Webmaster Geschrieben 26. Januar 2007 Teilen Geschrieben 26. Januar 2007 Bediüzzaman ile sinemaya gitmek… 1921 yýlýnýn bahardan kalma bir kýþ günüydü. Bediüzzaman Said Nursî Hazretleri, öðrencilerinden Molla Süleyman ile birlikte Ayasofya’da cemaatle namaz kýlmýþ, ardýndan da yakýndaki bir çayhaneye oturmuþlardý. Zamanýn ünlü bir kaç âlimi de orada, ilmî bir konu üzerinde hararetle tartýþmaktaydýlar. Bediüzzaman’ýn gelmesiyle birlikte hepsinin yüzü aydýnlandý. Onun ilmine ve muhakeme gücüne çok güvenirlerdi. Üzerinde tartýþtýklarý soruyu Bediüzzaman’a sordular. Cevaplamak Üstat için hiç de zor olmadý, kýsa bir izahla meseleyi bir anda çözüverdi. Herkes memnun ve müteþekkir olmuþtu. Bir çay da ona ýsmarlamak istediler, memnuniyetle kabul etti. Bediüzzaman, çayýný içtikten sonra topluluktan izin istedi. Öðrencisine, “Yola koyulalým” anlamýnda bir iþaret yaptý ve dýþarý çýktýlar. Zaman zaman sinemaya gitmek âdetiydi. O gün de Süleyman’a “Haydi oðlum, þöyle güzel bir film seyredelim” dedi. Süleyman “Olur” diye cevap verdi ama, þaþýrmadan da edemedi. “Sinema mý?” diye geçirdi içinden. Üstat böyle bir sözü nasýl ederdi? O anda Bediüzzaman, âdeta yol arkadaþýnýn kalbinden geçenleri okumuþtu. “Bak Süleyman, ben sinemaya baþkalarýnýn gittiði gibi gitmem. Ýbret için, dersler çýkarmak için film seyrederim” diye konuþtu. Henüz yerli filmler çaðý baþlamadýðýndan, o zamanki filmlerin tamamý batý kaynaklý ve de sessizdi. Birlikte Alemdar Sinemasý’na gittiler. Bediüzzaman birinci mevkiden iki bilet aldý. Salonda her zaman perdeyi iyi gören rahat bir noktada oturmayý tercih ederdi. Bir süre filmi seyrettikten sonra ortalýk aydýnlanýnca hemen arkasýnda oturan öðrencisine dönerek, “Anlat bakayým, ne anladýn bu filmden?” diye sordu. Süleyman’ýn cevabý son derece kýsaydý: “Hiç bir þey Üstat!” Bediüzzaman, bunun üzerine, “Ýþte dünya da aynen sinema perdesine benzeyen bir yerdir. Kendisi sabit olmadýðý gibi, içindekiler de fâni; hiç durmuyor, sürekli akýp gidiyor. Onun için dünya hayatýna hiç güvenme oðlum. Sinemanýn insana ibretlik mesajlar veren bir yönü var. Hayatlarýmýz, izlediðimiz bu film kadar kýsa ve geçicidir. Ömrümüz sinema perdesindeki görüntüler gibi göz açýp kapayýncaya kadar akýp gidecek, sonra da hesap faslý baþlayacak.” * * * Yukarýda okuduðunuz tarihî hatýrayý, Ömer Faruk Paksu’nun Nesil Yayýnlarý’ndan çýkan “Bediüzzaman’la Yaþayan Öyküler-1” adlý kitabýnýn 25-27. sayfalarýndan aldým. Özüne dokunmayýp, yalnýzca çok küçük ifade deðiþiklikleri yaparak… Bu fakirin 2007 yýlýnýn dünyasýnda sinema üzerine yazýp çizerken kendince okurlarýna vermeye çalýþtýðý temel mesajý, daha bundan 86 yýl önce, sinema sanatý emekleme devresindeyken gayet güzel kavramýþ, beyazperde ve hayat iliþkisi üzerine kafa yormuþ ve onu doðru bir biçimde anlamlandýrmýþ büyük bir zekânýn, eþsiz bir öngörünün ürünü yukarýdaki sözler… Dünyanýn dört bir köþesinde yaþayan milyonlarca insan, hayatýnýn her günü sayýsýz güzelliklerle, hikmetlerle bezeli bu büyük bilgeyi boþu boþuna sevmedi hiç kuþkusuz… Ýslâm