EMRE Geschrieben 21. Dezember 2008 Teilen Geschrieben 21. Dezember 2008 OTUZÜÇÜNCÜ SÖZ Otuzüç Penceredir (Bir cihette otuzüçüncü mektup ve bir cihette otuzüçüncü söz.) بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَن الرَّحِيمِ سَنُرِيهِمْ اَيَاتِنَا فِى الاَفَاقِ وَفِى اَنْفُسِهِمْ حَتَّى يَتَبَيَّنَ لَهُمْ اَنَّهُ الْحَقُّ اَوَلَمْ يَكْفِ بِرَبِّكَ اَنَّهُ عَلَى كُلِّ شَىْءٍ شًهِيدٌ * Sual: Þu iki ayet-i camianýn ifade ettiði vücub ve vahdaniyyet-i ilahiyye ve evsaf ve þuunat-ý Rabbaniyyeye, alem-i asgar ve ekber olan insan ve kainatýn vech-i delaletlerini, mücmel ve kýsa bir surette beyanlarýný isteriz. Çünki: Münkirler pek ileri gittiler ne vakte kadar " Ve hüve ala külli þey'in kadir" deyip, elimizi kaldýracaðýz ? diyorlar. % Elcevap: Yazýlan bütün otuzüç adet Sözler, o ayetin denizinden ve ifaza ettiði hakikat bahrinden otuzüç katredir. Onlara baksanýz cevabýnýzý alabilirsiniz. Þimdilik yalnýz o denizden bir katrenin reþehatýna iþaret nev'inden þöyle deriz ki: % Mesela: Nasýl ki bir zat-ý mu'ciznüma büyük bir saray yapmak istese: Evvela temellerini, esaslarýný muntazaman hikmetle vaz'eder ve ilerideki neticelerine ve gayelerine muvafýk bir tarzda tertib eder. Sonra menzillere, kýsýmlara meharetle tefrik ve tafsil ediyor. Sonra o menzilleri tanzim ve tertib ediyor. Sonra nukuþlarla tezyin ediyor. Sonra elektrik lambalarýyla tenvir ediyor. Sonra o muhteþem ve müzeyyen sarayda meharetini, ihsanatýný tecdit etmek için herbir tabakada yeni yeni icadlar, tebdiller, tahviller yapýyor, sonra herbir menzilde kendi makamýna merbut bir telefon rabtedip birer pencere açarak, herbirinden onun makamý görünür. Aynen öyle de: وَاللَّهُ الْمَثَلُ الاَعْلَى Sani-i Zülcelal; Hâkim-i Sh:»(S.N: 114) Hakim, Adl-i Hakem gibi binbir Esma-yi kudsiyye ile müsemma, Fatýr-ý Bimisal, þu alem-i ekber olan kainat sarayýnýn ve hilkat þeceresinin icadýný irade etti. Altý günde, o sarayýn, o þecerenin esasatýný desatir-i hikmet ve kavânin-i ilm-i ezelisi ile vaz'etti. Sonra ulvi ve süfli tabakata ve dallara ayýrýp, kaza ve kader desatiri ile tafsil ve tasvir etti. Sonra her mahlukatýn her taifesini ve her tabakasýný sun ve inayet düsturu ile tanzim etti. Sonra herþeyi, herbir alemi; ona layýk bir tarzda, mesela: Semayý yýldýzlarla, zemini çiçeklerle tezyin ettiði gibi, süslendirip tezyin etti. Sonra o kavanin-i külliyye ve desatir-i umumiyye meydanlarýnda esmalarýný tecelli ettirip tenvir etti. Sonra bu kanunu küllinin tazyikinden feryad eden ferdlere Rahman-ür Rahim isimlerini hususi bir surette imdada yetiþtirdi. Demek o külli ve umumi desatiri içinde hususi ihsanatý, hususi imdatlarý, hususi cilveleri var ki: Herþey, her vakit, her haceti için ondan istimdat eder, ona bakabilir. Sonra her menzilden her tabakadan, her alemden, her taifeden, her ferdden, herþeyden, kendini gösterecekk yani vücudunu ve vahdetini bildirecek pencereler açmýþ. Her kalb içinde bir telefon býrakmýþ. Þimdi þu hadsiz pencerelerden elbette haddimizin fevkýnde olarak bahse giriþmiyeceðiz. Onlarý, Ýlm-i muhit-i ilahiye havale edip yalnýz âyat-ý Kur'aniyenin lemaatý olan otuzüç pencereyi Otuzüçüncü Söz'ün Otuzüçüncü Mektubunun, namazdan sonraki tesbihatýn otuzüç aded-i mübarekine muvafýk olmak için " Otuzüç pencereye " icmali ve muhtasar bir surette iþaret edip, izahýný sair Sözler'e havele ederiz... %BÝRÝNCÝ PENCERE Bilmüþahede görüyoruz ki: Bütün eþya, hususan zihayat olanlarýn pekçok muhtelif hacatý ve pekçok mütenevvi metalibi vardýr. O matlablarý, o hacetleri, ummadýðý ve bilmediði ve eli yetiþmediði yerden münasip ve layýk bir vakitte onlara veriliyor, imdada yetiþtiriliyor. Halbuki o hadsiz maksudlarýn en küçüðüne o muhtaçlarýn kudreti yetiþmez, elleri ulaþmaz. Sen kendine bak: Zahiri ve batýni hasselerin ve onlarýn levazýmatý gibi elin yetiþmediði ne kadar eþyaya muhtaçsýn. Bütün zihayatlarý kendine kýyas et. Ýþte bütün onlar, birer birer, vücud-u vâcibe þehadet ve vahdetine iþaret ettikleri gibi, hey'et-i mecmuasiyle, güneþin ziyasý güneþi gösterdiði gibi, o hal ve bu keyfiyet, perde-i gayb arkasýnda bir Vacib-ül- Vücudu, bir Vahid-i Ehadi, hem gayet Kerim, Rahim Mürebbi, Müdebbir ünvanlarý içinde akla gösterir. Þimdi ey münkir-i cahil ve ey fasýk-ý gafil! Bu faaliyet-i hakimaneyi, basiraneyi, rahimaneyi ne ile izah edebilirsin! Saðýr tabiatla mý ! Kör kuvvetle mi ! sersem tesadüfle mi! Aciz, camid esbabla mý izah edebilirsin!... Sh:»(S.N: 115) %ÝKÝNCÝ PENCERE Eþya, vücud ve teþahhusatlarýnda, nihayetsiz imkanat yollarý içinde mütereddit, mütehayyir, þekilsiz bir surette iken, birdenbire gayet muntazam, hakimane öyle bir teþahhus veçhi veriliyor ki, mesela: Herbir insanýn yüzünde, bütün ebna-yý cinsinden herbirisine karþý birer alamet- i farika, o küçük yüzde bulunduðu ve zahir ve batýn duygulariyle kemal-i hikmetle teçhiz edildiði cihetle, o yüz gayet parlak bir sikke-i Ehadiyyet olduðunu isbat eder. Herbir yüz, yüzer cihetle bir Sani-i Hakimin vücuduna þehadet ve vahdetine iþaret ettikleri gibi, bütün yüzlerin hey'et mecmuasiyle izhar ettikleri o sikke, bütün eþyanýn Halikýna mahsus bir hatem olduðunu akýl gözüne gösterir. Ey münkir! Hiç bir cihetle kabil-i taklid olmayan þu sikkeleri ve mecmuundaki parlak sikke-i Samediyyeti hangi tezgaha havale edebilirsin !... %ÜÇÜNCÜ PENCERE Zeminin yüzünde dörtyüzbin muhtelif taifeden (Haþiye) ibaret olan bütün hayvanat ve nebatat envaýnýn ordusu; bilmüþahede ayrý ayrý erzaklarý, suretleri, silahlarý, libaslarý, talimatlarý, terhisatlarý kemal-i mizan ve intizamla hiçbir þey unutulmýyarak, hiçbirini þaþýrmayarak, bir surette tedbir ve terbiye etmek öyle bir sikkedir ki: Hiçbir þüphe kabul etmez, güneþ gibi parlak bir sikke-i Vahid-i Ehaddir. Hadsiz bir kudret ve muhit bir ilim ve nihayetsiz bir hikmet sahibinden baþka kimin haddi var ki, o hadsiz derecede harika olan þu idareye karýþsýn. Çünki: Þu birbiri içinde girift olan envalarý, milletleri umumunu birden idare ve terbiye edemiyen, onlardan birisine karýþsa elbette karýþtýracak, halbuki: فَارْجِعِ البَصَرَ هَلْ تَرَى مِنْ فُطُورٍ sýrrý ile, hiçbir karýþýk alâmeti yoktur. Demek ki hiçbir parmak karýþamýyor. ________________ Hâþiye: Hattâ o taiflerden bir kýsmý var ki: Bir senedeki efradý, zaman-ý Adem'den kýyemete kadar vücûda gelen bütün insan efradýndan ziyadedir... Sh:»(S.N: 116) %DÖRDÜNCÜ PENCERE Ýstidat lisanýyla bütün tohumlar tarafýndan ve ihtiyac-ý fýtri lisaniyle bütün hayvanlar tarafýndan ve lisan-ý ýztýrari ile bütün muztarlar tarafýndan edilen dualarýn makbuliyetidir. Ýþte bu nihayetsiz dualarýn bilmüþahede kabul ve icabeti, herbiri vücuba ve vahdete þehadet ve iþaret ettikleri gibi, mecmuu, büyük bir mikyasda bilbedahe bir Hâlýk-ý Rahim ve Kerim ve Mûcibe delalet eder ve baktýrýr. %BEÞÝNCÝ PENCERE Görüyoruz ki: Eþya, hususan zihayat olanlar, def'i gibi ani bir zamanda vücuda gelir. Halbuki: Def'i ve ani bir surette basit bir maddeden çýkan þeyler, gayet basit, þekilsiz, san'atsýz olmasý lazým gelirken; çok meharete muhtaç bir hüsn-ü san'atta, çok zamana muhtaç ihtimamkarane nakýþlarla münakkaþ, çok alata muhtaç acib san'atlarla müzeyyen, çok maddelere muhtaç bir surette halk olunuyorlar. Ýþte bu def'i ve ani bir surette bu harika san'at ve güzel hey'et her biri bir Sani-i Hakimin vücub-u vücuduna þehadet ve vahdet-i Rububiyyetine iþaret ettikleri gibi mecmuu gayet parlak bir tarzda nihayetsiz Kadir, nihayetsiz Hakim bir Vacib-ul-Vücudu gösterir. Þimdi, ey sersem münkir! Haydi bunu ne ile izah edersin! Senin gibi sersem, aciz, cahil tabiatla mý! Veyahut hadsiz derece hata ederek o Sani-i Mukaddese "Tabiat" ismini verip onun mu'cizat-ý kudretini, o tesmiye bahanesiyle tabiata isnad edip bin derece muhali birden irtikap etmek mi istersin! % ALTINCI PENCERE اِنَّ فِى خَلْقِ السَّمَوَاتِ وَالاَرْضِ وَاخْتِلاَفِ الَّيْلِ وَالنَّهَارِ وَالْفُلْكِ الَّتِى تَجْرِى فِى البَحْرِ بِمَا يَنْفَعُ النَّاسَ وَمَآاَنْزَلَ اللَّه مِنَ السَّمآءِ مِنْ مَآءٍ فَاَحْيَا بِهِ الاَرْضَ بَعْدَ مَوْتِهَا وَبَثَّ فِيهَا مِنْ كُلِّ دَآبَّةٍ وَتَصْرِيفِ الرِّيَاحِ وَالسَّحَابِ المُسَخَّرِ بَيْنَ السَّمَآءِ وَالاَرْضِ لاَيَاتِ لِقَوْمٍ يَعْقِلُونَ Sh:»(S.N: 117) Þu âyet, vücub ve vahdeti gösterdiði gibi, bir ism-i azamý gösteren gayet büyük bir penceredir. Ýþte þu ayetin hülasat-ül hulusasý þudur ki: Kainatýn ulvi ve süfli tabakatýndaki bütün alemler ayrý ayrý lisanla birtek neticeyi, yani birtek Sani-i Hakimin Rububiyetini gösteriyorlar. Þöyle ki: Nasýl, göklerde (hatta kozmoðrafyanýn itirafiyle dahi) gayet büyük neticeler için gayet muntazam hareketler, bir Kadir-i Zülcelalin vücud ve vahdetini ve kemal-i Rububiyyetini gösterir. Öyle de: Zeminde bilmüþahede (hatta coðrafyanýn þehadetiyle ve ikrariyle) gayet büyük maslahatlar için mevsimlerdeki gibi gayet muntazam tahavvülatlar dahi, ayný o Kadir-i Zülcelalin vücub-u vahdetini ve kemal-i Rububiyyetini gösterir. Hem nasýl ber'de ve bahr'de kemal-i rahmet ile rýzýklarý verilen ve kemal-i hikmet ile muhtelif þekiller giydirilen ve kemal-i Rububiyyetle türlü türlü duygularla teçhiz edilen bütün hayvanat, birer birer yine o Kadir-i Zülcelalin vücuduna þehadet ve vahdetine iþaret etmekle beraber hey'eti mecmuasiyle gayet geniþ bir mikyasta azamet-i Uluhiyyetini ve kemal-i Rububiyyetini gösterir. Öyle de: Baðlardaki muntazam nebatat ve nebatatýn gösterdikleri müzeyyen çiçekler ve çiçeklerin gösterdikleri mevzun meyveler ve meyvelerin gösterdikleri müzeyyen nakýþlar, birer birer yine o Sani-i Hakimin vücuduna þehadet ve vahdetine iþaret etmekle beraber külliyetleriyle gayet þa'þaalý bir surette cemal-i rahmetini ve kemal-i Rububiyyetini gösterir. Hem nasýl cevv-i semadaki bulutlardan mühim hikmetler ve gayeler ve lüzumlu faideler ve semereler için tavzif edilen ve gönderilen katreler, katreler adedince yine o Sani-i Hakimin vücubunu ve vahdetini ve kemal-i Rububiyyetini gösterir. Öyle de: zemindeki bütün daðlarýn ve daðlar içindeki madenlerin ayrý ayrý hasiyetleriyle beraber ayrý ayrý maslahatlar için ihzar ve iddiharlarý, dað metanetinde bir kuvvetle yine o Sani-i Hakimin vücub ve vahdetini ve kemal-i Rububiyyetini gösterir. Hem nasýl sahralarda ve daðlardaki küçük küçük tepelerin türlü türlü muntazam çiçeklerle süslenmeleri, herbiri bir Sani-i Hakimin vücubuna þehadet ve vahdetine