifade edip etmediðinden fazla emin deðilim. Fakat bireysel olarak ortaya koyduðum çabada bunlar bana, hareketin dini ve sosyal tutumunu izlemede ciddi kolaylýklar saðladýðýný belirtmeliyim. Hangi konuya eðildiysem, bu dinamiklerin dolaylý ya da doðrudan kültürel etkilerini müþahede ettim. Daha doðrusu bu dinamiklerin, hareketin dini, sosyal ve kültürel her eylemini kuþattýðýný gördüm. Bu da onlarýn, hareket için birer anahtar kavram mesabesinde olduðunu göstermektedir. Hareketle ilgili belki çok daha net bir çerçeve ortaya konabilirdi. Þahsen yorumlarda her þeyi açýk uçlu býrakmayý tercih ettim. Zira hareket hakkýnda nihaî bir yorum ve çerçeve ortaya koymak için, bir iki zayýf çabanýn yeterli olmayacaðý kanaatindeyim. Bu tüm hareketler için de geçerlidir. Böyle bir metodolojik çatý, bu çalýþma için henüz oldukça erken bir karar olurdu. Umarým her þey, bu anlama çabasýndan ve denemesinden beklenmez. Her þeye raðmen efkâr-ý âmmeyi ve hâssayý, hareket üzerinde biraz olsun derinlemesine düþünmeye sevk eder ve dikkatleri ona yönlendirirse bu bizi mutlu kýlacaktýr. Bir diðer husus da þudur: Gülen hareketinin dini vechesini yeterli ölçüde tahlil ettiðimiz söylenemez. Bu, iki açýdan bilinçli olarak yaptýðýmýz bir tercihten kaynaklandý. Ýlki, kitabýn genel muhtevasýyla ilgili. Biz öncelikle hareketin, kültürel ve sosyal kimliðini ve misyonunu ön plana çýkarmayý hedefledik. Bu yüzden de dini açýdan daha fazla detaya girmeyi lüzumlu görmedik. Ýkincisi de, çalýþmanýn dili ve üslûbuyla ilgiliydi. Yani çalýþmayý, sosyal bilim söyleminin dil ve metodolojisi temelinde sürdürdüðümüz için, dini söylemin dil ve üslûbunu kullanmadýk. Kuþkusuz Gülen, her þeyden önce dini bir þahsiyettir. Bir âlim, bir vaiz ve dini gelenekten gelen bir mütefekkirdir. Onun bu kimliðinin bütün söz ve eylemlerini kuþattýðýnda þüphe yoktur. Dini söylemi takip ederek yapýlacak bir çalýþma, Gülen hareketinin farklý dini hassasiyetlerini de daha yakýndan gözleme imkânýný verecektir. Biz bu kitapta, bu iki farklý söylemin detaylarýna fazla nüfuz etmek istemedik. Söylem farklýlýðýnýn dile ve üslûba tanýdýðý imkân nispetinde ortak bir üslûp geliþtirmeye çalýþtýk. Bu da bizi, hareketi dinî açýdan yeterli bir tahlile tâbi tutmaktan alýkoydu. Onun için kitabýn üslûp ve muhtevasý, belki bazý çevrelerin beklentilerine cevap vermeyebilir. Buna raðmen, hareketi tahlil ederken, ele aldýðým her mevzuyu, tarih karþýsýnda belli bir mes'uliyet hissi ve þuuru taþýyarak yorumlamaya gayret ettiðimi söyleyebilirim. Ýctihat ve yorum hatasý ile bilgi ve deneyim eksikliðinden kaynaklanabilecek olumsuzluklarý umarým okurlar saðduyu ile karþýlar. Çaba bizden muvaffakiyet ise Allah'tandýr. Son olarak, Gülen hareketi hakkýnda þunlarý söylemek mümkündür. Gülen hareketi; * Siyasal ve ideolojik bir hareket deðildir. * Bütünüyle sivil inisiyatiflerin ürettiði bir harekettir. * Ýslâm'ýn, zengin toplumsal ve kültürel iliþki üretebilme kapasite ve dinamizmini gösteren önemli bir deneyimdir. * Ýnsanî