derguiz Geschrieben 7. Dezember 2006 Teilen Geschrieben 7. Dezember 2006 Bediüzzaman’a Göre Mutluluk Kriterleri İnsanoğlu her zaman huzur içinde, müreffeh, kaliteli bir hayat sürdürmek arzusu içindedir. Bu arzusunun gerçekleşmesi için de maddi-manevi elinden gelen her türlü gayreti sarf eder. İnsanlığın elde edebilmek için çok şeyleri feda ettiği, bir yerde en önemli gayesi olan bu mutluluk nedir, nasıl elde edilebilir? Her şeyden önce mutluluk kavramı izafi ve değişken bir konudur. İnsan, duygu, düşünce, bakış perspektifi ve içinde bulunduğu şartlar muvacehesinde mutlu olmanın yollarını arar. Karnı aç birinin mutlu olması bir kuru lokma ile sınırlı iken yığın yığın mal mülk sahibi mutlu olamayabilmektedir. Hastane köşelerinde mutluluk şifada aranırken, hapishanelerde hürriyette aranmaktadır. ‘Yunanlı’ya göre o, aşk ve sevda; Sezar’a göre nâm ve şöhret; Firavun’a göre iktidar ve mevki; Kârun’a göre de yığın yığın servet ve hazinelere sahip bulunmaktır. Gerçek mutluluk ‘insan zihninin dağınıklık ve perîşâniyetden kurtarılması, insan kalbinin itmînan ve istirahata ermesinden ibarettir. Evet, mes’ûd olabilmek için, önce rûhun iyice techîz edilmesi, gönlün pâk ve temiz fikirlerle donatılması, sonra geçmişin kanatlandırıcı hatıralarıyla, geleceğin isabetli ve makûl ümitlerinin yan yana mütalâa edilmesi lâzımdır.1’ Bu konuda her ne kadar farklı da görülse kastedilen şeyler arasında ince de olsa ortak bir paydanın olduğunu söylememiz mümkündür. O da mutluluğun doğrudan maddî yönle değil, kalb ve ruhla alakalı olduğu gerçeğidir. Yani mutluluk öyle uzaklarda aranan bir şey olmamalıdır. O, istendiğinde o kadar yakındır ki; künhü elde edildiğinde ancak anlaşılabilir. Bunun içindir ki ‘Güzel gören güzel düşünür, güzel düşünen hayatından lezzet alır’ denmiştir. Belki madde burada yardımcı, destekleyici vazife yapabilir. Mutluluğu sadece maddî yollarla arayanlar, hep aldanmış ve hüsrâna uğramışlardır. Bediüzzaman bu konuyu maddî ve manevi olmak üzere iki kısımda değerlendirmektedir. Ona göre mutluluğun manevi kısmının olmazsa olmaz nevinden temel şartı, Allah rızasına, lütfuna, tecellisine ve kurbiyetine mazhar olmakla gerçekleşebilir. Yani ferd olarak, ferdlerin teşkil ettiği cemaatler, topluluklar, şehirler, cemiyetler olarak mutlu olmanın Bediüzzaman’ın diliyle ‘birinci ve en birinci şartı’ Allah’a iman, imanın vazgeçilmez rüknu salih amel ile O’nun rızasına ermek, neticesinde sağanak sağanak lütuflarla tecelli ve O’na kurbiyettir. Zikri geçen bu vasıflar silsile halinde birbirini takip eden zincirin halkaları mesabesindedir. Allah’a iman şerefine nâil olma ve neticesinde salih amel işleyebilme saadetlerin en büyüğü, lütufların en azamıdır. Bir ayrıcalık, bir seçilmişliktir. Bu hayallerin dahi ulaşamayacağı erişilmez bir heyecan, kelimelerin vasfında aciz kaldığı saadettir. Bu ruh sahibi kainatta yer alan canlı cansız her şeyle alaka kesbeder, onların dilini anlar, dolar dolar boşalır