derguiz Geschrieben 13. April 2007 Teilen Geschrieben 13. April 2007 Kamil Yürür - "KALPLERÝN SEVGÝLÝSÝ OLMUÞTU" 1963’te askerden gelir gelmez Süleymaniye’ye gittim. Bir zâtýn, elinde bir ibrikle kapýda beni karþýlamasýný hiç unutamam. Ýlk gördüðüm bu zât, daha sonra öðrendim ki, Zübeyir Aðabeyin kendisiydi. “Hoþ geldin kardeþim, tam zamanýnda geldin.” dedi ve ilâve etti: “Dershanede kalmak için sana üç gün müsaade. Düþün taþýn, sonra karar ver; baþýna gelecek sýkýntýlardan dolayý beni sorumlu tutma!” Kararýmý verdiðimde, “Kardeþim, mutfak temizliðinden baþla!” dedi. Kýsaca Zübeyir Aðabeyin, görebildiðim, tanýyabildiðim kadar þahsiyetinden söz etmek istiyorum. Zübeyir Aðabey, fenafilüstad, fenafirrisaleinur idi. Bediüzzaman gibi ruhanî bir zâtýn terbiyesinde yetiþtiði için bütün nefsanî duygularý, ene-benlik-kýskançlýk-rekabet-tarafgirlik gibi manevî hastalýklardan tasaffi ederek duru bir halet-i ruhiyeye kavuþmuþ, ruhanî bir hâl almýþtý. Peygamberler, veliler, salihlerin ahlâkýyla ahlâklanmýþtý. Bütün benliðini Üstada ve Risale-i Nur’a vermiþ, Üstadýn izinden gitmiþ, hakikate tâbi olmuþ, hizmette kendi aklýna güvenmemiþ, içtihat yapmamýþtý. Dolayýsýyla ruhlarýn, kalplerin mahbubu hâline gelmiþti. Zübeyir Aðabey, “Risale-i Nur talebesi” kisvesinden hiçbir zaman çýkmamýþ, kendinden ve nefsinden konuþmaktan çekinmiþ, hizmete zarar vermemek için azamî dikkat etmiþtir. Üstad gibi bedelsiz ve minnetsiz hizmet etmiþtir. Etrafýndakilere þöyle derdi: “Kardeþim, ben hizmette kaldýðým zaman, eðer hizmete muhalif bir hareket yaparsam, doktor bir kardeþ çaðýrýn, bana zehirli bir iðne yapýversin!” Tek gayesi Tek gayesi ve gayreti, hizmeti korumak ve kollamaktý. Hizmetin ruhuna uymayan söz ve davranýþlardan hizmet ehlini muhafaza etmekti. Hizmet ehlinin hüznünü, sýkýntýsýný, ihtiyacýný takip eder, “Kardeþim, bütün keder ve sýkýntýný bana anlat.” diye þefkat ve merhametle o kiþiyi ferahlatýrdý. Ehl-i hizmetten vakýf olanlarýn afakî meselelerle meþgul olmasýna müsaade etmezdi. Ehl-i hizmetin ve vakýf olan kardeþin vazifesi, dershanede Risale-i Nur’la meþgul olmak ve Risale-i Nur’u neþretmek, ulaþabildiði gençlere ulaþýp dershaneye davet etmekti. Bir vakfýn hem dershanede, hem de gazete yazýhanesinde meþgul olmasýný kesinlikle tasvip etmez ve göndermezdi. Hatta bir vakýf kardeþin gazete yazýhanesine gittiðini öðrenince, “Bu, hizmete zarar verir.” demiþti. O derdi ki: “‘Nur talebesi’ kisvesinden çýkan, dershanede de kalamaz. Zahiren içeride olsa da hakikaten dýþarýdadýr…” Zübeyir Aðabey, basiretli ve iradesine son derece hâkim bir zâttý. Nur’un hatýrýný hiçbir hatýra deðiþmezdi. Risale-i Nur’u okuyup anlamamýþ birisi hizmete para vermek istediði zaman, “Kardeþim, hizmetin hatýrýný kýramam.” der, almazdý. “Para verir, sonra da söz hakký ister.” derdi. “Hizmete yardým edebilmesi için en az külliyatý beþ sefer devretmesi lâzým.” derdi. “Ancak o zaman söz ve davranýþlarý hizmetin ruhuna uyup, o zaman zarar