derguiz Geschrieben 6. Januar 2007 Teilen Geschrieben 6. Januar 2007 Bediüzzaman’ýn Maraþ’taki ilk talebesi olan ve MÝT’in listesinde adý ilk sýrada ‘anarþist Nurcu’ olarak geçen Mustafa Ramazanoðlu Aksiyon’a konuþtu. ‘Saçlarým adedince baþlarým olsa, her gün biri kesilse, hakikat-i Kur’an’iyeye feda olan bu baþ, size eðilmeyecektir.’ Sözlerin sahibi Said Nursi’dir. Bediüzzaman, bu sözleri bir mahkeme müdafaasýnda sarf etmiþtir. Demokrat Parti’nin yeni iktidara geldiði 1950 senesinde, Necip Fazýl Kýsakürek’in çýkardýðý Büyük Doðu Mecmuasý’nda yayýmlanan bu sözler, zaten dergiyi hiç kaçýrmadan takip eden Mustafa Ramazanoðlu’nu adeta büyüler. Ayný zamanda Büyük Doðu Cemiyeti’nin Kahramanmaraþ kurucusu olan Ramazanoðlu, Bediüzzaman’ýn kahramanlýðýna âþýk olur. Ve orda bir karar verir; onu ziyarete gidecektir. Hemen otobüse atlayýp adres almak için Büyük Doðu’nun Ýstanbul Caðaloðlu’ndaki merkezine varýr. Necip Fazýl’ý sorar, orada olmadýðý cevabýný alýr. Çalýþanlardan Ahmet Ramazan isimli biri, ona, Necip Fazýl’ý ne yapacaðýný sorar. Ramazanoðlu, ondan, Bediüzzaman’ýn adresini isteyeceðini söyler: “Ahmet Ramazan, ‘Bediüzzaman’ýn adresini o bilmez ki, ben bilirim’ dedi. ‘Ver öyleyse gideyim’ dedim. ‘Ama’ dedi ‘o zat her ziyaretine gideni kabul etmez. Tam ihlas ve samimiyetle gideceksin ki kabul etsin.’ Ben ‘Maraþ’tan Ýstanbul’a bir adres almaya gelen adamda ihlas olmaz mý? dedim.” Ramazanoðlu büyük bir mutluluk içerisinde yola çýkar. Kendisine verilen adres Emirdað’ýndaki Mehmet Çalýþkan’ýn bakkal dükkanýdýr: “Gittim. Mehmet Çalýþkan bana dedi ki ‘Bugün Üstad çok hasta, hiç kimseyi ziyaretçi getirme, kabul etmeyeceðim dedi, götüremem.’ Götürürsün-götürmezsin, iki saat sürtüþtük. Çok ýsrar ettim.” Israrlara dayanamayan Çalýþkan, Bediüzzaman’a gidip sorar ve gülümseyerek geri döner: “Hemen gittik. Ahþap bir ev... Ben o zaman milliyetçiyim, ama kendimi Avrupa kýlýðýna, kýyafetine kaptýrmýþým. Býyýðým týraþ, kolalý gömlek, kravat. Böyle Üstad’ý ziyarete gidiyorum. Ýçeri girdim. Üstad böyle dirseðini yastýða koymuþ, baþýný avucunun içerisine almýþ, istirahat halinde idi. Elini öptüm, yerdeki mindere oturdum. Üstad bana dedi ki ‘Bugün çok hastayým. Hiç kimseyi ziyaretçi olarak kabul etmeyecektim. Fakat senin ismin söylenince içime büyük sevgin dokundu. Derhal getir dedim’ Ve ‘Nereden geliyorsun?’ diye sordu. ‘Ýstanbul’dan geliyorum’ der demez böyle bir çeviklikle sýçradý, karyolanýn ortasýna oturdu. ‘Ne biliyorsun bana söyle’ dedi, ‘Orda benim talebelerime iþkence ediyorlarmýþ. Benim cýmbýzla etimi çeksinler, talebelerime dokunmasýnlar.’ Beþ dakikadan fazla tutmazmýþ ama biz yarým saat kaldýk. Tabii ben Üstad’la konuþurken en ufak bir çekingenliðim yok. Böyle tam hürriyet içerisinde, pervasýz konuþuyorum. Üstad da böyle severmiþ. Beni söyletiyor söyletiyor gülüyor. Ceylan Çalýþkan çamaþýrlarýný yýkýyordu. Ona yardým ettim. O bitince gideceðimiz vakit yaklaþtý diye düþünerek, bizim ‘Maraþ’ta Müftü Hafýz Ali Efendi’ye selamýnýzý söyleyeyim mi?’ dedim. Güldü. ‘Madem hüsnüzannýn var, selam söyle’ dedi. Ondan sonra ‘Eserlerinizi okumak istiyorum. Nereden temin edebilirim?’ dedim. Neþe içerisinde gülerek ‘Seni talebem olarak kabul ettim oðlum’ dedi. ‘Elazýð’da Hulusi, Ýslahiye’de Zübeyir var. Git onlardan iste, al.’ Adres yok, soyad yok, Elazýð’da Hulusi, Ýslahiye’de Zübeyir. Dedim ‘Verirler mi?’ ‘Benim selamýmý söyle, verirler’ dedi.” Maraþ’a varana kadar her þey Mustafa Ramazanoðlu’nun gönlüne göre olur; hatta sonrasýnda bile: “Kendi kendime düþündüm. Elazýð, bir vilayet. Orada Hulusi’yi kim tanýr? Ama Ýslahiye küçük bir kaza. Belki bir posta memuru götürmüþ posta, telgraf, mektup vermiþ olabilir. Postanesine bir telefon açýp posta memurlarýna bir sorayým dedim.” Ramazanoðlu, aradýðýný daha ilk görüþmesinde bulmuþtur: “Ben Zübeyir Gündüzalp’ dedi. Konuþtuk. Ve heyecanla ‘Ne! Sen o zatý gördün mü?’ dedi. Adresimi istedi ve hemen geldi. Beni bir kucakladý. Gözlerimden öptü.” Gündüzalp heybesinin içerisinde de o zaman Osmanlýca olan Zülfikar, Sözler, Siracünnur, Mesnevi-i Nuriye, Mektubat, Týlsýmlar Mecmuasý’ný getirir ve risaleler hakkýnda iki saat boyunca sohbet eder onunla. O gittikten sonra da Ramazanoðlu kitaplarý alýp Maraþ Müftüsü Hafýz Ali Efendi’ye götürür: “Çünkü müftü ‘aldýðýnýz bir kitabý bize göstermeden okumayýn. Kafanýz karýþýr’ diyordu. Müftü ‘Býrak da git’ dedi. Bir müddet sonra sorduðumda ‘Oðlum Mustafa. 200 seneden beri dünyaya böyle bir eser gelmedi. Bundan sonra da geleceði meçhul.’ dedi. ‘Hocaefendi ver öyleyse ben de okuyayým kitaplarý’ dedim. ‘Yok git sen kendine baþka temin et’ dedi. Ve Ondan sonra biz hizmete baþladýk.” Deðil Risale-i Nur’un, Kur’an-ý Kerim’in bile okutulmasýnýn yasak edildiði bir devrede yetiþmiþti onlar. Öyle bir devirdi ki, mesela Kahramanmaraþ’ta 28 cami satýlarak ibadet yeri olma vasfýndan çýkarýlmýþtý. Bunlardan bir tanesi olan Þeyh Müslim Camii, CHP tarafýndan parti ocaðý yapýlmak üzere satýn alýnmýþ, ancak 1950 seçimleri imdada yetiþtiði için cami, vasfýný kaybetmemiþti. Ýþin ilginci seçimlerden sonra halk, CHP’lilere tazyik ederek, satýn aldýðý meblaðýn on misli fazlasýný partiye ödeyerek ibadethanesine sahip çýkmýþtý. Böyle sýkýntýlarý sýklýkla yaþayanlardan biri, Kahramanmaraþ’ta doðup büyüyen ve Bediüzzaman’ýn buradaki ilk talebesi olan Mustafa Ramazanoðlu idi... O, Risale-i Nurlara ve dindarlara yapýlan hücum ve saldýrýlarý kabul etmeyen, her seferinde bunlara gerek mektup, gerek telgraf ve gerekse zamanýn Ýttihat, Yeni Ýstiklal, Bugün, Yeni Asya, Babýali’de Sabah, Zaman gazeteleri ile Hilal dergisinde yayýmlanan sert yazýlarý ile cevaplar verdi. Bu yüzden sýk sýk hapishanelere atýlan Ramazanoðlu, mahkeme günü geldiðinde de beraat ederdi. 24 defa mahkemeye sevk edilen Mustafa Ramazanoðlu, 8 defa tutuklanmasýna raðmen bizzat kendisinin yaptýðý savunmalarla her seferinde beraat etmiþti. Bu kadar davaya raðmen sabýka kaydý dahi yoktu. ‘ÝHTÝLALCÝLER TELGRAFI DEÐÝÞTÝRMÝÞ’ Ramazanoðlu’nun çektiði telgraflardan biri de 27 Mayýs 1960 Ýhtilalinden sonra Yassýada’nýn gizli belgeleri arasýna giren telgraftý. Said Nursi vefatýndan birkaç gün önce hasta haliyle Urfa’ya gitmiþti. Hayatýnýn son zamanlarýný peygamberler þehri Urfa’da geçirmek isteyen Nursi’yi, devrin Ýçiþleri Bakaný Namýk Gedik baþta olmak üzere resmî makamlar þehrin dýþýna atmak istiyordu: “Gedik devamlý Bediüzzaman Hazretlerini ve bizi takip etti. Ýhtilalden az zaman önce Üstad Hazretleri çok aðýr hasta. Vefat etme düþüncesiyle Urfa’yý teþrif ettiler. Oraya gittikten sonra Namýk Gedik telefon ediyor valiye. Diyor ki ‘Bediüzzaman’ý Urfa’nýn dýþýna atýn.’ Ýþte o zaman, Üstad’ýn hizmetinde olan Abdullah Yeðin Aðabey bana telefon etti. ‘Ramazanoðlu Üstad’ýn saðýndan soluna dönecek hali yok. Çok hasta. Fakat emniyet mensuplarý ‘burada durmayacaksýn’ diye tazyik ediyor. Acaba Adnan Menderes, Sýtký Yýrcalý, Namýk Gedik’e birer telgraf çekilse bu zulüm durmaz mý diye düþünüyoruz’ dedi.” Aldýðý haberden dolayý gözyaþlarýna boðulan Mustafa Ramazanoðlu, bunu bir emir telakki ederek, bahse konu üç kiþiye de ezberinden okuduðu þu metni telgraf çeker: “Cenup vilayetlerini seyahate çýkan Said Nursi Hazretlerinin