Adem Geschrieben 14. Februar 2005 Teilen Geschrieben 14. Februar 2005 SORU : Üstadýmýz, yeðeni Abdurrahman'ýn vefat haberiyle çok sarsýldýðýný, beþ sene o haberin tesirinden kurtulamadýðýný ve hatta onun vefatýyla dünyadan bütün bütün alâkasýnýn kesildiðini anlatýyor. Cenâb-ý Hakk'la irtibatý pek saðlam olan Üstad gibi bir insanýn bu kadar etkilenmesini nasýl izah edebiliriz? CEVAP : Büyüklerin her türlü hâlini gönül verdikleri davalarý zaviyesinden yorumlamak gerektiði gibi onlarýn bazýlarýna karþý sevgi ve muhabbetlerini de o davanýn yükünü kaldýrabilecek saðlam omuzlar arama cehdleri þeklinde ?deðerlendirmenin daha doðru olacaðý kanaatindeyim. Evet, Hak dostlarý sýrtlarýndaki hamûlenin farkýnda olarak onu taþýma hususunda kendilerine yardýmcý olabilecek insanlar ararlar. Tanýþtýklarý herkesi, çok ciddi bir vefa ve saðlam bir sadâkat isteyen böyle bir vazife için aday gibi görürler. Aradýklarý vefa ve sadâkat emarelerini kimin üzerinde bulurlarsa, hizmet-i imaniye ve Kur'aniye adýna ondan çok þey beklerler. Ýþte, Üstad hazretlerinin, yeðeni Abdurrahman Abi'ye karþý sevgi ve alakasýný da bu açýdan deðerlendirmek gerekir. Abdurrahman Abi çok zeki, çok idrakli, adeta dâhî birisi imiþ. Dehâsýyla beraber vefa ve sadâkati de tammýþ. Ayrýca, Üstad'ýn, Ehl-i Beyt hakkýnda, “(Onlar) teslim, iltizam ve tarafgirlikte çok ileridedirler. Çünkü Ýslâmiyete fýtraten, neslen ve cibilliyeten taraftardýrlar” dediði gibi, onun cibillî bir baðlýlýðý da bulunduðundan dolayý Üstad'a ziyadesiyle teslim ve tarafgirmiþ; gözünü tamamen ona ve yazdýklarýna dikmiþ, kendisini amcasýnýn yoluna adamýþ. Üstad onu, hem vazife-i uhreviyesinin kuvvetli bir medarý ve kendisinden sonra yerine geçecek bir hayrülhalef, hem de bu dünyada en fedakâr bir teselli kaynaðý, bir arkadaþ, en zeki bir talebe, bir muhatap ve Nurlarýn en emin muhafýzý olarak görmüþ. Yine Bediüzzaman'ýn yorumlarýyla ifade edecek olursak, nasýl ki Peygamber Efendimizin, Hazret-i Hasan ve Hüseyin'e karþý küçüklüklerinde gösterdikleri fevkalâde þefkat, yalnýz yakýnlýk duygusundan gelen cibillî bir muhabbet deðil, onlarýn peygamber varisi olan gayet ehemmiyetli bir cemaatin menþei ve mümessilleri olmalarý cihetiyledir. Yani, Efendimizin, Hazret-i Hasan'ý kucaðýna alarak onun baþýný öpmesi, Hazret-i Hasan'ýn torunlarýndan Gavs-ý Âzam Þah-ý Geylânî gibi pek çok zatlar hesabýnadýr. Allah Rasûlü, o zatlarýn istikbalde yapacaklarý hizmetleri nazar-ý nübüvvetle görüp takdir ve istihsan etmiþ; bu takdir ve teþvikine alâmet olarak da Hazret-i Hasan'ýn baþýný öpmüþtür. Üstad hazretlerinin, biraderzâdesi Abdurrahman Abi'ye gösterdiði sevgi ve alaka da cibillî olmaktan ziyade böyle bir beklenti ve ümidin neticesidir. Bildiðiniz gibi, Kur'ân-ý Kerim'de Hazreti Ýbrahim ve Hazreti Zekeriya'nýn çocuk sahibi olma arzularýndan ve bu hususta yaptýklarý dualardan bahsediliyor. Peygamberler sadece peygamberlik ilmi ve nübüvvet davasý miras býraktýklarýndan dolayý, biz onlarýn bu arzu ve dualarýný da bir vâris talebi þeklinde anlýyoruz. Evet, Hazreti Ýbrahim ve Hazreti Zekeriya efendilerimiz, yaþadýklarý dönemler itibariyle omuzladýklarý yükün ancak bir Peygamber tarafýndan taþýnabileceðini görmüþ ve çocuk isterken aslýnda kendilerine vâris-i hass talep etmiþ, peygamberlik mesleðinin kendi ?sulblerinden gelecek olan nezih kimseler tarafýndan temsil edilmesini istemiþlerdir. Yani, o husustaki istekleri de peygamberâne olmuþtur. Þu kadar var ki, bizim gibi düz insanlar için öyle talepler bile dava yörüngeli olunca belki de bir fazilet sayýlýr; fakat, o iki peygamber mukarrabîndendir ve mukarrabîn için o türlü talepler –Allah'a yakýnlýklarý ve seviyeleri itibariyle– bir yönüyle dünyayý talep manasýna geldiðinden, her ikisi de ?