Adem Geschrieben 8. November 2004 Teilen Geschrieben 8. November 2004 Soru: Bediuzzaman Hazretleri “zihni silkelemek”ten bahsediyor. Zihnin silkelenmesi ne demektir? Cevap: Zihin; anlama, öðrenme, bilme, ezberleme ve hatýrlama kabiliyetidir. Ona, þuur faaliyetlerinin bir havuzu ve bir kütüphanesi nazarýyla da bakýlabilir. Çünkü zihin, þuur kanallarýyla sürekli beslenir; þuuraltý ve þuurüstü müktesebât adýna elde ettiði bütün bilgileri arþivler ve onlarý deðiþik kuvvelerin deðerlendirmesine sunar. Bildiðiniz gibi, iyiyi kötüden ayýrt edip iyilikten lezzet ve inþirah duyan, kötülüklerden de muzdarip ve mükedder olan vicdanýn, latîfe-i rabbâniye, irade, zihin ve his gibi dört ana unsuru vardýr. Deðiþik vazife ve fonksiyonlarýyla beraber, bunlardan her birerlerinin de bir asýl gayesi bulunur: Ýradenin asýl gayesi ibadetullah, hissinki muhabbetullah ve latîfe-i rabbâniyeninki müþahedetullah olduðu gibi zihnin gerçek gayesi de marifetullahtýr. Bundan dolayý, zihnin sürekli marifetullaha ait malumâtla dolmasý, Allah marifetine götürecek bilgiyle beslenmesi gerekir. Ne var ki, zihin çoðu zaman bilim kisvesindeki lâf ü güzâfýn, sakat düþüncelerin, yanlýþ kabullerin ve batýl inançlarýn istilasýna uðrar ve muzahrefât diyebileceðimiz bilgi kýrýntýlarýyla ve fantezi atýklarýyla dolar. Ýþte, bu sakat düþüncelerden, yanlýþ kabul ve batýl inançlardan, bilgi görünümlü atýklardan kurtulmak için zihnin esas gayesine döndürülmesine, diðerlerinin yerine marifetullaha götüren malumâtýn konulmasýna “zihnin silkelenmesi” denilebilir. Zihin Duruluðu ve Efendimizin Ümmîliði Bu mevzunun daha iyi anlaþýlmasý için, deðiþik vesilelerle üzerinde durduðum bir hususu, Peygamber Efendimiz'in ümmiyeti meselesini hatýrlatmakta fayda mülahaza ediyorum: Malumunuz olduðu üzere, okuma-yazma bilmeyen ve zihni, annesinden doðduðu gibi saf ve temiz kalan kimseye “ümmî” denir. Allah Rasûlü (sallallahu aleyhi ve sellem), “ Ey Rasûlüm! Sen vahyimizden önce kitap okuyan veya yazý yazan bir insan deðildin; eðer böyle olsaydý, batýl iddia peþinde olanlar þüphe edebilirlerdi.” (Ankebut, 29/48) ayetinin de açýkça ifade ettiði gibi ümmî idi. Nitekim, kendisine vahiy gelinceye kadar okuma-yazma bilmediði umum ulema tarafýndan kabul edilmektedir. Allah Rasûlü (sallallahu aleyhi ve sellem) okuma-yazma bilmiþ olsaydý, Ehl-i Kitap deðiþik iddialarda bulunur; Efendimiz'in, Kur'an'da geçen Yahudiliðe, Hristiyanlýða ve kutsal kitaplara dair bilgileri, çok çeþitli bilim dallarýna ait ilmî iþaretleri ve prensipleri Tevrat'tan, Zebur'dan, Ýncil'den ya da daha baþka kitaplardan aldýðýný ve onlarý bir yönüyle ogünkü Arap usulüyle anlattýðýný söylerlerdi. Fakat, Alîm u Hakîm, Efendimiz'in ümmî olmasýný murat buyurmuþ ve o tür iddia ve iftiralarýn gün yüzüne çýkmasýna bile müsade etmemiþtir. Dost-düþman