iþaret etmekle beraber, hey'et-i mecmuasiyle haþmet-i Saltanatýný ve kemal-i Rububiyyetini gösterir. Öyle de: Bütün otlarda ve aðaçlardaki bütün yapraklarýn türlü türlü eþkal-i muntazamalarý ve ayrý ayrý vaziyetleri ve cezbekarane mevzun hareketleri, yapraklar adedince yine o Sani-i Hakimin vücub-u vücudunu ve vahdetini ve kemal-i Rububiyyetini gösterir. Hem nasýl bütün ecsam-ý namiyede büyümek zamanýnda muntazaman hareketleri ve türlü türlü alat ile teçhizleri ve çeþit çeþit meyvelere þuurkarane teveccühleri, herbiri ferden-ferda yine o Sani-i Hakimin vücub-u vücuduna þehadet ve vahdetine iþaret eder. Ve hey'et-i mecmuasiyle gayet büyük bir mikyasda ihata-i kudretini ve þümul-ü hikmetini ve cemal-i san'atýný ve kemal-i Rububiyetini gösterir. Öyle de: Bütün hayvani cesedlerde kemal-i Sh:»(S.N: 118) hikmetle nefislerini, ruhlarýný yerleþtirmek, türlü türlü cihazat ile kemal-i intizam ile teslih etmek, türlü türlü hizmetlerde kemal-i hikmetle göndermek, hayvanat adedince belki cihazatlarý sayýsýnca yine o Sani-i Hakimin vücub-u vücuduna ve vahdetine þehadet ve iþaret ettikleri gibi, hey'et-i mecmuasiyle gayet parlak bir surette cemal-i rahmetini ve kemal-i Rububiyyetini gösterir. Hem nasýl bütün kalblere, insan ise, her nevi ulum ve hakikatlarý bildiren, hayvan ise her nev'i hacetlerinin tedarikini öðreten bütün ilhamat-ý gaybiyye bir Rabb-ý Rahimin vücudunu ihsas eder ve Rububiyyetine iþaret eder. Öyle de: Gözlere kainat bostanýndaki manevi çiçekleri toplýyan þuaat-ý ayniyye gibi zahiri ve batýný bütün duygularýn, ayrý ayrý alemlere herbiri birer anahtar olmalarý, yine o Sani-i Hakim, o Fatýr-ý Alim, o Hâlýk-ý Rahim, o Rezzak-ý Kerimin vücub-u vücudunu ve Vahdet ve Ehadiyyetini ve kemal-i Rububiyyetini Güneþ gibi gösterir. Ýþte þu yukarýda geçen on iki ayrý ayrý pencerelerden, oniki vecihden bir pencere-i azam açýlýyor ki: Oniki renkli bir ziya-yý hakikat ile Cenab-ý Hakkýn Ehadiyyetini ve Vahdaniyyetini ve kemal-i Rububiyetini gösterir. Ýþte ey bedbaht münkir! Þu daire-i arz kadar, belki medar-ý senevisi kadar geniþ olan þu pencereyi ne ile kapatabilirsin! Ve güneþ gibi parlak olan þu maden-i nuru ne ile söndürebilirsin! Ve hangi perde-i gafletde saklýyabilirsin!... %YEDÝNCÝ PENCERE Þu kainat yüzünde serpilen masnuatýn kemal-i intizamlarý ve kemal-i mevzuniyyetleri ve kemal-i zinetleri ve icadlarýnýn sühuleti ve birbirine benzemeleri ve birtek fýtrat izhar etmeleri, nasýlki, bir Sani-i Hakimin vücub-u vücudunu ve kemal-i kudretini ve vahdetini gayet geniþ bir mikyasda gösteriyorlar: Öyle de, Camid ve basit unsurlardan hadsiz ve ayrý ayrý ve muntazam mürekkebatýn icadý, mürekkebat adedince yine o Sani-i Hakimin vücub-u vücuduna þehadet ve vahdetine iþaret etmekle beraber, hey'et-i mecmuasiyle gayet parlak bir tarzda kemal-i kudretini ve vahdetini gösterdiði gibi terkibat-ý mevcudat tabir edilen terkib ve tahlil hengamýndaki teceddütte nihayet derecede ihtilat ve karýþma içinde nihayet derecede bir imtiyaz ve tefrik ile, mesala: Topraktaki tohumlarýn ve köklerin çok karýþýk olduðu halde hiç þaþýrmýyarak, bir surette sünbüllenmelerini ve vücutlarýný temyiz ve tefrik etmek ve aðaçlara giren karýþýk maddeleri yaprak ve çiçek ve meyvelere tefrik etmek ve hüceyrat-ý bedene karýþýk bir surette giden gýdai maddeleri kemal-i hikmetle ve kemal-i mizanla ayýrýp tefrik etmek, yine o Hakim-i Mutlak ve o Alim-i Mutlak ve o Kadir-i Mutlakýn vücub-u vücudunu ve kemal-i kudre Sh:»(S.N: 119) tini ve vahdetini gösterdiði gibi, zerreler alemini hadsiz ve geniþ bir tarla hükmüne getirip, her dakikada kemal-i hikmetle ekip biçip, yeni yeni kainatlar mahsulatýný ondan almak ve o camide, acize, cahile olan zerrata gayet þuurkarane ve gayet hakimane ve muktedirane hadsiz muntazam vazifeleri gördürmek, yine o Kadir-i Zülcelalin ve o Sani-i Zülkemalin vücub-u vücudunu ve kemal-i kudretini ve azamet-i Rububiyyetini ve vahdetini ve kemal-i Rububiyyetini gösterir. Ýþte bu dört yol ile büyük bir pencere marifetullaha açýlýr. Ve büyük bir mikyasda bir Sani-i Hakimi akla gösterir. Þimdi ey bedbaht gafil! Þu halde onu görmek ve tanýmak istemezsen; aklýný çýkar at, hayvan ol, kurtul... %SEKÝZÝNCÝ PENCERE Nev'-i beþerdeki bütün ervah-ý neyyire ashabý olan enbiyalar (Aleyhimüsselam), bahir ve zahir mu'cizatlarýna istinad ederek ve bütün kulüb-u münevvere aktabý olan evliyalar, keþf ve kerâmetlerine itimad ederek ve bütün ukul-ü nuraniyye erbabý olan asfiyalar, tahkikatlarýna istinad ederek, birtek Vahid-i Ehad, Vacib-ül Vücud, Halýk-ý Külli Þey'in vücub-u Vücuduna ve vahdetine ve kemal-i Rububiyyetine þehadetleri, pek büyük ve nurani bir penceredir. Hem her vakit o makam-ý Rububiyyeti göstermektedir. Ey bîçare münkir! Kime güveniyorsun ki, bunlarý dinlemiyorsun! Veyahut gündüz içinde gözünü kapamakla, dünyayý gece mi oldu zannediyorsun!... %DOKUZUNCU PENCERE Kainattaki ibadat-ý umumiyye, bilbedahe bir Mabud-u Mutlaký gösteriyor. Evet âlem-i ervaha ve batýna giden ve ruhani ve meleklerle görüþen zatlarýn þehadetleriyle sabit olan umum ruhani ve melaikelerin kemal-i imtisal ile ubudiyyetleri ve bilmüþahede, bütün zihayatlarýn kemal-i intizamla ubudiyetkarane vazifeler görmeleri ve bilmüþahede; anasýr gibi bütün cemadatýn kemal-i itaatla ubudiyetkarane hizmetleri, bir Mabud-u Bilhakkýn vücub-u vücudunu ve vahdetini gösterdiði gibi, herbir taifesi icma' ve tevatür kuvvetini taþýyan bütün ariflerin hakikatlý marifetleri, bütün þakirler taifesinin semeredar þükürleri ve bütün zakirlerin feyizli zikirleri ve bütün hamidlerin ni'met arttýran hamdleri ve bütün müvahhidlerin bürhanlý tevhidleri ve tav Sh:»(S.N: 120) sifleri ve bütün muhiblerin hakiki muhabbet ve aþklarý ve bütün müridlerin sadýk irade ve raðbetleri ve bütün müniblerin ciddi talep ve inabeleri, yine; Maruf, Mezkur, Meþkur, Mahmud, Vahid, Mahbub, Mergub, Maksud olan o Mabud-u Ezelinin vücub-u vücudunu ve kemal-i rububiyyetini ve vahdetini gösterdiði gibi, kamil insanlardaki bütün makbul ibadatýn ve o makbul ibadatýn neticesinden hasýl olan füyuzat ve münacat, müþahedat ve keþfiyat, yine o Mevcud-u Lemyezel ve o Mabud-u Layezal'in vücub-u vücudunu ve vahdetini ve kemal-i Rububiyyetini gösterir. Ýþte þu üç cihette ziyadar büyük bir pencere, Vahdaniyyete açýlýr. %ONUNCU PENCERE وَاَنْزَلَ مِنَ السَّمَآءِ مَآءً فَاَخْرَجَ بِهِ مِنَ الثَّمَرَاتِ رِزْقًا لَكُمْ وَسَخَّرَ لَكُمُ الفُلْكَ لِتَجْرِىَ فِى البَحْرِ بِاَمْرِهِ وَسَخَّرَ لَكُمُ الاَنْهَارَ وَسَخَّرَ لَكُمُ الشَّمْسَ وَالْقَمَرَ دَآئِبَيْنِ وَسَخَّرَ لَكُمُ الَّيْلَ وَالنَّهَارَ وَاَتَيكُمْ مِنْ كُلِّ مَا سَاَلْتُمُوهُ وَاِنْ تَعُدُّوا نَعْمَتَ اللَّه لاَتُحْصُوهَا Þu kainattaki mecudatýn birbirine teavünü, tecavübü, tesanüdü gösterir ki; umum mahlukat, bir tek Mürebbinin terbiyesindedirler. Birtek Müdebbirin idaresindedirler. Birtek Mutasarrýfýn taht-ý tasarrufundadýrlar. Birtek Seyyidin hizmetkarlarýdýrlar. Çünki: Zemindeki zihayatlara levazýmat-ý hayatiyyeyi emr-i Rabbani ile piþiren güneþten ve takvimcilik eden Kamerden tut, ta ziya, hava, ma, gýdanýn zihayatlarýn imdadýna koþmalarýna ve nebatatýn dahi hayvanatýn imdadýna koþmalarýna ve hayvanat dahi insanlarýn imdadýna koþmalarýna; hatta aza-yý bedenin birbirinin muavenetine koþmalarýna ve hatta gýda zerratýnýn hüceyrat-ý bedeniyyenin imdadýna koþmalarýna kadar cari olan bir düstur-u teavün ile camid ve þuursuz olan o mevcudat-ý müteavine, bir kanun-u kerem, bir namus-u þefkat, bir düstur-u rahmet altýnda gayet hakimane, kerimane, birbirine yardým etmek, birbirinin sada-yý hacetine cevap vermek, birbirini takviye etmek, elbette bilbedahe birtek, yekta, Vahid-i Ehad, Ferd-i Samed, Kadir-i Mutlak, Alim-i Mutlak, Rahim-i Mutlak, Kerim-i Mutlak bir Zat-ý Vacib-ül Vücudun hizmetkarlarý ve me'murlarý ve masnularý olduklarýný gösterir. Ýþte ey biçare müflis felsefi! Bu muazzam pencereye ne diyorsun? Senin tesadüfün buna karýþabilir mi!... Sh:»(S.N: 121) %ONBÝRÝNCÝ PENCERE اَلاَ بِذِكْرِ اللَّهِ تَطْمَئِنُّ الْقُلُوبُ Bütün ervah ve kulübün dalaletten neþ'et eden ýztýrabat ve keþmekeþ; ve ýztýrabattan neþ'et eden manevi elemlerden kurtulmalarý birtek Halýk-ý tanýmakla olur. Bütün mevcudatý, birtek Sania vermekle necat buluyorlar, birtek Allah'ýn zikriyle mutmain olurlar. Çünki: Hadsiz mevcudat birtek zata verilmezse (Yirmikinci Sözde kat'i isbat edildiði gibi) o zaman her birtek þey'i hadsiz esbaba isnad etmek lazým gelir ki, o halde birtek þey'in vücudu, umum mevcudat kadar müþkil olur. Çünki: Allah'a verse, hadsiz eþyayý bir zata verir. Ona vermezse, herbir þey'i hadsiz esbaba vermek lazým gelir. O vakit bir meyve, kainat kadar müþkilat peyda eder; belki daha ziyade müþkil olur. Çünki; nasýl bir nefer yüz muhtelif adamýn idaresine verilse, yüz müþkilat olur. Ve yüz nefer, bir zabitin idaresine verilse, bir nefer hükmünde kolay olur. Öyle de: Çok muhtelif esbabýn birtek þey'in icadýnda ittifaklarý, yüz derece müþkilatlý olur. Ve pek çok eþyanýn icadý, birtek zata verilse yüz derece kolay olur. Ýþte mahiyet-i insaniyyedeki merak ve taleb-i hakikat cihetinden gelen nihayetsiz ýzdýraptan kurtaracak yalnýz tevhid-i Halýk ve marifet-i Ýlahiyyedir. Madem küfürde ve þirkte nihayetsiz müþkilat ve ýztýrabat var. Elbette o yol muhaldir, hakikatý yoktur. Madem tevhidde, mevcudatýn yaratýlýþýndaki sühulete ve kesrete ve hüsn-ü san'ata muvafýk olarak nihayetsiz sühulet ve kolaylýk var. Elbette o yol vacibdir, hakikattir. Ýþte ey bedbaht ehl-i dalalet! Bak: Dalalet yolu ne kadar karanlýklý ve elemli!... Ne zorun var ki, oradan gidiyorsun? Hem bak: Ýman ve tevhid yolu ne kadar kolay ve safalý.. oraya gir, kurtul!... %ONÝKÝNCÝ PENCERE سَبِّحَ اسْمَ رَبَّكَ الاَعْلَى * الَّذِى خَلَقَ فَسَوَّى * وَالَّذِى قَدَّرَ فَهَدَى sýrrýnca: Umum eþyada hususan zihayat masnularda hikmetli bir kalýbdan çýkmýþ gibi herþey'e bir miktar-ý muntazam ve bir suret, hikmetle verildiði ve o suret ve o miktarda maslahatlar ve faideler için eðri büðrü hudutlar bulunmasý; hem müddet-i hayatlarýnda deðiþtirdikleri suret-i libaslarý ve miktarlarý yine hikmetlere maslahatlara muvafýk bir tarzda mukadderat-ý hayatiyyeden terkip edilen manevi ve muntazam birer suret, birer miktar bulunmasý, Sh:»(S.N: 122) bilbedahe gösterir ki: Bir Kadir-i Zülcelalin ve bir Hakim-i Zülkemalin kader dairesinde