EMRE Geschrieben 21. Dezember 2008 Teilen Geschrieben 21. Dezember 2008 Yirmidokuzuncu Sözün Ýkinci Maksadý [ Kýyâmet ve mevt-i dünya ve hayat-ý âhiret hakkýndadýr.] Þu maksadýn dört esasý ve bir mukaddime-i temsîliyyesi vardýr. MUKADDÝME Nasýlki: Bir saray veya bir þehir hakkýnda biri dâva etse: "Þu saray veya þehir, tahrib edilip yeniden muhkem bir surette bina ve tâmir edilecektir." Elbette, onun dâvasýna karþý altý sual terettüb eder. Birincisi: Niçin tahrib edilecek? Sebeb ve muktazî var mýdýr? Eðer, "Evet var" diye isbat et, Ýkincisi: Þöyle bir sual gelir ki: "Bunu tahrib edip, tâmir edecek usta muktedir midir? Yapabilir mi? Eðer "Evet yapabilir" diye isbat et, Üçüncüsü: Þöyle bir sual gelir ki: "Tahribi mümkün müdür? Hem, sonra tahrib edilecek midir?" Eðer, "Evet" diye imkân-ý tahribi, hem vukuunu isbat etse; iki sual daha ona vârid olur ki: "Acaba þu acib saray veya þehrin yeniden tâmiri mümkün müdür? Mümkün olsa, acaba tâmir edilecek midir?" Eðer, "Evet" diye bunlarýda isbat etse; o vakit bu mes'elenin hiçbir cihette hiçbir köþesinde bir delik, bir menfez kalmaz ki, þek ve þüphe ve vesvese girebilsin. Ýþte þu temsil gibi; dünya sarayýnýn, þu kâinat þehrinin tahrib ve tâmiri için muktazî var. Fâil ve ustasý muktedir. Tahribi mümkün ve vâki olacak. Tamiri mümkün ve vaki olacaktýr. Ýþte þu mes'eleler birinci esastan sonra isbat edilecektir. Birinci Esas Ruh, kat'iyyen bâkidir. Birinci maksaddaki melâike ve ruhânîlerin vücudlarýna delâlet eden hemen bütün deliller, þu mes'elemiz olan beka-i ruha dahi delildirler. Bence mes'ele o kadar kat'îdir ki, fazla beyan abes olur. Evet, þu âlem-i berzahda, âlem-i ervahda bulunan ve âhirete gitmek için bekliyen hadsiz ervah-ý bâkiye kafileleri ile bizim mabeynimizdeki (Sh»Tls:104) mesafe o kadar ince ve kýsadýr ki, bürhan ile göstermeye lüzum kalmaz. Hadd ü hesaba gelmeyen ehl-i keþfin ve þuhûdun onlarla temas etmeleri, hattâ ehl-i keþf-ek-kuburun onlarý görmeleri, hattâ bir kýsým avamýn da onlarla muhabereleri ve umun da rü'ya-yý sâdýkada onlarla münasebet peyda etmeleri, muzaaf tevatürler suretinde âdeta beþerin ulûm-u müteârifesi hükmüne geçmiþtir. Fakat þu zamanda maddiyyun fikri herkesi sersem ettiðinden, en bedîhî bir þeyde zihinlere vesvese vermiþ. Ýþte þöyle vesveseleri izale için hads-i kalbînin ve iz'an-ý aklînin pek çok menba'larýndan, bir mukaddime ile dört menbaýna iþaret edeceðiz. MUKADDÝME Onuncu Söz'ün Dördüncü Hakikatýnda isbat edildiði gibi; ebedî, sermedî, misilsiz bir cemâl, elbette âyinedar müþtakýnýn ebediyyetini ve bekasýný ister. Hem kusursuz, ebedî bir kemâl-i san'at, mütefekkir dellâlýnýn devamýný taleb eder. Hem nihayetsiz bir rahmet ve ihsan, muhtaç müteþekkirlerinin devam-ý tena'umlarýný iktiza eder. Ýþte, o âyinedâr müþtak, o dellâl mütefekkir, o muhtaç müteþekkir; en baþta ruh-u insânîdir. Öyle ise, ebed-ül-âbâd yolunda; o cemâl, o kemâl, o rahmete refakat edecek, bâkî kalacaktýr. Yine Onuncu Söz'ün Altýncý Hakikatýnda isbat edildiði gibi; deðil ruh-u beþer, hattâ en basit tabakat-ý mevcudat dahi, fena için yaratýlmamýþlar; bir nevi bekaya mazhardýrlar. Hattâ, ruhsuz ehemmiyetsiz bir çiçek dahi, vücud-u zâhirîden gitse, bin vecihle bir nevi bekaya mazhardýr. Çünki: Sureti, hadsiz hâfýzalarda bâkî kalýr. Kanun-u teþekkülâtý, yüzer tohumcuklarýnda beka bulup devam eder. Madem bir parçacýk ruha benzeyen o çiçeðin kanun-u teþekkülü, timsal-i sureti, bir Hafîz-i Hakîm tarafýndan ibka ediliyor. Daðdaðalý inkýlâblar içinde kemâl-i intizam ile zerrecikler gibi tohumlarýnda muhafaza ediliyor, bâkî kalýr. Elbette, gayet cem'iyyetli ve gayet yüksek bir mahiyete mâlik ve hâricî vücud giydirilmiþ ve zîþuûr ve zîhayat ve nûranî kanun-u emrî olan ruh-u beþer, ne derece kat'iyyetle bekaya mazhar ve ebediyyetle merbut ve sermediyyetle alâkadar olduðunu anlamazsan, nasýl "Zîþuur bir insaným diyebilirsin?Evet, koca bir aðacýn bir derece ruha benziyen programýný ve ve kanun-u teþekkülâtýný, bir nokta gibi en küçük çkirdekte dercedip muhafaza eden bir Zât-ý Hakîm-i Zülcelâl, bir Zât-ý Hafîz-i Bîzeval hakkýnda: "Vefat edenlerin ruhlarýný nasýl muhafaza eder" denillir mi! BÝRÝNCÝ MENBA': Enfüsîdir. Yâni, herkes hayatýna ve nefsine dikkat etse, bir ruh-u bâkîyi anlar. Evet her bir ruh, kaç sene yaþamýþ ise (Sh»Tls:105) o kadar beden deðiþtirdiði halde, bilbedâhe aynen bâkî kalmýþtýr. Öyle ise: Madem cesed gelip geçicidir. Mevt ile bütün bütün çýplak olmak dahi ruhun bekasýna te'sir etmez ve mahiyyetini de bozmaz. Yalnýz mddet-i hayatta tedricî, cesed libasýný deðiþtiriyor. Mevtte ise birden soyunur. Gayet kat'î bir hads ile, belki müþahede ile sabittir ki, cesed ruh ile kaimdir. Öyle ise ruh, onun ile kaim deðildir. Belki ruh, binefsihî kaim ve hâkim olduðundan; cesed istediði gibi daðýlýp toplansýn, ruhun istiklâliyyetine halel vermez. Belki cesed, ruhun hânesi ve yuvasýdýr, libasý deðil. Belki ruhun libasý, bir derece sabit ve letâfetçe ruha münasib bir gýlâf-ý lâtifi ve bir beden-i misâlîsi vardýr. öyle ise, mevt hengâmýnda bütün bütün çýplak olmaz, yuvasýndan çýkar, beden-i misâlîsini giyer. ÝKÝNCÝ MENBA': Âfâkîdir.Yâni, mükerrer müþâhedat ve müteaddit vâkýýat ve kerrat ile münasebattan neþ'et eden bir nevi hükm-ü tecrübîdir. Evet, tek bir ruhun ba'delmemat bekasý anlaþýlsa, þu ruh nev'inin külliyyetle bekasýný istilzam eder. Zîra fenn-i mantýkça kat'îdir ki: Zâtî bir hassa, birtek ferdde görünse; bütün efratta dahi o hassanýn vücuduna hükmedilir. Çünki: Zâtîdir. Zâtî olsa, her ferdde bulunur. Halbuki, deðil bir fert, belki o kadar hadsiz, o kadar hesaba, hasre gelmez müþahedata istinad eden âsâr ve beka-i ervaha delâlet eden emarat, o derece kat'îdir ki, bize nasýl Yeni Dünya, yâni Amerika var ve orada insanlar bulunur; o insanlarýn vücudlarýna hiç vehim hatýra gelmez. Öyle de þüphe kabul etmez ki, þimdi âlem-i melekût ve ervahta; ölmüþ, vefat etmiþ insanlarýn ervahý pekçok kesretle vardýr ve bizimle münasebettardýrlar. Mânevî hedâyâmýz onlara gidiyor. Onlarýn nûranî feyizleri de bizlere