derguiz Geschrieben 10. Februar 2007 Teilen Geschrieben 10. Februar 2007 Ölümü unutmak çare olabilir mi? Ölümü, ahireti düþünmekle hayatýmýza nasýl bir anlam katabiliriz? Âhiretin varlýðýný öldükten sonra anlamak, insanoðlunun ne dünya huzurunu, ne de ebedî hayatýn kurtuluþunu netice vermez. Bizi bekleyen sonsuz hayat için açýlan imtihaný baþarmak, ömrümüzü hesap gününün sahibinin emrettiði istikamette geçirmemizi gerektiriyor. Ýþte o zaman ölüm bir daraðacý, bir ebedî ayrýlýþ, hiçliðe, yokluða çürümeye, unutulmaya, kopkoyu bir karanlýða açýlan kapý hüviyetinden çýkýp, ölümün olmadýðý, gelmiþ ve gelecek bütün sevdiklerimizin toplandýðý, Allah'ýn emirlerine uymuþ olmanýn mükâfatýnýn verildiði âleme geçmek için bir basamak haline gelecek. Ancak bu sayede ölüm, hayatýmýza bir mânâ, huzur ve mutluluk katacak. Yoksa þu periþan dünyada baþýboþ insanlar arasýnda, meyvesiz bir hayatta, sahipsiz, koruyucusuz bir þekilde bütün dünyaya sultan olsak kaç para eder? Bütün dünya saltanatý bize verilse, hergün dünyaya veda eden yüz binlerce þahidin bize verdiði "yok oluþ" endiþesinden gelen elem ve acýyý kaldýrabilir mi? Elbette kaldýramaz. Ölüm devamlý hayatýn içerisinde mi? Her mevsim yaþanan hadiseler gösteriyor ki, ölüm yeni bir hayatýn baþlangýcýdýr ve o hayata ulaþabilmek için geçirilmesi gereken bir arýnma hareketidir. Diðer bir ifadeyle aðýrlýklardan kurtulmadýr ölüm. Sonbaharda çürüyen, kuruyan ve kendisinde hayattan eser kalmayan kökler, dallar ve tohumlar, ilkbaharýn o her yerden hayat fýþkýran bayramýna hazýrlanýr ve vakti geldiðinde yeni bir hayata kavuþurlar. Ýþte birgün bizler de, o tohumlar gibi topraða düþeceðiz. Her ne kadar bir müddet için topraða karýþsak bile, bizim de ebedî bir baharýmýz olacaktýr. Ölüm konusunda din ve felsefenin cevaplarý için ne denilebilir? Bilim, insanýn dünyaya nasýl geldiðini anlatýr, fakat niçin geldiðini bildiremez. Bu dünyaya her gelenin öleceðini bildirir, fakat nereye gideceðini kestiremez. Bilim, olayýn þeklinden bahseder, felsefe ise, nedenini açýklar. Ancak felsefenin de sýnýrý akýldýr. Aklýn bulamayacaðý konular, felsefenin de dýþýnda kalýr. O zaman söz “din”in olur. Yüce yaratýcýmýz, insan aklýnýn kavramaktan âciz kaldýðý gerçekleri, Peygamberleri vasýtasýyla, yani hak dinler yoluyla öðretmiþtir. Bilmin dýþýnda kalan, onun sýnýrýna girmeyen, felsefeyi âciz býrakan konular, dinin sahasý içine girer. Ve ancak bu sahada çözülebilir… Ölümü unutmak bir çare olabilir mi? Bir kere, insan ölümü unutsa bile, ölümün insaný unutmadýðý bir gerçek. Evet ölüm, hiç umulmadýk bir anda kapýmýzý çalar. Ya kalbi sýkýþtýrýr, ya bir damarýmýzý týkar. Ya da yeni elbisenizi giyerken bir ayna karþýsýnda veya otomobilinizi sürerken yakalayýverir sizi. Kýsacasý, âhirete giden yollar o kadar çok ki saymakla bitmez, neticede hepsi oraya çýkar. Behlül Dânâ Hazretlerine, aðýr hastalandýðý sýrada biri sorar: — Ya Behlül, Allah’ýn emri yerine gelecek olursa, seni nereye gömelim? Behlül, þu cevabý verir: — Nereye isterseniz oraya gömün, çünkü âhiret her yerden ayný uzaklýktadýr. Evet önümüzdeki günlerde de yine yüzbinlerce insan ölecek, bir yandanda ölüm meleði vazifesi gereði can almaya devam edecek... Ömrümüzün uzatýlmasý için yapýlan çalýþmalar da devam edecek. Geçen günler de gösteriyor ki, hayat var olduðu müddetçe, ölümün sonu gelmeyecek ve ölüm öldürülemeyecektir... Ölüm meleðinin bizi nerede beklediði belli deðil, iyisi mi biz onu her yerde bekleyelim. Ama elbetteki ona hazýr bir þekilde. Hayatý huzurlu yaþamanýn ölçüsü nedir? Hayatý yaþamanýn binlerce þekli olabilir ama onu verenin beklediði tarz: “Hayatýn zevkini ve lezzetini isterseniz, hayatýnýzý imanla hayatlandýrýnýz” tavsiyesine uygun olanýdýr, insana da en yakýþanýdýr. Peygamberimiz: “Nasýl bir hayat yaþýyorsanýz öyle ölürsünüz. Nasýl ölürseniz, öyle de dirilirsiniz” sözleriyle, ölmezlik ve eskimezlik içinde bir formül sunmuþtur. Bu formülü, her hayata uygulamak ve sonucu görmek mümkün. Ölümü düþünmenin bir yaþý