suretleri ve biçimleri tertib edilen ve kudretin destgahýnda vücutlarý verilen o hadsiz masnuat, o zatýn vücub-u vücuduna delalet ve vahdetine ve kemal-i kudretine hadsiz lisan ile þehadet ederler. Sen kendi cismine ve azalarýna ve onlardaki eðri büðrü yerlerin meyvelerine ve faidelerine bak! Kemal-i hikmet içinde kemal-i kudreti gör. %ONÜÇÜNCÜ PENCERE وَاِنْ مِنْ شَىْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ sýrrýnca: Herþey lisan-ý mahsusu ile Halikýný yadeder, takdis eder. Evet bütün mevcudatýn lisan-ý hal ve kal ile ettiði tesbihat, bir tek zat-ý mukaddesin vücudunu gösteriyor. Evet fýtratýn þehadeti reddedilmez. Delalet-i hal ise, hususan çok cihetlerle gelse, þüphe getirmez. Bak hadsiz fýtri þehadeti tazammun eden ve nihayetsiz tarzlarda lisan-ý hal ile delalet eden ve mütedahil daireler gibi birtek merkeze bakan þu mevcudatýn muntazam suretleri, herbiri birer dildir. Ve mevzun hey'etleri, herbiri birer lisan-ý þehadettir. Ve mükemmel hayatlarý, herbiri birer lisan-ý tesbihdir ki, Yirmidördüncü Söz'de kat'i isbat edildiði gibi, o bütün diller ile pek zahir bir surette tesbihatlarý ve tahiyyatlarý ve birtek mukaddes zata þehadetleri, ziya güneþi gösterdiði gibi bir Zat-ý Vacib-ül Vücudu gösterir. Ve kemal-i Uluhiyyetine delalet eder. %ONDÖRDÜNCÜ PENCERE قُلْ مَنْ بِيَدِهِ مَلَكُوتُ كُلِّ شَىْءٍ * وَاِنْ مِنْ شَىْءٍ اِلاَّ عِنْدَنَا خَزَآئِنُهُ مَا مِنْ دَآبَّةٍ اِلاَّ هُوَ اَ خِذٌ بِنَاصِيَتِهَا * اِنَّ رَبِّى عَلَى كُلِّ شَىْءٍ حَفِيظٌ * sýrlarýnca: Herþey; herþey'inde ve her þe'ninde tek bir Hâlik-i Zülcelale muhtaçtýr. Evet kainattaki mevcudata bakýyoruz ve görüyoruz ki: Zaaf-ý mutlak içinde bir kuvvet-i mutlaka tezahüratý var. Ve acz-ý mutlak içinde bir kudret-i mutlakanýn asarý görünüyor. Mesela; nebatatýn tohumlarýnda ve köklerindeki ukde-i hayatiyyelerinin intibahlarý zamanýnda gösterdikleri harika vaziyetleri gibi. Hem fakr-ý mutlak ve kuruluk içinde bir gýna-i mutlakýn tezahüratý var. (Kýþtaki topraðýn ve aðaçlarýn vaziyet-i fakiraneleri ve baharda þa'þaalý servet ve gýnalarý gibi) Sh:»(S.N: 123) Hem cumûd-u mutlak içinde bir hayat-ý mutlakanýn tereþþuhatý görünüyor. (Anasýr-ý camidenin zihayat maddelere inkýlabý gibi.) Hem bir cehl-i mutlak içinde muhit bir þuurun tezahüratý görünüyor. (Zerrelerden yýldýzlara kadar herþey'in harekatýnda nizamat-ý aleme ve mesalih-i hayata ve metalib-i hikmete muvafýk bir tarzda hareket etmeleri ve þuurkarane vaziyetleri gibi.) Ýþte bu acz içindeki kudret; ve zaaf içindeki kuvvet; ve fakr içindeki servet ve gýna; ve cumud ve cehil içindeki hayat ve þuur; bilbedahe ve bizzarure, bir Kadir'i Mutlak ve Kaviyy-i Mutlak ve Ganiyy-i Mutlak ve Alim-i Mutlak ve Hayy-ý Kayyum bir zatýn vücub-u vücuduna ve vahdetine karþý her taraftan pencereler açar. Hey'et-i mecmuasý ile büyük bir mikyasta bir cadde-i nuraniyyeyi gösterir. Ýþte ey tabiat bataklýðýna düþen gafil! Eðer tabiatý býrakýp Kudret-i Ýlahiyyeyi tanýmazsan; herbir þey'e hatta herbir zerreye, hadsiz bir kuvvet ve kudret ve nihayetsiz bir hikmet ve meharet, belki ekser eþyayý görecek, bilecek, idare edecek bir iktidar, herþeyde bulunduðunu kabul etmek lazým gelir. %ONBEÞÝNCÝ PENCERE اَلَّذِى احْسَنَ كُلَّ شَىْءٍ خَلَقَهُ sýrrýnca: Herþey'e o þey'in kabiliyet-i mahiyetine göre kemal-i mizan ve intizam ile biçilip hüsn-ü san'at ile tertib edilip, en kýsa yolda, en güzel bir surette, en hafif bir tarzda, istimalce en kolay bir þekilde mesela: Kuþlarýn elbiselerine ve her vakit tüylerini kolayca oynatmalarýna ve istimal etmelerine bak. Hem israfsýz hikmetli bir tarzda vücut vermek, suret giydirmek, eþya adedince diller ile bir Sani-i Hakimin vücub-u vücuduna þehadet ve bir Kadir-i Alim-i Mutlaka iþaret ederler. %ONALTINCI PENCERE Rûy-i zeminde mevsim-bemevsim tazelenen mahlukatýn icad ve tedbirlerindeki intizamat ve tanzimat, bilbedahe bir hikmet-i ammeyi gösterir. Sýfat, mevsufsuz olmadýðýndan; elbette o hikmet-i amme, bizzarure bir Hakimi gösterir. Hem o perde-i hikmet içinde harika tezyinat, bilbedahe bir inayet-i tammeyi gösterir. Ve o inayet-i tamme bizzarure inayetkar bir Halýk-ý Kerimi gösterir. Ve o perde-i inayette umuma þamil bir taltifat ve ihsanat, bilbedahe bir rahmet-i vasiayý gösterir. Ve o rahmet-i vasia, bizzarure bir Rahman-ý Rahimi gösterir. Ve o perde-i rahmet üstünde dahi bütün rýzka muhtaç zihayatlarýn layýk ve mükemmel bir tarzda iaþeleri ve erzaklarý, bilbedahe terbiye- Sh:»(S.N: 124) kârâne bir Rezzakýyet ve þefkatkarane bir Rububiyyeti gösterir. Ve o terbiye ve idare, bizzarure bir Rezzak-ý Kerimi gösterir. Evet zeminin yüzünde kemal-i hikmetle terbiye edilen ve kemal-i inayetle tezyin edilen ve kemal-i rahmetle taltif edilen ve kemal-i þefkatle iaþe edilen bütün mahlukat, birer birer bir Sani-i Hakim, Kerim, Rahim, Rezzakýn vücubuna þehadet ve vahdetine iþaret ettikleri gibi, yeryüzünün mecmuunda tezahür eden ve umumunda, görülen ve kasd ve iradeyi bilbedahe gösteren hikmet-i amme; ve hikmeti dahi tazammun eden umum masnuata þamil inayet-i tamme; ve inayet ve hikmeti tazammun eden ve umum mevcudat-ý arzýyyeye þamil olan rahmet-i vasia ve rahmet ve hikmet ve inayeti tazammun eden umum zihayata þamil bir surette ve gayet kerimane bir tarzda olan rýzk ve iaþe-i umumiyeyi birden nazara al, bak ! Nasýl ki; elvan-ý seb'a, ziyayý teþkil eder. Ve yeryüzünü tenvir eden o ziya, nasýl þüphesiz güneþi gösterir. öyle de; o hikmet içindeki inayet ve inayet içindeki rahmet ve rahmet içindeki iaþe-i rýzki, nihayet derecede hakim, Kerim, Rahim , Rezzak bir Vacib-ül Vücudun vahdetini ve kemal-i Rububiyyetini büyük bir mikyasda yüksek bir derecede parlak bir surette gösterir. Ýþte ey sersem münkir-i gafil! Göz önündeki bu hakimane, kerimane, rahimane , rezzakane terbiyyeti ve bu acib ve harika ve mu'cize keyfiyyeti ne ile izah edebilirsin? Senin gibi serseri tasadüflemi ? Ve kalbin gibi kör kuvvetle mi? Ve kafan gibi saðýr tabiatla mý? Ve senin gibi aciz, camid, cahil esbabla mý? Yoksa nihayetsiz derecede mukaddes, münezzeh ve müberra, mualla ve nihayetsiz derecede Kadir, Alim, Semi', Basir olan Zat-ý Zülcelale, nihayetsiz derecede Aciz, cahil, saðýr, kör mümkin, miskin olan " Tabiat" namýný verip nihayetsiz hata iþlemek mi istersin ! Hem güneþ gibi parlak þu hakikatý hangi kuvvet ile söndürebilirsin! Hangi perde-i gaflet altýnda saklayabilirsin! %ONYEDÝNCÝ PENCERE اِنَّ فِى السَّمَواتِ وَالاَرْضِ لاَيَاتٍ لِلْمُؤْمِنِينَ Zeminin yüzünü yaz zamanýnda temaþa edip görüyoruz ki: Ýcad-ý eþyada müþevveþiyeti iktiza eden ve intizamsýzlýða sebeb olan nihayetsiz sehavet ve bir cûd-u mutlak, gayet derecede bir insicam ve intizam içinde görünüyor. Ýþte zemin yüzünü tezyin eden bütün nebatatý gör. Hem mizansýzlýðý ve kabalýðý iktiza eden icad-ý eþyadaki sür'at-i mutlaka dahi kemali mevzuniyyet içinde görünüyor. Ýþte zemin yüzünü süslendiren bütün meyvelere bak. Hem ehemmiyetsizliði, belki çirkinliði iktiza eden kesret-i mutlaka dahi, kemal-i hüs-ü san'at içinde görünyor. Ýþte yeryüzünü yaldýzlayan bü- Sh:»(S.N: 125) tün çiçeklere bak ! Ham san'atsýzlýðý, basitliði iktiza eden icad-ý eþyadaki sühulet-i mutlaka dahi, nihayetsiz derecede sanatkarlýk ve meharet ve ihtimamkarlýk içinde görünüyor. Ýþte yeryüzündeki aðaç ve nebatat cihazatýnýn sandukcalarý ve programlarý ve tarihçe-i hayatlarýnýn kutucuklarý hükmünde olan bütün tohumlara , çekirdeklere dikkatle bak. Hem ihtilaf ve ayrýlýðý iktiza eden uzaklýk ve bu'd-u mutlak dahi bir ittifak-ý mutlak içinde görünüyor. Ýþte bütün aktar-ý zeminde zer' edilen her nevi' hububata bak. Hem karýþmayý ve bulaþmayý iktiza eden kemal-i ihtilat, bilakis kemal-i imtiyaz ve tefrik içinde görünüyor. Ýþte bütün yer altýna karýþýk atýlan ve madde itibariyle birbirine benziyen tohumlarýn sünbül vaktinde kemal-i imtiyazlarý ve aðaçlara giren muhtelif maddelerin yaprak, çiçek ve meyvelere kemal-i imtiyaz ile tefrikleri ve mideye giren karýþýk gýdalarýn muhtelif aza ve hüceyrata göre kemal-i imtiyazla ayrýlmalarýna bak, kemal-i hikmet içinde kemal-i kudreti gör. Hem ehemmiyetsizliði, kýymetsizliði iktiza eden gayet derecede mebzuliyyet ve nihayet derecede ucuzluk dahi, yeryüzünde masnuatça, san'atça nihayet derecede kýymettar ve pahalý bir keyfiyyete görünüyor. Ýþte o hadsiz acaib-i san'at içinde yeryüzünün Rahmani sofrasýnda yalnýz kudretin þekerlemeleri olan dutlarýn nevilerine bak! Kemal-i rahmeti, kemal-i sanat içinde gör. Ýþte bütün rûy-ý zeminde gayet kýymettarlýk ile beraber hadsiz ucuzluk; ve hadsiz ucuzluk içinde hadsiz ihtilat ve karýþýklýk ile beraber hadsiz imtiyaz ve tefrik; ve hadsiz imtiyaz ve tefrik içinde gayet uzaklýk ile beraber son derecede muvafakat ve benzeyiþ; ve son derece benzemek içinde gayet derece sühulet ve kolaylýk ile beraber gayet derecede ihtimamkârâne yapýlýþ; ve gayet derecede güzel yapýlýþ içerisinde sürat-i mutlaka ve çabuklukla beraber gayet derecede mevzun ve mizanlý ve israfsýzlýk; ve gayet derecede israfsýzlýk içinde son derece çokluk ve kesret ile beraber son derece hüsn-ü san'at; ve son derece hüs-ü san'at içinde nihayet derecede sehavet ile beraber intizam-ý mutlak.. elbette gündüz, ýþýðý; ýþýk, güneþi gösterdiði gibi, bir Kadîr-i Zülcelâlin, bir Hakîm-i Zülkemâlin, bir Rahîm-i Zülcemâlin vücubu vücuduna ve kemal-i kudretine ve cemal-i Rububiyyetine ve Vahdaniyyetine ve Ehadiyyetine þehadet ederler. لَهُ الاَسْمَاءُ اْلحُسْنَى sýrrýný gösterirler. Þimdi ey bîçâre cahil, gafil muannid, muattýl! Bu hakikat-ý uzmayý ne ile tefsir edebilirsin ! Bu nihayet derecede mu'cize ve harika keyfiyyeti ne ile izah edebilirsin ! Bu hadsiz derecede acib þu san'atlarý neye isnad edebilirsin ! Sh:»(S.N: 126) Bu yeryüzü derecesinde geniþ bu pencereye hangi perde-i gafleti atýp kapatabilirsin ! Senin tesadüfün nerede, tabiat dediðin ve güvendiðin þuursuz yoldaþýn ve dalalette istinadgahýn ve arkadaþýn nerede ? Bu iþlere tesadüfün karýþmasý yüz derece muhal deðil mi ? Ve þu harika iþlerin binden birinin tabiata havalesi, bin derece muhal olmuyor mu! Yoksa câmid, âciz tabiatýn; herbir þeyin içinde o þeyden yapýlan eþya adedince manevi makine ve matbaalarý mý var !... %ONSEKÝZÝNCÝ PENCERE اَوَلَمْ يَنْظُرُوا فِى مَلَكُوتِ السَّمَوَاتِ وَالاَرْضِ Yirmiikinci Söz'de izah edilen þu temsile bak ki: Nasýl mükemmel, muntazam, sanatlý, saray