geliyor. Hem hads-i kat'î ile vicdanen hissedilebilir ki; insan öldükten sonra esaslý bir ciheti bâkidir. O esas ise ruhdur. Ruh ise tahrib ve inhilale maruz deðil. Çünki: Basittir, vahdeti var. Tahrib ve inhilâl ve bozulmak ise; kesreb ve terkib edilmiþ þeylerin þe'nidir. sâbýkan beyan ettiðimiz gibi; hayat, kesrette bir tarz-ý vahdeti te'min eder, bir nevi bekaya sebebiyet verir. Demek vahdet ve beka, ruhta esatýr ki, ondan kesrete sirayet eder. Ruhun fenasý, ya tahrib ve inhilâl iledir. O tahrib ve inhilâl ise, vahdet yol vermez ki girsin, besâtet býrakmaz ki bozsun. Veyahut îdam iledir. Ýdam ise, Cevvâd-ý Mutlak'ýn hadsiz merhameti müsaade etmez ve nihayetsiz cûdu býrakmaz ki, verdiði ni'met-i vücudu, o ni'met-i vücuda pek müþtak ve lâyýk olan ruh-u insânîden geri alsýn. ÜÇÜNCÜ MENBA':Ruh; zîhayat, zîþuur, nurânî, vücud-u hâricî giydirilmiþ, câmi', hakikatdar, külliyet kesbetmeðe müstaid bir kanun-u (Sh»Tls:106) emrîdir. Halbuki; en zaif olan kavânîn-i emriyye, sebat ve bekaya mazhardýrlar. Çünki: Dikkat edilse, mâruz-u tegayyür olan bütün nevilerde birer hakikat-ý sâbite vardýr ki, bütün tagayyürat ve inkýlâbât ve etvâr-ý hayat içinde yuvarlanarak suretler deðiþtirip, ölmiyerek, yaþýyarak bâkî kalýyor. Ýþte herbir þahs-ý insanî, mahiyyetinin câmiiyyetiyle ve küllî þuûruyla ve umumî tasavvuratýyla bir þahýs iken, bir nev' hükmüne geçmiþtir. Bir nev'e gelen ve cârî olan kanun, o þahs-ý insânîde dahi cârîdir. Madem Fâtýr-ý Zülcelâl, insaný câmi' bir âyine ve küllî bir ubûdiyyetle ve ulvî bir mahiyyetle yaratmýþtýr. Her fertteki hakikat-ý ruhiyye, yüzbinler suret deðiþtirse, izn-i Rabbânî ile ölmiyecek, yaþýyarak geldiði gibi gidecek. öyle ise, o þahs-ý insânînin hakikat-i zîþuûru ve unsur-u zîhayatý olan ruhu dahi, ALLAH'ýn emriyle, izni ile ve ibkasiyle daima bâkîdir. DÖRDÜNCÜ MENBA': Ruha bir derece müþebih ve ikisi de âlem-i emirden ve iradeden geldiklerinden masdar itibariyle ruha bir derece muvafýk, fakat yalnýz vücud-u hissî olmayan nevilerde hükümran olan kavânîne dikkat edilse ve o namuslara bakýlsa görünür ki: Eðer o kanun-u emrî, vücud-u haricî giyse idi, o nevilerin birer ruhu olurdu. Halbuki o kanun daima bakîdir. Daima müstemir, sabittir. Hiçbir tagayyürat ve inkýlâbat, o kanunlarýn vahdetine te'sir etmez, bozmaz. Meselâ: Bir incir aðacý ölse, daðýlsa; onun ruhu hükmünde olan kanun-u teþekkülâtý, zerre gibi bir çekirdeðinde ölmiyerek bâkî kalýr. Ýþte mâdem en âdi ve zaif emrî kanunlar dahi böyle beka ile, devam ile alâkadardýr. Elbette ruh-u insanî, deðil yalnýz beka ile, belki ebed-ül-âbâd ile alâkadar olmak lâzým gelir. Çünki: Ruh dahi Kur'anýn nassý ile, قُلِ الرُّوحُ مِنْ اَمْرِ رَبِّى ferman-ý celîli ile âlem-i emirden gelmiþ bir kanun-u zîþuûr ve bir nâmus-u zîhayattýr ki; Kudret-i Ezeliyye, ona vücud-u haricî giydirmiþ.Demek, nasýlki sýfat-ý iradeden ve âlem-i emirden gelen þuûrsuz kavânin, daima veya aðleben bâkî kalýyor.Aynen onlarýn bir nevi kardeþi ve onlar gibi sýfat-ý iradenin tecellisi ve âlem-i emirden gelen ruh, bekaya mazhar olmak daha ziyade kat'îdir, lâyýktýr. Çünki: Zîvücuddur, hakikat-ý hariciyye sahibidir. Hem onlardan daha kavidir, daha ulvîdir. Çünki: Zîþuûrdur. Hem onlardan daha daimîdir, daha kýymetdârdýr. Çünki:Zîhayattýr. Ýkinci Esas Saadet-i ebediyyeye muktazî vardýr ve o saadeti verecek Fâil-i Zül- (Sh»Tls:107) celâl de muktedirdir.Hem harab-ý âlem, mevt-i dünya mümkündür. Hem vâki olacaktýr. Yeniden ihya-yý âlem ve haþir, mümkündür. Hem vâki olacaktýr. Ýþte bu altý mes'eleyi, birer birer aklý ikna edecek muhtasar bir tarzda beyan edeceðiz. Zaten Onuncu Söz'de kalbi, îman-ý kâmil derecesine çýkaracak derecede bürhanlar zikredilmiþtir. Þurada ise, yalnýz aklý ikna edecek, susturacak, Eski Said'in "Nokta Risalesi"ndeki beyanatý tarzýnda bahsedeceðiz. Evet saadet-i ebediyyeye muktazî mevcuttur. O muktazînin vücuduna delâlet eden burhan-ý kat'î "ON MENBA' VE MEDAR" dan süzülen bir hadsdir. BÝRÝNCÝ MEDAR: Dikkat edilse, þu kâinatýn umumunda bir nizam-ý ekmel, bir intizam-ý kasdî vardýr. Her cihette reþahat-ý ihtiyar ve lemaat-ý kasd görünür. Hattâ, herþeyde bir nûr-u kasd, her þe'nde bir ziyay-ý irâde, her harekette bir lem'a-i ihtiyar, her terkibde bir þûle-i hikmet, semeratýnýn þehadetiyle nazar-ý dikkate çarpýyor. Ýþte, eðer saadet-i ebediyye olmazsa, þu esaslý nizam, bir sûret-i zaîfe-i vâhiyeden ibaret kalýr. Yalancý, esassýz bir nizam olur. Nizam ve intizamýn ruhu olan mâneviyat ve revabýt ve niseb, hebâ olup gider. Demek, nizamý nizam eden, saadet-i ebediyyedir. Öyle ise, nizam-ý âlem, saadet-i ebediyyeye iþaret ediyor. ÝKÝNCÝ MEDAR: Hilkat-i kâinatta bir hikmet-i tâmme görünüyor. Evet, inâyet-i Ezeliyyenin timsâli olan hikmet-i Ýlâhiyye, kâinatýn umumunda gösterdiði maslahatlarýn riayeti ve hikmetlerin iltizamý lisaný ile saadet-i ebediyyeyi ilân eder. Çünki: Saadet-i ebediyye olmazsa, þu kâinatta bilbedâhe sabit olan hikmetleri, faideleri, mükâbere ile inkâr etmek lâzým gelir. Onuncu Söz'ün Onuncu Hakikatý, bu hakikatý güneþ gibi gösterdiðinden, ona iktifaen burada ihtisar ederiz. ÜÇÜNCÜ MEDAR:Akýl ve hikmet ve istikrâ ve tecrübenin þehadetleri ile sabit olan hilkat-ý mevcudattaki adem-i abesiyyet ve adem-i israf, saadet-i ebediyyeye iþaret eder. Fýtratta israf ve hilkatta abesiyyet olmadýðýna delil, Sâni-i Zülcelâlin herþey'in hilkatinde en kýsa yolu ve en yakýn ciheti ve en hafif sureti ve en güzel keyfiyyeti ihtiyar ve intihab etmesidir ve bâzan bir þey'i, yüz vazife ile tavzif etmesidir ve bir ince þey'e bin meyve ve gayeleri takmasýdýr. Madem israf yok ve abesiyyet olmaz, elbette saadet-i ebediyye olacaktýr. Çünki: Dönmemek üzere adem, herþey'i abes eder, herþey israf olur.Umum fýtratta, ezcümle insanda, Fenn-i Menâfi-ül-âza þehadetiyle sabit olan adem-i israf gösteriyor ki; (Sh»Tls:108) insanda olan hadsiz istidâdât-ý mâneviyye ve nihayetsiz âmâl ve efkâr ve müyûlât dahi israf edilmiyecektir. Öyle ise, insandaki o esaslý meyl-i tekemmül, bir kemâlin vücudunu gösterir ve o meyl-i saadet, saadet-i