çocuklarýndan dolayý ciddî imtihanlar geçirmiþlerdir. Doðrusunu ve iþin hakikatini Allah bilir, Hazreti Ýbrahim, belki isteðini içinde tuttuðu için, ?çocuðunu kurban etme emriyle; Hazreti Zekeriya ise, açýktan istekte bulunduðu için hem kendisi hem de oðlu þehit edilmekle imtihanýn peygamberâne olanýný yaþamýþlardýr. Aslýnda bu mevzu bizim ufkumuzu çok aþkýndýr; peygamberlerin Allah'la münasebetleri çerçevesinden ve O'na yakýnlýklarý zaviyesinden deðerlendirilmesi gereken bir konudur. Bir Abdurrahman'a Bedel... Ýþte, Hazreti Üstad'ýn yeðenine karþý ciddi bir alaka duymasýný da bu manaya hamletmek lazýmdýr. Onun alakasý sadece cibilli deðildir; daha çok, yeðeninde bir varis-i hakikî özelliklerini görmesinden dolayýdýr. Bu yönüyle de, onun alakasý çok kýymetli ve büyüktür; çünkü bu, davasýný hayatýnýn önünde düþünme manasýna gelmektedir. Yani, onun sevgi ve alakasýnda “bu iþi hiç zâyi etmeyecek, davayý kendi orijiniyle koruyup sonraki nesillere intikal ettirebilecek, emanette emin bir emanetçi býrakma” mülahazasý vardýr. Aslýnda, Cenâbý Allah onun bu arzu ve isteðini de boþa çýkarmamýþtýr; bir hikmete binaen, ondan bir Abdurrahman'ý alsa da, her birisi onun vazifesini yapabilecek olan otuz tane Mustafa vermiþtir. Üstad hazretleri Kuleönlü Mustafa Aðabeyi görüp tanýyýnca onu bir nümune olarak kabul etmiþ ve bunu “Senden bir Abdurrahman aldým; mukabilinde, bu gördüðün Mustafa gibi otuz Abdurrahman, o vazife-i diniyede sana hem talebe, hem biraderzâde, hem evlâd-ý mânevî, hem kardeþ, hem fedakâr arkadaþ vereceðim." manasýnda ilahî bir iþaret saymýþtýr. Evet, zamanla o iþaretin hakikati de zuhur etti. Ben Abdurrahman aðabeyin yerini dolduran Mustafalardan Sungur Aðabey gibi bazýlarýný gördüm. Mesela; Mustafa Gül Abiyi gördüm ve onun Üstad'a baðlý olduðu kadar hiçbir evladýn öz babasýna baðlý olamayacaðýna da kanaat getirdim. Tahir Abi'yi gördüm; bir kardeþinizin arkasýnda namaz kýldýðýnda hýçkýra hýçkýra aðladýðýna ve “Bana Üstad'ýn sesini hatýrlattý” deyip iç çektiðine þahit oldum. Onun sesine aþýk olmuþ adam, parmaklarýnýn hareketine âþýk olmuþ... Allah, Abdurrahman Abiyi almýþ ama Üstad'a Hulûsi Abi gibi sâdýk bir talebe nasip etmiþ; Hoca Sabri gibi vefalý bir kardeþ vermiþ; Hasan Feyzi gibi bir aþýk göndermiþ. Onun, Üstad'ýn ayrýlýðýna dayanamayarak yazdýðý meþhur þiirini bilirsiniz; “Haber aldým ki yarýn yâd olacakmýþ bize yâr, Ne büyük yâre ki, kimler buna derman olacak? Bu büyük derd-i elemden kime þekvâ edeyim? Ýþiten nâlemi, hep ben gibi nâlân olacak.” sözlerini hatýrlarsýnýz. Ya þu ifadelerini nereye koyarsýnýz: “Bab-ý feyzinden ýrak olmayý asla çekemem, Dahi nezrim bu ki caným sana kurban olacak.” Hasan Feyzi aðabey bir Edebiyat hocasýydý; Üstad'ý tanýmýþ, onunla beraber hapis yatmýþ ve canýný uðrunda feda edecek kadar ona baðlanmýþtý. Sadýklardan birisi de Hafýz Ali Aðabeydir. Üstad onun için, “Eski zamanlarda bazen böyle fedakâr zâtlar, kendi dostu yerine ölüyorlardý. Zannederim, o merhum benim yerimde gitti.” diyor ve ona kavuþmak için o âleme gitme adýna kendisinde bir iþtiyak zuhur ettiðini anlatýyor. Hayýr, þaka deðil bu sözler, sadece kuru laf deðil. Hazreti Adem'in, ömründen kýrk seneyi Davut Nebi'ye vermesi gibi manevî ruh dokusunun örtüþmesini gerektiren bir þey... “Yirmi seneden beri milyonlarla insana din, iman, Ýslâmiyet, fazilet dersi veren ve onlarý dinsizlikten muhafaza eden Kur'ân tefsiri Risale-i Nur uðrunda idam edileceksem, sehpaya "Allah Allah, yâ Resulallah" sadalarýyla koþarak gideceðim.” diyen Zübeyr Gündüzalp gibi sadýklara has bir þey... Zitieren Link zu diesem Kommentar Auf anderen Seiten teilen Mehr Optionen zum Teilen...
Empfohlene Beiträge
Dein Kommentar
Du kannst jetzt schreiben und Dich später registrieren. Wenn Du ein Konto hast, melde Dich jetzt an, um unter Deinem Benutzernamen zu schreiben.