Zum Inhalt springen
Qries Qries Qries Qries Qries Qries

Empfohlene Beiträge

Fizik Âlemin Metafizik Temelleri: Esmâ-i Hüsnâ Tecellileri

Burhan KUTLUBOÐA

"Yedi kat gök, dünya ve onlarýn içindekiler Allah'ý tesbih ederler. Hattâ her þey hamd ile O'nu tesbih eder. Ne var ki siz onlarýn tesbihlerini iyi anlayamazsýnýz" (Isrâ sûresi, 17/44).

 

"Kâinatýn satýrlarýný dikkatle mütalaa et. Onlar sana Mele-i alâ'dan gönderilmiþ mektuplardýr" (24. Mektup) Mukaddime

 

Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri, kâinattan verdiði örnekler, tabiat hakkýnda yaptýðý olumlu deðerlendirmeler sebebiyle bazýlarýnca "bilimcilikle", kimilerince de "dinin temel kaynaklarýnda dünya kýnandýðý halde sen ne diye âþýkane dünyadan bahsediyorsun?" diye eleþtirilmiþtir. Bediüzzaman Hazretleri, kendi döneminde bu tür eleþtirilerle karþýlaþtýðý gibi bugün de bu kabil eleþtirilerle zaman zaman karþýlaþýlmaktadýr. Ism-i Hakem'in cilvesinin anlatýldýðý Otuzuncu Lem'a, Üçüncü Nükte'de güneþ ve güneþ sistemi ile ilgili bahsi dinleyen bir derviþ, bu bahsin Risâle-i Nur mesleði ile alâkasýný anlayamadýðý için "Bu da (kâinattan) ehl-i fen ve kozmoðrafyacýlar gibi bahsediyor" demiþ. Bediüzzaman'ýn yanýnda ayný bahis tekrar kendisine okununca derviþ, ayýlmýþ ve "Bu, bütün bütün baþkadýr" diyerek, evvelki itirazýndan vazgeçmiþtir. (KL, s. 232).

 

32. Söz, Ikinci Mevkýf'ýn son kýsmýnda Bediüzzaman Hazretleri'ne, dünyadan âþýkâne bahsetmesi ve Ilahî kemâlâtýn medarý ve delili olarak sýk sýk dünyayý göstermesinin sebebi sorulmuþtur. Bu soruyu beþ noktada cevaplandýrmayý tasarlayan Bediüzzaman Hazretleri, yalnýzca birinci ve ikinci noktalarý yazabilmiþtir. O, birinci noktada dünyanýn üç yüzü olduðunu, birinci yüzünün Cenab-ý Hakk'ýn esmâsýna, ikincinin âhirete ve üçüncünün insanýn hevasatýna baktýðýný söyleyerek bu soruya bir açýklýk getirir. Ayný sorunun cevabýna ayýrdýðý ikinci nokta ise 32. Sözün Üçüncü Mevkýfý'dýr. Bu Mevkýf'ý iki mebhas'a ayýrmýþ, Ikinci Mebhas'ta þirkin insan hayatýný nasýl kararttýðý ve sevilecek þeylerin Allah için sevilmesi, Ilahî isimlere karþý duyulan muhabbet ve Ilahî isimlerin fizik âlem dýþýndaki bazý tecellileri üzerinde durulmuþtur. Birinci Mebhas'ta ise dünyanýn Ilâhî isimlere nasýl baktýðý, Ilâhî isimlerin fizik âlemin yaratýlýþýnda nasýl tecelli ettiði konusu iki örnek esas alýnarak tahlil edilmiþtir. Bediüzzaman'ýn eserlerindeki en önemli istidlal yöntemlerinden birisi olan Ilâhî isimlerin kâinattaki tecelli keyfiyetinin anlatýldýðý bu bölüm kýsalýðýna raðmen, Risâleler'de kosmosun yaratýlýþýnýn Esmâ-i Hüsnâ penceresinden tahlil edildiði en önemli metinlerden birisidir. Bu risalenin, Risâle-i Nurlar'ýn yorumuna küçük bir katkýda bulunmak, Bediüzzaman'ýn dünya ve tabiatý içine alan bütün fizik âleme bakýþýnýn doðru anlaþýlmasýný temine yardýmcý olmak maksadýyla bir makale çerçevesinde deðerlendirilmesi uygun bulunmuþtur.

 

Bu makalede tahlil edilmesi düþünülen "Üçüncü Mevkýf'ýn Birinci Mebhas"ý fizik âlemdeki yaratýlýþý bir çiçeðin resmediliþi ve güzel bir kadýn heykelinin yapýlýþýndan hareketle ele aldýðý için makalemizin baþlýðýnda "Fizik âlem" kaydý özellikle zikredilmiþtir. Fizik âlem ile kastedilen görülen âlem, yani kosmostur. Yunanca'da evren/kâinat ve düzen anlamlarýna gelen bu kelime ile düzenli bir bütün olarak kâinat kastedilmiþtir ki, bizim literatürümüzde bu anlamý karþýlayan kelime "âlem"dir. Kozmoloji, görülen âlemi kâinatýn baþý, sonu, zaman ve mekân gibi ilkeler çerçevesinde ele alan bir bilim dalýdýr. Kozmolojide fizikî evrenin yapýsý, kaynaðý ve kâinatta cari külli kanunlar araþtýrýlýr. Bu makalede Bediüzzaman'ýn metafizik sisteminde önemli bir yeri olan kozmoloji tasavvuru ele alýnacaktýr.

 

Bediüzzaman'ýn metafiziðinde varlýðýn esasý, Ilâhî isimler ve onlarýn tecellileridir. Varlýk âleminin hakikatinin Allah Teâlâ'nýn isimlerinin tecellilerine dayandýðýný Bediüzzaman'dan önce bir çok mutasavvýf da dile getirmiþtir. Bediüzzaman bu hakikatten hareketle, varlýk âleminin, görülen ve görülemeyen yönleriyle Ilâhî isimlerin tecellilerinden ibaret olduðunu ifade etmiþtir. Üçüncü Mevkýf'ýn Birinci Mebhasýný ise bütünüyle anýlan hakikati ispata ayýrmýþ, bu kýsýmda makro ve mikro kosmosun yaratýlýþýnda Ilâhî isimlerin nasýl tecelli ettiðini anlatmýþtýr. Üçüncü Mevkýf, Bediüzzaman'ýn kozmolojisinin anlaþýlmasý için son derece önemli bir risâledir. Kendisi ve ilk talebeleri de bu önemin farkýndadýrlar. Risâlelerin telifinde sýkça karþýlaþýlan tevafuklar, ilk kez bu risâlenin istinsahýnda fark edilmiþtir. Bazý talebeleri, Üçüncü Mevkýf'ý, "Sair risâleler yýldýzlar olsa, bu güneþtir" diyerek övmüþlerdir. Bediüzzaman bu övgüyü, "Her bir risâle, kendi âleminde ve kendine mahsus semâ-i hakikatte birer güneþtir. Uzak olanlara yýldýz, yakýn olanlara þemstir" þeklinde kýsmen düzelterek onaylamýþtýr. (32. Söz'ün fihristi).

