Webmaster Geschrieben 21. Dezember 2008 Teilen Geschrieben 21. Dezember 2008 NUR'UN ÝLK KAPISI --- sh:»(Ni:5) ----- [bu risalenin felsefeye vurduðu tokat, beþere zararlý ve dine zýd olan felsefe kýsmýdýr. Beþere menfaatlý ve diyanete dost olan felsefe deðildir. Hem ecnebi kâfirler tabiri, Ýslâmiyet ve din aleyhinde çalýþanlara aittir.] Mukaddime y«9@«E²A,ö¬y¬W²,@¬" Gayet acib ve garib ve beni gayet hayrette býrakan bir hâdise-i Nuriyeyi beyan edeceðim: Risale-i Nur'un birinci medresesi ve tarlasý olan Barla Karyesine, yirmibeþ senelik bir müfarakattan sonra, aynen meskat-ý re'sim Nurs Karyesine karþý olan sýla-i rahmden daha ziyade bir saikle geldim gördüm ki: Aynen Nurs Köyü vaziyetindeki o eski medresem gibi ve Nurs'taki babamýn ayný hanesi gibi ve hakikî meskat-ý re'sim Nurs'a gelmiþim --- sh:»(Ni:6) ---------------------------------------------------------------------------------------------- gibi, gayet hazîn ve lezzetli bir haleti hissettim. Birden ruhuma baktým ki; eski Said'in ve yeni Said'in tarz-ý hayatýný ve tarîk-i hakikattaki tarz-ý hareketlerini ve Risale-i Nur'un te'lif olunan merkezlerini bilmek için Risale-i Nur'un te'lifine merkez ve dershane olmuþ olan yerleri gezdim. Sonra gayet zevkli ve neþ'eli bir halet içinde iken, sekiz sene hiç gücendirmeden mükemmel bana hizmet eden Sýddýk Süleyman bana bir kitab getirdi. Açtým baktým ki, eski Said ile yeni Said'in birbiriyle münazara edip nefs-i emmareyi susturan ve þuhud derecesindeki hakikatlarý ihtiva eden onüç dersler olup, bu onüç dersin doðrudan doðruya Kur'an-ý Mu'ciz-ül Beyan'ýn âyetlerinden aynelyakîne yakýn bir surette yeni Said'e ders olduðunu ve bütün bu derslerde doðrudan doðruya birinci muhatab Said olduðunu gördüm. Küçük Sözler'in ve bazý mühim Sözler'in çekirdeklerini ve bir kýsmýnýn tam izahlarýný içinde gördüm. Hususan bu risalenin âhirinden bir parça evvel, risalet-i Ahmediyeye (A.S.M.) ait olan Ondokuzuncu Söz gayet kýsa olduðu halde, gayet büyük ve gayet kuvvetli olduðu için, bu çekirdek olan risaleye aynen girmiþ. Demek o Söz, gayet ehemmiyetli olduðu içindir ki, aynen --- sh:»(Ni:7) ---------------------------------------------------------------------------------------------- Nur'un bu çekirdeðine girdiði gibi, Nur mecmualarýnda da mükerreren neþredilmiþ. Bu eser, bana çok ehemmiyetli geldi. Aslâ ve kat'â hatýrýma gelmemiþti. Bütün bütün bu eseri unutmuþtum. Vücudunu hiç bilmiyordum. Sýddýk Süleyman'ýn sekiz sene sadakatlý hizmetinin tam bir yâdigârý nev'inden, onun gayet büyük bir hizmeti hükmünde kabul ettim, bin bârekâllah dedim. Ýþte þimdi Risale-i Nur'un bir fihristesi ve bir listesi ve bir çekirdeði olan bu risalenin içindeki hakikatlar gerçi hem Küçük Sözler'de hem baþka Sözler'de bir derece yazýlýdýr; fakat Said'e karþý Kur'an'ýn birinci dersi ve tam ilmelyakîn ve aynelyakîn derecesinde bir meþhudatý tarzýnda olmasýndan, te'lifindeki acemîlikten gelen içindeki kusurata ve tekrarata bakmayýp, Nur þakirdleri onu neþretseler, inþâallah çoklar istifade edecekler. Said Nursî * * * --- sh:»(Ni:8) ---------------------------------------------------------------------------------------------- ¬v[¬&Åh7!ö¬w´W²&Åh7!ö¬yÁV7!ö¬v²K¬" ¯GÅW«E8ö¬y¬T²V«'ö¬h²[«'ö]«V«2ö•«ŸÅK7!ö«:ö?«ŸÅM7!ö«:ö«w[¬W«7@«Q²7!ö±¬«*ö¬yÁV¬7öG²W«E²7«!öw[¬Q«B²K«9ö¬y¬"ö«: «w[¬8³~ö«w[¬Q«W²%«!ö¬y¬A²E«.ö«:ö¬y¬7³~ö«: Birinci Ders «^ÅX«D²7!övZ«7öÅ–«@¬"ö²vZ«7!«x²8«!«:ö²vZ«KS²9«!ö«w[¬X¬8ÌYW²7!ö«w¬8ö›«h«B²-!ö«yÁV7!öÅ–¬! Ey insan! Nedendir ki þu azîm ticarete girmiyorsun? Rabb-ý Kerim, senin yanýnda emaneten koyduðu mülkünü senden satýn almak istiyor. Tâ ki zayi' olmaktan muhafaza etsin. Hem bin derece kýymeti yükselsin. Hem bedeline --- sh:»(Ni:9) ---------------------------------------------------------------------------------------------- büyük bir fiat veriyor. Hem istifaden için senin elinde býrakýyor. Hem külfet-i idaresini kendisi deruhde ediyor. Ýþte sana beþ mertebe kâr içinde kâr! Halbuki ey gafil! Ona satmadýðýndan, emanette hýyanet ettin. Hem bütün bütün kýymetten düþürttün. Hem bilâfaide senin elinde zayi' olacak. Hem o yüksek fiat elinden gidecek. Hem senin zimmetinde, günahý ile tekâlif-i idaresi ve âlâmý ile zahmet-i muhafazasý kalacak. Ýþte beþ müdhiþ derecede hasaret içinde hasaret. Þu muameledeki vaziyetin ile öyle miskin bir adama benzersin ki; o adam bir daðda bulunur. O daðda öyle bir zelzele var ki, bütün emsalini sýra ile derin derelere atýp, ellerinde olan herþeyi parça parça ediyor. Nöbet, o adama gelmek üzeredir. Halbuki o adamýn elinde bir emanet var. O emanet, öyle bir makine-i murassaa-i acibedir ki, o makine içindeki hesabsýz mizanlar ve âletlerle, nihayetsiz faideler ve semereler verebilir. O elîm halette iken gördü ki, makinenin hakikî mâliki tarafýndan gelen bir adam der ki: Seyyidim, senden bu emaneti satýn almak ister. Tâ ki bu dereye sukutun ile faidesiz kýrýlmasýn, muhafaza etsin. Ve sen dereden çýktýktan sonra, kýrýlmayacak bir surette yine sana teslim edecek. --- sh:»(Ni:10) --------------------------------------------------------------------------------------------- Hem o âletleri ve mizanlarý, geniþ bostanlarýnda ve kýymetdar maden ve hazinelerinde istimal edeceði için, o âletler ve o mizanlar gayet kýymetdar neticeler ve çok ücret ve semereler verirler ki, bütün o kârý sen alýrsýn. Þayet satmazsan, kýymetsiz ve âdi birer âlet olarak kalacak. O acib ve nazik âletleri gayet daracýk evinde ve küçücük haþin tarlanda istimal edip kýracaksýn, ateþe atacaksýn. Hem sana büyük bir fiat verecek. Hem daðda bulundukça senin elinde kalacaktýr. Yalnýz yukarý kulpunu, yukarýdan indirdiði bir zincir ile baðlamak ister. Tâ ki sýkletini senden alýp, sana aðýrlýk vermesin. Külfeti seni taciz etmesin. Eðer bey'i kabul edersen, Seyyidimin hesabýyla, onun namýyla ve onun izni dairesinde güzelce tasarruf et. Ne hüzün çek ve ne de havf et. Nasýl bir nefer atýný devlete satar, kendi de asker olur. Atýnýn üzerine biner. Masarýfý devlete ait. Keyf ü safasýný o nefer çeker. Eðer ölse, devletimin caný sað olsun der. Þayet bu beþ derece kârlý bey'i kabul etmezsen, beþ derece hasaret içinde emanete hýyanet edeceksin; zayi' olunca, mes'uliyeti kazanacaksýn. Ýþte temsili anladýn. Þimdi hakikata bak. --- sh:»(Ni:11) --------------------------------------------------------------------------------------------- Evet o dað, arzdýr. Miskin adam da, fakir insandýr. Zelzele de, zeval ve firaktýr. Dere de kabir ile âlem-i berzahtýr. O makine (havas ve cihazat ve letaif âletleriyle mücehhez) senin vücud-u hayatdarýndýr. Görüyorsun ki bunlar bozuluyorlar, faidesiz gidiyorlar. Satýn almak isteyen, senin Hâlýkýndýr. O Hâlýkýn, Resulü vasýtasýyla der ki: "Þu emanetimi güya senin malýn imiþ gibi bana sat, tâ zayi' olmasýn. Hem zararlý bir surette fena bulmasýn. Sen bâki ve meyvedar bir surette o malýna tekrar kavuþabilesin. Hem o hayat içindeki cihazat ve letaif benim namým ve hesabýmla istimal edildiði vakit, nihayetsiz kýymetdar ve hadsiz semerat-ý bâkiye verecek." Ýþte o mizanlar ve âletler ise, letaif ve havass-ý insaniyedir. Meselâ: Göz, Allah hesabýna istimal edilse, þu kitab-ý kebir-i kâinatýn bir mütalaacýsý ve þu müzeyyen mevcudatýn bir seyircisi ve þu masnuatýn çiçeklerinin bir arýsý olarak ibret ve marifet ve muhabbet þehdinden yani balýndan nur-u þehadeti kalbe akýtýyor. Eðer nefis hesabýna istimal edilse; zâil, fâni bazý mehasini seyretmekle, heves ve þehvetin âdi bir hizmetkârý olur. --- sh:»(Ni:12) --------------------------------------------------------------------------------------------- Meselâ: Lisandaki kuvve-i zaika satýlsa, Rahmanürrahîm'in hazain-i rahmetinin nâzýrý ve matbaha-i nimetinin bir müfettiþ-i âlîsi hükmünde bir vazifedardýr. Satýlmazsa, mide tavlasýnýn bir kapýcýsý hükmüne sukut eder. Meselâ: Akýl satýlsa, bütün künuz-u esma-i Ýlahiyenin miftahý ve kâinatýn hakaikýnýn keþþafý hükmünde bir cevher-i âlî ve galî olur. Satýlmazsa, mazinin âlâm-ý hazînanesini ve müstakbelin ehval-i muhavvifanesini bîçare beþerin baþýna yükleten meþ'um bir âlet hükmüne düþer. Ýþte bütün âlât ve cihazat-ý beþeriyeyi bunlara kýyas et. Eðer o âlât ve cihazat Allah'a verilse, bâki birer elmas olurlar. Eðer verilmezse, fâni birer þiþe olurlar. Elhasýl: Cenab-ý Hak sana verdiði kendi mülkünü, senden galî bir kýymetle satýn alýyor. Yine senin için muhafaza ediyor. Ey beþer bak! Ýki sadâ senin kulaðýna geliyor. Biri Kur'an-ý Hakîm'in sadâ-yý semavîsidir. Der ki: Sat kârlýsýn. –!«x«[«E²7!ö«]¬Z«7ö«?«h¬'À²!ö«*!ÅG7!öÅ–¬! diyor. Diðeri, küffarýn --- sh:»(Ni:13) --------------------------------------------------------------------------------------------- felsefe-i medeniyesinin vesvesesidir ki: "Sen kendine mâliksin" der. Seni @«[²9ÇG7!ö@«X#@«[«&öŬ!ö«]¬;ö²–¬! diyenlerden etmek ister. Bu münevver hüda ile, þu müzevver dehanýn mabeynlerindeki farký gör. Tâ kör olmayasýn. ®Ÿ[¬A«,öÇu«/«!«:ö]«W²2«!ö¬?«h¬'À²!ö]¬4ö«xZ«4ö]«W²2«!ö¬˜¬H´;ö]¬4ö«–@«6ö²w«8«: ö²v¬Z²[«V«2ö«a²W«Q²9«!ö«w «w[¬8³~ö«w[¬±7@ÅN7!ö«ö«:ö²v¬Z²[«V«2ö¬xN²R«W²7!ö¬h²[«3 * * * --- sh:»(Ni:14) --------------------------------------------------------------------------------------------- Ýkinci Ders «w Ey insan-ý gafil! Ey dünya için dinini ihmal eden! Þu temsilî bir hikâyeyi dinle. Tâ dinsiz dünyanýn hakikatýný göresin. Eski zamanda iki kardeþ vardý. Bu iki kardeþ seyahata çýktýlar. Gitgide tâ yol ikileþti. O iki yolun baþýnda bir adamý gördüler. O adam onlara dedi ki: –Sað yolda kanun ve nizama tebaiyet var. Ve o tebaiyet külfeti içinde, bir emniyet ve saadet var. Sol yolda ise, bir serbestiyet ve bir hürriyet var. Ve o serbestiyet ve hürriyet içinde bir tehlike ve þekavet var. Ýstediðiniz yola gidebilirsiniz. Güzel huylu kardeþ sað yola ¬yÁV7!ö]«V«2öa²VÅ6«x«#ödeyip gitti. Ve o hafif külfeti --- sh:»(Ni:15) --------------------------------------------------------------------------------------------- ve nizam ve kanunu kabul etti. Sû'-i hulk sahibi, âzade-ser kardeþ, serbestlik için sol yolu tercih etti. Zahiren hafif, manen gayet aðýr bir vaziyette gitti. Biz de hayalen bunu takib ediyoruz. Ýþte dað ve sahradan gide gide, tâ hâlî bir sahraya dâhil oldu. Birden müdhiþ bir sadâ iþitti. Baktý ki; dehþetli bir arslan meþelikten çýkýp, kendisine hücum etti. O da kaçýp, altmýþ arþýn derinliðinde susuz bir kuyuya rastgeldi. Havfýndan kendini içine attý. Yarýsýna kadar inmekle kuyunun duvarýnda göðermiþ bir aðaca rastgeldi. O aðacý tuttu. Gördü ki: O aðacýn iki kökü var. Biri siyah renkte, diðeri beyaz renkte iki fare, o iki köke musallat olup kesiyorlar. Yukarý baktý, arslan kuyunun baþýnda nöbetçi gibi bekliyor. Aþaðýya baktý, dehþetli bir ejderha kuyunun içindedir. Baþýný kaldýrmýþ, otuz arþýn yukarýda ayaðýnýn yakýnýna kadar gelmiþ. Aðzýnýn geniþliði ise bi'rin yani kuyunun aðzýna benzer. Kuyunun duvarýna bakar. Isýrýcý, muzýr haþerat etrafýný sarmýþlar. Aðacýn baþýna baktý gördü ki, incir aðacýdýr. Lâkin hârikadan olarak, cevizden nara kadar çok muhtelif aðaçlarýn meyveleri ve yemiþleri var. Sû'-i fehminden ve sû'-i tali'inden bu dehþetli hâlâtýn âdi ve kendi kendine --- sh:»(Ni:16) --------------------------------------------------------------------------------------------- olmuþ bir þey olmadýðýný anlamadý. Ve bu ince iþ içinde iþ olduðuna intikal etmedi. Kalb ve ruhu ve akýl ve letaifi bu elîm ve dehþetli vaziyetten feryad u figan ederken, nefs-i emmaresi tegafül ile tecahül etti. Kalb ve ruhun âh u enîn ve fizarýndan kulaðýný kapayýp, kendi kendini aldatarak bir bostanda bulunuyor gibi o meyveleri yemeðe baþladý. Fakat o meyvelerin bir kýsmý zehirli ve muzýr idi. Bir hadîs-i kudsîde Cenab-ý Hak buyurdu ki: ]¬"ö›¬G²A«2ö±¬w«1ö«G²X¬2ö@«9«!öyani "Kulum beni nasýl tanýrsa, ona öyle muamele ederim." Þu bedbaht adam da sû'-i zannýyla gördüðünü hakikat telakki etti. Öyle muamele gördü ve görüyor. Ne ölür ki kurtulsun ve ne de elemsiz kalýr ki yaþasýn. Þu miskin ahmak fehmetmedi ki, bu týlsýmlý ve acib iþlerde tesadüf mümkin olmaz. Biz de þu meþ'umu þu azabda býrakýp döneceðiz. Mübarek ve yümünlü diðer kardeþin arkasýndan gideriz. Ýþte þu zât, hüsn-ü sîretinden naþi, hüsn-ü zanný ile ünsiyet ederek yolunda gidiyor. Bak, nasýl hüsn-ü nazarýyla kardeþinin mahrum kaldýðý --- sh:»(Ni:17) --------------------------------------------------------------------------------------------- bostandan istifade ediyor. Þu bostanda çiçek ve yemiþlerle beraber, murdar ve müstakzer þeyler de bulunur. Bu kardeþ ise, bu güzel þeylerden istifade etti. Mülevvesata bakmadý. Ýstirahat etti. Evvelki meþ'um kardeþi ise, murdar þeylerle meþgul oldu. Midesini bulandýrdý. Sonra bu güzel huylu arkadaþ da, gitgide öteki kardeþi gibi bir sahra-yý azîme dâhil oldu. Birden hücum eden bir arslanýn sesini iþitti, korktu; lâkin kardeþinden daha az korkmuþtu. Zira o arslanýn, sahra sultanýnýn bir memuru olduðu ihtimali kendisine teselli verdi. Lâkin yine kaçtý. Altmýþ arþýnlýk derinliðinde bir bi'r-i muattalaya, yani susuz bir kuyuya rastgeldi, kendini içine attý. Ortasýnda duran bir aðacý tuttu. O da kardeþi gibi gördü ki; iki mahluk, o aðacýn iki kökünü de kesiyorlar. Sonra baktý, yukarýda arslan, aþaðýda büyük bir yýlan var. Yýlan geniþ aðzýný açmýþ, ayaðýna takarrüb etmiþ olduðunu gördü. Bîçare o da havfýndan tedehhüþ etti. Lâkin onun dehþeti, kardeþinin dehþetinden çok derece daha hafif idi. Çünki güzel hüsn-ü zannýyla ve fehmiyle bu umûr-u acibeyi birbiriyle alâkadar --- sh:»(Ni:18) --------------------------------------------------------------------------------------------- ve bir emir ile hareket eder gibi görmekle anladý ki, bu iþlerde bir týlsým var. Bunlar bir hâkimin emriyle dönerler. O hafî hâkim; ona bakýyor, tecrübe ediyor, onu bir maksad için davet ediyor. Þu tatlý havfdan bir merak neþ'et etti. Meraký da: "Acaba beni tecrübe edip ve kendini bana tanýttýrmak isteyen ve bu acib yol ile böyle acib bir maksada beni sevkeden kimdir?" Ýþte þu merak-ý marifetten, sahib-i týlsýmýn muhabbeti neþ'et etti. Aðacýn baþýna baktý, gördü ki; incir aðacýdýr. Lâkin meyveleri ayrý ayrý çok aðaçlarýn meyveleridir. O vakit tamamen korkusu zâil oldu ve o vakit anladý ki, bunda bir týlsým var. O týlsým bunlara hükmediyor. Zira mümkin deðil bu incir aðacý, böyle çok aðacýn meyvesini versin. Belki o aðaç, liste ve fihristedir. Gizli olan hâkimin bostanýna, hem o melik-i kerimin misafirlerine ihzar ettiði çeþit çeþit et'imeye iþaret eder ve o taamlarýn nümuneleridirler. Onun bu muhabbetinden, týlsýmý açmak talebi ve týlsým sahibini razý etmek arzusu neþ'et etti. Birden miftah ona ilham edildi. O da nida etti ki: "Sana itimad ediyorum ve herþeyi senin için terkediyorum ve yalnýz seninim ve seni istiyorum." dedi. Birden kuyu duvarý yarýldý. Þahane ve nezih bir bahçeye bir kapý açýldý. Arslan --- sh:»(Ni:19) --------------------------------------------------------------------------------------------- ve yýlan da iki mutî' hizmetkâra dönüp, onu o bahçeye girmek için davet ettiler. Hattâ o arslan kendisine müsahhar bir at mesabesine döndü. Ýþte ey hayal arkadaþým, bu iki kardeþin vaziyetlerini müvazene et! Evvelki bedbaht, her vakit yýlanýn aðzýna girmeðe muntazýrdýr. Þu bahtiyar ise, meyvedar ve revnakdar bir bahçeye davet edilir. Hem evvelki bedbahtýn, elîm bir dehþette ve azîm bir korku içinde kalbi parçalanýyor. Bu bahtiyar ise, leziz bir ibret, tatlý ve mahbub bir havf ve þevk ve marifet içinde garaibi seyrediyor. Hem o bedbaht, vahþet ve ye's içinde azab çekiyor. Þu bahtiyar ise, ünsiyet ve ümid ve iþtiyak içinde telezzüz ediyor. Hem o bedbaht, vahþi canavar düþmanlarýn hücumlarýna maruz bir mahbus hükmündedir. Þu bahtiyar bir aziz misafirdir ki, misafir olduðu melik-i kerimin acib hizmetkârlarýyla ünsiyet ediyor. Hem o bedbaht, zehirli leziz yemiþleri yemekle azabýný ta'cil ediyor. Zira o meyveler, asýllarýna müþteri olmak için nümunelerdir. Tatmaða --- sh:»(Ni:20) --------------------------------------------------------------------------------------------- izin var, hayvan gibi yemeðe izin yoktur. Þu bahtiyar ise tadar, iþi anlar; yemesini te'hir eder ve intizar ile telezzüz eder. Eðer bedbaht kardeþ olmamak ve bahtiyar kardeþ olmak istersen, Kur'aný dinle, mutî' ol, ona yapýþ ve itaat et. Eðer þu hikâye-i temsiliyedeki dekaiký fehmettin ise, hakikatý ona tatbik et. Mühimlerini ben söyleyeceðim. Ýncelerini de sen istihrac et. Bak! O iki kardeþ, ruh-u mü'min ile ruh-u kâfirdir; kalb-i sâlih ile kalb-i fâsýktýr. O iki tarîk ise, tarîk-i Kur'an ve iman ile tarîk-ý isyan ve tuðyandýr. O yoldaki bostan ise, cem'iyet-i beþeriye içinde muvakkat hayat-ý içtimaiyedir ki, þer ve hayýr, çirkin ve güzel karýþýktýr. O sahra ise, arz ve dünyadýr. O arslan ise, ölüm ve eceldir. O bi'r (kuyu) ise, beden-i insan ve hayattýr. O altmýþ arþýn derinlik ise, vasatî ve ömr-ü galibî olan altmýþ seneye iþarettir. O aðaç ise, müddet-i ömürdür. O beyaz ve siyah iki fare ise, gece ve gündüzdür. O ejderha yýlan ise, aðzý kabir olan âlem-i berzaha giden yoldur. O haþerat-ý muzýrra ise, beliyyeler ve musibetlerdir. O aðaçtaki yemiþler ise niam-ý dünyeviyedir ki, niam-ý uhreviyenin listesi ve --- sh:»(Ni:21) --------------------------------------------------------------------------------------------- ihzar edici müþabihleri, müþterileri meyve-i Cennet'e davet eden nümuneleridir. O aðaç, birliðiyle beraber baþka baþka yemiþler vermesi ile, sikke-i kudrete ve hâtem-i rububiyete ve turra-i uluhiyete iþarettir. Çünki bir þeyden herþeyi yapmak; bir topraktan bütün meyveleri yapmak, bir sudan bütün hayvanlarý halketmek, bir basit gýdadan bütün cihazat-ý hayvaniyeyi icad etmek; hem herþeyi birþey yapmak; bir zîhayatýn yediði gayet mütebayin taamlardan bir lahm-ý mahsus (et) ve bir cild-i basit nescetmek (dokumak) gibi san'atlar, Ehad ve Samed olan Sultan-ý Ezel ve Ebed'in sikke-i hassasýdýr, hâtem-i mahsusasýdýr, taklid edilmez bir turrasýdýr. O zehirli bir kýsým meyveler ise, lezaiz-i muharremedir. O týlsým ise, sýrr-ý iman ile açýlan sýrr-ý hikmet-i hilkattir. O miftah ise, yÁV7«!ö@« O su'ban aðzýnýn, yani yýlan ve ejderha aðzýnýn bostan kapýsýna inkýlabý, kabre iþarettir ki; kabir ehl-i dalalet ve tuðyana, vahþet-i nisyan içinde zindan gibi bir berzah ve su'ban batný gibi dar bir mezara açýlan bir kapý --- sh:»(Ni:22) --------------------------------------------------------------------------------------------- olduðu halde; ehl-i Kur'an ve imana, dehliz-i cinandan rahmet-i Rahman'a ve zindan-ý dünyadan bostan-ý bekaya açýlan bir kapýya döner. Ve o müdhiþ arslanýn munis bir hizmetkâra ve müsahhar bir ata dönmesi ise, mevte iþarettir ki, mevt ile ehl-i dalalet bütün mahbubatýndan elîm bir firak-ý ebedî içinde, kendi cennet-i kâzibe-i dünyeviyelerinden ihraç ve vahþet ve infirad içinde zindan-ý mezara idhal olunduklarý halde; ehl-i hidayet ve Kur'an için, o mevt müþtak olduklarý ahbablarýna visal ve hakikî vatanlarýna vusul ve zindan-ý dünyadan bostan-ý cinana davet ve Hannan, Mennan, Deyyan ve Rahman'ýn rahmetinin fazlýndan, hizmetlerine mukabil ahz-ý ücret etmelerine vesiledir. Elhasýl: Hayat-ý fâniyeyi esas maksad yapan, zahiren cennet içinde olsa da, manen cehennemdedir. Hayat-ý bâkiyeye müteveccih olan zât ise, saadet-i dâreyne mazhardýr. «w[¬8³~ö¬–@«W * * * --- sh:»(Ni:23) --------------------------------------------------------------------------------------------- Üçüncü Ders ¬v[¬&Åh7!ö¬w´W²&Åh7!ö¬yÁV7!ö¬v²K¬" *:h«R²7!ö¬yÁV7@¬"ö²vUÅ9ÅIR« Ey gururlu, maðrur gafil! Sana ne olmuþ ki, müslümanlarý -ecanib tarzýnda- hayat-ý dünyeviyeye davet edersin? O hayat, uyku içinde bir lu'b ve heva içinde bir lehivden baþka birþey deðildir. Hem ne oluyorsun ki, keyiflerine kâfi gelen helâl ve tayyibat dairesinden huruca teþvik ederek, dinin ihmaline veya dinin bazý þeairinin terkine sebebiyet veriyorsun. Ve muharremat ve habîsat dairesine duhûle teþci' ediyorsun. Ey müvesvis! Bilir misin misalin neye benzer? O derece belâhet kesbetmiþ bir sarhoþa benzer ki; arslaný attan, daraðacýný salýncaktan, --- sh:»(Ni:24) --------------------------------------------------------------------------------------------- cerahatlý yarayý kýrmýzý gülden farketmez. Hem öyle zannettiði halde, mürþid vaziyetini alýr; muslih tavrýný takýnýr. Müdhiþ bir vaziyete düþmüþ bîçare bir adama ders verir. Bazý müzahrefatý ve aldatýcý hevesatý ve bazý lehviyatý irae etmekle, o bîçare adamý baþtan çýkarmak ister. Çare-i necat taharri etmez. Ýþte o adam, þöyle bir vaziyettedir: Arkasýnda, her an ona hücuma müheyya bir arslan duruyor. Önünde, bir daraðacý dikilmiþ onu bekliyor. Sað tarafýnda, derin bir yara açýlmýþ. Sol canibinde, müz'iç bir çýban, cerahat akýttýrýyor. Þu vaziyetle beraber, mühim bir sefere sevkediliyor. Þu adam ise, bu müvesvisin tamamen zýddý olan bir hayýrhah zâtýn irþadýyla iki ilâcý elde etmiþ. Eðer güzelce istimal etse; o iki cerahat, iki aded rayihalý gül olur. Hem o mübarek zâtýn iþaretiyle iki týlsým bulmuþ, kalb ve lisanýna takmýþ. Eðer güzelce istimal etse, o müdhiþ arslan, müsahhar bir ata döner ve ona biner, bir Kerim-i Rahîm'in ziyafetine gider. O daraðacýnýn ipi dahi, seyr ü tenezzühe âlet ve salýncak olur. Halbuki þeytan, onu sarhoþ etmek ister. O müdhiþ vaziyette --- sh:»(Ni:25) --------------------------------------------------------------------------------------------- iken, þeytan-ý insî o adama der ki: "Býrak bu týlsýmlarý, at bu ilâçlarý, gel keyfedelim. Beraber oynayalým. Þu lezaiz ve güzel suretlerden istifade edelim, ömrümüzü hoþ geçirelim." Diðer mübarek zât kendine diyor ki: "Ey çare-i necatý bulmuþ musibet-zede adam! Þu boþboðaza de ki: Ýlâçlarýn hýfzý ve týlsýmlarýn muhafazasý lâzým. Kerim-i Rahîm'in müsaade ettiði daire-i meþrua keyfime kâfi, lezzet-i hayatýma vâfidir. Hem hakikî lezzet ve saadet, þu daire haricinde mümkün deðildir. Hem de ki: Bu ölüm arslanýný öldürmek ve firak ve zevali izale etmek ve acz ve fakr yaralarýný beþerden kaldýrmak çaresini bulmuþsan, yani dünyayý cennete ve arz-ý fâniyeyi arz-ý bâkiyeye tebdil ve acz-i mutlak-ý beþerîyi bir iktidar-ý mutlakaya tahvil ve nihayetsiz fakr-ý beþerîyi bir gýna-yý mutlakaya kalbetmek çaresi varsa, söyle dinleyelim. Yoksa çare-i necatýný býrakýp sana aldanacak, senin gibi bir sarhoþ lâzým ki; gülmeyi aðlamaktan, bekayý fenadan, derdi dermandan, hevayý hüdadan fark ve temyiz etmez olsun. Ben ise, o mübarek zâtýn sözünü dinlerim, --- sh:»(Ni:26) --------------------------------------------------------------------------------------------- u[¬6«x²7!ö«v²Q¬9«:öyÁV7!