EMRE Geschrieben 21. Dezember 2008 Teilen Geschrieben 21. Dezember 2008 OTUZBÝRÝNCÝ SÖZÜN DÖRDÜNCÜ ESASI DÖRDÜNCÜ ESAS Mi'racýn semeratý ve faydasý nedir? Elcevab: Þu þecere-i Tûba-i Mâneviyye olan Mi'racýn beþyüzden fazla meyvelerinden nümune olarak yalnýz beþ tanesini zikredeceðiz. BÝRÝNCÝ MEYVE: Erkân-ý îmaniyyenin hakaikýný göz ile görüp, melâikeyi, cenneti, âhireti, hattâ Zât-ý Zülcelâli göz ile müþahede etmek; kâinata ve beþere öyle bir hazine ve bir nur-u ezelî ve ebedî bir hediye getirmiþtir ki: Þu kâinatý, periþan ve fâni ve karmakarýþýk bir vaziyet-i mevhûmeden çýkarýp, o nur ve o meyve ile, o kâinatý; kudsî mektubat-ý Samedaniyye, güzel âyine-i cemal-i Zât-ý ehadiyye vaziyeti olan hakikatýný göstermiþ. Kâinatý ve bütün zîþuuru sevindirip mesrur etmiþ. Hem o nur ve o meyve ile beþeri; muþevveþ, periþan, âciz, fakir, hâcâtý hadsiz, a'dâsý nihayetsiz ve fâni, bekasýz bir vaziyet-i dalâletkâraneden o insaný o nur, o mayve-i kudsiyye ile Ahsen-i Takvîmde bir mu'cize-i kudret-i Samedâniyyesi ve mektubat-ý Samedaniyyenin bir nüsha-i câmiasý ve Sultan-ý Ezel ve Ebed'in bir muhatabý, bir abd-i hassý, kemâlâtýnýn istihsancýsý, halîli ve cemâlinin hayretkârý, habîbi ve cennet-i bâkýyesine namzet bir misafir-i azîzi suret-i hakikîsinde göstermiþ. Ýnsan olan bütün insanlara, nihayetsiz bir sürur, hadsiz bir þevk vermiþtir. ÝKÝNCÝ MEYVE: Sâni-i mevcudat ve Sâhib-i kâinat ve Rabb-ül-âlemîn olan Hâkim-i Ezel ve Ebed'in marziyyat-ý Rabbâniyyesi olan Ýslâmiyetin, -baþta namaz olarak- esasatýný, cin ve inse hediye getirmiþdir ki: O marziyyatý anlamak, o kadar merak-âver ve saadet-âverdir ki, târif edilmez.Çünki: Herkes, büyükce bir veliyy-i ni'met, yahut, muhsin bir padiþahýn uzaktan arzularýný anlamaða ne kadar arzukeþ ve anlasa, ne kadar memnun olur. Temenni eder ki: "Keþki bir vasýta-i muhabere olsa (Sh»Tls:145) idi, doðrudan doðruya o zât ile konuþsa idim. Benden ne istiyor, anlasa idim.Benden onun hoþuna gideni bilse idim" der. Acaba bütün mevcudat kabza-i tasarrufunda ve bütün mevcudattaki cemâl ve kemalât, O'nun cemâl ve kemâline nisbeten zayýf bir gölge ve her anda nihayetsiz cihetlerle O'na muhtaç ve nihayetsiz ihsanlarýna mazhar olan beþer, ne derece O'nun maziyyatýný ve arzularýný anlamak hususunda hâhiþger ve merak-âver olmasý lâzým olduðunu anlarsýn. Ýþte Zât-ý Ahmediyye (A.S.M) yetmiþ bin perde arkasýnda O Sultan-ý Ezel ve Ebed'in marziyyatýný doðrudan doðruya Mi'rac semeresi olarak hakkalyakîn iþitip getirip beþere hediye etmiþtir. Evet, beþer, Kamer'deki hâli anlamak için ne