derguiz Geschrieben 25. Juli 2006 Teilen Geschrieben 25. Juli 2006 Acýyayým Derken Hümanizm Üzerine - 4 HÜMANÝZMÝ yanlýþ anlayanlarda baþ gösteren çok tehlikeli bir manevî hastalýk var: Ýlâhî adalete itiraz etmek. Ýnsanoðlu o sýnýrlý aklýyla sonsuz kemalde olan Ýlahî sýfatlarý tam mânâsýyla idrak etmekten çok uzaktýr. Sonsuz aciz olan insanýn, sonsuz bir kudreti kavramasý elbette mümkün deðildir. Akýl, ancak bu kudretin varlýðýný tasdik eder ve icraatlarýna hayran olur. Ayný þekilde, bilmedikleri sonsuz denecek kadar çok olan insanoðlunun, Allah’ýn sonsuz ilmini ve hikmetini kavramasý da imkân haricidir. Þu var ki, sonsuz kudret tecellilerini hayretle seyreden insanýn, ayný tavrýný sonsuz ilim ve hikmet karþýsýnda da göstermesi gerekirken bunu birçok kiþinin baþaramadýðý görülür. Araya nefis girer, hissiyat girer, bilgi eksikliði ve aklýn zafiyeti girer. Ve insan, hikmetini anlayamadýðý Ýlâhî icraatlar karþýsýnda teslim ve tevekkül yerine itiraz ve isyan yoluna girebilir. Allah insana bir irade sýfata vermiþ ve dünya imtihanýnýn bir gereði olarak, onu dilediði yola gitmekte serbest býrakmýþtýr. Ýrademiz, Allah’ýn irade sýfatýný bilip ona iman etmekte bizim için çok önemli bir sermayedir. Onu doðru kullandýðýmýzda vicdanýmýz bize þu gerçeði haykýrýr: Sana bu serbestiyi veren Allah, elbette dilediðini icat ve istediðini icra edecektir. Burada önemli bir kaideyi hatýrlayalým: Bir þey sabit olsa levazýmýyla (lazýmlarýyla) sabit olur. “Güneþ” dendi mi, ýþýðý, ýsýsý ve ýþýðýndaki yedi rengi birlikte hatýra gelir. Bunlar güneþten ayrý düþünülemez. Öte yandan, “insan ruhu” dendi mi, aklý, hayali, hafýzayý ve bütün hisleri birlikte düþünmek gerekir. Bunlardan hiçbiri ruhtan ayrý olarak tek baþýna ve müstakil bir varlýk olarak deðerlendirilemez. Ýman da böyledir. Ýman eden insan, Allah’ýn bütün isim ve sýfatlarýný kalben kabullenmiþ ve lisanýyla da bunu ikrar etmiþ demektir. O halde, Allah’ýn irade sýfatý düþünüldüðünde O’nun Alîm, Hakîm ve Âdil gibi isimleri de nazara alýnacaktýr. Ýrade sýfatýný tek baþýna düþündüðümüzde hatalý hükümler vermemiz kaçýnýlmaz olur. Allah irade sahibidir; dilediðini dilediði gibi, dilediði zamanda ve mekânda, dilediði özellikte yaratýr. Dilediði kulunu, yine dilediði þartlar altýnda imtihana tabi tutar. Dilediðini aziz, dilediðini zelil eder. Yine dilediðine hidayet nasip eder, dilediðini de dalalette býrakýr. Bütün bunlar, irade sýfatýnýn gereðidir. Baþka bir ifadeyle, bunlar irade sýfatýnýn tarif cümlesindendir. Þu var ki, Allah Âdil’dir de. O halde O’nun dilemeleri adalet üzere olur. Allah Hakîm’dir; öyleyse hikmetsiz bir þey dilemez. Allah Alîm’dir ve “Hidayete erecekleri O daha iyi O bilir” (Kasas Suresi, 56) Bu konuda önemle dikkate alýnmasý gereken bir baþka gerçek: “Allah’ýn rahmetinden fazla rahmet edilmez.” (Sözler) Kendisine acýyýp yardým ettiðimiz birisi bize karþý nezaket dýþý davransa ve küstahlýk etse merhamet hislerimiz bir anda söner, vazife görmez olur. Kendisine haddini bildirir ve yanýmýzdan kovarýz. Niçin? Çünkü bizim her þeyimiz gibi merhamet duygumuz da mahduttur; belli bir sýnýra kadar vazife görür. Allah ise kendisine isyan eden, bununla da kalmayýp diðer insanlarý küfür ve dalalet yoluna çekmek için olanca gücüyle çalýþan bir kulunu bile her gece uyutur, her sabah uyandýrýr. Ona aralýksýz nefes aldýrýr, kanýný her zaman temizler. Onu dünyasýndan gezdirir, güneþiyle aydýnlatýr, nimetleriyle besler. Çünkü o, O’nun kuludur. Onu her þeyiyle O yaratmýþtýr. Peygamber göndererek, kitap inzal ederek o kulunu kurtarmak dilemiþtir. Onun vicdanýna iyiyi kötüden ayýrt etme kabiliyeti vermiþ, böylece onu iyiliðe sevk etmiþtir. O halde biz Allah’ýn bir kuluna O’ndan daha merhametli olamayýz. Kaldý ki, “kimseye kýl kadar zulmedilmeyeceðini” de açýkça haber vermiþtir. Buna göre bize düþen görev, Ýlâhî adalet hakkýnda nefsimizin ve þeytanýn ortaya attýðý desise ve vesveselere uymak yerine, insanlara elimizden geldiði kadar faydalý olmaya çalýþmaktýr. Kullarýna son derece merhametli olan Rabbimizin böyle bir gayretten razý olacaðý muhakkaktýr. Öte yandan O’nun adaletine itiraz etmekle hiç kimseye bir fayda saðlayamayacaðýmýz da ayný derecede kesindir. O halde, Ýlâhî adalet hakkýnda ileri geri konuþmayý býrakýp, insanlarýn hidayete ermeleri için gayret göstermek tek çýkar yoldur. Bu çetin fakat faydalý yola girmeyip kolay olan tenkit ve itiraz yolunu tutanlarý þöyle bir tehlike bekler: Bunlar insanlara güya acýyýp onlarýn iþledikleri her türlü günah ve isyanýn cehennemle sonuçlanmasýna karþý çýkarken, bilerek veya bilmeyerek kendi günahlarýna da bir özür bulma çabasý içine girerler. Her türlü isyaný rahatlýkla iþlemeye baþlarlar. Bu ise sonu felaket olan tehlikeli bir yoldur. Demek ki insan, insan sevgisini yanlýþ kullanmakla da kendisini mânen tehlikeye atabiliyor. Baþkasýný koruyayým derken, kendini mahvedebiliyor. Karþýdaki þahsa da hiçbir faydasý dokunmuyor. Bu kimse, günahkâr insanlarýn cehenneme gitmelerine cidden acýyorsa, bu konuda samimi ise, onlarý bahane edip kendi günahlarýna özür aramýyorsa Ýslam’ýn bu konudaki yaklaþýmýný dikkate alarak ferahlayabilir, yersiz acýlardan bir derece kurtulur. Bu konuda sadece iki ayet meali vermeyi yeter sanýrým. “Allah hiçbir nefse gücünün ötesinde yük yüklemez.” (Bakara Suresi, 286) “Biz elçi gönderinceye kadar azap da etmeyiz.” (Ýsrâ Suresi, 15) Bu ikinci ayet, ‘fetretle’ ilgilidir. Hazreti Ýsa (as.) ile Peygamberimiz (asm.) arasýnda geçen ve çoðu insanýn dini öðrenmekten mahrum kaldýðý bu dönem hakkýnda itikat