Webmaster Geschrieben 21. Dezember 2008 Teilen Geschrieben 21. Dezember 2008 MUHÂKEMAT --- sh:»(Mu:5) ---- Mariz bir asrýn, hasta bir unsurun, alîl bir uzvun Reçetesi veyahut Saykalü'l Ýslâmiyet veyahut Bediüzzaman'ýn Muhâkematý --- sh:»(Mu:7) --------------------------------------------------------------------------------------------- ¬v[¬&ÅI7!ö¬w´W²&ÅI7!ö¬yÁV7!ö¬v²K¬" Cümle tahiyyat, ol Hâkim-i Ezel ve Hakîm-i Ezelî ve Rahman-ý Lemyezelî'ye elyaktýr ki: Bizi Ýslâmiyetle serfiraz ve þeriat-ý garra ile sýrat-ý müstakime hidayet etmiþtir. Öyle bir þeriat ki; akýl ve nakil, dest be-dest ittifak vererek ol þeriatýn hakaikinin hakkaniyetini tasdik etmiþlerdir. Öyle hakaik ki; kökleri hakikat zemininde rüsuh ile beraber dal ve budaklarý kemalâtýn göklerine yükselip, intiþar edip.. öyle füruat ki; meyveleri saadet-i dâreyndir. Ve bizi Kur'an-ý Mu'ciz ile irþad eylemiþ... Öyle kitab ki: Kaideleri ile hilkat-ý âlemin kitabýndan dest-i kader ve kalem-i hikmet ile mektub ve cari olan kavanin-i amîka-i dakika-i Ýlahiyeyi izhar ettiðinden; ahkâm-ý âdilanesiyle nev'-i beþerin nizam ve müvazenet ve terakkisine kefil-i mutlak ve üstad-ý küll olmuþtur. Salavat-ý bînihaye, ol Server-i Kâinat ve Fahr-i Âlem'e hediye olsun ki: Âlem, enva' ve ecnasýyla onun risaletine þehadet ve mu'cizelerine delalet ve hazine-i gaybdan --- sh:»(Mu:8) --------------------------------------------------------------------------------------------- getirdiði metâ-ý âlîye dellâllýk ediyor. Güya âleme teþrif ettiðinden herbir nev', kendi lisan-ý mahsusuyla alkýþladýðý gibi; Sultan-ý Ezel, zemin ve âsumanýn evtarýný intak edip herbir tel baþka lisan ile mu'cizatýnýn naðamatýný inþad etmekle, o sadâ-yý þirin bu kubbe-i minada ilelebed tanin-endaz etmiþtir. Güya âsuman, kendi mi'rac ve melek ve kamerin elsine-i semaviyesiyle risaletini tebrik ve zemin kendi hacer ve þecer ve hayvanýn dilleriyle mu'cizelerine senâhân ve cevv-i feza, kendi cinn ve bulutlarýn iþaratýyla nübüvvetine beþaret ve sâyebân ve zaman-ý mazi, enbiya ve kütüb ve kâhinlerin rumuz ve telvihatýyla o þems-i hakikatýn fecr-i sadýkýný göstererek müjdeci ve zaman-ý hal yani asr-ý saadet lisan-ý haliyle tabiat-ý Arabdaki inkýlab-ý azîmin ve bedeviyet-i sýrftan medeniyet-i mahzânýn def'aten tevellüdünü þahid göstererek nübüvvetini isbat ve zaman-ý müstakbel kendi vukuat ve fünununun etvar-ý müdakkikanesiyle onun mevkib-i ikbalini istikbal ve lisan-ý hakîmane ile irþadatýna teþekkür; nev'-i beþer kendi muhakkikleriyle bahusus hatib-i beligi ki, þems gibi kendi kendine bürhan olan Muhammed'in (A.S.M.) lisan-ý fasihanesiyle haktan geldiðini ilân ve Zât-ý Zülcelal kendi Kur'anýnýn lisan-ý beliganesiyle ol Nebiyy-i Ümmi'nin ferman-ý risaletini kýraat ediyorlar ve oluyorlar. Beyt: G²9«!öy«V¬,²V¬,ö²w !«*öy«V¬,²V¬,ö²w --- sh:»(Mu:9) --------------------------------------------------------------------------------------------- Emma ba'd: Þu fakir, garib Nursî ki, Bid'atü'z-zaman lâkabýyla müsemma olmaya lâyýk iken haberi olmadan Bediüzzaman ile meþhur olan bîçare; tedenni-i milletten ciðeri yanmýþ gibi feryad u figan ederek, ah!. ah!.. ah!.. vâ esefâ der ki: Ýslâmiyetin maðz ve lübbünü terkederek kýþrýna ve zahirine vakf-ý nazar ettik ve aldandýk. Ve sû'-i fehm ve sû'-i edeb ile Ýslâmiyetin hakkýný ve müstehak olduðu hürmeti îfa edemedik. Tâ o da bizden nefret ederek evham ve hayalâtýn bulutlarýyla sarýlýp tesettür eyledi. Hem de hakký var. Zira biz Ýsrailiyatý usûlüne ve hikâyatý akaidine ve mecazatý hakaikine karýþtýrarak kýymetini takdir edemedik. O da ceza olarak bizi dünyada te'dib için zillet ve sefalet içinde býraktý. Bizi kurtaracak yine onun merhametidir. Öyle ise, ey ihvan-ý müslimîn!.. Geliniz, ona tarziye vereceðiz. El birliðiyle dest-i sadakatý uzatacaðýz, biat edeceðiz. Onun habl-ül metinine sarýlacaðýz. Hem de bilâ-perva olarak ilân ederim: Beni geçmiþ asýrlarýn efkârýna karþý mübarezeye heyecan ve þecaate getiren ve yüzer senelerden beri sevk-ül ceyþ ile kuvvet bulan hayalât ve evhamýn müdafaasýna beni gayrete getiren itikadým ve yakînimdir ki: Hak neþv ü nema bulacaktýr, eðer çendan toprakta gizlense... Ve tarafdar ve mültezimleri muzaffer olacaklardýr, eðer çendan zaman ve zeminin merhametsizliðinden az ve zayýf olsalar... Hem de itikadýmdýr ki: Ýstikbale hüküm sürecek ve her kýt'asýnda hâkim-i mutlak olacak yalnýz hakikat-ý Ýslâmiyettir. Evet saadet-saray-ý istikbalde taht-niþin hakaik ve maarif yalnýz Ýslâmiyet olacaktýr. Onu fethedecek yalnýz odur; emareler görünüyorlar... Zira mazi --- sh:»(Mu:10) -------------------------------------------------------------------------------------------- kýt'asýnda, vahþetâbâd sahralarýnda hayme-niþin taassub ve taklid; veyahut cehlistan ülkesinde menzil-niþin müzahrefat ve istibdad olanlara, Þeriat-ý Garra'nýn galebe-i mutlak ve istilâ-i tammýna sed ve mani olan sekiz emir, üç hakikat ile zîr ü zeber olmuþlardýr ve oluyorlar. O maniler ise: Ecnebilerde taklid ve cehalet ve taassub ve kýssîslerin riyaseti. Ve bizdeki mani ise; istibdad-ý mütenevvi ve ahlâksýzlýk ve müþevveþiyet-i ahval ve ataleti intac eden ye'stir ki, þems-i Ýslâmiyetin küsufa yüz tutmasýna sebeb olmuþlardýr. Sekizinci ve en birinci mani ve bela budur: Biz ile ecnebiler; bazý zevahir-i Ýslâmiyet ve bazý mesail-i fünun ortasýnda hayal-i bâtýl (!) ile tevehhüm eylediðimiz müsademet ve münakazattýr. Âferin maarifin himmet-i feyyazanesine ve fünunun himmet-i merdanesine ki; meyl-i taharri-i hakikat ve muhabbet-i insaniyet ve meyl-i insaf olan hakaiki techiz ederek o manilere gönderip zîr ü zeber etmiþ ve ediyor. Evet en büyük sebeb ki: Bizi dünya rahatýndan ve ecnebileri âhiret saadetinden mahrum eden, þems-i Ýslâmiyet'i münkesif ettiren, sû'-i tefehhüm ile tevehhüm-ü müsademet ve muhalefettir. Feya lil'aceb!... Köle efendisine ve hizmetkâr reisine ve veled pederine nasýl düþman ve muarýz olabilir? Halbuki Ýslâmiyet, fünunun seyyidi ve mürþidi ve ulûm-u hakikiyenin reis ve pederidir. Fakat vâ esefâ bu sû'-i tefehhüm ve þu tevehhüm-ü bâtýl, þimdiye kadar hükmünü icra ederek vesvesesiyle ye'si ilka edip bâb-ý medeniyet ve maarifi Ekrad ve emsallerine kapattýrdý. Zira bazý zevahir-i diniyeyi, fünunun bazý mesailine muarýz tahayyül ederek ürktüler. Ezcümle: Küreviyet-i arz ki, fünunun en birinci derecesi olan coðrafyanýn en birinci basamaðýdýr. Ýleride gelecek --- sh:»(Mu:11) -------------------------------------------------------------------------------------------- altý mes'eleye münafî zannettiklerinden, bu bedihî mes'elede mükâbere etmekten çekinmediler. Ey benim þu kitabýma im'an-ý nazar ile nazar eden zât, malûmun olsun! Bu kitabla istediðim hizmet budur: Ýslâmiyette olan tarîk-ý müstakimi göstermekle ehl-i tefrit olan a'da-yý dinin teþkikatýný red ve yüzlerine vurmakla beraber; tarîk-ý müstakimin öteki canibini ve sadîk-ý ahmak ünvanýna lâyýk olan ehl-i ifrat ve zahirperestlerin tevehhümlerini tard ve asýlsýzlýðýný göstermek ve asýl rehber-i hakikat ve âlem-i Ýslâmiyetin ikbal ve istikbaline yol açan ve sýrat-ý müstakimde kemal-i ümid-i zafer ile çalýþan muhakkikîn-i Ýslâm ve âkýl sýddýklara yardým etmek ve kuvvet vermektir. Elhasýl: Maksadým: Ol elmas kýlýnca saykal vurmaktýr. Eðer sual edersen: Senin bu telaþýn ve ulûm-u mütearife hükmüne geçen þeylere bürhan getirmeye ne lüzum vardýr? Zira telahuk-u efkâr ve tecarübün keþfiyatýyla meydan-ý bedahete gelen mesaile bürhan getirmek, malûmu i'lam demektir?.. Cevaben derim: Maatteessüf benim ile þu zamanýn kýt'asýnda iþtirak eden cümlesi; eðer çendan, sureten onüçüncü asrýn evlâdýdýrlar, fakat fikir ve terakki cihetiyle kurûn-u vustânýn yadigârlarýdýrlar. Güya muasýrlarýmýz, üçüncü asrýn nihayetinden onüçüncü asra kadar geçmiþ olan asýrlarýn fihristesi veyahut enmuzeci veyahut melez bir kavimdirler. Hattâ bu zamanýn çok bedihiyatý, onlarca mevhumat sayýlýr. * * * --- sh:»(Mu:12) -------------------------------------------------------------------------------------------- Mukaddeme Bu kitab üç makale ile üç kitab üzerine mürettebdir. Birinci Makale, unsur-u hakikatýn veyahut bazý mukaddemat ve mesail ile Ýslâmiyete saykal vurmanýn beyanýndadýr. Ýkinci Makale, unsur-u belâgatý keþfeder. Üçüncüsü, unsur-u akide ile ecvibe-i Japoniye beyanýndadýr. Kitablar ise Kur'an'da iþaret olunan ilm-üs sema ve ilm-ül arz ve ilm-ül beþeri tahkik ile bir nevi tefsirdir. Birinci Makale Maksada urûc etmek için mukaddemelerden istimdad etmek, ehl-i tahkikin düsturlarýndandýr. Öyle ise biz de oniki basamaklý bir merdiven yapacaðýz. Birinci Mukaddeme Takarrur etmiþ usûldendir: Akýl ve nakil taâruz ettikleri vakitte, akýl asýl itibar ve nakil tevil olunur. Fakat o akýl, akýl olsa gerektir. Hem de tahakkuk etmiþ: Kur'an'ýn herbir tarafýnda intiþar eden makasýd-ý esasiye ve anasýr-ý asliye dörttür. --- sh:»(Mu:13) -------------------------------------------------------------------------------------------- Onlar da: Ýsbat-ý Sâni'-i Vâhid ve nübüvvet ve haþr-i cismanî ve adalettir. Yani hikmet tarafýndan kâinata irad olunan suallere þöyle: "Ey kâinat!. Nereden ve kimin emriyle geliyorsunuz? Sultanýnýz kimdir? Delil ve hatibiniz kimdir? Ne edeceksiniz? Ve nereye gideceksiniz?" Kat'î cevab verecek yalnýz Kur'an'dýr. Öyle ise Kur'anda makasýddan baþka olan kâinat bahsi istitradîdir. Tâ san'atýn intizamýyla Sâni'-i Zülcelal'e istidlal yolu gösterilsin. Evet intizam görünür ve kemal-i vuzuh ile kendini gösterir. Sâni'in vücud ve kasd ve iradesine kat'iyyen þehadet eden intizam-ý san'at, kâinatýn her cihetinde boynunu kaldýrarak her canibinden lemaan eden hüsn-ü hilkati nazar-ý hikmete gösteriyor. Güya herbir masnu' birer lisan olup Sâni'in hikmetini tesbih ediyor. Ve herbir nev' parmaðýný kaldýrarak þehadet ve iþaret ediyor. Madem maksad budur ve madem kâinatýn kitabýndan intizama olan rumuz ve iþaratýný taallüm ediyoruz. Ve madem netice bir çýkar; teþekkülât-ý kâinat nefsülemirde nasýl olursa olsun, bize bizzât taalluk etmez. Fakat o meclis-i âlî-i Kur'anî'ye girmiþ olan kâinatýn her ferdi dört vazife ile muvazzaftýr: Birincisi: Ýntizam ve ittifak ile Sultan-ý Ezel'in saltanatýný ilân... Ýkincisi: Herbiri birer fenn-i hakikînin mevzu ve müntehabý olduklarýndan Ýslâmiyet fünun-u hakikiyenin zübdesi olduðunu izhar... Üçüncüsü: Herbiri birer nev'in nümunesi olduklarýndan hilkatte cari olan kavanin ve nevamis-i Ýlahiyeye Ýslâmiyeti tatbik ve mutabýk olduðunu isbat.. tâ o nevamis-i fýtriyenin imdadýyla, Ýslâmiyet neþv ü nema bulsun. Evet bu hasiyetle Din-i Mübin-i Ýslâm; sair heva --- sh:»(Mu:14) -------------------------------------------------------------------------------------------- ve heves içinde muallak ve mededsiz, bazan ýþýk ve bazan zulmet veren ve çabuk tegayyüre yüz tutan dinlerden mümtaz ve serfirazdýr. Dördüncüsü: Herbiri birer hakikatýn nümunesi olduklarýndan, efkârý hakaik