ebediyyeye namzet olduðunu kat'î olarak îlan eder. Öyle olmazsa insanýn mahiyyet-i hakikiyyesini teþkil eden o esaslý mâneviyat, o ulvî âmâl, hikmetli mevcudatýn hilâfýna olarak israf ve abes olur, kurur, hebâen gider. Þu hakikat, Onuncu Söz'ün Onbirinci Hakikatýnda isbat edildiðinden kýsa kesiyoruz. DÖRDÜNCÜ MEDAR: Pek çok nevilerde, hattâ gece ve gündüzde, kýþ ve baharda ve cevv-i havada hattâ insanýn þahýslarýnda, müddet-i hayatýnda deðiþtirdiði bedenler ve mevte benzeyen uyku ile haþir ve neþre benzer birer nevi kýyâmet, bir kýyâmet-i kübrânýn tahakkukunu ihsas ediyor, remzen haber veriyorlar. Evet meselâ: Haftalýk bizim saatimizin sâniye ve dakika ve saat ve günlerini sayan çarklarýna benziyen; ALLAH'ýn dünya denilen büyük saatýndaki yevm, sene, ömr-ü beþer, deveran-ý dünya, birbirine mukaddeme olarak birbirinden haber veriyor, döner iþlerler. Geceden sonra sabahý, kýþtan sonra baharý iþledikleri gibi, mevtten sonra subh-u kýyamet, o destgâhdan, o saat-ý uzmâdan çýkacagýný remzen haber veriyorlar. Bir þahsýn müddet-i ömründe baþýna gelmiþ birçok kýyamet çeþitleri vardýr. Her gece bir nevi ölmekle, her sabah bir nevi dirilmekle emârât-ý haþriye gördüðü gibi, beþ-altý senede bil-ittifak bütün zerratýný deðiþtirerek, hattâ bir senede iki def'a tedricî bir kýyâmet ve haþir taklidini görmüþ.Hem, hayvan ve nebat nevilerinde üçyüzbinden ziyade haþir ve neþir ve kýyâmet-i nev'iyyeyi her baharda müþahede ediyor. Ýþte bu kadar emârat ve iþârat-ý haþriyye ve bu kadar alâmat ve rumuzat-ý neþriyye elbette kýyâmet-i kübrânýn tereþþühatý hükmünde o haþre iþaret ediyorlar. Bir Sâni-i Hakîm tarafýndan nevilerde böyle kýyâmet-i nev'iyyeyi yâni bütün nebatat köklerini ve bir kýsým hayvanlarý aynen baharda ihya etmek ve yapraklarý ve çiçekleri ve meyveleri gibi sair bir kýsým þeyleri ayniyle deðil, misliyle idare ederek bir nevi haþir ve neþir yapmak; herbir þahs-ý insânîde kýyâmet-i umumiyye içinde bir kýyâmet-i þahsiyyeye delil olabilir. Çünki: Ýnsanýn birtek þahsý, baþkasýnýn bir nev'i hükmündedir. Zira fikir nûru, insanýn âmâline ve efkârýna öyle bir geniþlik vermiþ ki, mâzi ve müstakbeli ihâta eder. Dünyayý dahi yutsa tok olmaz. Sair nevilerde ferdlerin mahiyyeti cüz'iyyedir; kýymeti, þahsiyyedir; nazarý, mahduttur; kemâli, mahsurdur; lezzeti ve elemi anidir. Beþerin ise, mahiyyeti ulviyyedir; kýymet galiyedir; nazarý ammdýr; kemâli; hadsizdir; manevi lezzet ve elemi, kýsmen daimîdir.Öyle ise, bilmüþâhede sair nevilerde tekerrür eden bir çeþit kýyâmetler ve haþirler; þu kýyâmet-i kübrâ-yý umumiyede, her þahs-ý (Sh»Tls:109) insanî ayniyle iade edilerek haþredilmesine remz eder, haber verir. Onuncu Söz'ün Dokuzuncu Hakikatinde iki kerre iki dört eder derecesinde kat'iyyet ile isbat edildiðinden burada ihtisar ederiz. BEÞÝNCi MEDAR: Beþerin cevher-i ruhunda derc edilmiþ gayr-i mahdut istidadat ve o istidadatta mündemiç olan gayr-i mahsur kabiliyetler ve o kabiliyetlerden neþ'et eden hadsiz meyiller ve o hadsiz meyillerden hasýl olan nihayetsiz emeller ve o nihayetsiz emellerden tevellüd eden gayr-i mütenâhî efkâr ve tasavvurat-ý insaniyye, þu âlem-i þehadetin arkasýnda bulunan saadet-i ebediyyeye elini uzatmýþ, ona gözünü dikmiþ, o tarafa müteveccih olmuþ olduðunu ehl-i tahkik görüyor.Ýþte hiç yalan söylemiyen fýtrat ve fýtrattaki þu kat'î ve þedid ve sarsýlmaz meyl-i saadet-i ebediyyenin tahakkukuna dair vicdana bir hads-i kat'î veriyor. Onuncu Söz'ün Onbirinci Hakikatý, bu hakikatý, gündüz gibi gösterdiðinden kýsa kesiyoruz. ALTINCI MEDAR: "Rahman-ý Rahîm" olan þu mevcudatýn Sâni-i Zülcemâlinin rahmeti, saadet-i ebediyyeyi gösteriyor. Evet ni'meti ni'met eden, ni'meti nýkmetlikten halâs eden ve mevcudatý,firak-ý ebedîden hâsýl olan vaveylâlardan kurtaran saadet-i ebediyyeyi;o rahmetin þe'nindendir ki,beþerden esirgemesin. Çünki: Bütün ni'metlerin re'si, reisi, gayesi, neticesi olan saadet-i ebediyye verilmezse,dünya öldükten sonra âhiret suretinde dirilmezse, bütün ni'metler nýkmetlere tahavvül ederler.O tahavvül ise, bilbedâhe ve bizzarure ve umum kâinatýn þehadetiyle muhakkak ve meþhud olan rahmet-i Ýlâhiyyenin vücudunu inkâr etmek lâzým gelir. Halbuki Rahmet, güneþten daha parlak bir hakikat-ý sâbitedir. Bak rahmetin cilvelerinden ve lâtif âsârýndan olan aþk ve þefkat ve akýl ni'metlerine dikkat et. Eðer firak-ý ebedî ve hicran-ý lâyezâlîye, hayat-ý insâniyye incirar edeceðini farz etsen; görürsün ki: O lâtif muhabbet, en büyük bir musibet olur. O leziz þefkat, en büyük bir illet olur. O nuranî akýl, en büyük bir belâ olur. Demek rahmet, (çünkü rahmettir) hicran-ý ebedîyi, muhabbet-i hakikiyeye karþý çýkaramaz. Onuncu Söz'ün Ýkinci Hakikatý, bu hakikatý gayet güzel bir surette gösterdiðinden burada ihtisar edildi. YEDÝNCÝ MEDAR: Þu kâinatta görünen ve bilinen bütün letaif, bütün mehasin, bütün kemâlât, bütün incizabat, bütün iþkiyakat, bütün terehhumat; birer mânadýr, birer mazmundur, birer kelime-i mâneviyyedir ki: Þu kâinatýn Sâni-i Zülcelâlinin lütuf ve merhametinin tecelliyâtýný, ihsan ve kereminin cilvelerini bizzarure, bilbedâhe kalbe gösterir, aklýn gözüne sokuyor. Madem þu âlemde bir hakikat vardýr. (Sh»Tls:110) Bilbedâhe hakikî rahmet vardýr. Madem hakikî rahmet vardýr, Saadet-i Ebediyye olacaktýr. Onuncu Söz'ün Dördüncü Hakikatý, Ýkinci hakikatý ile beraber þu hakikatý gündüz gibi aydýnlatmýþtýr. SEKÝZÝNCÝ MEDAR: Ýnsanýn fýtrat-ý zîþuûru olan vicdaný, saadet-i ebediyyeye bakar, gösterir.Evet, kim kendi uyanýk vicdanýný dinlerse, "Ebed!... Ebed!" sesini iþitecektir. Bütün kâinat o vicdana verilse, ebede karþý olan ihtiyacýnýn yerini dolduramaz. Demek o vicdan, o ebed için mahlûktur. Demek bu vicdanî olan incizab ve cezbe, bir gaye-i hakikiyyenin ve bir hakikat-ý câzibedârýn yalnýz cezbi ile olabilir. Onuncu Söz'ün Onbirinci Hakikatýnýn hâtimesi bu hakikatý göstermiþtir. DOKUZUNCU MEDAR: Sâdýk, masduk, musaddak olan Muhammed-i Arabî Aleyhisselâtü Vesselâm'ýn ihbarýdýr. Evet, O Zât'ýn (A.S.M) sözleri, saadet-i ebediyyenin kapýlarýný açmýþtýr