tarihi, dünyayý bu denli geniþ bir perspektiften, eski ya da yeni bütün unsurlarýyla birlikte baþarýyla kavrayabilmiþ çok az âlim gördü. Ýnanabiliyor musunuz þuna, hayatýný dinin doðru biçimde yorumlanýp yaþanmasýna adamýþ bir büyük Ýslâm bilgesi sinemayý reddetmiyor; reddetmek þöyle dursun, aksine onu çok seviyor ve fýrsat buldukça da Ýstanbul’un o dönemdeki en iyi salonuna film izlemeye gidiyor. Yanýna bir de öðrencisini alarak! O da yetmiyor, yoksul ama her iþinde zevk sahibi bir adam olarak, daima “birinci mevki”de, yani salonun en iyi yerinde oturuyor. Bir onun hayatý yorumlayýþýna bakýyorum, bir de þimdiki “allâme” takýmý ve onlara baðlananlarýn… Ortalýk parayý erken bulmuþ, ama kendisine ceketiyle uygun renkte bir kravat almaktan aciz, ayakkabýsýna en son boyayý altý ay önce sürmüþ, soba borusu gibi pantolonlarla dolaþan bir sürü sözümona “mütedeyyin kýro”dan, “Ýslâmcý berduþ”tan geçilmiyor. Sanata, bilime, estetiðe, kaliteli yazý ve hitabete, kiþisel hijyene bütünüyle ilgisiz, tek derdi “cukka yapmak” olan bir sürü adam ve kadýn. Yiyemeden göçüp gideceði yastýk altý paracýklarýndan bir dirhemini, hayat yolunun henüz baþlarýndaki gencecik bir þaire, yazara, ressama, sinemacýya ya da evlenmek için çýrpýnan birine ver deseniz, on dakika boyunca kalbi sýkýþan tiplerdir bunlar. Týpký, geçtiðimiz hafta Hilâl TV kýsa film yarýþmasýnda ödül kazanan gençleri desteklemek için kendilerinden bir kaç bin lira sponsorluk desteði istediðimizde elleri ayaklarý birbirine dolaþan o “muhafazakâr” bankanýn yöneticisi ya da Ýstanbul’un kocaman bir ilçesinin “muhafazakâr” belediye baþkaný gibi… (Bu yazýda yeri yok diye daha fazla açmýyorum; ama hiç merak etmesinler, hepsinin tek tek canýna okuyacaðým.) Sizi, dünyadan ve infaktan bihaber “köylüler” sizi… Bu rezil durum, bizim ümmet olarak 1000 küsur yýlda “Medine kentliliði”nden “Kerbela bedevîliði”ne gerileþimizin de yürek sýzlatan öyküsü aslýnda... O yüzden, hâlâ bilimi ve sanatý cömertçe destekleyen, sponsorluk bilinci yerli yerine oturmuþ bir “muhafazakâr burjuvazi” sýnýfýmýz yok bizim; o yüzden en alçakgönüllü bir kültürel etkinlikte bile oturacaðýmýz sandalyeyi bize temin edecek üç kuruþluk bir sponsor bulamýyoruz. O yüzden, bazýlarýnýn izleme gereðini bile duymadan yerden yere vurduðu “Takvâ” filminde tasvir edilen atmosfer her karesiyle gerçekleri anlatýyor. Para, makam ve kadýn üçlüsü bu cepheyi darmadaðýn etti. Hayata bir daha gelecek olsam, Üstadýyla Kur’an üzerine tartýþýp Ayasofya’da namaz kýldýktan sonra onunla birlikte sinemaya giden Molla Süleyman olmak isterdim. Çünkü bugünün Ýslâmcýlýðý, daha doðrusu üzerine türbe yeþili kýrýþýk bir gömlek giymiþ olan “taþralý Ýslâmcýlýðý” beni artýk iyiden iyiye boðuyor. Ali Murat Güven Yeni Þafak - 26.01.2007 Zitieren Link zu diesem Kommentar Auf anderen Seiten teilen Mehr Optionen zum Teilen...
Empfohlene Beiträge
Dein Kommentar
Du kannst jetzt schreiben und Dich später registrieren. Wenn Du ein Konto hast, melde Dich jetzt an, um unter Deinem Benutzernamen zu schreiben.