 

Bediüzzaman hazretleri, bu risâlenin hemen baþýnda "Her þey hamd ile Allah'ý tesbih eder" (Isrâ sûresi, 17/44) âyetini zikreder ve "Her þeyden Cenab-ý Hakk'a karþý pencereler hükmünde çok vecihler bulunduðunu" söyleyerek konuya giriþ yapar. Varlýk âleminin, kâinatýn tüm hakikatlerinin Ilâhî isimlere dayandýðýný; her þeyin hakikatinin bir ya da bir çok esmânýn tecellisi olduðunu söyler. Hattâ yalnýzca eþyanýn hakikati deðil, eþyadaki niteliklerin ve özelliklerin de Ilâhî isimlere istinat ettiðini belirtir. Varlýk âlemini inceleyen felsefe/hikmet, týp ve hendese/geometri gibi ilimlerin, ortaya çýkýþlarý ve neticeleri itibarýyla gerçekte Ilâhî isimlerin yansýmalarý olduðunu söyler. Kýsaca onun kanaatine göre fen bilimleri, insanlarýn bu sahalarda gerçekleþtirdiði tüm baþarýlar ve baþta peygamberler olmak üzere bütün mükemmel insanlarýn hakikatleri Ilâhî isimlere dayanmaktadýr.

 

Bediüzzaman hazretleri, ehl-i tahkik velilerden bazýlarýnýn "Hakiki hakâik-i eþya, esmâ-i Ilâhiye'dir. Mahiyet-i eþya ise, o hakâikýn gölgeleridir" dediklerini naklederek, Ilâhî isimlerin yaratýlýþ ve varlýk hakikatindeki yerine ve önemine vurgu yapar. Bu zatlarýn, tek bir canlýnýn dýþ þeklinde, fiziki yaratýlýþýnda yirmi kadar Ilâhî ismin cilvesinin göründüðüne dikkat çektiklerini de belirtir. Bediüzzaman, geçmiþte dile getirilmiþ bir çok hakikati akli delillerle açýkladýðý, bazýlarýný temsillerle akla yakýnlaþtýrmaya çalýþtýðý gibi, bu meseleyi de örnekler ve akli delillerle izah etme yolunu tercih etmiþtir. O, "ince, hassas ve büyük" olduðunu söylediði bu hakikati çiçek ve kadýn örnekleriyle açýklar. Sonra zikrettiði bu iki örneði, Ilâhî isimlerin üç ayrý tecelli boyutundan tahlil eder. Sathi bir bakýþla, tekrar gibi görünebilecek bu durumdan usanmamalarý gerektiðini okuyucuya baþtan hatýrlatýr. Yaptýðý deðerlendirmeleri iki-üç ayrý eleðe benzeterek, her birinin konunun deðiþik yönlerinin anlaþýlmasýna yardýmcý olacaðýný belirtir.

 

Ayný örnek üzerinden yaklaþýk ayný isimlerin tecellileri, misalden asla veya bir bakýma müþahhastan mücerrede, asýldan misâle veya bir bakýma mücerretten müþahhasa, dýþtan içe, içten dýþa ve ayrýca bir arada bir sýra takip edilerek, farklý açýlardan incelenmiþtir. Bu üç basamaklý incelemenin birinci basamaðýnda, modellere bakýþta dýþtan içe, fakat esmânýn tecellisi hususunda içten dýþa; ikinci basamaðýnda tersi, yani esmânýn tecellilerinde dýþtan içe, modellere bakýþta içten dýþa; üçüncü basamaðýnda ise hepsi bir arada ve küllî bir bakýþ takip edilmiþtir. Bediüzzaman hazretleri, çiçek ve kadýn modelini her bir varlýða ve kâinatýn tamamýna tatbik ve Esmâ-i Hünsâ üzerine oturan kozmolojisini takdim etmektedir. Bu tatbik ve takdim veya Esmâ-i Ilâhî'nin tecellileri iç içe ve mütedahil daireler gibi yedi sayfa veya safha halinde karþýmýza çýkmaktadýr. Söz konusu üç basamak, ayný zamanda eserden fiile, fiilden isme, isimden sýfata, sýfattan þe'ne ve nihayetinde Zat-ý Akdes'e ulaþtýran, daha sonra kademe kademe yeniden varlýk âlemine dönen bir yolculuðun da özeti gibidir. Bu konuyu ilk risâlelerinden birinde (MN, Nokta) "Eserde kemal fiilin kemaline, fiilin kemali ismin kemaline, ismin kemali sýfatýn kemaline, sýfatýn kemali þe'nin kemaline, þe'nin kemali Zat'ýn kemaline, hadsen, zarureten, bedahaten delâlet eder" sözleriyle açýklamýþtýr. Daha sonra, bu isimlerin tek bir fertte tecelli ettiði gibi, ayný þekilde bütün canlýlarda da tecelli ettiðini söyleyerek, Esmâ-i Ilâhîyenin kâinatýn hakikatinin anlaþýlmasýnda külli ve azametli esaslar olduklarýnýn bir kez daha altýný çizer.

 

Neden Çiçek ve Kadýn?

 

Bediüzzaman'ýn eþyanýn hakikatýný çiçek ve kadýn modeli üzerinde nasýl göstermeye çalýþtýðýnýn izahýna geçmeden önce, O'nun neden çiçek ve kadýn modelini seçtiði üzerinde birkaç söz söylemek gerekmektedir. Bunu da, kozmolojisini ortaya koyduðu ayný satýrlarýnda görebiliriz.