bunu böyle kabul etmiþ ve hiçbir hasým çýkýp da O'nun okuma-yazma bildiðini ileri sürememiþtir. Ancak, Efendimiz'in, kendisine vahiy geldikten sonra okuma-yazmayý öðrenip öðrenmediði konusu ihtilaflýdýr, o hususta farklý görüþler vardýr. Fakat, Hudeybiye anlaþmasýnýn metnindeki “Rasûlullah” lafzýna müþrikler itiraz edip Süheyl b. Amr, “Peygamber olarak kabul etseydik, seninle savaþmazdýk. Öyleyse, anlaþma metnindeki “Allah'ýn Peygamberi” ifadesi silinmelidir.” deyince, Efendimiz orada bile “Ya Ali, (o ifadeyi) göster de ben sileyim” demiþtir. Demek ki, Efendimiz, o zaman bile okuma-yazma bilmiyordu. Bununla beraber, Ýbnu ' t - Tîn ve Ýbnü'l- Mülakkin gibi kimseler, hayat-ý seniyyelerinin sonunda Peygamberimiz'in bazý þeyleri öðrendiðini söylerler. Allah Rasûlü, bazý þeyleri göre göre onlara alýþmýþ olabilir; mesela, nâm-ý celîlini tanýyabilir; bir yerde “Muhammed” yazýyorsa onu hat olarak ayýrt edebilir. Hamîdullah Hoca'ya da bu konuda çok hücum edildi; “Efendimiz, ömrünün son döneminde okuma-yazma biliyordu” dedi diye o da çok eleþtirildi. Oysa, Efendimiz'in ümmiyetinin ömrünün sonuna kadar devam ettiðini kabul etmekle beraber, bazý þeyleri göre göre, göz alýþkanlýðýyla tanýyor olduðunu söylemek de mahzurlu olmasa gerektir. Aslýnda, Efendimiz'in ümmiyetiyle alakalý hususlarý, sorunuzla ilgili önemli bir mevzuyu nazara vermek, ümmiyetin zihin saflýðý ve duruluðu vadettiðini belirtmek için arz ettim. Evet, biz hepimiz zihnimize daha önceden þöyle-böyle girmiþ müktesebâtýn çocuklarýyýz. Hiç farkýna varmasak ve düþünmesek de, çoðu zaman biz Cemil Meriç üslubuyla, Necip Fazýl edasýyla, Bediüzzaman'ýn ifadeleriyle ya da Nurettin Topçu tarzýyla konuþuruz. Onlara ait söz ya da düþüncelerin bir yerinde ya fiili deðiþtiririz veya faili çýkarýrýz ve onlarý kendimize mal eder konuþuruz. Bunu planlý ve düþünerek yapmayýz; onlarýn üslubu, söz ve düþünceleri içimize öyle iþlemiþ, zihnimizde o kadar yer etmiþtir ki, farkýnda deðilizdir onlarý tekrar ettiðimizin. Tevarüd gibi bir þeydir bu; bir büyük zat kýymetli bir söz söylemiþtir, ayný kültürün çocuðu olduðumuzdan ve ayný kaynaklardan beslendiðimizden dolayý, biz de ayný þeyleri söyleriz, ama farkýnda deðilizdir. Ýþte, Peygamber Efendimiz'e (sallallahu aleyhi ve sellem) hem Kur'an, hem de ondan anlaþýlmasý gereken manalar vahyediliyordu; Allah Rasûlü de o vahiyleri aynýyla ümmetine teblið ediyordu. Farz-ý muhal, Efendimiz'in zihninde dýþarýdan bazý þeyler yer etmiþ olsaydý, zihindeki esneklik ve elastikiyet o vahy-i gayr-i metluvu (lafzý okunmadan mana olarak bildirilen vahiy) saða-sola çekebilirdi ve dolayýsýyla yorumlarda farklýlýk olabilirdi. Fakat, Efendimiz ümmî idi, baþka felsefe ve kültürlerin tesirinde hiç kalmamýþtý ve O'nun zihni saftý, dupduruydu, Allah'ýn inayet ve hikmetiyle fýtrat