Webmaster Geschrieben 6. September 2005 Teilen Geschrieben 6. September 2005 Soru : Ýnsan niçin yaratýlmýþtýr? Gayesi ve hedefi ne olmalýdýr? Cevap: “Ýnsan niçin yaratýlmýþ?” sorusuna sýkça muhatap oluruz. Böyle bir soruyu kendimize yahut bir baþkasýna sormamýz, bizim için büyük bir Ýlâhî ihsandýr. Þöyle ki: Bu soruyu güneþ kendisine soramadýðý gibi, bir baþka yýldýz da güneþe sorabilmiþ deðil. Yine bu soruyu bir arý bir baþka arýya, yahut bir koyun berikine sormaktan aciz. Demek oluyor ki, bu sorunun cevabýný arayan insanoðlu, kendi varlýðýný istediði sahada kullanma konusunda serbest býrakýlmýþ; bir arayýþ içinde ve bu konuda bir imtihana tabi tutulmuþ. Bu imtihaný kazanmanýn tek yolu, sorunun cevabýný bizi yaratandan öðrenmemizdir. Bu noktaya varan insanlar gerçeðin kapýsýný çalmýþ olurlar. Ve kendilerine Kur’an lisanýyla, Peygamber diliyle cevaplarý verilir. “Ben cinleri ve insanlarý, ancak bana ibadet -kulluk- etsinler diye yarattým.” ( Zâriyât Sûresi, 56) Nur Küllîyatýnda ibadete “marifet” manasý veriliyor. Bu mana üzerinde çoðu tefsir alimlerimiz ittifak etmiþler. Namaz, oruç gibi ibadetler ise bu marifetin neticesidir. Yani, insan nimetin þükür gerektirdiðini idrak edecektir ki, sonra bu þükür ve hamd vazifeni yerine getirsin. Ýnsan, bu kâinatý dolduran Ýlahi mucizelerin tefekkür ve hayreti icap ettirdiklerini bilecektir ki, tespih ve tekbir vazifesini ifa etsin. Ýnsan, baþka insanlara merhamet etmesi gerektiðinin þuuruna erecektir ki zekât ve sadaka verme yolunu tutsun. Bütün bunlar imanýn ve marifetin, yani Allah’a inanmanýn ve onu tanýmanýn meyveleridir. Nur Külliyatýndan bir marifet dersi: “Þu kâinattan maksad-ý âlâ, tezahür-ü Rububiyete karþý, ubudiyet-i küllîye-i insaniyedir.” ( Sözler, 264 .) Rububiyet, terbiye edicilik manasýna geliyor. Bütün alemlerin her birinde bu fiil bir baþka þekilde, bir baþka güzellikte, bir baþka mükemmellikte kendini gösteriyor. Ve biz her namazda Fatiha Sûresini okurken alemlerin Rabbine hamd etmekle bu farklý terbiyelerin þuurunda olduðumuzu ilan etmiþ oluruz. Iþýklar alemini de Allah terbiye ediyor, gözler alemini de. Ve biz, güneþin ýþýk verecek þekilde, gözümüzün de ondan faydalanacak biçimde terbiye edildiklerini düþünerek Rabbimize þükretmekle “tezahür-ü Rububiyete karþý, ubudiyet” vazifemizi yerine getiririz. Gýda maddelerinin yenilecek þekilde, aðzýmýzýn, dilimizin, midemizin de onlardan faydalanacak tarzda terbiye edildiklerini nazara alarak Rabbimizin bu sonsuz ihsanlarýný hayret ve teþekkürle karþýladýðýmýzda, yine o rububiyete karþý ubudiyetle mukabele etmiþ oluruz. Kâinatýn yaratýlmasý insan için, insanýn yaratýlmasý ise ubudiyet içindir. Burada dikkatimizi iki kelime çekiyor; âlâ ve küllîye kelimeleri. Bu iki kelime bize bu vazifeyi yapan daha baþka varlýklar da olduðunu haber veriyorlar. Þu var ki, insan ubudiyet vazifeni onlardan daha üstün ve daha küllî bir derecede yapabilecek bir istidada sahip. Sözünü etmek istediðimiz bu varlýklar, meleklerle cinlerdir. Bir melek, bir meyveyi tefekkür ederken, dünün þekilsiz, renksiz elementlerinin bugün güzel bir varlýk haline gelmelerini, sert aðaçtan bu yumuþak meyvelerin çýkmasýný hayretle seyreder. Ama o meyvenin tadýný, vitaminini, kalorisini düþünemez, tefekkür edemez. Zira, istidadý buna müsait deðildir. Ýnsana bu noktada bambaþka bir kabiliyet verilmiþtir. O, aklýyla, hayaliyle sadece hazýr eþyayý deðil, o anda görmediði nice þeyleri hatta geçmiþi ve geleceði düþünebilir. Böylece fikri, düþüncesi, anlayýþý ve feyzi küllîleþir. Eline aldýðý bir meyveyi yerken, o anda bir milyonu aþkýn canlý türünün sonsuz denecek kadar çok fertlerinin rýzklandýklarýný, kendisinin de bu Ýlâhî sofradan faydalanan bir fert olduðunu düþünebilir ve böylece Allah’ýn Rezzak ismini küllî manada tefekkür etme imkanýna kavuþur. Dilerse, düþüncesini geçmiþ ve gelecek zamanlara da götürür. Bütün zamanlarda ve mekânlardaki her