 

Bediüzzaman'a göre, kâinatý yaratýlýþýn altýnda yatan asýl sâik, Ilâhî Zât'ýn mutlak manâda kemâl ve cemâle sahip oluþudur. Kusursuz ve mutlak kemâl ve cemâl, sebepsiz ve kendisinden dolayý sevilir; o, ayný anda hem sever, hem sevilir. Dolayýsýyla böyle bir kemâl ve cemâl, aynalarda ve aynalarýn kabiliyetine göre lem'alarýný ve cilvelerini görmek ve göstermek diler. Þu halde onlar, hem bizatihi güzel ve güzellik, hem de aþktýrlar. Iþte bu noktada güzellik ve aþk birleþir, ayný olur. Bu güzellik ve aþkýn, bilhassa neticeleri ve varlýklarýndaki maksatlar itibariyle en fazla yansýdýklarý iki varlýk, biri meyveye, en büyük faydaya, diðeri evlâda ve þefkat, merhamet, fedakârlýk, baþkasý için yaþama ve iffet gibi en güzel ahlâka sahip olmasý hasebiyle çiçek ve kadýndýr. Bediüzzaman, bunu "Iþte heykele konulan ve surete takýlan sevimli nimetler, güzel-leziz meyveler, sevimli evlâdlar, güzel ahlâklar, o cemâl-i manevînin -kendi kabiliyetlerine göre- birer lem'asýný taþýyorlar. O lem'alarý, hem cemâl sahibine, hem baþkasýna gösteriyorlar" sözleriyle ifade eder.

 

Ayrýca Bediüzzaman, Risâlelerde daha baþka vesilelerle de meyve, çekirdek ve çiçeklerden örnekler vermiþtir. Bunun iki sebebi olduðunu söyler. Birincisi onlar kudretin en antika, en nazenin ve en harika mucizeleridir. Ikinci sebep ise felsefeciler ve tabiatçýlar, çekirdek ve çiçeklerdeki harikuladelikleri sezemedikleri için, onlarda boðulmuþlar ve tabiat bataklýðýna düþmüþlerdir (10. Söz, Onuncu Hakikat, dipnot). Ayrýca en küçük bir mahlûkta bile pek çok Esmâ-i Hüsnâ'nýn göründüðünü ispat ederek, büyük ve külli varlýklarýn onlara mukayesesini temin etmeyi hedeflemiþtir. Nitekim o, "Küçük olsun büyük olsun her mahlûk, mazhar olduðu isimlerin cilve ve nakýþlarý dilleriyle, o Esmâ-i Hüsnâ'nýn Müsemma-i Zülcelal'ini tesbih edip, þerik ve nazirden tenzih ediyorlar" (25. Söz, Ikinci Þule) diyerek, en küçükten en büyüðe kadar her mahlûkun Cenab-ý Hakk'ý tesbih ettiðini belirtir. Insanýn Ilâhî isimlere mazhar en cami ayna olmasý (10. Söz, Onbirinci Hakikat) itibarýyla ruh sahibi varlýklara örnek olarak insaný ve insan nevi içinden de "güzel kadýn" örneðini seçmiþtir. Çünkü çiçek gibi kadýn da hem Ilâhî sanatýn tecelli ettiði en nazenin varlýk, hem de sadece fiziðiyle deðerlendirilme ve güzelliðinin kendisine nisbet edilip, Yaratýcý'nýn unutulmasý açýsýndan bir çok insan için kayma noktasýdýr.

 

Iki Model Üzerinden Eþyanýn Hakikatine Yaklaþým ve Bediüzzaman'ýn Kozmolojisi

 

Ayný zamanda mükemmel bir ressam ve heykeltýraþ olan bir zat, güzel bir çiçek resmi çiziyor ve bir kadýn heykeli yapýyor.1 Bu zat, yapacaðý eserlerin önce genel hatlarýný belirler. Bu iþ, bir ölçü ve hesapla, geometrik ölçülere riayet edilerek yapýlabilir.2 Ölçü ve hesap ise, ilim ve hikmet iktiza eder; ilim ve hikmeti gösterir. Zira görüyoruz ki, ölçü ve hesap ilim ve hikmet pergeliyle dönmektedir, dolayýsýyla, ölçü ve hesabýn arkasýnda ilim ve hikmet manâlarý hükmetmektedir.3 Bu noktada ilim ve hikmet pergeli kendisini gösterir; iþte resim ve heykelin ince hatlarý ilim ve hikmet pergeliyle çizilmeye baþlandý.4 Yapraklarýn çizildiðini, göz, kulak, burun gibi uzuvlarýn yapýldýðýný ve bunlarýn hem ne kadar sanatlý olduðunu, hem de ait bulunduklarý/hedeflenen varlýða, kendilerine biçilen gayeye ne kadar uygun düþtüðünü gördüðümüzde anlarýz ki, ilim ve hikmet pergelinin arkasýnda "yapma/sun' ve inâyet" manâlarý bulunmaktadýr.5 Sanat ve inâyet manâlarýnda ayný anda güzellik ve estetik de görülüyor. Demek ki ortada, yaptýðýný güzel yapma iradesi ve süsleme, estetize etme kasdý da söz konusudur. Neticede hem çiçek resmi, hem kadýn heykeli, güzel ve mütebessim, hem de âdeta hayatdar bir þekilde arz-ý endam etmektedir.6 Söz konusu güzel ve estetik yapma, hem göz alýcý ve parlak kýlma mânalarý, lütûf ve kereme dayanmaktadýr. Lütûf ve keremin hükmetmesiyle çiçeðin baþtanbaþa bir lütûf, heykelin de adeta taþ þekline bürünmüþ bir kerem olduðu görülmektedir.7 Kerem ve lütfu "teveddüd/kendini sevdirme ve taarrüf/kendini tanýtma" mânalarýnýn harekete geçirdiði ve çalýþtýrdýðý açýktýr. Sanatkârlar, sanatlarýyla diðer insanlara kendilerini tanýtmak ve sevdirmek, takdir görmek isterler. (Bu, san'atkârlarda bazen bir zaaf olsa da, mutlak kemâl ve cemâlin kendiliðinden gelen, olmazsa olmaz hususiyetidir. Yani, ortada zâtî, kendinden ve mutlak bir kemâl ve cemâl (güzellik) varsa, bunlar mutlaka bilinmek, tanýnmak ve sevilmek dileyecektir. Dolayýsýyla, yaratýlýþýn temelinde bu cemâlin ve kemâlin kendine, Zât'ýn Zâtýna olan ve O'na has, münezzeh, mukaddes sevgisi yatmaktadýr.)8 Tanýttýrma ve sevdirme ise, merhametten ve nimetlerle perverde etme iradesinden kaynaklanýr. (Çünkü, asýl kemâl, baþkalarýnýn lezzetiyle lezzet almayý gerektirir. Insan bile olsa, kâmil insan, kendisini deðil, baþkalarýný düþünen, kendini baþkalarýna adayan insandýr. Bu ise, Ilâhî Zât'ta mutlak kemâldedir. Yani O Zât, baþkalarýna karþý kemâline münasip bir merhamet sahibidir ve dolayýsýyla onlarý nimetlendirmek diler; onlarýn nimetlerle perverde olmasýndan Zâtýna has mukaddes sürur duyar.) Iþte, rahmet ve nimet verme iradesi, o heykeli çeþitli nimetleriyle donatacak, çiçeðe de güzel hediyeler takacaktýr.9 Görüyoruz ki, heykel, en yerinde uzuvlarla donatýldý, ayrýca çok güzel ve estetik yapýldý; kucaðý nimetlerle dolduruldu. Çiçek ise, bir mücevhere iliþtirildi. Buradan anlýyoruz ki, rahmet ve nimet verme iradesini "acýmak ve þefkat etmek" mânasý harekete geçirmektedir.10 Acýmak ve þefkat etmek mânasýnýn kaynaðý da, ressam ve heykeltýraþ olan zatta bulunan ve tezahür etmek isteyen manevi cemal ve kemaldir.11 Cemalin en þirin bir boyutu olan muhabbet ve en tatlý kýsmý olan rahmet ise sanat aynasýyla görünmek ve iþtiyakla arzulayanlarýn gözleriyle kendilerini görmek isterler. Iþte heykele konulan ve çiçek resmine takýlan sevimli nimetler, güzel meyveler o manevî cemalin birer ýþýltýsýný yansýtýyorlar. O ýþýltýlarý, hem cemal sahibine hem de seyredenlere gösteriyorlar.