siyasetle asla alakasý yoktur. Kendisi bu memleketin ferdi ve evladý olmasý hasebiyle Türkiye’nin her memleketinde gezmek hakkýný haizken, Urfa emniyet mensuplarý ‘Bu memlekette durmayacaksýn’ diye tazyik ediyorlar. Bu kanunsuz muameleyi durdurun. Beþbin kiþi namýna Nur talebesi/Mustafa Ramazanoðlu” Fakat Ramazanoðlu, o telgrafýn ihtilalciler tarafýndan epey deðiþtirildiðini söylüyor bugün. Çünkü Zaman gazetesinin ortaya çýkardýðý, Yassýada gizli belgeleri arasýna 5 Kasým 1960 tarihinde dahil edilen ve Namýk Gedik adýna yazýlmýþ telgrafta “ellerinizden öperim’ gibi bir ifade yer alýyor: “Üstad’ý ‘çöp arabasýna koyup atýn’ diyerek hakaretine devam eden adama telgrafýmda böyle bir ifade kullanarak zillete düþeceðime hiçbir insaf sahibinin inanmayacaðý kanaatindeyim.” Ramazanoðlu, ayrýca, sadece Gedik’e deðil, Menderes ve Yýrcalý’ya da telgraf çektiðini hatýrlatýyor. Adnan Menderes, telgrafý alýr almaz hemen telefon eder ve valiye “Dokunmayýn o zat’a” der. Bir gün sonra, 23 Mart 1960 tarihinde de Bediüzzaman ahirete intikal eder. Zaten Bediüzzaman üç gün önce gelmiþtir Urfa’ya: “Üstad Hazretlerinin vefatýný da Abdullah Yeðin Aðabey’den öðrendim. Hýçkýrýklarla aðlamaya baþladým. Koþuyorum bir araba bulup Urfa’ya gideceðim. O sýrada, kendisi de Risale-i Nurlarý okuyan Tiyeklioðlu Ökkeþ diye bir zat’a rast geldim. Telaþýmý ve niye aðladýðýmý sordu. ‘Araba tutup Urfa’ya gideceðim’ dedim. O da ‘O zaman sen Üstad’ýn fikrine aykýrý hareket etmiþ olursun. Burada oku, dakikasýnda oraya gider. Sen þimdi taksi tutup bir sürü para vereceksin. Üstad bu israfa razý olmaz’ dedi. Kafama bir karýnca attý. Hemen müftülüðe geldim. Hafýz Ali Efendi’ye sordum. O da ‘Eðer burada vazifem olmasaydý, -ikindinin vaazýný yapýyordu- þu kör gözümle o evliyanýn cenazesine ben de giderdim’ dedi. Bana dünyayý baðýþlasa o kadar ikram olmazdý. Bunun üzerine atladým arabaya hemen gittim. Ve Üstad’ýn baþýnda 24 saat Kur’an okuduk. Yalnýz biz deðil, böyle 30 kiþi 30 kiþi, belki 5 dakikada bir hatim indirdik. Ertesi gün cumada kaldýrma kararlarý vardý. Ancak çok fazla kalabalýk olunca vali perþembe günü ikindi namazýnda kaldýracaksýnýz diye baský yaptý.” ÝNÖNÜ’NÜN HEDEFÝ Bir baþka hadisede ise, 1963 senesinde Ýnönü, Genelkurmay Baþkanlýðý’na Cemal Tural’ý getirmiþtir. Tural’ýn ilk vazifesi orduya bir tamim göndermek olur. Ulus Gazetesi’nde yayýmlanan tamimde Nurcular aleyhinde aðýr ithamlar vardýr: “Nurcularýn amacý devleti ele geçirmektir. Laikliði kaldýrmak ve din kurallarýna göre devleti yönetmek ve bu suretle bir çeþit dinî diktatorya kurmak isteyen Nurcularla ordu personeli savaþmalýdýr.” Bu dehþet ifadeler karþýsýnda Ramazanoðlu yine kalem ve kâðýdýna sarýlýr: “Bizi ordu ile savaþtýracak. Fakat bu aslýnda Ýnönü’nün emri ile yapýlmýþtý. Bundan evveli var. Ayný sene içerisinde Ýnönü bir kanun tasarýsý getirdi Meclis’e. Tasarýya göre Nurcularý Türkiye sýnýrlarý dýþýna sürecekler. Müebbet hapislik, idam cezasý gibi akýl almaz aðýr maddeler getiren bir tasarý. Bu tasarý komisyonlardan geçti, Meclis’e geldi. Oylandý mý bitti.” Adalet Bakaný Sedat Çumralý’dýr. Ramazanoðlu hemen Sedat Çumralý’ya ‘Beþ bin kiþi adýna Nur talebesi Mustafa Ramazanoðlu’ imzalý bir telgraf çeker. Ramazanoðlu, bununla da yetinmeyip iki arkadaþý ile birlikte Ankara’nýn yolunu tutar. AP Genel Baþkan Vekili Sadettin Bilgiç ve Adalet Partisi milletvekillerine durumu anlatýr. Ýþte Ramazanoðlu, bu kanun tasarýsýndan az bir zaman sonra Cemal Tural’ýn yayýmladýðý bu tamim ile tekrar harekete geçer. Bizzat Tural’ýn þahsýna uzun bir mektup kaleme alýr ve orada ‘Bu