ö@«XA²K«&ö der, týlsým ve ilâçlarý hýfzederim ve hýrz-ý can ederim." Eðer þu temsilin sýrrýný anlayýp, hakikatýn suretini görmek istersen, dinle: Þu dalalet-âlûd ve sefahet-perver medeniyetin þakirdleri ve idlâl edici sakîm felsefenin talebeleri, acib ihtirasat ve pek garib tefer'unlukla sarhoþ olmuþlar. Sonra gelip, desiseler ile müslümanlarý, ecnebilerin âdâtýna davet ve terk-i þeair-i Ýslâmiyeye teþvik ediyorlar. Halbuki her þeairde nur-u Ýslâma bir þuur ve bir iþ'ar vardýr. Kur'an-ý Hakîm'in tilmizleri ise, bunlara mukabele edip derler ki: "Ey dalalete dalmýþ gafiller! Dünyadan mevti, insandan acz ve fakrý kaldýrmak çaresi varsa, dinden ve dinin þeairlerinden istiðna edebilirsiniz. Yoksa susunuz... Zira ölüm, acz, zeval, fakr, sefer gibi âyât-ý tekviniye yüksek sadâlarýyla, dinin lüzumuna ve þeairin iltizamýna davet ediyorlar. y«7ö!xQ¬W«B²,@«4ö–³~²hT²7!öÏ›¬I5ö!«)¬!«: ö@«[²9ÇG7!ö?x«[«E²7!övUÅ9ÅhR«#ö«Ÿ«4 --- sh:»(Ni:27) --------------------------------------------------------------------------------------------- âyetlerini kýraat ediyorlar ve beþerin baþýnda dört-beþ cihette, herbiri birer melek-i ra'd gibi na'ralarýyla beþeri ikaz edip Kur'ana davet ederlerken; sizin vesveseleriniz bunlara nisbeten sivrisinek sadâsý gibi kalýr." Evet hakikat-bîn göz sahibi böyle mukabele eder. Der ki: "Arkama bakýyorum görüyorum ki, ecel arslaný arkamda duruyor. Daima beni tehdid ediyor. Eðer iman kulaðýyla Kur'an sadâsýný dinlesem, o arslan, güzel bir ata; o firak ise, buraka dönerler. Beni rahmet-i Rahman'a vusule ve Seyyid-i Kerim'imin huzuruna îsale vasýta olurlar. Yoksa yýrtýcý birer canavar ve beni bütün sevdiklerimden ebedî firak ile tefrik edici birer esed hükmünde kalýrlar. Sonra önüme bakýyorum, görüyorum ki: Gece-gündüz dönmesinden, fena ve zevalin âlâtý sallanýyor. Hem o fusul ve usûrun emvacýndan firaklar ve helâketten zevaller temevvüc ediyor. Þu âletler, beni ve hem bütün sevdiklerimi mahvetmek için dikilmiþ bir daraðacý görünüyor. Eðer sem'-i îkan ile irþad-ý Kur'anîyi dinlesem, o müdhiþ âletler, salýncak ve merakibe ve seyr ü tenezzühe dönerler ki; dünya denizinde, --- sh:»(Ni:28) --------------------------------------------------------------------------------------------- zaman seylinde, hayal ve akl-ý beþer onlara biner, Cenab-ý Kadîr-i Zülcelal'in tecelliyat-ý þuunat-ý san'atýný müþahede ederler. Evet Kur'an gösterir ki, þu mevcudat-ý seyyale, Hâlýk-ý Zülcelal'in esma-i hüsnasýnýn âyineleri ve kalem-i kudretinin elvah-ý mütehavvilesidir. Bunlarýn tahvilinden, teceddüd-ü san'at-ý Rabbaniye ve cilve-i cemal-i mücerred-i esma-i Ýlahî müþahede edilir. Merayanýn tebeddülünde, cemal-i esma tazelenir. Sonra sað tarafýma bakýyorum görüyorum ki: Nihayetsiz bir fakr ve hadsiz bir ihtiyaçtan dehþetli bir çýban duruyor. Zira en âciz bir hayvandan daha âciz ve bütün hayvanattan daha fakir olduðum halde, dünya kadar ihtiyacatým var. Ýktidarým ise, bir serçe kuþunun faaliyetinden çok aþaðýdýr. Eðer Kur'an-ý Kerim'in þifa-i kâfisine itimad ederek tedavi etsem, o elîm müz'iç fakr, rahmetin ziyafetinden gelen leziz bir þevke ve semeratýndan gelen latif bir iþtihaya döner. Þu acz ve fakrýn lezzeti, istiðna ve kuvvetten gelen lezzetin fevkinde bir lezzet verir. Yoksa o fakr, gayet müz'iç elemli zillet ve tezellüle vasýta bir yara olarak kalýr. --- sh:»(Ni:29) --------------------------------------------------------------------------------------------- Sonra sol tarafýma bakýyorum görüyorum ki: Nihayetsiz bir acz ve o hadsiz aczden neþ'et eden derin bir yaram var ki; o mutlak aczimle, kalb ve ruhumun ve aklýmýn cihetinden hadsiz darbeler bana vurulabilir. Þu elem ise, lezzet-i hayat-ý dünyeviyeyi cidden izale eder. Eðer teslimiyetle Kur'an-ý Kerim'in dersini dinlesem, o aczim, bir tezkereye döner. Beni sýrr-ý tevekkül ile, öyle bir Kadîr-i Mutlak'a istinada davet eder. Ve öyle bir nokta-i istinadý buldurur ki; o noktada bütün a'dâdan emn ü emaný temin eder. Evet emr-i kün feyekûn'e mâlik ve bütün eþya ona müsahhar ve hâdim olan bir Sultan-ý Cihan'a acz tezkeresiyle istinad eden adam, ne gibi þeyden perva eder. Yoksa müdhiþ aczimle, merhametsiz ve hadsiz düþmanlar içinde pek çok ýzdýrab çekmeðe mecbur kalacaðým. Hem halime bakýyorum, görüyorum ki: Ben misafirim, uzun bir sefere sevkediliyorum. Yolum kabir, berzah ve haþir üstünden geçip ebed-ül âbâda kadar gider. O karanlýk yolda, zâd ile ziya ister. Halbuki Kur'an haricinde hiçbir akýl ve hikmet ve hiçbir ilim ve felsefe o yolun zulümatýný izale edecek bir nur ve o uzun sefere zâd olacak bir rýzk vermiyor. Ancak onu ýþýklandýracak yalnýz þems-i Kur'an'dan --- sh:»(Ni:30) --------------------------------------------------------------------------------------------- iktibas edilen ziyadýr. Ve o sefere zâd olacak, yalnýz hazine-i Rahman'dýr. Ve delalet-i Kur'an ile ahzedilen gýdadýr. Ey gafil ve sarhoþ! Eðer bu mecburî seferden beni halâs edecek bir çare bulmuþ isen, söyle... Fakat bulduðun çare katý-üt tarîklik olmasýn. Çünki inkâr ve dalalet, ancak kabrin aðzýnda zulümat-ý adem-âbâdda sukutu kabul demek olduðundan; þu katý-üt tarîklik çok defa uzun seferden daha müdhiþ ve daha korkunçtur. Madem çaresi yok, öyle ise sus! Tâ Kur'an-ý Hakîm dediðini desin..." Acaba bu beþ müdhiþ azab kapýlarýný Kur'an-ý Hakîm'in beþ saadet kapýsýna tahvilinden neþ'et eden lezzet ve saadet-i maneviyeye mukabil gelecek, dünyada bir lezzet ve saadet var mýdýr? Meselâ firak-ý ebediye kapýsýnýn visal-i hakikiye kapýsýna inkýlabý, her lezzetin fevkindedir. Ýþte kitab-ý âlemin bu âyât-ý hamsesinin herbiri, herbir beþerin baþýnda bu hakikatlarý okuyor. *:h«R²7!ö¬yÁV7@¬"ö²vUÅ9ÅIR« --- sh:»(Ni:31) --------------------------------------------------------------------------------------------- Ýþte bu beþ hatibin yüksek ikazlarýný dinleyen, nasýl sana tâbi olacaktýr ve sözüne uyacaktýr? Evet ey gururlu ve maðrur adam! Senin meþrebini ihtiyar edecek öyle bir sarhoþ lâzým ki; ya þarab-ý siyaset veya hýrs-ý þöhret veya rikkat-i cinsiye veya zýndýka-i felsefe veya sefahet-i medeniyet veya gurur ve enaniyet veya derd-i maiþet gibi müskirat-ý maneviye ile zarar ve nef'ini farketmeyecek derecede sarhoþ olsun. Halbuki insanýn baþýna inen müdhiþ darbeler ve beliyyat ve beþerin yüzünü tokatlayan þu ehval ve musibat; elbette þu sekri beþerden kaçýrýp, beþerin aklýný baþýna toplattýracaktýr. Ey fâsýk ve sefih! Deme ki ben de firenk gibi olacaðým. Dikkat et! Sen, firenk gibi olamazsýn. Zira bir firenk, Peygamberimizi (A.S.M.) kabul etmezse de Ýsa (A.S.) ve Musa (A.S.) ve sair enbiyalarý bir derece kabul edebilir. Ruhunda, maâliyata medar kendince bir esas kalabilir. Fakat sen, Peygamber-i Âhirzaman'ýn (A.S.M.) derslerini terkettiðin dakikada, senin ruhunda nihayetsiz bir tahribat, bir boþluk, bir karanlýk peyda olacaktýr ki; hiçbir kemalât ve ahval-i âliyeye ve mes'udiyete yer kalmayacaktýr. --- sh:»(Ni:32) --------------------------------------------------------------------------------------------- Meðer insaniyetini söndüresin ve zaman-ý hal ile mukayyed sýrf bir hayvan olasýn ve hayvan gibi bir muvakkat müzahref lezzeti göresin. Halbuki insan, müstakbelin ehvali ve mazinin ahzaný ile giriftar olmuþtur. Bu ikisi, onu pek ciddî düþündürür, baþýný mütemadiyen döðerler. Ýnsaný bu havf ve hüzünden kurtarýcý tek bir mededkâr var. O da Kur'an-ý Azîmüþþan'dýr. Eðer bütün hayvanattan daha þaki, daha zelil, daha ahmak kalmamak istersen, sükût et. Ýmanýn kulaðýyla, Kur'anýn beþaretini ve þu ilânlarýný dinle: !xX«8³~ö«w ¬?«h¬'À²!ö]¬4«:ö@«[²9ÇG7!ö¬œY«[«E²7!ö]¬4ö›«h²LA²7!övZ«7ö«–xTÅB« v[¬P«Q²7!ö+²x«S²7!ö«x;ö«t¬7´)ö¬yÁV7!ö¬€@«W¬V«U¬7ö«u * * * --- sh:»(Ni:33) --------------------------------------------------------------------------------------------- Üçüncü Dersin Zeyli Ey Said-i kasýr, âciz ve fakir! Bilmelisin ki: Senin mahiyet-i nefsinde, nihayetsiz bir kusur, nihayetsiz bir acz, nihayetsiz bir fakr, nihayetsiz bir ihtiyaç, nihayetsiz âmâl dercedilmiþ. Cenab-ý Fâtýr-ý Hakîm, nasýlki açlýk ve susuzluðu midene vermiþ, tâ ihsanatýný ve lezaiz-i nimetini tanýyasýn. Onun gibi, seni kusur ve fakr ve ihtiyaçtan terkib etmiþ, tâ mirsad-ý kusurun ile Fâtýr-ý Zülcelal'in seradikat-ý cemal ve kemaline ve mikyas-ý fakrýn ile derecat-ý gýna ve rahmetine ve mizan-ý aczin ile meratib-i iktidar ve kibriyasýna ve fihriste-i ihtiyacatýn tenevvüü ile enva'-ý niam ve ihsanatýna bakabilesin ve tanýyasýn ve vazife-i hilkatini eda edesin. Bundan bil ki: Gaye-i fýtratýn, ubudiyettir. Ve ubudiyet odur ki; sen, Fâtýr-ý Zülcelal'in dergâh-ý rahmetinde ö«yÁV7!öh¬S²R«B²,«!öve ¬yÁV7!ö«–@«E²A,öile kusurunu.. ve yÁV7!ö@«XA²,«&öve ¬yÁV¬7öG²W«E²7«!öile fakrýný.. ve h«A²6«!öyÁV7«!öve ¬yÁV7@¬"öŬ!ö«?Åx5ö««:ö«Ä²x«&ö« ile ve istimdad ile aczini ilân etmek ve âyine-i ubudiyetin ile cemal-i rububiyetini izhar etmektir. * * * --- sh:»(Ni:34) --------------------------------------------------------------------------------------------- Dördüncü Ders ¯v[¬E«%ö]¬S«7ö«*@ÅDS²7!öÅ–¬!«:ö¯v[¬Q«9ö]¬S«7ö«*!«h²"«²!öÅ–¬! Ey Said-i gafil! Herkes için þu hayat denilen sür'atli seferde, kabre iki yol vardýr. O iki yol, uzun ve kýsalýkta müsavidirler. Lâkin birisinde zararsýz olmakla beraber, bir menfaat-i azîme olduðu, mütevatir ehl-i þuhud ve ihtisasýn þehadet ve icmalarýyla sabittir. O yolun on yolcusundan dokuzu, o menfaat-i azîmeye nâil olduðu yine ehl-i þuhudun tevatürüyle sabittir. Ýkinci yol ise, ittifaken menfaatsiz olduðu halde; pek azîm bir zararý olduðu ehl-i hibre ve þuhudun icmaýyla sabittir. Bu ikinci yolda, onda dokuz ihtimal zarar vardýr. Þu tehlikeli yolu ihtiyar edenler bedbaht ve eblehlerdir ki, zahirî bir hafiflik için, silâh ve zâdý beraber kaldýrmýyorlar. Vakýa bir batman aðýrlýktan kurtuluyorlar. Lâkin bilmiyorlar ki, kalbleri yüz batman minneti kaldýrýyor. Kantarlarla ehval ve mehavifi ruhlarýna yüklüyorlar. Temsil makul --- sh:»(Ni:35) --------------------------------------------------------------------------------------------- þeyleri mahsûs gösterdiði için þu hakikatý bir misal ile izah ve beyan edelim. Meselâ: Sen istiyorsun ki; þu þehirden Ýstanbul'a gideceksin veyahut ona gönderiliyorsun. Fakat yolunu, sen ihtiyar edeceksin. Ýþte Ýstanbul'a giden yolun biri saðda, diðeri solda. Bu iki yol, uzun ve kýsalýkta müsavidir. Bu iki yolun birisinde menfaat ve zahirî bir külfet var; diðerinde, zarar ve surî bir hýffet var. Sað taraftaki yoldan gitsen; bil'ittifak zararsýzdýr. Ehl-i ihtisasýn icmaýyla, bir menfaat-ý azîmeyi kazanacaksýn. Yalnýz her düþmana mukabele edecek, her gýdanýn hülâsasýný câmi' dört kýyyelik bir çanta ve iki kýyyelik bir silâh ki, mecmuu bir batman aðýrlýðý kaldýracaksýn. Lâkin ruh ve kalbin, minnet ve haþyet sýkletlerinden kurtulacak. Herkese dilenci ve herþeyden çekinmekten kurtulacaksýn. Sol taraftaki yol ise, milyonlar ehl-i þuhudun þehadatýyla, azîm zararlý olduðunu ve muvafýk ve muhalifin ittifakýyla, menfaatsiz olduðunu ve bu yola gitsen, yalnýz bir hýffet-i zahirî ve surî serbestlik var. Ve o lâzým olan silâhý almýyacaksýn ve o elzem olan zâd-ý lezizi terkedeceksin. Lâkin bu zahirî hýffetin sana, --- sh:»(Ni:36) --------------------------------------------------------------------------------------------- gayet aðýra mal olur ki, ruhunun omuzuna yükleyeceði iki kýyyelik silâh bedeline, korkudan gelen kantarlarla aðýrlýðý taþýyorsun. Ve zahrýna yükleyeceðin dört kýyyelik zâde bedel, yüzer batman minneti o kalbine yükletirsin. Böyle yollarda, âdi bir muhbirin, zaîf bir ihbarý nazar-ý itibara alýnýr. Halbuki -tevatür derecesinde- kâmil þahid sadýklar ihbar ediyorlar ki; yümn-ü imanla yemin cihetinde gidenler, müddet-i seferlerinde emn ü emandadýrlar. Þehre yetiþtiklerinde, on yolcudan dokuzuna, herhalde bir nef'-i azîm vardýr. Hem ihbar ediyorlar ki: Dalalet ve batalet ve belâhet þu'muyla (uðursuzluðuyla) sol yolda gidenler, müddet-i seferlerinde, açlýk ve korkudan azîm bir ýzdýrab çekiyorlar. Herþeyden titriyorlar. Çünki aczleri içinde zaîftirler. Herþeye tezellül ederler. Çünki fakirlikleri içinde muhtaçtýrlar. Þehre yetiþtiklerinde, bir-iki tanesi müstesna, ya hapis veya katledilirler. Þimdi edna bir aklý olan, ihtimal-i zarar bulunan yolu, zararsýz yola, bir hýffet-i zahirî için tercih etmez. Nasýl oluyor ki; kendini mükemmel ve âkýl zannettiði halde, öyle bir yolu tercih eder ki; o yolda yüzde doksandokuz a'zam zarar ihtimali vardýr. Hem öyle bir yolu terkeder --- sh:»(Ni:37) --------------------------------------------------------------------------------------------- ki; yüzde doksandokuz a'zam-ün nef' ihtimali o yolda vardýr. Acaba ne için bunu terk, onu tercih ederler? Sýrf tenbellik için, yalnýz sureten cüz'î bir hýffet-i zahirî için. Halbuki külliyetli bir sýkleti çekerler. Ýþte misali anladýn. Hakikatý þudur ki: Misafir, sensin. Ýstanbul, âlem-i âhiret ve berzahtýr. Sað yol tarîk-i Kur'andýr ki; imandan sonra, salâta yani namaza emreder. Sol yol, tarîk-i ehl-i fýsk ve tuðyandýr. Ehl-i þuhud dediðimiz ehl-i hibre, enbiya ve evliyadýr. Çünki hakikî veli, zevk-i þuhudî sahibidir. Âmînin itikad ettiði gaybî þeyleri bazan veli, ayný þeyi gözüyle veyahut kalb ile görüyor. Silâh ve zâd ise, iman-ý billahtan neþ'et eden tevekkül ve itimaddýr ki; bütün mehalik ve hacata karþý bir nokta-i istinad ve bir nokta-i istimdaddýr. Evet bir Kadîr-i Hafîz-i Alîm'e ve bir Ganiyy-i Kerim-i Rahîm'e tevekkül etmekte öyle bir nokta-i istinad ve bir nokta-i istimdad bulunuyor ki; o noktalar, kelime-i tevhidin zýmnýnda münderic.. o da namazda mündemic.. o da ubudiyetin içinde.. o da teklifin zýmnýndadýr. Demek ubudiyeti iltizam eden, derecesine göre tenezzül ve tezellülden kurtulur. Herþeye --- sh:»(Ni:38) --------------------------------------------------------------------------------------------- tezellül, herþeye dilenci olmaktan necat bulur. Çünki yÁV7!öŬ!ö«y´7¬!ö«ökelime-i kudsiyesi ifade eder ki: Nef' ve zarar verici ancak Allah'týr. Ve hem zarar ve nef' de, onun izniyledir. * * * --- sh:»(Ni:39) --------------------------------------------------------------------------------------------- Beþinci Ders ¬v[¬&Åh7!ö¬w´W²&Åh7!ö¬yÁV7!ö¬v²K¬" –!«x«[«E²7!ö«]¬Z«7ö«?«h¬'À²!ö«*!ÅG7!öÅ–¬!«:ö°`¬Q«7«:ö°x²Z«7öŬ!ö@«[²9ÇG7!ö?x«[«E²7!ö¬˜¬H´;ö@«8«: Ey ihtiyarsýz sür'atle kabre, haþre, ebede giden Said-i þaki! Bil ki: Uzun ve kýsalýðý nisbetinde iki hayatýn levazýmatýný tahsil etmek için Mâlik-i Kerim sana, bir sermaye-i ömür verdiði halde; sen o sermayenin kýsm-ý a'zamýný, hayat-ý bâkiyeye nisbeti bir bahrin bir katre seraba nisbeti gibi olan þu hayat-ý fâniye katresinde zayi' ettin. Eðer aklýn varsa elde kalan kýsmýnýn yarýsýný veya üçte birini veya lâakal onda birisini, deniz gibi hayat-ý bâkiyeye sarfet. Yoksa eyvahlar olsun diyeceðin bir zaman gelecek. Acaibdendir ki; senin gibi ahmaklara âkýl ve zîfünun deniliyor. Þu temsili dinle. Meselâ: Þu bir hizmetçi kuldan --- sh:»(Ni:40) --------------------------------------------------------------------------------------------- daha ahmak görünüyorsun ki; onun seyyid-i kerimi ona yirmidört altun veriyor. Onu Burdur'dan Antalya'ya, oradan da Þam'a ve Yemen'e gönderiyor. Ve emrediyor ki: O altunlarý, levazým-ý seferinde sarfet! Lâkin Antalya'ya kadar -cebren- iki gün yayan gideceksin. Hem bir nevi ihtiyarýn var. O altunlarý bir þeyde sarfetsen de etmesen de yine gideceðin yere yetiþebilirsin. Lâkin Antalya'dan sonraki sair menzillere gitmekte bir cihette ihtiyar senin elindedir. Eðer bir vesika veya bir bilet alabilir ve bir vapura veya bir trene veya bir tayyareye binebilirsen, bir aylýk mesafeyi, bir günde kat'edebilirsin. Yoksa hem yayan, hem yalnýz, hem mütehayyir, hem matrud bir surette yoluna devam edeceksin. Halbuki o ebleh ahmak yolcu, yirmiüç altununu, iki günlük mesafede sarfetti. Ona denildi ki: Þu bâki kalan bir altunu, o uzun yolun için, bir zâd ve bir bilete ver. Ümid edilir ki, seyyidin sana merhamet eder, rahatla gidersin. O dedi ki: Yok, lezzet-i hazýramý terketmem. Bir ihtimal var ki, faide vermez. --- sh:»(Ni:41) --------------------------------------------------------------------------------------------- Ona denildi: Acaba, bu derece belâhet olur mu ki, senin aklýn sana nasýl fetva veriyor? Yarý malýný, bin adam iþtirak eden bir piyango kumarýna atarsýn. Halbuki o kumarda, bin ihtimalden bir ihtimal ile, belki bin lirayý kazanabilirsin. Hem nasýl oluyor ki, þu menfaat-perest aklýn sana fetva vermiyor ki; yirmidört parça malýndan tek bir cüz'ünü verirsen, binde dokuzyüz doksandokuz ihtimal ile, tükenmez hazinelere zafer bulacaðýn, milyonlar ehl-i hibre ve ehl-i ihtisasýn þehadatýyla kat'iyyet kesbetmiþtir? Halbuki böyle cesîm menfaatler için, bir tek âmînin ihbarý dahi nazar-ý itibare alýnýr. Halbuki muhbirler, nev'-i beþerin þümus ve nücumu hükmünde mütevatir ehl-i þuhuddurlar ki; o müsbitlerden ikisi, binler ehl-i nefiy ve münkirlere tercih edilir. Çünki hilâl-i ramazanýn rü'yetini dava eden iki þahid, binler nâfî fikirlerin hükmünü ýskat eder. Þöyle ehl-i þuhudun ihbaratý nasýl oluyor ki, sana tesir etmiyor? Cehalet ve gafletin ne kadar kalýnlaþmýþ! Ey târik-üs salât! Misali anladýnsa, hakikatý dinle: --- sh:»(Ni:42) --------------------------------------------------------------------------------------------- O abd-i misafir sensin. Burdur, dünyadýr. Antalya, kabir. Þam, berzah ve haþirdir. Yemen, mâba'dü-l haþirdir. Yirmidört lira da, yirmidört saattir. Sen o yirmidört saatin yirmiüçünü þu hayat-ý fâniyeye bilâ-tereddüd ve bilâ-perva sarfediyorsun. Pek uzun seferin için elzem-i zâd olan beþ vakit namazýn edasýna, bir saatin sarfýnda tehavün gösteriyorsun. Yani, aðýr davranýyorsun. Hattâ sarfettiðin vakitte bir hisse de dünyaya çýkarýyorsun ki, namaz içinde dünyaný da düþünüyorsun. Hallak-ý Kerim'in bu kadar az birþeyle þu kadar büyük þeyleri sana verdiði halde sen yapmazsan, senin bu insafsýzlýðýn ile Cehennem sana lâyýk olmaz mý ve sen ona müstehak olmaz mýsýn; ey gafil ve ey târik-üs salât? ¬€²x«W²7!ö«u²A«5ö¬^«"²xÅB7@¬"ö«:ö¬€²x«S²7!ö«u²A«5ö¬œY«VÅM7@¬"ö!xV±¬D«2 * * * --- sh:»(Ni:43) --------------------------------------------------------------------------------------------- Altýncý Ders ¬v[¬&Åh7!ö¬w´W²&Åh7!ö¬yÁV7!ö¬v²K¬" «t¬K²S«9ö²w¬W«4ö¯^«±¬[«,ö²w¬8ö«t«"@«.«!ö@«8«:ö¬yÁV7!ö«w¬W«4ö¯^«X«K«&ö²w¬8ö«t«"@«.«!ö@«8 Ey za'fýyla beraber maðrur ve iþlemediði þeyle müftehir bîçare Said! Senin fahr ve gurura hiç hakkýn yok. Çünki senin nefsinde, kusur ve þerden baþka yoktur. Eðer hayýr olsa, o hayýr da, cüz'-i ihtiyarýn gibi cüz'îdir. Lâkin deme ki þerrim de cüz'îdir. Hâyýr sen, o cüz'-i ihtiyarýn ile bir þerr-i küllîyi iþleyebilirsin. Çünki sen iþlediðin bir kusur ile, senin maksuduna müteveccih olan sair esbabýn semerat-ý sa'ylerini hükümden iskat ederek bir hasaret-i külliyeye sebeb ve bir hacalet-i daimîye müstehak olursun. Hakikat böyle iken, þeytanýn bir cihette þakirdi olan nefsin, kaziyenin aksine olarak hayrý küllî, þerri cüz'î tasavvur eder, firavunlaþýrsýn. Bilir misin misalin neye benzer? --- sh:»(Ni:44) --------------------------------------------------------------------------------------------- Maðrur ahmak bir adam, bir gemi ile ticaret eden bir cemaata þerik olur. O cemaatýn herbiri bir kýsým sermaye verip, gemide bir vazifeyi deruhde eder. Herkes kendi vazifesini îfa eder. Yalnýz o maðrur, hareket-i sefineye medar olan vazifesini terkederek, geminin garkýna sebebiyet verir. O cemaatin hepsi bin lira zarar ederler. Ona denildi: Hak olan odur ki; bütün hasareti sen çekeceksin. Çünki bizim sa'yimizi de heba ettin. O dedi: Yok kabul etmem. Belki bu hasaret taksim edilerek hissem mikdarýnca çekebilirim. Sonra ikinci seferde, o dahi onlar gibi vazifesini îfa etti. Bin lira kâr ettiler. Dediler ki: Hasaret vazifeye bakar. Kâr, re's-ül male bakar. Öyle ise, re's-ül mal nisbetinde taksim edelim. O maðrur dedi ki: Yok, belki bütün kâr benimdir. Çünki çendan evvelce hasaret sana raci'dir demiþtiniz, ben kabul etmemiþtim. Öyle ise, bütün kâr da bana olmalý. O vakit ona denildi: Ey cahil nâdan! Bir þeyin vücudu, bütün ecza ve þeraitinin vücuduna tevakkuf eder. Öyle ise vücudun semeresi, bütün esbab-ý vücuda --- sh:»(Ni:45) --------------------------------------------------------------------------------------------- verilir. Kâr ise, vücudun semeresidir. Hasaret ise, ademin semeresidir. Halbuki bir þeyin ademi, bir cüz'-i vâhidin ademiyle veya bir þartýn fýkdanýyla oluyor. Öyle ise ademin semeresi, in'idamýn sebebine verilecektir. Elhasýl: Ya Said, -aslahakellah- senin fahre ve gurura hakkýn yoktur. Çünki: Evvelen: Þer, senden; hayýr ise, gayrýdandýr. Sâniyen: Þerrin küllî, hayrýn cüz'îdir. Sâlisen: Sen amel-i hayrýn ücretini, amelden evvel almýþsýn. Belki bütün hasenatýn seni, insan-ý müslim yapan Mün'imin in'amýna karþý, öþr-i mi'þar-ý öþrüne de, yani onda birin onda birinin onda birine de mukabil gelmez. Öyle ise, daha gururun nedendir? Fahrýn ne içindir? Ýþte bu sýrdandýr ki; Cennet'e girmek, mahz-ý fazýldýr. O dehþetli Cehennem, ceza-yý amel ve ayn-ý adildir. Çünki beþer bir þerr-i cüz'î ile, bir cinayet-i külliye-i daimeyi iþleyebilir. Râbian: Hayýr o vakit hayýr olur ki Allah için ola... Eðer Allah için olsa, o vakit kat'î onun izniyledir. Tevfik onundur. Minnet onadýr. Senin hakkýn þükürdür, fahr deðildir. --- sh:»(Ni:46) --------------------------------------------------------------------------------------------- Çünki fahr, irae yani gösteriþ ve riya iledir. Riya ise, hayrý þer eder. Þer ile iftihar edersen et. Ýþte bu hakikatý bilmediðindendir ki; nefsinde maðrur, gayriye de gururlu oldun. Hem sen, bir cemaatin hasenatýný tutuyorsun. O hasenatý, müteneffiz bir þahsa vermekle, tefer'una vasýta ve vesile oluyorsun. Belki Allah'ýn malýný ve ef'alini, esbaba ve tagutlara taksim ediyorsun. Hem þu cehildendir ki; nefsin ile sana âidiyeti olan seyyiatý kadere vererek mes'uliyetten kaçýyorsun. Hem nass ile sabit olan Fâtýr'ýn sýrf feyz-i fazlýndan olan hasenatý kendi nefsine veriyorsun. Tâ iþlemediðin þeylerle medholunasýn. Þu edeb-i Kur'an ile edeblen. Kur'an-ý Kerim diyor ki: «t¬,²S«9ö²w¬W«4ö¯^«±¬[«,ö²w¬8ö«t«"@«.«!ö@«8«:ö¬yÁV7!ö«w¬W«4ö¯^«X«,«&ö²w¬8ö«t«"@«.«!ö@«8 Malýna sahib ol. Baþkasýnýn malýný gasbetme. Hem Kur'an-ý Kerim diyor ki: @«Z«V²C¬8öŬ!ö›«i²D --- sh:»(Ni:47) --------------------------------------------------------------------------------------------- Madem ki hasene on misline çýkar. Seyyie, nefsinde birde münhasýr kalýr. Sen de haseneden neþ'et eden muhabbeti, muhsinden muhsinin müteallikatýna teþmil et. Uyûbundan iðmaz-ý ayn et. Seyyieden neþ'et eden adavet-i müsi'den, müsi'in ekaribine veya sair güzel sýfatlarýna tecavüz ettirme. Bu edeb-i illiye-i âdile-i Kur'aniye ile edeblen! Kur'an'ýn edebiyle edeblenmeyen, zamanýn sillesiyle te'dib olunacaðý muhakkaktýr. * * * --- sh:»(Ni:48) --------------------------------------------------------------------------------------------- Yedinci Ders ¬v[¬&Åh7!