 

Buraya kadar yalnýzca örnek anlatýlmýþ gibi görünse de, sanatkârýn kabiliyetinden kaynaklanan sýfatlarýnýn eserlerine yansýmasý üzerinde durulmuþ, eserdeki mânalardan hareketle sanatkârýn niteliklerinin nasýl tespit edileceði ortaya konmuþtur. Müellif, ýsrarla þe'n ve sýfat yerine mâna kelimesini kullanmýþtýr. Manâ kelimesini seçmekteki sebep ise, nasýl manâ görünmez ve dýþta bir eserle kendini gösterirse, bunun gibi, san'atkârdaki kabiliyet ve sýfatlarýn da birer manâ halinde görünmez olduðuna, görünen eserin arkasýnda görünmeyen manâlarýn, onlarýn gösterdiði sýfatlarýn bulunduðuna dikkat çekme isteði olsa gerektir. Çünkü, san'atkârý görmüyoruz; ama eseri nasýl meydana getirdiðini ve nihayet eseri görüyoruz. Dolayýsýyla, esere ve onu ortaya çýkarmadaki fiillere bakarak, bu fiillerin gerisindeki görünmez hakikatlere uzanabiliyoruz. Gerçi muhterem müellif bir baþka yerde, "Þu kâinatta görünen ve bilinen bütün letaif, bütün mehasin, bütün kemalât… birer manâdýr, birer mazmundur, birer manevi kelimedir ki, Sâni-i Zülcelal'inin lütuf ve merhametinin tecellilerini, ihsan ve cemalinin cilvelerini bizzarure, açýkça kalbe gösterir, aklýn gözüne sokuyor" (29. Söz, Ikinci Maksad) diyerek, her bir eseri bir manâ olarak da takdim eder. Fakat burada kullandýðý manâ ile bizatihî maddede tecelli eden asýl varlýðý deðil kasdetmemekte, onunla daha ziyade mazmun anlamýný kasdetmekte, doðrudan onun gösterdiði hakikate dikkat çekmektedir.

 

Birinci elek: Varlýklarýn dili

 

Yukarýda zikredilen örnek fizik âlemin yaratýlýþýna uyarlandýðýnda, küllî-cüz'î bütün varlýklar

 

ya bir çiçek, ya bir cins-i lâtif ferdi olarak karþýmýza çýkacaktýr. Yani "Cennet bir çiçektir; huri taifesi dahi bir çiçektir. Semâ da bir çiçektir, yýldýzlar o çiçeðin yaldýzlý nakýþlarýdýr. Güneþ de bir çiçektir, ýþýðýndaki yedi rengi o çiçeðin nakýþlý boyalarýdýr. Nasýl insan küçük bir âlem ise, âlem de güzel ve büyük bir insandýr. Hûrîler nev'i, ruhaniler cemaati, melek cinsi, cin taifesi ve insan nev'i, birer güzel þahýs hükmünde tasvir, tanzim ve icat edilmiþtir. Hem her biri külliyetiyle, hem her bir ferdi tek baþýna Sani-i Zü'l-Celâl'in isimlerini gösterdikleri gibi, O'nun cemaline, kemaline, rahmetine ve muhabbetine ayrý ayrý birer aynadýr. Nihayetsiz cemal ve kemaline, rahmet ve muhabbetine doðru birer þahiddir. Ve o cemal ve kemalin, rahmet ve muhabbetin birer âyetidir." Buradan hareketle: (1)

 

Link zu diesem Kommentar
Auf anderen Seiten teilen

Bütün varlýklar, anýlan biçimlendirme ve þekillendirmeler neticesinde kendi üzerlerinde "Mukaddir, Munazzým, Musavvir" isimlerinin tecellilerini gösteriyorlar. (2) Varlýklarýn genel hatlarýnýn/özelliklerinin belirlenmesindeki maharet, "Alîm ve Hakîm" isimlerini; (3) ilim ve hikmet cetveliyle yapýlan tasvir, "Sâni ve Kerîm" isimlerini göstermekte; (4) Sanatýn maharetli eliyle, inâyetin fýrçasýyla o suretlere öyle hüsün ve estetik verilmektedir ki, lütüf ve kerem manâlarý sanki o varlýklarda þekle bürünmüþ, ortaya çýkmýþ gibi "Latîf ve Kerîm" isimlerini zikretmektedir. (5) Lütûf ve keremi cilveye sevk eden ise sevdirmek ve tanýttýrmak þe'nleridir ki, "Latîf ve Kerîm" isimlerinin arkasýnda "Vedûd ve Ma'rûf" isimlerini okutturmakta, varlýklarýn hal dilinden bu isimler iþitilmektedir. (6) Sâni-i Hakîm, çiçek ve benzeri zinetli varlýklarý lezzetli meyvelerle, güzel canlýlarý sevimli yavrularla süslendirip bakýþlarý zinetten nimete, lütuftan rahmete çevirmekte, o nimetlerin ortaya çýkmasýna sebep gibi görünen zahiri perdelerin arkasýnda "Mün'im ve Rahîm" isimlerinin cilvelerini göstermektedir. (7) Acýma ve þefkat etme (terahhum ve tahannün) þe'nleri Rahîm ve Kerîm'i cilveye sevk ederek "Hannân ve Rahmân" isimlerini okutmaktadýr. (8) Terahhum ve tahannün manâlarýný cilveye sevk eden ise tezahür etmek isteyen zatî cemal ve kemaldir ki "Cemîl" ismini ve (9) Cemil isminde mündemiç bulunan "Vedûd ve Rahîm" isimlerini okutturmaktadýr. Zâtî olan Cemal ve Kemal, Vedûd ve Rahîm isimlerini doðrudan gösterir. Çünkü cemal bizzat sevilir; güzellik ve güzellik sahibi, kendi kendini sever. Bu sebeple cemal, hem güzellik hem de sevgidir. Kemal da aynen cemal gibi zatý itibarýyla sebepsiz olarak sevilir. O, ayný anda hem seven, hem de sevilendir. (2)