eser külliyatýný okumalýsýnýz. Eðer Türk milletine, gençliðe, vatana zararlý görüyorsanýz yasaklamalýsýnýz. Faydalý olduðunu görüyorsanýz bu eserler hakkýnda neþriyat yapan basýna bir þamar vurmalýsýnýz’ der. Tural, kendisine iadeli taahhütlü gönderilen mektuba fiili cevap verir: “Hemen bir hafta içerisinde bir tamim daha yayýmladý. Bu sefer komünizme vurdu, Müslümanlarý tuttu orada.” O, bu yazýlarý yazdýðý zaman, Ýnönü’nün hazýrlattýðý kanun tasarýsý henüz Meclis’tedir. Ýnönü, bu tezine halkýn desteðini saðlamak için çeþitli vilayetlerde toplantýlar tertip edilmesini de ister. Güvenlik Konseyi Genel Sekreteri Orgeneral Refet Ülgenalp de bu amaçla Maraþ’a gelir ve Nurcular aleyhinde bir konuþma yapar. Ramazanoðlu’nun yapýsýný bilen arkadaþlarý, ona bu toplantýya katýlmamasýný önerir. Ülgenalp, konuþmasýnda Bediüzzaman’ý peygamberliðini ilan etmiþ olmakla itham eder. Ramazanoðlu, ona karþý da aðýr ifadelerle bir yazý kaleme alýr. Bu, baþýnda Mustafa Polat’ýn bulunduðu Erzurum’daki Hareket Gazetesi’nde yayýmlanýnca da aðýr cezalýk olur. Mustafa Ramazanoðlu’nun bir de Süleyman Demirel’e çektiði telgraf vardýr. Demirel daha yeni girmiþtir Meclis’e. Halkýn tek parti olarak iktidara getirdiði Demirel’in AP’si, anayasa nizamýný koruma kanunu adý altýnda, ölü veya sað, bir kimsenin ideolojisini veya þahsýný övmeye bir seneden beþ seneye kadar mahkumiyet öngören bir çalýþmaya imza atmak üzeredir: “Kanun tasarýsý Meclis’e geliyor. Oylanacak. Biz telgraflara dayandýk. Türkiye çapýnda 200 binin üstünde telgraf çekildi ve Yeni Asya’da devamlý neþrolundu bunlar.” Tasarý kanunlaþmaz. O, hayatý boyunca tepkilerini gerek mektup yoluyla gerekse çektiði telgraflarla hep dile getirir. 12 Haziran 1968 tarihli Tercüman Gazetesi’nde Yargýtay üyesi Ýmran Öktem’in ‘Allah’ý yaratan insandýr’ þeklindeki basýn toplantýsýnda sarf ettiði beyanatýna gereken cevabý da yine o verir. Ramazanoðlu, ayrýca, rahmetli Turgut Özal’dan eski Genelkurmay Baþkaný Hilmi Özkök’e kadar pek çok þahsa açýk mektuplar yazar. Ramazanoðlu, Millet Partisi’nin Maraþ’taki kurucusu olmasýna ve 1954 seçimlerinde adaylýðýný koyup 18 bin oy almasýna raðmen, sonraki yýllarda Bediüzzaman’ýn diðer talebelerinin ýsrarlarý karþýsýnda bile Meclis’e girme tekliflerini hiçbir þekilde kabul etmez: “1954 seçimlerinde ekseriyet sistemi olduðu için biz mebus çýkaramadýðýmýz gibi DP’nin çýkarmasýný da engelledik. Halk Partisi çýkarttý. O zaman ben kafama taktým bunu. Dedim ki ‘Mustafa sana bu siyaset yaramaz. Bak bunlarýn iþ baþýna geçmesine sebebiyet verdin. Çekil. Çekildim, bir daha da girmedim. O zaman Üstad’a da þikayet etmiþler beni aðabeyler, ‘Mustafa Ramazanoðlu parti kurdu. Siyaset yapýyor’ diye. Üstad da ‘Ona karýþmayýn. O bize gelir’ demiþ. Üstad’dan sonra teklifleri kabul etmeyince de Mustafa Sungur Aðabey’e söylemiþler. O da dedi ki bana ‘Ramazanoðlu, adaylýðýný koyman için kanuni bir engel mi var?’ ‘Yok’ dedim ‘fakat Risale-i Nur talebesi olmam kafi deðil mi?” Mustafa Ramazanoðlu için tam bir mücadele adamý, demek doðru olur sanýrým. Soyadýndan da anlaþýlacaðý üzere Ramazanoðullarý Beyliði’nden gelen bir aileye mensup olan Mustafa Bey’in þeceresi, beyliðin kurucusuna kadar ulaþýyor. Ancak onun ailesi Ramazanoðullarý’ndan geçmiþ Piri (Mehmed) Paþa’yla birleþiyor. Ramazanoðlu’nun þeceresi, kendisi söylemek istemese de seyyidlik mevzuundan Piri Paþa’ya intikal ediyor. Ramazanoðullarý genellikle Osmanlý’nýn hedefi olmamýþ. Çünkü beylik Osmanlý’ya asker ve para yardýmýnda bulunmuþ. Beyliðin tek problemi kendi içindeki birbirini çekememezlik olmuþ. Osmanlýlar