gibi bir eser, bildedahe muntazam bir fiile delalet eder. Yani bir bina, bir dülgerliðe delalet eder. Ve mükemmel, muntazam bir fiil, bizzarure mükemmel bir faile ve mahir bir ustaya, bir dülgere delalet eder. Ve mükemmel usta ve dülger ünvanlarý, bilbedahe mükemmel bir sýfata, yani san'at melekesine delalet eder. Ve mükemmel sýfat ve o mükemmel melekei san'at, bilbedahe mükemmel bir isti'dadýn vücuduna delalet eder. Ve mükemmel bir isti'dat ise, ali bir ruh ve yüksek bir zatýn vücuduna delalet eder. Öyle de: zeminin yüzünü, belki kainatý dolduran müteceddit eserler, bilbedahe gayet derece-i kemalde bulunan ef'ali gösteriyor. Ve þu nihayet derecedeki intizam ve hikmet dairesindeki ef'al, bilbedahe ünvanlarý ve isimleri mükemmel olan bir faili gösteriyor. Çünki: muntazam, hakimane fiiller, failsiz olmadýðý, kat'iyyen malum. Ve son derece mükemmel ünvanlar, o failin son derece kemaldeki sýfatlarýna delalet eder. Çünkü fen-i sarfça nasýl ism-i fail, masdardan yapýlýr. Öyle de, ünvanlarýn ve isimlerin dahi masdarlarý ve menþe'leri, sýfatlardýr. Ve son derece-i kemalde sýfatlar, þüphesiz son derec mükemmel olan þuunat-ý zatiyeye delalet eder. Ve kabiliyet-i zatiye ( tabir edemediðimiz) o mükemmel þuun-u zatiye, bihakkalyakin hadsiz derece-i kemalde olan bir zata delalet eder. Ýþte bütün âlemdeki âsar-ý san'at ve bütün mahlûkat, herbiri birer eser-i mükemmel olduðundan, herbiri bir fiile ve fiil ise isme; isim ise, vasfa ve vasýf ise, þe'ne ve þe'n ise, zata þehadet ettikleri için; masnuat adedince birtek Sani-i Zülcelalin vücub-u vücuduna þehadet ve Ehadiyyetine iþaret ettikleri gibi; Hey'et-i mecmuasý ile, silsile-i muhlukat kadar kuvvetli bir tarzda bir mirac-ý marifettir. Hiçbir cihette içine þüphe girmeyen müteselsil bir bürhan-ý hakikattýr. Þimdi ey biçâre münkir-i gafil! silsile-i kainat kadar kuvvetli þu bürhaný ne ile kýrabilirsin ! Þu masnuat adedince hakikatýn þuaýný gösteren hadsiz delikli ve kafesli þu pencereyi ne ile kapatabilirsin ! Hangi perde-i gafleti üstüne çekebilirsin. Sh:»(S.N: 127) %ONDOKUZUNCU PENCERE تُسَبِّحُ لَهُ السَّمَوَاتُ السَّبْعُ وَالاَرْضُ وَمَنْ فِيهِنَّ وَاِنْ شَىْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ sýrrýnca: Sani-i Zülcelal, semavatýn ecramýna o kadar hikmetler, manalar takmýþ ki; güya celal ve cemalini ifade etmek için semavatý, güneþler, aylar yýldýzlar, kelimeleriyle süslendirdiði gibi, cevv-i semada dahi olan mevcudata öyle hikmetler ve manalar ve maksadlar takmýþ ki; güya o cevv-i semayý berkler, þimþekler, ra'dlar, katreler kelimeleriyle intak ediyor. Ve kemal-i hikmet ve cemal-i rahmetini ders veriyor. Ve nasýl zemin kafasýný, hayvanat ve nebatat denilen manidar kelimeleriyle söyleþtirip kemalat-ý san'atýný kainata gösteriyor. Öyle de; o kafanýn birer kelimesi olan nebatlarý ve aðaçlarý dahi; yapraklar, çiçekler, meyveler kelimeleriyle intak edip yine kemal-i san'atýný ve cemal-i rahmetini ilan ediyor. Ve birer kelime olan çiçekleri ve meyveleri dahi tohumcuklar kelimeleriyle konuþturup dekaik-ý san'atýný ve kemal-i Rububiyyetini ehl-i þuura talim ediyor. Ýþte bu hadsiz kelimat-ý tesbihiyye içinde yalnýz tek bir sümbül ve tek bir çiçeðin tarz-ý ifadesine kulak verip dinliyeceðiz. Nasýl þehadet eder, bileceðiz. Evet herbir nebat, herbir aðaç, pekçok lisan ile Sani'lerini öyle gösteriyorlar ki; ehl-i dikkati hayretlerde býrakýr ve bakanlara " Sübhanallah ! Ne kadar güzel þehadet ediyor !" dedirtirler. Evet, herbir nebatýn çiçek açmasý zamanýnda ve sümbül vermesi anýnda tebessümkarane manevi tekellümleri hengamýndaki tesbihleri, kendileri gibi güzel ve zahirdir. Çünki: Herbir çiçeðin güzel aðzý ile ve muntazam sünbülün lisaniyle ve mevzun tohumlarýn ve muntazam habbelerin kelimatiyle hikmeti gösteren o nizam, bilmüþahede ilmi gösteren bir mizan içindedir. Ve o mizan ise, meharet-i san'atý gösteren bir nakþ-ý san'at içindedir ve o nakþ-ý san'at, lütuf ve keremi gösteren bir zinet içindedir. Ve o zinet dahi, rahmet ve ihsaný gösteren latif kokular içindedir. Ve birbiri içinde bulunan þu manidar keyfiyetler, öyle bir lisan-ý þehadettir ki: Hem Sani-i Zülcemalini esmasiyle tarif eder, hem evsafiyle tavsif eder, hem cilve-i esmasýný tefsir eder, hem teveddüt ve tearrüfünü yani sevdirilmesini ve tanýttýrýlmasýný ifade eder. Ýþte birtek çiçekten böyle bir þehadet iþitsen, acaba zemin yüzündeki Rabbani baðlarda umum çiçekleri dinliyebilsen ne derece yüksek bir kuvvetle Sani-i Zülcelalin vücub-u vücudunu ve vahdetini ilan ettiklerini iþitsen, hiç þüphen ve vesvesen ve gafletin kalabilir mi ! Eðer kalsa, sana insan ve ziþuur denilebilir mi ! Sh:»(S.N: 128) Gel þimdi bir aðaca dikkatle bak ! Ýþte bahar mevsiminde yapraklarýn muntazaman çýkmasý, çiçeklerin mevzunen açýlmasý, meyvelerin hikmetle rahmetle büyümesi ve dallarýn ellerinde, masum çocuklar gibi, nesimin esmesiyle oynamasý içindeki latif aðzýný gör. Nasýl bir dest-i kerem ile yeþillenen yapraklarýn dili ile ve bir neþ'e-i lütuf ile tebessüm eden çiçeklerin lisaniyle ve bir cilve-i rahmet ile gülen meyvelerin kelimatý ile ifade edilen hikmetli nizam içindeki adilli mizan; ve adli gösteren mizan içinde bulunan dikkatli san'atlar, nakýþlar ve meharetli nakýþlar ve zinetler içinde rahmet ve ihsaný gösteren ayrý ayrý tatlý tatmaklar ve ayrý ayrý güzel kokular ve hoþ tatmaklar içinde birer mu'cize-i kudret olan tohumlar ve çekirdekler, gayet zahir bir surette bir Sani-i Hakim, Kerim, Rahim, Muhsin, Mün'im, Mücemmil, Mufaddýlýn vücub-u vücudunu ve vahdetini ve cemali rahmetini ve kemal-i Rububiyyetini gösterir. Ýþte eðer bütün ruy-i zemindeki aðaçlarýn lisan-ý hallerini birden dinleyebilsen: يُسَبِّحُ لِلَّهِ مَا فِى السَّمَوَاتِ وَالاَرْضِ hazinesinde ne kadar güzel cevherler bulunduðunu göreceksin anlayacaksýn. Ýþte ey nankörlük içinde kendini baþýboþ zanneden bedbaht gafil! Bu derece hadsiz lisanlarla kendini sana tanýttýran ve bildiren ve sevdiren bir Kerim-i Zülcemal tanýmak istenilmezse bu lisanlarý susturmalý. Mademki susturulmaz dinlemeli. Gafletle kulaðýný kapasan kurtulamazsýn. Çünki: Sen kulaðýný kapamakla, kainat sükut etmez; mevcudat susmaz; Vahdaniyyet þahidleri seslerini kesmezler. Elbette seni mahkum ederler. %YÝRMÝNCÝ PENCERE ( Haþiye) فَسُبْحَانَ الَّذِى بِيَدِهِ مَلَكُوتُ كُلِّ شَىْءٍ * وَاِنْ مِنْ شَىْءٍ اِلاَّ عِنْدَنَا خَزَآئِنُهُ وَمَا نَنَزِّلُهُ اِلاَّبِقَدَرٍ مَعْلُومٍ * وَاَرْسَلْنَا الرِّيَاحَ لَوَاقِحَ فَاَنْزَلْنَا مِنَ السَّمَآءِ مَآءً مُبَارَكًا فَاسْقَيْنَاهُ كُمُوهُ وَمآ اَنْتًمْ لَهُ بِخَازِنِينَ * Hâþiye:Þu yirminci Pencere'nin hakikatý, bir zaman Arabî bir surette þöyle kalbe gelmiþti: تَلَئْلُءُ الضِّيَاءِ مِنْ تَنْوِيرِكَ تَشْهِرِيكَ تَمَوُّجُ الاَعْصَارِ مِنْ تَصْرِيفِكَ تَوْظِيفِكَ سُبْحَانَكَ مَا اَعْظَمَ سُلْطَانَكَ تَفَجُّرُ الاَنْهَارِ مِنْ تَدْخِيرِكَ تَسْخِيرِكَ تَزَيُّنُ الاَحْجَارِ مِنْ تَدْبِيرِكَ تَصْوِيرِكَ سُبْحَانَكَ مَا اَبْدَعَ حِكْمَتَكَ تَبَسُّمُ الاَزْهَارِ مِنْ تَزِينِكَ تَحْسِينِكَ تَبَرُّجُ الاَثْمَارِ مِنْ اِنْعَامِكَ اِكْرَامِكَ سُبْحَانَكَ مَا اَحْسَنَ صَنْعَتَكَ تَسَجُّعُ الاَطْيَارِ مِنْ اِنْطَاقِكَ اِرْفَاقِكَ تَهَزُّجُ الاَمْطَارِ مِنْ اِنْزاَلِكَ اِفْضَالِكَ سُبْحَانَكَ مَا اَوْسَعَ رَحْمَتَكَ تَحَرُّكُ الاَقْمَارِ مِنْ تَقْدِيرِكَ تَدْبِيرِكَ تَدْوِيرِكَ تَنْوِيرِكَ سُبْحَانَكَ مَا اَنْوَرَ بُرْحَانَكَ وَاَبْهَرَ سُلْطَانَكَ Sh:»(S.N: 129) Nasýl cüz'iyat ve neticelerde ve teferruatta kemal-i hikmet ve cemal-i san'at görünüyor. Öyle de: Tesadüfi ve karýþýk tevehhüm edilen külli unsurlarýn, büyük mahlukatýn zahiren karýþýk vaziyetleri dahi, bir hikmet ve san'at ile vaziyetler alýyorlar. Ýþte ziyanýn parlamasý, sair hikmetli hidematýnýn delaletiyle, yeryüzünde masnuat-ý Ýlahiyyeyi izn-i Rabbani ile teþhir ve ilan etmektir. Demek bir Sani-i Hakim tarafýndan ziya istihdam ediliyor. Çarþý-yý alem sergilerindeki antika san'atlarýný onun ile irae ediyor. Þimdi rüzgarlara bak ki: Sair hakimane, kerimane faidelerinin ve vazifelerinin þehadetiyle gayet mühim ve kesretli vazifelere koþuyorlar. Demek o dalgalanmak bir Sani-i Hakim tarafýndan bir tavzifdir, bir tasriftir, bir kullanmaktýr. Dalgalanmalarý ise, emr-i Rabbaninin çabuk yerine getirilmesine sur'atle çalýþmaktýr. Þimdi bak çeþmelere, çaylara, ýrmaklara.. yerden, daðlardan kaynamalarý tesadüfi deðildir. Çünki: Onlara terettüp eden asar-ý rahmet olan faidelerin ve semerelerin þehadetiyle ve daðlar da bir mizan-ý hacetle iddiharlarýnýn ifadesi ile bir mizan-ý hikmetle gönderilmelerinin delaletiyle gösteriliyor ki; bir Rabb-ý Hakimin teshiriyle ve iddihariyledir. Ve kaynamalarý ise, onun emrine heyecanla imtisal etmeleridir. Þimdi yerdeki bütün taþlarýn ve cevahirlerin ve madenlerin envaýna bak. Bunlarýn tezyinatlarý ve menfaatlý hasiyetleri bir Sani-i Hakimin tezyini ile, tertibi ile, tedbiri ile, tasviri ile olduðunu, onlara müteallik hakimane faideleri ve mesalih-i hayatiyye ve levazýmat-ý insaniyye ve hacat-ý hayvaniyeye muvafýk bir tarzda ihzarlarý gösteriyor. Þimdi çiçeklere, meyvelere bak! Bunlarýn gülümsemeleri ve tadlarý ve güzellikleri ve nakýþlarý ve koku vermeleri; bir Sani-i Kerimin, bir Mün'im-i Rahimin sofrasýnda birer tarife, birer davetname hükmünde olarak muhtelif renk ve koku ve tadlarla her nev'e ayrý ayrý tarife ve davetname olarak verilmiþtir. Þimdi kuþlara bak! Onlarýn söyleþmeleri ve cývýldaþmalarý, bir Sani-i Hakimin intak ve söyletmesi olduðuna delil-i kat'i ise, hayret verir bir tarzda Sh:»(S.N: 130) birbirine o seslerle müdavele-i hissiyat ve ifade-i maksad etmeleridir. Þimdi bulutlara bak! Yaðmurun þýpýltýlarý, manasýz bir ses olmadýðýna ve þimþek ile gök gürlemesi, boþ bir gürültü olmadýðýna kat'i delil ise, hali bir boþlukta o acaibi icad etmek ve onlardan ab-ý hayat hükmündeki damlalarý saðmak ve zemin yüzündeki muhtaç ve müþtak zihayatlara emzirmek gösteriyor ki: O þýrýltý, o gürültü, gayet manidar ve hikmettardýr ki: bir Rabb-ý Kerimin emriyle, müþtaklara o yaðmur baðýrýyor ki: "Sizlere müjde, geliyoruz!.." manasýný ifade ederler. Þimdi göðe bak! Gök içinde hadsiz ecramdan yalnýz Kamere dikkat et! Onun hareketi, bir Kadir-i Hakimin emriyle olduðu ona müteallik ve yeryüzüne ait mühim hikmetlerdir ki, baþka yerde beyan ettiðimizden kýsa kesiyoruz. Ýþte ziyadan tut, ta Kamere kadar saydýðýmýz külli unsurlar gayet geniþ bir tarzda ve büyük bir mikyasta bir pencere açar. Bir Vacib-ül vücudun vahdetini ve kemal-i kudretini ve azamet-i saltanatýný gösterir, ilan ederler. Ýþte ey gafil! Eðer bu gök gürlemesi gibi bu sadayý susturabilirsen ve güneþin ýþýðý gibi parlak o ziyayý söndürebilirsen, Allah'ý unut! Yoksa aklýný baþýna al! Sübhane Men: تُسَبِّحُ لَهُ السَّمَاوَاتُ السَّبْعُ وَالأَرْضُ وَمَنْ فِيهِنَّ de. %YÝRMÝBÝRÝNCÝ PENCERE وَالشَمْسُ تَجْرِى لِمُسْتَقَرٍّ لَهَا ذَالِكَ تَقْدِيرُ الْعَزِيزِ العَلِيمُ Þu kâinatýn lambasý olan güneþ, kainat Saniinin vücuduna ve vahdaniyyetine güneþ gibi parlak ve nurani bir penceredir. Evet, manzume-i þemsiyye denilen küremizle beraber oniki seyyare: Cirmleri, küçüklük-büyüklük itibariyle pekçok muhtelif ve mevkileri, uzaklýk-yakýnlýk noktasýnda pekçok mütefavit ve sür'at-i hareketleri, çok mütenevvi' olduðu halde kemal-i intizam ve hikmet ile ve kemal-i mizan ile ve bir saniye kadar þaþýrmýyarak hareketleri ve deveranlarý ve güneþ ile, cazibe kanunu tabir edilen bir kanun-u Ýlahi ile baðlanmalarý, yani onlar imamlarýna iktidalarý, büyük bir mikyasda bir azamet-i kudret-i ilahiyyeyi ve Vahdaniyyet-i Rabbaniyyeyi gösterir. Çünki: O camid cirmleri, o þuursuz büyük kütleleri, nihayet derecede intizam ve mizan-ý hikmet içinde muhtelif þekillerde ve muhtelif mesafelerde ve muhtelif hareketlerde döndürmek, istihdam etmek, ne derece bir kudreti ve bir hikmeti isbat ettiðini kýyas et. Bu büyük ve aðýr iþe zerre miktar tesadüf karýþsa, öyle bir patlayýþ verecek ki kainatý daðýtacak. Çünki; Bir Sh:»(S.N: 131) dakika, tesadüf birisini tevkif etse, mihverinden çýkmasýna sebebiyet verir, baþkalarý ile müsademe etmesine yol açar. Küre-i arzdan bin def'a büyük cirmlerle müsademenin ne derece dehþetli olduðunu kýyas edebilirsin. Manzume-i þemsiyyenin, yani þemsin me'mumlarý ve meyveleri olan oniki seyyarenin acaibini ilm-i muhit-i Ýlahiye havale edip, yalnýz gözümüzün önünde seyyaremiz bulunan arza bakýyoruz. Görüyoruz ki: Bu seyyaremiz bir azamet-i þevket-i Rububiyyeti ve haþmet-i saltanat-ý Uluhiyyeti ve kemal-i rahmeti ve hikmeti gösterir bir surette Güneþin etrafýnda, emr-i Rabbani ile (Üçüncü Mektupta beyan edildiði gibi) pek büyük bir hizmet için bir uzun seyr ve seyehat, ona ettiriliyor. Bir sefine-i Rabbaniyye olarak acaib-i masnuat-ý Ýlahiyye ile doldurulmuþ ve ziþuur ibadullaha seyrangah gibi bir mesken-i seyyar vaziyeti verilmiþ. Ve evkat ve hesabý bildirecek saat akrebi gibi, Kamer dahi dakik hesaplarla azim hikmetlerle ona takýlmýþ ve o kamere baþka menzillerde ayrý seyr ve seyehat verilmiþ. Ýþte bu mübarek seyyaremizin þu halleri küre-i arz kuvvetinde bir þehadetle, bir Kadir-i Mutlakýn vücub-u vücudunu ve vahdetini isbat eder. Madem þu seyyaremiz böyledir. Manzume-i þemsiyyeyi ona kýyas edebilirsin. Hem þemse, kendi mihveri üstünde cazibe denilen manevi ipleri yumak yaptýrmak için dolap ve çýkrýk hükmünde olan güneþi, bir Kadir-i Zülcelalin emriyle döndürüp, o seyyaratý o manevi iplerle baðlayýp tanzim etmek ve güneþi bütün seyyaratý ile saniyede beþ saatlik bir mesafeyi kestirecek kadar bir sür'atle, bir tahmine göre "Herkül Burcu" tarafýna veya Þems-üþ-þümus canibine sevk etmek, elbette ezel ve ebed Sultaný olan Zat-ý Zülcelalin kudretiyle ve emriyledir. Güya haþmet-i Rububiyyetini göstermek için, bu emirber neferleri hükmünde olan manzume-i þemsiyye ordusu ile bir manevra yaptýrýr. Ey kozmoðrafyacý efendi! Hangi tesadüf bu iþlere karýþabilir! Hangi esbabýn eli buna ulaþabilir! Hangi kuvvet buna yanaþabilir!.. Haydi sen söyle. Hiç böyle bir Sultan-ý Zülcelal, aczini gösterip mülküne baþkasýný karýþtýrýr mý! Bahusus kainatýn meyvesi, neticesi, gayesi hulasasý olan zihayatlarý, baþka ellere verir mi! Baþkasýný müdahale ettirir mi! Bahusus o meyvelerin en camii ve O neticelerin en mükemmeli ve zeminin halifesi ve o sultanýn ayinedar bir misafiri olan insanlarý baþýboþ býrakýr mý! ve onlarý tabiata ve tesadüfe havale edip haþmet-i saltanatýný hiçe indirir mi! Kemal-i hikmetini sukut ettirir mi! Sh:»(S.N: 132) %YÝRMÝÝKÝNCÝ PENCERE اَلَمْ نَجْعَلِ الأَرْضَ مِهَادًا وَالْجِبَالَ اَوْتَادًا وَخَلَقْنَاكُمْ اَزْوَاجًا فَانْظُرْ اِلَى اَثَارِ رَحْمَتِ اللَّهِ كَيْفَ يُحْي الأَرْضَ تَعْدَ مَوْتِهَا Küre-i arz, bir kafadýr ki; yüzbin aðzý vardýr. Herbir aðzýnda, yüzbin lisaný vardýr. Her lisanýnda, yüzbin bürhaný var ki; herbiri çok cihetle Vacib-ül Vücud Vahid-i Ehad, herþey'e kadir, herþeye alim bir Zat-ý Zülcelalýn vücub-u vücuduna ve vahdetine ve evsaf-ý kudsiyyesine ve Esma-i Hüsnasýna þehadet ederler. Evet arzýn evvel-i hilkatýna bakýyoruz ki: Mayi haline gelen bir madde-i seyyaleden taþ: ve taþtan toprak halkedilmiþ. Mayi kalsaydý, kabil-i sükna olmazdý. O mayi taþ olduktan sonra, demir gibi sert olsa idi kabil-i istifade olmazdý. Elbette buna bu vaziyeti veren, yerin sekenlerinin hacetlerini gören bir Sani-i Hakimin hikmetidir. Sonra tabaka-i turabiyye, daðlar direði üzerine atýlmýþ, ta içindeki dahilî inkýlablardan gelen zelzeleler, daðlarla teneffüs edip, zemini hareketinden ve vazifesinden þaþýrtmasýn. Hem denizin istilasýndan topraðý kurtarsýn. Hem zihayatlarýn levazýmat-ý hayatiyyesine birer hazine olsun. Hem havayý tarasýn, gazat-ý muzýrradan tasfiye etsin, ta teneffüse kabil olsun. Hem sularý biriktirip iddihar etsin. Hem zihayata lazým olan sair madenlere menþe' ve medar olsun. Ýþte bu vaziyet bir Kadir-i Mutlak ve bir Hakim-i Rahimin vücub-u vücuduna ve vahdetine gayet kat'i ve kuvvetli þehadet eder. Ey coðrafyacý efendi! Bunu ne ile izah edersin? Hangi tesadüf þu acaib-i masnuat ile dolu sefine-i Rabbaniyyeyi bir meþher-i acaib yaparak yirmidörtbin sene bir mesafede, bir senede sür'atle çevirip, onun yüzünde dizilmiþ eþyadan hiçbir þey düþürmesin. Hem zeminin yüzündeki acib san'atlara bak. Anasýrlar, ne derece hikmetle tavzif edilmiþler. Bir Kadir-i Hakimin emriyle zemin yüzündeki Rahman misafirlerine nasýl güzel bakýyorlar. Hizmetlerine koþuyorlar. Hem acib ve garib san'atlar içinde rengarenk acib hikmetli zemin yüzünün simasýndaki bu nakýþlý çizgilere bak! Nasýl; sekenelerine enhar ve çaylarý, deniz ve ýrmaklarý, dað ve tepeleri, ayrý ayrý mahluklarýna ve ibadýna layýk birer mesken ve vesait-i nakliye yapmýþ. Sonra yüzbinler ecnas-ý nebatat ve envân-ý hayvanatý ile kemâl-i hikmet ve întîzam ile doldurup hayat vererek þenlendirmek, vakit-bevakit muntazaman mevt ile terhis ederek boþaltýp yine muntazaman "Ba'sü ba'delmevt" suretinde doldurmak; bir Kadir-i Zülcelalin, ve bir Hakim-i Zülkemalin vücub-u vücuduna ve vahdetine yüzbinler lisanlarla þehadet ederler. Sh:»(S.N: 133) Elhasýl: yüzü acaib-i san'ata bir meþher ve garaib-i mahlukata bir mahþer ve kafile-i mevcudata bir memer ve sufuf-u ibadýna bir mescid ve makarr olan zemin; bütün kainatýn kalbi hükmünde olduðundan kainat kadar nuru Vahdaniyyeti gösterir. Ýþte ey coðrafyacý efendi! Bu zemin kafasý yüzbin aðýz, herbirinde yüzbin lisan ile Allah'ý tanýttýrsa ve sen Onu tanýmazsan, baþýný tabiat bataklýðýna soksan, derece-i kabahatini düþün. Ne derece dehþetli bir cezaya seni müstahak eder, bil, ayýl ve baþýný bataklýktan çýkar. اَمَنْتُ بِاللَّهِ الَّذِىبِيَدِهِ مَلَكُوتُ كُلِّ شَيْءٍ de, %YÝRMÝÜÇÜNCÜ PENCERE اَلَّذِى خَلَقَ المَوْتَ وَالحَيَاةَ Hayat, kudret-i Rabbaniyye mu'cizatýnýn en nuranisidir, en güzelidir. Ve Vahdaniyyet bürhanlarýnýn en kuvvetlisi ve en parlaðýdýr. Ve tecelliyat-ý Samedaniyye ayinelerinin en camii ve en berrakýdýr. Evet, hayat tek baþýyla bir Hayy-ý Kayyumu bütün esma ve þuunatý ile bildirir. Çünki hayat, pekçok sýfatýn memzuç bir macunu hükmünde bir ziya bir tiryaktýr. Elvan-ý seb'a ziyada; ve muhtelif edviyeler, tiryakta nasýlki mümtezicen bulunur. Öyle de: Hayat dahi pekçok sýfattan yapýlmýþ bir hakikattýr. O hakikattaki sýfatlardan bir kýsmý, duygular vasýtasýyla inbisat ederek inkiþaf edip ayrýlýrlar. Kýsm-ý ekseri ise hissiyat suretinde kendilerini ihsas ederler. Ve hayattan kaynama suretinde kendilerini bildirirler. Hem hayat, kainatýn tedbir ve idaresinde hükümferma olan rýzýk ve rahmet ve inayet ve hikmeti tazammun ediyor. Güya hayat onlarý arkasýna takýp, girdiði yere çekiyor. Mesela: hayat bir cisme, bir bedene girdiði vakit, Hakim ismi dahi tecelli eder. Hikmetle yuvasýný güzelce yapýp tanzim eder. Ayný halde Kerim ismi de tecelli edip meskenini hacatýna göre tertib ve tezyin eder. Yine ayný halde Rahim isminin cilvesi görünüyor ki, o hayatýn devam ve kemali için türlü türlü ihsanlarla taltif eder. Yine ayný halde Rezzak isminin cilvesi görünüyor ki, o hayatýn bekasýna ve inkiþafýna lazým maddi, manevi gýdalarý yetiþtiriyor. Ve kýsmen bedeninde iddihar ediyor. Demek hayat bir nokta-i mihrakýyye hükmünde; muhtelif sýfat birbiri içine girer, belki birbirinin ayný olur. Güya hayat tamamiyle hem ilimdir, ayný halde kudrettir, ayný halde de hikmet ve rahmettir ve hakeza.. Ýþte hayat bu cami' mahiyeti itibariyle þuun-u zatiyye-i Rabbaniyyeye ayinedarlýk eden bir ayine-i Samediyettir. Ýþte bu sýrdandýr ki: Hayy-ý Kayyum olan Zat-ý Vacib-ül Vücud, hayatý Sh:»(S.N: 134) pek çok kesretle ve mebzuliyetle halkedip, neþir ve teþhir eder. Ve herþeyi hayatýn etrafýna toplattýrýp, ona hizmetkar eder. Çünki; hayatýn vazifesi büyüktür. Evet, samediyyetin ayinesi olmak kolay birþey deðil, adi bir vazife deðil. Ýþte göz önünde her vakit gördüðümüz bu had ve hesaba gelmiyen yeni yeni hayatlar ve hayatlarýn asýllarý ve zatlarý olan ruhlar, birden ve hiçden vucüda gelmeleri ve gönderilmeleri, bir Zat-ý Vacil-ül Vucüd ve Hayy-ý Kayyumun vücub-u vücudunu ve sýfat-ý kudsiyyesini ve Esma-i Hüsnasýný; lemaatýn, güneþi gösterdiði gibi gösteriyorlar. Güneþi tanýmayan ve kabul etmeyen adam, nasýl gündüzü dolduran ziyayý inkar etmiye mecbur oluyor. Öylede : Hayy-ý Kayyum, Muhyi ve Mümit olan þems-i Ehadiyyeti tanýmýyan adam zeminin yüzünü belki mazi ve müstakbeli dolduran zihayatlarýn vücudunu inkar etmeli ve yüz derece hayvandan aþaðý düþmeli. Hayat mertebesinden düþüp camid bir cahil-i echel olmalý. %YÝRMÝDÖRDÜNCÜ PENCERE لآ اِلَهَ اِلاَّ هُوَ كُلُّ شَىْءٍ هَالِكٌ اِلاَّ وَجْهَهُ لَهُ الحُكْمُ وَاِلَيْهِ تُرْجَعُونَ Mevt, hayat kadar bir bürhan-ý Rububiyettir. Gayet kuvvetli bir hüccet-i Vahdaniyettir. اَلَّذِى خَلَقَ الْمَوْتَ وَالْحَيَوةَ delaletince mevt; adem, idam, fena, hiçlik, failsiz