ö¬w´W²&Åh7!ö¬yÁV7!ö¬v²K¬" ¯»²+¬*ö²w¬8ö²vZ²X¬8öG w[¬B«W²7!ö¬?ÅxT²7!ö:)ö»!Å+Åh7!ö«x;ö«yÁV7!öÅ–¬!ö¬–xW¬Q²O Ey Said-i gafil! Nedendir ki vazifeni terkedip, Hâlýkýnýn vazifesiyle fuzulî iþtigal ediyorsun? Zalûm ve cehûl vasfýna liyakat kesbediyorsun ki, daire-i iktidarýnda olan hafif ubudiyet vazifesini terkediyorsun. Halbuki zaîf beline, tahammülsüz baþýna, tâkatsiz kalbine, Hâlýk ve Rezzakýna mahsus vazife-i rububiyeti yükletiyorsun. Saadet ve istirahat istersen; vazifene sahib ol; Hâlýkýn vazifesini ona tefviz et. Yoksa sen, þaki bir âsi, fuzulî bir hain olursun. Bilir misin neye benzersin? Misalin --- sh:»(Ni:49) --------------------------------------------------------------------------------------------- bir nefer asker gibidir ki; o nefer, iki vazife karþýsýndadýr. Biri: Vazife-i asliyedir ki; o da, talim ve cihaddýr. Sultan ise, þu vazifede ona muavenet eder. Levazýmatýný ihzar eder. Ýkinci vazife: Sultana mahsus vazifedir ki; o neferin erzakýný ve tayinatýný, libasýný ve silâhýný, atýný ve devasýný vermektir. Lâkin bazan neferi, þu vazife-i þâhanede istihdam eder ki; o hizmeti de devlet hesabýna yapar. Þu sýrdandýr ki; taamý piþiren veya karavanayý yýkayan nefere denilse: "Arkadaþ ne yapýyorsun?" O nefer der: "Hükûmet ve devletin angaryasýný çekiyorum." Demiyor: "Rýzkým için çalýþýyorum." Zira bilir ki, o vazife-i asliyesi deðil; belki rýzký devlete aittir. Hattâ hasta olsa, aðzýna lokmayý koymaða kadar devlete aittir. Ýþte þöyle bir nefer, rýzkýný tedarik niyetiyle ticaret ile iþtigal etse, cahil bir þaki olur. Tezyif olunur, te'dib edilir. Talim ve cihadý terkettiði için hâin ve âsi olur. Ta'nif ve darbedilir. Ey Said-i þaki! Misali anladýnsa dinle! Sen, o nefersin. Salât ve ibadatýn, talimattýr. Terk-i --- sh:»(Ni:50) --------------------------------------------------------------------------------------------- kebair ile, nefis ve þeytan ile mücaheden, harbdir. Senin vazife-i fýtratýn budur. Fakat Cenab-ý Hak, senin vazifende muvaffýk ve muîndir. Amma rýzkýn ve hayatýn idamesi, emval ve evlâdýn muhafazasý, Hâlýkýna aittir. Fakat bazan seni þu vazifede istihdam eder ki; hazain-i rahmetinin kapýlarýný kavil ve hal ve fiil ve sual ile dakk-ý bab etmek (*) ile ubudiyet suretinde hizmet edersin. Hem nimetlerinin matbahlarýna vâsýl edecek yollarda sülûk etmekle seni istimal eder. Tâ ki, ya istidad veya ihtiyaç veya fiil veya kal lisanýyla sen, kader ile tayin olunan tayinatýný ve levazýmatýný alasýn. Bununla beraber ne derece bir cehle düþtüðünü anla ki, ihtiyarsýz ve iktidarsýz olduðun tufuliyet zamanýnda, en leziz rýzký sana ve hem rýzkýný tedarik edemeyen bütün zaîf hayvanlara erzaklarýný ihsan eden Rezzak-ý Hakikî'yi ittiham ediyorsun ki; ol Rezzak herbir duayý iþitir ve herbir hacatý bilir ve herbir þeye kudreti eriþir. Öyle bir ganidir ki; yeryüzünü, yaz zamanýnda, zîhayat olan misafirlerine bir matbaha-i Rabbaniye yapar ki; her bir bostan bir kazandýr. Ve her (*): Kapý çalmak demektir. --- sh:»(Ni:51) --------------------------------------------------------------------------------------------- bir müsmir meyveli aðaç, bir kaptýr. Bütün onlarý, -feyz u rahmetinden- et'ime-i lezize ile doldurur. Ýncecik sicim gibi iplerle indirip bizlere ikram ediyor. Madem iþ böyledir. Vazife-i asliyeni yaptýktan sonra, seni istimal ettiði vakit, onun hesabýyla çalýþ, onun namýyla baþla. Ýzin verdiði dairede amel et. Eðer vazife-i asliyen olan ubudiyetle vazife-i ârýziye muaraza etseler, sen vazifene bak. Ötekini, sahib-i hakikî olan Cenab-ý Hakk'a tefviz et ve h[¬MÅX7!ö«v²Q¬9ö«:ö]«7²x«W²7!ö«v²Q¬9 *öu[¬6«x²7!ö«v²Q¬9«:öyÁV7!ö@«XA²,«& de. * * * --- sh:»(Ni:52) --------------------------------------------------------------------------------------------- Sekizinci Ders ¬v[¬&Åh7!ö¬w´W²&Åh7!ö¬yÁV7!ö¬v²K¬" *ö¬–@«2«(ö!«)¬!ö¬!ÅG7!ö«?«x²2«(ö`[¬%!ö°` ²v6Î:@«2(ö«²x«7ö]±¬"«*ö²vU¬"ö!Îx«A²Q« Þu âyetler, duanýn mühim bir esas-ý ubudiyet olduðunu gösteriyor. Ey hakikat-ý halden gafil müddeî! Dava ediyorsun ki: "Dua ediliyor, cevab verilmiyor. Âyet ise âmmdýr." Evvelen: Cevab vermek ayrýdýr, kabul etmek ayrýdýr. Belki cevab vermek daimîdir. Fakat is'af-ý hacet, mücîbin hikmetine tâbidir. Meselâ sen, tabibi çaðýrýyorsun. Dersin ki: "Ey hekim!" O da cevaben: --- sh:»(Ni:53) --------------------------------------------------------------------------------------------- "Lebbeyk" der. Sonra dersin: "Bana þu taamý veyahut þu dermaný ver." Hekim bazan münasib gördüðü matlubu aynen verir; bazan istediðinden daha a'lâsýný verir; bazan da, senin hastalýðýna zarar olduðu için, cevab verdiði halde sana bir þey vermez. Dua, bir nevi ibadet olduðu için, hâlis olmak gerektir. Tâ ki kabul olunsun. Ýbadetin semeratý ise uhrevîdir. Dünyevî iþler, o ibadatýn evkat-ý mahsusalarýdýr. Meselâ yaðmursuzluk, yaðmur namazýnýn vaktidir. Namaz, yaðmur yaðmasý için vaz' edilmemiþtir. Umûr-u dünyeviye niyet edilse, o ibadet olan dua hâlis olmadýðý için kabule lâyýk olmaz. Evet nasýlki gurub, maðrib namazýnýn vaktidir. Ay ve Güneþ'in tutulmalarý da, salât-ül küsuf vel-husuf denilen iki ibadat-ý mahsusanýn vaktidir. Yoksa gaye deðil ki, namaz kýlmakla, tâ Güneþ ve Kamer açýlsýnlar. Çünki Güneþ ve Kamer'in açýlmalarý zamaný muayyendir. Fâtýr-ý Zülcelal, bu iki âyât-ý azîmin nikabý zamanýnda yani perdelendikleri zamanda ibadýný, ibadete davet eder. Onun gibi, yaðmursuzluk da yaðmur namazýnýn --- sh:»(Ni:54) --------------------------------------------------------------------------------------------- vaktidir. Yaðmurun gelmesinin gayesi deðil. Yaðmursuzluk devam ettikçe -ol vechile- Allah'a ibadet devam eder. Yaðmur geldiði vakit, vakti kaza olur. Onun gibi, zalimlerin tasallutu ve beliyyelerin nüzulü zamanlarý, bazý ed'iye-i mahsusanýn evkatýdýr. Belki de o beliyyeler, o dualarý söylettirmek içindir. Yoksa o dualar, sýrf o beliyyelerin def'i için deðildir. Belki bir nevi ubudiyet olan o dualar, o beliyyelerin devamý müddetince devam ederler. Eðer dualarýn berekâtýyla beliyyeler def' ve ref' olunsalar ¯*x9ö]«V«2ö°*x9ö Þayet ref' olunmazlarsa, denilemez ki: "Dua kabul olunmadý." Belki "Duanýn vakti bitmedi" denilir. * * * --- sh:»(Ni:55) --------------------------------------------------------------------------------------------- Dokuzuncu Ders ¬v[¬&Åh7!ö¬w´W²&Åh7!ö¬yÁV7!ö¬v²K¬" ¬w[¬8«²!ö¬G«V«A²7!ö!«H´;ö«:ö«w[¬X[¬,ö¬*x0«:ö¬–xB² «w[¬V¬4@«,ö«u«S²,«!ö˜@«9²(«(«*öÅv$ö¯v Ey insan! Senin önünde iki yol var. Birisinden gitsen, kâinatýn esfel-i safilînine gidersin. Diðer yoldan gidersen, a'lâ-yý illiyyîn-i þerefe çýkabilirsin. Þu hakikatý dokuz mukaddeme ile beyan ederiz. Birinci Mukaddeme: Ýnsanýn, en cüz'î bir küçük cüz'den tâ en küllî bir küll-ü ekbere kadar alâkat ve hacatý intiþar ettiðinden; o insana lâyýk deðil ki; herþeyin melekûtu elinde, herþeyin hazaini yanýnda, hiçbir mekânda olmadýðý ve hiçbir þey onun yanýnda bulunmadýðý halde her mekânda ve herþeyin yanýnda olan Zât-ý Zülcelal'den baþka þeylere ibadet etsin. Zira nihayetsiz hacat-ý insaniyeyi --- sh:»(Ni:56) --------------------------------------------------------------------------------------------- îfaya muktedir, ancak nihayetsiz bir kudret ve nihayetsiz bir ilim sahibi olabilir. Öyle de, ubudiyete þâyan dahi yalnýz odur. Ýkinci Mukaddeme: Ýnsanda iki cihet var. Birinci Cihet: Vücud ve icad, hayýr ve fiil cihetidir. Ýkinci Cihet: Naks ve kusur cihetidir. Ýnsan, birinci cihette karýnca ve arýdan daha aþaðý, ankebut ve sivrisinekten daha zaîftir. Fakat ikinci cihette; adem ve tahrib, þer ve infial cihetinde, semavat ve arz ve cibalden daha büyüktür. Meselâ: Ýyilik ettiði vakitte, yalnýz vüs'ati nisbetinde eli ulaþýr, kuvveti yettiði miktarýnca iyilik edebilir. Fakat fenalýk ettiði vakitte, fenalýðý tecavüz ve intiþar eder. Ýþte küfür, bir seyyiedir. Fakat mecmu' kâinatýn tahkirini tazammun eder. Çünki þu mevcudatý ve þu mektubat-ý Rabbaniyeyi derecelerinden ve kýymetlerinden düþürüp, abesiyet ve tesadüfün oyuncaðý ve zeval ve firak ile sür'atle mütegayyir mevadd-ý vâhiye derekesine ve hiçliðe sukut ettirir. Ve insan denilen ve esma-i kudsiye-i Ýlahiyenin cilvelerini ilân eden ve bir kaside-i mevzune-i manzume-i --- sh:»(Ni:57) --------------------------------------------------------------------------------------------- hikmet ve bir þecere-i bâkiyenin cihazatýný câmi' olan mu'cize-i kudret bir çekirdeði ve haml-i emanetle, a'zam-ý mevcudata tefevvuk eden bir halife-i arzý, en zelil bir hayvan-ý fâni-i zâilden daha zelil ve daha zaîf, daha âciz, daha fakir ve seri-üz zeval ve't-tahavvül bir levha derekesine indirir. Demek nefs-i emmare, þer cihetinde nihayetsiz cinayet iþleyebilir. Hayýr ve vücudda iktidarý pek cüz'îdir. Fakat enaniyeti býrakýp hayrý, vücudu ve tevfiký Allah'tan istese, þerden ve tahribden ve itimad-ý nefisten ictinab edip istiðfar ederek tam bir abd olsa, ¯€@«X«,«&ö²v¬Z¬#@«±¬[«,öyÁV7!öı¬G«A Üçüncü Mukaddeme: Ýnsanda iki vecih var. Ýnsan, þu hayata nâzýr birinci veçhiyle öyle bir mahluktur ki; ona ihtiyardan bir þa're (yani, saç gibi cüz'î), iktidardan bir zerre, hayattan bir þu'le, ömürden bir dakika, mevcudiyetten bir cüz'-ü cüz'î verilmiþ ki; tabakat-ý kâinatta serilmiþ hadsiz enva'dan, adedsiz efraddan küçük, nâzik, zaîf bir ferddir. --- sh:»(Ni:58) --------------------------------------------------------------------------------------------- Fakat ubudiyete nâzýr ikinci vechiyle, hususan acz ve fakr cihetinde, pek büyük bir vüs'atý var. Çünki mahiyet-i maneviye-i insanîde nihayetsiz azîm bir acz, hadsiz cesîm bir fakr mündericdir ki; bu cihetle, kudreti nihayetsiz bir kadîrin, gýnasý nihayetsiz gani bir zâtýn hadsiz tecelliyatýna câmi' geniþ bir âyine olmuþtur. Dördüncü Mukaddeme: Ýnsan hayat-ý hayvaniye-i maddiye-i dünyeviye cihetinde öyle bir çekirdeðe benzer ki; kudretten mühim cihazlar, kaderden dakik proðramlar insana verilmiþ. Tâ ki insan, toprak altýnda dar âlemden çýkýp, geniþ olan âlem-i fezada bir aðaç olmasýný Hâlýkýndan o istidad lisanýyla istesin. Halbuki o insan sû'-i mizacýndan, o cihazatý ve o proðramlarý bazý mevadd-ý muzýrra-i vâhiyenin celbine sarfedip o dar yerde, cüz'î bir telezzüz içinde, kýsa bir zamanda faidesiz tefessüh ettirir. Mes'uliyet-i maneviyeyi yüklenip gider. Fakat insan hayat-ý maneviye-i ubudiyet cihetinde âmâlinin dallarý ebede uzanmýþ bir þerecere-i bâkiyenin makinasý ve þu þecere-i kâinatýn bir münevver meyvesidir. Beþinci Mukaddeme: Ýnsanýn fiil ve sa'y-i maddî cihetiyle daire-i tasarruf ve mâlikiyeti, bir hayvan-ý zaîf ve âcizin daire-i --- sh:»(Ni:59) --------------------------------------------------------------------------------------------- tasarruf ve mâlikiyetinden daha dardýr. Çünki insan, elini uzatsa ona yetiþir. Fakat insan, infial ve dua ve sual cihetinde þu misafirhane-i dünyada, bir misafir-i azizdir. Hem öyle bir kerime misafirdir ki; o kerim, bütün hazain-i rahmetini insana açmýþ ve bedayi-i san'atýný ona müsahhar etmiþ. Hem öyle bir daire-i azîmeyi onun tenezzühüne müheyya etmiþ ki; nýsf-ý kutru, medd-i nazarý kadar kýlmýþ. Yani gözü gidinceye kadar geniþtir, belki hayalinin gittiði yere kadar kabiliyet vermiþ, belki daha geniþ kýlmýþ. Altýncý Mukaddeme: Ýnsan, hayat-ý hayvaniye lezzetinde ve kemalinde ve selâmetinde ve metanetinde, serçe kuþundan üç derece aþaðýdýr. Zira geçmiþ zamanýn hüzünleri, gelecek zamanýn korkularý insanýn herbir lezzetinde bir elem izi býrakýyor. Hayvanda ise o yok. Lezzeti, elemsizdir. Fakat insan, sermaye cihetinde çok derece en a'lâ kuþtan daha âlî, daha zengindir. Zira cihazat-ý maneviyesi pek çok ve akýl vasýtasýyla, hassalarýnda bir inkiþaf, bir tafsil, bir vüs'at var. Ve kesret-i hacat vasýtasýyla hayvanda bulunmayan fevkalâde bir tenevvü-ü hissiyat ve câmiiyet-i fýtrat içinde kesret-i makasýd ve vezaif vasýtasýyla inbisat-ý âlât ve enva'-ý ibadata müstaid; --- sh:»(Ni:60) --------------------------------------------------------------------------------------------- ve her bir tohuma câmi' istidadatýnda, ekser-i meratib peyda olmuþ. Ýnsandaki þu tarz-ý zenginlik gösteriyor ki; insanýn vazife-i asliyesi: Aczini ve fakrýný ve kusurunu derkederek ubudiyetle ilân etmek ve hacatýnýn celbi için dua etmek ve mevcudatýn tesbihatýný görüp müþahede ederek þehadet etmek ve nimetleri görüp tefekkür içinde þükretmek ve ibret içinde bakmaktýr. En edna aklý olan anlar ki; þu cihazat, þu hayat-ý fâniyenin idamesi için verilmemiþtir. Belki bir hayat-ý bâkiyenin sermayesidir. Temsil, hakikatý fehme takrib eder. Meselâ: Bir zât, bir hâdimine on altun verdi. Tâ mahsus güzel bir kumaþtan kendine bir kat libas satýn alsýn. O hâdim gitti, o kumaþýn en a'lâsýndan mükemmel bir libas aldý. Sonra o zât, diðer bir hâdimine bin altun verdi. Bir kâðýt içinde bazý þeyler yazdý, cebine koydu. Bir ticarete gönderdi. Her aklý baþýnda olan bilir ki; o sermaye, bir kat libas almak için deðil. Zira evvelki hâdim, on altun ile en a'lâ kumaþtan bir kat libas almýþ. Bu bin altun bir kat libasa sarfedilmez. Þayet bu hâdim kâðýdý okumayýp, evvelki hâdime bakarak bütün parayý bir kat libasa verse; hem o kumaþýn --- sh:»(Ni:61) --------------------------------------------------------------------------------------------- en çürüðünden, hem evvelkinin daha ednasýndan alsa; elbette böyle yapan ahmak hâdim þiddetle tazib ve hiddetle te'dib edilecektir. Ey Said! Aklýný baþýna topla. Sermaye-i ömrünü ve hayat-ý istidadýný hayvan gibi; belki hayvandan daha aþaðý þu hayat-ý fâniye-i maddiyeye sarf ve hasretme. Yoksa, en a'lâ hayvandan yüz derece yüksek olduðun halde; en edna hayvandan yüz derece aþaðý düþersin. Yedinci Mukaddeme: Ýnsan bir nazik, nazenin çocuða benzer. Za'fýnda büyük bir kuvvet, aczinde büyük bir kudret vardýr. Eðer za'fýný anlayýp dua etse, aczini bilip istimdad etse, metalibine öyle muvaffak olur ve makasýdý ona öyle müsahhar olur ki; iktidar-ý zâtîsiyle, öþr-i mi'þarýna muvaffak olamaz. Nasýlki nazdar bir çocuðun aðlamasýyla matlubuna öyle muvaffak olur ve öyle kavîler ona müsahhar olurlar ki, bin defa kendi kuvvetçiðiyle onlara yetiþemez. Demek ki; saltanat-ý insaniyet, celb ve gasbetmekle ve galib olmakla deðildir. Belki insana bu derece müsahhariyetin sebebi: Þefkat ve rahmet ve hikmet-i Hâlýktýr ki; eþyayý, insana müsahhar etmiþ. Bir gözsüz akrep ve bir ayaksýz yýlan gibi haþerata maðlub olan insana, bir kurttan ipeði --- sh:»(Ni:62) --------------------------------------------------------------------------------------------- giydiren ve bir böcekten balý yediren, za'fýnýn semeresi olan teshir-i Rabbanîdir. Yoksa netice-i iktidarý deðildir. Ey Said! Madem ki iþ böyledir; gurur ve enaniyeti býrak. Dergâh-ý uluhiyetinde, acz ve za'fýný, fakr ve fâkatýný istimdad ve lisan-ý tazarru' ve ubudiyetle ve dua ile ilân et. Ve de: u[¬6«x²7!ö«v²Q¬9«:öyÁV7!ö@«XA²,«&ö Sekizinci Mukaddeme: Evet insan, çendan nefsinde ve suretinde hiçtir ve hiç hükmündedir. Fakat vazife ve mertebe noktasýnda, þu kâinat-ý muhteþemenin seyircisi ve þu mevcudatýn lisan-ý nâtýký ve þu kitab-ý âlemin mütalaacýsý ve þu müsebbih ve âbid mahlukatýn nâzýrý ve ustabaþýsý hükmündedir. Evet insan, þu dünyaya bir misafir olarak gönderilmiþ. Ve insana mühim istidadat ve o istidadata göre mühim vezaif tevdi' edilmiþ. Hem insan -insan olmak için- kendine göre bir derece bu gayeye çalýþmalýdýr. Bu gayeler ise: Evvelen: Þu kâinatta saltanat-ý rububiyetini tasdik ile, mehasin-i kemalâtýna nezaret etmektir. --- sh:»(Ni:63) --------------------------------------------------------------------------------------------- Sâniyen: Esma-i kudsiye-i Ýlahiyenin nukuþ-u bedayi'-kâranelerini birbirine gösterip dellâllýk etmektir. Sâlisen: Künuz-u mahfiye olan esma-i Rabbaniyenin cevherlerini mizan-ý idrak ile tartmak ve kýymet vermektir. Râbian: Kalem-i kudretin mektubatýný mütalaa ile tefekkür etmektir. Hâmisen: Fýtratýn letaif ve müzeyyenatýný temaþa etmekle, Fâtýr'ýn marifetine ve rü'yetinin temaþasýna iþtiyak göstermektir. Sâdisen: Sâni'-i Zülcelal'in san'atýnýn mu'cizeleriyle kendini tanýttýrmasýna ve bildirmesine mukabil, iman ve marifet ile mukabele etmektir. Sâbian: Rahîm-i Kerim'in semerat-ý rahmetinin müzeyyenatý ile kendini teveddüd suretinde sevdirmesine mukabil, ona hasr-ý muhabbet ve taabbüd ile tahabbüb etmektir. Sâminen: Mün'im-i Hakikî'nin maddî ve manevî nimetlerin lezaizi ile insaný perverde etmesine mukabil, fiil ve hal ve kal ile hattâ elinden gelse bütün havassý ve letaifi ile o Mün'im-i Hakikî'ye þükür ve hamdetmektir. Tâsian: Celil-i Mutlak'ýn (Celle Celalühü) ve --- sh:»(Ni:64) --------------------------------------------------------------------------------------------- Cemil-i Mutlak'ýn (Azze Cemalühü) kâinatýn mezahirinde ve mevcudatýn âyinelerinde kibriya ve kemalini, celal ve cemalini izhar etmesine mukabil; tekbir ve tesbih ile ve mahviyet içinde ubudiyet ile ve hayret ve muhabbet içinde secde ile mukabele etmektir. Âþiren: O Rahman'ýn rahmetinin derece-i vüs'atýný ve servetinin derece-i kesretini ve ittikan ve intizam içinde cûd-u mutlakýný göstermesine mukabil, tahmid ve ta'zim içinde iftikar ile sual etmektir. Hem san'atýnýn letaif ve antikalarýný sath-ý zeminde teþhir etmesine mukabil, takdir ve tahsin ve istihsan ile mukabele etmektir. Hem þu kasr-ý kâinatta, taklid edilmez sikkeleriyle ve ona mahsus hâtemleriyle ve ona münhasýr turralarýyla ve ona has fermanlarýyla bütün mevcudata damga-i vahdet koymasýna ve âyât-ý tevhidi nakþetmesine ve aktar-ý âfâkta bayrak-ý vahdaniyetini ilân etmesine mukabil; tasdik ile, iman ve tevhid ile, iz'an ve þehadet ve ubudiyet ile mukabele etmektir. Ýþte bunlar gibi vücuh-u ibadat ve tefekkürat ile insan hakikî insan olur. Ahsen-i takvimde olduðunu gösterir. Yümn-ü iman ile emanete mâlik emin bir halife-i arz olur. --- sh:»(Ni:65) --------------------------------------------------------------------------------------------- Dokuzuncu Mukaddeme: Ýnsan cismaniye-i nebatiye ve maddiye ve maddiye-i hayvaniye cihetinde; sagir bir cüz'î, hakir bir cüz', fakir bir mahluk, zaîf bir hayvandýr ki; mevcudat-ý dehhaþe-i seyyale-i mütemevvicenin dalgalarý içinde çalkanýp gidiyor. Fakat muhabbetullahý tazammun eden imanýn nuruyla münevver olan Ýslâmiyetin terbiyesiyle tekemmül eden insaniyet cihetinde, ubudiyeti içinde bir sultan ve cüz'iyeti içinde bir küllî; hakareti içinde makamý pek büyük ve daire-i nezareti pek geniþ bir nâzýrdýr ki; diyebilir: "Dünya hanemdir; Güneþ lâmbamdýr; bu nebatat ve hayvanat, hattâ insanlar, þu hanemin levazýmatý ve müzeyyenatýdýr." Eðer ubudiyetinde tam bu kasra mâlik olsa, sultanlar ve güneþler, onun kasrýnýn ecza ve ahcarý hükmüne girerler. Ýþte þu sýrdandýr ki; bazý böyle fakir bir kimse kendini, kendinden çok mertebe a'lâ olandan a'lâ görür. Nasýlki bir adam elindeki bir âyineyi güneþ ile mütele'le olan, yani parlayan bir denize mukabil tutsa; hem deniz, hem güneþ, hem daðlar âyinesinin içine girer. Eðer aþk veya istiðrak ile bir nevi sekri de varsa, avucundaki âyinesini, denizden daha büyük --- sh:»(Ni:66) --------------------------------------------------------------------------------------------- tevehhüm eder. Hem her makamýn bazý zýlleri bulunur. Zýlli asýl zannetse, þatahata düþer. Þu tahkikattan anlaþýldý ki, insanýn önünde iki yol var. O yoldan birinde nefsi ve þeytaný dinleyip gitse, esfel-i safilîne düþer. Diðerinde, hak ve Kur'aný dinleyip gitse, a'lâ-yý illiyyîne çýkar. Kâinatýn bir takvim-i zîþaný olur. * * * --- sh:»(Ni:67) --------------------------------------------------------------------------------------------- Onuncu Ders ¬v[¬&Åh7!ö¬w´W²&Åh7!ö¬yÁV7!ö¬v²K¬" «–Îx¬UÅB8ö¬t¬=!«*«²!ö]«V«2ö¯Ä«Ÿ¬1ö]¬4ö²vZ%!«:²+«!ö«:ö²v;ö«–xZ¬6@«4ö¯uR-ö]¬4ö«•²x«[²7!ö¬}ÅX«D²7!ö«@«E².«!öÅ–¬! ¯v[¬&«*ö¯±«*ö²w¬8ö®²x«5ö°•«Ÿ«,ö«–x2ÅG« «–@«O²[ÅL7!ö!:GA²Q«#«ö²–«!ö«•«(³~ö]¬X«"ö@« °v[¬T«B²K8ö°!«h¬.ö!«H´;ö]¬9:GA²2!ö¬–«!