ünsiyet edinir. Bu meleklerin karşısında şaha kalkıp selam durduğu bir nasipliliktir. ‘Bütün mevcudat, o mü’minin nazarında, Seyyid-i Kerim’inin ve Mâlik-i Rahîm’ inin birer munis hizmetkârı, birer dost memuru, birer şirin kitabıdır. Daha bunun gibi pek çok latif, ulvî ve leziz, tatlı hakikatler, imanından tecelli eder, tezahür eder.2’ ‘Rûhu kanatlandırıp pervâz ettirecek ve kalbi dâima canlı tutacak tek şey, Yaratıcı’nın hoşnutluğu düşüncesidir. Fazilet düşüncesi olmadan mutluluktan bahis açmak abestir ve manasızdır. Nasıl ki suyu, saf ve temiz tutmanın tek çâresi, onun içine bir şey atmamak ve bulandırıcı şeylerden uzak bulundurmaktır. Öyle de rûhun huzur ve mutluluğu, bir an olsun onu, fazîletten mahrum bırakmamaya bağlıdır.’3 Bediüzzaman bu manevi boyutun detayına girmeyerek; ‘tafsilattan müstagnidir veya gayr-i kâbildir’ der4. Bediüzzaman’a göre mutluluğun ikinci kısmı maddî kısım olup, cismanî zevklere hitap eder. Onun esasları da mesken, yemek ve evlilik olmak üzere üçe ayrılır. Bunların derecelerine göre mutluluk artar eksilir. Bu mutluluğun kemâl noktası da bu esasların devamlı ve kalıcı olmasıyla gerçekleşir. Bu sebepten olsa gerek cennet hayatının en önemli özelliği ebedî oluşudur. Nitekim birçok ayet-i kerime bu hususu takrir etmektedir. “Onlara orada hiçbir yorgunluk gelmeyecek ve onlar, oradan çıkarılmayacaklardır.5” “(Onlara): Bugün müjdeniz, zemininden ırmaklar akan ve içlerinde ebedi kalacağınız Cennetlerdir, denilir. İşte büyük kurtuluş budur.6” “Onları içlerinden ırmaklar akan Cennetlere sokacak, orada ebedi kalacaklardır.7” Bediüzzaman da konuyla ilgili olarak şöyle der: Bu kısım âdeti ikmal ve itmam eden, hulûd ve devamdır. Çünkü saadet devam etmezse zıddına inkilâb eder.8 ‘Lezzetin hakikî lezzet olması, zeval görmeyip devam etmesindendir. Zira elemin zevali lezzet olduğu gibi, lezzetin zevali de elemdir; hattâ zevalinin tasavvuru bile elemdir. Evet bütün mecazî âşıkların enînleri, bağırıp çağırmaları, bu kısım elemdendir ve bütün divanlarıyla yaptıkları ağlamalar, vaveylâlar, hep mahbubların firak ve zevallerinin tasavvurundan neş’et eden elemdendir. Evet pek çok muvakkat lezzetler var ki, zevalleri daimî elemleri intac ettiği gibi; çok elemlerin zevali de, leziz lezzetlere bâis olur. Lezzet ve nimet ise, devam etmek şartıyla lezzet ve nimet sayılabilir.’9 Cismâni saadetin vesileleri şunlardır: a- Mesken Ferdin kendisi ve ailesi için barınacağı bir meskeni olması en tabii ihtiyacı olup dünyadaki cismâni mutlulu- ğunun da en birinci şartıdır. Bediüzzaman’a göre meskenin ideal olanı etrafı çeşitli nebatatla çevrili yeşillikler içinde, kenarından suların aktığı bir yerdir. Bu meyanda: ‘Evet, meskenin en latifi, en câzibedar şekli; etraf-ı erbaası türlü türlü gül ve çiçekler ile müzeyyen, bağ ve bahçelerle muhat, altında sular, nehirler akan kasr ve köşklerdir. Evet camid kalbleri aşk u şevkle ihya eden, sönmüş olan ruhları şen ve şâd eden, şâirlere