cihetine tevcih ve teþvik ve tenbih etmektir. Ezcümle: Kur'an'da kasem ile temeyyüz etmiþ olan ecram-ý ulviye ve süfliyeyi tefekkürden gaflet edenleri daima ikaz ederler. Evet kasemat-ý Kur'aniye, nevm-i gaflette dalanlara kar'-ul asâdýr. Þimdi tahakkuk etmiþ þu þöyledir. Öyle ise: Þek ve þübhe etmemek lâzýmdýr ki; mu'ciz ve en yüksek derece-i belâgatta olan Kur'an-ý Mürþid, esalib-i Arab'a en muvafýký ve tarîk-i istidlalin en müstakim ve en vazýhý ve en kýsasýný ihtiyar edecektir. Demek hissiyat-ý âmmeyi tefhim ve irþad için, bir derece ihtiram edecektir. Demek delil olan intizam-ý kâinatý öyle bir vecih ile zikredecek ki; onlarca maruf ve akýllarýna me'nus ola... Yoksa delil, müddeadan daha hafî olmuþ olur. Bu ise, tarîk-ý irþada ve meslek-i belâgata ve mezheb-i i'caza muhaliftir. Meselâ: Eðer Kur'an dese idi: Yâ eyyühennâs!.. Fezada uçan meczub ve misafir ve müteharrik olan küre-i zemine ve cereyanýyla beraber müstekarrýnda istikrar eden þemse ve ecram-ý ulviyeyi birbiriyle baðlayan cazibe-i umumiyeye ve feza-yý gayr-ý mütenahîde dal ve budaklarý münteþir olan þecere-i hilkatten, anasýr-ý kesîreden olan münasebat-ý kimyeviyeye nazar ve tedebbür ediniz; tâ Sâni'-i Âlem'in azametini tasavvur edesiniz. Veyahut: O kadar küçüklüðüyle beraber bir âlem-i hayvanat-ý hurdebîniyeyi istiab eden bir katre suya, aklýn hurdebîniyle temaþa ediniz; tâ Sâni'-i Kâinat'ýn herþeye kadir olduðunu tasdik edesiniz. --- sh:»(Mu:15) -------------------------------------------------------------------------------------------- Acaba o halde; delil müddeadan daha hafî ve daha muhtac-ý izah olmaz mý idi? Hem de onlarca muzlim bir þeyle, hakikatý tenvir etmek veyahut onlarýn bedahet-i hislerine karþý mugalata-i nefis gibi bir emr-i gayr-ý makule teklif olmaz mý idi? Halbuki i'caz-ý Kur'an pek yüksek ve pek münezzehtir ki; onun safi ve parlak damenine, ihlâl-i ifham olan gubar konabilsin. Bununla beraber Kur'an-ý Mu'ciz-ül Beyan âyât-ý beyyinatýn telâfifinde maksad-ý hakikîye telvih ve iþaret ettiði gibi, bazý zevahir-i âyâtý -kinayede olduðu gibi- maksada menâr etmiþtir. Hem de usûl-i mukarreredendir: Sýdk ve kizb yahut tasdik ve tekzib; kinayat ve emsallerinde, fenn-i Beyan'da "maânî-i ûlâ" tabir olunan suret-i manaya raci' deðildirler. Ancak "maânî-i sânevî" ile tabir olunan maksad ve garaza teveccüh ederler. Meselâ: "Filanýn kýlýncýnýn bendi uzundur" denilse; kýlýncý olmazsa da, fakat kameti uzun olursa, yine hüküm doðrudur, yalan deðildir. Hem de nasýl kelâmda bir kelime, istiareye karine-i mecazdýr. Öyle de; kelime-i vâhid hükmünde olan Kelâmullah'ýn bir kýsým âyâtý, sair ihvanýnýn hakikat ve cevherlerine karine ve rehnüma ve komþularýnýn kalblerindeki sýrlara delil ve tercüman oluyorlar. Elhasýl: Bu hakikatý pîþ-i nazara getiremeyen ve âyetleri müvazene ve doðru muhakeme edemeyen, meþhur Bektaþî gibi ki: Namazýn terkinde taallül yolunda demiþ: "Kur'an diyor: «?x«VÅM7!ö!x"«h²T«#ö«öÝlerisine de hâfýz deðilim." Nazar-ý hakikate karþý maskara olacaktýr. * * * --- sh:»(Mu:16) -------------------------------------------------------------------------------------------- Ýkinci Mukaddeme Mazide nazarî olan birþey, müstakbelde bedihî olabilir. Þöyle tahakkuk etmiþtir. Âlemde meyl-ül istikmal vardýr. (1) Onun ile hilkat-ý âlem, kanun-u tekâmüle tâbidir. Ýnsan ise; âlemin semerat ve eczasýndan olduðundan, onda dahi meyl-ül istikmalden bir meyl-üt terakki mevcuddur. Bu meyl ise telahuk-u efkârdan istimdad ile neþv ü nema bulur. Telahuk-u efkâr ise; tekemmül-ü mebadi ile inbisat eder. Tekemmül-ü mebadi ise; fünun-u ekvanýn tohumlarýný sulb-ü hilkatten zamanýn terbiyegerdesi bir zemine ilka' ile telkîh eder. O tohumlar ise tedricî tecrübeler ile büyür ve neþv ü nema bulur. Buna binaendir: Bu zamanda bedihiye ve ulûm-u âdiye sýrasýna girmiþ pek çok mesail var; zaman-ý mazide gayet nazarî ve hafî ve bürhana muhtaç idiler. Zira görüyoruz: Þimdilik coðrafya ve kozmoðrafya ve kimya ve tatbikat-ý hendesiyeden çok mesail var ki: Mebadi ve vesaitin tekemmülüyle ve telahuk-u efkârýn keþfiyatýyla, bu zamanýn çocuklarýna dahi meçhul kalmamýþlardýr. Belki oyuncak gibi onlar ile oynuyorlar. Halbuki Ýbn-i Sina ve emsaline nazarî ve hafî kalmýþlardýr. Halbuki hikmetin pederi hükmünde olan Ýbn-i Sina, þiddet-i zekâ ve kuvvet-i fikir ve kemal-i hikmet ve vüs'at-i kariha noktasýnda bu zamanýn yüzlerce hükemasýyla müvazene -------------------- (1): Bizim bir Kürd demiþtir: Her zerrede temayül ayandýr tekâmüle Her soyda füyuz-u hüveyda-nüma ile Bir nokta-i kemale þitab üzre kâinat, Ol noktaya teveccüh ile yükselir hayat. Kahriyyat --- sh:»(Mu:17) -------------------------------------------------------------------------------------------- olunsa, tereccuh edip aðýr gelecektir. Noksaniyet Ýbn-i Sina'da deðil; çünki ibn-i zamandýr. Onu nâkýs býrakan, zamanýn noksaniyeti idi. Acaba bedihî deðil midir ki, Kolomb-u Zûfünun'un sebeb-i iþtiharý olan Yeni Dünya'nýn keþfi, faraza bu zamana kadar kalmýþ olsa idi; hiç kaptan arasýnda kýymeti olmayan bir kayýk sahibi de Yeni Dünya'yý eski dünyaya komþu etmeye muktedir olacaktý. Evvelki keþþafýn tebahhur-u fikrine ve mehaliki iktihamýna bedel, bir küçük sefine ile bir pusula kifayet edecekti. Fakat bununla beraber þimdi gelecek bir hakikatý nazar-ý dikkate almak lâzýmdýr. Þöyle ki: Mesail iki kýsýmdýr: Birisinde telahuk-u efkâr tesir eder. Belki ona mütevakkýftýr. Nasýlki maddiyatta büyük bir taþý kaldýrmak için teavün lâzýmdýr. Kýsm-ý diðerîde esas itibariyle telahuk ve teavün tesirsizdir. Bin de, bir de birdir. Nasýlki hariçte bir uçurum üzerinden atlamak veyahut bir dar yerden geçmekte küll ve küll-ü vâhid birdir. Teavün faide vermez. Bu kýyasa binaen fünunun bir kýsmý, büyük taþýn kaldýrýlmasý gibi teavüne muhtaçtýr. Bunlarýn ekseri, ulûm-u maddiyedendir. Diðer bir kýsmý, ikinci misale benzer. Tekemmülü def'î, yahut def'î gibi olur. Bu ise, aðlebi maneviyat veya ulûm-u Ýlahiyedendir. Lâkin eðer çendan telahuk-u efkâr bu kýsm-ý saninin mahiyetini taðyir ve tekmil ve tezyid edemez ise de; bürhanlarýn mesleklerine vuzuh ve zuhur ve kuvvet verir. Hem de nazar-ý dikkate almak lâzýmdýr ki: Kim bir þeyde çok tevaggul etse; galiben baþkasýnda gabileþmesine sebebiyet verir. Bu sýrra binaendir ki: Maddiyatta --- sh:»(Mu:18) -------------------------------------------------------------------------------------------- tevaggul eden, maneviyatta gabileþir ve sathî olur. Bu noktaya nazaran; maddiyatta mehareti olanýn maneviyatta hükmü hüccet olmasýna sebeb olmadýðý gibi, çok defa sözü dahi þâyan-ý istima' deðildir. Evet bir hasta; týbbý hendeseye kýyas ederek, tabibe bedelen mühendise müracaat edip gösterdiði ilâcý istimal eder ise; akrabasýna ta'ziye vermeye davet ve kendisi için kabristan-ý fenanýn hastahanesine nakl-i mekân etmek için bir raporu istemek demektir. Kezalik hakaik-i mahza ve mücerredat-ý sýrfeden olan maneviyatta, maddiyyunun hükümlerine müracaat ve fikirleriyle istiþare etmek, âdeta latife-i Rabbaniye denilen kalbin sektesini ve cevher-i nuranî olan aklýn sekeratýný ilân etmek demektir. Evet herþeyi maddiyatta arayanlarýn akýllarý gözlerindedir. Göz ise maneviyatý göremez... * * * Üçüncü Mukaddeme Ýsrailiyatýn bir taifesi ve hikmet-i Yunaniyenin bir kýsmý, daire-i Ýslâmiyet'e duhûl etmeleriyle, din süsüyle görünerek, efkârý ihtilâle verdiler. Þöyle ki: O necib kavm-i Arab, zaman-ý cahiliyette bir ümmet-i ümmiye idi. Vaktaki içlerinden hak tecelli edip istidad-ý hissiyatlarý uyandý da meydanda yol açan din-i mübini gördüklerinden umum raðabat ve meyilleri, yalnýz dinin marifetine inhisar eylediler. Fakat kâinata olan nazarlarý teþrihat-ý hikemiye nazarýyla deðil, belki istitraden yalnýz istidlal için idi. Onlarýn o hassas zevk-i tabiîlerine ilham eden, yalnýz onlarýn fýtratlarýna münasib olan geniþ ve ulvî muhitleri; ve safi ve müstaid olan --- sh:»(Mu:19) -------------------------------------------------------------------------------------------- fýtrat-ý asliyeleri talim ve terbiye eden yalnýz Kur'an idi. Bundan sonra kavm-i Arab sair akvamý bel'ettiði gibi, milel-i sairenin malûmatlarý dahi müslüman olmaya baþladýðýndan, muharrefe olan Ýsrailiyat ise Vehb, Kâ'b gibi ülema-i ehl-i kitabýn Ýslâmiyetlerinin cihetiyle Arablarýn hazain-i hayalâtýna bir mecra ve menfez bularak o efkâr-ý safiyeye karýþtýlar. Hem sonra da ihtiram dahi gördüler. Zira ülema-i ehl-i kitabdan Ýslâmiyet'e gelenler, Ýslâmiyet þerefiyle gayet celalet ve tekemmül ettiklerinden, malûmat-ý müzahrefe-i sâbýkalarý makbule ve müselleme gibi oldular, reddedilmedi. Çünki Ýslâmiyet'in usûlüne müsadim olmadýðýndan, hikâyat gibi rivayet olunur iken, ehemmiyetsizliði için tenkidsiz dinlenirler idi. Fakat hayfâ! Sonra hak olarak kabul edildiler, çok þübeh ve þükûkata sebebiyet verdiler. Hem de vaktaki þu Ýsrailiyat, Kitab ve Sünnet'in bazý îmaatlarýna merci ve bazý mefahimlerine bir münasebetle me'haz olabilirler idi. Fakat âyât ve hadîsin manalarý deðil. Belki faraza doðru olsalar idi, mâsadak ve efradýndan olmalarý mümkün olduðundan; sû'-i ihtiyarlarýyla baþka bir me'hazý bulmayan veya atf-ý nazar etmeyen zahirperestler, bazý âyât ve ehadîsi o hikâyat-ý Ýsrailiyeye tatbik ederek tefsir eylediler. Halbuki Kur'aný tefsir edecek, yine Kur'an ve hadîs-i sahihtir. Yoksa ahkâmý mensuh olduðu gibi, kýsasý dahi muharrefe olan Ýncil ve Tevrat deðildir. Evet mâsadak ile mana ayrýdýrlar. Halbuki mâsadak olmaya mümkün olan þey, mana yerine ikame olundu. Çok da imkânat vukuata karýþtýrýldý. Hem de vakta hikmet-i Yunaniyeyi müslüman etmek için Me'mun'un asrýnda tercüme olundu. Fakat pekçok --- sh:»(Mu:20) -------------------------------------------------------------------------------------------- esatîr ve hurafatýn menbaýndan çýkan o hikmet, bir derece müteaffine olduðundan safiye olan efkâr-ý Arabýn içlerine tedahül ettiðinden, bir derece efkârlarý karýþtýrdýðý gibi tahkikten taklide bir yol açtý. Hem de âb-ý hayat olan Ýslâmiyetten kariha-i fýtriyeleriyle istinbat etmeye kabil iken, o hikmetin telemmüzüne tenezzül ettiler. Evet nasýlki ihtilat-ý a'cam ile kelâm-ý Mudarî'nin melekesi fesada yüz tutmakla, muhakkikîn-i ülema o melekeyi muhafaza etmek için, ulûm-u Arabiyenin kavaidini tedvin ettiler. Öyle de þu hikmet ve Ýsrailiyat dahi daire-i Ýslâmiyete duhûlleriyle beraber, bazý nekkad-ý muhakkikîn-i Ýslâm temyiz ve tasfiyelerine teþebbüs ettiler. Fakat hayfa!. tamamýyla muvaffak olamadýlar. Ýþ bu kadar da kalmadý. Çünki tefsir-i Kur'an'a sarf-ý himmet edildiði vakit, bazý ehl-i zahir Kur'anýn nakliyatýný bazý Ýsrailiyata tatbik ve bir kýsým akliyatýný dahi hikmet-i mezbureye tevfik ettiler. Çünki gördüler ki, Kur'an makul ve menkule müþtemildir. Hadîs de öyle... Sonra kitab ve sünnetin bazý nakliyat-ý sadýkalarýyla ve bazý muharref Ýsrailiyatýn ortasýnda bir mutabakat ve münasebet istinbat