 

Ikinci elek: O'ndan Sanatýna

 

Yukarýda gördük ki, varlýk âlemi Cenab-ý Hakk'ýn isimlerinin tecellileridir. Yaratýcý mutlak kemal ve cemal sýfatlarýna sahiptir. (1) Yaratýlýþ, bu cemal ve kemal sýfatlarýnýn görünmek ve aynalarda kendini görmek istemesiyle baþlamýþtýr. "Nihayetsiz derece-i kemalde bir cemal ve nihayetsiz derece-i cemalde bir kemal; nihayet derecede sevilir, muhabbete ve aþka layýktýr. Elbette ayinelerde ve ayinelerin kabiliyetlerine göre lemeatýný ve cilvelerini görmek ve göstermekle tezahür etmek ister". (2) Cemal sahibi Hakîm ve kemal sahibi Kadir olan Yüce Yaratýcý'nýn, zatýndaki cemal ve kemal, acýmak ve þefkat etmek ister (terahhum ve tahannün) ve "Rahman ve Hannan" isimlerini tecelliye sevk eder. (3) Rahman ve Hannan isimlerinin tecellisiyle ortaya çýkan acýma ve þefkat ise rahmet ve nimeti göstermekle "Rahîm ve Mün'im" isimlerini cilveye sevk eder. (4) Rahmet ve nimet ise teveddüd ve taarrüf þe'nlerini iktiza ederek "Vedud ve Ma'ruf" isimlerini tecelliye sevk eder, böylece onlarý yaratýlmýþ sanatlý varlýklarýn bir perdesinde gösterir. (5) Teveddüd ve taarrüf (Kendini sevdirme ve hünerleriyle tanýttýrma) ise lütuf ve kerem manâlarýný harekete geçirerek "Latîf ve Kerîm" isimlerini yaratýlmýþ sanatlý varlýklarýn bazý perdelerinde okutturur. (6) Lütuf ve kerem þe'nleri, ise ayrýntýlara kadar kusursuz yapma, hiçbir ayrýntýyý kaçýrmama, ayrýca güzel yapma fiillerini harekete geçirir. "Müzeyyin ve Münevvir" isimlerini varlýklarýn güzellik ve nuraniyeti diliyle okutturur. (7) Müzeyyin ve Münevvir isimlerinin delâlet ettiði Zat-ý Akdes'te bulunan tezyin ve tahsin þe'nleri -þe'n, insanlardaki potansiyellere, yani istidatlara benzetilebilir- ise yapma ve ihsanda bulunma (sun' ve inâyet) manâlarýný iktiza ederek "Sâni ve Muhsin" isimlerini varlýklarýn güzel simasýyla okutturur. (8) O sun' ve inâyet ise bir ilim ve hikmeti gerekli kýlar ve "Alîm ve Hakîm" isimlerini o varlýðýn intizamlý hikmetli azasýyla okutturur. (9) Varlýklarda müþahede edilen ilim ve hikmet tecellileri ise tanzim, tasvir ve þekil verme fiillerini iktiza ederek "Musavvir ve Mukaddir" isimlerini varlýklarýn genel görünüþü ve þekliyle okutturur ve gösterir.

 

Bu kýsýmda müellif, bütün yön ve hususiyetleriyle yaratýlýþý âdeta safha safha anlatmaktadýr. Baþlangýçta yaratýlýþýn sebebi olarak "mutlak cemal ve kemal" sahibi Zat'ýn sanatýný görmek ve esmâ tecellileriyle tanýnmak, görünmek istediðini söyleyerek, varlýklarýn yaratýlýþ gayesini zikreder. Sonra cemal ve kemalin, merhamet ve þefkati, merhamet ve þefkatin ise bütün varlýklarý kollama ve onlara nimet vermeyi gerekli kýldýðýný, sonuçta varlýðýn bir perdesinde Cenab-ý Hakk'ýn sevme-sevilme ve tanýnma (Vedûd-Ma'ruf) isimlerinin göründüðünü söyler. Lütuf ve kerem, varlýklarýn güzel olmasýný iktiza ettiði için varlýklar zinetli ve nurlu bir þekil alýr. Varlýklarýn güzel ve süslü þekilleri ise onlara ihsanda bulunan sanat sahibi Yaratýcý'nýn "san'atkârlýðý"ný ve her fiilinde mutlak fayda, gaye güzellik bulunduðunu gösterir. Ihsan ve sanat ise ilim ve hikmeti gerekli kýldýðýndan, varlýðýn bütün azalarýyla hikmetli ve intizamlý yapýldýðýný ortaya koyar. Ilim ve hikmet, intizam, tasvir ve þekil vermeyi gerektirdiðinden sonuçta varlýk bütün heyet ve görünüþüyle ortaya çýkmýþ olur. Burada bir eþya ya da canlýnýn fiziki vücudunun Ilâhî isimlerin tecellileriyle yaratýlýþý, varlýk âlemine geliþi tasvir edilmiþtir.

 

Bu kýsýmda Bediüzzaman, Ilâhî isimlerden birinin diðerini gerekli kýlmasýný ve âdeta mütedahil daireler gibi iç içe tecellilerini de nazara vermiþ olmaktadýr. Farklý risâlelerde de üzerinde durduðu bu mesele hakkýnda Bediüzzaman: "Kâinatta tecelli eden her bir isim, bütün isimleri kendi Müsamma'sýna isnad eder ve O'nun unvanlarý olduðunu ispat eder. Çünkü kâinatta tecelli eden isimler, iç içe girmiþ daireler gibi ve ýþýktaki yedi renk gibi birbiri içine giriyor, birbirine yardým ediyor, birbirinin eserini tekmil ediyor, tezyin ediyor." der (26. Mektup, Dördüncü Mesele). Bu konuda yine O, bir baþka açýdan, "Kâinatýn her bir âleminde, her bir taifesinde, Esmâ-i Hüsnâ'dan bir ismin unvaný tecelli eder. O isim, o dairede hâkimdir. Baþka isimler orada ona tabidirler; belki onun zýmnýnda bulunurlar" diyerek (24. Söz, Birinci Dal), Ilâhî isimlerin birbirleriyle münasebeti ve tecelli dereceleri, ayrýca varlýklarýn, her bir varlýðýn kendine has taayyün ve hususiyetlerinin sebebi konusunda açýklamada bulunur.