üzere, tertemiz olarak korunmuþtu. Rasûlullah'ýn, “Biz ümmî bir ümmetiz...” sözünü de bu zaviyeden deðerlendirmek mümkündür. Bu hadis-i þerif de, okuma-yazma bilmemeyi deðil, baþka dünyalara ait bilgi kýrýntýlarýyla zihnin kirletilmemiþ olmasýný nazara vermektedir. Evet, Sahabe Efendilerimiz de ümmî idiler. Fakat, onlarýn ümmiyeti, yabancý kültürlerin tesirinde kalmama anlamýndaydý. Onlar, Roma ve Fars medeniyetlerinin o gün için çok baskýn kültürlerine karþý korunmuþlardý; dolayýsýyla zihinleri temiz ve duruydu. Kur'an'ý anlama ve yorumlama hususunda baþka kaynaklara müracat etme ihtiyacý duymuyorlardý. Nitekim sonraki nesillerin zihninde meydana gelen bulanýklýkta diðer kültürlerin tesirinde yetiþmiþ insanlarýn etkisi çok büyük olmuþtur. Bedîuzzaman'ýn, “Ka'bu'l-Ahbar müslüman olurken, onun mâlumat-ý sabýkasý da müslüman olmuþtur.” sözü bu çerçevede deðerlendirilebilir. Neyi, Nasýl Okumalý? Günümüzün insanýna gelince; bugün zihinler her zamankinden daha fazla müzahrefâtla doludur. Zihin, böyle muzahref þeylerle dolunca, insan hiç farkýna varmadan o malzemeyi evirir-çevirir, kullanýr. Bilgi kýrýntýlarýyla ve yabancý kültürlerin çer-çöpüyle dolmuþ, yalan-yanlýþ bilgilerle kirlenmiþ bir zihin, hemen o söz ve düþüncelerin rotasýna girebilir ve onlar tarafýndan idare edilmeye, yönlendirilmeye baþlar. Ýnsan, hiç farkýna varmadan, zihninde yer bulan o söz ve düþüncelerin tesirindeki bir akýntýya yakalanabilir. Mesela, günümüzde bir kýsým deðiþik felsefî ve sosyal bilim sahalarý tamamen Batý felsefesine dayanmaktadýr. Pedagoji ve psikoloji gibi alanlarda sadece pozitivizm ve rasyonalizmin sesi-soluðu duyulmaktadýr. Bizim kültür kaynaklarýmýzla beslendiðine inandýðýmýz çok samimi kimseler bile kitaplarýnýn yarýsýný Freud'un düþünceleriyle doldurabilmektedir. Dolayýsýyla, böyle bir atmosferde o türlü, kökü bize yabancý düþünce ve mülahazalarla bizim insanýmýzýn da zihin ve düþünce ufku kirlenmektedir. O zaman bize ait olmayan hiçbir þey okumamýz mý iktiza ediyor? Hiçbir yabancý kitap okumayalým mý? Mesela, Marx'ý, Sartre'ý ve Camus'yu okumayalým mý? Yanlýþ anlaþýlmasýn, o insanlarýn yazdýklarý ya da Batý'da kabul gören baþka kitaplar okunmasýn demek istemiyorum. Bir mü'min, dinî ilimlere ve ruh terbiyesine ehemmiyet verirken, ‘pozitif' ilimler denilen fenlerden, ayrýca edebiyat, tarih ve felsefeden de bir nebze haberdar olabilir. Bir yandan Fizikten Kimyaya, Biyolojiden Astronomiye kadar, modern bilimlerin ana prensiplerini öðrenirken diðer yandan da Camus, Sartre, Marcuse gibi varoluþçu filozoflar ve daha baþka Doðu ve Batý felsefesinin ana kaynaklarýyla tanýþabilir. Fakat, bir mü'min, önce mutlaka okumasý lazým gelen þeyleri okumalýdýr. Evet, bizim din usûlü dediðimiz akîde metodolojisi ve fýkýh usûlü gibi öncelikle okuyup öðrenmemiz gereken