var mý? Yahya Kemâl ‘Rindlerin Ölümü’ adlý þiirinin bir kelimesi için mânâyý bozuyor endiþesiyle yýllarca uðraþýp, nihayet ‘siyah’ yerine ‘serin'i kullanarak mýsrayý; “Ve serin serviler altýnda yatan kabrinde” þekliyle tamamlamýþtýr. Þairimizle âlâkalý bu hatýrayý aktarýrken, þunu anlatmak istedik. Bazý cümleler hatta kelimeler vardýr ki, baþlýbaþýna bir paragraflýk bazen de bir kitaplýk düþünceyi içine alýrlar. Bir gül yapraðý gibi binbir muamma ile örtülü kâinat kitabýnda, bir satýrlýk ömrü olan her canlýnýn diðer bir ifadeyle her gelenin gidip, her gidenin de gelmemek üzere ardýndan býraktýðý mesaj, üç hecelik bir “el...ve...da”dýr... Evet “gece gündüzün dönmesinde her dost vedâ eder.” Þimdiye kadar bu sondan hiçbir kimse kendini kurtaramamýþtýr. Bediüzzaman'ýn ifadesiyle: "Nasýlki insan küçük bir âlemdir; yýkýlmaktan kurtulamaz. Âlem dahi büyük bir insandýr; o dahi ölümün pençesinden kurtulamaz." Bir satýrlýk hayatýmýzýn hangi harfinde, hangi hecesinde olursak olalým deðiþmeyen hakikat þudur ki, "Hiç bir yaþ, ölümü düþünmek için erken deðildir." Bu gerçek bir hayat prensibi olmasý gerekirken, nedendir bilinmez baþýmýza hastalýk gibi bir musibet gelmeden uyanamaz olmuþ insan. Peki ölüm ötesini düþünürken neleri göz ardý etmemeliyiz? Rahmetli Dr. Halûk Nurbaki Hoca’nýn bu konudaki görüþleriyle yazýmýzý tamamlayalým: “Ölüm ötesini düþünürken, kâinatýn temel kanunlarýný, Yaratanýn sanat inceliðini sezerek, hatta ona hayran olarak yola çýkmak gerekir. Yoksa, kâinat düzenini bir rastlantý, hayatý ve canlýlýðý basit bir uyum sanarak insanýn yüceliðindeki sýrlarý çözmek imkânsýzdýr. Böylece temel düþünce tarzýnda maddecilerden ayrýlýyoruz. Madde ilimlerine aslýnda onlardan daha fazla saygýlýyýz. Maddeyi kuru kalýplarý içinde görerek ondan baþka varlýk kabul etmemek bir gaflettir. Eðer herþeyi madde sanýrsak o zaman hayat ‘Ardýndan koþup tutamadýðýmýz ümitler, mutsuzluklar... heyecanlar, üzüntüler, yorgunluklar ve bunlara son damgasýný vuran ölüm...’ senaryosundan ibaret olur. Kâinatýn güzelliklerinden, ince sanatýndan, derin þuurundan böyle bir sonu beklemek imkânsýz. Kâinatýn yüce yaratýcýsý, âlemlerin en güzeli, insana böyle bir son damgasýný vurmaz." Ölüm niçin nimettir? Görünüþ her ne kadar çirkin ve karýþýk olsa da, kâinattaki her hâdisenin ya kendisi veya neticeleri güzeldir. Ölümde olduðu gibi. Çünkü ölüm, daracýk odalarý olan bir hapishaneden geniþ bir sahraya çýkmaktýr... Yalnýz, hâdiseler rengini iç âlemimizden almaktadýr. Ýnsanýn ebedî yaþama arzusu ve bundan vazgeçememesi de, onu ölümden ürkütüp korkutmaktadýr. Eðer þüpheler giderilse, ölüm korkusu da ortadan kalkacaktýr. Hatta "Bazý kâmil insanlarýn ölüm gelmeden ölümü istemeleri" bu sýrdandýr. Geçmiþteki ibretli tablolara bir göz atalým. Ýlk olarak Hazreti Yusuf (a.s.)'dan baþlayalým. Uzun bir ayrýlýktan sonra Mýsýr'ýn sultaný olmuþtur. Üstelik peder ve vâlidesiyle görüþüp, tanýþmasý olan dünyada en büyük saadetli ve ferahlý bir hengâmda dahi yine gaflete dalmamýþtýr. Ve o andaki lezzetten daha câzibedar ve ferahlý bir vaziyetin kabrin arkasýnda olduðunu bildiði için, ölümünü istemiþtir. Yine Peygamber Efendimize dünyada ebedî hayat vaad ve ikrâm edildiði halde O, "Kul dünya ile âhiret arasýnda mütehayyir býrakýldý, kul âhireti seçti" diyerek, o diyarý tercih ettiðini bildirmiþtir. Yine Bilâl Habeþi ölüm döþeðinde hanýmýnýn “Aman ne kötü” diye sýzlanmasý karþýsýnda o, “Aman ne iyi, Hz. peygamber’e (s.a.v.) ve arkadaþlarýna kavuþacaðým." diyordu... Evet en dehþetli bir hakikat karþýsýnda, hepsi býçak sýrtý gibi keskin olmasýna raðmen cesaretle söylenmiþ ifadeler... Not: Bu yazý, Selim Gündüzalp’le yapýlan bir söyleþinin bir bölümüdür. Zafer Dergisi Aralýk 2006 Zitieren Link zu diesem Kommentar Auf anderen Seiten teilen Mehr Optionen zum Teilen...
Empfohlene Beiträge
Dein Kommentar
Du kannst jetzt schreiben und Dich später registrieren. Wenn Du ein Konto hast, melde Dich jetzt an, um unter Deinem Benutzernamen zu schreiben.