 

Bediüzzaman Hazretleri, isimlerin tecellileri ve onlara bakýþ konusunda baþka noktalara da dikkat çeker. Meselâ, "Her bir ismin cilvesinden diðer esmâya intikal edilmezse zarar edileceðini" söyler. Zira O'nun isimleri birbiri içinde görünür, þuunatý birbirine bakar, unvanlarý birbirini ihsas eder ve rububiyetin terbiye çeþitleri birbirine yardýmcý olur. Insan Cenab-ý Hakk'ý bir isim, bir unvan, ya da bir rububiyetiyle tanýsa diðerlerini inkar etmemesi gerekir. Meselâ, Kâdir ve Hâlik isimlerinin eserini gören bir kiþi "Alîm" ismini görmezse gaflet ve tabiat dalaletine düþebilir (24. Söz, Birinci Dal). Vahdet-i Vvücud görüþünü benimseyen mutasavvýflar, Cenab-ý Hakk'ýn "Vücud" sýfatýndan diðer sýfatlarýna intikal edemedikleri ve diðer sýfatlarýný ihmal ettikleri için hata yapmýþlardýr. Üçüncü elek: Yaratýlýþta Esmâ-i Hüsnâ Sayfalarý

 

Yukarýdaki ilk iki tahlilde ya da kendi deyiþiyle "elek"te, her bir canlýya farklý Ilâhî isimlerin tecellilerini ihtiva eden üst üste yirmi gömlek giydirildiði veya her bir varlýðýn yirmi perdeye sarýldýðý, yani her bir varlýkta en az yirmi Ilâhî ismin tecelli ettiði gösterilmiþtir. Çiçek ve kadýnýn yalnýzca zahiri yaratýlýþlarýnda bu kadar çok sayýda isim tecelli ederse, bütün varlýk âlemi özellikle de canlý varlýklarýn ruhani ve hissi yönlerinde ne kadar çok Ilâhî ismin tecelli edeceði anlaþýlýr. Ayrýca dünya ve gökyüzü gibi büyük ve küllî mahlukat da bu örneklere mukayese edilebilir. Çiçek ve kadýndaki ilahi isimlerin tecellilerini, biri açýlýnca ardýnda diðeri görülen bir tek kitabýn þu yedi sayfasý gibi düþünmek mümkündür:

 

Birinci sayfa, varlýklarýn genel hatlarýný, þeklini, ölçülerini, hey'et-i umumiyesini gösteren sayfadýr. Varlýklarýn bu sayfasý incelendiðinde Cenab-ý Hakk'ýn "Musavvir, Mukaddir ve Munazzým" isimlerinin tecelli ettiði açýkça görülmektedir.

 

Ikinci sayfa, varlýklar ayrý ayrý uzuvlarýnýn belirmesi ile kendilerine mahsus basit þekilleriyle ortaya çýkarlar. Iþte bu sayfada "Alîm ve Hakîm" gibi bir çok ismin yazýlý olduðu müþahede edilir.

 

Üçüncü sayfada, basit yaratýlýþ safhasýný müteakip her uzvun sanatlý ve zinetli bir biçimde yaratýldýðý görülmektedir. Bu sayfada "Sâni ve Bari" gibi bir çok isim iþlemektedir. Dördüncü sayfa, yaratýlan her varlýða öyle bir güzellik ve süs veriliyor ki, adeta o varlýk cisim haline bürünmüþ lûtuf ve kerem gibidir. Bu sayfada "Latîf ve Kerîm" isimlerinin yazýlý olduðu görülmektedir.

 

Beþinci sayfada, çiçeðe tatlý meyveler, kadýnlara da sevimli evlatlar ve güzel ahlâklarýn verildiði görülmektedir. Bu sayfadaki tecelliler "Vedud, Rahîm ve Mün'im" gibi isimleri okutturuyor.

 

Altýncý sayfa, nimetlerin verildiði sayfadýr. Bu sayfada "Rahman ve Hannan" isimleri okunmaktadýr.

 

Yedinci sayfada, "hakiki bir þevk ve þefkatle yoðrulmuþ halis bir þükür ve safi bir muhabbete layýk" þekilde nimetlerde ve her þeyin neticelerinde güzellik ve cemal pýrýltýlarý görülmektedir. Bu sayfada "Kemal sahibi Cemil ve cemal sahibi Kâmil" isimlerinin yazýlý olduðu anlaþýlmaktadýr.

 

Burada zikredilen yedi sayfada, âlemin yaratýlýþýnda mütecelli Esmâ-i Hüsnâ'nýn tecellileri görülmektedir. Bu açýdan, anýlan tecellileri, daha doðrusu her bir isme dayanan tecellilerin hey'et-i umumiyesini, Ilâhî külli kanunlar ya da Ilâhî icraatýn unvanlarý gibi deðerlendirmek de mümkündür. Nitekim baþka bir yerde (30. Söz, Ikinci Maksad) kâinatta cari Ilâhî kanunlar zikredilirken "Kanun-u rububiyet, kanun-u kerem, kanun-u cemal, kanun-u rahmet, kanun-u hikmet, kanun-u adl ve kanun-u ihata-yý ilmi (her þeyi kuþatan ilim kanunu)" þeklinde yedi kanundan bahsedilir. Bu kanunlarýn her birinin arkasýnda azam mertebede bir isim ve onun tecelli-i azamýnýn bulunduðu belirtilir. Bu kanunlarla yukarýda zikredilen yedi sayfa arasýndaki paralellik hemen dikkat çekmektedir. Ancak burada varlýklara, daha çok yaratýlýþlarýndaki maksatlar ve zerlerin varlýklarý oluþturma adýna harekete sevkedilmesi açýsýndan bakýldýðý için, öncelikle Rububiyet zikredilmiþ, onlarýn þekilleri nazara alýnmadýðýndan, "Mukaddir, Munazzým, Sâni, Bari" gibi isimler nazara verilmemiþtir.

 

Yukarýda zikredilen yedi sayfadaki tecelliler, ayný zamanda kâinatýn rengi, ýþýðý, hayatý ve rabýtalarý konumundaki yedi hakikati göstermektedir. Bediüzzaman Hazretleri, ism-i azamýn altý nurunun cilvelerini anlattýðý bir risâlede (30. Lem'a, Üçüncü Nükte) bu hususu þöyle dile getirir: "Madem kâinat mevcuttur ve inkar edilmiyor. Elbette kâinatýn, renkleri, ziynetleri, ýþýklarý, ziyalarý, san'atlarý, hayatlarý, rabýtalarý hükmünde olan hikmet, inâyet, rahmet, cemal, nizam, mizan, ziynet gibi meþhud hakikatler, hiçbir cihetle inkar edilmez." demektedir. Varlýklarýn fiziki yaratýlýþýnda yukarýda zikredilen isimler tecelli ettiði gibi, canlý varlýklarýn manevi yönleriyle ilgili de bir çok ismin tecellisi vardýr. Mesela insanda, ruh, kalb, akýl, hayat ve letaif gibi öyle sayfalar vardýr ki bunlar "Hayy, Kayyum ve Muhyi" gibi bir çok kudsi ve nurani Ilâhî ismi okur ve baþkalarýna da okutturur.