da yeniden bir güç olmamasý için onlarý deðiþik vilayetlere daðýtmýþ. Cumhuriyet döneminde ise ‘zade’ gibi soyadý almak mümkün olmadýðý ve Ramazan da arapça olduðu için aile bu soyadýný alamamýþ. Mustafa Ramazanoðlu’nun dedesi Gölþen Hoca (gözleri yeþil olduðu için Maraþ’ta böyle adlandýrýlmýþ) lakaplý, Dar-ül Fünun mezunu, âlim bir zat olan Ahmet Efendi de ‘Ramazan’a oruç yakýþýr’ diyerek Oruç soyadýný almýþ. Maraþ’ýn kurtuluþundan iki sene sonra, 1922 yýlýnda dünyaya gelen Mustafa Ramazanoðlu, askerliðini Oruç soyadý ile yapmýþ. Fakat askerden sonra, zaten Maraþ’ta herkesin Ramazanoðlu diye bilip hitap ettiði aile, mahkeme yoluyla da olsa asli soyadýna dönmüþ. Türkiye’de Ýzmir, Ýstanbul ve Karabük baþta olmak üzere birçok yerde akrabalarý bulunan Ramazanoðullarý, Mahmud Sami Efendi ile de ayný aileden. KUR’AN OKUTMAKTAN MAHKÛM Mustafa Ramazanoðlu’nun babasý da alim bir kiþilik olarak tanýnmýþ Maraþ’ta. Henüz 1,5 yaþýnda iken vilayette zuhur eden bir göz hastalýðýndan âmâ olan Hafýz Halil Ýbrahim Ramazanoðlu, günde dört sahife ezberleyerek, 8 yaþýnda hafýzlýðý tamamlamýþ. 59 sene hatimle teravih kýldýran ve “Kafirler Kur’an’ý ortadan kaldýrsalar, ben Allah’a güvenerek söylüyorum, Kur’an’ý bir esresi veya üstünü eksik olmaksýzýn yeniden yazdýrabilirim” diyecek kadar Allah kelamýna hâkim olan Ýbrahim Ramazanoðlu, vaktini Þeyh Müslim Camii’nin hücresinde çocuklara Kur’an öðretmekle geçirmiþ. Malum devrede “Çocuklara ‘Kur’an öðretiyor” diye ihbar edilerek ‘suçüstü’ yakalanan Ýbrahim Efendi, tutuklanarak hapsedilmiþ: “Babamýn Kur’an öðretme suçu sabit olduðundan hapse mahkum edildi. Mahkemenin verdiði gün kadar tutuklu olarak hapis yattýðý tespit edildiðinden, babam hapishaneden çýkarýldý.” Ýbrahim Efendi, çýktýktan sonra müftü Hafýz Ali Efendi’ye gider ve “Hocam üzerimde sabýka kalmamasý için bu hükmü temyiz etmek istiyorum” diye danýþýr. Hocanýn cevabý da ibretlik olur: “Hayýr, temyiz etme. O aleyhindeki karar mahþerde senin beratýn için bir belgedir.” Ýþte bu Ýbrahim Efendi ile Hacer Haným’ýn on erkek çocuðundan ikincisi olarak dünyaya gelen Mustafa Ramazanoðlu, aðabeyi ile birlikte evi geçindirmek zorunda olduklarý için tahsil imkaný bulamaz. Önce dokumacýlýk yaparak evin iaþesini kazanýrlar. 14 yaþýndan sonra bakýrcýlýk sanatýný öðrenir, bu alanda fabrika sahibi olur. Fýtratýnda var olan zulme boyun eðmemek sebebiyle sürekli mahkemelere çýkýp, hapislere atýlýnca iflas eder. Ancak o yýlmaz, zamanla baþka iþlere yönelir. Sonradan dýþarýdan imtihan vermek suretiyle ilkokulu bitiren Ramazanoðlu, kendilerine Kur’an dersi veren hocasýnýn evi haftada en az üç kez baskýna uðradýðý halde küçük yaþta Kur’an’ý öðrenir. Müslümanlar için çok zor geçen bu süreç, 1950 seçimlerinden sonra kýsmen de olsa hafifler: “DP devrine kadar Üstad Hazretlerini 28 sene hapiste çürüttüler. Adnan Menderes taraftardý. Onun için DP devrinde, 1956’da, Menderes Risale-i Nurlarýn serbest olmasýna dair beyanatta bulundu. Ve 1957’de ilk büyük Sözler basýldý. Menderes Risale-i Nurlarýn baskýsý için 10 ton da kâðýt hibe etti.” Bu dönemde Said Nursi eskisi kadar mahkemeye verilmese de bu sefer Nur talebeleri sýk sýk hâkim karþýsýna çýkmak durumunda kalýyordu. O süreçte Nur talebelerine iki bine yakýn dava açýldý; bir kýsmý savcýlýk tarafýndan takipsizlik kararý ile ortadan kalktý, kalanlarý da beraatle sonuçlandý. Bediüzzaman’ý ilk ziyaretini 1950 yýlýnda gerçekleþtiren Mustafa Ramazanoðlu, onu 8-10 defa daha ziyaret eder; çoðunu da 1952’de gerçekleþtirir. Bunlardan bir tanesi, Ýstanbul’da, Üstad’ýn Gençlik Rehberi’nden dolayý verildiði