bir inkýraz deðil, belki bir fail-i hakim tarafýndan hizmetten terhis ve tahvil-i mekan ve tebdil-i beden ve vazifeden paydos ve haps-i bedenden azad etmek ve muntazam bir eser-i hikmet olduðu birinci mektupta gösterilmiþtir. Evet, nasýl zemin yüzündeki masnuat ve zihayatlar ve hayattar zemin yüzü, bir San-i Hakimin vücub-ý vücuduna ve vahdaniyyetine þehadet ediyorlar. Öyle de: O zihayatlar, ölümleriyle bir Hayy-ý Bakinin, Sermediyyetine ve Vahidiyyetine þehadet ediyorlar. Yirmiikinci Sözde; mevt, gayet kuvvetli bir bürhan-ý vahdet ve bir hüccet-i sermediyyet olduðu ispat ve izah edildiðinden, þu bahsi o söze havale edip yalnýz mühim bir nüktesini beyan edeceðiz. Þöyle ki: Nasýl zîhayatlar, vücutlarý ile bir Vacib-ül Vücudun vücuduna delalet ediyorlar. Öyle de; O zihayatlar, ölümleri ile bir Hayy-ý Bakinin sermediyyetine, vahidiyyetine þehadet ediyorlar. Mesela; yalnýz birtek zihayat olan zemin yüzü, intizamatý ile, ahvaliyle Sanii gösterdiði gibi, öldüðü vakit; yani kýþ, beyaz kefeni ile ölmüþ o zemin yüzünü kapamasý ile nazar-ý beþeri ondan çeviriyor. Veyahut nazar, o giden bahar cenazesinin arkasýndan maziye gider, daha geniþ bir manzarayý gösterir. Yani herbiri birer mu'cize-i kudret Sh:»(S.N: 135) olan zemin dolusu bütün geçen baharlar misillü yeni gelecek birer harika-i kudret ve birer hayattar zemin olan, bahar dolusu hayattar mevcudat-ý arziyyenin gelmelerini ihsas ve vücutlarýna þehadet ettiklerinden; öyle geniþ bir mikyasda,öyle parlak bir surette, öyle kuvvetli bir derecede bir Sani-i Zülcelalin bir Kadir-i Zülkemalin, bir Kayyum-ý Bakinin, bir þems-i sermedinin vücub-u vücuduna ve vahdetine ve beka ve sermediyyetine þehadet ederler ve öyle parlak delaili gösterirler ki, ister istemez bedahet derecesinde اَمَنْتُ بِاللَّهِ الوَاحِدِ الاَحَد dedirtir. Elhasýl: وَيُحْيِ الاَرْضَ بَعْد مَوْتِهَا sýrrýnca; hayattar bu zemin, bir baharda Sania þehadet ettiði gibi; onun ölmesiyle, zamanýn geçmiþ ve gelecek iki kanadýna dizilmiþ mu'cizat-ý kudretine nazarý çeviriyor. Bir bahar yerine binler baharý gösteriyor. Bir mu'cize yerine binler mu'cizat-ý kudretine iþaret eder. Ve onlardan her bahar, þu hazýr bahardan daha kat'i þehadet eder. Çünki mazi, tarafýna geçenler zahiri esbablariyle beraber gitmiþler; arkalarýnda, yine kendileri gibi baþkalar yerlerine gelmiþler. Demek esbab-ý zahiriyye hiçtir. Yalnýz bir Kadir-i Zülcelal, onlarý halkedip, hikmetiyle esbaba baðlýyarak gönderdiðini gösteriyor. Ve gelecek zamanda dizilmiþ hayattar olan zemin yüzleri ise, daha parlak þehadet eder. Çünki: Yeniden, yoktan, hiçten yapýlýp gönderilecek yere konup vazife gördürüp sona gönderilecekler. Ýþte ey tabiata saplanan ve bataklýkda boðulmak derecesine gelen gafil! Bütün mazi ve müstakbele ulaþacak hikmetli ve kudretli manevi el sahibi olmýyan birþey, nasýl bu zeminin hayatýna karýþabilir! Senin gibi hiç ender hiç olan tesadüf ve tabiat buna karýþabilir mi ? Kurtulmak istersen " Tabiat, olsa olsa bir defter-i Kudret-i Ýlahiyedir. Tesadüf ise, cehlimizi örten gizli bir hikmet-i Ýlahiyenin perdesidir. " de, hakikate yanaþ. %YÝRMÝBEÞÝNCÝ PENCERE Nasýlki, madrup, elbette daribe delalet eder. San'atlý bir eser, san'atkarý icab eder. Veled, validi iktiza eder; tahtiyyet, fevkýyyeti istilzam eder ve hakeza.. Bütün umur-u izafiye tabir ettikleri biri birisiz olmýyan evsaf-ý nisbiyye misillü þu kainatýn cüz'iyyatýnda ve hey'et-i umumiyesinde görünen imkan dahi, vücubu gösterir. Ve bütün onlarda görünen infial, bir fiili gösterir. Ve umumunda görünen mahlukýyyet, Hâlýkýyyeti gösterir. Ve umumunda görünen kesret ve terkib, vahdeti istilzam eder. Ve vücub ve fiil ve Hâlikýyyet ve vahdet, bilbedahe ve bizzarure; mümkin, münfail, kesir, mürekkeb, mahluk olmýyan, vacib ve fail, vahid ve halýk olan mevsuflarýný ister. Öyle ise; bilbedahe bütün kainattaki bütün imkanlar, bütün infialler, bütün mahlukýy Sh:»(S.N: 136) yetler, bütün kesret ve terkibler bir Zat-ý Vacib-ül-Vücud, Fa'alün-LimaYurid, Halýk-ý Külli Þey'e, Vahid-i Ehade þehadet eder. Elhâsýl: Nasýl, imkandan vücub görünüyor. Ýnfialden fiil, ve kesretten vahdet.. bunlarýn vücudu, onlarýn vücuduna kat'iyyen delalet eder. Öyle de: Mevcudat üstünde görünen mahlukiyyet ve merzukýyyet gibi sýfatlar dahi, saniiyyet, Rezzakýyyet gibi þeinlerin vücutlarýna kat'i delalet ediyor. Þu sýfatýn vücudu dahi, bizzarure ve bilbedahe, bir Hallak ve bir Rezzak Sani-i Rahimin vücuduna delalet eder. Demek herbir mevcut taþýdýðý yüzler bu çeþit sýfatlar lisaný ile, Zat-ý Vacib-ül- Vücudun yüzler Esma-i Hüsnasýna þehadet ederler. Bu þehadetler kabul edilmezse, mevcudatýn bütün bu çeþit sýfatlarýný inkar etmek lazým gelir... %YÝRMÝALTINCI PENCERE (Haþiye) Þu kâinatýn mevcudatý yüzünde tazelenen ve gelip geçen cemaller ve hüsünler, bir Cemal-i Sermedi cilvelerinin bir nevi gölgeleri olduðunu gösterir. Evet, ýrmaðýn yüzündeki kabarcýklarýn parlayýp gitmesinden sonra arkadan gelenlerin gidenler gibi parlamalarý, daimi bir þemsin þualarýnýn ayineleri olduklarýný gösterdikleri gibi; seyyal zaman ýrmaðýnda, seyyar mevcudatýn üstünde parlýyan lemaat-ý cemaliyye dahi, bir cemal-i sermediye iþaret ederler ve Onun bir nevi emareleridirler. Hem kâinat kalbindeki ciddi aþk, bir Maþuk-u Layezaliyi gösterir. Evet aðacýn mahiyetinde olmýyan bir þey, esaslý bir surette meyvesinde bulunmadýðý delaletiyle; þecere-i kainatýn hassas meyvesi olan nev'i insandaki ciddi aþk-ý lahuti gösterir ki, bütün kainatta-- fakat baþka þekillerde-- hakiki aþk ve muhabbet bulunuyor. Öyle ise kalb-i kainattaki þu hakiki muhabbet ve aþk, bir mahbub-u ezeliyi gösterir. Hem kâinatýn sinesinde çok suretlerde tezahür eden incizablar, cezbeler, cazibeler; ezeli bir hakikat-ý cazibedarýn cezbiyle olduðunu hüþyar kalblere gösterir. Hem, mahlûkatýn en hassas ve nurani taifesi olan ehl-i keþf ve velayetin ittifakýyle, zevk ve þuhuda istinad ederek: Bir Cemil-i Zülcelalin cilvesine, tecellisine mazhar olduklarýný ve o Celil-i Zülcemalin ( kendini) tanýttýrýlmasýna ve sevdirilmesine zevk ile muttali olduklarýný, müttefikan haber vermeleri, yine bir Zat-ý Vacib-ül-Vücudun, bir Cemil-i Zülcelalin vücüduna ve insanlara kendini tanýttýrmasýna kat'iyyen þehadet eder. Hem kâinat yüzünde ve mevcudat üstünde iþliyen kalem-i tahsin ve tezyin; o kalem sahibi zatýn esmasýnýn güzelliðini vazýhan gösteriyor. Sh:»(S.N: 137) Ýþte kâinat yüzündeki cemal ve kalbindeki aþk ve sinesindeki incizab ve gözlerindeki keþf ve þühud ve hey'atýndaki hüsün ve tezyinat; pek latif nurani bir pencere açar. Onun ile, bütün esmasý cemile bir Cemil-i Zülcelal'i ve bir mahbub-u Layezaliyi ve bir mabud-u Lemyezeli, hüþyar olan akýl ve kalblere gösterir. Ýþte ey maddiyat karanlýðýnda, evham zulümatýnda boðucu þübehat içinde çýrpýnan gafil ! Kendine gel. Ýnsaniyete layýk bir surette yüksel. Þu dört delik ile bak cemal-i vahdeti gör, kemal-i imaný kazan, hakiki insan ol !... __________________ Hâþiye: Þu pencerenin umuma deðil, ehl-i kalbe ve ehl-imuhabbete hususiyyeti var. %YÝRMÝYEDÝNCÝ PENCERE اَللَّهُ خَالِقُ كُلِّ شَىْءٍ وَهُوَ عَلَى كُلِّ شَىْءٍ وَكِيلٌ Kâinatta, " esbab ve müsebbebat" görünen eþyaya bakýyoruz, ve görüyoruz ki: En âlâ bir sebep, en adi bir müsebbebe kuvveti yetmiyor. Demek esbab bir perdedir. Müsebbebleri yapan baþkadýr. Mesela; hadsiz masnuattan yalnýz cüz'i bir misal olarak insan baþý içinde bir hardal küçüklüðünde bir yerde yerleþtirilen kuvve-i hafýzaya bakýyoruz. Görüyoruz ki: Öyle bir cami' kitap belki kütüphane hükmündedir ki, bütün sergüzeþt-i hayatý, içinde karýþtýrýlmaksýzýn yazýlýyor. Acaba þu mu'cize-i kudrete hangi sebep gösterilebilir ! Telafif-i dimaðiyye mi? Basit þuursuz hüceyrat zerreleri mi ! Tesadüf rüzgarlarý mý ! Halbuki o mu'cize-i san'at, öyle bir zatýn sanatý olabilir ki; beþerin Haþirde neþredilecek büyük defter-i a'malinden muhasebe vaktinde hatýra getirilecek ve iþlediði her fiilleri yazýldýðýný bildirmek için bir küçük sened istinsah edip, yazýp aklýnýn eline verecek bir Sani-i Hakimin san'atý olabilir. Ýþte beþerin kuvve-i hafýzasýna misal olarak bütün yumurtalarý, çekirdekleri, tohumlarý kýyas et ve bu cami' küçücük mu'cizelere, sair müsebbebatý da kýyas et. Çünki; hangi müsebbebe ve masnua baksan, o derece harika bir san'at var ki, deðil onun adi, basit sebebi belki bütün esbab toplansa ona karþý izhar-ý acz edecekler. Mesela: Büyük bir sebeb zannedilen güneþi; ihtiyarlý, þuurlu farz ederek ona denilse; " Bir sineðin vücudunu yapabilirmisin ?" Elbette diyecek ki: " Halýkýmýn ihsaný ile dükkanýmda ziya, renkler hararet çok fakat sineðin vücudunda göz, kulak, hayat gibi öyle þeyler var ki, ne benim dükkanýmda bulunur ve ne de benim iktidarým dahilindedir." Hem nasýlki müsebbebdeki harika san'at ve tezyinat, esbabý azledip Müsebbibül-Esbab olan Vacib-ül Vücuda iþaret ederek, وَاِلَيْهِ يُرْجَعُ الاَمْرُ كُلِّهُ sýrrýnca : Ona teslim-i umur eder. Öyle de: Müsebbebata takýlan neticeler, gayeler, faideler; bilbedahe perde-i Sh:»(S.N: 138) esbab arkasýnda bir Rabb-ý Kerimin, bir Hakim-i Rahimin iþleri olduðunu gösterir. Çünki; Þuursuz esbab, elbette bir gayeyi düþünüp çalýþmaz. Halbuki görüyoruz: Vücuda gelen her mahluk, bir gaye deðil, belki çok gayeleri, çok faideleri, çok hikmetleri takip ederek vücuda geliyor. Demek bir Rabb-ý Hakim ve Kerim, o þeyleri yapýp gönderiyor. O faideleri onlara gaye-i vücud yapýyor. Mesela: Yaðmur geliyor. Yaðmuru zahiren intaç eden esbab; hayvanatý düþünüp onlara acýyýp merhamet etmekten ne kadar uzak olduðu malumdur. Demek hayvanatý halkeden ve rýzýklarýný taahhüd eden bir Hâlýk-ý Rahimin hikmetiyle imdada gönderiliyor. Hatta yaðmura "Rahmet" deniliyor. Çünki çok asar-ý rahmet ve faideleri tazammun ettiðinden, güya yaðmur þeklinde rahmet tecessüm etmiþ, takattur etmiþ; katre katre geliyor. Hem bütün mahlukatýn yüzüne tebessüm eden bütün zinetli nebatat ve hayvanattaki tezyinat ve gösteriþler, bilbedahe perde-i gayb arkasýnda bu süslü ve güzel san'atlar ile kendini tanýttýrmak ve sevdirmek ve bildirmek istiyen bir Zat-ý Zülcelalin vücub-u vücuduna ve vahdetine delalet ederler. Demek eþyadaki süslü vaziyetler, gösteriþli keyfiyetler, tanýttýrmak ve sevdirmek sýfatlarýna katiyyen delalet eder. Sevdirmek ve tanýttýrmak sýfatlarý ise, bilbedahe Vedud, Maruf bir