ve toplumsal yeni bir fedakârlýk sistemi geliþtirmiþtir. * Toplumu bütün kesimleriyle kucaklayan paylaþýmcý bir yapýya sahiptir. * Dini deðerler ile toplumsal idealleri birleþtiren ve bütünleþtiren uzlaþmacý ve kaynaþtýrýcý bir harekettir. * Bireysel kabiliyetlere fazla vurgu yapmasa da, müntesiplerine geniþ bir sosyal kimlik ve þahsiyet kazandýrmaktadýr. * Klasik anlamda bir tarikat yapýlanmasý olmadýðý gibi, çaðdaþ anlamda seküler bir hareket de deðildir. * Dini ve kültürel açýdan hoþgörü ve sevgiyi; sosyal açýdan uzlaþma ve diyaloðu; davranýþ ve aksiyon açýsýndan da müspet hareketi esas alan pozitif bir harekettir. * Ne maddi ve dünyevi herhangi bir beklenti, ne de siyasal erki ele geçirme gibi gizli bir faaliyet içinde bulunmayan bir harekettir. * Toplumdan almayý deðil, daima ona vermeyi ilke edinmiþ fedakâr ve diðerkâm bir harekettir. Geleneðin Modern Çaða Tanýklýðý, Yeniakademi Yayýnlarý [1] Bkz.: M. F. Gülen, Örnekleri Kendinden Bir Hareket, s. 112, 120; Günler Baharý Soluklarken, 86. [3] Bkz.: M. F. Gülen, Fatiha Üzerine Mülahazalar, s. 189-190; Ölçü veya Yoldaki Iþýklar, s. 101. [4] M. F. Gülen, Ý'lâ-yý Kelimetullah veya Cihad. [5] Bkz.: M. F. Gülen, Fasýldan Fasýla, 4/87; Ýrþad Ekseni, s. 17, 200; Prizma, 1/206, 226, 4/49, 57, 261. [6] M. F. Gülen, Yitirilmiþ Cennete Doðru, s. 128 [7] M. F. Gülen, Iþýðýn Göründüðü Ufuk, s. 138 [8] M. F. Gülen, Iþýðýn Göründüðü Ufuk, s. 142 [9] M. F. Gülen, Örnekleri Kendinden Bir Hareket, s. 218-219 [10] M. F. Gülen, Ölçü veya Yoldaki Iþýklar, s. 108 [11] M. F. Gülen, Ölçü veya Yoldaki Iþýklar, s. 121 [12] M. F. Gülen, Ruhumuzun Heykelini Dikerken, s. 85-86 [13] M. F. Gülen, Iþýðýn Göründüðü Ufuk, s. 191, 194 [14] M. F. Gülen, Çað ve Nesil, s. 143 [15] M. F. Gülen, Iþýðýn Göründüðü Ufuk, s. 261 [16] M. F. Gülen, Ruhumuzun Heykelini Dikerken, s. 87. [17] Bkz.: M. F. Gülen, Örnekleri Kendinden Bir Hareket, s. 185, 187, 189; Beyan, s. 48, 55, 113, 142. [18] M. F. Gülen, Örnekleri Kendinden Bir Hareket, s. 37. [19] M. F. Gülen, Ýrþad Ekseni, s. 188-189. [20] M. F. Gülen, Buhranlar Anaforunda Ýnsan, s. 38-39. [21] M. F. Gülen, Ölçü ve Yoldaki Iþýklar, s. 208. [22] M. F. Gülen, Iþýðýn Göründüðü Ufuk, s. 4. [23] M. F. Gülen, Sohbet-i Canan, s. 96. [24] a.g.e., s. 98-99. [25] a.g.e., s. 99-100. [26] a.g.e., s. 103-104. [27] M. F. Gülen, Sonsuz Nur, 1/244-248. [28] M. F. Gülen, Ýrþad Ekseni, s. 134-136. [29] M. F. Gülen, Prizma, 1/12-15, 3/50-52, 143-146; Çað ve Nesil, s. 21, 57-60; Yeþeren Düþünceler, s. 19-22. Zitieren Link zu diesem Kommentar Auf anderen Seiten teilen Mehr Optionen zum Teilen...
derguiz Geschrieben 30. Juli 2007 Autor Teilen Geschrieben 30. Juli 2007 allah razi olsun..sehr interesant.. mashallah Zitieren Link zu diesem Kommentar Auf anderen Seiten teilen Mehr Optionen zum Teilen...
Empfohlene Beiträge
Dein Kommentar
Du kannst jetzt schreiben und Dich später registrieren. Wenn Du ein Konto hast, melde Dich jetzt an, um unter Deinem Benutzernamen zu schreiben.