imamlarý iki ayrý görüþ savunurlar. Birine göre ayette geçen ‘resulden’ maksat akýldýr. Allah akýl vermediði kimseyi sorumlu tutmaz. Akýl verdiði kimseler, kendilerinin bir yaratýcýsý olduðunu anlayacak güçtedirler. Ayrýca, iyiyi kötüden fark etme yeteneðine de sahiptirler. Ancak bunlar ibadet ve onun teferruatýný bilme gücüne sahip olmadýklarýndan sadece Allah’ý bilmekten ve aklýn rahatlýkla anladýðý iyilikleri iþlemekten ve kötülüklerden sakýnmaktan sorumludurlar. Mesela, her akýl sahibi baþkasýnýn malýný çalmanýn yanlýþ olduðunu bilir. O halde fetret dönemindeki bir kiþi de hýrsýzlýk yapmaktan sorumludur. Ama bu kiþi namazý, orucu, haccý ve diðer Ýslamî hükümleri aklýyla bilemeyeceðinden bunlardan sorumlu tutulmaz. Diðer görüþ sahipleri ise ayette geçen ‘resul’ kelimesini ‘peygamber’ olarak anlarlar. Bunlara göre, kendilerine peygamber gelmeyen kiþi, puta da tapsa ehl-i necattýr, yani cehennem azabýndan kurtulur. Her iki itikat mezhebi de haktýr. Müslümanlarýn bir kýsmý birini, bir kýsmý da diðerini tercih etmiþlerdir. Her iki mezhep de “Allah’ýn hiçbir nefse gücünün yetmediðini yüklemeyeceðini” bildiren birinci ayeti açýklarken aklý da bir ‘nefis’ olarak kabul eder, ona da gücünü aþan bir yükün yüklenmeyeceðinde ittifak ederler. Ancak akýl neye güç yetirir, neye yetirmez? konusunda ihtilafa düþerler. Doðrusunu Allah bilir. Bu konuda, Nur Müellifi Bediüzzaman’ýn hassas kalpleri rahatlatan ve ýstýraptan kurtaran bir mektubu var. Bir kýsmýný aktarmak isterim: “Þiddet-i þefkat ve rikkatten, bu kýþýn þiddetli soðuðuyla beraber manevî ve þiddetli bir soðuk ve musibet-i beþeriyeden bîçarelere gelen felâketler, helâketler, sefaletler, açlýklar þiddetle rikkatime dokundu. Birden ihtar edildi ki: Böyle musibetlerde kâfir de olsa hakkýnda bir nevi merhamet ve mükâfat vardýr ki, o musibet ona nisbeten çok ucuz düþer. Böyle musibet-i semaviye, masumlar hakkýnda bir nevi þehadet hükmüne geçiyor. Üç-dört aydýr ki, dünyanýn vaziyetinden ve harbinden hiç bir haberim yokken Avrupa'da Rusya'daki çoluk çocuða acýyarak tahattur ettim. O manevî ihtarýn beyan ettiði taksimat, bu elîm þefkate bir merhem oldu. Þöyle ki: O musibet-i semaviyeden ve beþerin zalim kýsmýnýn cinayetinin neticesi olarak gelen felâketten vefat eden ve periþan olanlar eðer onbeþ yaþýna kadar olanlar ise, ne dinde olursa olsun þehid hükmündedir. Müslümanlar gibi büyük mükâfat-ý manevîyeleri, o musibeti hiçe indirir. Onbeþinden yukarý olanlar, eðer masum ve mazlum ise, mükâfatý büyüktür; belki onu Cehennem'den kurtarýr. Çünkü âhirzamanda madem fetret derecesinde din ve din-i Muhammedî'ye (A.S.M.) bir lâkaydlýk perdesi gelmiþ ve madem âhirzamanda Hazret-i Ýsa'nýn (A.S.) din-i hakikîsi hükmedecek, Ýslâmiyetle omuz omuza gelecek. Elbette þimdi, fetret