vermeyebilir.” Çünkü konuþulan söz, kuvvetini manadan maneviyattan alýrsa güçlü olur... Hizmetin üstünde titrerdi O, tek kelimeyle, “hizmetin üstünde titreyen bir ruh”tu. Bir gün Isparta’dan Süleymaniye’ye iki genç gelmiþti. “Risale-i Nur sadece Osmanlýcadan okunur.” diyerek, ellerine kalem defter alýp bir köþeye oturmuþlardý. Okunan dersi dinlemeyip kâh yazý yazýyor, kâh uyukluyor gibi bir tavýr almýþlardý. Üstelik, “Bizim âdetimiz böyledir.” diye bizi bir nevi protesto ediyorlardý. Bu durumu Zübeyir Aðabeye anlatýp ne yapmak gerektiðini sorduk. Zübeyir Aðabey, “Bir tokat vurursunuz! ‘Bizim âdetimiz de böyledir...’ dersiniz.” demiþti. Rahatsýzlýk sebebiyle zaman zaman hava deðiþimine ihtiyaç duyardý. Bir ara kardeþler kendisine, “Aðabey Ermenek’e gitseniz, oranýn havasý size iyi gelir.” demiþlerdi. “Kardeþim, hizmetin izzeti beni býrakmýyor.” diye karþýlýk vermiþti. Otele gönderirdi O zaman imkânlar kýt, kaldýðýmýz yer de müsait deðildi. Nur talebelerinin noksanlarýný görür, dýþarý taþýr diye Anadolu’dan gelen esnafý genelde dershanede yatýrmazdý. Hizmetin mahremiyetini korumak için, o kiþinin parasý yoksa, para verip otele gönderirdi. Zübeyir Aðabeyin zaman zaman gidip temiz hava almasý ve dinlenmesi için, Çamlýca’da eski bir evi tutup tamir etmiþtik. O manevî âlemde Üstaddan izin almadan bir þey yapmazdý. Bir gece o evin önündeki çýnar aðacýnýn yanýnda Üstadý gördükten sonra ancak oraya gitmiþti. Mal sahibinden sadece oturmak için izin alýnmýþtý. Bahçedeki kuru dal, odun ve tahtalarý soba tutuþturmak için toplarken beni gördü. “Kardeþim, izin almadan yakmak helâl olmaz.” dedi ve men etti. Hak ve hukuka böylesine riayetkârdý. Bir gün hava almak için Süleymaniye Camii’nin avlusuna gitmiþti. Caminin içini gezmek isteyen turist bir kadýn, açýk diye müezzin tarafýndan içeri alýnmamýþtý. O zaman ya çarþaf yoktu yahut tükenmiþti. Zübeyir Aðabey, hemen kollu kazaðýný çýkarýp o kadýna verdi. Kadýn giydi, camiyi gezip çýktý. Sonra o kazaðý dershanede yýkadýk. Fatih Camii’nin avlusunda bir cenaze merasimi için bulunuyorduk. Abdest alacaktý. Hemen takunya getirdim. “Kardeþim!” dedi, “Takunya, misvak, havlu, bunlar þahsî eþyalardýr, týbben baþkasýnýn kullanmasý uygun deðildir.” “Git getir!” O zaman risaleler matbaadan ciltsiz olarak alýnýp depoya konurdu. Ýhtiyaç miktarý depodan alýnýp ciltçiye götürülürdü. Bir gün Sözler lâzým oldu. Depoya gittim. Ne kadar aradýmsa bir türlü bulamadým. Gelip, Sözler paketi kalmadýðýný söyledim. O hiç tereddüt etmeden: “Kardeþim, paketler orada, git getir!” dedi. Dönüp gittiðimde baktým, gerçekten var. Bir gün, “Bazý Nur talebeleri, kutup gibi, oturduðu yerden idare eder.” demiþti. Her zaman hizmeti düþünür, hizmet projeleri geliþtirirdi. Bir gün bana dedi ki: “Kardeþim üniversiteye gideceðim. Tahtaya Konyalý Ahmet, Mehmet yazacaðým. Hemþehrilik cihetiyle onlarla tanýþacaðým. Nurlarý anlatacaðým. Cevþen’i okuyup gençleþeceðim.” Nizalý bir mesele olduðunda, o kardeþleri