mahkeme sýrasýnda vuku bulur: “Ýstanbul’un Belediye Tabibi vardý Nihat Ongun. Onun yanýna gittim. Bediüzzaman’ý ziyaret edeceðim konusu açýlýnca ‘Ben de geleyim’ dedi. Ben kiminle gittimse Üstad kabul etti. Tramvayla Sirkeci’ye gittik. Akþehir Palas Oteli’nde kalýyordu. Haber verildi, girdik. Ben orada doktoru takdim edince Üstad ona bir konuþma yaptý. Dedi ki ‘Ben iki meslek erbabýna çok kýymet veririm. Biri muallimler, diðeri doktorlar. Çünkü imanlý muallimler körpe dýmaðlara imaný, Ýslam’ý yerleþtirir. Doktorlar da insanlarýn en muzdarip zamanýnda mütesellisidir. Sana tavsiyem þu olsun. Bir hasta tedavi ettiðin zaman ücreti 100 lira deðerken 2,5 lira verirlerse bereket versin de, cebine at. Zannetme ki 97,5 lirayý kaybettim. Sadaka olarak defterine geçer.’ Çýkýnca doktor boynuma sarýldý.” Bir baþka ziyareti de Bediüzzaman’ýn yine Akþehir Palas’ta ikamet ettiði sýrada gerçekleþtirir. Ramazanoðlu beraberindeki iki arkadaþýna Üstad’ý ziyaret edeceðini söyler: “Hani ilk ziyaretimde ihlaslý olmaktan bahsetmiþlerdi ya. O iki arkadaþ da namazýnda niyazýnda. Bir tanesi daha vardý ki, o da ‘Ben de geleceðim’ dedi. ‘Yok sen gelme’ dedim. ‘Niye?’ dedi. ‘Yahu sen ‘Bu adam nasýl bir adam, þunu göreyim’ diye geliyorsun’ dedim. ‘Evet’ dedi. ‘Ýþte o gayeyle geldiðin için bizi de kabul etmez’ dedim. Neyse takýldý bize, geldi. Abdullah Aðabey’e ‘ziyarete geldik’ dedik. Üstad bizi kabul etmedi, geri döndük. Öteki iki arkadaþa ‘Gelin, biz bunu atlatalým, ondan sonra gidelim, Üstad kabul eder’ dedim. Vitrinlere bakarak o arkadaþtan uzaklaþtýk. Bir saat sonra, bu sefer üç kiþi tekrar geldik. Üstad Hazretleri kabul buyurdular, duasýný aldýk, çýktýk.” TÜRKLER SENÝN KIYMETÝNÝ BÝLMÝYOR Ramazanoðlu’nun naklettiði hatýralardan biri de, 1950 senesinde, ülkede DP döneminin baþlamasý ile Türkiye’ye gelen Pakistan Milli Eðitim Bakan Yardýmcýsý Ali Ekber Þah’la alakalýydý. Þah’ýn Türkiye’ye geleceðini duyan, Pakistan’ýn önde gelen ulemalarý Müslümanlarla alakalý Bediüzzaman’a 70 sual hazýrlar. Ali Ekber Þah, Türkiye’de önce meslekdaþý Milli Eðitim Bakaný Tevfik Ýleri ile görüþür. Ona Bediüzzaman’la görüþme isteðini de iletir. Ýleri de, Salih Özcan’a haber verir ve bu ziyaretin kimseye duyurulmadan yapýlmasýný ister: “Ali Ekber Þah, o da âlim bir zat. Üstad’ý þeyh zannediyor. Yolda giderken Salih Özcan’a diyor ki ‘Üstad’ýn kaç tane arabasý var? O da ‘Üstadýn hiç arabasý yok’ diyor. Biraz daha gidiyorlar yine soruyor. ‘Üstadýn kaç apartmaný var?’ ‘Üstadýn hiç evi yok’ cevabýný veriyor. O, tekrar ‘Ben sordum, Üstad’ýn bir milyon talebesi var Türkiye’de. Her biri 1 lira verse o paraya 20-25 tane ev alýnabilir. Nasýl olur da Üstad’ýn arabasý, apartmaný olmaz?’ Salih Özcan da ‘Üstad hediye almaz ki’ diyor. Hiç kimseye haber vermeden gidiyorlar. Fakat Üstad manevi sahadan tabi haberini almýþ. Zübeyir Aðabey yanýnda. Ona diyor ki ‘Emirdað’ýn dýþýna çýk, bekle. Misafirim geliyor, onlarý al da gel.’ Zübeyir Aðabey gelen taksiyi durduruyor. ‘Üstad misafirini bekliyor, buyurun götüreyim’ diyor. Karþýlaþýr karþýlaþmaz da Üstad ona ismi ile hitap ediyor. Üstad orada Ali Ekber Þah’a konuþma yapýyor. ‘Ali Ekber kardeþim’ diyor ‘sizin hatýrýnýza þöyle bir þey gelebilir. Biz o meseleyi Risale-i Nur’un filan yerinde þöyle hallettik. Sizin hatýrýnýza böyle bir þey gelebilir, biz o meseleyi Risale-i Nur’un filan yerinde böyle hallettik’ diye diye, o sormadan 70 sualin cevabýný veriyor. Ali Ekber Þah ayaðýna kapanýyor. Aðlýyor. Diyor ki ‘Üstadým ben bir hafta kalayým, bana ders ver.’ ‘Sen siyasettesin, ben seni bu defa kabul ettim. Ýkinci bir defa kabul etmem. Ancak sana verdiðim bu ders 20 senelik ders. Seni 20 senelik talebem olarak kabul ediyorum’ diyerek iltifat ediyor. Þah da Bediüzzaman’a diyor ki ‘Üstadým Türkler senin kýymetini bilmiyor. Gel ben seni Pakistan’a götüreyim.’ Üstad aynen þu cevabý veriyor. ‘Hayýr. Yara burada baþladý tedavi burada görecek. Türk milleti bin senedir âlem-i Ýslam’ýn bayraktarlýðýný yaptý, bundan sonra da yapacak. Ben eðer Mekke, Medine’de yaþýyor olsaydým buraya gelirdim. Cenab-ý Hak ayet-i kerimede buyuruyor ki’, Türkçe, meali ile, ‘Öyle bir kavim gönderdim. Onlar Allah’ý sever. Allah da onlarý sever.’ ‘Ben de bu beyaný ilahi karþýsýnda düþündüm. Bunun, bin seneden beri âlem-i Ýslam’ýn bayraktarlýðýný yapanýn Türk milleti olduðunu bildim. Ve Türk milletine hizmeti vazife telakki ettim.” Ali Ekber Þah’ýn o ziyaretinde bir baþka hadise daha yaþanýr: “Gidecekleri zaman Zübeyir Aðabey geliyor, ‘Üstad’ diyor ‘misafirini yolcu etmeye geliyor.’ Birlikte arabaya biniyorlar ve Emirdað’ýn dýþýna çýkýyorlar. Orada ‘Ben’ diyor ‘ineyim böyle. Siz yolunuza devam edin.’ Üstad inince hep iniyorlar tabi. Ali Ekber Þah, Üstad için Pakistan’da özel bir kumaþ dokutmuþ, elbiselik. Onu çýkarýyor ve ‘Üstadým bunu sizin için özel olarak dokuttuk. Lütfen kabul buyurun. Bir elbise yaptýrýn, giyin’ diyor. Üstad diyor ki ‘Ali Ekber Þah kardeþim. Aldým, kabul ettim. Ben sana hediye ettim. Sen kendine elbise yaptýr, giy.’ Biraz ýsrar ediyor, olmuyor. Onu býrakýyor, bir kese altýn getirmiþ. Üstad’a diyor ki ‘Üstadým bunu hiç olmazsa harçlýk yap.’ Üstad yine ayný. ‘Kardeþim aldým, kabul ettim. Ben sana hediye ettim. Sen harca.’ Onun üzerinde biraz fazla ýsrar ediyor, almasý için. Zübeyir Aðabey müdahale ediyor. ‘Ýncitiyorsunuz, yapmayýn. Düsturunu bozmaz. Hayatta hiç kimseden hediye almamýþ, bunu da almasý mümkün deðil. Ýncitmeyin’ diyor. Onun üzerine vazgeçiyor. Arabaya binip, onlar gidiyor Ankara’ya. Ali Ekber Þah, orada gençliðe bir konuþma yapýyor. O konuþmasýný kardeþler teybe alýyor. Ve yazýya döküp Üstad’a getiriyor. Üstad okuyor ki hepsi kendinin methiyesi ile dolu. Üstad methedilmeyi istemeyen birisi. Eline kalemi alýyor, övgüleri çiziyor. Nihayet az bir þey kalýyor geriye. Biri de þu: Diyor ki Ali Ekber Þah ‘Ben 40 senedir âlem-i Ýslam’da aradýðýmý Türkiye’de buldum. Bediüzzaman yalnýz büyük Türk milletinin deðil bütün âlem-i Ýslam’ýndýr. Ondan âlem-i Ýslam’ýn mukadderatýna dair pek çok soracaklarým vardý. Bütün müþküllerim bir saat içinde halledildi. Þimdi memleketime büyük müjdelerle dönüyorum. Þimdiye kadar ilim ve fazileti ile tanýnmýþ birçok âlim gelmiþ geçmiþtir. Bunlarýn çoðu mükafatýný ya mülk ve servet yahut þeref ve þöhret þeklinde elde etmiþlerdir. Halbuki Bediüzzaman’ýn evinde yakacak bir lambasý bile yok.’ Mum ýþýðýnda tashihat yapýyor. Öyle iktisada riayet ediyor ki, kimseye muhtaç olmayayým diye.” MÝT’E GÖRE ANARÞÝST NURCU 1952 yýlý Ramazanoðlu için her zamanki gibi hareketli geçer. Lise öðrencisi olan Hüseyin Üzmez gazeteci Ahmet Emin Yalman’ý vurmuþtur o yýl. Üzmez, Büyük Doðu’cu diye Malatya’daki Büyük Doðu Cemiyet’i basýlýr. Ramazanoðlu’nun Malatya teþkilatý ile irtibatý vardýr. Cemiyet’teki bir dosyada onun yazýlarý çýkar. Gazeteler, Maraþ’ta da 4-5 evin aranacaðýný yazar. Mustafa Ramazanoðlu, ilk sýrada kendisinin olacaðýný tahmin de eder: “Necip Fazýl hapishanede iken bana yazdýðý bir mektubu vardý. Celal Bayar’a da biraz hakaretamiz laflarý vardý. ‘Bunlar da Halk Partisi infazcýlarý’ filan diye siyasi bir mektup. Bir de Kýsakürek, hapishaneden benden harçlýk istiyor. O zamanýn kýymetli parasý ile 