San-i Kadirin vücub-u vücuduna ve vahdetine þehadet eder. Elhasýl: Sebep, gayet adi, aciz ve ona isnad edilen müsebbeb ise, gayet san'atlý ve kýymetli olduðundan, sebebi azleder. Hem müsebbebin gayesi, faidesi dahi, cahil ve camid olan esbabý ortadan atar, bir Sani-i Hakimin eline teslim eder. Hem müsebbebin yüzündeki tezyinat ve meharetler, kendi kudretini ziþuurlara bildirmek istiyen ve kendini sevdirmek arzu eden bir Sani-i Hakime iþaret eder. Ey esbab-perest biçare! Bu üç mühim hakikatý ne ile izah edebilirsin? Sen nasýl kendini kandýrabilirsin? Aklýn varsa, esbab perdesini yýrt "Vahdedü la þerikeleh" de, hadsiz evhamdan kurtul. %YÝRMÝSEKÝZÝNCÝ PENCERE وَمَنْ اَيَاتِهِ خَلْقُ السَّمَوَاتِ وَالاَرْضِ وَاخْتِلاَفُ الْسِنَتِكُمْ وَاَلْ وَاَلْوَانِكُمْ اِنَّ فِى ذَالِكَ َلاَيَاتِ لِلْعَالَميِنَ Þu kâinata bakýyoruz, görüyoruz ki: hüceyrat-ý bedenden tut, ta mecmu-u aleme þamil bir hikmet ve tanzim var. Hüceyrat-ý bedene bakýyoruz, görüyoruz ki: Mesalih-i bedeni gören ve idare eden birisinin emriyle, kanuniyle o küçücük hüceyrelerde ehemmiyetli bir tedbir var. Mideye, nasýl bir kýsým rýzk, Sh:»(S.N: 139) içyaðý suretinde iddihar olunup vakt-i hacette sarfedilir. Aynen o küçücük hüceyrelerde de, o tasarruf ve iddihar var. Nebatata bakýyoruz, gayet hakimane bir terbiye, bir tedbir görünüyor. Hayvanata bakýyoruz; nihayet derecede kerimane bir terbiye ve iaþe görüyoruz. Kainatýn erkan-ý azimesine bakýyoruz; mühim gayeler için haþmetkarane bir tedvir ve tenvir görüyoruz. Alemin mecmuuna bakýyoruz; muntazam bir memleket, bir þehir bir saray hükmünde ali hikmetler, gali gayeler için mükemmel bir tanzimat görüyoruz. (Otuzikinci Sözün Birinci Mevkýfýnda izah ve isbat edildiði üzere) bir zerreden tut, ta yýldýzlara kadar zerre mikdar þirke yer býrakmýyor. Öyle birbirlerine manen münasebetdardýrlar ki; bütün yýldýzlarý musahhar etmiyen ve elinde tutmýyan, bir zerreye Rububiyyetini dinlettiremez. Bir zerreye hakiki Rab olmak için bütün yýldýzlara sahip olmak lazým gelir. Hem (Otuzikinci sözün Ýkinci Mevkýfýnda izah ve isbat edildiði üzere) semavatýn halk ve tesviyesine muktedir olmýyan, beþerin simasýndaki teþahhusu yapamaz. Demek bütün semavatýn Rabbý olmýyan, birtek insanýn simasýndaki alamet-i farika olan nakþ-ý simaviyi yapamaz. Ýþte kâinat kadar büyük bir pencere ki; onunla bakýlsa: اَللَّهُ خَالِقُ كُلِّ شَىْءٍ وَهُوَ عَلَى كُلِّ شَىْءٍ وَكِيلٌ لَهُ مَقَالِيدُ السَّمَوَاتِ وَالاَرْضِ ayetleri, büyük harflerle kainat sahifelerinde yazýlý olduðu, akýl gözüyle de görülecek. Öyle ise: Görmiyenin ya aklý yok, ya kalbi yok. Veya insan suretinde bir hayvandýr! %YÝRMÝDOKUZUNCU PENCERE وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ Bir bahar mevsiminde, garibane, mütefekkirane seyahata gidiyordum. Bir tepeciðin eteðinden geçerken, parlak bir sarý çiçek nazarýma iliþti. Eskiden vatanýmda ve sair memleketlerde gördüðüm o cins sarý çiçekleri derhatýr ettirdi. Þöyle bir mana kalbe geldi ki: Bu çiçek kimin turrasý ise, kimin sikkesi ise ve kimin mührü ise ve kimin nakþý ise, elbette bütün zemin yüzündeki o nevi çiçekler, Onun mühürleridir, sikkeleridir. Þu mühür tahayyülünden sonra þöyle bir tasavvur geldi ki: Nasýl bir mühür ile mühürlenmiþ bir mektup; o mühür, o mektubun sahibini gösterir. Öyle de; þu çiçek, bir mühr-ü Rahmanidir. Þu enva-ý nakýþ Sh:»(S.N: 140) larla ve manidar nebatat satýrlariyle yazýlan þu tepecik dahi, bu çiçek Saninin mektubudur. Hem þu tepecik dahi bir mühürdür. Þu sahra ve ova bir mektub-u Rahmani hey'atýný aldý. Ýþbu tasavvurdan þöyle bir hakikat zihne geldi ki: Herbir þey, bir mühr-ü Rabbani hükmünde bütün eþyayý kendi Halikýna isnad eder. Kendi katibinin mektubu olduðunu isbat eder. Ýþte herbir þey, öyle bir pencere-i tevhiddir ki, bütün eþyayý bir Vahid-i Ehade mal eder. Demek herbir þeyde, hususan zihayatlarda öyle harika bir nakýþ , öyle mucizekar bir san'at var ki: Onu öyle yapan ve öyle manidar nakþeden, bütün eþyayý yapabilir ve bütün eþyayý yapan, elbette o olacaktýr. Demek bütün eþyayý yapamýyan, birtek þey'i icad edemez. Ýþte ey gafil! Þu kainatýn yüzüne bak ki: Birbiri içinde hadsiz mektubat-ý Samedaniyye hükmünde olan sahaif-i mevcudat ve herbir mektup üstünde hadsiz sikke-i tevhid mühürleriyle temhir edilmiþ bütün bu mühürlerin þehadetlerini kim tezkib edebilir! Hangi kuvvet onlarý susturabilir! Kalb kulaðý ile hangisini dinlesen اَشْهَدُ اَنْ لاَاِلَهَ اِلاَّ اللَّه dediðini iþitirsin. % OTUZUNCU PENCERE لَوْ كَانَ فِيهِمآاَلِهَةٌ اِلاَّ اللَّهُ لَفَسَدَتَا كُلُّ شَىْءٍ هَالِكٌ اِلاَّ وَجْهَهُ لَهُ الْحُكْمُ وَاِلَيْهِ تُرْجَعُونَ Þu pencere, imkan ve hudusa müesses umum mütekelliminin penceresidir. Ve isbat-ý Vacib-ül Vücuda karþý caddeleridir. Bunun tafsilatýný, "Þerh-ül-Mevakýf" ve "Þer-ül-Makasýd" gibi muhakkiklerin büyük kitaplarýna havale ederek, yalnýz Kur'anýn feyzinden ve þu pencereden ruha gelen bir iki þuaý göstereceðiz. Þöyle ki: Âmiriyyet ve hakimiyetin muktezasý: Rakib kabul etmemektir; Ýþtiraki reddetmektir; müdaheleyi ref etmektir... Onun içindir ki; küçük bir köyde iki muhtar bulunsa, köyün rahatýný ve nizamýný bozarlar. Bir nahiyede iki müdür, bir vilayette iki vali bulunsa, hercümerç ederler. Bir memlekette iki padiþah bulunsa, fýrtýnalý bir karmakarýþýklýða sebebiyet verirler. Madem hakimiyyet ve amiriyyetin gölgesinin zaif bir gölgesi ve cüz'i bir numunesi, muavenete muhtaç aciz insanlarda böyle rakib ve zýddý ve emsalinin müdahelesini kabul etmezse; acaba saltanat-ý mutlaka suretindeki hakimiyyet ve rububiyyet derecesindeki amiriyyet, bir Kadir-i Mutlakta ne derece o redd-i müdahale kanunu ne kadar esaslý bir surette hükmünü icra ettiðini kýyas et. Sh:»(S.N: 141) Demek Ulûhiyyet ve Rububiyyetin en kat'i ve daimi lazýmý; vahdet ve infirattýr. Buna bir bürhan-ý bahir ve þahid-i kat'i, kainattaki intizam-ý ekmel ve insicam-ý ecmeldir. Sinek kanadýndan tut, ta semavat kandillerine kadar öyle bir nizam var ki; akýl onun karþýsýnda hayretinden ve istihsanýndan "Sübhanallah, Maþaallah, Barekallah" der, secde eder. Eðer zerre miktar þerike yer bulunsa idi, müdahalesi olsa idi, لَوْ كَانَ فِيهِمآاَلِهَةٌ اِلاَّ اّللَّهُ لَفَسَدَتَا ayet-i kerimesinin delaletiyle: Nizam bozulacaktý, suret deðiþecekti, fesadýn asarý görünecekti. Halbuki: فَارْجِعِ الْبَصَرَ هَلْ تَرَى مِنْ فُطُورٍ * ثُمَّ ارْجِعِ الْبَصَر كَرَّتَيْنِ يَنْقَلِبُ اِلَيْكَ الْبَصَرُ خَاسِئًا وَهُوَ حَسِيرٌ delâletiyle ve þu ifade ile nazar-ý beþer, kusuru aramak için ne kadar çabalasa, hiçbir yerde kusuru bulamayarak, yorgun olarak menzili olan göze gelip, onu gönderen münekkid akla diyecek: "Beyhude yoruldum, kusur yok" demesiyle gösteriyor ki: Nizam ve intizam, gayet mükemmeldir. Demek intizam-ý kainat, Vahdaniyyetin kat'i þahididir. Gel gelelim "Hudûs"a. Mütekellimin demiþler ki:"Âlem, mütegayyirdir. Her mütegayyir, hadistir. Herbir hadisin, bir muhdisi, yani mucidi var. Öyle ise bu kainatýn kadim bir mucidi var." Biz de deriz ki: Evet kainat hadistir. Çünki görüyoruz: Her asýrda, belki her senede, belki her mevsimde bir kainat, bir alem gider, biri gelir. Demek bir Kadir-i Zülcelal var ki, bu kainatý hiçten icad ederek her senede belki her mevsimde, belki her günde birisini icad eder , ehl-i þuura gösterir ve sonra onu alýr, baþkasýný getirir. Birbiri arkasýna takýp zincirleme bir surette zamanýn þeridine asýyor. Elbette bu alem gibi birer kainat-ý müteceddide hükmünde olan her baharda gözümüzün önünde hiçten gelen ve giden kainatlarý icad eden bir Zat-ý Kadirin mu'cizat-ý kudretidirler. Elbette alem içinde her vakit alemleri halkedip deðiþtiren zat, mutlaka, þu alemi dahi o halketmiþtir. Ve þu alemi ve ruy-ý zemini, o büyük misafirlere misafirhane yapmýþtýr. Gelelim "imkân" bahsine. Mütekellimin demiþler ki: "Ýmkân, mütesaviyy-üt-tarafeyn"dir. Yani: Adem ve vücud, ikisi de müsavi olsa; bir tahsis edici, bir tercih edici, bir mucid lazýmdýr. Çünki; mümkinat, birbirini icad edip teselsül edemez. Yahut; o onu, o da onu icad edip devir suretinde dahi olamaz. Öyle ise bir Vacib-ül Vücud vardýr ki, bunlarý icad ediyor. Devir ve teselsülü, oniki bürhan, yani arþi ve süllemi gibi namlar ile müsemma meþhur oniki delil-i kat'i ile, devri iptal etmiþler ve teselsü Sh:»(S.N: 142) lü muhal göstermiþler. Silsile-i esbabý kesip, Vacib-ül Vücudun vücudunu isbat etmiþler. Biz de deriz ki: Esbab, teselsülün berahini ile alemin nihayetinde kesilmesinden ise, herþeyde Halýk-ý Külli Þey'e has sikkeyi göstermek, daha kat'i, daha kolaydýr. Kur'anýn feyziyle bütün pencereler ve bütün sözler, o esas üzerine gitmiþler. Bununla beraber imkan noktasýnýn hadsiz bir vüs'ati var. Hadsiz cihetlerle Vacib-ül-Vücudun vücudunu gösteriyor. Yalnýz, mütekellimin teselsülün kesilmesi yoluna, (elhak geniþ ve büyük olan o caddeye) münhasýr deðildir. Belki had ve hesaba gelmiyen yollar ile Vacib-ül Vücudun marifetine yol açar. Þöyle ki: Herbir þey; vücudunda, sýfatýnda, müddet-i bekasýnda hadsiz imkanat, yani gayet çok yollar ve cihetler içinde mütereddit iken, görüyoruz ki: O hadsiz cihetler içinde vücutça muntazam bir yolu takip ediyor. Herbir sýfatý da mahsus bir tarzda ona veriyor. Müddet-i bekasýnda bütün deðiþtirdiði sýfat ve haller dahi, böyle bir tahsis ile veriliyor. Demek bir muhassýsýn iradesiyle, bir müreccihin tercihiyle, bir mucid-i hakimin icadiyledir ki: Hadsiz yollar içinde, hikmetli bir yolda onu sevkeder. Muntazam sýfatý ve ahvali ona giydiriyor. Sonra infirattan çýkarýp, bir terkibli cisme cüz' yapar, imkanat ziyadeleþir. Çünki: o cisimde binler tarzda bulunabilir. Halbuki neticesiz o vaziyetler içinde, neticeli, mahsus bir vaziyet ona verilir ki; mühim neticeleri ve faideleri ve o cisimde vazifeleri gördürülüyor. Sonra o cisim dahi diðer bir cisme cüz' yaptýrýlýyor. Ýmkanat, daha ziyadeleþir. Çünki; binlerle tarzda bulunabilir. Ýþte o binler tarz içinde, birtek vaziyet veriliyor. O vaziyet ile mühim vazifeler gördürülüyor ve hakeza... Gittikçe daha ziyade kat'i bir Hakim-i Müdebbirin vücub-u vücudunu gösteriyor. Bir Amir-i Alimin emriyle sevk edildiðini bildiriyor. Cisim içinde cisim, birbiri içinde cüz' olup giden bütün bu terkiplerde; nasýl bir nefer, takýmýnda, bölüðünde, taburunda, alayýnda, fýrkasýnda, ordusunda mütedahil o hey'etlerden herbirisine mahsus birer vazifesi, hikmetli