meseleler vardýr. Biz kendi usûlümüzle zihnimizi donatýrsak, kendi kaidelerimizi zihnimizin esas dinamikleri haline getirirsek bizi onlar yönlendirir. Yoksa, kendi kültür kaynaklarýmýzý bilmeden baþka felsefeler, baþka ideoloji ve kültürler, baþka baþka yorumlarla meþgul olur ve onlarý okursak, zamanla aslî meselelermiþ gibi görmeye baþlayacaðýmýz o felsefe ve kültürler düþünce dünyamýza gelip oturur, zihnimize hükmetmeye baþlar ve düþüncelerimizi yönlendirirler. Evet, bizim belki bir Sartre'dan da alacaðýmýz þeyler olabilir; onun fikirlerine bütünüyle katýlmasak da, herkeste potansiyel olarak þöyle-böyle bulunan bir bohemlik realitesiyle alakalý bazý hususlarý ondan öðrenebiliriz. Freud'un anne-çocuk münasebetlerine dair ortaya attýklarýna iþtirak etmesek, “libido” nazariyesini yanlýþ ve yakýþýksýz bulsak da, onun þuuraltý ile alakalý bazý sözlerini de görmezlikten gelemeyiz. Þimdi, eðer biz, saðlam bilgilerle ve bir yönüyle düþünce dünyamýzý koruyacak din usûlüne dair meselelerle donanmýþ bir zihne sahipsek onlarý okurken kendi yorumlarýmýzý da yapabiliriz. Okuduklarýmýzýn faydalý yanlarýný alýr, kullanýr; muhtemel zararlara ve düþünce kaymalarýna karþý da korunmuþ oluruz. Zihnin Silkelenmesi Nasýl Olur? Ýþte, zihnin silkelenmesini de bu çerçevede anlamak lazým. Bir dönemde, okuyup meþgul olduðumuz, öðrenip deðer verdiðimiz hususlarda iyi bir ayýklama yapamamýþsak, zihnimize koyduðumuz þeyleri din eleðinden geçirmemiþsek ve her nasýlsa zihnimiz bir kýsým muzahref bilgilerle kirlenmiþse, o mevzudaki sabit ve deðiþmeyen disiplinlerimizi esas ölçü kabul ederek, malumâtýmýzý ölçüp-tartmamýz ve elenenleri kapý dýþarý etmemiz, bir nevi zihnimizi silkeleyerek onu çer-çöpten temizlememiz gerekmektedir. Yani, yazýp söylediklerimizin, düþünce ve sözlerimizin dinin esaslarý zaviyesinden filtre edilmesi lazým. Yoksa, zihnimiz uzun süre silkelenmediði için onda yer eden, oraya iyice yerleþen yanlýþ kabul ve batýl inançlar düþüncelerimizi yönlendirir ve bizi yanlýþ hükümlere götürür. Bu husus sadece ilahiyatçýlar için deðil, herkes için geçerlidir. Tabipler, pedagoglar, psikologlar... da pozitivist düþüncenin tesirinden sýyrýlmak için bu manada bir zihnî silkelenmeye muhtaçtýr. Mesela, Batý'nýn pedagojisi, onlara has problemler adýna ortaya atýlmýþ toplumsal bir reçetedir. Bizim dünyamýz için de, bize ait problemlere uygun çare ve yöntemler geliþtirmek icab eder. Batýlý pedagojiyi alýp aynen uygulamaya kalktýðýmýz zaman temelde bize ait olan disiplinlerin bazýlarýný gözardý etmiþ oluruz. Öyleyse, önce kendi kültür dinamiklerimizi bilmemiz ve baþka kültürlerden alacaðýmýz bilgilerin tenkit ve kritiðini yapmamýz þarttýr. Meseleleri deðerlendirirken, naslarla ortaya konmuþ temel kaidelerimizi bir projektör gibi hep önümüzde tutmamýz zaruridir. Eðer, bizim