ettiler. Hem de hakikî olan akliyatlarýyla mevhum ve mümevveh olan þu hikmet arasýnda bir müþabehet ve muvafakat tevehhüm eylediklerinden, þu mutabakat ve müþabeheti kitab ve sünnetin manalarýna tefsir ve maksadlarýna beyan zannedip hükmeylediler. Kellâ.. sümme kellâ!.. Zira Kitab-ý Mu'ciz-ül Beyan'ýn misdaký i'cazýdýr. Müfessiri eczasýdýr. Manasý içindedir. Sadefinde dürrdür, meder deðildir. Faraza bu mutabakatý izhar etmekten maksad, o þahid-i sadýkýn tezkiyesi --- sh:»(Mu:21) -------------------------------------------------------------------------------------------- için olsa da yine abestir. Zira Kur'an-ý Mübin, ona mekalid-i inkýyadý teslim eden öyle akýl ve naklin tezkiyelerinden pek yüksek ve ganidir. Çünki o, onlarý tezkiye etmezse; þehadetleri mesmu' olamaz. Evet Süreyya'yý serada deðil, semada aramak gerektir. Kur'an'ýn maânîsini de esdafýnda ara. Yoksa karmakarýþýk olan senin cebinden arama; zira bulamýyorsun. Bulsan da sikke-i belâgat olmadýðýndan Kur'an kabul etmez. Zira mukarrerdir: Asýl mana odur ki: Elfaz onu sýmahta boþalttýðý gibi zihne nüfuz ederek vicdan dahi teþerrüb etmekle, ezahir-i efkârý feyizyab eden þeydir. Yoksa baþka þeyin kesret-i tevaggulünden senin hayaline tedahül eden bazý ihtimalât.. veyahut hikmetin ebatîlinden ve hikâyatýn esatîrinden sirkat edip cepte doldurarak sonra âyât ve ehadîsin telâfifinde gizletmek, çýkartmak, elde tutmak, çaðýrmak ki: "Budur mana, geliniz, alýnýz" dediðin vakit alacaðýn cevab þudur: "Yahu!. Ýþte senin manan siliktir. Sikkesi takliddir, nekkad-ý hakikat reddeder. Sultan-ý i'caz dahi onu darb edeni tardeder. Sen âyet ve hadîsin nizamlarýna taarruz ettiðinden âyet þikayet edip hâkim-i belâgat senin hülyaný, senin hayalinde hapsedecektir. Ve müþteri-i hakikat dahi senin bu metaýný almayacaktýr. Zira diyecek: Âyetin manasý dürrdür. Bu ise mederdir. Hadîsin mefhumu mühec, bu hemecdir. Tenvir için bir darb-ý mesel: Kürdlerin emsal-i edebiyesindendir: Bir adamýn ismi Alo imiþ. Bal hýrsýzlýyordu. Ona denildi; hýrsýzlýðýn tebeyyün edecektir. O da aldatmak için bir boþ petekte yabancý arýlarý doldurup balý baþka yerden hýrsýzlar, küvarda --- sh:»(Mu:22) -------------------------------------------------------------------------------------------- saklýyor idi. Biri sual etse idi, derdi: "Bu, bal mühendisi olan arýlarýmýn san'atýdýr." Sonra da arýlarý ile konuþtuðu vakit müþterek bir lisan ile ²w¬8¬èö²w[¬ì¬ô²X¬;ö˜«:¬èö²o¬4ö²o¬4ö derdi. Yani: "Tanin sizden, bal benden..." Ey teþehhi ve heves ile tevil edici efendi! Bu teþbih ile teselli etme. Zira bu teþbih temsildir. Senin manan bal deðil, zehirdir. O elfaz arýlar deðil, belki kalb ve vicdana ervah-ý hakaiki vahyeden o kitab-ý kâmilin kelimatý melaike gibidirler. Hadîs, maden-i hayat ve mülhim-i hakikattýr. Elhasýl: Ýfrat gibi tefrit de muzýrdýr, belki daha ziyade. Fakat ifrat, tefrite sebeb olduðundan daha kabahatlidir. Evet ifrat ile müsamahanýn kapýsý açýldý. Çürük þeyler o hakaik-i âliyeye karýþtýðýndan; ehl-i tefrit ile insafsýz olan ehl-i tenkid, gayet haksýzlýk olarak þu çürük þeylerin yüzer misline olan hakaik-i âliye içinde gördüklerinden ürktüler, nefret ettiler. Hâþâ.. lekedar ve kýymetsiz zannettiler. Acaba defineye hariçten girmiþ bir silik para bulunsa veyahut bir bostanda baþka yerden düþmüþ olan çürük ve acý bir elma görünse, hak ve insaf mýdýr ki; umum defineyi kalp ve umum elmalarý acý zannedip vazgeçmekle lekedar edilsin... Hâtime Bu mukaddemeden maksadým, efkâr-ý umumiye bir tefsir-i Kur'an istiyor. Evet her zamanýn bir hükmü var. Zaman dahi bir müfessirdir. Ahval ve vukuat ise, bir --- sh:»(Mu:23) -------------------------------------------------------------------------------------------- keþþaftýr. Efkâr-ý âmmeye hocalýk edecek yine efkâr-ý âmme-i ilmiyedir. Bu sýrra binaen ve istinaden isterim ki: Müfessir-i azîm olan zamanýn taht-ý riyasetinde, herbiri bir fende mütehassýs muhakkikîn-ý ülemadan müntehab bir meclis-i meb'usan-ý ilmiye teþkili ile meþveret ile bir tefsiri te'lif etmekle, sair tefasirdeki münkasým olan mehasin ve kemalâtý mühezzebe ve müzehhebe olarak cem' etmelidirler. Evet meþrutiyettir, herþeyde meþveret hükümfermadýr. Efkâr-ý umumiye dahi didebandýr. Ýcma-i ümmetin hücciyeti, buna hüccettir. * * * Dördüncü Mukaddeme Þöhret, insanýn malý olmayaný da insana mal eder. Þöyle ki: Beþerin seciyelerindendir, garib veya kýymetdar bir þeyi asilzade göstermek için, o kýymetdar þeylerin cinsiyle müþtehir olan zâta nisbet ve isnad etmektir. Yani sözleri revac bulmak veya tekzib olunmamak veyahut baþka aðraz için, zalimane ve istibdadkârane, bir milletin netaic-i efkârýný veya mehasin-i etvarýný bir þahýsta görüp ondan bilirler. Halbuki o adamýn þanýndandýr, o hediye-i müstebidaneyi reddede... Zira güzel bir sýfat veya ulvî bir san'atla meþhur olan bir adam, hüsn-ü surînin maverasýný görmek þanýndan olan nazar-ý san'atperveranesine haksýz olarak ona isnad olunan emir arz edilip gösterilir ise; "Senin dest-i hattýndýr" denilir ise; o emir san'atýn tenasüb ve müvazenesinden nâþi olan güzelliðini ihlâl ettiði için, reddedip i'raz ve teberri edecektir. "Hâþâ ve kellâ" diyecektir. Bu seciyeye bina ile meþhur kaideye -"Birþey sabit olsa, levazýmýyla sabit olur."- istinaden insanlar o þahs-ý meþhurda tahayyülâtlarýna --- sh:»(Mu:24) -------------------------------------------------------------------------------------------- bir nizam verdirmek için muztardýrlar ki; çok kuvvet ve azamet ve zekâ gibi levazým-ý hârikulâdeyi isnad etsinler, tâ o þahsýn cümle mensubatýna merciiyeti mümkün olabilsin. O halde o adam bir u'cube olarak zihinlerinde tecessüm eder. Eðer istersen hayalât-ý Acemane içinde perverde olan Rüstem-i Zâl'in timsal-i manevîsine bak, gör.. ne u'cubedir! Zira þecaatle müþtehir olduðundan ve hiç Ýranîler tazyikatýndan kurtulamayan istibdad sýrrýyla ve þöhret kuvvetiyle Ýranîlerin mefahirini gasb u garat ederek büyülttü. Hayallerde büyüyüp þiþti. Yalan, yalana mukaddeme olduðu için þu hârikulâde þecaat hârikulâde bir ömür ve dehþetli bir kamet ve onlarýn levazým ve tevabi'leri olan çok emirleri toplayýp, içinde o hayal-i hâil na'ra vurarak "Ben nev'un münhasýrun fi'þ-þahs'ým" der. Gulyabanî gibi hurafatý arkasýna takarak, dillerin destanlarýnda dönüyor. Emsaline dahi meydan açar. Ey hakikatý çýplak görmek isteyen zât!.. Bu mukaddemeye dikkat et; zira hurafatýn kapýsý bu yerden açýlýr. Ve bab-ý tahkik dahi bunun ile seddolur. Hem de kýssadan hisse ve meyl-üt terakkiyle mütekaddimînin esaslarý üzerine bina ve seleflerin mevrusatýnda tasarruf ve ziyadeye cesaret bu þûristanda mahvolur. Eðer istersen meþhur Molla Nasreddin Efendi'ye de: "Bu garib sözler umumen senin midir?" Elbette sana diyecektir: "Þu sözler ciltleri dolduruyor. Epeyce ömür ister. Zira bütün sözlerim nevadirden deðildir. Ben hocayým. Onlarýn zekatýný da bana verseler razýyým ve kâfidir. Fazlasýný istemem. Zira zarafetimi tabiîlikten çýkarýp tasannua kalbeder." Yahu, bu kökten hurafat ve mevzuat biter ve tenebbüt eder ve doðru þeyin kuvvetini bitirir. --- sh:»(Mu:25) -------------------------------------------------------------------------------------------- Hâtime Ýhsan-ý Ýlahîden fazla ihsan, ihsan deðildir. Bir dane-i hakikat bir harman hayalâta müreccahtýr. Ýhsan-ý Ýlahî ile tavsifte kanaat etmek farzdýr. Cem'iyete dâhil olan, cem'iyetin nizamýný ihlâl etmemek gerektir. Bir þeyin þerefi neslinde deðildir, zâtýndadýr. Bir þeyin aslýný gösteren semeresidir. Birinin malýna baþka mal velev kýymetli de olsa karýþýrsa, malýný kýymetsiz ettiði gibi, haczetmesine dahi sebeb olur. Þimdi bu noktalara istinaden derim ki: Tergib veya terhib için avamperestane tervic ve teþvik ile bazý ehadîs-i mevzuayý Ýbn-i Abbas gibi zâtlara isnad etmek büyük bir cehalettir. Evet hak müstaðnidir. Hakikat ise, zengindir. Tenvir-i kulûba ziyalarý kâfidir. Müfessir-i Kur'an olan ehadîs-i sahiha bize kifayet eder. Ve mantýðýn mizanýyla tartýlmýþ olan tevarih-i sahihaya kanaat ederiz. * * * Beþinci Mukaddeme Mecaz, ilmin elinden cehlin eline düþse hakikate inkýlab eder, hurafata kapý açar. Þöyle ki: Mecazat ve teþbihat, ne vakit cehlin yesar-ý muzlimanesi, ilmin yemin-i nuranîsinden kaçýrýp gasbetse veyahut mecaz ile teþbih bir uzun ömür sürseler, hakikate inkýlab ederek taravet ve zülâlinden boþ olup, þarab iken serab ve nazenin ve hasna iken acuze-i þemtâ ve kocakarý olur. Evet mecaz þeffafiyetiyle þu'le-i hakikat ondan telemmu' eder. Fakat hakikata inkýlabýyla kesif olup, hakikat-ý asliyeyi münkesif eder. Lâkin bu tahavvül bir kanun-u fýtrîdir. --- sh:»(Mu:26) -------------------------------------------------------------------------------------------- Buna þahid istersen lügatýn teceddüd ve tegayyüratýnýn ve iþtirak ve teradüfün sýrlarýna müracaat et. Ýyi kulak versen iþiteceksin ki: Selefin zevklerine giden çok kelimatý veya hikâyatý veya hayalâtý veya maâni, ihtiyar ve zînetsiz olduklarýndan halefin heves-i þebabanelerine tevafuk etmediklerinden meyl-i teceddüde ve fikr-i icada ve cür'et-i taðyire sebeb olmuþlardýr. Bu kaide lügatta olduðu gibi, hayalât ve maâni ve hikâyatta dahi cereyan eder. Öyle ise herþeye zahire göre hükmetmemek gerektir. Muhakkikin þe'ni; gavvas olmak, zamanýn tesiratýndan tecerrüd etmek, mazinin a'makýna girmek, mantýðýn terazisiyle tartmak, herþeyin menbaýný bulmaktýr. Bu hakikate beni muttali eden, bir vakit sabavetimde ay tutuldu. Vâlidemden sual ettim. Dedi ki: "Yýlan Ay'ý yutmuþ." Dedim: "Neden daha görünüyor?" dedi ki: "Âsumanýn yýlaný nim-þeffaftýr." Ýþte bak: Nasýl teþbih hakikat olup hayluletiyle hakikat-ý hali münhasif etmiþtir. Zira mail-i kamer, mýntakat-ül büruc ile re's ve zenebde tekatu' ettiklerinden o iki daire-i mevhumeden iki kavisi, yýlanýn müradifi olan tinnîn ile ehl-i heyet bir teþbihe binaen tesmiye eylediler. Zâten ay re's veya zenebe ve güneþ dahi ötekisine gelirse; arzýn hayluletiyle inhisaf vuku bulur... Ey benim þu müþevveþ sözlerimden usanmayan zât! Bu mukaddemeye dahi dikkat et. Bir hurdebîn ile bak. Zira bu asýl üzerine pek çok hurafat ve hilafat tevellüd ederler. Mantýðý ve belâgatý rehber etmek gerektir. --- sh:»(Mu:27) -------------------------------------------------------------------------------------------- Hâtime Mana-yý hakikînin bir sikkesi olmak gerektir. O sikkeyi teþhis eden, makasýd-ý þeriatýn müvazenesinden hasýl olan hüsn-ü mücerreddir. Mecazýn cevazý ise, belâgatýn þeraiti tahtýnda olmak gerektir. Yoksa mecazý hakikat ve hakikatý mecaz suretiyle görmek, göstermek; cehlin istibdadýna kuvvet vermektir. Evet herþeyi zahire hamlettire ettire nihayet Zahiriyyun meslek-i müteassifesini tevlid etmek þanýnda olan meyl-üt tefrit ne derecede muzýr ise; öyle de herþeye mecaz nazarýyla baktýra baktýra nihayette Bâtýniyyunun mezheb-i bâtýlasýný intac etmek þe'ninde olan hubb-u ifrat dahi çok