ve O'nun (A.S.M) kelâmlarý, saadet-i ebediyyeye karþý birer penceredir. Zâten bütün Enbiyanýn (Alayhimüsselâm) icmaýný ve bütün evliyanýn tevatürünü elinde tutmuþ, bütün kuvvetiyle bütün dâvalarý: Tevhid-i Ýlâhîden sonra þu haþir ve saadet noktasýnda temerküz ediyor. Acaba, þu kuvveti sarsacak bir þey var mýdýr! Onunu Söz'ün Onikinci Hakikatý, þu hakikatý pek zâhir bir surette göstermiþtir. ONUNCU MEDAR: Onüç asýrda yedi vecihle i'câzýný muhafaza eden ve yirmibeþinci Söz'de isbat edildiði üzere kýrk aded enva-i i'câziyle mu'cize olan Kur'ân-ý Mu'ciz-il-Beyan'ýn ihbarat-ý kat'iyyesidir. Evet, o Kur'anýn nefs-i ihbarý, haþr-i cismânînin keþþafýdýr ve þu týlsým-ý muðlak-ý âlemin ve þu remz-i hikmet-i kâinatýn miftahýdýr. Hem o Kur'an-ý Mu'ciz-il-Beyan'ýn tazammun ettiði ve mükerreren tefekküre emredip nazara vaz'eylediði berahin-i akliyye-i kat'iyye, binlerdir. Ezcümle: Bir kýyas-ý temsilîyi tazammun eden: قُلْ يُحْيِهَا الَّذِى اَنْشَاَ هَآ اَوَّلَ مَرَّةٍ ve وَقَدْ خَلَقْنَاكُمْ اَطْوَارًا ve bir delil-i adâlete iþaret eden: وَمَا رَبُّكَ بِظَلاَمٍ لِلْعَبِيدِ gibi pekçok âyât ile haþr-i cismânîdeki saadet-i ebediyyeyi gösterecek pekçok dürbinleri, nazar-ý beþerin dikkatine vaz'etmiþtir. Kur'anýn sair âyetler ile izah ettiði þu: وَقَدْ خَلَقْنَاكُمْ اَطْوَارًا ve قُلْ يُحْيِهَا الَّذِى اَنْشَاَهَآ اَوَّلَ مَرَّةٍ deki kýyas-ý temsîlînin hulâsasýný "Nokta" risalesinde þöyle belan etmiþiz ki: (Sh»Tls:111) Vücud-u insan, tavýrdan tavýra geçtikçe acib ve muntazam inkýlâblar geçiriyor. Nutfeden alakaya, alakadan mudgaya, mudgadan azm ve lâhme, azm ve lâhmden halk-ý cedîde yâni insan suretine inkýlâbý, gayet dakik düsturlara tâbidir. O tavýrlarýn herbirisinin öyle kavânîn-i mahsusua ve öyle nizamat-ý muayyene ve öyle harekât-ý muttarideleri vardýr ki; cam gibi, altýnda bir kasd, bir irade, bir ihtiyar, bir hikmetin cilvelerini gösterir. Ýþte þu tarzda o vücudu yapan Sâni-i Hakîm, her sene bir libas gibi o vücudu deðiþtirir. O vücudun deðiþtirilmesi ve bekasý için inhilâl eden eczalarýn yerini dolduracak, çalýþacak yeni zerrelerin gelmesi için bir terkibe muhtaçtýr. Ýþte o beden hüceyreleri, muntazam bir kanun-u Ýlâhî ile yýkýldýðýndan yine muntazam bir kanunu-u Rabbânî ile tâmir etmek için rýzýk namiyle bir madde-i lâtifeyi ister ki, o beden uzuvlarýnýn ayrý ayrý hâcetleri nisbetinde Rezzak-ý Hakikî, bir kanun-u mahsus ile taksim ve tevzi ediyor. Þimdi O Rezzâk-ý Hakîm'in gönderdiði o madde-i lâtifenin etvarýna bak; göreceksin ki, o maddenin zerratý bir kafile gibi küre-i havada, toprakda, suda daðýlmýþ iken birden hareket emrini almýþlar gibi bir hareket-i kasdîyi iþmam eden bir keyfiyyet ile toplanýyorlar. Güya onlardan herbir zerre, bir vazife ile, bir mueyyen mekâna gitmek için me'murdur gibi gayet muntazam toplanýyorlar. Hem gidiþatýndan görünüyor ki, bir Fâil-i Muhtar'ýn bir kanun-u mahsusu ile sevkedilip, cemâdât âleminden mevâlide, yâni, zîhayat âlemine girerler. Sonra nizamat-ý muayyene ve harekât-ý muttaride ile ve desâtir-i mahsusa ile rýzk olarak bir bedene girip; o beden içinde dört matbahda piþirildikten sonra ve dört inkýlâbât-ý acîbeyi geçirdikten sonra ve dört süzgeçten süzüldükten sonra bedenin aktârýna yayýlarak bütün muhtaç olan âzalarýn muhtelif, ayrý ayrý derece-i ihtiyaçlarýna göre Rezzâk-ý Hakikî'nin inayetiyle ve muntazam kanunlarý ile inkýsam ederler. Ýþte o zerrattan hangi zerreye bir nazar-ý hikmetle baksan göreceksin ki: Basîrâne, muntazamâne, semîâne, alîmâne sevk olunan o zerreye, kör ittifak, kanunsuz tesadüf, saðýr tabiat, þuûrsuz esbab,hiç ona karýþamaz. Çünki herbirisi unsur-u mehitten tut, tâ beden hüceyresine kadar hangi tavra girmiþ ise, o tavrýn kavanîn-i muayyenesi ile güya ihtiyaren amel ediyor. Muntazaman giriyor. Hangi tabakaya sefer etmiþ ise, öyle muntazam adým atýyor ki; bilbedâhe bir Sâik-i Hakîm'in emri ile gidiyor gibi görünüyor. Ýþte böyle muntazam tavýrdan tavýra, tabakadan tabakaya git gide hedef ve maksadýndan ayrýlmýyarak tâ makam-ý lâyýkýna, meselâ: Tevfikin gözbebeðine Emr-i Rabbânî ile girer, oturur, çalýþýr. Ýþte bu halde, yâni erzaktaki tecelli-i Rubûbiyyet gösteriyor ki; ibtida o zerreler muayyen idiler, muvazzaf idiler, o makamlar için namzet idiler. Gûya herbirisinin alnýnda ve cephesinde "Filân hüceyrenin rýzký olacak" yazýlý gibi bir intizamýn vücudu, her adamýn alnýnda kalem-i kader (Sh»Tls:112) ile rýzký yazýlý olduðuna ve rýzký üstünde isminin yazýlý olmasýra iþaret eder. Acaba mümkün müdür ki: Bu derece nihayetsiz bir kudret ve muhît bir hikmet ile Rubûbiyyet eden ve zerrattan tâ Seyyarata kadar bütün mevcudatý kabza-i tasarrufunda tutmuþ ve intizam ve mizan dairesinde döndüren Sâmi-i Zülcelâl, "Neþ'e-i uhrâ"yý yapmasýn veya yapamasýn! Ýþte çok âyât-ý Kur'aniyye, þu hikmetli neþ'e-i ûlâyý nazar-ý beþere vaz'ediyor. Haþir ve kýyâmetdeki neþ'e-i uhrâyý ona temsil ederek istib'âdý izâle eder. Der: قُلْ يُحْيِهَا الَّذِى اَنْشَاَ هَآ اَوَّلَ مَرَّةٍ Yâni: "Sizi hiçten bu derece hikmetli bir surette kim inþa etmiþ ise, odur ki, sizi âhirette dirilecetir." Hem der ki: وَهُوَ الَّذِى يَبْدَؤُ الْخَلْقَ ثُمَّ يُعٍيدُهُ وَهُوَ اَهْوَنُ عَلَيْهِ Yâni: "Sizin haþirde iadeniz, dirilmeniz, dünyadaki hilkatinizden daha kolay, daha rahattýr." Nasýlki bir taburun askerleri, istirahat için daðýlsa, sonra bir boru ile çaðrýlsa kolay bir surette tabur bayraðý altýnda toplanmalarý; yeniden bir tabur teþkil etmekten çok kolay ve ve çok rahattýr. Öyle de: "Bir bedende birbiriyle imtizac ile ünsiyet ve münasebet peyda eden zerrat-ý esasiyye, Hazret-i Ýsrafil Aleyhisselâmýn Sûru ile Hâlik-ý Zulcelâlin emrine "Lebbeyk" demeleri ve toplanmalarý; aklen birinci îcattan daha kolay, daha mümkündür. Hem, bütün zerrelerin toplanmalarý belki lâzým deðil. Nüveler ve tohumlar hükmünde olan ve Hadîste عَجْبُ الذَّنَبْ tâbir edilen eczâ-i esasiyye ve zerrat-ý asliyye, ikinci neþ'e için kâfi bir esastýr, temeldir. Sâni-i Hakîm, beden-i insanîyi onlarýn üstünde bina eder. Üçüncü âyet olan وَمَا رَبُّكَ بِظَلاَّمٍ لِلْعَبِيدِ gibi âyetlerin iþaret ettikleri kýyâs-ý adlînin hulâsasý þudur ki: Âlemde çok görüyoruz ki: Zâlim, fâcir, gaddar insanlar gayet refah ve rahatla ve mazlûm ve mütedeyyin adamlar gayet zahmet ve zillet ile ömür geçiriyorlar. Sonra ölüm gelir, ikisini müsavi kýlar. Eðer þu müsavat, nihayetsiz ise, bir nihayeti yoksa, zulüm görünür. Halbuki: Zulümden tenezzühü, kâinatýn þehadetiyle sabit olan adâlet ve hikmet-i Ýlâhiyye, bu zulmü hiçbir cihetle kabul etmediðinden; bilbedâhe bir mecma'-i âheri iktiza ederler ki; birinci, cezasýný; ikinci, mükâfatýný görsün. Tâ, þu intizamsýz, periþan beþer, istidadýna münasib tecziye ve mükâfat (Sh»Tls:113) görüp adalet-i mahzaya medar ve hikmet-i Rabbâniyyeye mazhar ve hikmetli mevcudat-ý âlemin bir büyük kardeþi olabilsin. Evet, þu dâr-ý dünya, beþerin ruhunda mündemiç olan hadsiz istidatlarýn sünbüllenmesine müsait deðildir. Demek baþka âleme gönderilecektir. Evet, insanýn cevheri büyüktür. Öyle ise, ebede namzettir. Mahiyeti âliyedir. Öyle ise, cinayeti dahi azîmdir. Sair mevcûdata benzemez. intizamý da mühimdir. Ýntizamsýz olamaz, mühmel kalamaz, abes edilmez, fenâ-yý mutlak ile mahkûm olamaz, adem-i sýrfa kaçamaz. Ona, Cehennem aðzýný açmýþ bekliyor. Cennet ise, âðûþ-u nazdarânesini açmýþ gözlüyor. Onuncu Söz'ün Üçüncü Hakikatý bu ikinci misâlimizi gayet güzel gösterdiðinden burada kýsa kesiyoruz. Ýþte misâl için þu iki âyet-i kerîme gibi pekçok berâhin-i lâtife-i akliyyeyi tazammun eden sâir âyetleri dahi kýyâs eyle, tatabbu' et. Ýþte Menâbi-i Aþere ve On Medar; bir hads-i kat'î, bir bürhan-ý kat'îyi intaç ediyorlar ve o pek esaslý hads ve o pek kuvvetli bürhan, haþir ve kýyâmete dâî ve muktazînin vücuduna kat'iyyen delâlet ettikleri gibi, Sâni-i Zülcelâlin dahi -Onuncu Söz'de kat'iyyen isbat edildiði üzere- Hakîm, Rahîm, Hafîz, Âdil gibi, ekser Esmâ-i Hüsnâsý, haþir ve kýyâmetin gelmesini ve saadet-i ebediyyenin vücudunu iktiza ederler ve saadet-i ebediyyenin tahakkukuna kat'î delâlet ederler. Demek haþir ve kýyâmete muktazî o derece kuvvetlidir ki, hiçbir þek ve þüpheye medar olamaz. Üçüncü Esas Fâil, muktedirdir. Evet, nasýl haþrin muktazîsi, þüphesiz mevcuttur.Haþri yapacak Zât da nihayet derecede muktedirdir. Onun kudretinde noksan yoktur. En büyük ve en küçük þeyler O'na nisbeten birdirler. Bir baharý halk etmek, bir çiçek kadar kolaydýr. Evet, bir Kadîr ki: Þu âlem; bütün güneþleri, yýldýzlarý, avâlimi, zerratý, cevahiri nihayetsiz lisanlarla O'nun azametine ve kudretine þehadet eder. Hiçbir vehim ve vesvesenin hakký var midir ki, haþr-i cismânîyi o kudretten istib'âd etsin. Evet bilmüþâhede bir Kadîr-i Zülcelâl, þu âlem içinde, her asýrda birer yeni ve muntazam dünyayý halkeden, hattâ her senede birer yeni seyyar, muntazam kâinatý îcad eden, hattâ her günde birer yeni muntazam âlem yapan; daima þu semâvet ve arz yüzünde ve birbiri arkasýnda geçici dünyalarý, kâinatlarý kemâl-i hikmet ile halkeden, deðiþtiren ve asýrlar ve seneler, belki günler adedince muntazam âlemleri zaman ipine asan ve onunla azamet-i kudretini güsteren ve yüzbin çeþit haþrin nakýþlarýyla teyin ettiði koca bahar çiçeðini küre-i arzýn baþýna (Sh»Tls:114) birtek çiçek gibi takan ve onunla kemâl-i hikmetini, cemâl-i san'atýný izhar eden bir Zât, "Nasýl kýyameti getirecek, nasýl bu dünyayý âhiretle deðiþtirecek" denilir mi! Þu Kadîr'in kemâl-i kudretini ve hiçbir þey O'na aðýr gelmediðini ve en büyük þey, en küçük þey gibi O'nun kudretine aðýr gelmediðini ve hadsiz efrad, birtek fert gibi o kudrete kolay geldiðini, þu âyet-i kerîme ilân ediyor: مَا خَلْقُكُمْ وَلاَ بَعْثُكُمْ اِلاَّ كَنَفْسٍ وَاحِدَةٍ Þu âyetin hakikatini Onuncu Söz'ün Hâtimesinde icmâlen ve "Nokta Risalesi"nde ve Yirminci Mektub'da îzâhen beyan etmiþiz. Þu makam münasebetiyle üç mes'ele suretinde bir parça izah ederiz. Ýþte Kudret-i Ýlâhiyye zâtiyyedir, öyle ise acz tahallül edemez.Hem melekûtiyyet-i eþyaya taallûk eder. Öyle ise mevâni' tedâhül edemez. Hem nisbeti, kanunîdir. Öyle ise cüz', külle müsavi gelir ve cüz'î, küllî hükmüne geçer. Ýþte þu üç mes'eleyi isbat edeceðiz. BÝRÝNCÝ MES'ELE:Kudret-i Ezeliyye, Zât-ý Akdes-ý Ýlâhiyyenin lâzime-i zaruriyye-i zâtiyyesidir. Yâni, bizzarure zâtýn lâzýmesidir. Hiçbir cihet-i infikâki olamaz Öyle ise, kudretin zýddý olan acz, o kudreti istilzam eden zâta bilbedâhe ârýz olamaz. Çünki: O halde cem'-i zýddeyn lâzým gelir. Mâdem acz, zâta ârýz olamaz; bilbedâhe, o zâtýn lâzýmý olan kudrete tahallül edemez.Madem acz, kudretin içine giremez; bilbedâne, o kudret-i zâtiyyede meratib olamaz. Çünki herþey'in vücud merâtib; o þeyin zýtlarýnýn tedâhülü iledir. Meselâ: Hararetteki merâtîb, bürûdetin tahallülü iledir; hüsündeki derecat, kubhun tedâhülü iledir ve hâkezâ kýyâs et... Fakat, mümkinatta, hakikî ve tabiî lüzum-u zâtî olmadýðýndan, mümkinatta zýtlar birbirine girebilmiþ. Mertebeler tevellüd ederek ihtilâfat ile tagayyürüt-ý âlem neþ'et etmiþtir.Mademki Kudret-i ezeliyyede merâtib olamaz. Öyle ise, makdurut dahi, bizzarure kudrete nisbeti bir olur. En büyük, en küçüðe müsavi ve zerreler, yýldýzlara emsâl olur. Bütün haþr-i beþer, birtek nefsin ihyâsý gibi; bir baharýn îcadý, birtek çiçeðin sun'u gibi o kudrete kolay gelir. Eðer esbaba isnad edilse; o vakit birtek çiçek, bir bahar kadar aðýr olur. Þu Söz'ün Ýkinci Makamýnýn Dördüncü "ALLAHÜ EKBER" mertebesinin âhir fýkrasýnýn hâþiyesinde, hem Yirmiikinci Söz'de, hem Yirminci Mektub'da ve zeylinde isbat edilmiþ ki: Hilkat-i eþya Vâhid-i Ehad'e verilse, bütün eþya, bir þey gibi kolay olur. Eðer esbaba verilse; bir þey, bütün eþya kadar külfetli, aðýr olur. (Sh»Tls:115) ÝKÝNCÝ MES'ELE ki; kudret, melekûtiyyet-i eþyaya taallûk eder. Evet, kâinatýn âyine gibi iki yüzü var. Biri, mülk ciheti ki: Âyinenin renkli yüzüne benzer. Diðeri, melekûtiyyet ciheti ki: Âyinenin parlak yüzüne benzer.Mülk ciheti ise, zýdlarýn cevelângâhýdýr. Güzel çirkin, hayýr þer, küçük büyük, aðýr kolay gibi emirlerin mahall-i vürûdudur. Ýþte þunun içindir ki: Sâni-i Zülcelâl esbab-ý zâhirîyi, tasarrufat-ý kudretine perde etmiþtir. Tâ dest-i kudret, zâhir akla göre hasis ve nâ- lâyýk emirlerle bizzat mübaþereti görünmesin.