ö«:ö°w[¬A8öÊ:G«2ö²vU«7öyÅ9¬! Þu âyetin hazinesinden bir cevherine temsil ile bir iþarettir. Ey nefsini unutmuþ, vazife-i hayatýný anlamamýþ ve hilkat-i insanýn hikmetinden gaflet --- sh:»(Ni:68) --------------------------------------------------------------------------------------------- etmiþ ve þu masnuat-ý müzeyyenede Sâni'-i Hakîm'in tevdi ettiði ve þu kitab-ý kebirde nakþettiði âyâtýna cahil kalmýþ Said-i bîçare! Þu temsili güzel dinle: Bu âlemin halk ve binasý ve insaný içine idhal etmesi, bunun misali þuna benzer ki: Bir zaman bir sultan varmýþ. Onun çok hazineleri varmýþ. O hazinelerde her çeþit cevahir bulunurmuþ. Hem o sultanýn gizli mühim kenzleri (hazineleri) varmýþ. Hem sanayi-i garibede mehareti, hem hesabsýz fünun-u acibeye marifeti ve ihatasý, hem nihayetsiz ulûm-u bediaya ilim ve ýttýlaý varmýþ. Her cemal ve kemal sahibi, kendi cemal ve kemalini görüp göstermek istemesi sýrrýnca, o sultan dahi istedi ki bir meþher açsýn; enzar-ý nâsta saltanatýnýn haþmetini, servetinin þaþaasýný, san'atýnýn hârikalarýný, marifetinin garibelerini izhar edip göstersin. Tâ kendi cemal ve kemal-i manevîsini iki vecihle müþahede etsin. Biri: Bizzât nazar-ý dekaik-aþinasýyla baksýn. Diðeri: Baþkalarýn nazarlarýyla baksýn. Ýþte bu hikmete binaen, gayet cesîm ve gayet geniþ bir kasrý yapmaða baþladý. O kasrý öyle þâhane bir surette dairelere ve menzillere taksim etti. Ve o menzilleri hazinelerinin --- sh:»(Ni:69) --------------------------------------------------------------------------------------------- enva'-ý murassaatýyla tezyin etti. Ve san'atýnýn en latif, en güzel eserleriyle süslendirdi. Ve fünun-u hikmetinin en dakikleriyle tanzim ve ulûmunun âsâr-ý mu'cizekâraneleriyle tersim ve tekmil etti. Sonra her taam ve nimetlerin bütün enva'ýndan en lezizlerini câmi' sofralar kurdu. Herkese lâyýk bir sofra tayin etti. Gayet sehavetkârane ve san'atperverane bir surette, her bir lokma yüz sanayi-i latifenin eseri ile vücud bulmuþ gibi musanna' bir ziyafet-i âmme ihzar ettirip; aktar-ý memleketindeki raiyetini seyre, tenezzühe, ziyafete davet etti. Sonra, bir üstad-ý alîm tayin etti. Tâ kasrýn sâniini kasrýn müþtemilâtýyla nâsa tarif etsin. Ve kasrýn nakýþlarýnýn remizlerini ve san'atlarýnýn iþaretlerini ve murassaatýnýn manzumelerini ve nukuþunun mevzunelerini ve ne olduklarýný ve ne cihetler ile kasrýn sahibinin kemalâtýna ve hünerlerine delalet ettiklerini seyircilere talim etsin. Hem âdâb-ý duhûlü ve seyri ve sultana karþý marziyatý dairesinde teþrifatý tarif etsin. Ýþte o üstad, herbir dairede bulunan aveneleri içinde ve büyük dairede þakirdleri içinde durmuþ. Bütün seyircilere þöyle bir tebligatta --- sh:»(Ni:70) --------------------------------------------------------------------------------------------- bulunuyor; diyor ki: "Ey ahali! Þu kasrýn meliki, bu þeylerin izharýyla, kendini sizlere tanýttýrmak istiyor. Siz de onu tanýyýnýz. Hem bu tezyinatýyla, kendini size sevdirmek istiyor. Siz dahi takdir ve istihsan ile kendinizi ona sevdiriniz. Hem þu ihsanatýyla, size muhabbetini gösteriyor. Siz dahi ona muhabbet ediniz. Hem bu in'amlar ve ikramlarla, size þefkat ve rahmetini gösteriyor. Siz dahi ona þükür ile hürmet ediniz. Hem þu âsâr-ý kemalâtýyla, cemal-i manevîsini size göstermek istiyor. Siz de rü'yetine iþtiyakýnýzý gösteriniz. Hem bütün gördüðünüz masnuat ve müzeyyenat üstünde birer sikke, birer hâtem, birer turra koymakla, herþey ona has ve kendisinin tek olduðunu ve istiklal ve infiradýný size göstermek istiyor. Siz de onu, tek ve yekta ve misilsiz tanýyýnýz ve kabul ediniz." Daha bunlar gibi o sultana münasib ve o makama lâyýk sözleri seyircilere söyledi. Sonra, o kasra dâhil olanlar iki güruha ayrýldýlar. Bir güruh: Kendini tanýmýþ aklý baþýnda olanlardýr. Kasr içindeki acaibe baktýlar, dediler ki: "Bunda büyük bir iþ var." Ve o acaibin beyhude olmadýðýný anladýlar. Merak ettiler. --- sh:»(Ni:71) --------------------------------------------------------------------------------------------- "Acaba nedir?" dediler. Birden o üstad-ý muallimin bahsettiðimiz nutkunu iþittiler. Anladýlar ki; bütün esrarýn miftahý ondadýr. Ona müteveccih oldular. Dediler: "Esselâmü aleyke ya üstad! Þöyle bir kasrýn, senin gibi bir muarrifi lâzým ki; seyyidimiz, sana ne bildirmiþ ise, bize de bildir." O da, onun evvelce bahsettiðimiz nutkunu onlara dedi. Onlar da dinlediler. Kabul edip istifade ettiler. Melikin marziyatý dairesinde amel ettiler. Onlarýn þu edebli muameleleri melikin hoþuna gitti. Melik de, has ve yüksek ve tavsif edilmez diðer bir kasra onlarý davet etti. Öyle bir cevvad-ý melike lâyýk ve öyle mutî' ve edebli misafirlere has ve öyle âlî bir kasra lâyýk bir tarzda onlara ikramlar etti. Ýkinci güruh ise: Kasra girdikleri vakit, nefislerine maðlub olduklarý için, et'ime-i lezizeden baþka bir þeye iltifat etmediler. Mehasinden gözlerini kapadýlar. Ýrþadat ve ikazattan kulaklarýný týkadýlar. Uykuya daldýlar. Bazý þeyler için ihzar edilmiþ olan ve içilmeyen iksirlerden içtiler. Sarhoþ olup öyle baðýrdýlar ki, seyirci misafirleri bütün taciz ettiler. Sahib-i kasrýn askerleri de onlarý tutup öyle edebsizlere --- sh:»(Ni:72) --------------------------------------------------------------------------------------------- lâyýk olan hapislere attýlar. Ey Said! Biliyorsun ki; o melik, bu kasrý, þu mezkûr maksadlar için bina etmiþtir. Þu makasýdýn husulü ise, iki þeye mütevakkýftýr: Biri: Þu gördüðümüz üstadýn vücududur. Çünki o üstad olmazsa, maksad beyhude olur. Ýkincisi: Ýnsanlarýn onun sözlerini kabul edip dinlemesidir. Demek vücud-u üstad, vücud-u kasrýn dâîsi; istima-ý nâs, kasrýn bekasýnýn sebebidir. Öyle ise denilebilir ki: "Eðer þu üstad olmasaydý, melik þu kasrý bina etmezdi. Hem o üstad-ý mübelliðin talimatýný raiyet dinlemediði vakit, o kasr tahrib ve tebdil edilir." Ey Said-i gafil! Eðer þu temsilin sýrrýný anladýnsa, bak hakikatýn yüzünü de gör. O kasr, þu âlemdir ki; sakfý, mütebessim misbahlarla tenvir edilmiþ sema yüzüdür. Zemini, gûna-gûn çiçeklerle tezyin edilmiþ zemin yüzüdür. O melik ise, ezel ve ebed sultaný olan öyle bir Zât-ý Mukaddes'tir ki; yedi kat semavat ve arz ve onlarda olan herþey elsine-i mahsusalarýyla onu takdis ve tesbih ediyorlar. Hem o melik, öyle bir meliktir ki; semavat --- sh:»(Ni:73) --------------------------------------------------------------------------------------------- ve arzý altý günde halkederek, arþ-ý rububiyetinde kaim, gece ve gündüzü birbirinin arkasýnda döndürür. Þems ve Kamer ve nücum emrine müsahhar zîhaþmet ve zîkudret bir zâttýr. O kasrýn menazili ise, þu onsekiz bin âlemdir ki; herbiri kendine lâyýk bir tarz ile tezyin ve tanzim edilmiþ. Kasýrda gördüðün sanayi-i garibe ise, þu âlemdeki kudretin mu'cizeleridir. Orada gördüðün et'ime ise, rahmetinin semerat-ý hârikalarýna iþarettir. Oradaki tandýr ve matbah ise, burada arz ve sath-ý arzdýr. Orada gördüðün künuz-u mahfiye cevherleri ise, burada esma-i kudsiyeye ve cilvelerine misaldir. Oradaki nukuþ ve o nukuþun rumuzlarý ise, burada manzume ve mevzune olan masnuatýn nakkaþlarýnýn esmasýna delaletlerine misaldir. Amma üstad ve muallim ve aveneleri ve tilmizleri ise, Seyyidimiz Muhammedün-il Mustafa ve sair enbiyalar (aleyhi ve aleyhim efdal-üs salavati ve-s selâm) ve evliya (radýyallahü anhüm) hazeratýna misaldirler. Kasýrdaki melikin hizmetkârlarý ise, --- sh:»(Ni:74) --------------------------------------------------------------------------------------------- melaike (aleyhimüsselâma) iþarettir. Seyr ve ziyafete davet edilen misafirler ise, cin ve insan ve insanlara hizmetkâr olan hayvanlara iþarettir. O iki fýrka ise, birisi ehl-i iman ve kitab-ý kâinatýn âyâtlarýnýn müfessir-i âlîþaný olan Kur'an-ý Hakîm'in tilmizleridir. Diðer fýrka ise ehl-i küfür ve tuðyan, nefis ve þeytana tâbi ve yalnýz hayat-ý dünyeviyeyi tanýyan ve hayvan gibi belki daha aþaðý °v²U"öÊv. saðýr-dilsiz olan maðdub ve dâllîn güruhudur. Birinci kafile olan süedâ ve ebrar, zülcenaheyn olan üstadý dinlediler. O üstad hem abddir; ubudiyet noktasýnda, Cevþen-ül Kebir ve emsali ile Rabbini tavsif ve tarif eder. Hem resuldür; risalet noktasýnda, Rabbinin ahkâmýný Kur'an vasýtasýyla teblið eder. Þu fýrka, resulü dinleyip Kur'ana kulak vermekle kendilerini çok makamat-ý âliye içinde, çok vezaif-i latife ile mütelebbis gördüler. Evvelen: Saltanat-ý rububiyetin mehasinini temaþager makamýnda, tekbir ve tesbih vazifesini eda ettiler. Sâniyen: Esma-i kudsiye cilvelerinin bedayiine dellâllýk makamýnda, takdis ve tahmid vazifesini îfa ettiler. --- sh:»(Ni:75) --------------------------------------------------------------------------------------------- Sâlisen: Rahmetin hazinelerindeki müddeharatý zahir ve bâtýn hassalarýyla tartýp fehmetmek makamýnda, þükür ve sena vazifesini edaya baþladýlar. Râbian: Esma-i mütecelliye-i Ýlahiyenin definelerindeki cevherleri, cihazat-ý maneviyelerinin mizanlarýyla tartýp bilmek makamýnda, tenzih ve takdis ve medih vazifesine baþladýlar. Hâmisen: Mistar-ý kader üstünde kalem-i kudret ile yazýlan mektubat-ý Rabbaniyeyi mütalaa makamýnda tefekkür ve istihsan vazifesine baþladýlar. Sâdisen: Fýtrat ve san'atýndaki latif incelikleri ve güzellikleri temaþa ile tenzih makamýnda Fâtýr-ý Zülcelallerine ve Sâni'-i Zülcemallerine muhabbet ve iþtiyak vazifesine girdiler. Sonra Sâni'-i Hakîm'in san'atýnýn mu'cizeleriyle kendini tanýttýrmasýna karþý -hayret içinde- marifet ile mukabele ettiler. Dediler ki: «t«9@«E²A,ö"Ey Sübhanýmýz! Seni hakk-ý marifetinle nasýl tanýyabiliriz. Senin tarif edicilerin, --- sh:»(Ni:76) --------------------------------------------------------------------------------------------- bütün masnuatýndaki mu'cizelerindir." Sonra, rahmetinin meyvelerinin müzeyyenleriyle kendini sevdirmesine karþý, aþk ve muhabbet ile mukabele ettiler. Sonra, nimetinin lezizleriyle terahhum ve taattufunu göstermesine karþý, þükür ve hamd ile dediler ki: «t«9@«E²A,ö"Ey Sübhanýmýz! Senin hakk-ý þükrünü nasýl eda ederiz?" diyerek, bütün kâinattaki bütün ihsanatýnýn fasih lisan-ý halleriyle ettikleri þükür ve senalarýný, hem çarþý-yý âlemde dizilmiþ ve zeminin yüzüne serpilmiþ bütün nimetlerin ilânatýyla yaptýklarý hamd ve medihlerini, hem rahmet ve nimetin semerat-ý manzume ve mevzunelerinin cûd u keremine þehadetleriyle ettikleri þükürlerini kendi namlarýna enzar-ý mahlukat önünde eda ederler. Sonra, þu kâinatýn mezahirinde ve þu mevcudat-ý seyyalenin âyinelerinde cemal ve celal ve kemal-i kibriyasýnýn izharýna karþý, mahviyet içinde muhabbet ve hayretle secde edip mukabele ettiler. --- sh:»(Ni:77) --------------------------------------------------------------------------------------------- Sonra servetinin kesretini ve rahmetinin vüs'atini irae etmesine karþý fakr ve hacetlerini izhar ve sual etmekle mukabele ettiler. Hem san'atýnýn latifelerini ve hârikalarýný ve antikalarýný sergilerle meþhergâh-ý enamda teþhir etmesine karþý, takdir ve istihsan ve müþahede ve þehadet ve iþhad ile mukabele ettiler. Hem kâinatýn aktarýnda, rububiyetinin saltanatýný ilân etmesine karþý; tevhid, tasdik, itaat ve inkiyad ile mukabele ettiler. Hem izhar-ý rububiyetine karþý; za'flarý içinde aczlerini, hacetleri içinde fakrlarýný ilân olan ubudiyetle mukabele ettiler. Daha bunlar gibi çeþit çeþit çok vezaifle þu dâr-ý dünyada vazife-i hayatlarýný eda edip, ahsen-i takvim suretini aldýlar. Ve bütün mahlukat üstünde öyle bir mertebeye çýktýlar ki; yümn-ü iman ve emanetle mücehhez emin birer halife-i arz oldular. Þu meydan-ý tecrübe ve þu destgâh-ý imtihandan sonra Rabb-ý Kerim, onlarý saadet-i ebediyeye ve dâr-üs selâma davet ederek onlara öyle bir surette ikramlar etti ki; hiç gözler görmemiþ ve kulaklar iþitmemiþ ve kalb-i --- sh:»(Ni:78) --------------------------------------------------------------------------------------------- beþere hiç hutur etmemiþ gayet parlak ikramlarla onlarý rahmetine mazhar etti. Evet ebedî ve sermedî bir cemalin seyirci müþtaký ve âyinedar âþýký, elbette bâki kalýp ebede gidecektir. Ýþte hizb-ül Kur'an'ýn akibeti böyledir inþâallahü teâlâ. Amma füccar ve eþrar olan güruh ise: Þu kasr-ý âleme girdikleri vakit, bütün delail-i vahdaniyete karþý küfür ve bütün nimetlere karþý küfran ile mukabele edip, bütün mevcudatý kýymetsizlikle kâfirane bir itham ile tahkir ettiler. Bütün esma-i Ýlahiyenin tecelliyatýna karþý red ile mukabele ettiklerinden, mütenahî bir vakitte, gayr-ý mütenahî bir cinayet iþlediler; gayr-ý mütenahî bir ikaba müstehak oldular. Ey miskin Said! Âyâ zannediyor musun ki, senin vazife-i hayatýn yalnýz terbiye-i medeniye ile güzelce muhafaza-i nefsine veya ayýb olmasýn batnýn hizmetlerine mi münhasýrdýr? Veyahut zannediyor musun ki, makine-i hayatýnda dercolunan þu letaif ve maneviyatýn ve þu âzâ ve âlâtýn ve þu cevarih ve cihazatýn ve þu havas ve hissiyatýn gaye-i yegânesi, þu hayat-ý fâniyede nefs-i rezile ve deniyenin hevesat-ý süfliyesinin tatmini için istimaline --- sh:»(Ni:79) --------------------------------------------------------------------------------------------- mi münhasýrdýr? Hâþâ ve kellâ! Belki senin vücudunda bunlarýn hikmet-i derci ve fýtratýnda gaye-i idhali iki esastýr: Biri: Cenab-ý Mün'im-i Hakikî (Amme Nevalühü) bütün nimetlerinin çeþit çeþit enva'ýný sana ihsas etmekten ve ettirmekten ibarettir. Sen de hissedip þükür ve ibadetini etmelisin. Ýkincisi: Âleme tecelli eden esma-i kudsiyesinin bütün aksam-ý tecelliyatýný birer birer sana o cihazatla tanýttýrmaktýr. Sen de zevk ile tanýyýp, iman getirmelisin ki; bu iki esas üzerinde senin kemalât-ý insaniyen neþv ü nema bulsun. Evet, senin hayatýn ve hayatýndaki cihazatýn gayelerinin icmali dokuz emirdir: Birincisi: Vücudunda dercolunan mizanlarla rahmetin hazinelerindeki müddeharatý tartmaktýr. Ýkincisi: Fýtratýndaki cihazatýn anahtarlarýyla, esma-i kudsiyenin gizli definelerini açmaktýr. Üçüncüsü: Kardeþlerin olan diðer mevcudatýn enzarýnda, esma-i Ýlahiyenin garib cilvelerinin --- sh:»(Ni:80) --------------------------------------------------------------------------------------------- nümunelerini hayatýnla teþhir ve izhar etmektir. Dördüncüsü: Hal ve kalin ile, dergâh-ý rububiyetinde ubudiyeti ilân etmektir. Beþincisi: Bir padiþahtan çeþit çeþit niþanlar almýþ ve o niþanlarýný takýp, padiþahýnýn nazarýnda görünmek gibi; sen de, esmasýnýn cilvelerinin verdikleri murassaat ile süslenmiþ olduðunu bilerek, Þahid-i Ezelî'nin nazar-ý þuhud ve iþhadýna görünmektir. Altýncýsý: Zevilhayatlarýn tezahürat-ý hayatlarý olan tahiyyatlarýyla ve tesbihatlarý olan rumuzat-ý hayatlarýyla, Vâhib-ül Hayat'a arz-ý ubudiyetlerini fehmedip müþahede ederek görüp göstermektir. Yedincisi: Hayatýna verilen ilim ve kudret ve iradet gibi sýfat ve hallerinden cüz'î nümuneleri mikyas ederek, Hâlýkýn sýfat-ý mutlakasýný ve þuun-u mukaddesesini fehmetmektir. Meselâ: Nasýl ben, cüz'î ilim ve irade ve iktidarýmla bu evi böyle muntazam yaptým ise, bu kasr-ý âlemin bânisi de, kasr-ý âlemin büyüklüðü nisbetinde kadîr ve alîm ve hakîmdir. Sekizincisi: Þu mevcudatýn herbirinin kendine mahsus bir lisan ile söylediði tevhid ve --- sh:»(Ni:81) --------------------------------------------------------------------------------------------- rububiyet-i Sânia dair kelimatýný fehmetmektir. Dokuzuncusu: Acz ve fakr derecelerinin emsaliyle, kudret-i Sâniin ve gýna-yý Ýlahiyenin derecat-ý tecelliyatýný anlamaktýr. Nasýlki açlýðýn dereceleri nisbetinde ve ihtiyacatýn enva'ý mikdarýnca lezzet-i taamýn enva'-ý derecatý anlaþýlýyor. Öyle de gayr-ý mütenahî acz ve fakrýn ile, Sâniin gayr-ý mütenahî kudret ve gýnasýnýn derecatýný fehmetmektir. Hem senin gaye-i hayatýn bunlar olduðu gibi, mahiyet-i hayatýn da þunlardýr: 1- Âsâr-ý esma-i Ýlahiyenin garaibinin fihristesi, 2- Þuun ve sýfat-ý Ýlahiyenin fehmine bir mikyas, 3- Âfâkî âlemlere bir mizan, 4- Âlem-i kebirin bir enmuzeci, 5- Kâinatýn bir haritasý, 6- Þu kitab-ý kebirin bir fezlekesi, 7- Defâin ve künuz-u mahfiyeyi açacak anahtarlarýn mahzenidir. Ýþte mahiyet-i hayatýn budur. --- sh:»(Ni:82) --------------------------------------------------------------------------------------------- Hayatýn sureti ise þudur: Hayatýn bir kelime-i mektube ve hem mesmuadýr. Esma-ül hüsnaya delalet eder. Hakikat-ý hayatýn da budur: Tecelli-i ehadiyete âyinelik etmektir. Hayatýn saadet ve kemali ise, hayatýn âyinesine temessül edene karþý, þuur ile muhabbet ve þevk ile ibadet etmektir. Ey Said-i bîçare! Hayat böyle gayata müteveccih olduðu halde; ne akýl ve ne insaf ile hayatýný hiç ender hiç hükmünde olan huzuzat-ý nefsaniyeye sarfediyorsun? Sair zevilhayat hattâ nebatat dahi, bahsettiðimiz gayelerin bazýsýnda sana þeriktirler. Evet nar, elma ve dut gibi musanna meyveler birer kelime-i kudrettirler. Esma-i Ýlahiyeyi ilân edip okutturuyorlar. Onlarýn hayatlarýnýn gayeleri bu gibi emirlerdir. Yoksa bu meyvelerin suretlerinin gayeleri olan yenilmek, gaye-i hayatlarý deðildir. Ancak, gaye-i mevtleri olabilir. Yani ölümlerinin bir gayesidir. Fakat sair zevilhayat, bütün gayelerde sana müsavi olamaz. Çünki câmi' âyine sendedir. Sen dahi, senden çok aþaðý olanlardan daha aþaðý olma. Mü'minin kýymetini ilân eden þu hadîs-i kudsî sana kâfidir: --- sh:»(Ni:83) --------------------------------------------------------------------------------------------- ¬w¬8ÌxW²7!ö¬G²A«2ö`²V«5ö]¬XQ«K« Ve hem yine bu beyte nazar et: ²w[¬X¬8Ìx8ö¬`²V«T«"ö²v«D²Xóö²`«D«2ö²ˆ«!ö²w[¬8«+ö—ö€!«Y´W«,ö²‡«(ö²v«D²Xô«9ö²w«8 * * * --- sh:»(Ni:84) --------------------------------------------------------------------------------------------- Onbirinci Ders ¬v[¬&Åh7!ö¬w´W²&Åh7!ö¬yÁV7!ö¬v²K¬" ]«C²9²!ö«:ö«h«6ÅH7!ö«s«V«'ö@«8«:ö]ÅV«D«#ö!«)¬!ö¬*@«ZÅX7!«:ö]«L²R« ›«h²K[²V¬7ö˜h±¬K«[X«K«4ö]«X²KE²7@¬"ö«»ÅG«.ö«:ö]«TÅ#!ö«:ö]«O²2«!ö²w«8ö@Å8«@«4ö]ÅB«L«7ö²vU«[²Q«,öÅ–¬! ›«h²KQ²V¬7ö˜h±¬K«[X«K«4ö]«X²KE²7@¬"ö«ÅH«6ö«:ö]«X²R«B²,!ö«:ö«u¬F«"ö²w«8ö@Å8«!ö«:ö Ey Avrupa! Sen sað elinle, sakîm ve mudill (yani dalalete sevk eden) bir felsefeyi; sol elinle, sefih ve muzýr bir medeniyeti tutup, "beþerin saadeti bu iki þey iledir" deyip dava edersin ve beþeri bunlara davet edersin. Senin, bu iki elin kýrýlsýn. Senin bu iki hediyen, senin baþýný yesin. Ey naþir-i küfr ü küfran! Âyâ.. hiç caiz olur mu ki, bir adamýn akýl ve kalbi ve vicdan ve --- sh:»(Ni:85) --------------------------------------------------------------------------------------------- ruhu müdhiþ bir derecede musibet içinde olduðu halde; cismen zahirî bir derece refah ve zînet içinde bulunmasýyla o adama mes'ud denilsin ve saadetine hükmedilsin? Görüyoruz ki, bir adam inkisar-ý hayale uðrasa veya bir emel-i vehmîden me'yus olsa veya bir emr-i cüz'îden ümidi kesilse, nasýl dünya ona darlaþýr. Onun tatlý þeyleri, ona nasýl acý gelir. Acaba bütün âlâmýn menþei ve bütün âmâlin hêdimi olan senin bu þeametin ve bu dalaletin ile hasta olup ye's ve yetimlikle manevî bir cehenneme düþen bir kalb ve bir ruh sahibi, nasýl bir cennet-i kâzibe-i zâile içinde mes'ud olabilir? Ey beþeri ifsad eden müfsid Avrupa! Beþerin baþýna getirdiðin binler belalardan bir tekini söylüyorum, dinle! Ve onu izah eden bu temsile bak: Ey felsefe-i Avrupa tilmizi! Seninle ikimiz þimdi tenezzüh için bir seyahate çýkýyoruz. Ýþte önümüzde iki yol var. Gel bak! Biz, þu gafil medenîlerin gittikleri yola gidiyoruz. Ýþte þurada-burada her yerde, hattâ gözümüzün yetiþtiði yerlerde belki bütün seyahatýmýz --- sh:»(Ni:86) --------------------------------------------------------------------------------------------- müddetince böyle göreceðiz ki, her adým baþýnda bir âciz adam duruyor. Bir kýsým kavî ve galib insanlar o bîçareye hücum edip, öyle bir surette mal ve hayvanatýný gasbediyorlar ve hanesini tahrib ediyorlar ve bazan onu öyle býçaklayýp cerh ediyorlar ki; haline sema aðlýyor. Ýþte her nereye baksan bu hal taammüm etmiþ. Her yerde zalimlerin velvelelerinden ve mazlumlarýn vaveylâlarýndan baþka birþey iþitilmiyor. Bütün yol boyunca bir matemhane-i umumî þeklini alan bu hal devam ediyor. Madem ki insanýz, insan insaniyeti cihetiyle baþkasýnýn elemiyle müteellim olur. Bu hadsiz âlâm-ý beþere nasýl tahammül ederiz? Vicdan, nasýl bu hale dayanabilir? Yalnýz þu azab-ý vicdaniyeden bizi kurtaracak iki çaremiz var. Birisi: Gayet sarhoþ olmalýyýz. Diðeri: Ýnsaniyetten tecerrüd edip vahþi, hodendiþ bir kalbi taþýmalýyýz ki; selâmetimiz için bu iki çare bize bütün halkýn helâketini unuttursun ve bizi müteessir etmesin. Hem bir parça ahmak da olmalýyýz ki; bütün halka þamil bir beladan kendimizi hariç zannetmeliyiz. Ey Avrupa! Senin bir gözü kör dehan ile ruh-u beþere hediye ettiðin þu cehennemî haleti --- sh:»(Ni:87) --------------------------------------------------------------------------------------------- sen de anladýn. Sen þu müdhiþ derde bir derman aradýn. Bu derde þifa ve ilâç olan hüda-i Kur'an'dan gözünü yumdun. Muvakkaten elemi hissetmemek için cazibedar lehviyatý, parlak ve okþayýcý hevesatý ilâç olarak buldun. Ve bunlarla beþerin hissini ibtal ettin. Senin bulduðun bu derman, senin baþýný yesin ve yiyecek! Ey hayal arkadaþým! Elbette anladýn.. þu yol, hayat yoludur ki; ehl-i gaflet ve dalalet o yolda giderler. Bütün zîhayat onlarýn nazarýnda o bîçare adama benzer. Mevt ve musibetler, o zalimlere benzer. Daha baþka noktalarý sen tatbik edebilirsin. Ey yoldaþ ve ey tilmiz-i Avrupa! Gel, diðer yoldan, Kur'an'ýn talebelerinin arkalarýndan gidiyoruz. Ýþte bak: Her menzilde, her yerde, her adým baþýnda bütün yol boyunca birer asker, her kulübecik önünde vazife baþýnda nöbet bekliyor. Ýþte bak, kanun zabitleri geliyorlar. Herkese terhis tezkereleri veriyorlar. Ýþte her yerde bir sürurdur kopuyor. O memurlar, terhis olunan neferlerden silâhlarýný, varsa atlarýný ve mîrî libaslarýný alýyorlar. Neferlerden, ameliyata muhtaç olanlar varsa, ameliyat-ý cerrahiye yapýyorlar. Sonra --- sh:»(Ni:88) --------------------------------------------------------------------------------------------- terhis tezkeresini veriyorlar. Bu neferler, çendan ülfet ettikleri eþyalarýndan ayrýlmak için zahiren bir hüzün gösteriyorlar.. fakat, bâtýnen mesrur oluyorlar. Zira o vazifenin külfet ve mes'uliyetinden kurtuluyorlar. Hem ettikleri hizmetlerine mukabil mükâfatlarýný almak için vatan-ý aslîlerine dönüyorlar. Hem sultanlarýna kavuþuyorlar. Ýþte bak! O memurlar, bazan acemî ve kaba bir nefere rastgeliyorlar. Nefere "Silâhýný, atýný teslim et! Sana izin vereceðiz." diyorlar. Nefer onlara diyor: "Ey efendiler! Sizi tanýmýyorum. Ben devletin askeriyim, padiþahýn hizmetindeyim, sonra huzuruna çýkacaðým, yanýna döneceðim. Eðer onun izin ve rýzasý ile gelmiþ iseniz, baþ ve göz üstüne. Yok, cesaretimi tecrübe için emir etmiþ de rýzasý yoksa, yanlýþ geldiniz. Bendeki emanetini muhafaza ve sultanýmýn haysiyetini himaye yolunda bütün kuvvetimle sizinle müdafaa edeceðim." Ýþte bu yolda, baþtan baþa hal bu minval üzere gidiyor. Her taraftan sürur ve þenlik sadâsý geliyor. Bir taraftan sürur içinde tahþidat-ý askeriye tekbir ve tehlil ile baþlamýþ. Evet hayvanat cinsindeki bütün tevellüdat, tahþidata benzer. Diðer taraftan yine sürur ile terhisat-ý askeriye bir velvele-i tekbir ve teþekkür --- sh:»(Ni:89) --------------------------------------------------------------------------------------------- içinde baþlamýþ. Evet, zîhayat cinsindeki bütün vefiyat bu terhisata benzer. Ýþte Kur'an-ý Hakîm beþere böyle bir hediye getirmiþtir. Eðer beþer bu hediyeyi kabul edip güzelce istimal etse, hayat-ý dünyevîde cennet-i maneviyeyi andýran bu ikinci yoldan gidecektir. Ne geçmiþten hüzün eder ve ne de gelecekten havf ve perva eder. Ey Avrupa! Evvelki cehennemî yol, senin açtýðýn yol olduðu, senin desatirin ile sabittir. Çünki senin nazarýnda hayatýn düsturu: "Her zîhayat, kendi nefsine mâliktir ve kendi zâtý için çalýþýr, lezzeti için sa'yeder, bir hakk-ý hayatý vardýr. Hayatýnýn gayesi, kendisine aittir." dersin. Ve netice-i himmeti: "Hýfz-ý beka ve temin-i hayata münhasýrdýr. Ve kuvvetine güvenmelidir. Zira medar-ý hayat olan, düstur-u cidaldir. Belki hayat, cidaldir" diye hükmediyorsun. Daha bunlar gibi çok esasat-ý bâtýla ile beþeri evvelki yola sevkettin. Acaba, medar-ý hayat olan düstur-u teavün ezharün mine'þ-þems (güneþten daha zahir) olduðu halde, nasýl kör oldun görmüyorsun? Evet Þems ve Kamer'den tut, tâ nebatatýn hayvanatýn imdadýna ve hayvanatýn insanlarýn imdadýna ve mevadd-ý gýdaiyenin semeratýn imdadýna --- sh:»(Ni:90) --------------------------------------------------------------------------------------------- hattâ taamýn zerratý, hüceyrat-ý bedenin tegaddisi için kemal-i intizam ile koþmalarý bir Rabb-i Kerim'in emriyle bir vazife-i muavenet ve teavün ve uhuvvet olduðunu ve kavînin zaîfe müsahhariyeti olduðunu kör olmayan görür. Amma düstur-u cidal ise; bir kýsým hayvanat-ý zalimenin sû'-i istimallerinden neþ'et eden bir düstur-u cüz'î-yi gayr-ý fýtrîdir. Meselâ: Âkil-ül lahm canavarlarýn vazifeleri, sýhhiye neferleri gibi hayvanatýn cenazelerini toplamak; berr ve bahrin yüzünü temizlemektir. Onlarýn sað olan hayvanlarý yemeleri, sû'-i istimaldir, gayr-ý meþru'dur. Cezasýný çekeceklerdir. Bu düsturun çürüklüðünü gördün. Þimdi, her zîhayat nefsine mâliktir diye olan düsturun mahiyetini gör: Zîhayat içinde en eþref ve ihtiyarca en geniþ olan insandýr. Halbuki insanýn ef'al-i ihtiyariyesi içinde en hafifi ve en zahiri, söz söylemesi ve yemek ve içmesi ve düþünmesidir. Halbuki insanýn bunlarda dest-i ihtiyarýnýn müdahalesi ne kadar az olduðu azýcýk düþünmekle anlaþýlýr. Halbuki mahlukatýn en eþrefi olan insanýn eli, tasarruf-u hakikîden