derece daha muzýrdýr. Hadd-i evsatý gösterecek, ifrat ve tefriti kýracak yalnýz felsefe-i þeriatla belâgat ve mantýk ile hikmettir. Evet hikmet derim, çünki hayr-ý kesîrdir. Þerri vardýr; fakat cüz'îdir. Usûl-i müsellemedendir ki: Þerr-i cüz'î için hayr-ý kesîri tazammun eden emri terk etmek, þerr-i kesîri iþlemek demektir. Ehvenüþþerri ihtiyar elzemdir. Evet eski hikmetin hayrý az, hurafatý çok, ezhan istidadsýz, efkâr taklid ile mukayyed, cehl avamda hükümferma olduklarýndan selef bir derece hikmetten nehyettiler. Fakat þimdiki hikmet ona nisbeten maddî cihetinde hayrý çok, yalaný az; efkâr dahi hür, marifet hükümfermadýr. Zâten her zamanýn bir hükmü olmak gerektir. * * * --- sh:»(Mu:28) -------------------------------------------------------------------------------------------- Altýncý Mukaddeme Meselâ: Tefsirde mezkûr olan herbir emir, tefsirden olmak lâzým gelmez. Ýlim ilme kuvvet verir. Tahakküm etmemek þarttýr. Þöyle müsellemattandýr ki: Hendese gibi bir san'atta mahir olan zât, týb gibi baþka san'atta âmi ve tufeylî ve dahîl olabilir. Ve kavaid-i usûliyedendir ki: Fakîh olmayan, velev ki usûl-ül fýkýhta müçtehid olsa, icma-ý fukahada muteber deðildir. Zira o, onlara nisbeten âmidir. Hem de hakaik-i tarihiyedendir ki: Bir þahýs çok fenlerde meleke sahibi ve mütehassýs olamaz. Ancak ferîd bir adam, dört veya beþ fenlerde mütehassýs olabilir. Umuma el atmak, umumu terk etmek demektir. Bir fende meleke, o fennin suret-i hakikiyesidir. Onunla temessül etmek gerektir. Zira bir fende mütehassýs ve malûmat-ý sairesini mütemmime ve meded verici etmez ise malûmat-ý periþanýndan bir suret-i acibe temessül edecektir. Tenvir için bir latife-i faraziyedir: Nasýlki baþka âlemden bu küreye gelen tasvirci bir nakkaþ farz olunsa; halbuki ne insaný ve ne insanýn gayrýsý, tam suretini görmemiþ belki herbirisinden bazý a'zasýný görmekle insanýn tasviri veyahut gördüðü eþyanýn umumundan bir sureti tasvir etmek isterse; meselâ: Ýnsandan gördüðü bir el, bir ayak, bir göz, bir kulak, yarý yüz ve burun ve amame gibi þeylerin terkibiyle bir insanýn timsali; yahut nazarýna tesadüf eden atýn kuyruðu, devenin boynunu; insanýn yüzünü, arslanýn baþý bir hayvanýn sureti yapsa; nasýlki imtizacsýzlýkla kabil-i hayat olmadýðý için þerait-i hayat böyle u'cubelere müsaid --- sh:»(Mu:29) -------------------------------------------------------------------------------------------- deðildir diyecekler ve nakkaþý müttehem edecekler. Þimdi bu kaide, fenlerde aynen cereyan eder. Çaresi odur ki: Bir fenni esas tutup sair malûmatýný avzen (1) ve zenav gibi yapmaktýr. Hem de âdât-ý müstemirredendir ki; kitab-ý vâhidde ulûm-u kesîre tezahüm eder. Zira ulûm birbirini intac ve birbirinin elini tutmakla teanuk ve tecavüb ettiklerinden o derecede iþtibak hasýl olur ki; bir fende te'lif olunan bir kitabda o fennin mesaili o kitabýn muhteviyatýna nisbeti ancak zekatý çýkabilir. Bu sýrdan gaflet iledir ki; bir þeriat veya bir tefsir kitabýnda istitraden derc olunmuþ bir mes'eleyi gören bir zahirperest veya mugalatacý bir adam der ki: "Þeriat ve tefsir böyle" der. Eðer dost olsa diyecek: "Bunu kabul etmeyen müslüman deðildir." Þayet düþman olsa, o bahane ile der: Þeriat veya tefsir (hâþâ) yanlýþ. Ey ifrat ve tefrit sahibleri!.. Tefsir ve þeriat baþkadýr, tefsir ve þeriatta te'lif olunan kitab yine baþkadýr. Zira kitab daha geniþtir. O dükkânda cevherden baþka kýymetsiz þeyler dahi bulunur. Eðer bunu fehmedebildin; hayse beyseden kurtulacaksýn. Dikkat et, nasýlki bir evin levazým-ý mütenevviasý yalnýz bir san'atkârdan alýnmaz, belki herbir hacette o san'atta mütehassýs olana müracaat olmak gerektir. Öyle de saadet-saray-ý kemalâtta o kanuna tatbik-i hareket etmek gerektir. Acaba görülmüyor mu ki; birinin saati kýrýlsa terziye saatimi dik dese; yuhadan baþka cevab var mýdýr?.. Ýþaret: Bu mukaddemenin üss-ül esasý budur ki: Sâni'-i Zülcelal'in hilkat-i âlemde cari ve taksim-ül a'mal (1): Kürdçedir. --- sh:»(Mu:30) -------------------------------------------------------------------------------------------- kaidesinden akan kanun-u tekemmül ve terakkide mündemiç olan rýza ve iþaretinin imtisali farz iken, itaat tamam edilmemiþtir. Þöyle: Kaide-i taksim-ül a'mali muktezi olan hikmet-i Ýlahiyenin dest-i inayetiyle beþerin mahiyetinde ekmiþ olduðu istidadat ve müyulatla þeriat-ý hilkatin farz-ül kifayesi hükmünde olan fünun ve sanayiin edasýna bir emr-i manevî vermiþken, sû'-i istimalimiz ile o istidaddan tevellüd eden meyle kuvvet ve meded verici olan þevki bu hýrs-ý kâzib ve þu re's-i riya olan meyl-üt tefevvuk ile zayi' edip söndürdük. Elbette isyan eden, cehenneme müstehak olur. Biz de bu hilkat denilen þeriat-ý fýtriyenin evamirine imtisal edemediðimizden cehennem-i cehl ile muazzeb olduk. Bu azabdan bizi kurtaracak, taksim-ül a'mal kanunuyla amel etmektir. Zira seleflerimiz taksim-ül a'malin ameli ile cinan-ý ulûma dâhil olmuþlardýr. Hâtime Bir gayr-ý müslim yalnýz mescide girmekle müslüman olmasýna kâfi olmadýðý gibi; tefsirin veya þeriatýn kitablarýna, hikmet veya coðrafya veya tarih gibi bir fennin mes'elesi girmesiyle tefsir veya þeriat olamaz. Hem de bir müfessir veya fakîh mütehassýs olmak þartýyla, hükmü yalnýz nefs-i þeriat ve tefsirde hüccettir. Yoksa tufeylî olarak izinsiz tefsir, þeriat kitablarýna girmiþ emirlerde hüccet deðildir. Zira onlarda tufeylî olabilir. Nâkile itab yoktur. Evet bir fende sözü hüccet olanýn sair fenlerde nakil veya dava cihetiyle hükmünü hüccet tutmak, taksim-ül mehasin ve tefrik-ül mesaî olan kanun-u Ýlahîsine vech-i rýza göstermemek demektir. --- sh:»(Mu:31) -------------------------------------------------------------------------------------------- Hem de mantýkça müsellemdir ki: Hüküm, mevzu ile mahmulün yalnýz vechün-mâ ile tasavvurlarýný iktiza eder. Ve onlarýn teþrihat-ý sairesi ise, o fenden deðildir. Baþka fennin mesailinden olmak gerektir. Hem de mukarrerdir ki; âmm, hassa delalat-ý selâsenin hiçbirisi ile delalet etmez. Meselâ: Tefsir-i Beyzavî'deö¬w²[«4«GÅM7!ö«w²[«" olan âyetinde Ermeniye ve Azerbeycan Daðlarýnýn mabeyninde olan teviline nazar-ý kat'î ile bakmak, en büyük mantýksýzlýktýr. Zira esasen nakildir. Hem de tayini Kur'an'ýn medlûlü deðildir. Tefsirden sayýlmaz. Zira o tevil, âyetin bir kaydýnýn baþka fenne istinaden bir teþrihidir. Binaenaleyh o müfessir-i celilin tefsirdeki meleke-i rasihasýna böyle zayýf noktalarý bahane tutmak, þübheleri îras etmek, insafsýzlýktýr. Ýþte asýl hakaik-i tefsir ve þeriat meydandadýr. Yýldýzlar gibi parlýyor. O hakaikteki vuzuh ve kuvvettir, benim gibi bir âcize cesaret veriyor. Ben de dava ederim: Tefsirin ve þeriatýn ne kadar hakaik-i esasiyesi varsa birer birer nazar-ý tedkike getirilse, görülür ki; hakikatten çýkýp hikmet ile tartýlýp hak olarak hakka munsarýftýr. Ne kadar þübheli noktalar varsa; umumen cerbezeli zihinlerden çýkýp sonra da onlara karýþmýþ. Kimin asl-ý hakikatlerine bir þübhesi varsa; iþte meydan kendini izhar etsin!.. * * * Yedinci Mukaddeme Mübalaða ihtilâlcidir. Þöyle ki: Beþerin seciyelerindendir, telezzüz ettiði þeyde meyl-üt tezeyyüd ve vasfettiði --- sh:»(Mu:32) -------------------------------------------------------------------------------------------- þeyde meyl-ül mücazefe ve hikâye ettiði þeyde meyl-ül mübalaða ile, hayali hakikata karýþtýrmaktýr. Bu seciye-i seyyie ile iyilik etmek, fenalýk etmek demektir. Bilmediði halde tezyidinden noksan, ýslahýndan fesad, medhinden zemm, tahsininden kubh tevellüd eder. Zira müvazenet ve tenasübden naþi olan hüsnü, hQ²L« Hasýl-ý kelâm: Her muhibb-i dine ve âþýk-ý hakikata lâzýmdýr: Herþeyin kýymetine kanaat etmek ve mücazefe ve tecavüz etmemektir. Zira mücazefe kudrete iftiradýr ve "Daire-i imkânda daha ahsen yoktur" olan sözü, Ýmam-ý Gazalî'ye dediren hilkatteki kemal ve hüsne adem-i kanaattýr ve istihfaf demektir. --- sh:»(Mu:33) -------------------------------------------------------------------------------------------- Ey muhatab efendi! Bazan bürhanýn hizmetini temsil de görüyor. Öyleyse bak nasýl elmas, altun, gümüþ, rasas, hadîd ilh... herbirinin birer kýymet ve hâsiyet-i mahsusasý vardýr ve mütehaliftir. Öyle de: Dinin makasýdý, kýymet ve edillece mütefavittir. Birinin yeri hayal olsa, ötekinin vicdandýr. Beriki, sýrrýn sýrrýndadýr. Evet ticarette bir fels veya on para yerinde bir elmas veya bir altunu verse, nasýl sefahetine hüküm ve tasarruftan haczolunur. Aks-i kaziyye ile olsa, pek yerinde yuha iþitecek. Ve tüccar olmaya bedel, hayyal bir maskara olduðu gibi. Kezalik hakaik-i diniyeyi temyiz etmeyen ve herbirisine müstehak olduðu hak ve itibarý vermeyen ve her hükümde þeriatýn sikkesini tanýmayan, hattâ o fabrika-i muazzamadaki eczalar, herbiri mihveri üzerinde hareketine sekte veren gayr-ý mümeyyizler, herbiri bir acemî adama benzer ki; gayet muntazam ve cesîm bir makina içinde küçük ve latif bir çarký görüyor ki, hareket ve vaziyette büyük çarklara nazar-ý sathîsince münasib görünmediðinden, makine fenninde behresizliðiyle beraber, gurur-u nefs nazar-ý sathîsini iðfal ile aldatarak, ýslah niyetiyle vaz'-ý muntazamadan taðyire teþebbüs edip bilmediði halde fabrikayý herc ü merc eder, baþýný yer... Elhasýl: Þeriatýn herbir hükmünde Þâri'in bir sikke-i itibarý vardýr. O sikkeyi okumak lâzýmdýr. Sikkenin kýymetinden baþka o hüküm herþeyden müstaðnidir. Hem de lafz-perdazane ve mübalaða-cûyane ve ifratperveranelerin tezyin ve tasarruflarýndan bin derece müstaðnidir. Dikkat olunsun ki, böyle mücazifler nasihat ettikleri vakitte nazar-ý hakikatte ne derece çirkin oluyorlar. Ezcümle: Bunlardan birisi bir mecma'-ý azîmde müskirattan tenfir --- sh:»(Mu:34) -------------------------------------------------------------------------------------------- yolunda zecr-i þer'î ile kanaat etmeden öyle birþey demiþ ki, yazmasýndan ben hicab ettim. Yazdýktan sonra çizdim. Ey herif!. Bu sözlerinle þeriata adavet ediyorsun. Faraza sadîk olsan, sadîk-ý ahmak olursun. Adüvv-üd dinden daha muzýrsýn. Hâtime Ey hariçten ve uzaktan Ýslâmiyeti tenkid etmeye çalýþan insafsýzlar! Aldanmayýn.. muhakeme edin.. nazar-ý sathî ile iktifa etmeyiniz... Zira þu sizin bahanelerinize sebeb olanlar, lisan-ý þeriatte ülema-i sû' ile müsemmadýrlar. Onlarýn müvazenesizlik, zahirperestliklerinden neþ'et eden hicabýn maverasýna bakýnýz. Göreceksiniz ki: Herbir hakikat-ý Ýslâmiye necm-i münir gibi bürhan-ý neyyirdir. Nakþ-ý ezel ve ebed üzerinde görünüyor. Evet kelâm-ý ezelîden gelen ebede gidecektir. Fakat esefa! Hubb-u nefis ve tarafdar-ý nefis ve acz ve enaniyetten neþ'et eden teberri-i nefs ile kendi kabahatini baþkasýna atýyor. Þöyle yanlýþa muhtemel olan sözünü veya hataya kabil olan fiilini, bir büyük zâta veyahut muteber bir kitaba, hattâ bazan dine, çok defa hadîse, en nihayet kadere isnad etmekle, kendini teberri etmek istiyor. Hâþâ sümme hâþâ... Nurdan