 

Deðerlendirme

 

Bediüzzaman Hazretlerinin, "Her þey hamd ile Allah'ý tesbih eder" (Isrâ sûresi, 17/44) âyetinin bir tefsiri/yorumu mahiyetinde kaleme aldýðý "32. Söz, Üçüncü Mevkýf Birinci Mebhas'ta, varlýklarýn Allah Teâlâ'yý nasýl tesbih ettikleri anlatýlmýþtýr. Yani O'na göre, "Her þey hamd ile Allah'ý tesbih eder" demek, bütün yaratýklar, gerçekte Ilâhî isimlerin tecellileridir ve onlar, yaratýlýþlarý, þekil ve suretleri, hayatlarý, gördükleri vazifeler, hayatlarýndaki neticeler ve sahip kýlýndýklarý bütün özellikleriyle Cenab-ý Allah'ý nazara vermekte, kendilerinde tecelli eden isimlerle âdeta sürekli O'nu anmakta, Yaratan, Rýzýklandýran, Yaþatan, Hayattan Alan, Yerlerine Yenilerini Getiren olarak ancak O'nun bulunduðunu, baþka hiçbir varlýðýn olmadýðýný, dolayýsýyla O'nun her türlü noksanlýktan, ihtiyaçtan ve ortaklarý bulunmaktan mutlak münezzehiyetini dile getirmektedirler.

 

Cenab-ý Hakk'ýn kâinattaki tasarrufatý, bir bakýma sýfat ve isimlerinin tecellileri demektir. Bu sebeple Kur'an-ý Kerîm'de bir mesele anlatýldýktan sonra bir çok yerde âyetler, o husustaki Esmâ-i Hüsnâ'nýn fezleke halinde zikredilmesiyle hitama ermektedir. Böylece, "O, Aziz ve Hakîm'dir"; "O, Gafur ve Rahîm'dir" ve benzeri fezlekelerle, âyetlerde geçen hükümlerin ve Cenab-ý Hakk'ýn fiillerinin ardýnda, O'nun zikredilen isimlerinin tecellileri bulunduðu hatýrlatýlmýþ olmaktadýr. Bediüzzaman, bu hususu da "Yirmi Beþinci Söz"de ayrýca tahlil etmiþ, örneklerle açýklamýþtýr (Ikinci Þule, Dokuzuncu Nükte).

 

Cenab-ý Hakk'ýn isimleri, yalnýzca varlýkta tecelli edenlerden ibaret deðildir. "Varlýðýn esasý sayýlan esmâ-i ilâhiyenin yanýnda bir de Zât-ý Ulûhiyet'i tenzihe delâlet eden isimler vardýr ki, bunlar, Hazret-i Zat'ýn icraâtýna karþý birer hicab mahiyetindedirler. Sofîlerin: 'Zât-ý Ulûhiyet'i müþahedeye mâni yetmiþ veya yedi yüz perde vardýr; eðer bu izzet ve azamet perdeleri bir an açýlýverse, envâr-ý Zât'ýn tecellisiyle her þey silinir gider; ortada ne arz kalýr ne semâ, ne isim ne de O'ndan baþka bir müsemmâ.' sözleri min vechin bu hakikati ifade eder… Aslýnda bütün varlýk O'nun ziya-ý vücudundan, bütün þuûn-u harekât O'nun esmâ-i sübhâniyesinden, umum keyfiyât ve hususiyetler de O'nun ilim, irade ve kudret… gibi sýfât-ý sübhâniyesindendir. Herkesin anlayacaðý bir dille ifade edecek olursak; bütün varlýk ve hâdiseler, arkalarýndaki sýfât-ý ilâhiye ve Esmâ-i Hüsnâ'nýn tecellilerinden ibarettir. Her ârif-i billâh, seviye ve donanýmýna göre Esmâ-i Hüsnâ'nýn çehresinde Müsemmâ-i Akdes'i okur; sýfât-ý sübhâniye vesâyetinde O'nu Zât'ýna uygun tanýmaya çalýþýr" (M. Fethullah Gülen, Sübuhât-ý Vech)

 

Bediüzzaman Hazretleri geçmiþ dönemlerde yaþayan veliler gibi zikir, tefekkür ve dua maksadýyla Esmâ-i Hüsnâ'ya müracaat etmiþtir. Mesela bir yerde "Þeyh Geylani'nin Esmâ-i Hüsnâ manzumesini okudum. Bana bir arzu geldi ki Esmâ-i Hüsnâ ile bir münacat yazayým" diyerek vezinli bir Esmâ-i Hüsnâ duasý yazmýþtýr (Bkz. 17. Söz, Ikinci Makam). O, Esmâ-i Hüsnâ ile yapýlan dua ve zikirlere çok önem vermektedi. Bunun yanýnda risâlelerin bir çok yerinde Esmâ-i Hüsnâ ile kâinatýn anlamýný ve hayatýn gayesini açýklayan deðerlendirmeler yapar (Özellikle bkz. 24. Mektup). His ve zevkin öne çýktýðýný söylediði bir risâlede (3. Lem'a) "Beka, Baki-i Zülcelal'e mahsustur ve madem Baki'nin esmâsý bakiyedir. Ve madem Baki'nin ayineleri Baki'nin rengini, hükmünü alýr ve bir nev'i bekaya mazhar olur. Elbette insana en lazým iþ, en mühim vazife, o Baki'ye karþý alâka peyda etmektir ve esmâsýna yapýþmaktýr" diyerek, hayatýn gayesini esmâ penceresinden yorumlar.