bu derece baðlý olsa; baþka hayvanat ve cemadat, sýrf birer --- sh:»(Ni:91) --------------------------------------------------------------------------------------------- memluktan ve Hâlýkýn hesabýyla dönen ve çalýþan birer mahluk-u müsahhardan baþka birþey deðillerdir. Sair esasatýn, bu iki esasýn gibi esassýzdýrlar. Seni bu hataya düþüren, senin yek-çeþm dehandýr. Çünki sen, Rabbini unuttun. Hikmet-i san'at-ý Rabbaniyeye, kör tabiat namýný taktýn, âsâr-ý rahmeti, o mevhum tabiata istinad ederek, esbaba isnad ettin, küfrana baþladýn. Allah'ýn malýný, bazý þeytan tagutlara taksim ettin, küfre girdin. Ýþte bu dalaletindendir ki senin nazarýnda herbir insan, belki herbir hayvan, nihayetsiz hacatýnýn tahsili için, hesabsýz düþmanlarýna karþý tek baþýyla mücadele ve musaraa etmeðe muztardýr. Fakat ne ile, hangi silâh ile? Evet zerre gibi bir iktidar, saç gibi bir ihtiyar, zevale maruz lem'a gibi bir þuur, intifaya maruz þu'le gibi bir hayat, kýsalýkta dakika gibi bir ömür ile musaraa etmek lâzým gelir. Halbuki bütün elinde olaný sarfetsen, hadsiz metalibinden birisini de tahsile kâfi deðil. Bir musibete düþsen, kör-saðýr esbabdan istimdad edersin. Ýþte karanlýklý dehan, beþerin edyan-ý semavî nuruyla gündüz rengini almýþ ömrünü geceye tebdil etti. Yalnýz o muzlim geceyi, yalancý ve müstehzi bazý ýþýklarla tenvir etmiþsin. --- sh:»(Ni:92) --------------------------------------------------------------------------------------------- Ýþte herbir zîhayat, evvelki yolda gördüðümüz bîçare adama benzer ki; sahibsiz ve âciz olduklarý halde, hadsiz merhametsiz zalimlerin hücumuna maruzdur. Bütün dünya bir matemhane-i umumî, yani zikirhane olan dünyayý, bir matemhane þeklinde gösterdin. Tesbihat olan asvatý, elîm firak ve zeval vaveylâlarý tarzýnda iþittiriyorsun. Þimdi, senin felsefen tilmizleri ile Kur'an-ý Hakîm'in tilmizlerinin müvazenelerine bak! Senin hâlis tilmizin, bir firavundur. Fakat menfaati için en hasis bir þeye de ibadet eder bir firavun-u zelildir. Her nâfi' þeyi, kendine Rab tanýr. Kur'anýn hâlis tilmizi ise abddir. Fakat a'zam-ý mahlukata da ibadete tenezzül etmez. Ve a'zam-ý menfaat olan Cennet'i gaye-i ibadet kabul etmez bir abd-i azizdir. Hem senin tilmizin, mütemerrid ve muanniddir. Fakat bir lezzet için nihayet zilleti kabul eden ve bir menfaat-ý hasise için þeytan gibi þahýslarýn ayaðýný öpmekle zillet gösteren bir miskin-i zelildir. Kur'an'ýn tilmizi ise, mütevazi, heyyin yani âsan ve leyyin, yani yumuþaktýr. Fakat Fâtýrýnýn --- sh:»(Ni:93) --------------------------------------------------------------------------------------------- gayrýna, daire-i izni haricinde tezellüle tenezzül etmez. Hem senin tilmizin, cebbar ve maðrurdur. Fakat kalbinde nokta-i istinad bulmadýðý için, zâtýnda gayet acz ile âciz bir cebbar-ý hodfüruþtur. Kur'an'ýn tilmizi ise fakir ve zaîftir. Fakr ve za'fýný bilir. Fakat onun Mâlik-i Kerim'i ona iddihar ettiði servet ile müstaðnidir. Seyyidinin nihayetsiz kudretine istinad ettiði için kavîdir. Hem senin tilmizin menfaatperest ve hodendiþtir ki; o tilmizin gaye-i himmeti, nefis ve batnýn hevesatýný tatmindir. Ve menfaat-ý þahsiyesini -bazan- kavminin menfaati içinde kavminin menfaatý namýyla ve menfaat-ý nefsini, menfaat-ý millet namýyla arar. Ya rikkat-i cinsiye eleminden kurtulmak ister veya hýrsýný veya gururunu veya hubb-u câhýný o milliyetperverlik cihetinde teskin eder. Elhasýl: Nefsinden baþka hakikî hiçbir þeye muhabbet etmez. Herþeyi kendi nefsine feda eder. Kur'an'ýn tilmizi ise, yalnýz livechillah ve rýza-yý Ýlahî için ve fazilet için o derece nefsinin --- sh:»(Ni:94) --------------------------------------------------------------------------------------------- menfaatinden tecerrüd eder ki, cennet-i ebediyeyi dahi hakikî maksad ve gaye-i ibadet yapmaz. Nerede kaldý ki bu dünya-yý zâilenin fâni olan menafi'i onu, hakikî maksad ve gayesinden çevirsin. Ýþte o iki hâlis tilmizin himmetlerinin birbirinden ne derece mütefavit ve mugayir olduðu bununla anlaþýlýr. Evet Kur'an'ýn tilmizi, en büyük þeyleri, arþ ve þems gibi mevcudlarý birer memur, birer mahluk-u müsahhar, birer âciz tanýr. Ruhunda, bütün ehl-i semavat ve arz sâlihlerine karþý öyle bir alâka-i þedide-i uhuvvetkârane hisseder ki, ehl-i beytine dua ettiði gibi; an-samim-il kalb onlara da dua edip, saadetleriyle mes'ud olduðunu gösterir. Bu iki tilmizin mürüvvetlerinin derece-i farkýna bak ki: Senin tilmizin, nefsi için kardeþinden kaçar. Kur'an'ýn tilmizi ise, bütün ibadý, belki bütün mahlukatý kendine kardeþ görür. Kur'an-ý Kerim'in, tilmizlerine verdiði ulviyet ve kýymet bununla anlaþýlýr ki: Bu küçük insan, küçük bir mikroba maðlub ve edna bir kerb ile yere düþtüðü ve o kadar zaîf --- sh:»(Ni:95) --------------------------------------------------------------------------------------------- olduðu halde; Kur'an-ý Kerim'in feyz u irþadýyla o derece yükseklenir ve o derece letaifi inbisat eder ki; dünya mevcudatýný ve zerrat-ý kâinatý tesbih tanesi edip, Mabudunu o adedle zikreder. Hattâ bir kýsýmlarý bunlarý da az görüp, Mabud-u Zülcelal'in liyakatýný göstermek için gayr-ý mütenahî adedle, gayr-ý mütenahî tesbih ile Mabud-u Zülcemal'i zikrediyorlar. Dünya zerratýnýn, virdlerine kâfi bir tesbih olmadýðýný ve nâkýs olduðunu gören ve Cennet'i zikirlerine gaye tanýmayan uluvv-i himmet sahibi o tilmizler; kendi nefislerini, en edna bir mahluk-u Ýlahîden efdal görmediklerini gösteren bir hal ile, nihayet derecede tevazu ve mahviyet gösteriyorlar. O þecere-i tûbâ-i Kur'aniyenin hadd ü hesaba gelmez münevver meyvelerinden Kutb-u Geylanî, Rüfaî, Þazelî gibi zâkirleri dinle. Nasýl, tesbih tanelerine bedel zerrat-ý kâinatýn silsilelerini ellerinde tutmuþlar, öylece Mabudun zikrini çekiyorlar. Ey Avrupa'nýn ruh-u habisi! Felâket-i maneviye-i beþeriyenin sebebi olan desatirinden bazýlarýný sâbýkan zikrettik. Þimdi, beþerin saadet-i maneviyesine menþe' olan desatir-i Kur'aniyenin yalnýz bir-ikisine iþaret edeceðiz: --- sh:»(Ni:96) --------------------------------------------------------------------------------------------- Evet, hüda-yý Kur'anî böyle insana hitaben der: Ey insan! Senin elinde olan hayatýn ve vücudun ve nefsin ve malýn emanettir. Onlar, herþeye kadîr ve herþeye alîm bir Mâlik-i Kerim'in mülküdür. O Mâlik-i Kerim ve Rahîm, kemal-i kereminden, sende emanet olan kendi mülkünü senden satýn almak istiyor. Tâ senin için muhafaza etsin. Senin elinde beyhude zayi' olmasýn. Sonunda, sana büyük faide versin. Sen bir memursun, asker gibi muvazzafsýn. Öyle ise onun namýyla çalýþ, onun hesabýyla sa'yet. Muhtaç olduðun bütün þeyleri sana bahþeden ve rýzkýný veren, muktedir olmadýðýn þeylerden seni hýfzeden odur. Senin gaye-i hayatýn, Mabudun tecelliyatýna ve esma ve þuunatýna mazhariyettir. Sana bir musibet geldiði vakit de ki: ¬yÁV¬7ö@Å9¬!ö"Ben, onun hizmetindeyim. Ey musibet! Eðer Rabbimin izin ve rýzasýyla gelmiþ isen, merhaba safa geldin. «–xQ¬%!«*ö¬y²[«7¬!ö@Å9¬!«: Biz ona gideriz ve onun rü'yetine müþtakýz. Günün birinde elbette bizi hayatýn vazife ve tekâlifinden âzad edecektir. Ne var, o âzadlýk bugün olsun. Hem --- sh:»(Ni:97) --------------------------------------------------------------------------------------------- ey musibet! Senin elinde olsun. Yok, eðer Rabbimin irade ve emriyle beni tecrübe ve imtihan için gelmiþ isen; fakat Rabbimin beni âzad etmeðe izin ve rýzasý yoksa, kuvvetim yettikçe ben, emaneti emin olmayana teslim etmeyeceðim. Haydi git ey zalim musibet!.." Ey hayalî arkadaþým! Hakikat-ý hal, iki tarafta bu minval üzeredir. Lâkin hidayet ve dalalette derecat-ý insan mütefavittir. Meratib-i gaflette insanlar muhteliftir. Þu zamanýn gafleti o derecede kalýnlaþmýþ ve öyle uyutucu bir tarzda ibtal-i his etmiþ ki, medenîler evvelki yolun elîm elemini hissetmiyorlar. Lâkin, hassasiyet-i ilmiyenin tezayüdü ile ve mevt-âlûd inkýlabatýn ikazatýyla þu perde-i gaflet parçalanacaktýr. Binlerle veyl o müslüman evlâdlarýna ki, ecnebilerin tagutlarýna ve felsefelerine aldanýp, Kur'an-ý Kerim'in dersini unutur. Ey gençler ve ey Ýslâm evlâdlarý! Avrupa'nýn size karþý olan merhametsiz zulüm ve adavetine ve bâtýl efkârýna ne akýl ile muhabbet edip onlarý taklid ediyorsunuz ve onlara ittibaen sefahetlerine iþtirak ve saflarýna iltihak ile mukabele ediyorsunuz? Onlarý taklid ve onlara ittiba ile beraber, dava-yý hamiyet yalandýr. --- sh:»(Ni:98) --------------------------------------------------------------------------------------------- Milleti istihfaf ve milliyetle istihzadýr. Cenab-ý Hak, bizi de sizi de tarîk-i müstakimden ayýrmayýp hidayette kýlsýn, âmîn... * * * --- sh:»(Ni:99) --------------------------------------------------------------------------------------------- Onikinci Ders ¬v[¬&Åh7!ö¬w´W²&Åh7!ö¬yÁV7!ö¬v²K¬" ¬yÁV7!ö¬–²)¬@¬"ö®?«h[¬C«6ö®^«¬4ö²a«A«V«3ö¯^«V[¬V«5ö¯^«¬4ö²w¬8ö²v«6 Ey birader! Küffar ve ehl-i dalaletin kesret-i adediyle beraber bazý hakaik-i imaniyenin inkârlarýnda ittifaklarý seni sarsmasýn. Çünki kýymet, kesrette deðildir. Zira insan, insan olmadýðý vakit, þeytan bir hayvan olur. Ecnebiler gibi ihtirasat-ý hayvaniyede terakki ettikçe, hayvaniyeti þiddetlenir; daha ziyade hayvan olur. Hayvanatýn kemmiyetçe kesreti ve insanýn hayvanata nisbeten kýlleti malûm. Halbuki hayvanat, insan için halkolunmuþtur. Küffarýn tarifi ise: Küffar, hayvanat-ý Ýlahîden bir nevi habistirler ki; imaret-i dünyaya ve hem mü'minlere derecat-ý niam-ý Ýlahiyeyi anlamaða bir vâhid-i kýyasî olmak için --- sh:»(Ni:100) ------------------------------------------------------------------------------------------- halkedilmiþler ve imhal edilmiþlerdir. Þu küffar denilen bu nevi hayvanatýn, hakký inkâr edip nefyetmekte ittifaklarý kuvvetsizdir. Evet küfür, çendan isbat suretinde de olsa; nefiydir, inkârdýr, cehildir, ademdir. Binler ehl-i nefiy ve inkârýn iki ehl-i isbata karþý sözleri bâtýldýr, sukut eder. Meselâ: Bütün bir þehrin ahalisi, ramazan ayýna bakýyorlar. Binler insan, yok diye nefiy ve inkâr etseler, iki adam da isbat edip þehadet etse, bütün inkâr edenlerin sözleri hiçe iner. Acaba kâr-ý akýl mýdýr ki; sen desen: "Bu kadar binlerle insanlarýn tevatürlerini kabul ederim, o iki adamýn þehadetlerini reddederim." Aynen bunun gibi, biri çýksa dese: "Koca Avrupa'nýn bu kadar hükemasý þu hakikat-ý imaniyeyi inkâr ediyorlar. Bizim iki hocamýzýn sözü nasýl tercih ediliyor?" Ey bîçare nâdan! Mes'ele hiç öyle deðil. Bu söze hiç hakkýn yok. Belki bu mes'ele, hiç ehil olmadýklarý mes'elelerde nâ-ehil birkaç fuzulînin hadsiz ehl-i ihtisasa karþý söz söylemesidir. Bir-iki hoca dediðin, milyarlar beþerin güneþleri --- sh:»(Ni:101) ------------------------------------------------------------------------------------------- hükmünde olan Þeyh-i Geylanî, Ýmam-ý Gazalî, Muhyiddin-i Arabî, Þah-ý Nakþibend, Ýmam-ý Rabbanî gibi ehl-i ihtisasýn icmalarýdýr ki; o hakikatý görmüþler, gösteriyorlar. Koca Avrupa hükemasý dediðin; madde-perest, akýllarý gözlerine sukut etmiþ, maneviyattan uzaklaþmýþ, þems-i hakikattan ve hilâl-i haktan âmileþmiþ; hakký görmedikleri için hakký nefyeden, haddinden tecavüz etmiþ san'atkârlardýr. ¯v«T«,ö²w¬8ö¬š@«W²7!ö«v²Q«0öv«S²7!öh¬U²X Yani, bazý gözü hasta olan kimse, güneþin ziyasýný ve vücudu hasta olan kimse de, suyun tadýný inkâr ediyorlar. * * * --- sh:»(Ni:102) ------------------------------------------------------------------------------------------- Onüçüncü Ders ¬v[¬&Åh7!ö¬w´W²&Åh7!ö¬yÁV7!ö¬v²K¬" !®h[¬C«6ö!®h²[«'ö«]¬#:!ö²G«T«4ö«}«W²U¬E²7!ö«€Ìx Ey serab-ý gururu, þarab-ý tahur zanneden Said-i hodfüruþ! Hikmet, hayr-ý kesîr olduðunu iþittin. Fakat yanlýþ yola gitmiþtin. Þu kitab-ý kâinatýn hikmetini, maânîsinde aramadýn. Gittin, nukuþunda taharri ettin. Hikmet-i kudsiye-i Kur'aniye ile hikmet-i felsefe-i insanýn farklarýný görmek istersen þu temsile güzel bak: Bir zaman dindar, san'atkâr bir hâkim Kur'an'ý acib bir tarzda yazmýþ. Bazý hurufatýný elmas ve zümrüt ile, bir kýsmýný altun ve gümüþ ile, bir kýsmýný daha kýymetdar cevherler ile yazýp öyle müzeyyen ve münakkaþ etmiþti ki; o Kur'aný, kýraatýný bilen ve bilmeyen herkes temaþa edip istihsan ederdi. Fakat --- sh:»(Ni:103) ------------------------------------------------------------------------------------------- o Kur'an'ýn manasýndaki zînet ve güzellik, zahirî zînetinden milyon mertebe daha âlî, daha galî; belki nisbet kabul etmez derecededir. O hâkim, þu musanna' ve murassa' Kur'an-ý Hakîm'i, bir ecnebi feylesofa ve bir müslüman âlime gösterdi. Ve emretti ki: "Herbiriniz buna dair birer eser yazýnýz." Herbiri, o Kur'ana dair birer kitab te'lif etti. Fakat feylesofun kitabý, yalnýz hurufun nakýþlarýndan ve münasebetlerinden ve vaziyetlerinden ve cevherlerinin hasiyetlerinden ve tarifatýndan bahseder. Manasýna hiç iliþmez. Zira o ecnebi adam, Arabça okumasýný hiç bilmez. Hattâ o müzeyyen Kur'an'ýn kitab olduðunu bilmiyor. Ve ona münakkaþ bir antika nazarýyla bakýyor. Lâkin o ecnebi feylesof, her ne kadar Arabça bilmiyor, fakat iyi bir mühendistir, güzel bir musavvirdir, mahir bir kimyagerdir, sarraf bir cevhercidir. Amma müslüman âlim ise; ona baktýðý vakit, o Kitab-ý Mübin'dir, Kur'an-ý Hakîm'dir anladý. Tezyinat-ý zahirîsine ehemmiyet vermedi. Hurufunun nakýþlarýyla iþtigal etmedi. Belki öyle bir þey ile meþgul oldu ki; ötekinin mes'elelerinden milyon mertebe daha âlî ve daha galî, daha latif, daha þerif, daha nâfi', daha câmi'. Çünki o müslüman âlim, o Kur'an'ýn perde-i nukuþu altýnda olan hakaik-i kudsiyesinden --- sh:»(Ni:104) ------------------------------------------------------------------------------------------- ve envâr u esrarýndan bahsederek bir güzel tefsir yazdý. Sonra, ikisi de eserlerini hâkime takdim ettiler. Hâkim, evvel feylesofun eserine baktý gördü ki: O hodpesent, tabiatperest adam çok çalýþmýþ; fakat hiç hikmetini ve manasýný anlamamýþ. Belki karýþtýrmýþ. Ona karþý hürmetsizlik belki edebsizlik etmiþ. Manasýz nukuþ zannederek, kýymetsizlik ile tahkir etmiþ. Hâkim dahi eserini baþýna vurdu. O feylesofu huzurundan çýkardý. Sonra öteki âlimin eserine baktý gördü ki: Gayet güzel nâfi' bir tefsirdir ve hakîmane ve mürþidane bir te'liftir. Âferin! dedi. Ýþte âlim ve hakîm buna derler. Öteki, haddinden tecavüz etmiþ bir san'atkârdýr. Eðer temsili fehmettin ise, bak hakikatý gör: Amma o müzeyyen Kur'an ise, þu musanna' kâinattýr. O hâkim ise, Hakîm-i Ezelî'dir. O iki adam ise, birisi yani ecnebisi, ilm-i felsefedir ve hükemasýdýr. Diðeri, Kur'an ve tilmizleridir. Kur'an-ý Hakîm, þu Kur'an-ý azîm-i kâinatýn bir müfessiridir, bir tercümanýdýr. Evet Furkan-ý Hakîmdir ki; þu sahaif-i kâinatta kalem-i kudretle yazýlan âyât-ý tekviniyeyi --- sh:»(Ni:105) ------------------------------------------------------------------------------------------- beþere ders verir. Mevcudata, mana-yý harfiyle bakar. "Ne güzel yapýlmýþ, ne güzel delalet ediyor" der. Kâinatýn hakikî güzelliðini gösterir. Ýlm-i hikmet dedikleri felsefe ise; sahaif-i kâinatýn hurufunun tezyinat ve münasebatýna dalmýþ, sersemleþmiþ. Hurufata, mana-yý harfiyle bakmak lâzým gelirken, mana-yý ismiyle bakmýþ. "Ne güzel yapýlmýþ" diyecek yerde, "Ne güzeldir" deyip çirkinleþtirmiþ. Kâinatý tahkir edip, kendisine müþteki etmiþtir. yA²,«&ö«xZ«4ö¬yÁV7!ö]«V«2ö²uÅ6«x«B« Ey Said! Saadet istersen, tevekkül et. Fakat tevekkül, esbabý bütün bütün reddetmek deðildir. Belki müsebbebatý ve netaicini Hâlýktan istemektir. Esbaba teþebbüs, bir nevi dua-yý fiilîdir. Vesait ise, perde-i dest-i kudrettir. Evet tevekkül etsen, dünyada istirahatýn, âhirette istifaden kat'îdir. Mütevekkil ile sözü anlamayan gayr-ý mütevekkilin misalleri þu hikâyeye benzer ki: Ýki adam, bellerine ve baþlarýna aðýr yükler --- sh:»(Ni:106) ------------------------------------------------------------------------------------------- yükletip bir sefineye bilet alýp girdiler. Birisi, girer girmez yükünü gemiye býraktý. Üstünde oturdu, nezaret etti. Diðeri hem ahmak, hem maðrur, yükünü yere býrakmadý. Ona denildi: "Þu aðýr yükünü gemiye býrak, rahat et." O dedi: "Yok, ben kuvvetliyim. Yükümü hem belimde, hem baþýmda muhafaza ederim." Ona denildi: "Bizi ve seni kaldýran þu gemi daha kuvvetlidir, daha güzel muhafaza eder. Hem gittikçe kuvvetten düþen belin ve akýlsýz baþýn, þu gittikçe aðýrlaþan yüklere tâkat getiremiyecek. Hem dahi gemi kaptaný seni böyle görse, ya "divanedir" der, seni tardeder; ya "hâindir" der, "gemimizi ittiham ediyor ve bizimle istihza ediyor, hapsediniz" der. Seni hapsettirir. Hem herkese de maskara olursun. Çünki za'fiyetini gösteren tekebbürün ile, aczini gösteren gururun ile, riyayý gösteren tasannuun ile kendine mudhike yaparsýn. Herkes sana gülecek." O bîçarenin aklý baþýna geldi. Yükünü yere koydu, üstünde oturdu. "Oh! Allah senden razý olsun! Zahmetten ve hapisten ve maskaralýktan kurtuldum." dedi. * * * --- sh:»(Ni:107) ------------------------------------------------------------------------------------------- Ondördüncü Ders ¬v[¬&Åh7!ö¬w´W²&Åh7!ö¬yÁV7!ö¬v²K¬" *ö¬Œ²*«²!ö«:ö¬€!«x´WÅK7!öG[¬7@«T«8öy«7ö*ö½u[¬6«:ö¯š²z«-ö±¬u6ö]«V«2ö«x;«:ö¯š²z«-ö±¬u6ös¬7@«'öyÁV7«! *ö¯š²z«-ö±¬u6ö€xU«V«8ö¬˜¬G«[¬"ö›¬HÅ7!ö«–@«E²AK«4 *ö¯•xV²Q«8ö¯*«G«T¬"öŬ!öy7±¬i«X9ö@«8«:öyX¬=!«i«'ö@«9«G²X¬2öŬ!ö¯š²z«-ö²w¬8ö²–¬!«: ö *ö¯v[¬T«B²K8ö¯!«h¬.ö]«V«2ö]±¬"«*öÅ–¬!ö@«Z¬B«[¬.@«X¬"ö½H¬'³~ö«x;öŬ!ö¯^Å"!«(ö²w¬8ö@«8 Tevhid-i hakikînin hâlis güneþinden ondört lem'adýr. Yani, ondört lâmbadýr. BÝRÝNCÝ LEM'A: Ey gafil esbabperest insan! Esbab, bir perdedir. Çünki izzet ve azamet öyle ister. Fakat iþ gören, kudret-i Samedaniyedir. Çünki tevhid --- sh:»(Ni:108) ------------------------------------------------------------------------------------------- ve celal öyle ister. Sultan-ý Ezelî'nin memurlarý, saltanat-ý rububiyetinin icraatçýlarý deðildirler, belki dellâllarý ve nâzýrlarýdýrlar. Çünki memurlar ve vesaitler, izzet-i kudretini ve haþmet-i rububiyetini izhar içindirler. Yoksa sultan-ý insanî gibi acz ve ihtiyacý için, memurlarýný saltanatýna þerik etmiþ deðildir. Esbab, haksýz þekvalar Âdil-i Mutlak'a tevcih edilmemek için vaz'edilmiþtir. Evet izzet ve azamet ister ki; esbab, perdedar-ý dest-i kudret olsun aklýn nazarýnda... Tevhid ve celal ister ki; esbab-ý dâmenkeþ, ellerini çeksin tesir-i hakikîden... ÝKÝNCÝ LEM'A: Evet Sâni'-i Zülcelal'in her masnu üstünde bir Hâlýk-ý Külli Þey'e has bir sikkesi; her mahluku üstünde bir Sâni'-i Külli Þey'e mahsus bir hâtemi ve kalem-i kudretinin menþuru üstünde taklid kabul etmez mükemmel bir turra-i garrasý vardýr. Meselâ hesabsýz sikkelerinden hayat üstünde koyduðu sikkeye bak ki: Bir þeyden herþeyi yapar, hem herþeyden birþey yapar. Evet bir içilen sudan, hesabsýz âza ve cihazat-ý hayvaniyeyi yapar. Hem ekl'edilen --- sh:»(Ni:109) ------------------------------------------------------------------------------------------- bütün muhtelif et'imeden, hayvanî olsun, nebatî olsun, bir cism-i has ve belki bir cild-i mahsus, belki bir cihaz-ý basit yapar. Evet sen de aklýn varsa anlarsýn ki: Bir þeyden herþeyi yapmak ve herþeyden bir þey yapmak, herþeyin Sâniine has ve Hâlýk-ý Külli Þey'e mahsus bir sikkedir. ÜÇÜNCÜ LEM'A: Hem meselâ zîhayat üstünde koyduðu hâteme bak. O zîhayat, âdeta kâinatýn bir misal-i musaggarý ve þecere-i âlemin bir semeresi ve þu âlemin bir çekirdeði gibi, enva'-ý âlemin ekserî nümunelerini câmi'. Güya o zîhayat, gayet hassas mizanlarla, mecmu' kâinattan süzülmüþ bir katredir. Demek þu zîhayatý halketmek için, bütün kâinatý kabza-i tasarrufunda tutmak lâzým gelir. Ýþte aklýn varsa anlarsýn ki; bir þeyi meselâ bal arýsýný, ekser eþyaya bir nevi fihriste yapmak; bir þeyde meselâ insanda, þu kitab-ý kâinatýn hemen bütün mesailini yazmak; bir þeyde, meselâ küçücük incir çekirdeðinde, koca incir aðacýnýn proðramýný ve kalb-i beþerde, þu âlem-i kebirin bir nevi proðramýný ve kuvve-i hâfýzada, hâdisat-ý kevniyenin mufassal --- sh:»(Ni:110) ------------------------------------------------------------------------------------------- fihristesini dercetmek, elbette Hâlýk-ý Külli Þey'e has ve bu kâinatýn Rabbine mahsus bir hâtemdir. DÖRDÜNCÜ LEM'A: Ýhya üstünde koyduðu turrasýna bak! Meselâ, güneþ herbir þeffaf üstünde, seyyarattan tut tâ katarata, tâ zerrat-ý zücaciyeye ve tereþþuhatýna kadar herbiri üstünde cilve-i misaliyesini gösteren turrasý olduðu gibi; Þems-i Sermed'in ve tecelli-i ehadiyetin ihya cihetinde herbir zîhayat üstünde öyle bir turrasý vardýr ki; faraza bütün esbab toplansa, yine o turranýn taklidini yapamaz. Nasýlki katrelerde görünen güneþin timsalleri güneþin tecellisine verilmediði vakit, herbir katrede ve ziyaya maruz herbir cam parçasýnda ve herbir zerre-i þeffafede, tabiî ve hakikî bir güneþin vücudunu bil'asale kabul etmek lâzýmgelir. Bu hal ise, belâhetin nihayetsiz derekesidir. Öyle de Þems-i Ezelî'nin þuâlarý olan ve esmasýnýn nokta-i mihrakýyesi hükmünde olan herbir zîhayat üstündeki tecelli-i ehadiyeti, Ehad ve Samed olan Zât-ý Akdes'e verilmediði vakit her bir zîhayatta, hattâ sinekte ve çiçekte --- sh:»(Ni:111) ------------------------------------------------------------------------------------------- nihayetsiz bir kudret-i fâtýra, bir ilm-i muhit, bir irade-i mutlaka, hem Vâcib-ül Vücud'a mahsus sair sýfatlarý o zîhayatýn içinde kabul etmek ve âdeta o zîhayatýn herbir zerresine bir uluhiyet vermek gibi dalaletin en eblehcesini kabul etmek lâzýmdýr. Zira zerrelere, hususan tohum zerreleri olsa, öyle bir vaziyet verilmiþ ki, o zerreler cüz' olduðu zîhayata, belki o zîhayatýn nev'ine, belki muhtaç olduðu bütün mevcudata karþý öyle bir mevki alýyorlar ki; eðer o zerrelerin nisbeti Kadîr-i Mutlak'tan kesilse, o vakit o zerrelerin herbirine, herþeyi görür bir göz, herþeyi muhit bir þuur vermek lâzým gelir. Elhasýl: Nasýlki katrelerde olan güneþçikler, güneþin cilvesine verilmezse, nihayetsiz güneþleri kabul etmek lâzým geliyor. Öyle de herþeyi, Kadîr-i Mutlak'a vermezsek, gayr-ý mütenahî ilaheleri kabul etmek lâzým gelir. BEÞÝNCÝ LEM'A: Evet nasýlki bir kitab olsa, hususan o kitab yazma olsa, o kitabý yazmak için bir kalem kâfidir. Eðer o kitab, basma veya matbu olsa, hurufatý adedince kalemler, yani demir harfler lâzým ki tab'edilebilsin. Þayet o kitabýn bazý harflerinde ince hat ile kitabýn ekseri yazýlmýþ --- sh:»(Ni:112) ------------------------------------------------------------------------------------------- ise, bütün o demir harflerin küçücükleri, o tek harfe lâzým; tâ o kitab tab'edilebilsin. Aynen öyle de: Þu kitab-ý kâinatý, kalem-i kudretin, Zât-ý Ehad'in mektubu desen, vücub derecesinde sühulet ve makuliyet yoluna gidersin. Eðer tabiata isnad etsen, imtina' ve muhal derecesinde bir suubet ve hiçbir vehmin kabul etmeyeceði bir hurafat yoluna gidersin. Çünki tabiat için herbir cüz' toprakta ve suda ve havada, milyarlarla madenî matbaalar, fabrikalar bulunmasý lâzým ki hesabsýz ezhar ve esmarýn teþekkülâtýna mazhar olabilsin. Zira herbir cüz' toprak, ekser nebatata menþe' olabilir. Hususan meyveli olsalar, çiçekli olsalar teþekkülâtlarý o kadar muntazam, o kadar mevzun, o kadar mümtaz, o kadar ayrýdýr ki; her birisi için yalnýz ona mahsus birer ayrý fabrika veya ayrý birer matbaa lâzýmdýr. Demek tabiatýn her bir þeyde, her bir þeyin makinalarýný bulundurmaða mecburdur. Ýþte þu hurafeden, hurafeciler dahi utanýyorlar. ALTINCI LEM'A: Elhasýl: Nasýl bir kitabýn her bir harfi, kendi nefsini ve kendi vücudunu bir harf kadar gösterir ve bir vecihle kendi nefsine ve vücuduna delalet eder. Lâkin kâtibini, on kelime --- sh:»(Ni:113) ------------------------------------------------------------------------------------------- ile tarif eder ve birkaç vecih ile gösterir. Öyle de, þu kitab-ý kebir-i âlemin her bir harfi kendi vücuduna cirmi kadar delalet eder ve gösterir. Fakat Nakkaþ-ý Ezelî'nin esmasýný bir kaside kadar tarif eder, gösterir. Demek hem kendini, hem bütün kâinatý inkâr eden bir ahmak, yine Sâniin inkârýna gitmemelidir. YEDÝNCÝ LEM'A: Nasýlki herbir mahluk-u cüz'î üstünde ehadiyetin sikkesi olduðu gibi; her bir nevi üstünde, her bir küll üstünde, tâ mecmu' âlem üstünde sikke-i ehadiyet ve hâtem-i vâhidiyet ve turra-i vahdet gayet parlak bir surette vaz'edilmiþtir. Ýþte bak, sath-ý arzýn sahifesinde, bahar mevsiminde, Nakkaþ-ý Ezelî en ekall üçyüzbin nebatat ve hayvanat enva'ýný haþr u neþreder. Nihayetsiz ihtilat ve karýþýklýk içinde, nihayet derecede imtiyaz ve intizam ile bunlarý iade edip haþrediyor. Çendan bir kýsmýný aynen iade etmiyor. Fakat ayniyet derecesinde bir müþabehet ve bir misliyetle iade ediyor. Demek haþr-i bahar, tevhide sikke olduðu gibi; haþr-i kýyamete dahi tamamen misal olabilir. Demek baharda, ihya-yý arz içinde üçyüz bin --- sh:»(Ni:114) ------------------------------------------------------------------------------------------- haþrin nümunelerini kemal-i intizam ile icad edip, sahife-i arzda karýþýk bir halde üçyüzbin muhtelif enva'ý hiç hatasýz ve hiç sehivsiz ve hiç karýþtýrmadan gayet mevzun ve muntazam ve manzum olarak yazmak, nihayetsiz kudret ve ilim ve iradeye mâlik bir Zât-ý Zülcelal'in sikke-i mahsusasý olduðunu her zîþuurun derketmesi lâzým gelir. Kur'an-ý Kerim ferman ediyor ki: @«Z¬#²x«8ö«G²Q«"ö«Œ²*«²!