derguiz Geschrieben 15. August 2006 Teilen Geschrieben 15. August 2006 Müslümanlarýn Baþýna Gelenlerin Bediüzzaman' ca Yorumu Abdullah Aymaz Misalîler meclisi, o meclisin reisi tekrar sordu. Hem dedi: Musibet olur her dem hýyânet neticesi, mükâfatýn sebebi. Ey þu asrýn adamý! Kader bir sille vurdu, kazaya da çarptýrdý. Hangi ef’âlinizle kazaya, hem kadere þöyle fetvâ verdiniz ki, kazâ-i Ýlâhî musibetle hükmetti, sizleri hýrpaladý? Hata-yý ekseriyet olur sebep daima musibet-i âmmeye. Dedim: Beþerin dalâlet-i fikrîsi, Nemrudâne inadý, Firavunâne gururu þiþti þiþti zeminde, yetiþti semâvâta. Hem de dokundu hassas sýrr-ý hilkate. Semâvâttan indirdi Tufan, tâun misali, þu harbin zelzelesi, gâvura yapýþtýrdý semâvî bir silleyi. Demek ki þu musibet bütün beþer musibetiydi. Nev’en umuma þamil, bir müþterek sebebi, maddiyyunluktan gelen dalâlet-i fikri idi. Hürriyet-i hayvânî, hevânýn istibdadý. Hissemizin sebebi, erkân-ý Ýslâmîde ihmal ve terkimizdi. Zira Hâlýk-ý Teâlâ yirmi dört saatten bir saati istedi. Beþ vakit namaz için yalnýz o saati, bizden yine bizim için emretti, hem istedi. Tembellikle terk ettik, gafletle ihmal oldu. Þöyle de ceza gördük: Beþ senede, yirmi dört saatte daima tâlim ve meþakkatle tahrik ve koþturmakla bir nevi namaz kýldýrdý. Hem senede yalnýz bir ay oruç için nefsimizden istedi. Nefsimize acýdýk. Keffâreten beþ sene cebren oruç tutturdu. Kendi verdiði maldan, kýrkýndan ya onundan birini zekât istedi. Buhl ile hem zulmettik, haramý karýþtýrdýk, ihtiyarla vermedikti. O da bizden aldýrdý müterâkim zekâtý. Haramdan da kurtardý. Amel, cins-i cezadýr. Ceza, cins-i ameldir. Salih amel ikiydi: Biri müsbet ve ihtiyarî; biri menfi, ýztýrarî. Bütün âlâm, mesâib, a’mâl-i salihadýr; lâkin menfidir, ýztýrarî. Hadis teselli verdi. Bu millet-i günahkâr kanýyla abdest aldý, fiilî bir tevbe etti. Mükâfât-ý âcili: Þu milletin humsu dört milyonu çýkardý, Derece-i velâyet, mertebe-i þehadet ile gazilik verdi, günahý sildi. .... Said Nursî … Sade Metin: Misaliler meclisinde o meclisin reisi tekrar sordu ve "Musibet her zaman hýyanetin neticesidir ve mükâfatýn da sebebidir. Ey þu asrýn adamý, kader bir sille vurdu, kazaya da çarpardý. Hangi fiilimizle kazaya, hem kadere böyle bir fetva verdirdiniz ki, Ýlâhî kaza, musibetle hükmedip sizleri hýrpaladý! Çünkü umumî musibetlere daima ekseriyetin hatasý sebep olur?" dedi. Dedim: "Ýnsanlarýn fikri dalâleti. Nemrutça inadý, Firavunca gururu, yerde þiþe þiþe, göklere yetiþti. Hem de yaratýlýþýn hassas sýrrýna dokundu. Bunun üzerine, þu Birinci Dünya Savaþý'nýn göklerden indirdiði tufan ve tauna benzeyen zelzelesi, gavura yapýþtýrdý semavi bir sillesi. Demek ki, þu musibet, bütün insanlýðýn musibetiydi. Bu bütün insanlýða þâmil olan bu musibetin müþterek sebebi, maddecilikten gelen ve hayvani hürriyet ve hevanýn istibdadýndan doðan dalalet fikri idi. Hissemizin sebebi, islamiyet'in rükünlerindeki ihmal ve terkimizdi. Zira Cenâb-ý Hak, yirmi dört saatten bir saati beþ vakit namaz için istedi, yalnýz o saati, bizden yine bizim için emretti, hem istedi. Tembellikle terkettik. Gafletle ihmal oldu. Þöyle de ceza gördük: Beþ senede, yirmidört saatte dâima tâlim ve meþakkatle tahrik ve koþturmakla bir nevi namaz kýldýrdý. Hem senede yalnýz bir ayý, oruç için istedi. Nefsimize acýdýk. Kefaret olarak, beþ sene cebren oruç tutturdu. Kendi verdiði malýndan, kýrkýndan veya onundan birini zekât istedi. Cimrilikle, zulmettik, haramý