Çünki: Azamet ve izzet, öyle ister. Fakat, o vesait ve esbaba hakiki te'sir vermemiþtir. Çünki: Vahdet-i Ehadiyet öyle ister. Melekûtiyyet ciheti ise, her þeyde parlaktýr, temizdir. Teþahhusatýn renkleri, müzahrafatlarý, ona karýþmaz. O cihet, vasýtasýz kendi Hâlikýna müteveccihtir. Onda terettüb-ü esbab, teselsül-ü ilel yoktur. Ona; illiyet, malûliyet giremez. Eðribüðrüsü yoktur. Mâniler müdahale edemezler. Zerre, Þemse kardeþ olur. ELHASIL: O kudret hem basittir, hem nâmütenâhîdir, hem zâtîdir. Mahall-i taallûk-u kudret ise, hem vasýtasýz, hem lekesiz, hem isyansýzdýr. Öyle ise, o kudretin dairesinde, büyük küçüðe karþý tekebbürü yok. Cemaat ferde karþý rüchâný olamaz. Küll cüz'e nisbeten, kudrete karþý fazla nazlanamaz. ÜÇÜNCÜ MES'ELE ki; kudretin nisbeti, kanunîdir. Yâni: Çoða-aza, büyüðe-küçüðe bir bakar. Þu mes'ele-i gamýzayý birkaç temsil ile zihne takrib edeceðiz. Ýþte kâinatta "Þeffafiyet" "Mukabele" "Müvazene" "intizam" "Tecerrüd" "Ýtâat" birer emirdir ki; çoðu aza; büyüðü, küçüðe müsavi kýlar, Birinci Temsil: "Þeffafiyet" sýrrýný gösterir. Meselâ: Þemsin feyz-i tecellisi olan timsali ve aksi, denizin yüzünde ve denizin herbir katresinde ayný hüviyeti gösterir. Eðer küre-i arz, perdesiz güneþe karþý muhtelif cam parçalarýndan mürekkeb olsa; Þemsin aksi, herbir parçada ve bütün zemin yüzünde müzahametsiz, tecezzisiz, tenakussuz bir olur. Eðer faraza Þems, fâil-i muhtar olsa idi ve feyz-i ziyasýný, timsâl-i aksini iradesiyle verse idi; bütün zemin yüzüne verdiði feyzi, bir zerreye verdiði feyzden daha aðýr olamazdý. Ýkinci Temsil: "Mukabele Sýrrý"dýr. Meselâ: (Sh»Tls:116) Zîhayat fertlerden (yâni insanlardan) terekküb eden bir daire-i azîmenin nokta-i merkeziyyesindeki ferdin elinde bir mum ve daire-i muhitteki fertlerin ellerinde de birer âyine farzedilse; nokta-i merkeziyyenin muhit aynalarýna verdiði feyiz ve cilve-i aks, müzahametsiz, tecezzisiz, tenakussuz, nisbeti birdir. Üçüncü Temsil: "Müvazene Sýrrý"dýr. Meselâ: Hakikî ve hassas ve çok büyük bir mizan bulunsa; iki gözünde iki güneþ veya iki yýldýz veya iki dað veya iki yumurta veya iki zerre herhangisi bulunursa bulunsun, sarf olunacak ayni kuvvet ile o hassas azîm terazinin bir gözü göðe, biri zemine inebilir. Dördüncü Temsil: "Ýntizam Sýrrý"dýr. Meselâ: En azîm bir gemi, en küçük bir oyuncak gibi çevrilebilir. Beþinci Temsil: "Tecerrüd Sýrrý"dýr. Meselâ: Teþahhusattan mücerred bir mahiyet, bütün cüz'iyyatýna en küçüðünden en büyüðüne tenakus etmeden, tecezzi etmeden bir bakar, girer. Teþahhusat-ý zâhiriyye cihetindeti hususiyetler, müdahale edip þaþýrtmaz.O mahiyet-i mücerredin nazarýný taðyîr etmez. Meselâ: Ýðne gibi bir balýk, Balina balýðý gibi o mahiyet-i mücerredeye mâliktir. Bir mikrop, bir gergedan gibi mahiyet-i hayvaniyeyi taþýyor. Altýncý Temsil: "Ýtâat Sýrrý"ný gösterir. Meselâ: Bir kumandan, "Arþ" emri ile bir neferi tahrik ettiði gibi, ayný emir ile bir orduyu tahrik eder, þu temsil-i itâat sýrrýnýn hakikati þudur ki: Kâinatta, bittecrübe herþey'in bir nokta-i kemâli vardýr. O þey'in, o noktaya bir meyli vardýr. Muzaaf meyil, ihtiyaç olur. Muzaaf ihtiyaç, iþtiyak olur. Muzaaf iþtiyak incizab olur ve incizab, iþtiyak, ihtiyaç, meyil; Cenâb-ý Hakk'ýn evâmir-i tekvîniyyesinin, mahiyet-i eþya tarafýndan birer habbe ve nüve-i imtisâlidirler. Mümkinat mahiyetlerinin mutlak kemâli, mutlak vücuttur. Hususî kemâli; istidatlarýný, kuvveden fiile çýkaran ona mahsus bir vücuttur, Ýþte bütün kâinatýn "Kün" emrine itâatý, birtek nefer hükmünde olan bir zerrenin itâatý gibidir. Ýrade-i Ezeliyye'den gelen "Kün" emri ezelisine mümkinatýn itaatý ve imtisâlinde yine iradenin tecellisi olan meyil ve ihtiyaç ve þevk ve incizab; birden, beraber mündemiçtir. Lâtif su, nâzik bir meyille incimad emrini aldýðý vakit demiri parçalamasý, itâat sýrrýnýn kuvvetini gösterir. (Sh»Tls:117) Þu altý temsil; hem nâkýs, hem mütenâhî, hem zaif, hem te'sir-i hakikîsi yok olan mümkinat kuvvetinde ve fiilinde bilmüþâhede görünse; elbette hem gayr-i mütenâhî, hem ezelî,hem ebedî, hem bütün kâinatý adem-i sýrfdan îcad eden ve bütün ukulü hayrette býrakan hem âsâr-ý azametiyle tecelli eden Kudret-i Ezeliyyeye nisbeten þüphesiz herþey müsavidir. Hiçbir þey O'na aðýr gelmez (Gaflet olunmaya). Þu altý sýrrýn küçük mizanlariyle o kudret tartýlmaz ve münasabete giremez. Yalnýz fehme takrib ve istib'âdý izale için zikredilir. Üçüncü Esasýn Netice ve Hulâsasý: Madem Kudret-i Ezeliyye, gayr-i mütünâhîdir. Hem, Zât-ý Akdes'e lâzime-i zaruriyyedir.Hem, herþey'in lekesiz, perdesiz melekûtiyyet ciheti, O'na müteveccihtir. Hem, O'na mukabildir. Hem, tesâvi-i tarafeynden ibaret olan imkân itibariyle muvazenettedir.Hem, þeriat-i fýtriyye-i kübra olan nizâm-ý fýtrata ve kavanîn-i âdetullaha mutî'dir. Hem, mânilerden ve ayrý ayrýý hususiyetlerden melekûtiyyet ciheti, mücerred ve sâfidir. Elbette en büyük þey, en küçük þey gibi, o kudrete ziyade nazlanmaz, mukavemet etmez. Öyle ise, Haþirde bütün zevil-ervahýn ihyasý, bir sineðin baharda ihyasýndan daha ziyade kudrete aðýr olmaz. Öyle ise: مَا خَلْقُكُمْ وَلاَ بَعْثُكُمْ اِلاَّ كَنَفْسٍ وَاحِدَةٍ fermâný mübalâðasýzdýr, doðrudur, haktýr. Öyle ise, müddeamýz olan: "Fâil muktedirdir, o cihette hiçbir mâni yoktur." Kat'î bir surette tahakkuk etti. Dördüncü Esas Nasýl, kýyamet ve haþre muktazi var ve haþri getirecek fâil dahi muktedirdir.