ö]¬[²E °h Evet ihya-yý arz içinde üçyüzbin haþrin nümunelerini birkaç gün zarfýnda yapan kudret-i Fâtýraya, insanýn haþri elbette gayet hafif gelir. Sübhan Daðý'ný bir iþaretle kaldýran bir zâta, bu kal'ayý nasýl kaldýracak demek, belâhettir. SEKÝZÝNCÝ LEM'A: Evet yeryüzündeki gayet basirane ve hakîmane þu tasarruf-u azîm içinde gayet aþikâre bir hâtem-i vâhidiyet görünüyor ki; vüs'at-ý mutlaka içindeki, sür'at-ý mutlaka içindeki sehavet-i mutlaka içindeki intizam-ý mutlak ve --- sh:»(Ni:115) ------------------------------------------------------------------------------------------- hüsn-ü san'at ve mükemmeliyet-i hilkat her bir ferd için öyle bir hâtemdir ki; bu hâtem, ancak gayr-ý mütenahî bir ilim ve bir kudret sahibine mahsustur. Evet görüyoruz ki: Bütün yeryüzünde, bir vüs'at-ý mutlaka içinde bir sür'at-i mutlaka, hem o sür'at ve vüs'at-ý mutlaka içinde bir sühulet-i mutlaka, hem o sühulet ve sür'at ve vüs'at-ý mutlaka ile beraber bir cûd ve sehavet-i mutlaka içinde, nevilerde olduðu gibi her bir ferdde görülen gayet mükemmel bir intizam-ý mutlak ve gayet mümtaz bir hüsn-ü san'at ve gayet mükemmeliyet-i hilkat, hem bir anda ve her yerde ve bir tarzda, her ferdde müþahede edilen bir san'at-ý hârika, elbette ve elbette öyle bir zâtýn hâtemidir ki; o Zât-ý Akdes, hiç bir yerde olmadýðý halde her yerde hazýrdýr ve hiç bir þey ondan gizlenemediði gibi, hiç bir þey ona aðýr gelemez. Zerreler ve yýldýzlar, onun kudretine nisbeten müsavidirler. DOKUZUNCU LEM'A: Evet nasýlki sahife-i arz üstünde Ehad ü Samed'in hâtemlerini görebiliyorsun. Bak kitab-ý kâinat üstünde de, büyüklüðü nisbetinde bir vuzuh ile hâtem-i vahdet okunuyor. --- sh:»(Ni:116) ------------------------------------------------------------------------------------------- Çünki þu mevcudat, bir fabrikanýn ve bir kasrýn ve bir muntazam þehrin eczalarý gibi birbirine karþý muavenet ellerini uzatmýþ, birbirinin sual-i hacetlerine "Lebbeyk" derler. Elele verip, bir intizam ile çalýþýrlar. Baþbaþa verip, zevilhayata hizmet ederler. Omuz omuza verip bir gayeye müteveccihen bir müdebbire itaat ederler. Evet þems ve kamerden, gece ve gündüzden, kýþ ve yazdan tut tâ nebatat hayvanlarýn imdadýna, hayvanlar insanlarýn imdadýna, zerrat-ý gýdaiye semeratýn imdadýna, mevadd-ý taamiye, hüceyrat-ý bedenin imdadýna koþup gelmelerine kadar câri olan düstur-u teavün ile bütün mevcudat, Kerim bir Mürebbi'nin emriyle hareket ettiklerini gösteriyorlar. Ýþte þu kâinat içinde câri olan bu tesanüd, bu teavün, bu tecavüb, bu teânuk, bu müsahhariyet, bu intizam bir tek Müdebbir'in terbiyetiyle idare ve bir tek Mürebbi'nin tedbiriyle sevkedildiðine kat'iyyen þehadet eden bu meþhudumuz hikmet-i âmme içindeki inayet-i tâmme ve o inayet içindeki rahmet-i vasia ve o rahmet içindeki rýzk-ý âmm ve her müterezzika lâyýk bir tarzda rýzýk vermek öyle parlak bir hâtem-i tevhiddir ki, bütün bütün kör olmayan görür. --- sh:»(Ni:117) ------------------------------------------------------------------------------------------- ONUNCU LEM'A: Evet nasýlki bir tarlada ekilen bir nevi tohum; o tarlanýn, tohum sahibinin taht-ý tasarrufunda olduðunu ve o tohum da, tarla mutasarrýfýnýn taht-ý tasarrufunda olduðunu gösterir. Öyle de: Þu anasýr denilen mezraa-i masnuatýn, vâhidiyet ve besatet ile beraber külliyet ve ihatalarý ve þu mahlukat denilen semerat-ý rahmet ve mu'cizat-ý kudret ve kelimat-ý hikmetin mümaselet ve müþabehetleriyle beraber çok yerlerde intiþarlarý ve her tarafta bulunup tavattun etmeleri, bir Sâni'-i Mu'ciznüma'nýn taht-ý tasarrufunda olduklarýný gösterir. Güya herbir çiçek, herbir semere, herbir hayvan; o Sâni'in birer sikkesidir, birer hâtemidir, birer turrasýdýr. Her nerede bulunurlarsa bulunsunlar, lisan-ý hal ile derler ki: "Biz kimin sikkesiyiz, bu yerler dahi onundur." En edna bir mahluka rububiyet, bütün anasýrý kabza-i tasarrufunda tutan zâta mahsustur. En basit bir unsuru, tedbir ve tedvir etmek, bütün hayvanat ve nebatatý ve masnuatý kabza-i rububiyetinde terbiye edene has olduðunu kör olmayan görür. --- sh:»(Ni:118) ------------------------------------------------------------------------------------------- Herbir ferd misliyet lisanýyla der: "Kim bütün nev'ime mâlik ise, bana mâlik olabilir. Yoksa olamaz." Her nevi, intiþarlarý lisanýyla der: "Kim bütün sath-ý arza mâlik ise, bize mâlik olabilir, yoksa olamaz." Arz, tesanüd lisanýyla der: "Kim bütün kâinata mâlik ise, bana öyle mâlik olabilir, yoksa olamaz." ONBÝRÝNCÝ LEM'A: Cüz'de cüz'îde, küllde küllîde, bütün âlemde, hayatta, zîhayatta, ihyada olan sikkelerden, hâtemlerden bazýlarýna iþaret ettik. Þimdi nevilerdeki hesabsýz sikkelerden bir sikkeye iþaret edeceðiz. Evet nasýl meyvedar bir aðacýn hesabsýz semereleri bir terbiye ile ve bir kanun-u vahdetle bir merkezden idare edildiklerinden, o aðacýn terbiye ve idaresindeki külfet ve meþakkat ve masraf o kadar sühulet peyda eder ki; þirket ve kesretle terbiye edilen tek bir meyveye müsavi olurlar. Demek þirket-i kesret ve taaddüd-ü merkez, her meyve için kemmiyetçe, yani adedçe bütün aðaç kadar külfet, masraf --- sh:»(Ni:119) ------------------------------------------------------------------------------------------- ve cihazat ister. Fark, yalnýz keyfiyetçedir. Nasýlki bir tek nefere lâzým olan techizat-ý askeriyeyi yapmak için, orduya lâzým bütün fabrikalar kadar fabrikalar lâzýmdýr. Demek iþ, vahdetten kesrete geçse kemmiyet cihetiyle efrad adedince külfet ziyadeleþir. Ýþte her nevide bilmüþahede görülen sühulet-i fevkalâde, vahdetten ve tevhidden gelen bir yüsr ve sühuletin eseridir. Elhasýl: Bir cinsin bütün enva'ýnýn ve bir nev'in bütün efradýnýn aza-yý esasîde muvafakat ve müþabehetleri nasýl isbat eder ki, tek bir Sâni'in masnularýdýrlar. Çünki vahdet-i kalem ve ittihad-ý sikke öyle ister. Öyle de: Bu meþhud sühulet-i mutlaka ve külfetsizlik, vücub derecesinde îcab eder ki; bir Sâni'-i Vâhid'in eserleri olsun. Yoksa, imtina derecesine çýkan bir suubet, o cinsi ve o nev'i in'idama, ademe götürecekti. Velhasýl: Bütün eþya Cenab-ý Hakk'a isnad edilse, bir tek þey kadar sühulet peyda eder. Eðer esbaba isnad edilse, herbir þey bütün eþya kadar suubet peyda eder. Kâinatta fevkalâde ucuzluk ve mebzuliyet, sikke-i vahdeti güneþ gibi gösterir. --- sh:»(Ni:120) ------------------------------------------------------------------------------------------- ONÝKÝNCÝ LEM'A: Cemalli olan hayat nasýl bir bürhan-ý ehadiyettir, celalli olan memat dahi bir bürhan-ý vâhidiyettir. Evet nasýlki güneþe karþý parlayan büyük bir nehr-i cârînin kataratý ve yeryüzünün müteceddid þeffafatý güneþin misalî ýþýðýný göstermekle güneþe þehadet ediyorlar. Esbab-ý zahirîleriyle birlikte zevale gitmeleriyle ve gurub ve ufûl ve fena ve mevtleriyle beraber arkalarýnda gelenlerin üstünde yine cilvelerinin devamý, tecelli-i ziyanýn istimrarýna kat'iyyen þehadet ederler ki, o misalî güneþcikler; bir bâki, âlî, daimî müstemirr-üt tecelli tek bir güneþin cilveleridir. Zuhurlarýyla güneþin vücudunu, gurublarýyla güneþin beka ve devamýný gösteriyorlar. Öyle de þu mevcudat-ý seyyale vücudlarýyla Vâcib-ül Vücud'un vücub-u vücuduna þehadet ettikleri gibi; zevalleriyle ezeliyetine, sermediyetine ve ehadiyetine þehadet ederler. Zira gece ve gündüzün, kýþ ve yazýn, asýrlar ve devirlerin deðiþmesiyle gurub ve ufûl ile teceddüd eden masnuat-ý cemile ve mevcudat-ý latife; âlî, sermedî, daim-üt tecelli bir cemal-i mücerredin vücudunu ve bekasýný ve vahdetini gösteriyorlar. Hem müsebbebatýyla beraber zeval bulan esbab-ý süfliyenin hiçliðini gösteriyorlar. Belki --- sh:»(Ni:121) ------------------------------------------------------------------------------------------- bütün san'atlar, bütün esmasý kudsiye ve cemile olan Cemil-i Mutlak Zât-ý Zülcelal'in müteceddid san'atlarý, mütehavvil nakýþlarý, müteharrik âyineleri, müteakib sikkeleri, mütebeddil hâtemleri olduklarýný gösteriyorlar. ONÜÇÜNCÜ LEM'A: Evet herþey, zerrattan tâ seyyarata, tâ þümusa kadar, acz-i zâtîsiyle, Hâlýk'ýn vücub-u vücuduna þehadet ettiði gibi; o acz-i mutlak ile beraber nizam-ý umumîde hayret verici vezaifi deruhde etmeleri, o Vâcib-ül Vücud'un vahdetine þehadet eder. Hem bununla beraber, kâinatýn bütün eczalarý, herbir cüz' ellibeþ lisan ile Zât-ý Ehad ü Samed'e þehadet eder. Kur'an-ý Hakîm'den fehmettiðim o elsineleri icmalen Katre namýnda bir risale-i Arabîde beyan etmiþim. Ýstersen ona müracaat et. Hem o Hâlýk-ý Zülcelal'in vücub u vahdeti gibi bütün evsaf-ý kemaliyesine ve cemaliye ve celaliyesine þu mevcudat þehadet ettikleri gibi; kusursuz, noksaniyetsiz kemal-i zâtîsini de isbat ederler. Çünki eserde kemal, fiilin kemaline; fiilin kemali, ismin kemaline; ismin kemali, sýfatýn kemaline; sýfatýn kemali, --- sh:»(Ni:122) ------------------------------------------------------------------------------------------- þe'nin kemaline; þe'nin kemali, zâtýn kemaline hadsen, zarureten, bedaheten delalet eder. Meselâ: Nasýlki kusursuz bir kasrýn mükemmel nukuþ ve tezyinatý, arkalarýndaki ef'alin mükemmeliyetini gösterir. O ef'alin mükemmeliyeti, fâilin esmasýnýn mükemmeliyetini gösterir. Esmanýn mükemmeliyeti, sýfatýn mükemmeliyetini gösterir. Sýfatýn mükemmeliyeti, müsemmanýn þuun-u zâtiyesinin mükemmeliyetini gösterir. Þuunun mükemmeliyeti, o nakkaþýn zâtýnýn mükemmeliyetini gösterir. Aynen öyle de: Þu kusursuz, futursuz âsâr-ý meþhudedeki kemal, bilmüþahede müessirin kemal-i ef'aline delalet eder. Kemal-i ef'al ise, bilbedahe fâilin kemal-i esmasýna; kemal-i esma ise, bizzarure müsemmanýn kemal-i sýfatýna; kemal-i sýfat ise, bilyakîn mevsufun kemal-i þuununa; kemal-i þuun ise, bihakkalyakîn zîþuunun kemal-i zâtýna delalet eder. Âmennâ ve saddakna. ONDÖRDÜNCÜ LEM'A: Ondört Reþha'yý tazammun eder. Birinci Reþha: Rabbimizi bize tarif eden üç büyük küllî muarrif var. --- sh:»(Ni:123) ------------------------------------------------------------------------------------------- Birisi: Kitab-ý kâinattýr ki, bir nebze þehadetini iþittin. Birisi: Þu kitab-ý kebirin âyet-i kübrasý olan Hâtem-ül Enbiya Aleyhissalâtü Vesselâm'dýr. Birisi de: Kur'an-ý Azîmüþþan'dýr. Þimdi biz, þu ikinci bürhan-ý nâtýký (Aleyhissalâtü Vesselâmý) tanýmalýyýz ve dinlemeliyiz. Evet bak: Sath-ý arz bir mescid, Mekke bir mihrab, Medine bir minber, Peygamberimiz (A.S.M.) bütün ehl-i imana imam, bütün insana hatib, bütün enbiyaya reis, bütün evliyaya seyyid, bütün enbiya ve evliyadan mürekkeb bir halka-i zikrin serzâkiri. Bütün enbiya hayattar kökleri, bütün evliya taravetdar semereleri bir þecere-i nuraniyedir ki; her bir davasýný, mu'cizatlarýna istinad eden bütün enbiya ve kerametlerine itimad eden bütün evliya tasdik edip imza ediyorlar. Zira o bürhan-ý nâtýk Aleyhissalâtü Vesselâm öyÁV7!öŬ!ö«y´7¬!ö«öder, dava eder. Bütün sað ve sol, mazi ve müstakbel taraflarýnda saf tutan o nuranî zâkirler, ayný kelimeyi tekrar ederek, --- sh:»(Ni:124) ------------------------------------------------------------------------------------------- icma ile manen ö«a²T«O«9ö±¬s«E²7@¬"ö«:ö«a²5«G«.ö«a²5«G«.öderler. Hangi vehmin haddi var ki böyle hesabsýz imzalarla teyid edilen bir iddiaya parmak karýþtýrsýn? Ýkinci Reþha: Evet þu nuranî bürhan-ý tevhid, nasýlki iki cenahýn icma ve tevatürüyle teyid ediliyor.. öyle de Tevrat, Ýncil gibi kütüb-ü semavînin iþaratý ve irhasatýn rumuzatý ve hâtiflerin beþaratý ve kâhinlerin þehadatý ve þakk-ý Kamer gibi binler mu'cizatýnýn delalatý ve þeriatýnýn hakkaniyetiyle teyid ve tasdik edildiði gibi; zâtýndaki gayet kemalde ahlâk-ý hamîdesi ve vazifesindeki secaya-yý âliyesi ve kemal-i emniyeti ve kuvvet-i imaný ve gayet itminaný ve nihayet vüsukunu gösteren fevkalâde takvasý ve fevkalâde ubudiyeti ve fevkalâde ciddiyeti ve fevkalâde metaneti, þu bürhan-ý nâtýkýn davasýnda sadýk olduðunu aþikâre gösteriyorlar. Üçüncü Reþha: Eðer istersen gel asr-ý saadete, Ceziret-ül Arab'a gidelim. Hayalen olsun o zâtý vazife baþýnda görüp ziyaret edelim. Ýþte bak: Hüsn-ü sîret ve cemal-i --- sh:»(Ni:125) ------------------------------------------------------------------------------------------- suret ile mümtaz bir zâtý görüyoruz ki; elinde mu'ciznüma bir kitab tutmuþ, lisanýnda hakaikaþina bir hitab ile bütün benî-Âdeme, belki cin ve ins ve meleðe, belki bütün mevcudata karþý bir hutbe-i ezeliyeyi teblið ediyor. Sýrr-ý hilkat-ý âlemin muamma-yý acibanesini hall ve þerh edip, sýrr-ý hikmet-i kâinatýn týlsým-ý muðlakýný feth ve keþfediyor. Bütün mevcudattan sorulan ve bütün ukûlü hayret içinde meþgul eden þu üç müþkil ve müdhiþ sual-i azîme ki: "Necisin, ne yerden geliyorsun ve ne yere gidiyorsun?" suallerine, mukni' ve makbul cevab-ý savab veriyor. Dördüncü Reþha: O bürhan-ý nâtýk, öyle bir ziya-yý hakikat neþreder ki; âdeta kâinatýn þeklini deðiþtiriyor. Ýþte onu dinlemediðin vakit, bak kâinat bir matemhane-i umumî hükmünde; mevcudatý birbirine ecnebi belki düþman, camidatý dehþetli cenazeler, bütün zevilhayatý zeval ve firakýn sillesiyle aðlayýcý yetimler hükmünde görürsün. Þimdi o zâtýn neþrettiði nur ile bak! O matemhane-i umumî, þevk u cezbe içinde bir zikirhaneye inkýlab etti. O ecnebi düþman mevcudat, birer dost, birer kardeþ þekline girdi. O camidat-ý meyyite-i sâmite, birer munis --- sh:»(Ni:126) ------------------------------------------------------------------------------------------- memur, birer müsahhar hizmetkâr vaziyetini aldý. O aðlayýcý, þekva edici kimsesiz yetimler, birer tesbih içinde zâkir veya vazife paydosundan þâkir suretini giydi. Ve kâinattaki harekât ve tenevvüat ve tegayyürat, manasýzlýktan ve abesiyet ve tesadüf oyuncaklýðýndan çýkýp, birer mektubat-ý Rabbaniye, birer sahife-i âyât-ý tekviniye, birer meraya-yý esma-i Ýlahiye ve âlem dahi, bir kitab-ý hikmet-i Samedaniye mertebesine çýktýlar. Ýnsaný bütün hayvanatýn madûnuna düþüren, insanýn hadsiz za'f ve aczi, fakr ve ihtiyacý; hem insaný bütün hayvanlardan daha bedbaht hale getiren, vasýta-i nakl-i hüzün ve elem-i havf ve gam olan insanýn aklý o nur ile nurlandýðý vakit; insan bütün hayvanat, bütün mahlukat üstünde, o nurlanmýþ acz ve fakr ve akýl ile, niyaz ile nazenin bir sultan ve fizar ile nazdar bir halife-i zemin olur. Demek o muarrif bürhan-ý nâtýk olmazsa, kâinat da, insan da, hattâ herþey de hiçe iner. Elbette böyle bir bedi' kâinatta, böyle bir muarrif zât elzemdir. Yoksa kâinat ve eflâk olmamalýdýr. Beþinci Reþha: Ýþte o zât, bir saadet-i ebediyenin muhbiri, müjdecisi; bir rahmet-i bînihayenin kâþifi, ilâncýsý ve --- sh:»(Ni:127) ------------------------------------------------------------------------------------------- saltanat-ý rububiyetin mehasininin dellâlý, seyircisi ve künuz-u hafiye-i esma-i Ýlahiyenin keþþafý, göstericisi olduðundan; böyle baksan, onu bir bürhan-ý hak, bir sirac-ý hakikat, bir þems-i hidayet, bir vesile-i saadet görürsün. Þöyle baksan, onu bir misal-i muhabbet, bir timsal-i rahmet, bir þeref-i insaniyet, en nuranî bir semere-i þecere-i hilkat görürsün. Ýþte bak, nasýl berk-i hâtýf gibi onun nuru þark ve garbý tuttu. Nýsf-ý arz ve hums-u beþer, onun getirdiði hediye-i hidayeti kabul edip, hýrz-ý can etti. Bizim nefis ve þeytanýmýza ne oluyor ki, böyle bir zâtýn bütün davalarýný, hem davalarýnýn esasý olan yÁV7!öŬ!ö«y´7¬!ö«ökelime-i kudsiyesini bütün meratibiyle kabul etmesin? Altýncý Reþha: Ýþte bak þu cezire-i vasiada, vahþi ve âdetlerine mutaassýb, inadcý muhtelif akvamýn, ne çabuk âdât ve ahlâk-ý seyyie-i vahþiyanelerini büsbütün def'aten kal' ve ref'etti. Ve onlarý bütün ahlâk-ý hasene ile techiz edip, bütün âleme muallim ve medenî ümmetlere üstad eyledi. Bak hem zahirî bir tasallut ile deðil; belki akýllarýný, ruhlarýný, kalblerini, nefislerini feth ve teshir ederek; hem kendisi mahbub-u kulûb, hem muallim-i --- sh:»(Ni:128) ------------------------------------------------------------------------------------------- ukûl, hem mürebbi-i nüfus, hem sultan-ý ervah oldu. Yedinci Reþha: Bilirsin ki sigara gibi küçük bir âdeti, küçük bir kavimden, büyük bir hâkim, büyük bir himmetle ancak daimî kaldýrabilir. Halbuki bak bu Zât (A.S.M.) çok büyük âdetleri; hem inadcý, mutaassýb büyük kavimlerden, küçük bir kuvvetle, küçük bir himmetle, az bir zamanda ref'edip yerlerine öyle bir secaya-yý âliyeyi dem ve damarlarýna karýþmýþ olarak vaz' ve tesbit eyliyor. Bunlar gibi daha pek çok hârika icraatý yapýyor. Ýþte þu asr-ý saadeti görmeyenlere Ceziret-ül Arab'ý gözlerine sokuyoruz. Yüz feylesofu alsýnlar, oraya gitsinler, Yüz sene çalýþsýnlar. O Zâtýn (A.S.M.) o zamana nisbeten bir senede yaptýðý icraat-ý âliyenin yüzde birisini acaba yapabilirler mi? Sekizinci Reþha: Hem bilirsin ki; küçük bir adam, küçük bir haysiyetle, küçük bir cemaatte, küçük bir mes'elede, münazaralý bir davada; hicabsýz, pervasýz, küçük fakat hacaletâver bir yalaný düþmanlarý yanýnda hilesini hissettirmeyecek derecede teessür ve telaþ göstermeden söyleyemez. Þimdi bak bu Zâta (A.S.M.); pek büyük bir vazifede, pek büyük bir vazifedar olarak, pek --- sh:»(Ni:129) ------------------------------------------------------------------------------------------- büyük bir haysiyetle, pek büyük bir emniyete muhtaç olduðu bir halde, pek büyük bir cemaatte, pek büyük husumet karþýsýnda, pek büyük mes'elelerde, pek büyük bir davada, büyük bir serbestiyetle, bilâ-perva, bilâ-tereddüd, bilâ-hicab, telaþsýz, samimî bir safvetle, büyük bir ciddiyetle, hasýmlarýnýn damarlarýna dokunduracak þedid ve ulvî bir surette söylediði sözlerinde hiç hilaf bulunabilir mi? Hiç hile karýþmasý mümkün müdür? Kellâ! ]«&x Dokuzuncu Reþha: Ýþte bak: Ne kadar merak-aver, ne kadar cazibedar, ne kadar lüzumlu, ne kadar dehþetli hakaiký gösteren mesaili isbat eder. Bilirsin ki, en ziyade insaný tahrik eden meraktýr. Hattâ eðer sana denilse: "Yarý ömrünü, yarý malýný versen; Kamer'den, Müþteri'den biri gelecek; Kamer'de, Müþteri'de ne var, ne yok sana haber verecek. Hem doðru olarak senin istikbalini ve senin --- sh:»(Ni:130) ------------------------------------------------------------------------------------------- baþýna ne geleceðini gösterecek. Elbette bilâ-tereddüd vereceksin. Bak þu Zâta ki (A.S.M.), her haber verdiði þeyleri, ehl-i þuhud ve ehl-i ihtisas olan bütün enbiya (A.S.) ve evliya imza edip, icma' ve tevatür ile tasdik ediyorlar. Hem o Zât (A.S.M.), öyle bir sultanýn haberlerini doðru olarak söylüyor ki: O sultanýn memleketinde Kamer bir sinek gibi bir pervane etrafýnda döner. Arz olan o pervane ise, bir lâmba etrafýnda pervaz eder. Güneþ olan o lâmba ise, o Sultan'ýn binler menzillerinden bir misafirhanesinde, yüzbinler misbahlar içinde bir lâmbasýdýr. Hem öyle bir acaib âlemden hakikî olarak bahseder, öyle bir inkýlabdan haber verir ki; binler Küre-i Arz bomba olsa patlasalar, o kadar acib olmaz. Bak onun lisanýnda: ^«2¬*@«T²7«! *ö²€«h«O«S²9!öš@«WÅ,7!ö!«)¬! *ö²€«*±¬x6öj²WÅL7!ö!