odasýna alýr, aralarýndaki meseleyi hallederdi. Üçüncü bir kiþiye duyurmazdý. Dedikoduya meydan vermemek için gizli tutardý. Zübeyir Aðabey, hizmetin esaslarýný korumada, meslek ve meþrebe zarar verecek hususlardan sakýnmada son derece dikkatliydi. Davut isminde bir kardeþ vardý. Bir mecmuayla dershaneye gelmiþti. O günlerde 46 numara devamlý polis kontrolü altýndaydý. En küçük bir þeyi not edip deðerlendirmeye alýyorlardý. Zübeyir Aðabey o kardeþe dedi ki: “Kardeþim! Polisler, hakkýmýzda bir suç bulabilmek için öküz altýnda buzaðý arýyorlar. Gazete, dergi, bant gibi bir vasýtayla siyasî bir partiye mensuplar mý diye bir tahkikat içindeler. Onun için sen bu mecmuayý dershaneye getirme.” Fakat o talebe, bu tembihi tutmadý. O mecmuayý yine getirdi. Bunun üzerine Zübeyir Aðabey, Ahmet Gümüþ’e: “Bu kardeþi tenha bir dershaneye götürün; çünkü hizmete zarar verecek.” dedi. Onun husumetini çekmemek için, kendisi “Git.” demedi. Ahmet Gümüþ onu gönderdikten sonra Zübeyir Aðabeye gelip: “Ahmet Gümüþ, beni zorla buradan baþka yere gönderdi!” diye þikâyet etti. Zübeyir Aðabey de: “Kardeþim, sen derslere buraya gelmeye devam edersin.” demiþti. 12 Mart arefesinde idi. Talebe hareketleri sað sol çatýþmalarý þeklinde sürüp gidiyordu. Aðabeyler Küçükçekmece tarafýnda bir kamp kurmuþlardý. Tabiî dershaneler boþalmýþtý. Zübeyir Aðabey bundan rahatsýz oldu. “Kardeþim!” dedi, “Kimse kalmasa, yanýma bir çocuk alýp kalacaðým ve ‘Risale-i Nur, Bediüzzaman’ diyeceðim.” dedi. Bir kardeþ, bir kimseden söz ederek, “Risale-i Nur’u okumuþ okumuþ anlayamamýþ.” demiþti. Zübeyir Aðabey, “O kardeþe söyleyin, evvelâ Üstadý tanýsýn.” demiþti. Vefatý 1971’de Zübeyir Aðabey deðil, aslýnda hizmetin ruhu âlem-i bekâya göçmüþtü. Ben de o zaman, “Sema aðlar, küre-i arz aðlar, nevcivan aðlar, kitaplar aðlar, dershaneler aðlar, melâike ve ruhaniyat aðlar, hýsým aðlar, akraba aðlar...” demiþtim. Naaþý tabutun içinde arka odada duruyordu. Ziyaretçiler geliyor, gidiyordu. Hüseyin ve Muhsin Demirel, ellerinde bir fotoðraf makinesiyle gelmiþlerdi. Zübeyir Aðabeyin yüzünü açýp fotoðrafýný çekmek istediler. Bazý kardeþler “olmaz” dediyse de ýsrar ettiler. Makineyle üç ayrý poz çektiler. Filmin üçü de yanmýþtý. Oysa ayný makineyle çektikleri diðer pozlar yanmamýþtý. Evliyanýn tasarrufu haktýr. Eyüp Sultan’da defnedilmesinin üzerinden bir küsur sene geçmiþti. Mezarýn yapýlmasý gerekiyordu. Kazmaya baþladýk. Mezarýn yeri yamaç olduðu için önünü açýnca pencere gibi kabrin içi gözüktü. Hocalardan, “Mezar, yýlan ve akreplerin yeridir.” diye duymuþtuk. Allah þahit, tek bir böcek dahi görmedik. Aynen kefen yerinde, belinde kemer, “hazýr ol”da bekleyen bir asker gibi dipdiri duruyordu. Ne bir koku, ne bir kan ve ne de bir çürüme izi vardý... Vefatýnýn ardýndan Ýttihad’da “Bu tabut” isimli bir yazý yazmýþtým: Bu tabut Bu tabut, hissiyatý ruh kuvvetine çýkmýþ bir zâtýn tabutudur. Bu tabut, fenafillâh makamýna çýkan ve sünnet-i seniyyenin en ince teferruatýna