Öyle de: Þu dünyanýn, kýyamet ve haþre kabiliyeti vardýr. Ýþte þu mahal kabildir olan müddeamýzda dört mes'ele vardýr. Birincisi: Þu âlem-i dünyanýn imkân-ý mevtidir. Ýkincisi: O mevtin vukuudur. Üçüncüsü: O harab olmuþ, ölmüþ dünyanýn, âhiret suretinde tâmir ve dirilmesinin imkânýdýr. Dördürcüsü: O mümkün olan tâmir ve ihyânýn vuku bulmasýdýr. Birinci Mes'ele: Þu kâinatýn mevti, mümkündür. Çünki: Bir þey kanun-u tekâmülde dahil ise, o þeyde alâ-külli-hal neþvünema vardýr. Neþvünema ve büyümek varsa, ona alâ-külli-hal bir ömr-ü fýtrî vardýr. (Sh»Tls:118) Ömr-ü fýtrîsi var ise, alâ-külli-hal bir ecel-i fýtrîsi vardýr. Gayet geniþ bir istikra ve tetebbu ile sabittir ki, öyle þeyler, mevtin pençesinden kendini kurtaramaz. Evet nasýl ki insan küçük bir âlemdir, yýkýlmaktan kurtulamaz. Âlem dahi büyük bir insandýr, o dahi ölümün pençesinden kurtulamaz. O da ölecek sonra dirilecek veya yatýp sonra subh-u haþirle gözünü açacaktýr. Hem nasýlki, kâinatýn bir nüsha-i musaððarasý olan bir þecere-i zîhayat, tahrib ve inhilâden baþýný kurtaramaz. Öyle de: Þecere-i hilkatten teþa'ub etmiþ olan silsile-i kâinat tâmir ve tecdid için, tahribden, daðýlmaktan kendini kurtaramaz. "Eðer dünyanýn ecel-i fýtrîsindin evvel Ýrade-i Ezeliyyenin izni ile, hâricî bir maraz veya muharrib bir hâdise baþýna gelmezse ve onun Sâni-i Hakîm'i dahi, ecel-i fýtrîden evvel onu bozmazsa, herhalde hattâ fennî bir hesap ile bir gün gelecekki: اِذَ الشَّمْسُ كُوِّرَتْ * وَاِذَا النُّجُومُ انْكَدَرَتْ * وَاِذَ الْجِبَالُ سُيِّرَتْ * اِذَا السَّمَآءُ انْفَطَرَتْ * وَاِذَا الكَوَاكِبُ انْتَثَرَتْ * وَاِذَ الْبِحَارُ فُجِّرَتْ* mânalarý ve sýrlarý, Kadîr-i Ezelînin izni ile tezahür edip, o dünya olan büyük insan sekerâta baþlayýp acip bir hýrýltý ile ve müthiþ bir savt ile fezayý çýnlatýp dolduracak, baðýrýp ölecek; sonra emr-i Ýlâhî ile dirilecektir. ÝNCE REMÝZLÝ BÝR MES'ELE Nasýlki su, kendi zararýna olarak incimad eder.Buz, buzun zararýna temeyyu eder. Lüb, kýþrýn zararýna kuvvetleþir. Lâfz, mâna zararýna kalýnlaþýr. ruh, cesed hesabýna zaifleþir. Cesed, ruh hesabýna inceleþir. Öyle de: Âlam-i kesif olan dünya, âlem-i lâtif olan âhiret hesabýna, hayat makinesinin iþlemesiyle þeffaflaþýr, lâtifleþir.Kudret-i Fâtýra, gayet hayret verici bir faaliyetle kesif, câmid, sönmüþ, ölmüþ eczalarda nur-u hayatý serpmesi, bir remz-i kudrettir ki; âlem-i lâtif hesabýna þu âlem-i kesifi nur-u hayat ile eritiyor, yandýrýyor, ýþýklandýrýyor, hakikatýný kuvvetleþtiriyor. Evet, hakikat ne kadar zaif ise de ölmez, suret gibi mahvolmaz. Belki teþahhuslarda, suretlerde seyr ü sefer eder. Hakikat büyür, inkiþaf eder, gittikçe geniþlenir. Kýþýr ve suret ise eskileþir, inceleþir, parçalanýr. Sabit ve büyümüþ hakikatýn kametine yakýþmak için daha güzel olarak tazeleþir. Ziyade ve noksan noktasýnda hakikatla suret, mâkûsen mütenâsiptirler. Yâni: Suret kalýnlaþtýkça, hakikat inceleþir. Suret inceleþtikçe, hakikat o nisbette kuvvet bulur. Ýþte þu kanun, kanun-u tekâmüle dahil olan bütün eþyaya þamildir. Demek herhalde bir zaman gelecek ki: Kâinat hakikat-ý uzmasýnýn kýþýr ve sureti (Sh»Tls:119) olan âlem-i þehadet, Fâtýr-ý Zülcelâlin izniyle parçalanacak. Sonra daha güzel bir surette tazelenecektir. يَوْمَ تُبَدَّلُ الاَرْضُ غَيْرَ الاَرْضِ sýrrý tahakkuk edecektir. Elhasýl: Dünyanýn mevti mümkün, hem hiç þüphe getirmez ki mümkündür. Ýkinci Mes'ele: Mevt-i dünyanýn vuku bulmasýdýr. Þu mes'eleye delil: Bütün Edyan-i Semâviyyenin icmâýdýr ve bütün fýtrat-ý selimenin þehadetidir ve þu kâinatýn bütün tahavvülât ve tebeddülât ve tagayyürâtýnýn iþaretidir. Hem asýrlar, seneler adedince zîhayat dünyalarýn ve seyyar âlemlerin, þu dünya misafirhanesinde mevtleriyle, asýl dünyanýn da onlar gibi ölmesine þehadetleridir. Þu dünyanýn sekeratýný, Âyât-ý Kur'aniyyenin iþaret ettiði surette tahayyül etmek istersen, bak, þu kâinatýn eczalarý, dakik, ulvî bir nizam ile birbirine baðlanmýþ. Hafî, nâzik, lâtif bir rabýta ile tutunmuþ ve o derece bir intizam içindedir ki; eðer ecram-ý ulviyyeden tek bir cirm, "Kün" emrine veya "Mihverinden çýk" hitabýna mazhar olunca, þu dünya sekerata baþlar. Yýldýzlar çarpýþacak, ecramlar dalgalanacak, nihayetsiz feza-yý âlemde milyonlar gülleleri, küreler gibi büyük toplarýn müthiþ sadalarý gibi vâveylâya baþlar. Birbirine çarpýþarak kývýlcýmlar saçarak, daðlar uçarak, denizler yanarak yeryüzü düzlenecek. Ýþte, þu mevt ve sekerat ile Kadîr-i Ezelî kâinatý çalkalar; kâinatý tasfiye edip, Cehennem ve Cehennem'in maddeleri bir tarafa, Cennet ve Cennet'in mevadd-ý münasibeleri baþka tarafa çekilir, âlem-i âhiret tezâhür eder. Üçüncü Mes'ele: Ölecek âlemin dýrýlmesi mümkündür. Çünki: Ýkinci Esas'ta isbat edildiði gibi; Kudrette noksan yoktur. Muktazî ise, gayet kuvvetlidir. Mes'ele ise mümkinattandýr. Mümkün bir mes'elenin gayet kuvvetli bir muktazîsi var ise, fâilin kudretinde noksaniyyet yok ise, ona mümkün deðil: belki, vâki suretiyle bakýlabilir. REMÝZLÝ BÝR NÜKTE Þu kâinata dikkat edilse görünüyor ki: Ýçinde iki unsur var ki, her tarafa uzanmýþ, kök atmýþ. Hayýr þer, güzel çirkin, nef' zarar, kemâl noksan, ziya zulmet, hidayet dalâlet, nur nâr, îman küfür, tâat isyan, havf muhabbet gibi âsârlariyle, meyveleriyle þu kâinatta ezdad birbiriyle çarpýþýyor. Daima tagayyür ve tebeddülâta mazhar oluyor.Baþka bir âlemin mahsulâtýnýn tezgâhý hükmünde çarklarý dönüyor. Elbette o iki unsurun birbirine zýd olan dallarý ve neticeleri, ebede gidecek; temerküz edip birbirinden ayrýlacak. O vakit, Cennet-Cehennem suretinde tezahür (Sh»Tls:120) edecektir. Madem âlem-i beka þu âlem-i fenâdan yapýlacaktýr. Elbette anasýr-ý esasiyyesi, bekaya ve ebede gidecektir. Evet, Cennet-Cehennem; þecere-i hilkatten ebed tarafýna uzanýp eðilerek giden dalýnýn iki meyvesidir ve þu silsile-i kâinatýn iki neticesidir ve þu seyl-i þuûnatýn iki mahzenidir ve ebede karþý cereyan eden ve dalgalanan mevcudatýn iki havzýdýr ve lûtuf ve kahrýn iki tecelligâhýdýr ki; dest-i kudret bir hareket-i þedide ile kâinatý çalkaladýðý vakit, o iki havuz münasip maddelerle dolacaktýr. Þu Remizli Nüktenin Sýrrý Þudur ki: Hakîm-i Ezelî, Ýnayet-i sermediyye ve hikmet-i ezeliyyenin iktizasý ile, þu dünyayý, tecrübeye mahal ve imtihana meydan ve Esmâ-i Hüsnâsýna âyine ve kalem-i kader ve kudretine sahife olmak için yaratmýþ ve tecrübe ve imtihan ise neþvünemaya sebeptir. O neþvünema ise, istidatlarýn inkiþafýna sebeptir. O inkiþaf ise, kabiliyetlerin tezahürüne sebeptir. O kabiliyetlerin tezahürü ise, hakaik-i nisbiyyenin zuhuruna sebeptir. Hakaik-ý nisbiyyenin zuhuru ise, Sâni-i