kadar merak eder ki: Biri gidip, dönüp haber verse. Hem ne kadar fedakârlýk gösterir. Eðer anlasa, ne kadar hayret ve meraka düþer. Halbuki Kamer, öyle bir Mâlik-ül-Mülk'ün memleketinde geziyor ki: Kamer, bir sinek gibi küre-i arzýn etrafýnda pervaz eder. Küre-i arz, pervane gibi Þemsin etrafýnda uçar. Þems, binler lâmbalar içinde bir lâmbadýr ki: O Mâlik-ül-Mülk-ü Zülcelâl'in bir misafirhanesinde mumdarlýk eder. Ýþte Zât-ý Ahmadiyye (A.S.M.), öyle bir Zât-ý Zülcelâl'in þuunatýný ve acâib-i san'atýný ve âlem-i bekada hazain-i rahmetini görmüþ, gelmiþ, beþere söylemiþ. Ýþte beþer, bu Zât-ý, kemâl-i merak ve hayret ve muhabbetle dinlemezse, ne kadar hilâf-ý akýl ve hikmetle hareket ettiðini anlarsýn. ÜÇÜNCÜ MEYVE: Saadet-i Ebediyyenin definesini görüp, anahtarýný alýp getirmiþ, cin ve inse hediye etmiþtir. Evet, Mi'rac vasýtasiyle ve kendi gözüyle Cennet-i görmüþ ve Rahmân-ý Zülcelâl'in rahmetinin bâkî cilvelerini müþahede etmiþ ve saaddet-i ebediyyeyi kat'iyyen, hakkalyakîn anlamýþ, saadet-i ebediyyenin vücudunun müjdesini cin ve inse hediye etmiþtir ki: Bîçâre cin ve ins, kararsýz bir dünyada ve zelzele-i zevâl ve firak içindeki mevcudatý, seyl-i zaman ve harekât-ý zerrat ile adem ve firak-ý ebedî denizine döküldüðü olan veziyet-i mevhume-i canhýraþâne de olduklarý hengâmda; þöyle bir müjde, ne kadar kýymetdar olduðu ve idam-ý ebedî ile kendilerini mahkûm zanneden fâni cin ve insin kulaðýnda öyle bir müjde, ne kadar saadet-âver olduðu târif edilmez. Bir adama, idam edileceði anda, onun afvýyla kudb-uþâhânede bir saray verilse, ne kadar sürura sebeptir. Bütün cin ve ins adedince böyle sürurlarý topla, sonra bu müjdeye kýymet ver... (Sh»Tls:146) DÖRDÜNCÜ MEYVE: Rü'yet-i cemâlullah meyvesini kendi aldýðý gibi, o meyvenin her mü'mine dahi mümkün olduðunu, cin ve inse hediye getirmiþtir ki, o meyve, ne derece leziz ve hoþ ve güzel bir meyve olduðunu bununla kýyas edebilirsin.Yâni: Her kalb sahibi bir insan; zîcemâl, zîkemâl, zîihsan bir zâtý sever. Ve o sevmek dahi, cemâl ve kemâl ve ihsanýn derecatýna nisbeten tezayüt eder, perestiþ derecesine gelir, canýný feda eder derecede muhabbet baðlar. Yalnýz bir defa görmesine, dünyasýný feda etmek derecesine çýkar. Halbuki: Bütün mevcudattaki cemâl ve kemâl ve ihsan, O'nun cemâl ve kemâl ve ihsanýna nisbeten, küçük birkaç lemaatýn, güneþe nisbeti gibi de olmaz. Demek nihayetsiz bir muhabbete lâyýk ve nihayetsiz rü'yete ve nihayetsiz bir iþtiyâka elyak bir Zât-ý Zülcelâli Velkemâl'in saadet-i ebediyyede rü'yetine muvaffak olmasý ne kadar saadet-âver