anladýðýmýz þeyler mantýðýmýzla çeliþmediði gibi dinimizin esaslarýna da ters düþmüyorsa onlarý kabul ederiz. Mantýðýmýzla çeliþmese de usûl-ü dine muhalif bir husus söz konusu ise, yine dinî esaslara göre hareket eder, problemi mantýðýmýzda ya da üzerinde kafa yorduðumuz meselede ararýz. Mesela, bugün modern iþ idaresi kriterlerine göre, “Yapýlan bir iþe idareciler de katýlýr, onlar da hizmete iþtirak ederlerse sistem daha iyi yürür, daha çok verim alýnýr.” Bu ifadeyi okuyan ya da duyan bir mü'min, hemen bu meselenin dinimizdeki yerine bakmalýdýr. Bakarsa görecektir ki, bu husus, Batý'da kabul edilen iþ idaresi sisteminin son zamanlarda dile getirdiði bir husus olsa da, temelde bize ait bir disiplindir. Peygamber Efendimiz, “Bir topluluðun efendisi, onlara hizmet edendir.” buyurmuþtur. Ne güzel bir düsturdur bu!.. Bu düstura göre, Hak katýnda deðer kazanmak istiyorsa, müslüman bir genel müdür de diðer çalýþanlar kadar ter dökmeli, hizmet etmeli, kalkýp kendi masasýný kendisi temizlemelidir. Bazýlarýnýn aklýna gelebilir ki, hiyerarþi hiç olmamalý mý? Evet bu manada olmamalý. Saygý ve hürmet muhatabýn kabul edeceði bir meseledir, beklentiye girilecek ve aranacak bir husus deðildir. Yanýnda çalýþanlarý takva ve kurbet bakýmýndan kendinden yüce görme meselesine gelince, o da yukarýnýn, idarecinin genel mülahazasý olmalýdýr. Efendimiz'in (sallallahu aleyhi ve sellem), peygamberlikle alakalý meseleler müstesna, halký icbar ettiði hiçbir husus olmamýþtýr. El-alem yemek yaparken O'na ocaða üflemek düþüyorsa ocaða üflemiþ; odun toplamak düþüyorsa odun toplamýþtýr. Eþlerine karþý da öyle bir faikiyet iddiasý içinde hiç olmamýþtýr. Gerekmiþse, kalkmýþ bezleri yýkamýþ, çorba yapmýþ ve ev halkýna sürekli yardýmda bulunmuþtur. Ýþte, aslý bizde olan böyle bir hususun kendi kültürümüzdeki derin köklerini görmeme, aksine Batý'dan çýkmýþ harika bir fikirmiþ gibi onu alkýþlama bir aldanmýþlýk; o disiplini dinî kriterlerle ölçtükten sonra bize ters olmadýðýný, bilakis bizden olduðunu görünce de alýp kullanma ise hakperestliktir ve hikmetin gereðidir. Hasýlý, insanlar, farkýna varmasalar da, düþünce yapýlarýný oluþturan, zihinlerinde yer eden temel felsefeye göre konuþur, yazar ve yaþarlar. Öyleyse, zihne giren her þeyi usûl-ü din süzgecinden geçirme, tertemiz ve dupduru zihinleri bulandýrmama adýna çok önemlidir. Doðru görme, doðru düþünme ve doðru hükümler verebilmenin yolu, zaman zaman zihni silkeleyip yabancý ve muzahref bilgileri kafamýzdan söküp atmaktan geçmektedir. Fethullah Gülen Zitieren Link zu diesem Kommentar Auf anderen Seiten teilen Mehr Optionen zum Teilen...
Empfohlene Beiträge
Dein Kommentar
Du kannst jetzt schreiben und Dich später registrieren. Wenn Du ein Konto hast, melde Dich jetzt an, um unter Deinem Benutzernamen zu schreiben.