Zülcelâl'in Esmâ-i Hüsnâsýnýn nukuþ-u tecelliyatýný göstermesine ve kâinatý mektubat-ý Samedaniyye suretine çevirmesine sebeptir. Ýþte þu sýrr-ý imtihan ve sýrr-ý teklif iledir ki; ervâh-ý âliyenin elmas gibi cevherleri, ervâh-ý sâfilenin kömür gibi maddelerinden tasaffi eder, ayrýlýr... iþte, bu mezkûr sýrlar gibi daha bilmediðimiz çok ince, âlî hikmetler için, âlemi bu surette irade ettiðinden þu âlemin tegayyür ve tahavvülünü dahi o hikmetler için irade etti. Tahavvül ve tegayyür için zýtlarý birbirine hikmetle karýþtýrdý ve karþý karþýya getirdi. Zararlarý menfaatlara mezcederek, þerleri hayýrlara idhal ederek, çirkinlikleri güzelliklerle cem'ederek, hamur gibi yoðurarak þu kâinatý tebeddül ve tagayyür kanununa ve tehavvül ve tekâmül düsturuna tâbi kýldý. Vaktaki meclis-i imtihan kapandý.Tecrübe vakti bitti. Esmâ-i Hüsnâ hükmünü icra etti. Kalem-i kader, mektûbatýný tamamiyle yazdý. Kudret, nukuþ-u san'atýný tekmil etti. Mevcudat, vezaifini ifa etti. Mahlûkat, hizmetlerini bitirdi. Her þey, mânasýný ifade et. Dünya, âhiret fidanlarýný yetiþtirdi. Zemin, Sâni-i Kadîr'in bütün mu'cizat-ý kudretini, umum havârik-ý san'atýný teþhir edip gösterdi. Þu âlem-i fena, sermedî manzaralarý teþkil eden levhalarý zaman þeridine taktý. O Sâni-i Zülcelâl'in hikmet-i sermediyyesi ve inayet-i ezeliyyesi; o imtihan neticelerini, o tecrübenin neticelerini, o Esmâ-i Hüsnânýn tecellilerinin hakikatlarýný, o kalem-i kader mektubatýnýn hakaikýný, o nümûne-misâl nukuþ-u san'atýnýn asýllarýný, o vezaif-i mevcudatýn faidelerini, gayelerini, o hidemat-ý mahlûkatýn ücretlerini ve o kelimat-ý kitab-ý kâinatýn ifade ettikleri mânalarýn hakikatlarýný ve istîdat çekirdeklerinin sünbüllenmesini ve bir mahkeme-i (Sh»Tls:121) kübra açmasýný ve dünyadan alýnmýþ misâlî manzaralarýn göstermesini ve esbab-ý zâhiriyyenin perdesini yýrtmasýný ve herþey doðrudan doðruya Hâlik-ý Zülcelâl'ine teslim etmesi gibi hakikatlarý iktiza etti ve o mezkûr hakikatlarý iktiza ettiði için, kâinatý daðdaða-i tagayyür ve fenadan, tahavvül ve zevalden kurtarmak ve ebedîleþtirmek için o zýtlarýn tasfiyesini istedi ve tagayyürün esbabýný ve ihtilâfatýn maddelerini tefrik etmek istedi. Elbette kýyâmeti koparacak ve o neticeler için tasfiye edecek. Ýþte þu tasfiyenin neticesinde Cehennem, ebedî ve dehþetli bir suret alýp, taifeleri وَامْتَازُوا الْيَوْمَ اَيُّهَا الْمُجْرِمُونَ tehdidine mazhar olacak. Cennet ebedî, haþmetli bir suret giyerek ehil ve ashabý سَلاَمُ عَلَيْكُمْ طِبْتُمْ فَادْخُلُوهَا خَالِدِينَ hitabýna mazhar olacak. Yirmisekizinci Söz'ün Birinci Makamýnýn Ýkinci Sualinde isbat edildiði gibi; Hakîm-i Ezelî, þu iki hanenin sekenelerine, kudret-i kâmilesiyle ebedî ve sabit bir vücut verir ki; hiç inhilâl ve tagayyüre ve ihtiyarlýða ve inkýrâza mâruz kalmazlar. Çünki: Ýnkýrâza sebebiyyet veren tagayyürün esbabý bulunmaz... Dördüncü Mes'ele: Þu mümkün, vâki olacaktýr. Evet dünya, öldükten sonra âhiret olarak diriltilecektir. Dünya harab edildikten sonra, o dünyayý yapan Zât, yine daha güzel bir surette onu tâmir edecek, âhiretten bir menzil yapacaktýr. Þuna delil; baþta Kur'an-ý Kerîm binler berâhin-i akliyyeyi tazammun eden umum âyâtiyle ve bütün Kütüb-ü Semâviyye bunda müttefik bulunduðu gibi, Zât-ý Zülcelâl'in evsaf-ý celâliyyesi ve evsaf-ý cemâliyyesi ve Esmâ-i Hüsnâsý, bunun vukuuna kat'î surette delâlet ederler ve enbiyaya gönderdiði bütün semavî fermanlarý ile kýyâmeti ve haþrin îcâdýný va'detmiþ. Ýþte madem va'detmiþ, elbette yapacaktýr. Onuncu Söz'ün Sekizinci Hakikatine müracaat et. Hem baþta Muhammed-i Arabî Aleyhissalâtü Vesselâm'ýn bin mu'cizatýnýn kuvveti ile, bütün enbiya ve mürselînin ve evliya sýddîkînin, vukuunda müttefik olup haber verdikleri gibi; þu kâinat bütün âyât-ý tekvîniyyesiyle, vukuundan haber veriyor. Elhasýl: "Onuncu Söz" bütün hakaikýyla, "Yirmisekizinci Söz Ýkinci Makamýnda" Lâsiyyemalardaki bütün berahiniyle, gurub etmiþ güneþin sabahleyin yeniden tulû' edeceði derecesinde bir kat'iyetle göstermiþtir ki: Hayat-ý dünyeviyenin gurubundan sonra þems-i hakikat, hayat-ý uhreviyye suretinde çýkacaktýr. Ýþte baþtan buraya kadar beyanatýmýz, Ýsm-i Hakîm'den istimdat ve (Sh»Tls:122) Feyz-i Kur'andan istifade suretinde kalbi kabûle, nefsi teslime, aklý iknaa ihzar için "Dört Esas" söyledik. Fakat biz neyiz ki, buna dair söz söyliyeceðiz. Asýl þu dünyanýn sahibi, þu kâinatýn Hâliký, þu mevcuratýn Mâliki ne söylüyor.. O'nu dinlemeliyiz. Mülk sahibi söz söylerken baþkalarýnýn ne haddi var ki, fuzûliyâne karýþsýn... Ýþte o Sâni-i Hakîm, dünya mescidinde ve arz mektebinde, asýrlar arkasýnda oturan taifelerin umum saflarýna hitaben îrad ettiði hutbe-i ezeliyyesinde, kâinatý zelzeleye veren: اِذَا زُلْزِلَتِ الاَرْضُ زِلْزَالَهَا *وَاَخْرَجَتِ الاَرْضُ اَثْقَالَهَا * وَقَالَ الاِنْسَانُ مَالَهَا *يَوْمَئِذٍ تُحَدِّثُ اَخْبَارَهَا * بَاَنَّ رَبَّكَ اَوْحَىلَهَا * يَوْئِذٍ يَصْدُرُ النَّاسُ اَشْتَاتًا لِيُرَوْ ا اَعْمَالَهُمْ * فَمَنْ يَعْمَ مِثْقَالَ ذَرَّةٍ خَيْرً يَرَهُ * وَمَنْ يَعْمَلْ مِثْقَالَ ذَرَّةٍ شَرًّ يَرَهُ * ve bütün mahlûkatý neþ'elendiren, þevke getiren وَبَشِّرِ الَّذِينَ اَمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ اَنَّ لَهُمْ جَنَّاتٍ تَجْرِى مِنْ تَحْتِهَا الاَنْهَارُ كُلَّمَا رُزِقُوا مِنْهَا مِنْ ثَمَرَةٍ رِزْقًا قَالُوا هَذَا الَّذِى رُزِقْنَا مِنْ قَبْلُ وَاُتُوا بِهِ مُتَشَابِهًا وَلَهُمْ فِيهَآ اَزْوَاجٌ مُطَهَّرَةٌ وَهُمْ فِيهَا خَالِدُونَ gibi binler fermanlarý, Mâlik-ül Mülk'ten, Sâhib-i Dünya ve Âhiretten dinlemeliyiz. "Âmennâ ve Saddaknâ" demeliyiz. سُبْحَانَكَ لاَعِلْمَ لَنَا اِلاَّ مَا عَلَّمْتَنا اِنَّكَ اَنْتَ العَلِيمُ الحَكِيمُ رَبَّنَا لاَتُؤَاخِذْنَا اِنْ نَسيناَ اَوْ اخْطَانَا اَللَّهُمَّ صَلِّ عَلَى سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ وَعَلَى اَلِ سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ كَمَا صَلَّيْتَ عَلَى سَيِّدِنَا اِبْرَاهِيمَ وَعَلَى اَلِ سَيِّدِنَا اِبْرَاهِيمَ اِنَّكَ حَمِيدٌ مَجِيدٌ * * * Link zu diesem Kommentar Auf anderen Seiten teilen Mehr Optionen zum Teilen...
Empfohlene Beiträge