zulmet gelmez. Kendi âyinesinde görülen yýldýzlarý setretse de, semadaki yýldýzlarý setredemez. Fakat kendi göremez. Ey mu'teriz aða!.. Aðlamak isteyen çocuk gibi veya intikam isteyen kînedar düþman gibi bahane mahane aramakla hilaf-ý þeriatla vücuda gelen ahvali ve sû'-i tefehhümden neþ'et eden þübehatý sened tutmak, Ýslâmiyete leke getirmek pek büyük insafsýzlýktýr. Zira bir müslimin herbir sýfatý Ýslâmiyetten neþ'et etmek lâzým gelmez. * * * --- sh:»(Mu:35) -------------------------------------------------------------------------------------------- Sekizinci Mukaddeme Temhid: Þu gelen uzun mukaddemeden usanma. Zira nihayeti, nihayet derecede mühimdir. Hem de þu gelen mukaddeme, her kemali mahveden ye'si öldürür. Ve herbir saadetin mayesi olan ümidi hayatlandýrýr. Ve mazi baþkalara ve istikbal bize olacaðýna beþaret verir. Taksime razýyýz. Ýþte mevzuu: Ebna-yý maziyle ebna-yý müstakbeli müvazene etmektir. Hem de mekatib-i âliyede elif ve bâ okunmuyor. Mahiyet-i ilim bir dahi olsa, suret-i tedrisi baþkadýr. Evet mazi denilen mekteb-i hissiyatla, istikbal denilen medrese-i efkâr bir tarzda deðildir. Evvelâ: Ebna-yý maziden muradým, Ýslâmlarýn gayrýsýndan onuncu asýrdan evvel olan kurûn-u vustâ ve ûlâdýr. Amma millet-i Ýslâm, üçyüz seneye kadar mümtaz ve serfiraz ve beþyüz seneye kadar filcümle mazhar-ý kemaldir. Beþinci asýrdan onikinci asra kadar ben maziyle tabir ederim, ondan sonra müstakbel derim. Bundan sonra malûmdur ki: Ýnsanda müdebbir-i galib, ya akýl veya basardýr. Tabir-i diðer ile ya efkâr veya hissiyattýr. Veyahut ya haktýr veya kuvvettir. Veyahut ya hikmet veya hükûmettir. Veyahut ya müyulat-ý kalbiyedir veya temayülat-ý akliyedir. Veyahut ya heva veya hüdadýr. Buna binaen görüyoruz ki: Ebna-yý mazinin bir derece safi olan ahlâk ve hâlis olan hissiyatlarý galebe çalarak gayr-ý münevver olan efkârlarýný istihdam ederek þahsiyat ve ihtilafat meydaný aldý. Fakat ebna-yý müstakbelin bir derece münevver olan efkârlarý heves ve þehvetle muzlim olan hissiyatlarýna galebe ederek emrine müsahhar eylediðinden, hukuk-u umumiyenin hükümferma olacaðý muhakkak oldu. Ýnsaniyet bir derece tecelli etti. Beþaret veriyor ki: Asýl insaniyet-i kübra --- sh:»(Mu:36) -------------------------------------------------------------------------------------------- olan Ýslâmiyet, sema-i müstakbelde ve Asya'nýn cinaný üzerinde bulutsuz güneþ gibi pertev-efþan olacaktýr. Vakta ki mazi derelerinde hükümferma olan garaz ve husumet ve meyl-üt tefevvuku tevlid eden hissiyat ve müyulat ve kuvvet idi. O zamanýn ehlini irþad için iknaiyat-ý hitabiye kâfi idi. Zira hissiyatý okþayan ve müyulata tesir ettiren, müddeayý müzeyyene ve þaþaalandýrmak veyahut hâile veya kuvve-i belâgatla hayale me'nus kýlmak, bürhanýn yerini tutar idi. Fakat bizi onlara kýyas etmek, hareket-i ric'iyye ile o zamanýn köþelerine sokmak demektir. Herbir zamanýn bir hükmü var. Biz delil isteriz, tasvir-i müddea ile aldanmayýz. Vakta ki hal sahrasýnda istikbal daðlarýna daima yaðmur veren hakaik-i hikmetin maden-i tebahhuratý efkâr ve akýl ve hak ve hikmet olduklarýndan ve yeni tevellüde baþlayan meyl-i taharri-i hakikat ve aþk-ý hak ve menfaat-ý umumiyeyi menfaat-ý þahsiyeye tercih ve meyl-i insaniyetkâraneyi intac eyleyen berahin-i katýadan baþka isbat-ý müddea birþeyle olmaz... Biz ehl-i haliz, namzed-i istikbaliz. Tasvir ve tezyin-i müddea, zihnimizi iþba' etmiyor. Bürhan isteriz. Biraz da iki sultan hükmünde olan mazi ve istikbalin hasenat ve seyyiatlarýný zikredelim. Mazi ülkesinde ekseriyetle hükümferma, kuvvet ve heva ve tabiat ve müyulat ve hissiyat olduðundan; seyyiatýndan biri, herbir emirde, -velev filcümle olsun- istibdad ve tahakküm var idi. Hem de meslek-i gayra husumete, kendi mesleðine iltizam ve muhabbetten daha ziyade ihtimam olunur idi. Hem de bir þahsa husumetin, baþkasýnýn muhabbeti suretinde --- sh:»(Mu:37) -------------------------------------------------------------------------------------------- tezahürü idi. Hem de keþf-i hakikata mani olan iltizam ve taassub ve tarafdarlýðýn müdahaleleri idi. Hasýl-ý kelâm: Müyulat muhtelife olduklarýndan tarafdarlýk hissi, herþeye parmak vurmak ile ihtilafatla ihtilâl çýkarýldýðýndan, hakikat ise kaçýp gizlenirdi. Hem de istibdad-ý hissiyatýn seyyielerindendir ki: Mesalik ve mezahibi ikame edecek, galiben taassub veya tadlil-i gayr veya safsata idi. Halbuki üçü de nazar-ý þeriatta mezmum ve uhuvvet-i Ýslâmiyeye ve nisbet-i hemcinsiyeye ve teavün-ü fýtrîye münafîdir. Hattâ o derece oluyor; bunlardan biri taassub ve safsatasýný terkederek nâsýn icma' ve tevatürünü tasdik ettiði gibi, birden mezheb ve mesleðini tebdil etmeye muztar kalýyor. Halbuki taassub yerinde hak ve safsata yerinde bürhan ve tadlil-i gayr yerinde tevfik ve tatbik ve istiþare ederse, dünya birleþse hak olan mezheb ve mesleðini bir parça tebdil edemez. Nasýlki zaman-ý saadette ve selef-i sâlihîn zamanlarýnda hükümferma hak ve bürhan ve akýl ve meþveret olduklarýndan, þükûk ve þübehatýn hükümleri olmaz idi. Kezalik görüyoruz ki: Fennin himmetiyle, zaman-ý halde filcümle, inþâallah istikbalde bitamamihi hükümferma kuvvete bedel hak ve safsataya bedel bürhan ve tab'a bedel akýl ve hevaya bedel hüda ve taassuba bedel metanet ve garaza bedel hamiyet ve müyulat-ý nefsaniyeye bedel temayülat-ý ukûl ve hissiyata bedel efkâr olacaklardýr; karn-ý evvel ve sâni ve sâlis'teki gibi ve beþinci karn'a kadar filcümle olduðu gibi. Beþinci asýrdan þimdiye kadar kuvvet hakký maðlub eylemiþ idi. Saltanat-ý efkârýn icra-yý hasenesindendir ki: Hakaik-i Ýslâmiyetin güneþi, evham ve hayalât bulutlarýndan kurtulmuþ, --- sh:»(Mu:38) -------------------------------------------------------------------------------------------- her yeri tenvire baþlamýþtýr. Hattâ dinsizlik bataklýðýnda taaffün eden adamlar dahi o ziya ile istifadeye baþlamýþtýrlar. Hem de meþveret-i efkârýn mehasinindendir ki: Makasýd ve mesalik, bürhan-ý katý' üzerine teessüs ve her kemale mümidd olan hakk-ý sabit ile hakaiki rabteylemesidir. Bunun neticesi; bâtýl, hak suretini giymekle efkârý aldatmaz. Ey ihvan-ý müslimîn!.. Hal, lisan-ý hal ile bize beþaret veriyor ki: Sýrr-ý u¬0@«A²7!ö«s«;«+ö«:öÇs«E²7!ö«š@«%ö²G«5öboynunu kaldýrmýþ, el ile istikbale iþaret edip, yüksek ses ile ilân ediyor ki: Dehre ve tabayi'-i beþere, damen-i kýyamete kadar hâkim olacak, yalnýz âlem-i kevnde adalet-i ezeliyenin tecelli ve timsali olan hakikat-ý Ýslâmiyettir ki, asýl insaniyet-i kübra denilen þey odur. Ýnsaniyet-i suðra denilen mehasin-i medeniyet, onun mukaddemesidir. Görülmüyor mu ki: Telahuktan neþ'et eden tenevvür-ü efkâr ile topraða benzeyen evham ve hayalâtý hakaik-i Ýslâmiyenin omuzu üzerinde hafifleþtirmiþtir. Bu hal gösteriyor ki: Nücum-u sema-yý hidayet olan o hakaik tamamen inkiþaf ve tele'lü' ve lem'a-nisar olacaktýr. ¬š!«G²2«²!ö¬¿x9!ö¬v²3«*ö]«V«2 Eðer istersen istikbal içine gir, bak! Hakikatlerin meydanýnda hikmetin taht-ý nezaret ve murakabesinde teslis içinde tevhidi arayanlar, safsata ederek asýl tevhid-i mahz ve itikad-ý kâmil ve akl-ý selim kabul ettiði akide-i hak ile mücehhez ve seyf-i bürhan ile mütekallid olanlarla mübareze ve muharebe ederse; nasýl birden maðlub ve münhezim oluyor... --- sh:»(Mu:39) -------------------------------------------------------------------------------------------- Kur'an'ýn üslûb-u hakîmanesine yemin ederim ki: Nasara'yý ve emsalini havalandýrarak dalalet derelerine atan, yalnýz aklý azl ve bürhaný tard ve ruhbaný taklid etmektir. Hem de Ýslâmiyeti daima tecelli ve inbisat-ý efkâr nisbetinde hakaiki inkiþaf ettiren, yalnýz Ýslâmiyetin hakikat üzerinde olan teessüs ve bürhan ile takallüdü ve akýl ile meþvereti ve taht-ý hakikat üstünde bulunmasý ve ezelden ebede müteselsil olan hikmetin desatirine mutabakat ve muhakâtýdýr. Acaba görülmüyor: Âyâtýn ekser fevatih ve havatiminde nev'-i beþeri vicdana havale ve aklýn istiþaresine hamlettiriyor. Diyor: «–:hP²X« «–:hÅ6«H«B« «–xV¬T²Q« Ben dahi derim: ¬Æ@«A²7«²!ö]¬7:!ö@« Hâtime ¬Æ@«A²7«²!ö]¬7:!ö@« * * * --- sh:»(Mu:40) -------------------------------------------------------------------------------------------- Dokuzuncu Mukaddeme Ukûl-ü selime yanýnda muhakkaktýr ki: Hilkatte hayýr asýl, þer ise tebaîdir. Hayýr küllî, þer cüz'îdir. Þöyle görünüyor ki: Âlemin herbir nev'ine dair bir fen teþekkül etmiþ ve etmektedir. Fen ise, kavaid-i külliyeden ibarettir. Külliyet-i kaide ise, o nev'de olan hüsn-ü intizamýna keþþaftýr. Demek cemi' fünun, hüsn-ü intizama birer þahid-i sadýktýr. Evet külliyet intizama delildir. Zira birþeyde intizam olmazsa, hüküm külliyetiyle cereyan edemez. Çok istisnaâtýyla periþan oluyor. Bu þahidleri tezkiye eden, nazar-ý hikmetle istikra-i tâmmdýr. Fakat bazan intizam görülmüyor. Çünki dairesi, ufk-u nazardan daha geniþ, tamamen tasavvur ve ihata olunmadýðý için, nizamýn tasvir-i bîmisali kendini gösteremiyor. Binaenaleyh umum fünunun þehadetleriyle ve nazar-ý hikmetten neþ'et eden istikra-i tâmmýn tasdikýyla sabittir ki: Hilkat-ý âlemde maksud-u bizzât ve galib-i mutlak, yalnýz hüsün ve hayr ve hak ve kemaldir. Amma þer ve kubh ve bâtýl ise; tebaiye ve maðlube ve maðmuredirler. Eðer çendan savlet etseler de muvakkattýr. Hem de sabittir ki: Ekrem-i halk benî-âdemdir. Ýstidadý ve san'atý buna þahiddir. Hem de benî-âdemin en eþrefi, ehl-i hak ve hakikat olan doðru Müslümanlardýr. Hakaik-i Ýslâmiyet buna þehadet ettiði gibi istikbalin vukuatý da tasdik edecektir. Hem de sabittir ki: Ekmel-i küll Muhammed'dir (Aleyhissalâtü Vesselâm). Mu'cizatý ve ahlâk-ý kâmilesi þehadet ettiði gibi, muhakkikîn-i nev'-i beþer de tasdik ederler. Hattâ a'dasý da teslim ediyorlar ve etmeye mecburdurlar. Vakta ki bu böyle, þu þöyle ve o öyledir. Acaba nev'-i beþer þekavetiyle o fünunlarýn þehadetini cerh ve istikra-i --- sh:»(Mu:41) -------------------------------------------------------------------------------------------- tâmmý nakz ve ibtal ve meþiet-i Ýlahiyesinin karþýsýnda temerrüd, taannüde muktedir olacak mýdýr? Kellâ, muktedir olmaz ve olamaz. Âdil ve Hakîm-i Mutlak'ýn Rahman ve Rahîm ismine kasem ederim: Nev'-i beþer, þer ve kubh ve bâtýlý, zahmetsiz yani (biselâmet-il emr) ile hazmedemeyecektir. Hem de hikmet-i Ýlahiye müsaade etmeyecektir. Evet hukuk-u umumiye-i kâinata cinayet eden afvolunmaz, râh-ý adem verilmez. Evet binler sene þerrin galebesi yalnýz bu dünyada en ekall bin sene maðlubiyet-i mutlaka ile netice verecektir. Âlem-i uhrada hayýr, þerri i'dam-ý ebedî ile mahkûm edecektir. Yoksa âlemin muntazama ve mükemmele ve evamir-i Ýlahiyeye mutia olan sair enva' ve ecnas; bu periþan ve þekavetçi olan nev'-i beþeri kendileri içinde kabul etmeyerek, hukuk-u vücuddan iskat ve zulmethane-i ademe nefy ve vazife-i hilkatten tardetmek, iktiza ve arz-ý hal edeceklerdir. Bu ise bütün istidadat-ý beþeriyeyi ve âlemde saltanat