700 lira para göndermiþim. Onun makbuzu da ticari dosyamýn arasýnda kalmýþ. Ayrýca Risale-i Nurlardan Zühretünnur’u buldular o aramada. Hem Nurculuktan hem müþevviklikten beni iki yönden hemen hapse attýlar.” Maraþ’ta tutuklanan Ramazanoðlu, Malatya’ya sevk edilir. Burada 70 gün hücre hapsinde tutulan, yemek dahi verilmeyen, fakat gardiyanlar tarafýndan sevildiði için parasýyla dýþarýdan zeytin ekmek aldýran Ramazanoðlu, tabii ki beraat eder. Bütün bu cesur savunma ve hizmetleri neticesinde Ramazanoðlu’nun adý, MÝT’in listesinde, en baþta yer alýr, ‘anarþist Nurcu’ olarak geçer. Ýsmini listenin baþýnda gören kiþi, Ramazanoðlu’nun damadýna ‘Baþýna iþ açacak. Vazgeçsin bu iþlerden’ der. Bunu öðrenen kýzý da babasýna telefon açar: “Kýzýma ‘Biz kafayý koymuþuz bu yola’ dedim. Onun için her hadisede mutlak benim yakama yapýþýrlardý yani.” Her seferinde yakasýna yapýþtýklarý için, o zaman Milli Birlik Komitesi’nin çýkardýðý bir kanunla, valiler ve kaymakamlara tanýnan yetki sonucunda ya hapsolacaktýr ya da Maraþ’ýn dýþýnda bir yere gidecektir. Zaten, sürüldüðü Sivas’tan yeni dönmüþtür. Halk Partililerin ihbarlarý onu rahat býrakmaz yine: “Vali diyor ki ‘Ýhbar var. Maraþ’tan nereye gidersen git. Ýçeri mi alayým, gidecek misin?” Ramazanoðlu bunun üzerine Adana’ya gider. Orada, kendisini eskiden tanýyan birisi onu bir çeltik fabrikasýna para almadan üçte bir ortak eder. Dahasý, Adana’da o tarihlerde dershane yoktur: “Abdullah Yeðin Aðabey’i de Urfa’ya sürmüþtüler. O, Antep’e gelmiþti. Onu çaðýrdým. Avukat Hüsamettin Akmumcu da Isparta’dan sürülmüþ. Onun da Adana’da bacýsý vardý. O da geldi. Üçümüz birleþtik, dershane açtýk. Hâlâ devam ediyor.” 1960 yýlýnda sürgün edilen Ramazanoðlu, 16 ay sonra ancak memleketine geri dönebilir. 15 yaþýnda evlenen Ramazanoðlu, askerliðini ise Eskiþehir’de yapar. Ýkinci Dünya Savaþý sýrasýnda askere gittiði için terhis olmaktan ümidi kestiði bir anda, 42 ay 6 gün üzerine, askerliðini tamamlayýp memleketine döner. Üçüncü evliliðinde ise akrabasý da olan Güllü Haným’la dünya evine giren ve 9 çocuk sahibi olan Ramazanoðlu, Ankara’da Diyanet Reisi’ni ziyarete gittiði bir zamanda da Fethullah Gülen Hocaefendi ile tanýþýr: “Çok geç tanýþma bahtiyarlýðýna mazhar oldum’ dedi, bana iltifat etti Hocaefendi. Sonra ikinci konuþmamýz Ýzmir’de Mustafa Birlik’in maðazasýnýn yazýhanesinde oldu.” Ramazanoðlu, 1974 yýlýnda ise kendisini Maraþ’a davet eder. 13 kiþi geldikleri Maraþ’ta, onlarý evinde aðýrlar. Fethullah Gülen Hocaefendi orada Darwinizm üzerine bir konferans verir. Ardýndan da orada bir dershane daha açýlmasýný ifade eder. Hakiki Aleviler Müslümandýr adýnda kitabý bulunan Ramazanoðlu, Maraþ Olaylarý’nýn geçtiði Ulu Cami’nin yanýnda iþ yeri olmasýna raðmen bir zarar görmez. O olaylarý çýkaranlarýn makineli tüfeklere nasýl sahip olduklarýnýn karanlýkta kaldýðýný, þehre giriþ noktasýnda insanlarý makineli tüfeklerle tarayanlar hakkýnda oluþturulan dosyanýn kapatýldýðýný kaydeden Ramazanoðlu, Maraþ’taki herkes gibi, olaylar sýrasýnda 105 veya 108 deðil, binin üzerinde insanýn katledildiðini tarihe not düþüyor. Cemal A. Kalyoncu Aksiyon Dergisi Sayý: 630 01.01.2007 Zitieren Link zu diesem Kommentar Auf anderen Seiten teilen Mehr Optionen zum Teilen...
Talebe Geschrieben 6. Januar 2007 Teilen Geschrieben 6. Januar 2007 Zitieren Link zu diesem Kommentar Auf anderen Seiten teilen Mehr Optionen zum Teilen...
Empfohlene Beiträge
Dein Kommentar
Du kannst jetzt schreiben und Dich später registrieren. Wenn Du ein Konto hast, melde Dich jetzt an, um unter Deinem Benutzernamen zu schreiben.