müraat eden bir zâtýn tabutudur. Bu tabut, sýddýkýyet mertebesinin þahikasýna çýkan bir zâtýn tabutudur. Bu tabut, adaleti, asaleti, salâhati þahsýnda cem eden bir zâtýn tubutudur. Bu tabut, Kur’an-ý Hakîmden tereþþuh eden hakikatleri, katre katre massedip dem ve damarlarýna yerleþtiren bir zâtýn tabutudur. Bu tabut, azamî ihlâs, azamî sadakat, azamî iktisat, azamî takva düsturlarýna müraat edip huzur-u Ýlâhîye mazhar olan bir kahramanýn tabutudur. Bu tabut, Kur’an düsturlarýna azamî ittiba edip, þûra âyet-i kerimesinin ulviyetini, kudsiyetini anlatýp lisan-ý kal ve hâliyle yaþayan bir mücahidin tabutudur. Bu tabut, þecaati, celâdeti, cesareti, feragati þahsýnda yaþayan bir zâtýn tabutudur. Bu tabut, tesis-i Ýslâmiyette peder valide, evlâd ü iyal, mal mülk gibi fâni âlemin mânilerini aþan ashab-ý kiramýn ahfadýnýn tabutudur. Bu tabut, Risale-i Nur’la nurlanýp bir güneþ gibi parlayan bir fedaînin tabutudur. Bu tabut, Üstadýmýz Bediüzzaman Hazretlerinin hayatýnda yaþamýþ olduðu düsturlara, metotlara, gayelere uymak için bütün zerrat-ý vücuduyla çalýþan, bu uðurda bütün mânileri bertaraf eden ve arzularýný kuvveden fiile çýkaran bir zâtýn tabutudur. Bu tabut, “Risale-i Nur esaretine düþen bir esir, esaret zincirinden kurtulmak istemeyen bir esirdir.” diyen bir zâtýn tabutudur. Bu tabut, “Her yediðim lokma haram olsun, fakat hizmete çalýþtýðým an müstesna.” gibi ifadelerle hissiyat-ý insaniyeyi uyandýrýp hizmete sevk eden bir Kur’an hizmetkârýnýn tabutudur. Bu tabut, “Seyyidü’l-kavmi hadimühum.” hadisinin manasýný yayýp yaþatan bir zâtýn tabutudur. Bu tabut, “Emrolunduðun gibi dosdoðru ol.” âyet-i kerimesinin meal-i âlisine ittiba eden bir þehit tabutudur. Bu tabut, kalemle tavsif edilemeyen bir tabuttur. Bu tabut, Ashab-ý Suffa mesleðini Üstadýndan aldýðý dersle yirminci asýrda hayatýyla ve mematýyla yaþayan bir iman abidesinin tabutudur. Bu tabut, Sultan Fatih’ten kalkarak, Mihmandar-ý Nebevî Eba Eyyûbe’l-Ensarî’nin sinesine giden bir hakikat mücahidinin tabutudur. Bazý tavsiyeleri Mübarek gecelerde uyumamamýzý tavsiye ederdi. “Hizbü’l-Hakaik’ten her gün bir parça okumak lâzým ve gün geçirmemek lâzým. Tâ ki ehl-i küfre galebe çalýnsýn. Yahudiler sihirlerini havaya üfürürler, ehl-i imaný sersemletmek için...” derdi. “Kardeþim, hizmet için çarþýya çýktýðýnýz zaman vitrinlere bakmayýn.” “Kardeþim, dershanelerimizi kendi evimiz gibi temiz tutmak mecburiyetindeyiz.” Bir gün dershanede kardeþin biri kahkahayla güldü: “Ah o güleni bir bilsem...” dedi. Topbaþlar vakýflara birer kat elbise vermiþlerdi. Ben almadým. Zübeyir Aðabeye þikâyet ettiler: “O, hizmete kuvvet veriyor.’ dedi. Bölüm: Dava Arkadaþlarýndan www.zubeyirgunduzalp.com Zitieren Link zu diesem Kommentar Auf anderen Seiten teilen Mehr Optionen zum Teilen...
Empfohlene Beiträge
Dein Kommentar
Du kannst jetzt schreiben und Dich später registrieren. Wenn Du ein Konto hast, melde Dich jetzt an, um unter Deinem Benutzernamen zu schreiben.