sürmek ve âhirette saadet-i ebediyeye mazhar olmak için mücehhez edilen kabiliyatý ve müyulatý abes ve beyhude olmaklýðý istilzam eder. Abes ise istikra-i tâmma münakýz olduðu gibi Sâni'-i Hakîm'in hikmetine dahi muarýz ve Nebiyy-i Sadýk'ýn hükmüne de muhaliftir. Evet istikbal bu davalarýn bir kýsmýný tasfiye edecektir. Fakat tamam tasfiyesi ise âhirette görülecektir. Þöyle: Eþhastan kat'-ý nazar, nev'î ve umumî hüsn ve hakkýn meydan-ý galebesi istikbaldir. Biz ölsek, milletimiz bâkidir. Kýrk sene ile razý deðiliz. En ekall bin sene galebeyi isteriz. Lâkin hem þahsî, hem umumî, hem cüz'î, hem küllî olan hüsn, hak ve hayýr ve kemalin meydan-ý galebesi ve mahkeme-i kübrasý; ve beþeri, sair ihvaný olan kâinat-ý --- sh:»(Mu:42) -------------------------------------------------------------------------------------------- muntazama gibi tanzim ve istidadýyla mütenasib tecziye ve mükâfat veren, yalnýz dâr-ý âhirettir. Zira onda hak ve adalet-i mahza tecelli edecektir. Evet bu dar dünya, beþerin cevherinde mündemiç olan istidadat-ý gayr-ý mahdude ve ebed için mahluk olan müyulat ve arzularýnýn sünbüllenmesine müsaid deðildir. Beslemek ve terbiye için baþka âleme gönderilecektir. Ýnsanýn cevheri büyüktür, mahiyeti âliyedir, cinayeti dahi azîmdir. Ýntizamý da mühimdir, sair kâinata benzemez; intizamsýz olamaz. Evet ebede namzed olan büyüktür; mühmel kalamaz, abes olamaz. Fena-i mutlak ile mahkûm olamaz. Adem-i sýrfa kaçamaz. Cehennem aðzýný, Cennet dahi aðuþ-u nazendaranesini açýp bekliyorlar. Hâtime Ýslâm'ýn ve Asya'nýn istikbali, uzaktan gayet parlak görünüyor. Çünki Asya'nýn hâkim-i evvel ve âhiri olan Ýslâmiyetin galebesi için dört-beþ mukavemet-sûz kuvvetler ittifak ve ittihad etmektedirler. Birinci Kuvvet: Maarif ve medeniyet ile mücehhez olan Ýslâmiyetin kuvvet-i hakikiyesidir. Ýkincisi: Tekemmül-ü mebadi ve vesaitle mücehhez olan ihtiyac-ý þediddir. Üçüncüsü: Asya'yý gayet sefalette, baþka yerleri nihayet refahette görmekten neþ'et eden tenebbüh-ü tâm ve teyakkuz-u kâmil ile mücehhez olan gýbta ve rekabet ve kin-i muzmerdir. Dördüncüsü: Ehl-i tevhidin düsturu olan tevhid-i kelime ve zeminin hasiyeti olan itidal ve ta'dil-i mizac ve zamanýn ziyasý olan tenevvür-ü ezhan ve medeniyetin kanunu --- sh:»(Mu:43) -------------------------------------------------------------------------------------------- olan telahuk-u efkâr ve bedeviyetin lâzýmý olan selâmet-i fýtrat ve zaruretin semeresi olan hafiflik ve cür'et-i teþebbüs ile mücehhez olan istidad-ý fýtrîdir. Beþincisi: Bu zamanda maddeten terakkiye mütevakkýf olan i'la-yý kelimetullah; Ýslâmiyetin emriyle ve zamanýn ilcaatýyla ve fakr-ý þedidin icbarý ile ve her arzuyu öldüren ye'sin ölmesiyle hayat bulan ümid ile mücehhez olan arzu-yu medeniyet ve meyl-i teceddüddür. Ve bu kuvvetlere yardým etmek için ecanib içine ihtilâl veren ve medeniyetleri ihtiyarlandýran mesavi-i medeniyetin mehasinine galebesidir. Ve sa'yin sefahete adem-i kifayetidir. Bunun iki sebebi vardýr: Birincisi: Din ve fazileti düstur-u medeniyet etmemeklikten neþ'et eden müsaade-i sefahet ve muvafakat-ý þehvet-i nefistir. Ýkincisi: Hubb-üþ þehevat ve diyanetsizliðin neticesi olan merhametsizlikten neþ'et eden maiþetteki müdhiþ müsavatsýzlýktýr. Evet þu diyanetsizlik Avrupa medeniyetinin iç yüzünü öyle karýþtýrmýþ ki; o kadar fýrak-ý fesadiyeyi ve ihtilâliyeyi tevlid etmiþ. Faraza habl-ül metin-i Ýslâmiye ve sedd-i Zülkarneyn gibi þeriat-ý garranýn hakikatýna iltica ve tahassun edilmezse, bu fýrak-ý fesadiye, onlarýn âlem-i medeniyetlerini zîr ü zeber edeceklerdir. Nasýlki þimdiden tehdid ediyorlar. Acaba hakikat-ý Ýslâmiyenin binler mesailinden yalnýz zekat mes'elesi, düstur-u medeniyet ve muavenet olursa, bu belaya ve yýlanýn yuvasý olan maiþetteki müdhiþ müsavatsýzlýða deva-i þâfî olmayacak mýdýr? Evet en mükemmel ve bozulmaz bir deva olacaktýr. Eðer denilse: Þimdiye kadar Avrupa'yý galib ettiren sebeb, bundan sonra neden etmesin? --- sh:»(Mu:44) -------------------------------------------------------------------------------------------- Cevab: Bu kitabýn mukaddemesini mütalaa et. Sonra buna da dikkat et. Sebeb-i terakkisi, herþeyi geç almak ve geç de býrakmak ve metanet etmek þe'ninde olan bürudet-i memleket ve mekân ve meskenin darlýðý ve sâkinlerin kesretinden neþ'et eden fikr-i marifet ve arzu-yu san'at ve deniz ve maden ve sair vesaitin müsaadesiyle hasýl olan teavün ve telahuk idi. Fakat þimdi tekemmül-ü vesait-i nakliye ile âlem bir þehr-i vâhid hükmüne geçtiði gibi, matbuat ve telgraf gibi vesait-i muhabere ve müdavele ile ehl-i dünya bir meclisin ehli hükmündedir. Velhasýl: Onlarýn yükleri aðýr, bizimki hafif olduðundan yetiþip geçeceðiz. Eðer tevfik refik ola... Hâtimenin Hâtimesi Asya'nýn bahtýný, Ýslâmiyetin taliini açacak yalnýz meþrutiyet ve hürriyettir. Fakat þeriat-ý garranýn terbiyesinde kalmak þartýyla... Tenbih: Mehasin-i medeniyet denilen emirler, þeriatýn baþka þekle çevrilmiþ birer mes'elesidir... * * * Onuncu Mukaddeme Bir kelâmda, her fehme gelen þeylerde mütekellim muahaze olunmaz. Zira mesûk-u lehülkelâmdan baþka mefhumlar irade ile deruhde eder. Ýrade etmezse, itab olunmaz. Fakat garaz ve maksada mutlaka zâmindir. Fenn-i beyanda mukarrerdir: Sýdk ve kizb, mütekellimin kasd ve garazýnýn arkasýnda gidiyorlar. Demek maksud ve mesâk-ý kelâmda olan muahaze ve tenkid mütekellime aittir. Fakat kelâmýn müstetbeatý tabir olunan telvihat ve --- sh:»(Mu:45) -------------------------------------------------------------------------------------------- telmihatýnda ve suver-i maânî ve tarz-ý ifade ve maânî-i ûlâ tabir olunan vesail ve üslûb garazýnda olan günah ve muahaze; mütekellimin zimmetinde deðil, belki örf ve âdete ve kabul-ü umumîye aittir. Zira tefhim için, kabul-ü umumî ve örf, ihtiram olunur. Hem de eðer hikâye ise, halel ve hata mahkiyyun anh'a aittir. Evet mütekellim suver ve müstetbeatta muahaze olunmaz. Zira onlara el atmak, semeratýný almak için deðildir. Belki daha yukarý makasýdýn dallarýna çýkmak içindir. Eðer istersen kinaî þeylere dikkat et. Meselâ: "Filanýn kýlýncýnýn bendi uzundur" ve "Ramadý çoktur" denildiði vakit, o adam uzun ve sahî ola... Ramad ve kýlýncý hiç olmazsa da kelâm sadýktýr. Eðer istersen misal ve müsül-i faraziyeye dikkat et. Göreceksin: Ýþtihardan neþ'et eden kýymet ve kuvvet ile müdavele-i efkâr ve akýllar arasýnda sefarete müstaid oluyorlar. Hattâ Mesnevî sahibi ve Sa'dî-i Þirazî gibi en doðru müellif ve en muhakkik hakîm, o müsül-i faraziyeyi istihdam ve istimal etmelerinden, müþahhat görmemiþlerdir. Eðer bu sýr sana göründü ve ýþýklandý: Mumunu ondan yandýr, kýssat ve hikâyetin köþelerine git. Zira cüz'de cari olan, bazan küllde dahi cari olabilir... Tenbih: Üçüncü Makale'de müþkilât ve müteþabihat-ý Kur'aniyeye dair bir kaide gelecektir. Ýktiza-i makam ile þimdilik bir nebzesini zikredeceðiz. Þöyle: Vakta ki, Kitab-ý Hakîm'den maksud-u ehemm, ekseriyeti teþkil eden cumhurun irþadý idi. Çünki havass, avamýn mesleðinden istifade edebilirler. Fakat avam ise, havassa hitab olunan kelâmý hakkýyla fehmedemezler. Halbuki cumhur ise ekseri avam ve avam ise me'lufat ve mütehayyelatýndan --- sh:»(Mu:46) -------------------------------------------------------------------------------------------- tecerrüd edip hakikat-ý mahza ve mücerredat-ý sýrfeyi çýplak olarak göremezler. Fakat görmekleri temin edecek yalnýz zihinlerinin te'nisi için, me'luf olan ziyy ve libas ile mücerredat arz-ý endam etmektir. Tâ mücerredatý, suver-i hayaliye arkasýnda temaþa etmekle görüp tanýsýn. Öyle ise hakikat-ý mahza, me'luflerini giyecektir. Fakat surete hasr-ý nazar etmemek gerektir. Bu sýrra binaendir: Esalîb-i Arabda ukûl-ü beþere olan tenezzülât-ý Ýlahiye tabir olunan müraat-ý efham ve mümaþat-ý ezhan, Kur'an-ý Mu'ciz-ül Beyan'da cereyan etti. Ezcümle: ¬Š²h«Q²7!ö]«V«2ö›«x«B²,@«4 ve ö²v¬Z Hâtime Sa'b olan bir kelâmýn iðlak ve iþkali, ya lafýz ve üslûbun periþanlýðýndan neþ'et eder -bu kýsým Kur'an-ý Vâzýh-ul Beyan'a yanaþmamýþtýr- veyahut mananýn dakik, derin veyahut kýymetdar veyahut gayr-ý me'luf, gayr-ý mebzul olduðundan güya fehme karþý nazlanmak ve þevki arttýrmak için kendini göstermemek ve kýymet ve ehemmiyet vermek ister; müþkilât-ý Kur'aniye bu kýsýmdandýr. --- sh:»(Mu:47) -------------------------------------------------------------------------------------------- Tenbih: Hadîs-i þerifte vârid olduðu gibi her âyetin birer zahir ve bâtýn ve her zahir ve bâtýnýn birer hadd ve muttala'ý ve her hadd ve muttala'ýn çok þücun ve gusûnu vardýr. Ulûm-u Ýslâmiye buna þahiddir. Bu meratibin herbirinin birer derecesi, birer kýymeti, birer makamý vardýr; temyiz lâzýmdýr. Lâkin tezahüm yoktur. Fakat iþtibak iþtibahý intac eder. Nasýl daire-i esbab daire-i akaide karýþtýrýlsa; ya tevekkül namýyla bir betalet veya müraat-ý esbab namýyla bir itizali intac eder. Öyle de devair ve meratib tefrik olunmazsa, böyle neticeleri verir. * * * Onbirinci Mukaddeme Kelâm-ý vâhidde ahkâm-ý müteaddide olabilir. Bir sadef, çok cevahiri tazammun edebilir. Zevil'elbabca mukarrerdir: Kaziye-i vâhide, müteaddid kazayâyý tazammun eder. O kaziyelerin herbiri ayrý birer madenden çýktýðý gibi, ayrý ayrý birer semere de verir. Biri birinden fark etmeyen haktan bîgane kalýr. Meselâ: Hadîste denilmiþ: ¬w² Birincisi: Bu kelâm peygamberin kelâmýdýr. Bu kaziye ise, tevatürün -eðer olsa- neticesidir. Ýkincisi: Kelâmýn mana-yý muradý hak ve sadýktýr. Bu kaziye ise, mu'cizelerden tevellüd eden bürhanýn neticesidir. --- sh:»(Mu:48) -------------------------------------------------------------------------------------------- Bu ikisinde ittifak etmek gerektir. Fakat birincisini inkâr eden, mükâbir, kâzib olur. Ýkincisini inkâr eden adam dalalete gider, zulmete düþer. Üçüncü kaziye: Bu kelâmda murad budur. Ve bu sadefte olan cevher budur; ben gösteriyorum. Bu kaziye ise teþehhi ile deðil, içtihadýn neticesidir. Zâten müçtehid olan baþka müçtehidin taklidine mükellef deðildir. Bu üçüncü kaziyede ihtilafat feveran ederler. Kal u kîl buna þahiddir. Bunu inkâr eden adam eðer içtihad ile olsa, ne mükâbirdir ve ne küfre gider. Zira âmm, bir hâssýn intifasýyla müntefî deðildir. Binaenaleyh her eve kendi kapýsýyla gitmek lâzýmdýr. Zira her evin bir kapýsý var. Ve her kilidin bir anahtarý vardýr... Hâtime Bu üç kaziye hadîste cereyaný gibi âyette de cereyan eder. Zira umumîdir. Fakat kaziye-i ûlâda bir fark-ý dakik vardýr. Ve bundan baþka bir kelâmda çok ahkâm-ý zýmniye bulunur. Fakat hususîdir. Herbiri ayrý bir asýl, ayrý bir semeresi olabilir. Tenbih: Ýltizam-ý hilaf ve taassub-u bârid ve meyl-üt tefevvuk ve hiss-i tarafdarlýk ve vehmini bir asla irca' ile kendine özür göstermek, arzusuna muvafýk olan zayýf þeyleri kavî görmek ve gayrýn tenkisiyle kendi kemalini göstermek ve gayrý tekzib veya tadlil etmekle kendi sýdk ve istikametini ilân etmek gibi sefil ve süflî emirlerin menþei olan hubb-u nefis ile böyle makamlarda mugalata ederek çok bahaneler bulabilir. ]«U«B²LW²7!