karýþtýrdýk, isteyerek vermedik. O da bizden yýðýlmýþ zekâtý aldýrdý. Haramdan da kurtardý. Amel ceza cinsindendir. Ceza, amel cinsindendir. Aslýnda salih amel iki çeþittir: Birisi, musbet ve iradi. Diðeri, menfive mecburi... Bütün elemler, musibetler, salih amellerdendir, fakat menfi vemecburidir. Hadis teselli verdi. Bu günahkâr millet kanýyla abdest aldý, fiilibir tövbe etti. Acil mükâfat olarak, þu milletin beþte biri olan dört milyonunavelayet derecesi þehitlik mertebesi ile gazilik verdi. Günahý sildi. … Said Nursi... Misaliler Meclisi'nin, Birinci Dünya Savaþý ile baþýmýza gelen musibet ve felâketin hikmetini sorup kader sýrrýný araþtýrmasýna karþýlýk verilen cevap çok enteresandýr... Allah nimet verdikçe insanlýða düþen vazife bunlara karþý þükür ve hamd ile karþýlýk vermektir. Oysa insanlar bilhassa Cenâb-ý Hakk'ýn fen, teknik ve teknoloji yoluyla yaptýðý müthiþ ihsanlara nankörce cevap verdiler. Aynen Karun'un "Ben bunlarý ilmimle elde ettim." (Kassas, 28/78) demesi gibi bir tavýr aldýlar. Bilhassa uçaklarýn yapýlmasý ile göklere çýktýkça Firavunluk ve Nemrudluk damarlarý kabarmaya baþladý: "Beþerin dalâlet-i fikrisi, Nemrudâne inadý, Firavunâne gururu þiþti þiþti zeminde, yetiþti semâvata." Artýk "Gökleri bir kâðýt gibi deleceðiz ve Tanrý'nýn yokluðunu ispat edeceðiz!" demeye baþladýlar. Nitekim Firavun da veziri Hamânâ "Bana bir kule yap, bakalým Musa'nýn iddia ettiði gibi göklerde bir ilâh var mý araþtýralým?" (Mu’min, 40/36) demiþti. (Günümüzde Rus astronota Gagari'nin de benzer bir iddiasýnýn olduðu söylenmiþti.) Tabii bu sözler "Dokundu hassas sýrr-ý hilkate." Evet, insanýn yaratýlýþ hikmeti böyle bir nankörlük deðildi. Onun için de "Semavattan indirdi tufan, taun misali, þu harbin zelzelesi, gavura yapýþtýrdý semavî bir silleyi." Cenâb-ý Hak, insanlar azýp taþýnca yerden gökten belâlarýný yaðdýrýr. Sodom ve Gomore'de, Lut kavmine ve diðer Ad ve Semud kavimlerine olduðu gibi... Ama bazen bunu teröristin elinde bombanýn patlamasý gibi, teknoloji ile küfrân-ý nimet edip þiþiren insanlarýn ellerinde ayný þeyleri patlatmakla veya ellerindeki geliþmiþ silâhlan birbirlerinin kafalarýna vurdurmakla yapar. Ama bunu anlamayan zavallýlar bunun Ýlâhî bir sille, unutulmaz bir ceza olduðunu bir türlü akýl edemezler. "Demek ki, þu musibet, bütün beþer musibetiydi. Nev'en umuma þâmil. Bir müþterek sebebi; maddîyunluktan gelen dalâlet fikriydi, hürriyet-i hayvani, hevanýn istibdadý." Birinci ve ikinci Dünya Savaþý bütün insanlýðý derinden sarsmýþtý. Allah'ýn medeniyetin imkânlarý ile baðýþladýðý (aslýnda ilhamen ikram ettiði) nimetlerin ve meyvelerin þükrü edâ edilmemiþ olduðunu Cenâb-ý Hak Hz. Süleyman ile bir misal vermektedir: "Daha sonra Süleyman onlarýn (Saba Melikesi Belkis ve adamlarýnýn) itaatlerini bildirmek üzere huzuruna geleceklerini öðrenince yanýndaki danýþmanlarýna: 'Deðerli danýþmanlarým, onlarýn itaat içinde huzuruma gelmelerinden önce içinizden kim onun tahtýný bana getirebilir?' dedi. Cinlerden maðrur ve iddiacý bir ifrit: 'Ben, dedi sen makamýndan kalkmadan, onu sana getirebilirim. Benim onu taþýmaya gücüm yeter, hem de zayi etmeden güvenilir tarzda getirecek emin bir kimseyim.' dedi. Ama yanýnda kitaptan ilim olan bir zât da: 'Ben, sen gözünü açýp kapamadan onu getirebilirim.' der demez, Süleyman Kraliçenin tahtýnýn yanýbaþýnda durduðunu görür. Bunun üzerine þu ayeti okur: 'Bu, Rabbimin lütuflarýndan, þükür mü edeceðim, yoksa nankörlerden