«)¬! gibi sureleri iþit... Hem öyle bir istikbalden doðru olarak haber verir ki; þu dünyevî istikbal, ona nisbeten bir katre serab hükmündedir. Hem öyle bir saadetten pek ciddî olarak haber verir ki; bütün saadet-i dünyeviye ona nisbeten, --- sh:»(Ni:131) ------------------------------------------------------------------------------------------- bir berk-i zâilin, bir þems-i sermede nisbeti gibidir. Onuncu Reþha: Evet böyle acib ve muamma-âlûd þu kâinatýn perde-i zahiriyesi altýnda elbette ve elbette böyle acaib bizi bekliyor. Böyle acaibi haber verecek, böyle hârika ve fevkalâde mu'ciznüma bir Zât (A.S.M.) lâzýmdýr. Bu Zâtýn (A.S.M.) gidiþatýndan görünüyor ki; o görüyor, sonra gördüðünü söylüyor. Hem bizi ve bu dünyamýzý halkeden ve bizi nimetleriyle perverde eden þu Semavat ve Arz'ýn Ýlahý bizden ne istiyor, marziyatý nedir? Pek saðlam olarak bize ders veriyor. Hem daha bunlar gibi pekçok merak-âver, lüzumlu hakaiký ders veren bu Zâta (A.S.M.) karþý herþeyi býrakýp ona koþmak, onu dinlemek lâzým gelirken; ekser insanlara ne olmuþ ki saðýr olup, kör olmuþlar, belki divane olmuþlar ki; bu hakký görmüyorlar ve hakikatý iþitmiyorlar, anlamýyorlar? Onbirinci Reþha: Ýþte þu Zât (A.S.M.) vahdaniyetin, hakkaniyet derecesinde hak bir bürhan-ý nâtýký ve bir delil-i sadýký olduðu gibi; haþrin ve saadet-i ebediyenin dahi bir bürhan-ý katýý ve bir delil-i sâtýýdýr. --- sh:»(Ni:132) ------------------------------------------------------------------------------------------- Evet nasýlki o Zât (A.S.M.) hidayetiyle saadet-i ebediyenin sebeb-i husulü ve vesile-i vusulüdür.. öyle de duasýyla, niyazýyla, o saadetin sebeb-i vücudu ve vesile-i icadýdýr. Ýþte bak o Zât (A.S.M.), öyle bir salât-ý kübrada dua ediyor ki; güya bu cezire, belki arz onun azametli namazýyla namaz kýlar, niyaz eder. Bak hem öyle bir cemaat-ý uzmada niyaz ediyor ki; güya benî-Âdemin, Âdem'den asrýmýza ve kýyamete kadar bütün nuranî kâmil insanlar ona ittiba ediyorlar, iktida ediyorlar, duasýna âmîn diyorlar. Bak hem öyle bir hacet-i âmme için dua ediyor ki; deðil ehl-i arz, belki ehl-i semavat, belki bütün mevcudat, niyazýna "Evet ya Rabbenâ ver, biz de istiyoruz." diyorlar. Hem öyle fakirane, öyle hazînane, öyle mahbubane, öyle müþtakane, öyle tazarrukârane dua ediyor ki; bütün kâinatý aðlattýrýyor, duasýna iþtirak ettiriyor. Bak hem öyle bir maksad, öyle bir gaye için dua ediyor ki; insaný ve âlemi, belki bütün mahlukatý esfel-i safilîne sukuttan, kýymetsizlikten, faidesizlikten kurtarýp; a'lâ-yý illiyyîne, --- sh:»(Ni:133) ------------------------------------------------------------------------------------------- kýymete, bekaya, ulvî vazifeye çýkarýyor. Bak hem öyle yüksek bir fizar-ý istimdadkârane ve öyle tatlý bir niyaz-ý istirhamkârane ile istiyor, yalvarýyor ki; güya bütün mevcudata, semavat ve arþa iþittirip, onlarý vecde getirip, duasýna "Âmîn Allahümme âmîn" dedirtiyor. Bak hem öyle Semi', Kerim bir Kadîr'den, hem öyle Basîr, Rahîm bir Alîm'den hacetini istiyor ki; bilmüþahede en hafî bir zîhayatýn en hafî bir hacetini, en hafî bir niyazýný iþitir, görür, kabul eder, merhamet eder. Çünki istediðini, velev lisan-ý hal ile bile olsa verir. Hem öyle bir suret-i hakîmane, basîrane, rahîmanede verir ki: bu terbiye ve tedbir, öyle Semi' ve Basîr'e ve öyle Kerim ve Rahîm'e has olduðunda þübhe býrakmaz. Onikinci Reþha: Acaba bütün benî-Âdemi arkasýna alýp, arz üstünde durup, arþ-ý a'zama müteveccihen el kaldýrýp dua eden þu þeref-i nev'-i insan ve ferîd-i kevn ü zaman Fahr-i Kâinat (A.S.M.) ne istiyor? Bak, saadet-i ebediye istiyor, beka istiyor, lika istiyor, cennet istiyor... Bu meraya-yý mevcudatta cemallerini gösteren bütün esma-i kudsiye-i Ýlahiye ile beraber istiyor. Hattâ --- sh:»(Ni:134) ------------------------------------------------------------------------------------------- eðer rahmet, inayet, hikmet, adalet gibi hesabsýz o matlubun esbab-ý mûcibesi olmasa idi, þu Zâtýn (A.S.M.) tek duasý, baharýmýzýn icadý kadar kudretine hafif gelen þu Cennet'in binasýna sebebiyet verecekti. Nasýlki onun risaleti, þu dâr-ý imtihanýn açýlmasýna sebebiyet verdi. Acaba ehl-i akýl ve ehl-i tahkike «–@«6ö@ÅW¬8ö«G²"«!ö¬–@«U²8¬²!ö]¬4ö«j²[«7ödedirten þu meþhud intizam-ý faik, þu rahmet içinde kusursuz hüsn-ü san'at ve misilsiz cemal-i rububiyet hiç böyle bir çirkinliði ve böyle bir merhametsizliði ve böyle bir intizamsýzlýðý kabul eder mi ki; en cüz'î bir mahlukundan, en ehemmiyetsiz arzularý ve sesleri ehemmiyetle iþitip îfa etsin; en ehemmiyetli mahlukundan, en ehemmiyetli, en lüzumlu arzularý ehemmiyetsiz görüp iþitmesin, anlamasýn, yapmasýn? Hâþâ ve kellâ! Yüz bin defa hâþâ! Böyle bir cemal, böyle bir çirkinliði kabul etmez, çirkin olmaz. Onüçüncü Reþha: Gel arkadaþ þimdilik kâfi, geri gidelim. Yoksa yüz sene þu zamanda þu cezirede kalsak, o zâtýn garaib-i icraatýnýn, acaib vezaifinin yüzde birisini tamamen --- sh:»(Ni:135) ------------------------------------------------------------------------------------------- ihata edemeyiz ve temaþasýndan doyamayýz. Þimdi gel, üstünde döneceðimiz her asra birer birer bak. Nasýl o asýrlar, o Þems-i Hidayet'ten aldýklarý feyizle çiçek açmýþlar. Ebu Hanife, Þafiî, Ebu Yezid-i Bistamî, Cüneyd-i Baðdadî, Þeyh-i Geylanî, Muhyiddin-i Arabî, Ýmam-ý Gazalî, Ebu-l Hasan-ý Þazelî, Þah-ý Nakþibend, Ýmam-ý Rabbanî gibi milyonlar münevver meyveleri veriyor. Meþhudatýmýzýn tafsilâtýný baþka vakte ta'lik edip o zâta bir salavat getirmeliyiz. ¬Š²h«Q²7!ö«w¬8ö¬v[¬&Åh7!ö¬w´W²&Åh7!ö«w¬8öv[¬U«E²7!ö–@«5²hS²7!ö¬y²[«V«2ö«Ä¬i²9!ö²w«8ö]«V«2 ¬€@«X«,«&ö¬(«G«Q¬"ö¯•«Ÿ«,ö¬r²7«!ör²7«!ö«:ö¯?«Ÿ«.ö¬r²7«!ör²7«!ö¯GÅW«E8ö@«9¬G±¬[«,ö¬v[¬P«Q²7! ¬y¬#ÅxAX¬"ö«hÅL«"ö«:ö*x"Åi7!ö«:öu[¬D²9¬²!ö«:ö^ Ås«L²9!ö«:ö¬h«L«A²7!öw¬;!«x«6ö«:ö¬j²9¬²!öš@«[¬7²:«!ö«:ö±¬w¬D²7!ör¬#!«x«;ö«:ö€@«.@«;²*¬²! ¬‰@«S²9«!ö¬(«G«Q¬"ö¯•«Ÿ«,ö«:ö¯?«Ÿ«.ö¬r²7«!ör²7«!ö¯GÅW«E8ö@«9¬G±¬[«,öh«W«T²7!ö¬y¬#«*@«-¬@¬" --- sh:»(Ni:136) ------------------------------------------------------------------------------------------- y²BÅV«1«!ö«:öh«O«W²7!ö¬y¬=@«2G¬"ö®^«2²h,ö«Ä«i«9ö«:öh«DÅL7!ö¬y¬#«x²2«G¬7ö²a«=@«%ö²w«8ö]«V«2ö¬y¬BÅ8! š@«W²7!ö«p«A«9ö«:ö¬h«L«A²7!ö«w¬8ö°€³@¬8ö¬y¬8@«Q«0ö²w¬8ö¯@«.ö²w¬8ö«p«A«-ö«:ö±¬h«E²7!ö«w¬8ö^«8@«W«R²7! «`²=¬±H7!ö«—ö«]²AÅP7!ö«:öÅ`ÅN7!öy«7öyÁV7!ö«s«O²9«!ö«:ö¬h«$²x«U²7@«6ö¯€!Åh«8ö««Ÿ«$ö¬y¬Q¬"@«.«!ö¬w²[«"ö²w¬8 ¬‚!«h²Q¬W²7!ö¬`¬&@«.ö«h«DÅL7!ö«—ö«*«G«W²7!ö«:ö«h«D«E²7!ö«:ö«u«A«D²7!ö«:ö«u«W«D²7!ö«:ö«!«*±¬H7!ö«:ö«²H¬D²7!ö«: ¬(«G«Q¬"ö¯•«Ÿ«,ö«:ö¯?«Ÿ«.ö¬r²7«!ör²7«!ö¯GÅW«E8ö@«X¬Q[¬S«-ö«:ö@«9¬G±¬[«,öh«M«A²7!ö«!«+@«8ö«: @« ¬ÄÅ:«!ö²w¬8ö¯š¬*@«5ö±¬u6ö²w¬8ö¬–³~²hT²7!ö«w¬8ö¯^«W¬V«6ö±¬u6ö¬^«=!«h¬5ö«G²X¬2ö¬š!«x«Z²7!ö¬€@«%Çx«W«# «w[¬8³~ö@«Z²X¬8ö¯?«Ÿ«.ö±¬uU¬"ö@«X«Z´7¬!ö@« Ondördüncü Reþha: Þuaat-ý Marifet-in Nebi namýnda Türkçe bir risalede delail-i nübüvvet-i Ahmediyeyi (A.S.M.) beyan etmiþim. Hem onda, Kur'an-ý Hakîm'in --- sh:»(Ni:137) ------------------------------------------------------------------------------------------- vücuh-u i'cazýný icmalen zikretmiþim. Yine Lemaat namýnda Türkçe bir risalede, Kur'an'ýn kýrk vecihle mu'cize olduðunu beyan edip, kýrk vücuh-u i'cazýna iþaret etmiþim. O kýrk vecihten yalnýz nazmýndaki belâgatý, Ýþarat-ül Ý'caz namýnda bir tefsir-i Arabîde, yüz yirmi sahife içinde yazmýþým. Eðer ihtiyacýn varsa, þu üç kitaba müracaat edebilirsin. Birinci bürhan-ý tevhidin müfessiri, ikinci bürhan-ý nâtýkýn musaddýký olan üçüncü bürhanýmýz, Kur'an-ý Hakîm'dir. Geçmiþ derslerden anlarsýn ki; Rabbimizden gelen ve Rabbimizi bize tarif eden Kur'an: Þu kitab-ý kebir-i kâinatýn bir tercüme-i ezeliyesi, þu sahaif-i arz ve semada müstetir künuz-u esma-i Ýlahiyenin keþþafý, þu sutur-u hâdisatýn altýnda muzmer hakaikýn miftahý, þu âlem-i þehadet perdesi arkasýndaki âlem-i gayb cihetinden gelen iltifatat-ý Rahmaniye ve hitabat-ý ezeliyenin hazinesi, þu avalim-i maneviye-i Ýslâmiyenin güneþi, temeli, hendesesi ve âlem-i uhreviyenin haritasý, zât ve sýfat ve esma ve þuun-u Ýlahiyenin kavl-i þârihi, tefsir-i vâzýhý, bürhan-ý katýý, tercüman-ý sâtýý; þu âlem-i insaniyetin mürebbisi, hikmet-i hakikîsi, mürþidi, hâdîsi. Ýnsana hem bir kitab-ý --- sh:»(Ni:138) ------------------------------------------------------------------------------------------- hikmet, hem bir kitab-ý þeriat, hem bir kitab-ý dua ve ubudiyet, hem bir kitab-ý emir ve davet, hem bir kitab-ý zikir, hem bir kitab-ý fikir gibi, insanýn bütün hacat-ý maneviyesine karþý birer kitab.. hem bütün muhtelif ehl-i mesalik ve meþarib olan evliya ve sýddýkînin, asfiya ve muhakkikînin herbirinin meþreblerine lâyýk birer risale ibraz eden bir kütübhane-i mukaddestir. Tekraratýndaki lem'a-i i'caza bak ki; Kur'an kitab-ý zikir, kitab-ý dua, kitab-ý davet olduðundan içinde tekrar müstahsendir, belki elzemdir, belki eblaðdýr. Zira zikrin þe'ni, tekrar ile tenvirdir. Duanýn þe'ni, terdad ile takrirdir. Emir ve davetin þe'ni, tekrar ile te'kiddir. Hem herkes, her vakit bütün Kur'aný okumaða muktedir olamaz veya muvaffak olmaz. Fakat bir sureye galiben muktedir olur. Onun için mühim makasýd-ý Kur'aniye, ekser uzun surelerde dercedilerek herbir sure, birer küçük Kur'an hükmüne geçmiþ. Demek, hiç kimseyi mahrum etmemek için Kýssa-i Musa (A.S.) gibi bazý maksadlar tekrar edilmiþ. Hem cismanî ihtiyacat gibi manevî hacat dahi muhteliftir. Bazýsýna insan her nefes ona muhtaç olur. Cisme hava, ruha hû gibi. Bazýsýna --- sh:»(Ni:139) ------------------------------------------------------------------------------------------- her saat, Bismillah gibi ve hâkeza... Demek tekrar-ý âyât, tekerrür-ü ihtiyaçtan ileri gelmiþ. O ihtiyaca iþaret etmek, hem ihtiyacý uyandýrýp teþvik etmek, hem iþtiyaký ve iþtihayý tahrik etmek için, Kur'anda bazý kýssalar tekerrür ediyor. Hem Kur'an müessistir, bir din-i mübinin esasatýdýr ve þu âlem-i Ýslâmiyetin temelleridir ve içtimaat-ý beþeriyeyi deðiþtirip, muhtelif tabakatýn mükerrer suallerine cevabdýr. Müessise tesbit için, tekrar lâzýmdýr. Te'kid için, terdad lâzýmdýr. Teyid için takrir, tahkik, tekrir lâzýmdýr. Hem öyle mesail-i azîmeden ve hakaik-i dakikadan bahsediyor ki; umumun kalblerinde yerleþtirmek için, çok defa muhtelif suretlerde tekrar lâzýmdýr. Bununla beraber sureten tekrardýr. Fakat manen herbir âyette, herbir kýssada çok maânî, çok fevaid, çok vücuh, çok tabakat vardýr. Her bir makamda ayrý ayrý mana ve faide ve maksad için zikrediliyor. Kur'anýn mesail-i kevniyenin bazýsýnda ibham ve icmali ise, irþadî bir lem'a-i i'cazdýr. Eðer desen: "Acaba neden Kur'an-ý Hakîm mevcudattan, felsefenin bahsettiði gibi bahsetmiyor? Bazý mesaili mücmel, mübhem --- sh:»(Ni:140) ------------------------------------------------------------------------------------------- býrakýyor. Bazýsýný, nazar-ý umumîyi okþayacak, hiss-i âmmeyi rencide etmeyecek, fikr-i avamý taciz edip yormayacak bir suret-i basitane ve zahiranede söylüyor? Cevaben deriz ki: Felsefe, hakikatýn yolunu þaþýrmýþ. Geçmiþ derslerden anladýn ki; Kur'an-ý Hakîm, þu kâinattan bahseder. Tâ zât ve sýfât ve esma-i Ýlahiyeyi bildirsin, Yani bu kitab-ý kâinatýn meânisini anlatýp, tâ Hâlýký tanýttýrsýn. Demek Kur'an mevcudata, kendileri için deðil; mûcidleri için bakýyor. Hem umuma hitab ediyor. Ýlm-i hikmet ise, mevcudata, mevcudat için bakýyor. Hem havassa ve ehl-i fenne hitab ediyor. Öyle ise madem ki Kur'an-ý Hakîm mevcudatý delil yapýyor, bürhan yapýyor, delil zahir olmak ve nazar-ý umumîde çabuk anlaþýlmak gerektir. Hem madem ki Kur'an-ý Mürþid, bütün tabakat-ý beþere hitab ediyor. Kesretli tabaka ise, tabaka-i avamdýr. Ýrþad ister ki, lüzumsuz þeyleri ibham ile icmal etsin; dakik þeyleri, temsil ile takrib etsin. Maðlatalara düþürmemek için, nazar-ý zahirîlerinde bedihî olan þeyleri lüzumsuz, belki zararlý bir surette taðyir etmesin. --- sh:»(Ni:141) ------------------------------------------------------------------------------------------- Meselâ, güneþe der: "Döner bir siracdýr, bir lâmbadýr." Zira güneþten, güneþ için ve mahiyeti için bahsetmiyor; belki bir nevi intizamýn zenbereði ve merkezi; ve intizam ve nizam ise, Sâniin âyine-i marifeti olduðundan bahsediyor. Evet j²WÅL7!ö›¬h²D«#öder. Yani "Güneþ döner." Bu döner tabiri ile, kýþ ve yazýn, gece ve gündüzün deveranýndaki muntazam tasarrufat-ý kudreti ihtar ile, azamet-i Sâni'i ifham eder. Bu dönmek hakikatý ne olursa olsun, maksud olan, mensuc, meþhud intizama tesir etmez. Hem @®%!«h¬,ö«j²WÅL7!ö@«X²V«Q«%ö«: der. Þu tabir ile, bu âlemin bir kasr suretinde olduðunu; içinde olan eþyanýn, insana ve zîhayata ihzar edilmiþ müzeyyenat ve mat'umat ve levazýmat ve güneþ dahi, müsahhar bir mumdar olduðunu ihtar ile, rahmet ve ihsan-ý Hâlýký ifham eder. Þimdi bak! Þu sersem, geveze felsefe ne der? Diyor ki: "Güneþ, bir kütle-i azîme-i mayia-i nâriyedir. Ondan fýrlamýþ olan seyyaratý etrafýnda döndürür. Cesameti bu kadardýr. --- sh:»(Ni:142) ------------------------------------------------------------------------------------------- Mahiyeti böyledir, þöyledir." der. Ruha, muvahhiþ bir dehþetten ve bir hayretten baþka bir kemal-i ilmî vermiyor. Güneþin en mühim olan vazifesinden, en büyük, en güzel, en tatlý bir hakikat-ý ilmiyeyi ruha veren bahs-i Kur'an gibi bahsetmiyor. Buna kýyasen bâtýnen kof, zahiren mutantan felsefî mes'elelerin ne kýymette olduðunu anla. Onun þaþaa-i surîsine aldanýp, Kur'an'ýn gayet âlî ve fehme gayet karîb olan beyan-ý mu'ciznümasýna karþý hürmetsizlik etme. * * * --- sh:»(Ni:143) ------------------------------------------------------------------------------------------- ¬v[¬&Åh7!ö¬w´W²&Åh7!ö¬yÁV7!ö¬v²K¬" (Haþiye) *:h«R²7!ö¬yÁV7@¬"ö²vUÅ9ÅIR« Ey birader! Düþman hariçte olsa, insan silâhsýz o düþmanla geçinebilir. Fakat düþman kal'a içine girse ve gizlense, o vakit o düþmana karþý silâhlanmak, zýrh giymek ve gayet dikkat etmek, hem pek ciddî sebat etmek lâzýmdýr. Tâ ki hayat-ý ebediyesini hafî darbelerden kurtarabilsin. Ey kardeþ! Zýrh ve silâh, namaz ve takvadýr. Kur'an'ýn zincirini muhkem tut. Onun sözüne kulak ver. Baþkalarý seni aldatmasýn. Þu zamanýn gafil sarhoþlarý içinde, seni terk-i þeaire ve medeniyet-i dünyaya davet edenlere de ki: "Hey sersem gafiller! Benim halim sizi dinlemeye müsaid deðil. Zira benim arkamda, tâ kulaðýmýn dibine kadar yakýnlaþan ecel arslaný beni tehdid ediyor. Ve önümde bir daraðacý (Haþiye): Bu kýsým, Üçüncü Ders'ten tâ Sekizinci Ders'in nihayetine kadar tafsilen yazýldýðý halde, ehemmiyeti için burada bir hülâsasý tekrar yazýlmasý münasibdir. --- sh:»(Ni:144) ------------------------------------------------------------------------------------------- dikilmiþ ki; gece-gündüzün dönmesinden -zeval ve firak aðacý tesmiye edilen bu firak-ý elîm- benimle bütün sevdiklerimi asýp mahvetmektedir. Ve sað tarafýmda, ciðerlerime kadar iþleyen bir acz yarasý var. Nihayetsiz za'f ve aczimle, nihayetsiz düþman ve mehalikin hücumuna maruzum. Sol tarafýmda, kalbimin içine kadar girmiþ bir fakr yarasý var. Nihayetsiz fakr ve iflasa ve nihayetsiz hacat ve âmâle mübtelayým. En zelil hayvandan daha âciz, daha zaîf iken, dünya kadar metalibe ve makasýda muhtacým. Bunlarla beraber, öyle bir yolcuyum ki, önümde ebed-ül âbâda giden uzun bir yol var. Bu uzun yolda birinci menzilim dünya, ikinci menzilim kabirdir. Bu yolda zâd ister, ziya ister. Ýþte mukaddes Kur'an, bana bu dehþetleri izale ediyor. Helâkete, âlâma açýlan bu beþ kapýyý, saadete, rahmete açýlacak beþ kapýya tebdil edecek iki týlsým-ý imanîyi ve iki ilâc-ý Ýslâmîyi ve bir nur-u Kur'anîyi Kur'an bize vermiþtir. O týlsým-ý imanînin biri, o müdhiþ ecel arslanýný müsahhar bir ata döndürür ve üzerine bizi bindirir. Ve bizi, zindan-ý dünyadan kurtarýr, huzur-u Rahman'a götürür, Cennet-i bâkiyeye koydurur. --- sh:»(Ni:145) ------------------------------------------------------------------------------------------- Ýkinci olan týlsým-ý imanî ile o daraðacýný, yani zeval ve firakýn ellerini tutup, tazelenen güzel manzaralar üstünde yapýlmýþ bir salýncak hükmüne getirir. Yani, nehr-i zaman ve bahr-i dünyada tazelenen elvah-ý san'at-ý Rabbaniyeyi seyretmek için bir merkeb-i seyr ü tenezzüh olur. Kur'an-ý Hakîm'in bir ilâcýyla o acz yarasý, tevekkül gülüne ve teslim çiçeðine döner. Bütün aðýrlýklarýmý beni kaldýran tevekkül sefinesine koyup, aczin iz'acatýndan beni kurtarýyor. Emr-i kün feyekûn'e mâlik olan bir sultan-ý cihana, acz tezkeresiyle istinad eden bir insana, ne gibi birþey aðýr olabilir? Kur'an-ý Kerim'in ikinci ilâcý, fakr yarasýný, vesile-i rýzk ve rahmet-i bînihayeye ve iþtiha-i lezzet-i nimet-i bîgayeye tebdil ve tashih eder. Evet nihayetsiz semerat-ý rahmete aç olan ruh ve letaif-i beþer, o nihayetsiz semerat-ý rahmete fakr ve ihtiyacýný hissettikçe, lezzet-i saadeti tezayüd eder. Böyle fakire fakir namý aðýr gelebilir, fakat ›¬h²F«4öh²T«S²7«!öbu sýrra iþaret eder. --- sh:»(Ni:146) ------------------------------------------------------------------------------------------- Hem Kur'an-ý Kerim'in verdiði zâd ve takva ile ve nur-u hidayetle, zulümat-ý berzah ve ehval-i haþir âsân olur. Ve o vesika-i Kur'aniye ile insan, bin senelik bir yolu bir günde kat' eder. Ey gafil! Eðer ölümü öldürebilirsen; zevali dahi dünyadan izale edebilirsen ve acz ve fakrý beþerden kaldýrabilirsen ve katý-üt tarîklik yapmak için zîhayatýn hususan insanýn ebede giden yolunu seddedecek bir çare bulmuþsan, dinden istiðna ve dinin þeairini terketmeðe insanlarý davet edebilirsin. Yoksa ey sersem! Sus... Kur'an-ý Azîmüþþan'ýn dediðini dinle. Evet bu beþ emir, beþ âyât-ý uzmadýr. Ra'd gibi müdhiþ sadâlarýyla *:h«R²7!ö¬yÁV7@¬"ö²vUÅ9ÅIR« «–xW«&²h#ö²vUÅV«Q«7ö!xB¬M²9«!«:öy«7ö!xQ¬W«B²,@«4ö–³~²hT²7!öÏ›¬I5ö!«)¬!«: âyetinin hakikatýna hükmediyorlar. --- sh:»(Ni:147) ------------------------------------------------------------------------------------------- Ýþte bu sadâlara karþý vesvese-i medeniyet olan senin medeniyetçi sözlerin, sivrisineðin výzýltýsý kadar da olmuyor. Öyle ise ihtiyarýyla Kur'an'ýn týlsým ve ilâçlarýný terkedip senin ile dalalet yoluna gidecek, ancak senin gibi bir sarhoþ lâzým ki; ya heves-i nefsî veya hýrs-ý þöhret veya zýndýka-i felsefe veya sefahet-i medeniyet veya derd-i maiþet veya kin ve intikam veya gurur gibi bir müskiratla o derece sarhoþ olmalý ki; herþeye kendini muktedir ve mâlik bilsin ve herþey benimdir desin ve kendini lâyemut tahayyül etsin. Hem sen "Ben de Firenk gibi olacaðým" diyemezsin ve Firenk gibi olamazsýn. Çünki bir Firenk, Muhammed (A.S.M.) Hazretlerini kabul etmezse de Ýsa ve Musa (Aleyhimesselâm'ý) veya sair enbiyalarýn birini bir derece her nasýlsa kabul eder. Sen ise Nebi-yi Âhirzaman Aleyhissalâtü Vesselâm Hazretlerinin zincirinden çýktýðýn ve derslerini terkettiðin dakikada, senin ruhunda nihayetsiz bir tahribat, bir boþluk, bir karanlýk peyda olacak. Ve senin ruhunda hiçbir kemalât ve ahlâk-ý âliyeye yer kalmayacak. Meðer insaniyetini söndürüp, zaman-ý hal ile mukayyed sýrf bir hayvan olabilesin. --- sh:»(Ni:148) ------------------------------------------------------------------------------------------- Halbuki insan, müstakbelin korkusuna, mazinin hüznüne giriftardýr. Bu ikisi insaný pek ciddî düþündürür. Ýnsanýn baþýný mütemadiyen döver. Ýnsaný bu havf ve hüzünden kurtaracak ancak bir tek mededkâr var, o da Kur'an-ý Azîmüþþan'dýr ki, ilân eder, «–x9«i²E« --- sh:»(Ni:149) ------------------------------------------------------------------------------------------- Bu Kýsým, Ehl-i Dalaletin Sahife-i Zulmaniyesini Tasvir Eden Levhadýr Beni dünyaya çaðýrma Ona geldim fena buldum. Dema gaflet hicab oldu Ve nur-u Hak nihan gördüm. Bütün eþya-i mevcudat Birer fâni muzýr gördüm. Vücud desen onu giydim Âh ademdi çok bela gördüm. Hayat desen onu tattým Azab ender azab gördüm. Akýl ayn-ý ikab oldu Bekayý bir bela gördüm. Ömür ayn-ý heva oldu Kemal ayn-ý heba gördüm. Amel ayn-ý riya oldu Emel ayn-ý elem gördüm. --- sh:»(Ni:150) ------------------------------------------------------------------------------------------- Visal, nefs-i zeval oldu Devayý ayn-ý dâ' gördüm. Bu envâr, zulümat oldu Bu ahyayý mevat gördüm. Bu savtlar, na'y-ý mevt oldu Bu ahbabý yetim gördüm. Ulûm, evhama kalboldu Hikemde bin sekam gördüm. Lezzet, ayn-ý elem oldu Vücudda bin adem gördüm. Habib desen onu buldum Âh! Firakta çok elem gördüm. --- sh:»(Ni:151) ------------------------------------------------------------------------------------------- Bu Sahife, Ehl-i Hidayetin Sahife-i Nuraniyesini Tasvir Eden Levhadýr Dema gaflet zeval buldu Ve nur-u Hak ayan gördüm. Vücud, bürhan-ý Zât oldu Hayat, mir'at-ý Hak'týr gör. Akýl, miftah-ý kenz oldu Fena, bâb-ý bekadýr gör. Kemalin lem'asý söndü Fakat Þems-i Cemal var gör. Zeval, ayn-ý visal oldu Elem, ayn-ý lezzettir gör. Ömür nefs-i amel oldu Ebed ayn-ý ömürdür gör. Zalâm, zarf-ý ziya oldu Bu mevtte, hak hayat var gör. Bütün eþya, enîs oldu Bütün asvat, zikirdir gör. --- sh:»(Ni:152) ------------------------------------------------------------------------------------------- Bütün zerrat u mevcudat, Birer zâkir müsebbih gör. Fakrý, kenz-i gýna buldum Aczde tam kuvvet var gör. Eðer Allah'ý buldun ise Bütün eþya senindir gör. Eðer Mâlik'e memluk isen Bütün mülkü senindir gör. Eðer kendine mâlik isen Bilâ-addin beladýr gör. Bilâ-haddin azabdýr tad Bilâ-gayet aðýrdýr gör. Zâilim, zâil olaný istemem. Fâniyim, fâni olaný istemem. Âfilim, âfil olaný istemem. Âcizim, âciz olaný istemem. Ruhumu Rahman'a teslim eyledim, gayr istemem. Ýsterim, fakat bir yâr-ý bâki isterim. Zerreyim, fakat bir þems-i sermed isterim. Hiç ender hiçim, fakat bu mevcudatý birden isterim. --- sh:»(Ni:153) ------------------------------------------------------------------------------------------- Maraz-ý vesveseye mübtela olanlara derstir Ey maraz-ý vesvese ile mübtela! Bilir misin vesvesen neye benzer? Musibete benzer. Sen ona ehemmiyet verdikçe þiþer, ehemmiyet vermezsen söner. Demek büyük nazarla baksan büyür, küçük görsen küçülür. Korksan aðýrlaþýr, hasta eder. Korkmazsan hafif olur, hafî kalýr. Mahiyetini bilmesen devam eder, bilsen gider. Öyle ise, bu marazýn devasýndan beþ vechini beyan edeceðim. Belki sana da þifa olur. Zira cehil onu davet eder, ilim onu tardeder. Birinci Vecih: Þeytan, þübheyi kalbe atar. Eðer kalb kabul etmezse, o þübheden þetme döner. Hayale karþý, þetme benzer bazý hatýralarý ve bazý münafî-i edeb çirkin halleri tasvir eder. Kalbe eyvah dedirtir, ye'se düþürttürür. Vesveseli adam zanneder ki, kalbi Rabbisine karþý sû'-i edebde bulunuyor. Müdhiþ bir halecan hisseder. Bundan kurtulmak için huzurdan kaçar, gaflete dalmak ister. Ey bîçare, telaþ etme! Çünki o, þetm deðil --- sh:»(Ni:154) ------------------------------------------------------------------------------------------- belki tahayyüldür. Tahayyül-ü küfür, küfür olmadýðý gibi, tahayyül-ü þetm dahi þetm deðildir. Zira þetm, hükümdür. Tahayyür, hüküm deðildir. Hem onunla beraber, o sözler, senin kalbin sözleri deðil. Çünki kalbin o sözlerden müteessir ve müteessiftir. Belki o sözler, kalbe yakýn olan lümme-i þeytaniyeden gelen sözlerdir. Bunun zararý, yalnýz tevehhüm-ü zararla mütezarrýr olmaktýr. Çünki tahayyülü, hakikat tevehhüm eder. Þeytanýn iþini kalbine mal eder. Zarar diye anlar, zarara düþer. Þeytanýn dahi istediði odur. Ýkinci Vecih budur ki: Manalar kalbden çýktýklarý vakit, çýplak olarak çýkarlar ve çýplak olarak hayale girerler. Suretleri, hayalde giyerler. Hayal ise, her vakit bir sebeb tahtýnda bir nevi suretleri dokur. Ehemmiyet verdiði þeylerin suretlerini yol üstünde býrakýr. Hangi mana geçse, ona giydirir. Ya takar, ya bulaþtýrýr, ya perde eder. Eðer manalar münezzeh ve temiz iseler, suretler mülevves ve rezil ise, giymek yoktur fakat temas vardýr. Vesveseli adam temasý telebbüsle iltibas eder, "Eyvah" der. "Kalbim ne kadar bozulmuþ. Bu hýsset-i nefis beni matrud eder." Bu yaranýn merhemi ise, ey bîçare! Bak, nasýlki namazýn edeb-i nezihanesinin vesilesi olan --- sh:»(Ni:155) ------------------------------------------------------------------------------------------- zahirî taharete, batnýn bâtýnýndaki necaset tesir etmez. Öyle de, maânî-i mukaddesenin suver-i mülevveseye mücavereti zarar etmez. Meselâ: Sen, âyât-ý Ýlahiyeyi tefekkür ediyorsun. Birden bir maraz veya bir iþtiha veya bevl gibi müheyyiç bir hal þiddetle senin hissine dokunur. Elbette hayalin, deva-yý illet ve kaza-yý hacet levazýmatýný görecek ve onlara münasib süflî suretleri nescedecek. O süflî suretlerin ortalarýndan geçecek olan maânî-i mukaddeseye ne televvüsü var, ne zararý var, ne hatarý var ve ne de beis var. Yalnýz hata, hasr-ý nazardýr, zann-ý zarardýr. Üçüncü Vecih: Eþya mabeynlerinde bazý münasebat-ý hafiye bulunur. Hiç ümid etmediðin þeyler içinde münasebet ipleri bulunur. Ya bizzât bulunur veya senin hayalin o ipleri yapmýþ, onlarý birbiriyle baðlamýþ olur. Bu sýrrýn münasebatýndandýr ki; bazan bir mukaddes þeyi görmek, bir mülevves þeyi hatýra getirir. Fenn-i Beyanda beyan olunduðu gibi: "Hariçte uzaklýk sebebi olan zýddiyet, hayalde sebeb-i kurbiyettir." Yani: Ýki zýddýn suretlerinin cem'ine vasýta, bir münasebet-i hayaliyedir. Bu münasebetle olan tahattura, tedai-i --- sh:»(Ni:156) ------------------------------------------------------------------------------------------- efkâr tabir edilir. Meselâ: Sen namazda, münacatta, Kâ'be karþýsýnda, huzur-u Rab'de iken; þu tedai-i efkâr seni tutup en uzak malayaniyat-ý rezileye sevkeder. Sen intibaha geldiðin an dön. "Aman ne kusur ettim" deyip tedkikle meþgul olup durma! Tâ zaîf münasebet, senin dikkatinle kuvvet peyda etmesin. Zira sen teessür gösterdikçe ve ehemmiyet verdikçe o tahattur, bir melekeye döner; bir maraz-ý hayalî olur. Korkma, maraz-ý kalbî deðildir. Þu nevi tahattur ise, galiben ihtiyarsýzdýr. Hassas asabîlerde daha galibdir. Þu yaranýn merhemi ise, nasýlki þeytan ile melek-i ilhamýn kalb taraflarýnda mücaveretleri ve füccar ile ebrarýn karabetleri ve bir meskende durmalarý zarar vermez. Öyle de, tedai-i efkâr saikasýyla istemediðin sevimsiz pis hayalâtýn nezih efkârlarýn içine girmesi zarar vermez. Meðer kasden ola veya zarar zannýyla onunla meþgul olasýn. Dördüncü Vecih: Amelin en iyi suretini taharriden neþ'et eden bir vesvesedir ki; takva zannýyla teþeddüd ettikçe hal ona þiddetlenir. Hattâ öyle bir dereceye varýr ki; o amelin daha evlâsýný ararken harama girer. --- sh:»(Ni:157) ------------------------------------------------------------------------------------------- Bazan bir sünnetin aramasý, bir vâcibi terkettirir. Bu gibi vesvese, Ehl-i Ýtizale lâyýktýr. Çünki onlar derler ki: "Eþyanýn zâtýnda hüsnü var. Sonradan, o hüsne binaen emredilmiþ. Eðer kubhu varsa, sonradan o kubha binaen nehyedilmiþ." Demek, eþyada hüsün ve kubh zâtîdir. Emir ve nehy-i Ýlahî ona tâbi'dir. Bu mezhebe göre insana, her iþlediði amelde bir vesvese gelebilir. "Acaba amelim, nefs-ül emirdeki güzel suretle yapýlmýþ mýdýr?" diyebilir. Amma mezheb-i hak olan Ehl-i Sünnet Velcemaat derler ki: "Cenab-ý Hak bir þeye emreder, sonra hüsün olur; nehyeder, sonra kabih olur." Demek emir ile güzellik, nehiy ile çirkinlik tahakkuk eder. Demek hüsün ve kubuh, mükellefin ýttýlaýna bakar. Meselâ: Sen, namaz kýldýn veya abdest aldýn. Halbuki namazýný ve abdestini fesada verecek bir sebeb nefs-ül emirde varmýþ. Lâkin sen, ona hiç muttali olmadýn. Senin namazýn ve abdestin hem sahihtir, hem hasendir. Hakikatta senden kabul edilir, çünki mazursun. Öyle ise, zahiren þeriata muvafýk iþlediðin ameline "Acaba sahih olmuþ mu?" deyip vesvese etme. Fakat "Kabul olmuþ mu?" de, gururlanma, ucbe girme. Madem ki, dinde harec --- sh:»(Ni:158) ------------------------------------------------------------------------------------------- yoktur; madem ki dört mezheb haktýr; öyle ise, istiðfara müncer olan derk-i kusur, gurura incirar eden rü'yet-i hüsn-ü amele müreccahtýr. Yani böyle vesveseli adam, amelini güzel görüp gurura düþmekten ise; kusurunu görse, istiðfar etse daha evlâdýr. Sen vesveseyi at. Þeytana de ki: "Þu hal, harecdir. Yüsr-ü dine münafîdir. Hakikat-ý hâle muttali olmak güçtür. En ekall bu amelim, bir mezheb-i hakka muvafýktýr. Ben lâyýk-ý vechile eda-yý ibadette aczimi itiraf ederek istiðfar ile, tazarru' ile, merhamet-i Ýlahîye dehalet ediyorum. Aczim, kusurumun af olunmasý ve kasýr amelimin kabul olunmasý için bir vesilem olur." de. Beþinci Vecih: Þübhe suretinde gelen vesvesedir. Bîçare vesveseli, bazý tahayyülî hâlâtý, taakkulî hâlât ile iltibas eder. Hayale gelen þübheyi, akla gelen bir þübhe tevehhüm edip, itikadýna halel gelmiþ zanneder. Bazan tevehhüm ettiði þübheyi, þek zanneder. Bazan tasavvur ettiði þübheyi, bir tasdik-i aklî zanneder. Bazan bir emr-i küfrîde tefekkürü, hilaf-ý iman zanneder. "Eyvah! Kalbim bozulmuþ" der. Halbuki tahayyül, tevehhüm, tasavvur, tefekkür; tasdik-i aklîden, iz'an-ý kalbîden ayrýdýrlar, --- sh:»(Ni:159) ------------------------------------------------------------------------------------------- baþkadýrlar. Tahayyül, tevehhüm, tasavvur, tefekkür, þübhe ve tereddüd deðildirler. Lâkin tekerrür edip istikrar peyda etseler, bazan bir nevi þübhe-i hakikî onlardan tevellüd eder. Þu nevi vesvesenin en mühimmi budur ki: Vesveseli adam, imkân-ý zâtî ile imkân-ý zihnîyi iltibas eder. Yani birþey zâtýnda mümkün ise, onu zihnen, ilmen mümkün ve meþkuk olduðunu tevehhüm eder. Halbuki imkân-ý zâtî yakîn-i ilmîye ve zaruret-i zihnîye münafî deðildir. Meselâ: Bu dakikada -zâtýnda- Karadeniz'in yere batmasý mümkündür, muhtemeldir. Halbuki yakînen yerinde olduðunu hükmediyoruz. O ihtimal ve o imkân-ý zâtî bize bir þek vermez. Meselâ, güneþ mümkündür ki; bugün gurub etmesin veya yarýn tulû' etmesin. Halbuki bu imkân ve bu ihtimal, ilm-i yakînimize zarar vermez. Demek bazý hakaik-i imaniyede, yani hayat-ý dünyeviyenin gurubu ve hayat-ý uhreviyenin tulûu gibi imkân-ý zâtî cihetinde gelen evham, yakîn-i imanîye zarar vermez. Bütün bunlarla beraber asl-ý vesvese, teyakkuza sebebdir, taharriye daîdir, ciddiyete vesiledir. Lâkaydlýðý atar, tehavünü def'eder. O þart ile ki; ifrata varmasýn, galebe çalmasýn. * * * --- sh:»(Ni:160) ------------------------------------------------------------------------------------------- Onüçüncü Lem'anýn Onikinci Ýþaretinden Dördüncü Sual Ehl-i dalaletin kazandýklarý muvaffakýyet ve gösterdikleri kuvvet ve ehl-i hidayete galebeleri gösteriyor ki: Onlar bir hakikata ve bir kuvvete istinad ediyorlar. Demek ya ehl-i hidayette za'f var veya onlarda bir kuvvet var? Elcevab: Hâþâ... Ne onlarda hakikat var, ne de ehl-i hakikatta za'f var. Fakat maatteessüf kasîr-ün nazar, muhakemesiz bir kýsým avam tereddüde düþüp vesvese ediyorlar, akidelerine halel geliyor. Çünki diyorlar: Eðer ehl-i hakta tam hak ve hakikat olsaydý, bu derece maðlubiyet ve zillet olmamak lâzýmdý. Çünki hakikat kuvvetlidir. ¬y²[«V«2ö]«V²Q --- sh:»(Ni:161) ------------------------------------------------------------------------------------------- Elcevab: Ehl-i hakkýn maðlubiyeti kuvvetsizlikten ve hakikatsýzlýktan gelmediði, sâbýk iþaretlerle kat'î isbat edildiði gibi; ehl-i dalaletin galebesi de, kuvvetlerinden ve iktidarlarýndan ve nokta-i istinad bulduklarýndan gelmediði, yine o iþaretlerde kat'î isbat edildiðinden; bu sualin cevabý, sâbýk iþaretlerin heyet-i mecmuasýdýr. Yalnýz burada desiselerinde istimal ettikleri bir kýsým silâhlarýna iþaret edeceðiz. Þöyle ki: Ben kendim mükerreren müþahede etmiþim ki: Bu zamanda bazan yüzde on ehl-i fesad, yüzde doksan ehl-i salahatý maðlub ediyor. Hayretle merak ettim, tedkik ederek kat'iyyen anladým ki: O galebe kuvvetten ve kudretten gelmiyor, belki ifsaddan ve alçaklýktan ve tahribden ve ehl-i hakkýn ihtilafýndan istifade etmelerinden ve içlerine ihtilaf atmaktan ve zaîf damarlarýný tutmaktan ve fesadý aþýlamaktan ve hissiyat-ý nefsaniyelerini ve aðraz-ý þahsiyelerini tahrik etmekten ve insanýn mahiyetinde muzýr madenler hükmünde bulunan fena istidadlarý iþlettirmekten ve þan ü þeref namýyla riyakârane nefsin firavuniyetini okþamaktan ve vicdansýzca tahribatlarýndan herkes korkmasýndan ileri geliyor. Ve o misillü þeytanî desiseler vasýtasýyla muvakkaten --- sh:»(Ni:162) ------------------------------------------------------------------------------------------- ehl-i hakka galebe ederler. Fakat «w[¬TÅBW²V¬7ö^«A¬5@«Q²7!«: sýrrýyla, ¬y²[«V«2ö]«V²Q Ýþte dalalette, iktidarsýzlarýn muktedir görünmeleri ve ehemmiyetsizlerin þöhret kazanmalarý için ve hodfüruþ, þöhretperest, riyakâr insanlarýn az bir þeyle iktidarlarýný göstermek ve ihafe ve ýzrar cihetinde bir mevki kazanmak için ehl-i hakka muhalif vaziyete girerler. Tâ görünsün ve nazar-ý dikkat onlara celbolunsun. Ve iktidar ve kudretle olmayan, belki terk ve ataletle sebebiyet verdiði tahribat onlara isnad edilip, onlardan bahsedilsin. Nasýlki böyle þöhret divanelerinden birisi, namazgâhý telvis etmiþ, tâ herkes ondan bahsetsin. Hattâ o telvis edenden lanetle de bahsedilmiþ de, þöhretperestlik damarý kendisine bu lanetli þöhreti hoþ göstermiþ diye darb-ý mesel olmuþ. * * * --- sh:»(Ni:163) ------------------------------------------------------------------------------------------- Onüçüncü Lem'anýn Onüçüncü Ýþaretinin Üçüncü Noktasýndan Þeytan, bu desisesine benzer diðer bir desise ile insanýn selâmet-i fikrini ifsad ediyor. Hakaik-i imaniyeye karþý sýhhat-ý muhakemesini bozuyor ve istikamet-i fikriyeyi ihlâl ediyor. Þöyle ki: Bir hakikat-ý imaniyeye dair yüzer delail-i isbatiyenin hükmünü, nefyine delalet eden bir emare ile kýrmak ister. Halbuki kaide-i mukarreredir ki: Bir isbat edici, çok nefyedicilere tereccuh ediyor. Bir davada müsbit bir-iki þahidin hükmü, yüzler nâfîlere racih oluyor. Bu hakikata bu temsil ile bak. Þöyle ki: Bir saray var. O sarayýn yüzer kapalý kapýlarý var. Bir tek kapýnýn açýlmasýyla, o saraya girilebilir. Öteki kapýlar da açýlýr. Eðer bütün kapýlar açýk olsa, bir-iki tanesi kapalý olsa, o saraya girilemez diye söylenemez. Ýþte hakaik-i imaniye o saraydýr. Herbir delil, bir anahtardýr, isbat ediyor, kapýyý açýyor. Bir tek kapýnýn kapalý kalmasýyla o --- sh:»(Ni:164) ------------------------------------------------------------------------------------------- hakaik-i imaniyeden vazgeçilmez ve inkâr edilmez. Þeytan ise, bazý esbaba binaen, ya gaflet veya cehalet vasýtasýyla kapalý kalmýþ bir kapýyý gösterir; isbat edici bütün delilleri nazardan iskat ediyor. "Ýþte bu saraya girilmez, belki saray deðildir, içinde birþey yoktur." der kandýrýr. Ýþte ey þeytanýn desiselerine mübtela olan bîçare insan! Hayat-ý diniyenin, hayat-ý þahsiyenin ve hayat-ý içtimaiyenin selâmetini dilersen ve sýhhat-ý fikir ve istikamet-i nazar ve selâmet-i kalb istersen; muhkemat-ý Kur'aniyenin mizanlarýyla ve Sünnet-i Seniyenin terazileriyle a'mal ve hâtýratýný tart ve Kur'aný ve Sünnet-i Seniyeyi rehber yap ve ¬v[¬%Åh7!ö¬–@«O²[ÅL7!ö«w¬8ö¬yÁV7@¬"ö)x2«!öde, Cenab-ý Hakk'a iltica et!... * * * --- sh:»(Ni:165) ------------------------------------------------------------------------------------------- Nur'un bir kahramaný Mehmed Kaya'nýn Risale-i Nur hakkýnda bir takrizidir ¬˜¬G²W«E¬"öd±¬A«K @®W¬=!«(ö!®G«"«!öy#@«6«h«"ö«:ö¬yÁV7!ö^«W²&«*ö«:ö²vU²[«V«2ö•«ŸÅK7«! Çok þefkatli, pek kerim, hayatýmdan çok aziz Üstadým Efendim Hazretleri! Mübtedi ve pek acemî bir çocuðun, üstadýndan aldýðý dersi tekrarý misillü, cehl-i mürekkeb içerisinde pûyan olan þu âciz talebenize Risale-i Nur'un feyz-i nâmütenahîsinden süzülen iksir-i hayat, ruh ve kalbimi, akýl ve idrak ve þuurumu, hissiyat-ý sefihenin istilâsýndan vikaye ederek, en mübarek bir mürþid-i a'zam gibi himmet-i nâmütenahîsiyle, en mühim bir kuvve-i dafia olarak, vücud mülkünden --- sh:»(Ni:166) ------------------------------------------------------------------------------------------- nefs-i emmare ve heva þerlerini def' ve tardederek, aþýlmaz ve yýkýlmaz bir sedd-i Kur'anî ve bir sedd-i imanî tesis ediyor. Risale-i Nur, nebatatýn hattâ cemadatýn dahi lisan-ý halleriyle olan tesbihatýný, kâinatýn medar-ý mefhareti olan lisan-ý Âdemle beyan ederek Hâlýk-ý Kâinat'a takdim etmesinden -Risale-i Nur- bütün mahlukat ve bütün zîruh ile de yakînen alâkadar ve münasebettardýr. Bu kadar ihatalý, câmi', manidar bir hayat-ý nâmütenahînin feyyaz nurlarýyla kâinatlar ýþýklanýrken, zulümatlar daðýlýrken, asýrlar yýkanýrken, gözleri felsefe bataklýðýnýn çamurlarýyla kapalý, kalbleri mühürlü, beþer çehreli mütemerridlerin, Çu«/«!ö²v;ö²u«"ö¬•@«Q²9«²@«6 sýrrýnýn mazharý o zavallý dâllîn güruhunun hakaik-i Kur'aniyeye karþý kör, saðýr, gafil olarak Hâlýk-ý Kâinat'a isyanlarý, hiç þübhesiz kâinatý emsalsiz bir gazabla gazablandýrýyor; ¬o²[«R²7!ö«w¬8öiÅ[«W«#ö(@«U«# sýrrýyla Cehennem'i çileden çýkarýyor; mevcudata, lisan-ý haliyle: "Yaþasýn --- sh:»(Ni:167) ------------------------------------------------------------------------------------------- azab-ý Cehennem!" dedirtiyor. Risale-i Nur bütün mizanlarýyla ve riyazî kat'iyyetiyle, her türlü hakaiký tam isbat etmesiyle; maddî ilim ve firavunane düþüncelerin neticesi ruhlarý zifiri karanlýkta olan bu zümrelerin mes'uliyetleri, geçen asýrlardaki mütemerrid küfre nisbetle daha katmerli bir surette eþedd bir azaba inkýlab edeceði sarahatle tezahür ediyor. Zira bu dehþetli asrýn zýndýklarý, itiraz veya inkâr ettikleri hakaikýn riyazî kat'iyyetini, iki kerre iki dört eder derecesinde bir kat'iyyetle, Risale-i Nur'da bizzât müþahede ettiklerinden ve onlar daha dünyada iken teslime mecbur olduklarýndan, sýrf bir küfr-i inadî ile küfrü iltizam etmelerinden, iblise tâbi' bu bedbaht iblis hizmetçilerinin azabýný, küfürleri gibi, eþedd-i azaba lâyýk kýlmaktadýr. Risale-i Nur tebþiratýyla, ihbar-ý gaybîleriyle, geçmiþ asýrlarýn sâkinlerinin nazarlarýný gýbta ve tahsin ile asrýmýza baktýrmaktadýr. Verâset-i Nebevî yoluyla pek ulviyeti haiz ve ümmetin en mübecceli olan ve birinci safýný teþkil eden ashab-ý kiramýn, hususuyla Hazret-i Ali'nin (R.A.) keramet-i Aleviyeleri ve daha sonra muhakkikînin ve asfiyanýn serfirazý Hazret-i Gavs'ýn (K.S.) keramet-i Gavsiyeleriyle --- sh:»(Ni:168) ------------------------------------------------------------------------------------------- ve Necmeddin-i Kübra ve Muhyiddin-i Arabî (K.S.) gibi kümmelînin kendilerinden sonraki asýrlara ait iþaretlerinin emsalsiz sarahatlarýyla, ziyanýn güneþi ve hararetin ateþi göstermesi gibi, Risale-i Nur'dan en kat'î ve en sarih ve en ziyadar bir surette tebþiratlarýyla ve ihbarat-ý gaybiyeleriyle beyanlarý; ihsanat-ý Ýlahiyenin emsalsiz hamd ü senaya lâyýk bir ikramýdýr. ]±¬"«*ö¬u²N«4ö²w¬8ö!«H´;ö¬yÁV¬7öG²W«E²7«! Risale-i Nur malûm Sözleriyle ve bütün eczalarýyla cadde-i kübra-yý Kur'aniyeyi göstermesi itibariyle, kemalin hadd-i kusvasýna îsale vesile olduðu gibi; mayesi harc-ý Kur'anî ile müzeyyen, müsenna, muazzam, muhteþem olan Risale-i Nur'a lâkaydlýk etmek, temerrüd ve inkârda bulunmak, insaný a'lâ-yý illiyyînin mukabili olan esfel-i safilîne düþürür. Üstadým Efendim Hazretleri! Kasýr fehmim, nâkýs ifadem, çok mahdud ihatamla; iman ve irfan aðacýnýn en son ve en nefis meyvesi Risale-i Nur'un teþrihi ve izahýný ben yapamýyorum. Zâten onu tam hakikatýyla sekene-i arzýn hiçbiri ve hiçbir unsuru, mükemmel --- sh:»(Ni:169) ------------------------------------------------------------------------------------------- yapamaz. O semavî ilham mecmuasýnýn tarifi ve teþrihi ve izahý; kendisinin kendisine has, mümtaz ve serapa sehl-i mümteni' olan selasetli, haþmetli, ziyadar, münakkaþ, müzeyyen olan ifade ve beyanlarýnda nümayan ve orada ziyabahþ ve nurefþandýr. Ey Risale-i Nur, ey mu'cize-i Kur'an! Müftehir seninle ins ü cin, zemin ü zaman. Iþýklandý kalbler, doldu nurunla cihan; Binler selâm sana ey mu'cize-i Kur'an! Ey Risale-i Nur, ey dertlilere derman! Yangýn gönüllere âb-ý kevser sen oldun Âþýk bîçarelere vird-i seher sen oldun, Gönüllere takýlý inci cevher sen oldun Müftehir seninle ins ü cin, zemin ü zaman. Binler selâm sana ey mu'cize-i Kur'an! Yanýk gönüllere sanki zemzem pýnarý, Cennet-misal ortasý, bað-ý Firdevs kenarý. Ruþen âlem, nurunla ey hidayet serdarý! Müftehir seninle ins ü cin, zemin ü zaman. Binler selâm sana ey mu'cize-i Kur'an! --- sh:»(Ni:170) ------------------------------------------------------------------------------------------- Çok müþfik, çok kerim Üstadým Efendim, Huzur-u Hazretinizde, manen rahle-i tedrisinizde, irfanýnýza müþtak, feyzinizle serab þu fakir, þu âciz talebenizin, Nur'un derslerinden aldýðý intibah ile, hakaik-i Kur'aniyenin i'cazkâr ve nâmütenahî ulvî hakikatlarýndan ve mübarek feyzinizin tereþþuhatý olarak þöyle bir hakikat kalbime geldi: Kur'an-ý Azîmüþþan'dan dersimi okurken Sure-i Lokman'daki «t«,²W«B²,!ö¬G«T«4ö°w¬,²E8ö«x;«:ö¬yÁV7!ö]«7¬!öy«Z²%«:ö²v¬V², --- sh:»(Ni:171) ------------------------------------------------------------------------------------------- Nur müellifinin doðduðu tarihe veya Risale-i Nur'un mukaddematýný tahsiline baþladýðý tarihe, makam-ý cifrîsiyle parmak basmaktadýr. «t«,²W«B²,!ö¬G«T«4ö°w¬,²E8ö«x;«:ö¬yÁV7!ö]«7¬!öy«Z²%«:ö²v¬V², --- sh:»(Ni:172) ------------------------------------------------------------------------------------------- cephane ve teçhizatý taallüm ve iddihar ile meþgul bulunduklarý tarihe parmak basýyor. ]«T²$x²7!ö¬?«:²hQ²7@¬"önazm-ý celili pek latif bir tevafuk eseri olarak makam-ý cifrîsi (1347) ederek, tam tamýna Risale-i Nur müellifinin beyn-el avam ve beyn-el Ýslâm en çok kullanýlan ism-i mübareki olan Üstad Bediüzzaman ismine parmak bastýðýndan ¯w[¬A8ö¯@«B¬6ö]¬4öŬ!ö¯j¬"@« --- sh:»(Ni:173) ------------------------------------------------------------------------------------------- (1347) rakamýný göstererek, (Üstad Bediüzzaman) ismine cifren tevafuku gösteriyor ki: Bu âyetin Sure-i Lokman'daki âyetle münasebeti ve iki yerde bu hakikatýn tekrarý, Risale-i Nur'a çok kuvvetli bir iþaret ve ima teþkil etmektedir. Risale-i Nur kendi þakirdleriyle kopmaz bir zincir, bir habl-ül metin vasfýna tam lâyýk olarak, bu dehþetli asrýn savletli bid'alarýna karþý emsalsiz bir kahramanlýkla göðüs gererek piþva-yý âlem-i Ýslâm olmuþ ve Kur'an-ý Azîm'in dellâlý sýfatýyla aktar-ý Ýslâmiyenin her yerinde, hattâ küre-i zeminde meþ'ale-i imaný, Kur'an'ýn ezelî ve ebedî ýþýðýyla parlatmýþ olmasý, elhak bu vasfa tam lâyýk olduðunu nice bürhanlarla teyid etmiþ bulunuyor. Bu kudsi âyetlerin tafsilâtlý tefsiri Risale-i Nur külliyatýnda beyan edilmiþ bulunduðundan, bu yüksek hakaiký ona havale ederek dersime hâtime veriyorum. Çok mübarek üstadým efendim! Haddimin milyon kerre fevkinde olan bir mes'elede küçüklüðüme, nihayetsiz aczime, sonsuz fakrime ve cehlime bakmayarak, cür'etli hareketimden dolayý bendenizi affediniz. Yalnýz þurasýný tekraren arzedeyim ki: Rahle-i tedrisinizde ahz-ý --- sh:»(Ni:174) ------------------------------------------------------------------------------------------- mevki ettim; huzur-u irfanýnýza baþ koydum. Ey tabib-i hâzýkým, ey mübarek üstadým! Beni affediniz. Derece-i kemaldeki þefkatinizden ve ikramýnýzdan ancak af dilerim. En büyük edeb ve hürmetlerimle mübarek ellerinizden öper, mübarek dualarýnýzý istirham eylerim efendim hazretleri... ]¬5@«A²7!ö«x;ö]¬5@«A²7«! Pek kusurlu, duanýza muhtaç talebeniz Mehmed * * * --- sh:»(Ni:175) ------------------------------------------------------------------------------------------- Evvelce bir bayram tebriki olarak arzedilen þu nazmýn mevzu ile alâkasýndan dolayý buraya derci münasib olur kanaatýyla tekrar takdim edilmiþtir. Burc-u enversin efendim, kal'a-i Ýslâma sen. Nâil olmuþsun bugün Kur'an ile ikrama sen. Sensin ol dellâl-ý Kur'an, yoluna canlar feda, Ýltifat-ý Þahýmerdan ile sensin mukteda. Vasfýný resmetmeðe yok tâkatým, gelmez dile. Sen müeyyedsin efendim, ol keramat-ý Gavs ile. Sensin ol Nur naþiri, feyzin demâdem aþikâr. Oldu mülhidler tahassüngâhý, seninle tar u mar. Kýl keremler bendene kim, çâr u nâçâr söyledim. Sen müceddid-i kâriban hâtemisin seyyidim. Lütfunu bekler gedayým, affedip hüddamýný, Aldý feyzinden bu Mehmed, daima ilhamýný. Fýrka-i naciyeyiz biz, râh-ý tevhid cephemiz. Piþva-yý Âlem-i Ýslâm sensin þübhesiz. Günlerin olsun mübarek, hatýrýn bulsun safa, Ýsm-i pâk-i hakkiçün Ahmed-i Muhammed Mustafa. (A.S.M.) * * * --- sh:»(Ni:176) ------------------------------------------------------------------------------------------- Ankara Üniversitesi'nde Okunan Bir Konferanstýr (Bu kýsým Gençlik Rehberi 218 ilâ 238 arasýnda yazýldýðýndan tekrar yazýlmadý.) --- sh:»(Ni:177) --- sh:»(Ni:178) --- sh:»(Ni:179) --- sh:»(Ni:180) --- sh:»(Ni:181) --- sh:»(Ni:182) --- sh:»(Ni:183) --- sh:»(Ni:184) --- sh:»(Ni:185) --- sh:»(Ni:186) --- sh:»(Ni:187) --- sh:»(Ni:188) --- sh:»(Ni:189) --- sh:»(Ni:190) --- sh:»(Ni:191) --- sh:»(Ni:192) --- sh:»(Ni:193) --- sh:»(Ni:194) --- sh:»(Ni:195) --- sh:»(Ni:196) --- sh:»(Ni:197) --- sh:»(Ni:198) --- sh:»(Ni:199) ------------------------------------------------------------------------------------------- Hasta mübarek Üstadýmýz, bütün kardeþlerimizin hem Leyle-i Kadirlerini hem bayramlarýný tebrik ediyorlar ¬˜¬G²W«E¬"öd±¬A«, y#@«6«h«"ö«:ö¬yÁV7!ö^«W²&«*ö«:ö²vU²[«V«2ö•«ŸÅ,7«! Aziz, sýddýk kardeþlerim! ......................... (Bu kýsým Emirdað Lâhikasý-II 189'da yazýldýðýndan tekrar yazýlmadý.) ---sh:»(Ni:200) ---sh:»(Ni:201) ---sh:»(Ni:202) ................................... ................................... Çok hasta Üstadýmýzýn hizmetinde bulunan: Bayram, Ceylan, Zübeyr, Tahirî, Sýddýk Süleyman (Haþiye): Üstadýmýz diyorlar ki: Benim kanaatim var ki, benim âfiyetim için mübarek kardeþlerimin ettikleri dualarýnýn makbuliyetinin bir neticesidir ki; böyle acib bir hal, garib bir tarza döndü. Bu mübarek ramazan-ý þerifin mübarek bir hediyesi olan bu mübarek risalenin hâtimesine, mübarek üstadýmýzýn Leyle-i Kadirdeki elemli ve ýzdýrablý hastalýklarýna ait bu mektubun ilhaký münasib görülerek ilâve edilmiþtir. Hüsrev * * * --- sh:»(Ni:203) ------------------------------------------------------------------------------------------- Ecnebî Feylesoflarýn Kur'an'ý tasdiklerine dair þehadetleri (Bu feylesoflarýn Kur'an hakkýndaki senalarýnýn bir hülâsasý, Küçük Tarihçe-i Hayat'ta ve Nur Çeþmesi Mecmuasý'nda yazýlmýþtýr.) Prens Bismarck (Bismark)'ýn Beyanatý: . . . . . . . (Bu kýsým Ýþarat-ül Ý'caz 213 ilâ 223 arasýnda yazýldýðýndan tekrar yazýlmadý.) ---sh:»(Ni:204) ---sh:»(Ni:205) ---sh:»(Ni:206) ---sh:»(Ni:207) ---sh:»(Ni:208) ---sh:»(Ni:209) ---sh:»(Ni:210) ---sh:»(Ni:211) ---sh:»(Ni:212) ---sh:»(Ni:213) ---sh:»(Ni:214) ---sh:»(Ni:215) ---sh:»(Ni:216) ---sh:»(Ni:217) ---sh:»(Ni:218) ---sh:»(Ni:219) ---sh:»(Ni:220) ---sh:»(Ni:221) ---sh:»(Ni:222) ---sh:»(Ni:223) ---sh:»(Ni:224) ---sh:»(Ni:225) ---sh:»(Ni:226) ---sh:»(Ni:227) Daha bu çeþit meþhur çok feylesoflar var. Kur'an'ý tam tasdik ve takdir etmiþler... Said Nursî * * * Link zu diesem Kommentar Auf anderen Seiten teilen Mehr Optionen zum Teilen...
Empfohlene Beiträge