 

Hayatýn anlamýný ve kâinatýn varoluþunu açýklamak maksadýyla Muhyiddin ibn Arabi ve onun geleneðini izleyen sufilerce Esmâ-i Hüsnâ'ya müracaat edildiði bilinmektedir. Ancak Esmâ-i Hüsnâ'nýn tevhid delili haline getirilmesi Bediüzzaman Hazretlerine mahsustur. O'nun bu yönünü fark etmeyen bazý kiþiler, giriþ kýsmýnda da temas ettiðimiz gibi Bediüzzaman'ý ve onun kâinata, dünyaya, tabiata ve fen bilimlerine bakýþýný yanlýþ deðerlendirmiþlerdir. "Hakem" isminin cilvesini anlattýðý bahsi yanlýþ anlayan derviþe "Demek, (bu bahis) kozmoðrafyacýlar gibi ehl-i fennin en son ve geniþ nokta-i istinatlarý ve medar-ý gafletleri olan perdelerde ehadiyet nurunu gösteriyor. Orada da düþmanlarýný takip ediyor. En uzak tahassüngahlarýný bozuyor. Her yerde, huzura bir yol gösteriyor. Eðer güneþe kaçsa, ona der 'O bir soba, bir lambadýr. Odununu, gazyaðýný veren kimdir? Bil ayýl!' (KL: s. 232) diyerek, kâinata nasýl bakýlmasý gerektiðini gösterir. Bediüzzaman, dünya/âlem hakkýndaki deðerlendirmelerinde de, dünyayý mâna-yý ismi cihetiyle deðil mâna-yý harfi, yani Cenab-ý Hakk'ýn isimlerini gösteren bir âyet, ayna ve iþaret olduðu için sevdiðini ve dünyadan bu maksatla bahsettiðini vurgular. Hattâ onun kâinattan tafsilatlý olarak bahsetmesi de, yine Cenab-ý Hakk'ýn birliðini ispat ve O'nu hatýrdan çýkarmama gayesiyle yapýlmýþ tefekkürî seyahatlerdir.

 

Hazreti Üstad, Esmâ-i Hüsnâ'nýn tevhid delili olarak formüle edilmesinden habersiz bazý ulemanýn itirazlarýyla da karþýlaþmýþtýr. Onuncu Söz'de zikredilen on iki hakikatin Esmâ-i Ilâhîye'ye istinat ettiklerini, bu sebeple ancak mü'minler için baðlayýcý olacaðýný münkirlere karþý delil teþkil etmeyeceðini iddia eden bir Müftü Efendi'nin itirazýný þöyle cevaplar: "Her bir hakikat üç þeyi birden ispat ediyor: Hem Vacibü'l-Vücud'un vücudunu, hem esmâ ve sýfâtýný; sonra haþri onlara bina edip, ispat ediyor. En muannid münkirden, ta en halis bir mü'mine kadar herkes, her hakikatten hissesini alabilir. Çünkü, hakikatlerde mevcudata, âsâra nazarý çeviriyor. Der ki: Bunlarda muntazam ef'al var. Muntazam fiil ise failsiz olmaz. Öyleyse bir faili var. Intizam ve mizanla o fail iþ gördüðü için, Hakîm ve Âdil olmak lazým gelir. Madem Hakîmdir; abes iþleri yapmaz. Madem adaletle iþ görüyor; hukuklarý zayi etmez. Öyleyse bir büyük toplanma yeri ve bir mahkeme-i kübra olacak". (BL. s. 1541) O, Esmâ-i Hüsnâ'nýn tecellilerini anlatýrken önce Cenab-ý Hakk'ýn vücudunu, sonra þe'n, sýfat ve isimlerini, daha sonra o isim ve sýfatlarýn baktýðý diðer hakikatleri ispat etmektedir. Bunlar bazen haþir, nübüvvet gibi iman hakikatleri, bazen kâinattaki nizam, mizan gibi hakikatler, bazen de rububiyet ve kerem gibi kanunlar olabilmektedir. Böylece o, geçmiþte daha çok hissî, zevkî ve manevî tecrübe alaný olan Esmâ-i Hüsnâ'yý "hüccet/delil" haline getirmiþtir.

 

Bediüzzaman Hazretleri, Þah-ý Geylani ve Imam Rabbani ve benzeri büyük sufiler gibi zikir, dua ve tefekkürde Esmâ-i Hüsnâ'nýn ehemmiyetini Kur'an'ýn dersiyle kavrayarak, Cevþen gibi dualarý evradý arasýnda merkezi bir konuma yerleþtirmiþtir. Ayrýca müdakkik mutasavvýflar gibi hayatýn ve varoluþun gayesini Esmâ-i Hüsnâ'dan hareketle yorumlamýþtýr. Bütün bunlarýn yanýnda mikro ve makro kosmosun yaratýlýþýný Esmâ-i Hüsnâ'nýn tecellilerine dayanarak sistemli bir þekilde açýklamýþ; Cenab-ý Hakk'ýn birliði, haþir ve nübüvvet gibi iman hakikatlarýný esmânýn cilvelerinden hareketle delillendirmiþtir. Münacat risâlesinde (3. Þua), kâinatýn diliyle yaptýðý duada, tekrar cümlesi olarak zikrettiði þu ifade, onun Zat-ý Akdes'e bakýþýný ve kozmoloji tasavvurunun veciz bir þekilde dile getirir:

 

"Ey þiddet-i zuhurundan gizlenmiþ ve ey azamet-i kibriyasýndan istitar etmiþ olan Zat-ý Akdes!

 

Zeminin bütün takdisat ve tesbihatýyla, Seni kusurdan, aczden, þerikten takdis ve bütün tahmidat ve senalarýyla Sana hamd ve þükrederim".

 

Kaynaklar:

 

- Bediüzzaman Said Nursi, Sözler, Mektubat, Lem'alar, Þualar. - ----, (MN): Mesnevi-i Nuriye, Sözler yay. Istanbul 2000. - ----, (KL): Kastamonu Lahikasý, Envar nþr. Istanbul 1990. - ----, (BL): Barla Lahikasý, Sözler yay. Istanbul 2002. - M. Fethullah Gülen, Kalbin Zümrüt Tepeleri, "Sübuhât-ý Vech", Sýzýntý, sayý 298. - Ebu'l-Abbas er-Rýfai, el-Bürhanü'l-Mmüeyyed, Beyrut 1408. - Ahmet Cevizci, Felsefe Sözlüðü, Istanbul 1999.

Link zu diesem Kommentar
Auf anderen Seiten teilen

Dein Kommentar

Du kannst jetzt schreiben und Dich später registrieren. Wenn Du ein Konto hast, melde Dich jetzt an, um unter Deinem Benutzernamen zu schreiben.

Gast
Auf dieses Thema antworten...

×   Du hast formatierten Text eingefügt.   Formatierung jetzt entfernen

  Nur 75 Emojis sind erlaubt.

×   Dein Link wurde automatisch eingebettet.   Einbetten rückgängig machen und als Link darstellen

×   Dein vorheriger Inhalt wurde wiederhergestellt.   Editor leeren

×   Du kannst Bilder nicht direkt einfügen. Lade Bilder hoch oder lade sie von einer URL.

×
×
  • Neu erstellen...