türlü nimeti ve onlardan istifade edenleri, hayalinin yardýmýyla, birlikte düþünür ve tefekkürü daha da küllîleþir. Bütün Ýlâhî isimlerin tecellileri için benzer þeyler söylenebilir. Nur Küllîyatýnda, “Ýyyake na’büdü” “Biz ancak sana ibadet ederiz.” ayetinin açýklamasý yapýlýrken, ayet-i kerimede niçin ben deðil de biz denildiðine dikkat çekilir ve böyle denilmekle üç ayrý cemaatin kastedildiði ders verilir. Bunlardan birisi bütün müminler, diðeri vücudumuzda vazife gören ve her biri kendine mahsus bir ibadetle meþgul olan bütün organlar, hücreler, duygular,.., üçüncüsü ise bütün bir varlýk âlemi. Demek oluyor ki insan, bütün varlýk alemi namýna “Ýyyake na’budü” diyebilecek bir kabiliyettedir. Ýþte tek baþýna da namaz kýlsa, ferdiyetten kurtulup bu üç cemaatin ibadetlerini Rabbine takdim eden insan küllî bir ibadet yapmýþ demektir. Ýnsanýn bu kâinata meyve olmasý da böyle bir neticeyi doðurmaktadýr. Bir aðacýn bütün birimlerini þuurlu farz verseniz, en küllî tefekkürü meyve yapacaktýr. Çünkü meyvenin içindeki çekirdek bütün aðaçtan süzüldüðü için o meyvede aðacýn tümünün ibadetlerini temsil etme, tefekkür etme kabiliyeti bulunacaktýr. Bu küllî ubudiyeti en ileri derecede yapanlar kâinat aðacýnýn en mükemmel meyveleri olan peygamberler ve özellikle Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed’dir(asm.). “Maksad-ý âlâ ve ubudiyet-i küllîye” manalarýyla þu kutsî hadis arasýnda yakýn bir ilgi vardýr: “Sen olmasaydýn ben felekleri yaratmazdým.” *** Nur Küllîyatýnda insanýn vazifesiyle ilgili birçok bahis mevcut. Bunlarýn bir özeti olarak birkaç maddeyi takdim etmek isterim: - Ruhuna bir Ýlâhî ikram olarak takýlan, ilim, irade, görme, iþitme gibi sýfatlarýný Allah’ýn sýfatlarýný bilmeye bir vasýta olarak kullanmak. Kendi ruhundan Ýlahi sýfatlarý bilmek için açýlan bu marifet pencerelerini iyi deðerlendirmek. - Akýl kuvvetini hikmet dairesinde, þehvet kuvvetini iffet dairesinde, gazap kuvvetini þecaat dairesinde kullanmak. - Muhabbetini ancak Allah’a vermek ve mahlukatý da yine Onun namýna, Onun isimlerine ayna olmalarý, kemaline iþaret etmeleri, cemalinden haber vermeleri cihetiyle sevmek. - “Ýbadatýn bütün enva’ýna müstaid bir fýtratta” yaratýldýðýnýn þuurunda olup bütün ibadet çeþitlerinin ayrý ayrý feyizlerinden azami ölçüde nasiplenmeye çalýþmak. - Kendisine verilen “kalb, sýr, ruh, akýl hattâ hayal ve sair kuvvelerin hayat-ý ebediyeye yüzlerini çevirmek.” Böylece bunlarýn her birini kendine mahsus ibadetiyle meþgul etmek. - Duygularýnýn her biriyle Allah’ýn rahmet hazinelerinden birini açmak, ondan güzelce faydalanmak ve küllî þükretmek. - Aczini ölçü alarak Allah’ýn kudretini, fakrýna bakaran Onun rahmetini, noksanlýklarýný düþünerek Onun kemalini tefekkür etmek. Rabbini sonsuz kemal, rahmet ve kudret sahibi, kendi nefsini ise yine sonsuz aciz, fakir ve noksan bilmek. - Ruhunu günahlardan, bedenini de her tüllü kirlerden, pisliklerden uzak tutarak Ýlahi huzura çýkmak. - Kendini Allah’ýn en mükemmel eseri olma cihetiyle meleklerin, ruhanilerin seyrine, temaþasýna güzelce sunmak. Ýþte insan bu gibi ulvî gayeler için yaratýlmýþtýr. Ama ne yazýk ki, bir çok insan, kendini unutmuþ ve bu gayelerden gafil olarak sadece dünya hayatýný rahat bir þekilde geçirmek için çabalar. Bütün kâinatýn ibadetlerini temsil etme kabiliyetine sahip olduðu halde, sadece çevresindeki bir gurup insanýn teveccühlerini kazanmayý ve kendisini onlara beðendirmeyi hayatýna gaye edinir. Bir süre sonra kendisi de, o insanlar da dünyadan göçüp gitmekte ve bütün bu gayeler de onun bedeniyle birlikte adeta topraða gömülüp kaybolmaktalar. Alaâddin Baþar (Prof. Dr.) Zitieren Link zu diesem Kommentar Auf anderen Seiten teilen Mehr Optionen zum Teilen...
Empfohlene Beiträge
Dein Kommentar
Du kannst jetzt schreiben und Dich später registrieren. Wenn Du ein Konto hast, melde Dich jetzt an, um unter Deinem Benutzernamen zu schreiben.