ö¬yÁV7!ö]«7¬!ö«: --- sh:»(Mu:49) -------------------------------------------------------------------------------------------- Onikinci Mukaddeme Lübbü bulmayan, kýþýr ile meþgul olur. Hakikatý tanýmayan hayalâta sapar. Sýrat-ý müstakimi göremeyen, ifrat ve tefrite düþer. Müvazenesiz ve mizansýz olan çok aldanýr, aldatýr. Zahirperestleri aldatan bir sebeb: Kýssanýn hisse ile münasebeti ve mukaddemenin maksud ile zihinde mukareneti, vücud-u haricîde olan mukarenetle iltibas olunmasýdýr. Bu noktaya dikkat et, sonra muhtaç olacaksýn. Hem de ihtilâlatý tevlid eden, ihtilafatý îka' eden, hurafatý icad eden, mübalaðatý intac eden esbabýn birisi ve belki en birincisi, hilkatte olan hüsün ve azamet ve ulviyete adem-i kanaattýr. Hâþâ zevk-i fasidesiyle istihfaf-ý nizam etmektir. Halbuki akýl ve hikmet nazarlarýnda herbiri kudretin en bahir mu'cizelerinden olan hakaik-i âlemde olan hüsn-ü intizam ve kemal ve ulviyet, o derece dest-i hikmet ile nakþolmuþ ki: Bütün hayalperestlerin ve mübalaðacýlarýn hülyalarýndan geçmiþ olan hârikulâde hüsün ve kemale nisbet olunsa; o hârikulâde hayaller gayet âdi ve o âdâtullah gayet hârikulâde bir hüsün ve haþmet gösterecektir. Fakat cehl-i mürekkebin hemþiresi ve nazar-ý sathînin annesi olan ülfet, mübalaðacýlarýn gözlerini kapatmýþtýr. Böyle gözleri açmak içindir: Me'luf olan âfâk ve enfüste dikkat-i nazara, Kitab-ý Hakîm emreder. Evet gözleri açan yalnýz nücum-u Kur'aniyedir. Öyle nücum-u sâkýbedirler ki: Cehlin zulmünü ve nazar-ý sathînin zulümatýný def ettikleri gibi; âyât-ý beyyinat, yed-i beyza ile, ülfet ve sathiyetin hicablarýný ve zahirperestliðin perdesini parça parça ederek, ukûlü âfâk ve enfüsün hakaikine tevcih edip irþad etmiþlerdir. --- sh:»(Mu:50) -------------------------------------------------------------------------------------------- Hem de meyl-ül mübalaðatý tevlid eden, beþerin kendi meylini kuvveden fiile çýkarmasýna meyelan-ý fýtriyesidir. Zira meyillerinden birisi; hayret verecek acib þeyleri görmeye ve göstermeye ve teceddüde ve icada olan meylidir. Buna binaen vakta beþer, nazar-ý sathî ile kâinat kaplarýnda ülfet kapaðý altýnda olan gýda-yý ruhanîyi zevkedemediðinden kabý ve kapaðý yalamakla usanmak ve kanaatsýzlýk ve hârikulâdeye meyil ve hayalâta iþtihadan baþka netice vermediðinden meyl-i hârikulâde ile ya teceddüd veya tervic için meyl-ül mübalaða tevellüd eder. O mübalaða ise, dað tepesinde bir kartopu gibi yuvarlamakla tâ hayalin yüksek zirvesinden lisana kadar tekerlense, sonra lisandan lisana yuvarlanýp giderken kendi hakikatýnýn çok parçalarýný daðýtmakla beraber, her lisandan meyl-ül mübalaða ile çok hayalâtý kendine toplar, þape gibi büyür. Hattâ kalbe deðil, belki sýmahta, belki hayalde bile yerleþemiyor. Sonra bir nazar-ý hak gelir, onu tecrid etmekle çýplak ederek tevabiini daðýtýp aslýna irca' eder. "Hak gelir, bâtýl ölür" sýrrý da zahir olur. Ezcümle: Bugünlerde bir hikâye buna misal olabilir: Fahr olmasýn; zaman-ý sabavetimden beri üssülesas-ý meslekim; ifrat ve tefrit ile hakaik-i Ýslâmiyete sürülen lekeleri temizlemek ve o elmas gibi hakikatlarýna saykal vurmak idi. Bu mesleðime tarih-i hayatým, pek çok vukuatýyla þehadet eder. Bununla beraber, bugünlerde küreviyet-i Arz gibi bedihî bir mes'eleyi zikrettim. O mes'eleye temas eden mesail-i diniyeyi tatbik ve tevfik ederek düþmanlarýn itirazatýný ve muhibb-i dinin vesveselerini def' eyledim. Nasýlki mesailde mufassalan gelecektir. Sonra gulyabanî gibi, hayalâta alýþan zahirperestlerin --- sh:»(Mu:51) -------------------------------------------------------------------------------------------- dimaðlarý kabul etmeyecek gibi göründüler. Fakat asýl sebeb baþka garaz olmak gerektir. Güya göz yummakla gündüzü gece veya üflemekle güneþi söndürmeye ihtimal vermek gibi bir hareket-i mecnunanede bulundular. Güya onlarýn zannýnca küreviyet-i arza hükmeden, dinde çok mesaile muhalefet ediyor. Onu bahane ederek büyük bir iftirayý ettiler. O derecede kalmadý. Vesveseli ezhaný, iftiranýn büyümesine müsaid bir zemin bulduklarýndan, iftirayý o derece büyüttüler ki; ehl-i diyanetin hakikaten ciðerlerini daðdar ve ehl-i hamiyeti, gerd-i terakkiyatýndan me'yus ettiler. Lâkin bu hal büyük bir derstir. Beni ikaz etti ki: Cahil dost, düþman kadar zarar verebilir. Öyle ise þimdiye kadar yalnýz düþmanýn tarafýna bakýp eldeki elmas kýlýnçla onlarýn tefritlerini kýrardým; fakat þimdi mecburum: Öyle dostlarýn terbiyeleri için, onlarýn avamperestane ve ifratkârane olan hayalâtlarýna, o kýlýncý bir derece iliþtireceðim. Eðer çendan böyle þahsî þeylerin böyle mebahisatta zikirleri lâzým deðildir. Fakat þahsiyette kalmadý. Medreselerin hayatlarýna taalluk eder bir mes'ele-i umumî hükmüne geçti. O zahirperestler emin olsunlar ki, sa'yleri beyhudedir. Þimdiye kadar böyle avamperestane safsatalar ile bizi cahil býraktýlar. Bundan sonra bizi cahil býrakmakla cehlimizden istifade etmek istiyorlar. Olmaz ve olamaz; medreseler hayatlanacaktýr vesselâm... Hem de zahiriyyunun efkârýný teþviþ eden ve hayalâtýný intizamdan çýkaran sýdk-ý enbiyanýn delaili yalnýz hârikulâdelerde münhasýr olduklarýný itikad etmeleridir. Hem de Peygamberimizin cümle hali veya ekseriyeti, hârika olmak itibar etmeleridir. Bu ise, vücud müsaade etmediði için mütehayyelâtlarý intizam bulamýyor. Halbuki --- sh:»(Mu:52) -------------------------------------------------------------------------------------------- böyle itikad; sýrr-ý hikmet-i Ýlahiyeden ve hilkat-ý âlemde cârî olan kavanin-i Ýlahiyeye Peygamberlerin teslim ve ittibalarýndan gaflet, pek büyük bir gafletin neticesidir. Evet Peygamberimizin herbir hal ve hareketi, sýdkýna delalet ve hakka temessüküne þehadet etmekle beraber, Peygamber de âdâtullaha ittiba' ve inkýyad ediyor... Makale-i Sâlise'de bu sýrra tenbih edilecektir. Hem de hârikulâdenin izharý tasdik-ý nübüvvet içindir. Tasdik ise, zahir olan mu'cizatýyla, ekmel-i vech ile hasýl olabilir. Eðer hacetten fazla hârika olsa, ya abestir veya sýrr-ý teklife münafîdir. Zira teklif, nazarî olan þeyde bir imtihandýr. Bedihiyat veya bedahete yakýn olan þeylerde edna, a'lâ ile müsavi olabilir. Veyahut cereyan-ý hikmetin sýrrýna teslim ve itaate muhaliftir. Halbuki Peygamberler herkesten ziyade ubudiyet ve teslime mükelleftirler. Ey þu periþan sözlerime nazar eden talib-i hak!.. Senin mahiyetinde ekilmiþ olan müyulat, þu Oniki Mukaddeme'de sükûnuyla beraber cereyan eden þems-i hakikatýn ziyasýyla, neþv ü nema bulup çiçekler açacaktýr... Hâtime Seyyid olmayan seyyidim ve seyyid olan deðilim diyenler, ikisi de günahkâr ve duhûl ile huruc haram olduklarý gibi.. hadîs ve Kur'an'da dahi, ziyade veya noksan etmek memnu'dur. Fakat ziyade etmek, nizamý bozduðu ve vehme kapý açtýðý için daha zararlýdýr. Noksana, cehil bir derece özür olur. Fakat ziyade etmek, ilim ile olur. Âlim olan mazur deðildir. Kezalik dinden bir þeyi fasl veya olmayaný vasletmek, ikisi de caiz deðildir. --- sh:»(Mu:53) -------------------------------------------------------------------------------------------- Belki hikâyatýn bakýrlarý ve Ýsrailiyatýn müzahrefatý ve teþbihatýn mümevvehatý elmas-ý akidede, cevher-i þeriatta, dürer-i ahkâmda idhal etmek; kýymetini daha ziyade tenzil ve müteharri-i hakikat olan müþterisini daha ziyade tenfir ve piþman eder. Hâtimenin Hâtimesi Bir adam müstaid ve kabil olduðu þeyi terk ve ehil olmayan þeye teþebbüs etmek, þeriat-ý hilkate büyük bir itaatsizliktir. Zira þaný odur ki; istidadý san'atta intiþar ve tedahül ve san'atýn mekayisine ihtiram ve muhabbet ve nevamisine temessül ve imtisal.. elhasýl, fena fi-s san'at olmaktýr. Vazife-i hilkat bu iken, bu yolsuzlukla san'atýn suret-i lâyýkasýný taðyir eder ve nevamisini incitir. Ve asýl müstaid olduðu san'ata olan meyliyle; teþebbüs ettiði gayr-ý tabiî san'atýn suretini çirkin eder. Zira bilkuvve olan meyil ve bilfiil olan san'atýn imtizaçsýzlýðý için bir keþmekeþ olur. Bu sýrra binaen pek çok adam meyl-ül aðalýk ve meyl-ül âmiriyet ve meyl-üt tefevvuk ile mütehakkim geçinmek istediðinden, ilmin þanýnda olan teþvik ve irþad ve nasihat ve lütfu terkedip kendi istibdad ve tefevvukuna vesile-i cebr ve ta'nif eder. Ýlme hizmete bedel, ilmi istihdam eder. Buna binaen vezaif, ehil olmayanýn ellerine geçti. Bahusus medaris, bunun ile indirasa yüz tuttu. Buna çare-i yegâne: Daire-i vâhidenin hükmünde olan müderrisleri, Dâr-ül fünun gibi çok devaire tebdil ve tertib etmektir. Tâ herkes sevk-i insanîsiyle hakkýna gitmekle, hikmet-i ezeliyenin emr-i manevîsini, meyl-i fýtrîsiyle imtisal edip kaide-i taksim-ül a'male tatbik edilsin. --- sh:»(Mu:54) -------------------------------------------------------------------------------------------- Tenbih: Ulûm-u medarisin tedennisine ve mecra-yý tabiîden çevrilmesine bir sebeb-i mühim budur: Ulûm-u âliye (y«[¬7³~) maksud-u bizzât sýrasýna geçtiðinden, ulûm-u âliye (y«[¬7@«2) mühmel kaldýðý gibi, libas-ý mana hükmünde olan ibare-i Arabiyenin halli ezhaný zabtederek, asýl maksud olan ilim ise, tebaî kalmakla beraber ibareleri bir derece mebzul olan ve silsile-i tahsile resmen geçen kitablar; evkat, efkârý kendine hasredip harice çýkmasýna meydan vermemeleridir. Ey birader-i vicdan!.. Zannediyorum: Þimdi þu mukaddemat üzerine terettüb edecek olan kütüb-ü selâseyi, ne mahiyette olduklarýný görmek istiyorsun, fakat daha sabret. Þimdilik sana bir mevzu söyleyeceðim ki; o kütübün bir zemin-i icmalîsini, tabir-i diðer ile küçük bir fotoðrafýný veya icmalî bir haritasýný teþkil eder. Hem de o kütübde sekiz-dokuz mes'eleyi, acele edip sana takdim edeceðim. Üçüncü Makale'den sonra eðer meþiet-i Ýlahiye taalluk etse ve tevfik-i Rabbanî refik olsa, tafsilatýný zikretmek fikrindeyim. Ýþte mevzu ve zemin budur: Kur'an'ýn gösterdiði vesail ile, doðru hikmetin kuvvetiyle, bir seyr-i ruhanî olarak semavatýn ulûmlarýna çýkacaðým. Tâ oradan temaþa edip göreceðiz ki: Küre-i Arz hol veya top veya fýrfýra veya sapan taþý gibi Sâni'-i Hakîm dest-i kudretle döndürüp, atmakla çeviriyor. Tâ parça parça ederek daha iyisine tebdil edeceðine nazar-ý hikmetle göreceðiz. Sonra da semavattan asýlýp, cevvden geçeceðiz. Tedricen, beþiðimiz olan ve beþerin yatýp ve istirahat eylemesi için Hâlýk-ý Rahman, sathýný serip müheyya --- sh:»(Mu:55) -------------------------------------------------------------------------------------------- ve mümehhed etmiþ olan küre-i arza ineceðiz. Sonra da beþer, çocukluðundan çýktýðý gibi beþiðini atýp harab etmekle beþeri saadet-saray-ý ebediyeye gönderilmesine nazar-ý dikkatle temaþa edeceðiz. Bunu tamamen temaþa ettiðimizden sonra, zaman ve mekân ile mukayyed olmayan seyr-i ruhanî ile zaman-ý mazi kýt'asýna girip ebna-yý cinsimiz olan ebna-yý mazi ile seyyale-i berkýye-i tarihiye ile muhabere edeceðiz. O maðrib-i ihtifanýn köþesinde vukua gelen hâdisatý öðrenip, ondan fikir için bir þimendiferi yapacaðýz. Sonra dönüp gelmek üzere olan ebna-yý cinsimizi ziyaret ve istikbal için saadetin fecr-i sadýkýný uzaktan görmek ve göstermek ile maþrýk-ý istikbale müteveccih olarak þimendifer-i terakkiye ve tevfik denilen sefine-i sa'ye bindiðimiz ile beraber ellerimizde olan bürhanýn misbahýyla, o bidayeti karanlýk görülen fakat arkasý gayet parlak olan zamana dâhil olacaðýz. Tâ ebna-yý müstakbel ile musafaha edip saadetlerini tebrik edeceðiz... Ýþte bu küçük fotoðrafta öyle bir güzel resim mündemiçtir ki, ileride tahrir ile sana görünecektir. Þimdi bu zeminde kütüb-ü mezburenin þecereleri tenebbüt ve makalât-ý selâsenin cedaviliyle sulanacaktýr. Ey birader!.. Senin elini tutup hazine-i hakaike götürmekten evvel va'd ettiðim birkaç mes'ele ile acele edip basar-ý basiretinize gýþavet ve perde olan hayalâtý def' edeceðim. Öyle hayalât, gulyabanî gibi elleriyle senin gözünü kapar, göðsüne vurur, seni tahvif eder. Faraza gösterse de nuru nar, dürrü mederr gibi gösterir. O hayalâttan sakýn!.. Senin vesveselerinin en büyük menþei, küreviyete taalluk eden birkaç mes'eledir. Ezcümle: Sevr ve Hut ve Kaf Daðý ve Sedd-i Zülkarneyn ve cibalin evtadiyetleri --- sh:»(Mu:56) -------------------------------------------------------------------------------------------- ve yer altýnda Cehennem'in yerini tayin etmek ve @«Z[«&«( ve ²a«E¬O, ve ±¯h«T«B²KW¬7ö›¬I²D«#öj²WÅL7«! ve ¯(«h«"ö²w¬8ö@«Z[¬4ö¯Ä@«A¬%ö²w¬8ö¬š@«WÅK7!