mi olacaðým diye beni sýnamak içindir bu nimet. Þükreden sadece kendi lehine olarak þükreder, nankörlük eden ise bilmelidir ki, Rabbim onun þükründen müstaðnidir, þükrüne ihtiyacý yoktur, ihsan ve keremi boldur.'" (Neml, 27/38-40) Acaba bizim suçumuz neydi? "Hissemizin sebebi, erkân-ý Ýslâm'da ihmal ve terkimizdi. Zira Hâlýk-ý Teala yirmi dört saatten bir saati istedi. Beþ vakit namaz için, yalnýz o saati, bizden yine bizim için emretti, hem istedi. Tembellikle terk ettik, gafletle ihmal oldu. Þöyle de ceza gördük: Beþ senede, yirmi dört saatte daima talim ve meþakkatle tahrik ve koþturmakla bir nevi namaz kýldýrdý. Hem senede yalnýz bir ay oruç için nefsimizden istedi. Nefsimize acýdýk, keffâreten beþ sene cebren oruç tutturdu. Kendi verdiði malýndan, kýrkýndan, ya da onundan birini zekât istedi. Buhl ile, hem zulmettik, haramý karýþtýrdýk, ihtiyarla vermedik. O da bizden aldýrdý müterakim zekâtý. Haramdan da kurtardý." Peki neden böyle bir ceza uygun bulundu? "Amel, cins-i cezadýr. Ceza, cins-i ameldir." Burada namaz, oruç ve zekât sayýldýðý hâlde acaba niçin hacdan söz edilmedi? Hac ile ilgili hususu Sünuhat isimli eserinde açýklamaktadýr: "Rüya hacda sükut etti. Çünkü, haccýn ve ondaki hikmetin ihmali, musibeti deðil, gazap ve kahrý celbetti. Cezasý da keffaretü'z zunub (günahlara kefaret) deðil, kessaretü'z zunub (günahlarý çoðaltma) oldu. Haccýn bilhassa tanýþmakla fikir birliðine ulaþmayý, yardýmlaþma ile çalýþmalarý ortak hâle getirmeyi tazammun eden içindeki Ýslâm'ýn yüce siyasetinin ve çok geniþ içtimaî faydalarýn ihmalidir ki, düþmana milyonlarla Ýslâm'ý, Ýslâm aleyhinde kullanmaya zemin hazýrladý. Ýþte Hind, düþman zannederek, hâlbuki pederini öldürmüþ, baþýnda oturmuþ baðýrýyor. (Ýngilizler, Hindli Müslümanlarý, Halifenizle ittifak halindeyiz, savaþa katýlýn diye karþýmýza çýkarmýþlardý. Çoðunun aklý baþýna ancak Çanakkale'de, Ýstanbul'da ezan seslerini duyunca geldi.) Ýþte Tatar, Kafkas., öldürülmesine yardým ettiði þahsýn, biçare valideleri olduðunu, 'Basra harap olduktan sonra' anlýyor. Ayak ucunda aðlýyorlar. (Onlar da Ruslarýn benzer bir oyununa gelmiþlerdi) Ýþte Arap, yanlýþlýkla kahraman kardeþini öldürüp hayretinden aðlamayý da bilmiyor. (Meþhur Ýngiliz casusu Lâvrens'in kýþkýrtmalarýna katýlýp ihanete ortak oldular.) Ýþte Afrika, biraderi tanýmayarak öldürdü, þimdi vaveyla (feryat) ediyor. Ýþte Alem-i Ýslâm, bayraktar oðlunun (Osmanlý'nýn) gafletle bilmeyerek öldürülmesine yardým etti. Valide gibi saçlarýný çekip ah-u fizar ediyor. Milyonlarla ehl-i Ýslâm, tamamen hayýr olan hac seferi için yola koyulmak yerine, tamamen þer olan düþman bayraðý altýnda dünyada uzun seyahatler ettirildi. Ýbret alýnýz." Gazap ve kahýr cezalarýndan farklý olarak musibederin hem kefaret olma, hem de sevaba vesile olma gibi bir özelliði var. Acaba bu meselede nasýl bir tecelli oldu? "Bütün elemler ve musibeder, salih amellerdir. (...) Bu günahkar millet (Birinci Dünya Savaþý'nda) kanýyla abdest aldý, fiili bir tövbe etti. Acil olarak mükâfatý, þu milletin beþte biri olan dört milyonunu evliyalýk derecesine, þehitlik mertebesine çýkararak gazilik verdi, günahý sildi." 2006-08-14 Abdullah Aymaz Zitieren Link zu diesem Kommentar Auf anderen Seiten teilen Mehr Optionen zum Teilen...
Empfohlene Beiträge
Dein Kommentar
Du kannst jetzt schreiben und Dich später registrieren. Wenn Du ein Konto hast, melde Dich jetzt an, um unter Deinem Benutzernamen zu schreiben.