sermaye olarak şâirane teşbihleri, temsilleri, üslûbları ilham eden; sular ile hazravat ve nebatattır.10’ der. Mesken cennet hayatının da önemli bir yerini oluşturmaktadır. Kur’ân-ı Kerim’de cennet meskenleri ve onun mahiyeti hakkında aşağıda bazı örneklerini göreceğiniz birçok ayette bildirilmiştir. “İman edip güzel amelde bulunanlar; onlara yaptıklarının kat kat fazlası mükâfat vardır. Onlar (Cennet) odalarında güven içindedirler.11” “Fakat Rablerinden sakınanlara, üst üste yapılmış, altlarından ırmaklar akan köşkler vardır.12” “İşte bu takdirde O, sizin günahlarınızı bağışlar, sizi zemininden Cennetlere, Adn Cennetlerindeki güzel meskenlere koyar.13” Cennet ırmakları da ideal meskenin tamamlayıcı unsuru olarak karşımıza çıkar. Kur’ân-ı Kerim’de yer alan Cennet tasvirleri içinde kelimenin çoğul olarak kullanıldığı ayetlerin ekserisinde altlarından ırmaklar aktığı ifade edilmiştir. “İçinde ebedi kalacakları, zemininden ırmaklar akan Adn cennetleri!14” “…Peygamberi ve O’nunla birlikte iman edenleri utandırmayacağı günde Allah sizi, içlerinden ırmaklar akan Cennetlere sokar.15” “..İman edip iyi davranışlarda bulunanlara, içinden ırmaklar akan Cennetler olduğunu müjdele!16” “Allah onlara, içinde ebedi kalacakları, zemininden ırmaklar akan Cennetler hazırlamıştır.17” “Muttakilere vaat olunan Cennetin durumu şöyledir: İçinde bozulmayan sudan ırmaklar, tadı değişmeyen sütten ırmaklar, içenlere lezzet veren şaraptan ırmaklar ve süzme baldan ırmaklar vardır.18” b- Yemek Yeme-içme Kur’ân-ı Kerîm’de cennet ehlinin de vazgeçilmez nimet unsuru olarak karşımıza çıkmaktadır: “Canlarının çektiği çeşit çeşit meyveler arasındadırlar. (Kendilerine:) “İstediklerinizin karşılığı olarak şimdi afiyetle yiyin için” (denir).19 “Onlara canlarının istediği meyve ve etten bol bol verdik.”20 “Kendilerine mühürlü halis bir içecek sunulur.” 21 “Onlar koltuklara yaslanıp kurularak orada birçok meyve ve içecekler isterler.22” Bediüzzaman’a göre yemek cismâni mutluluğun bir diğer şartıdır. Bu yemeğin alışılagelmiş türden olması, yenilenmesi, kendi amelinin karşılığında bir mükafat olarak hak ediyor olması ve bu yemeğin gözünün önünde hazır bulunuyor olması da yemeğin en ideal olmasının şartları arasında zikredilir. ‘Saadetin ikinci esası olan “ekl” ise, me’kulat (yiyecek) kuvvet verdiği cihetle, en iyisi, en lezizi, me’luf olan kısımdır. Yani insana garib gelen, alışık olmayan şeylerdir. Çünki ülfetle, o nimetin derece-i kıymeti bilinir; lezzet verdiği cihetle de lezzetin en büyük lezzeti, teceddüd ve tebeddülündedir. Ve keza ekl lezzetini ikmal eden esbabdan biri de, o rızkın kendi amelinin ücreti olduğunu bilmektir; ikinci bir sebeb de o rızkın menbaının daima gözönünde hazır bulunmasıdır ki, kalbi mutmain olsun, rızk için telaş etmesin.23’ c- Evlilik Evlenmek de cennette tamamlayıcı nimet unsuru olarak zikredilmektedir. Konuyla ilgili referans olacak çok ayet bulunmaktadır. Örnek olarak bir kaçını zikredelim: “Onlar için Cennette tertemiz eşler de vardır. Ve onlar orada ebedi kalacaklardır.”24 “İşte böyle. Bunun yanı sıra Biz onları, iri gözlü hurilerle evlendiririz.”25 “(Onlara) beğendikleri meyveler, canlarının çektiği kuş etleri, iri gözlü huriler, saklı inciler gibi. Yaptıklarına karşılık olarak (verilir).”26 Bediüzzaman’a göre de cismâni mutluluğun üçüncü vesilesi evliliktir. İdeal evliliğin de kendi içinde bazı hususiyetleri vardır. Öncelikle bu evliliğin, eşler arasında gerçek sevginin tahakkuk ettiği türden olması şarttır. Arapça’da müennes ifadeler müzekker olanlardan bazı kurallarla ayrılmaktadır. Bunların en yaygın olanı müennes kelimelerin sonuna eklenen ‘tâ-i merbûta’dır. Kur’ân eş anlamına gelen ‘zevc’ kelimesini, evlilikten murad edilen gerçek birlikteliği ifade için bu anlama katkı sağlamak adına bu kelimeyi değiştirmeden irâd etmiştir. Bundan olsa gerek Kur’ân’ın hiçbir yerinde ‘zevce’ kelimesi geçmez. Yani Kur’ânî evliliklerde referans verilen eş kavramı birbirleriyle kelime bazında bile ayrılık kabul etmeyen eş şeklinde anlaşılabilir. Bu eşler karşılıklı aşk ve sevgilerini, sıkıntı ve hüzünlerini tamamen birlikte paylaşır, birlikte dağıtır, duygu ve düşünceleri birlikte paylaşırlar. ‘Evet insan bir refikaya veya bir refike muhtaçtır ki, tarafeyn aralarında, hayatlarına lâzım olan şeyleri muavenet suretiyle yapabilsinler ve rahmetten neş’et eden muhabbet iktizasıyla, yekdiğerinin zahmetlerini tahfif etsinler ve gamlı, kederli zamanlarını, ferah u sürura tebdil edebilsinler. Zâten dünyada insanların tam ünsiyeti, ancak refikasıyla olur.27’ Bediüzzaman’a göre bu değerleri ikmal eden, kalbî ünsiyeti perçinleştiren en önemli unsur da kadının iffetli olması, kötü denilebilecek ahlaktan ve çirkin arızalardan beri olmasıdır. Bediüzzaman konuyla ilgili buna ilaveten şöyle der: ‘ Saadetin esaslarından “nikâh” ise: Evet insanın en fazla ihtiyacını tatmin eden, kalbine mukabil bir kalbin mevcud bulunmasıdır ki, her iki taraf sevgilerini, aşklarını, şevklerini mübadele etsinler ve lezaizde birbirine ortak, gam ve kederli şeylerde de yekdiğerine muavin ve yardımcı olsunlar. Evet bir işte mütehayyir kalan veya bir şeye dalarak tefekkür eden adam velev zihnen olsun, ister ki; birisi gelsin, kendisiyle o hayreti, o tefekkürü paylaşsın. Kalblerin en latifi, en şefiki; kısm-ı sânî ile tabir edilen kadın kalbidir. Fakat kadın ile ruhî imtizacı (geçimi) ikmal eden, kalbî ünsiyet ve ülfeti itmam eden, surî ve zahirî olan arkadaşlığı samimîleştiren; kadının iffetiyle, ahlâk-ı seyyieden temiz ve pâk bulunması ve çirkin ârızalardan hâlî olmasıdır.28’ * Dokuz Eylül Üniv. İlahiyat Fak. Öğr. Üyesi ceren@yeniumit.com.tr Zitieren Link zu diesem Kommentar Auf anderen Seiten teilen Mehr Optionen zum Teilen...
Empfohlene Beiträge
Dein Kommentar
Du kannst jetzt schreiben und Dich später registrieren. Wenn Du ein Konto hast, melde Dich jetzt an, um unter Deinem Benutzernamen zu schreiben.