ve medar-ý sürur ve hoþ ve güzel bir meyve olduðunu insan isen anlarsýn.. BEÞÝNCÝ MEYVE: Ýnsan, kâinatýn kýymetdar bir meyvesi ve Sâni-i kâinatýn nâzdar sevgilisi olduðu, Mi'rac ile anlaþýlmýþ ve o meyveyi, cin ve inse getirmiþtir. Küçük bir mahlûk, zayýf bir hayvan ve âciz bir zîþuur olan insaný, o meyve ile o kadar yüksek bir makama çýkarýr ki: Kâinatýn bütün mevcudatý üstünde bir makam-ý fahr veriyor. Ve öyle bir sevinç ve sürur-u mes'udiyyetkârane veriyor ki, tasvir edilmez. Çünki: Âdi bir nefere denilse: "Sen, Müþir oldun. " Ne kadar memnun olur. Halbuki; Fânî, âciz bir hayvan-ý nâtýk, zevâl ve firak sillesini daima yiyen bîçâre insana, birden ebedî, bâkî bir cennette, Rahîm ve Kerîm bir Rahman'ýn rahmetinde ve hayal sür'atinde, ruhun vüs'atinde, aklýn cevelânýnda, kalbin bütün arzularýnda, mülk ve melekûtunda tenezzühe, seyerana ve cevelâne muvaffak olduðun gibi saadet-i ebediyyede rü'yet-i cemâline de muvaffak olursun, denildiði vakit; insaniyyeti sukut etmemiþ bir insan ne kadar derin ve ciddî bir sevinç ve süruru kalbinde hissedeceðini tahayyül edebilirsin... Þimdi, makam-ý istima'da olan zâta deriz ki: Ýlhad gömleðini yýrt, at. Mü'min kulaðýný geçir. Ve Müslim gözlerini tak. Sana iki küçük temsil ile bir-iki meyvenin derece-i kýymetini göstereceðiz. Meselâ: Senin ile biz beraber bir memlekette bulunuyoruz. Görüyoruz ki; herþey bize ve birbirine düþman ve bize yabancý.. her taraf müdhiþ (Sh»Tls:147) cenazelerle dolu.. iþitilen sesler yetimlerin aðlayýþý, mazlumlarýn vaveylâsýdýr. Ýþte biz, þöyle bir vaziyette olduðumiz vakitte; biri gitse, o memleketin padiþahýndan bir müjde getirse, o müjde ile, bize yabancý olanlar ahbab þekline girse.. Düþman gördüðümüz kimseler, kardeþler suretine dönse.. O müdhiþ cenazeler, huþû ve huzûda, zikir ve tesbihde birer ibadetkâr þeklinde görünse.. O yetimane aðlayýþlar, senâkârane "yaþasýnlar" hükmüne girse.. Ve o ölümler ve o soymaklar, garâtlar; terhisat suretine dönse.. Kendi sürurumuz ile beraber, herkesin süruruna müþterek olsak; o müjde ne kadar mesrurane olduðunu elbette anlarsýn. Ýþte Mi'rac-ý Ahmediyye'nin (A.S.M.) bir meyvesi olan nur-u îmandan evvel, þu kâinatýn mevcudatý, nazar-ý dalâletle bakýldýðý vakit; yabancý, muzýr, müz'iç, muvahhiþ ve dað gibi cirmler birer müdhiþ cenaze, ecel herkesin baþýný kesip adem-âbâd kuyusuna atar. Bütün sadalar, firak ve zevalden gelen vaveylâlar olduðu halde, dalâletin öyle tasvir ettiði hengâmda; meyve-i Mi'rac olan hakaik-ý erkân-ý îmâniyye nasýl, mevcudatý sana kardaþ, dost ve Sâni-i Zülcelâline zâkir ve müsebbih; ve mevt ve zeval, bir nevi terhis ve vazifeden âzâd etmek; ve sadalar, birer tesbihat hakikatýnda olduðunu sana gösterir. Bu hakikatý tamam görmek istersen, Ýkinci ve Sekizinci Sözlere bak... Ýkinci Temsil: Senin ile biz, sahra-yý kebir gibi bir mevkideyiz. Kum denizi fýrtýnasýnda, gece o kadar karanlýk olduðundan, elimizi bile göremiyoruz. Kimsesiz, hâmisiz, aç ve susuz, me'yus ve ümitsiz bir vaziyette olduðumuz dakikada, birden bir zât, o karanlýk perdesinden geçip; sonra gelip, bir otomobil hediye getirse ve bizi bindirse, birden cennet-misâl bir yerde istikbalimiz te'min edilmiþ, gayet merhametkâr bir hâmimiz bulunmuþ, yiyecek ve içecek ihzar edilmiþ bir yerde bizi koysa; ne kadar memnun oluruz, bilirsin. Ýþte o sahra-yý kebir, bu dünya yüzüdür. O kum denizi, bu hâdisat içinde harekât-ý zerrat ve seyl-i zaman tahrikiyle çalkanan mevcudat ve bîçâre insandýr. Her insan, endiþesiyle kalbi dâðdâr olan istikbali; müdhiþ zulümat içinde, nazar-ý dalâletle görüyor. Feryadýný iþittirecek kimseyi bilmiyor.. Nihayetsiz aç, nihayetsiz susuzdur. Ýþte, Semere-i Mi'rac olan marziyyat-ý Ýlâhiyye ile þu dünya, gayet kerîm bir zâtýn misafirhanesi, insanlar dahi onun misafirleri, me'murlarý, istikbal dahi cennet gibi güzel, rahmet gibi þirin ve saadet-i ebediyye gibi parlak göründüðü vakit; ne kadar hoþ, güzel, þirin bir meyve olduðunu anlarsýn.. (Sh»Tls:148) Makam-ý istima'da olan zât, diyor ki: "Cenâb-ý Hakk'a yüz binler hamd ve þükür olsun ki ilhaddan kurtuldum, Tevhide girdim; tamamiyle inandýn ve kemâl-i îmaný kazandým." Biz de deriz: Ey kardeþ!Seni tebrik ediyoruz...Cenâb-ý Hak bizleri, RESÛL-Ý EKREM ALEYHÝSSALÂTÜ VESSELÂM'IN ÞEFAATINA MAZHAR ETSÝN, ÂMÎN... اَللَّهُمَّ صَلِّ عَلَى مَنِ انْشَقَّ بِاشَارَةِ الْقَمَرُ وَنَبَعَ مِنْ اَصَابِعِهِ الْمَاءُ كَالْكَوْثَرِ صَاحِبُ الْمِعْرَاجِ وَمَا زَاغَ الْبَصَرُ سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ وَعَلَى اَلَهِ ةَاَصْحَابَهِ اَجْمَعِينَ مِنْ اَوَّلِ الدُّنْيَا اِلَى اَخِرِ الْمَحْشَرِ سُبْحَانَكَ لاَعِلْمَ لَنَا اِلاَّ مَا عَلَّمْتَنا اِنَّكَ اَنْتَ العَلِيمُ الحَكِيمُ رِبَّنَأ تَقَبَّلْ مِنَّا اِنَّكَ اَنْتَ السَّمِيعُ العَلِيمُ * رَبَّنَا لاَتُؤَاخِذْنَا اِنْ نَسيناَ اَوْ اخْطَانَا * رَبَّنَا لاَتُزِغْ قُلٌوبَنَأ بَعْدِ اِذْ هَدَيْتَنَا * رَبَّنَأ اَتْمِمْ لَنَا نُورَنَا وَاغْفِر لَنَأ اِنَّكَ عَلَى كُلِّ شَىْءٍ قَدِيرٌ* وَاَخِرُ دَعْوَيهُمْ اَنِ الْحَمْدُ لِلَّهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ Link zu diesem Kommentar Auf anderen Seiten teilen Mehr Optionen zum Teilen...
Empfohlene Beiträge