gibi karanlýkta kalan ve Hazret-i Ýsa'ya (A.S.) mensub Hristiyanlarýn mazlumlarý çektikleri felâketler, onlar hakkýnda bir nevi þehadet denilebilir. Hususan ihtiyarlar ve musibetzedeler, fakir ve zaîfler, müstebid büyük zalimlerin cebr ü þiddetleri altýnda musibet çekiyorlar. Elbette o musibet, onlar hakkýnda medeniyetin sefahetinden ve küfranýndan ve felsefenin dalaletinden ve küfründen gelen günahlara keffaret olmakla beraber, yüz derece onlara kârdýr diye hakikattan haber aldým. Cenab-ý Erhamürrâhimîn'e hadsiz þükrettim. Ve o elîm elem-i þefkatten teselli buldum.” Ne acýdýr ki, þefkatle yanan gönüllere su serpen bu mektup bazýlarýnca tenkit konusu olmuþ. Bu kiþilere iki hususu hatýrlatmak gerekiyor: Birincisi; yukarýda mealini verdiðimiz ayet-i kerimelerden de anlaþýlacaðý gibi Ýslam’ýn bir çok hükümleri þarta baðlýdýr. Mesela, zekât farzdýr ama zengin olmak þartýyla. Bu mektubunda Üstad Bediüzzaman, sözünü ettiði kiþilerin içinde bulunduklarý þartlarýn ‘fetret’ hükmünde olduðunu, bunlarýn Ýslâm’ý incelemeye ve onu hakkýyla tanýmamaya güç yetiremeyecekleri bir ortamda bulunduklarýný nazara veriyor. Dolayýsýyla bu kiþilerin “kendilerine elçi gönderilmemiþ kiþiler” gibi olduklarýndan hareketle söz konusu hükme varýyor. Ve bu ifadelerinin sonunu ilginç bir þekilde baðlýyor: “Hakikatten haber aldým.” Buna karþý çýkan þahsýn yapacaðý tek þey, bu hakikatin zýddýný ispat etmek, yani sözü edilen zümrenin Ýslam’ý tanýmaya güç yetirebilecek durumda olduklarýný ve kendilerine Ýslâm’ýn ve imanýn ulaþtýrýldýðýný delilleriyle ortaya koymaktan ibarettir. Bunu yapmayýp itirazlarda ve ithamlarda bulunmak, su-i zan, gýybet ve iftira yoluna tutmak iddia sahibini mânen sorumlu kýlar. Ýkinci nokta ise þudur: Ýslâm’da þefkat ve merhamet esastýr. Ýnançsýzlarý, müþrikleri ve ahlâksýzlarý doðru yola çekmek için bütün güçleriyle çalýþan ve bu uðurda her türlü sýkýntýya göðüs geren, iþkencelere katlanan baþta peygamberler ve onlarýn izinde giden önder þahsiyetler bize bu dersi verirler. O halde insanlarýn cehenneme gitmelerini istemek Ýslâm’ýn yolu deðildir. Gönlümüz bunun aksine yönelmeli ve onlara hakikati ulaþtýrma gayretimiz o kiþilerin ölümü tatmalarýna kadar devam etmelidir. Onlar bütün ikazlarýmýza kulaklarýný týkar ve imansýz göçerek cehennem ehli olmayý hak ederlerse, bu kiþilere artýk merhamet edilemez. O noktaya kadar yapýlacak çok iþimiz vardýr. Biz bunun hesabýný yapmalý ve bunun gayreti içinde olmalýyýz. Prof. Dr. Alaaddin Baþar Zafer Dergisi Zitieren Link zu diesem Kommentar Auf anderen Seiten teilen Mehr Optionen zum Teilen...
Empfohlene Beiträge
Dein Kommentar
Du kannst jetzt schreiben und Dich später registrieren. Wenn Du ein Konto hast, melde Dich jetzt an, um unter Deinem Benutzernamen zu schreiben.