birer nisbeti, intizamlý birer hizmeti bulunuyor. Hem nasýl ki: Senin gözbebeðinden bir hüceyre; gözünde bir nisbeti ve bir vazifesi var. Senin baþýn hey'et-i umumiyyesi nisbetine dahi, hikmetli bir vazifesi ve hizmeti vardýr. Zerre miktar þaþýrsa, sýhhat ve idare-i beden bozulur. Kan damarlarýna, his ve hareket asablarýna, hatta bedenin hey'et-i umumiyesinde birer mahsus vazifesi, hikmetli birer vaz'iyyeti vardýr. Binlerle imkanat içinde, bir Sani-i Hakimin hikmetiyle o muayyen vaziyet verilmiþtir. Öyle de: Bu kainattaki mecudat, herbiri kendi zatý ile, sýfatý ile çok imkanat yollarý içinde has bir vücudu ve hikmetli bir sureti ve faideli sýfatlarý, nasýl bir Vacib-ül-Vücuda þehadet ederler. Öyle de: Mürekkebata girdikleri vakit, herbir mürekkebde daha baþka bir lisanla yine Saniini ilan eder. Sh:»(S.N: 143) Git gide, ta en büyük mürekkebe kadar nisbeti ve vazifesi, hizmeti itibariyle Sani-i Hakimin Vücub-u vücuduna ve ihtiyarýna ve iradesine þehadet eder. Çünki: Bir þey'i, bütün mürekkebata hikmetli münasebetleri muhafaza suretinde yerleþtiren, bütün o mürekkebatýn Hâlýký olabilir. Demek birtek þey, binler lisanlarla ona þehadet eder hükmündedir. Ýþte kainatýn mevcudatý kadar deðil, belki mecudatýn sýfat ve mürekkebatý adedince imkanat noktasýndan da Vacib-ül-vücudun vücuduna karþý þehadetler geliyor. Ýþte ey gafil! Kainatý dolduran bu þehadetleri, bu sadalarý iþitmemek... ne derece saðýr ve akýlsýz olmak lazým geliyor? Haydi sen söyle!... %OTUZBÝRÝNCÝ PENCERE لَقَدْ خَلَقْنَا الْاِنْسَانَ فِي اَحْسَنِ تَقْوِيمٍ وَفِى الأَرْضِ اَيَاتٌ لِلْمُوقِنِينَ * وَفِى اَنْفُسِكُمْ اَفَلاَ تُبْصِرُونَ Þu pencere insan penceresidir ve enfüsidir. Ve enfüsi cihetinde þu pencerenin tafsilatýný binler muhakkikin-i evliyanýn mufassal kitaplarýna havale ederek yalnýz feyz-i Kur'andan aldýðýmýz birkaç esasa iþaret ederiz. Þöyle ki: Onbirinci Söz'de beyan edildiði gibi: " Ýnsan, öyle bir nüsha-i camiadýr ki: Canab-ý Hak, bütün esmasýný, insanin nefsi ile insana ihsas ediyor. " Tafsilatýný baþka sözlere havele edip yalnýz üç noktayý göstereceðiz. % Birinci Nokta: Ýnsan üç cihetle Esma-i Ýlahiyyeye bir ayinedir. % Birinci Vecih: Gecede zulümat, nasýl nuru gösterir. Öyle de: Ýnsan, zaaf ve acziyle, fakr ve hacatiyle, naks ve kusuru ile, bir kadir-i Zülcelalin, kudretini, kuvvetini, gýnasýný, rahmetini bildiriyor ve hakeza, Pekçok evsaf-ý Ýlahiyyeye bu suretle ayinedarlýk ediyor. Hatta hadsiz aczinde ve nihayetsiz za'fýnda, hadsiz adasýna karþý bir nokta-i istinad aramakla, vicdan daima Vacib-ül-vücuda bakar. Hem nihayetsiz fakrýnda, nihayetsiz hacatý içinde, nihayetsiz maksatlara karþý bir nokta-i istimdat aramaða mecbur olduðundan, vicdan daima o noktadan bir Ganiyy-i Rahimin dergahýna dayanýr; dua ile el açar. Demek her vicdanda þu nokta-i istinat ve nokta-i istimdat cihetinde iki küçük pencere, Kadir-i Rahimin barigahý rahmetine açýlýr, her vakit onunla bakabilir. % Ýkinci vecih ayinedarlýk ise: Ýnsana verilen nümuneler nev'inden cüz'i ilim, kudret, basar, sem malikiyyet, hakimiyyet gibi cüz'iyyat ile kainat Malikinin Ýlmine ve Kudretine, Basarýna, sem'ine, Hakimiyet'i Rububiyyetine ayidarlýk eder. onlarý anlar, bildirir. Mesela: " Ben nasýl bu evi yaptým ve yapmasýný biliyorum ve görüyorum ve onun malikiyim ve idare ediyorum. Sh:»(S.N: 144) Öyle de: Þu koca kainat sarayýnýn bir ustasý var. O usta onu bilir, görür, yapar, idare eder ve hakeza... % Üçüncü Vecih ayinedarlýk ise: Ýnsan, üstünde nakýþlarý görünen Esma-i Ýlahiyeye ayinedarlýk eder. Otuzikinci sözün Üçüncü mevkýfýnýn baþýnda bir nebze izah edilen insanýn mahiyet-i camiasýnda nakýþlarý zahir olan yetmiþten ziyade esma vardýr. Mesela: Yaradýlýþýndan Sani, Hâlýk ismini ve hüsn-ü takviminden Rahman ve Rahim isimlerini ve hüsn-ü terbiyesinden Kerim, Latif isimlerini ve hakeza... Bütün aza ve alatý ile, cihazat ve cevarihi ile, letaif ve maneviyatý ile, havas ve hissiyatý ile ayrý ayrý esmanýn ayrý ayrý nakýþlarýný gösteriyor. Demek nasýl esmada bir ism-i azam var, öyle de: O esmanýn nukuþunda dahi bir nakþ-ý azam var ki: O da insandýr. Ey kendini insan bilen insan ! Kendini oku... Yoksa hayvan ve camid hükmünde insan olmak ihtimali var !" % Ýkinci Nokta: Mühim bir sýrrý-ý Ehadiyyete iþaret eder. Þöyle ki: Ýnsanýn nasýl ruhu bütün cesedine öyle bir münasebeti var ki Bütün azasýný ve eczasýný birbirine yardým ettirir. Yani, irade-i Ýlahiyye cilvesi olan evamir-i tekviniyye ve o emirden vucud-u harici giydirilmiþ bir kanun-u emri ve latife-i Rabbaniyye olan ruh onlarýn idaresinde onlarýn manevi seslerini hissetmesinde ve hacatlarýný görmesinde birbirine mani olmaz, ruhu þaþýrtmaz. Ruha nisbeten uzak yakýn bir hükmünde. Birbirine perde olmaz. Ýsterse, çoðunu birinin imdadýna yetiþtirir. Ýsterse bedenin her cüz'ü ile bilebilir, Hissedebilir, idare edebilir. Hatta çok nuraniyyet kesbetmiþ ise, herbir cüz'ü ile görebilir ve iþitebilir. Öyle de: وَللَّه اْلمَسَلُ الأَعْلَى Cenab-ý Hakkýn, madem Onun bir kanun-u emri olan ruh, küçük bir alem olan insan cisminde ve azasýnda bu vaziyeti gösteriyor. Elbette alem-i ekber olan kainatta o Zat-ý Vacib-ül vücudun irade-i külliyesine ve kudret-i mutlakasýna hadsiz fiiller, hadsiz sadalar, hadsiz dualar, hadsiz iþler, hiçbir cihtte Ona aðýr gelmez. Birbirine mani olmaz. O Halýk-ý Zülcelali meþgul etmez, Þaþýrtmaz, bütününü birden görür, bütün sesleri birden iþitir. Yakýn uzak birdir. Ýsterse, bütününü birinin imdadýna gönderir. Herþey ile herþey'i görebilir, seslerini iþitebilir. Ve herþey ile herþey'i bilir ve hakeza... % Üçüncü Nokta: Hayatýn pek mühim bir mahiyeti ve ehemmiyetli bir vazifesi var. Fakat o bahis, hayat penceresinde ve Yirminci Mektubun Sekizinci Kelimesinde tafsili geçtiðinden ona havale edip yalnýz bunu ihtar ederiz ki: Hayatta hissiyat suretinde kaynýyan memzuç nakýþlar; pekçok esma ve þuunat-ý zatiyeye iþaret eder. Gayet parlak bir surette Hayy-ý Kayyumun Sh:»(S.N: 145) þuûnat-ý zatiyyesine ayinedarlýk eder. Þu sýrrýn izahý, Allah'ý tanýmayanlara ve daha tam tasdik etmeyenlere karþý zamaný olmadýðýndan kapýyý kapýyoruz. %OTUZÝKÝNCÝ PENCERE هُوَ الَّذِى اَرْسَلَ رَسُولَهُ بِالْهُدَى وَدِينِ الْحَقِّ لِيُظْهِرَ هُ عَلَى الدِّينِ كُلِّهِ وَكَفَى بِالَّلهِ شَهِيدًا قُلْ هُوَ يَآاَيُّهَا النَّاسُ اِنِّى رَسُولُ اللّه اِلَيْكُمْ جَمِيعًا الَّذِي لَهُ مُلْكُ السَّمَوَاتِ وَاْلآَرْضِ لاَاِلَهَ اِلاَّ هُوَ يُحْيِ وَيُحْيِ وَيُمِيتُ Þu pencere, sema-i Risaletin güneþi, belki güneþler güneþi olan Hazret-i Muhammed Aleyhissalatü Vesselamýn penceresidir. Þu gayet parlak ve pek büyük ve çok nurani pencere Otuzbirinci Söz olan Mi'rac Risalesiyle, ondokuzuncu Söz olan Nübüvvet-i Ahmediye( Aleyhisselati vesselam) Risalesinde ve ondokuz iþaretli olan Ondokuzuncu Mektupta, ne derece nurani ve zahir olduðu isbat edildiðinden , o iki sözü ve o Mektubu ve o Mektubun Ondokuzuncu Ýþaretini bu makamda düþünüp, sözü onlara havale edip, yalnýz deriz ki: Tevhidin bir bürhan-ý natýký olan Zat-ý Ahmediyye Aleyhissalatü vesselam Risalet ve velayet cenahlariyle, yani kendinden evvel bütün embiyanýn tevatürle icma'larýný ve ondan sonraki bütün evliyanýn ve asfiyanýn icma'karane tevatürlerini tazammun eden bir kuvvetle bütün hayatýnda bütün kuvvetiyle Vahdaniyyeti gösterip ilan etmiþ, Ve Alem-i Ýslamiyet gibi geniþ, parlak nurani bir pencereyi, marifetullah'a açmýþtýr. Ýmam-ý Gazali, Ýmam-ý Rabbani, Muhyiddin-i Arabi, Abdülkadir-i Geylani gibi milyonlar muhakkýkin-i asfiya ve sýddýkin, o pencereden bakýyorlar, baþkalarýna da gösteriyorlar. Acaba böyle bir pencereyi kapatacak bir perde varmý ? Ve onu ittiham edip, bu pencereden bakmýyanýn aklý var mý ? Haydi sen söyle ! %OTUZÜÇÜNCÜ PENCERE اَلْحَمْدُ لِلّهِ الَّذِي اَنْزَلَ عَلَى عَبْدِهِ الْكِتَابَ وَلَمْ يَجْعَلْ لَهُ عِوَجًا قَيِّمًا آلرَ كِتَابٌ اَنْزَلْنَاهُ اِلَيْكَ لِتُخْرِجَ النَّاسَ مِنَ الظُّلُمَاتِ اِلَى النُّورِ Bütün geçmiþ pencereler, Kur'an denizinden bazý katreler olduðunu düþün, Sonra Kur'anda ne kadar ab-ý hayat hükmünde olan envar-ý tevhid var olduðunu kýyas edebilirsin. Fakat bütün o pencerelerin menbaý ve madeni ve aslý olan Kur'ana gayet mücmel bir surette, gayet basit bir tarzda bakýlsa Sh:»(S.N: 146) dahi, yine gayet parlak, nurani bir pencere-i camiadýr. O pencere ne kadar kat'i ve parlak ve nurani olduðunu Yirmibeþinci söz olan Ý'caz-ý Kur'an Risalesine ve Ondokuzuncu Mektubun onsekizinci Ýþaretine havale ediyoruz. Ve Kur'an'ý bize gönderen Zat-ý Zülcelalin Arþ-ý Rahmanisine niyaz edip deriz : رَبَّنَا لاَتُؤَاخِذْنَآ اِنْ نَسِينَآ اَوْ اَخْطَاْنَا* رَبَّنَا لاَتَزِغْ قُلُوبَنَا بَعْدَ اِذْ هَدَيْتَنَا رَبَّنَا بَقَبَّلْ مِنَّآ اِنَّكَ اَنْتَ السَّمِيعُ اْلعَلِيمُ * وَتُبْ عَلَيْنَآ اِنَّكَ اَنْتَ التَّوَّابُ الرَّحِيمُ %ÝHTAR Þu otuzüç pencereli olan Otuzüçüncü Mektub, imaný olmýyaný, Ýnþaallah imana getirir. Ýmaný zaif olanýn imanýný kuvvetleþtirir. Ýmaný kavi ve taklidi olanýn imanýný tahkiki yapar. Ýmaný tahkiki olanýn imanýný geniþlendirir. Ýmaný geniþ olana bütün kemalat-ý hakikiyyenin medarý ve esasý olan marifetullahda terakkiyat verir; daha nurani, daha parlak manzaralarý açar. Ýþte bunun için, " bir pencere bana kafi geldi, yeter" diyemezsin. Çünki: Senin aklýna kanaat geldi, hissesini aldý ise; kalbin de hissesini ister. ruhun da hissesini ister. Hatta hayal de o nurdan hissesini istiyecek. Binaenaleyh herbir pencerenin ayrý ayrý faideleri vardýr. Mi'rac Risalesinde asýl muhatab, mü'min idi; mülhid ikinci derecede istima' makamýnda idi. Þu risalede ise muhatab, münkirdir; istima' makamlarýnda mümindir. Bunu düþünüp öylece bakmalý. Fakat maatteessüf mühim bir sebebe binaen þu mektup gayet sür'atle yazýldýðýndan ve hatta müsvedde halinde kaldýðýndan, elbette bana ait olan tarz-ý ifadede müþevveþiyet ve kusurlar olacaktýr. Nazar-ý müsamaha ile bakmalarýný ve ellerinden gelirse ýslahlarýný ve maðrifet ile bana dua eylemelerini ihvanlarýmdan isterim. وَالسَّلاَمُ عَلَى مَنِ اتَّبَعَ الْهُدَى *وَالْمَلاَمُ عَلَى مَنِ اتَّبَّعَ الْهَوَى سُبْحَانَكَ لاَعِلْمَ لَنآ اِلاَّ مَا عَلَّمْتَنَا اِنَّكَ اَنْتَ الْعَلِيمُ الْحَكِيمُ اَلَّلهُمَّ صَلِّ عَلَى مَنْ اَرْسَلْتَهُ رَحْمَةَ لِلْعَالَمِينَ وَعَلَى اَلِهِ وَصَحِبِهِ وَسَلِّمْ آمِينْ Link zu diesem Kommentar Auf anderen Seiten teilen Mehr Optionen zum Teilen...
Empfohlene Beiträge