ö«w¬8öı¬i«X Birinci Mes'ele Senin munsýf olan zihnine malûmdur ki: Küreviyet-i arz ve yerin yuvarlaklýðýna; muhakkikîn-i Ýslâm -eðerçi ittifak-ý sükûtîyle olsa- ittifak etmiþlerdir. Eðer bir þübhen varsa "Makasýd" ve "Mevakýf"a git; maksada vukuf ve ýttýla' peyda edeceksin ve göreceksin: Sa'd ve Seyyid, top gibi küreyi ellerinde tutmuþlar, her tarafýna temaþa ediyorlar. Eðer o kapý sana açýlamadý; "Mefatîh-ül Gayb" olan Ýmam-ý Râzî'nin geniþ olan tefsirine gir ve serir-i tedriste o dâhî imamýn halka-i dersinde otur, dersini dinle. Eðer onun ile mutmain olamadýn; arzý, küreviyet kabýna sýðýþtýramadýn; Ýbrahim Hakký'nýn arkasýna düþ, Hüccet-ül Ýslâm olan Ýmam-ý Gazalî'nin yanýna git, fetva iste... De ki: "Küreviyette müþahhat var mýdýr?" Elbette diyecek: "Kabul etmezsen müþahhat vardýr." Zira tâ zamanýndan beri þöyle bir fetva göndermiþ: "Kim küreviyet-i arz gibi bürhan-ý kat'îyle sabit olan bir emri, dine himayet bahanesiyle inkâr ve reddetse; dine --- sh:»(Mu:57) -------------------------------------------------------------------------------------------- cinayet-i azîm etmiþ olur. Zira bu, sadakat deðil, hýyanettir." Eðer ümmisin fetvayý okuyamýyorsun, bizim hem-asrýmýz ve fikren biraderimiz olan Hüseyn-i Cisrî'nin sözünü dinle!.. Zira yüksek sesle münkir-i küreviyeti tehdid ettiði gibi, hakikat kuvvetiyle pervasýz olarak der: "Kim dine istinad ile, himayet yolunda müdevveriyet-i arzý inkâr eder ise sadîk-ý ahmaktýr, adüvv-ü þedidden daha ziyade zarar vermiþ olur." Eðer bu yüksek sesle senin yatmýþ olan fikr-i hakikatýn uykudan kalkmadýysa ve gözün de açýlamadý; Ýbn-i Hümam ve Fahr-ül Ýslâm gibi zâtlarýn ellerini tut, Ýmam-ý Þafiî'ye git, istifta et, de ki: "Þeriatta vardýr: Bir vakitte beþ vaktin namazý kýlýnýr. Hem de bir kavim vardýr, yatsý namazlarýnýn vakti bazý vakitte yoktur. Hem de bir kavim vardýr: Güneþ çok günlerde gurub ve çok gecelerde tulû' etmez; nasýl oruç tutacaklar? Hem de istifsar et ki: Þartýn tarif-i þer'îsi olan sair erkâna mukarin olan þeydir. Nasýl namazda þart olan istikbal-i kýbleye intibak eder. Halbuki yalnýz kýyam ve yarý kuudda mukarenet vardýr?" Emin ol, Ýmam-ý Þafiî mes'ele-i ûlâyý þarktan ve garbdan geçen dairenin müdevveriyetiyle tasvir edecektir. Ýkinci ve üçüncü mes'eleyi dahi, cenubdan þimale mümted olan dairenin mukavvesiyetiyle tatbik edecektir. Bürhan-ý aklî gibi cevab verecektir. Hem de kýble mes'elesinde diyecek: "Kýble ve Kâ'be öyle bir amud-u nuranîdir ki; semavatý arþa kadar takmýþ ve nazmedip Küre-i Arz'ýn tabakatýný ferþe kadar delerek kâinatýn muntazam bir amud-u nuranîsi olmuþtur. Eðer gýtâ ve perde keþfolunsa, --- sh:»(Mu:58) -------------------------------------------------------------------------------------------- hatt-ý þakul ile senin gözünün þuaý, namazýn herbir hareketinde ayn-ý kýble ile temas ve musafaha edecektir. Ey birader!.. Eðer sen zannettiðim adamlardansan, acib hülyalarýn âlem-i hayalden baþka bir yer bulamadýðýndan bir kýymeti yoktur. Tâ kalbe girebilsin. Sen de inanmýyorsun, nefsini kandýramýyorsun; fakat sapmýþsýn. Eðer o hayalâta açýk ve hakikata kapalý olan kalbinizde pek çok defa mütehayyilenizden daha küçük olan küre-i arz yerleþmez ise tevsi-i zihin için nazarýn ufkunu geniþlettir. Bir meclis hükmünde geçinen arzýn sâkinlerini gör, sual et. Zira ev sahibi evini bilir. Onlar umumen müþahede ve tevatür ile bir lisanla sana söyleyecekler: "Yahu!.. Bizim beþiðimiz ve feza-yý âlemde þimendiferimiz olan küremiz o kadar divane deðildir. Ecram-ý ulviyede cari olan kaide ve kanun-u Ýlahîden þüzuz ve serkeþlik etsin." Hem de delail-i mücesseme-i musattaha olarak haritalarý ibraz edecektir. Ýþaret: Nizam-ý hilkat-ý âlem denilen þeriat-ý fýtriye-i Ýlahiye; mevlevî gibi cezbe tutan meczub ve misafir olan küre-i arza, güneþe iktida eden safbeste yýldýzlarýn safýnda durup itaat etmesini farz ve vâcib kýlmýþtýr. Zira zemin, sema ile beraber «w[¬Q¬=@«0ö@«X²[«#«! demiþlerdir. Taat ise, cemaat ile daha efdal ve daha ahsendir. Elhasýl: Sâni'-i Âlem, arzý istediði gibi ve hikmeti iktiza ettiði gibi yaratmýþtýr. Sizin -ey ehl-i hayal!..- teþehhi ile istediðiniz gibi yaratmamýþtýr; akýllarýnýzý kâinata mühendis etmemiþtir. --- sh:»(Mu:59) -------------------------------------------------------------------------------------------- Tenbih: Za'f-ý akideye veyahut sofestaî mezhebine olan meyle; veyahut daha almamýþ, yeni müþteri olmasýna iþaret eden umûrun biri de; "Bu hakikat, dine münafîdir" olan kelime-i hamkadýr. Zira bürhan-ý kat'î ile sabit olan bir þeyi hak ve hakikat olan dine muhalif olduðuna ihtimal veren ve münafatýndan havfeden adam, hâlî deðil; ya dimaðýnda bir sofestaî gizlenmiþ karýþtýrýyor veyahut kalbini delerek bir müvesvis saklanmýþ, ihtilâl ediyor veyahut yeniden dine müþteri olmuþ, tenkid ile almak istiyor... * * * Ýkinci Mes'ele Pûþide olmasýn, Sevr ve Hut'un kýssa-i meþhuresi Ýslâmiyetin dahîl ve tufeylîsidir. Râvisiyle beraber müslüman olmuþtur. Ýstersen Mukaddeme-i Sâliseye git, göreceksin; hangi kapýdan daire-i Ýslâmiyete dâhil olmuþtur. Amma Ýbn-i Abbas'a olan nisbetin ittisali ise, Dördüncü Mukaddeme'nin âyinesine bak, o ilhakýn sýrrýný göreceksin. Bundan sonra mervîdir: "Arz, sevr ve hut üzerindedir." Hadîs olarak rivayet ediliyor. Evvelâ: Teslim etmiyoruz ki, hadîstir. Zira Ýsrailiyatýn niþaný vardýr. Sâniyen: Hadîs olsa da za'f-ý ittisal için yalnýz zanný ifade eden âhâddendir. Akideye dâhil olmaz, zira yakîn þarttýr. Sâlisen: Mütevatir ve kat'iyy-ül metin olsa da kat'iyy-üd delalet deðildir. Eðer istersen Beþinci Mukaddeme'ye müracaatla, Onbirinci Mukaddeme ile müþavere et! --- sh:»(Mu:60) -------------------------------------------------------------------------------------------- Göreceksin nasýl hayalât, zahirperestleri havalandýrmýþ. Bu hadîsi mahamil-i sahihadan çevirmiþlerdir. Ýþte vücuh-u sahiha üçtür: Nasýl Sevr ve Nesir ve Ýnsan ve diðeriyle müsemma olan hamele-i arþ, melaikedir. Bu sevr ve hut dahi, öyle iki melaikedir. Yoksa arþ-ý a'zamý melaikeye; küreyi, küre gibi himmete muhtaç olan bir öküze tahmil etmek, nizam-ý âleme münafîdir. Hem de lisan-ý þeriattan iþitiliyor: Herbir nev'e mahsus ve o nev'e münasib bir melek-i müekkel vardýr. Bu münasebete binaen o melek o nev'in ismiyle müsemma, belki âlem-i melaikede onun suretiyle mütemessil oluyor... Hadîs olarak iþitiliyor: "Her akþamda güneþ arþa gider, secde eder. Ýzin alýyor, sonra geliyor." Evet þemse müekkel olan melek; ismi þems, misali de þemstir. Odur gider, gelir. Hem de hükema-i Ýlahiyyun nezdinde herbir nev' için hayy ve nâtýk ve efrada imdad verici ve müstemiddi bir mahiyet-i mücerrede vardýr. Lisan-ý þeriatta melek-ül cibal ve melek-ül bihar ve melek-ül emtar gibi isimler ile tabir edilir. Fakat tesir-i hakikîleri yoktur. Müessir-i hakikî yalnýz Zât-ý Akdes'tir. yÁV7!öŬ!ö¬–²x«U²7!ö]¬4ö«h±¬$Ïx8ö«ö²)¬! Esbab-ý zahiriyenin vaz'ýndaki hikmet ise: Ýzhar-ý izzet ve saltanat tabir olunan dest-i kudret perdesiz daire-i esbaba mün'atýf olan nazara karþý, zahiren umûr-u hasise ile mübaþeret ve mülabeseti görülmemektedir. Fakat daire-i akide denilen hak ve melekûtiyette herþey ulvîdir. Dest-i kudretin perdesiz mübaþereti izzete münasibdir. ¬v[¬V«Q²7!ö¬i --- sh:»(Mu:61) -------------------------------------------------------------------------------------------- Ýkinci mahmil: Sevr, imaret ve ziraat-ý arzýn en büyük vasýtasý olan öküzdür. Hut ise, ehl-i sevahilin belki pek çok nev'-i beþerin medar-ý maiþeti olan balýktýr. Nasýl biri sual ederse: "Devlet ne þey üstündedir?" Cevab verilir: "Kýlýnçla kalem üstündedir." Veyahut "Medeniyet ne ile kaimdir?" "Marifet ve san'at ve ticaret ile" cevab verilir. Veyahut "Nev'-i beþer, ne þey üzerinde beka bulur?" Cevab ise: "Ýlim ve amel üstünde beka bulur." Kezalik vallahu a'lem Fahr-i Kâinat buna binaen cevab vermiþ. Þöyle sual eden zât -Ýkinci Mukaddeme'nin sýrrýyla- böyle hakaika zihni istidad kesbetmediðinden vazifesi olmayan bir þeyden sual ettiði gibi, Peygamberimiz de asýl lâzým olan þöyle cevab buyurdu ki: "Yer, sevr üstündedir." Zira yerin imareti nev'-i beþer iledir. Nev'-i beþerden olan ehl-i kura'nýn menba-i hayatlarý ziraat iledir. Ziraat ise, öküzün omuzu üstündedir ve zimmetindedir. Kýsm-ý diðeri olan ehl-i sevahilin a'zam-ý maiþetleri, belki ehl-i medeniyetin büyük bir maden-i ticaretleri balýðýn cevfinde ve hutun üstündedir. ›«h«S²7!ö¬¿²x«%ö]¬4ö¬G²[ÅM7!öÇu6 mes'elesine mâsadaktýr. Bu latif bir cevabdýr. Mizah da olsa haktýr. Zira mizah etse de yalnýz hak söyler. Faraza sâil keyfiyet-i hilkatten sual etmiþse; fenn-i beyanda olan ¬`Å5«h«BW²7!ö¬h²[«R¬"öp¬8@Å,7!ö]ÅT«V«# kaidesinin üslûb-u hakîmanesiyle, lâzým ve istediði cevabý vermiþtir. Yoksa hasta olan sâil, iþtiha-i kâzibiyle istediði cevabý vermemiþtir. --- sh:»(Mu:62) -------------------------------------------------------------------------------------------- ¬‰@ÅXV¬7öa[¬5!«x«8ö«]¬;ö²u5ö¬^ÅV¬;«²!ö¬w«2ö«t«9xV«²K« Üçüncü Mahmil: Sevr ve Hut, arzýn mahrek-i senevîsinde mukadder olan iki burçtur. O burçlar eðer çendan farazî ve mevhumedirler. Asýl ecramý nazm ve rabt ile yüklenmiþ olan âlemde cârî ve lafzen ve ýstýlahen cazibe-i umumiye ile müsemma olan âdâtullahýn kanunu o burçlarda temerküz ve tahassül ettiðinden, "Arz burçlar üstündedir" olan tabir-i hakîmane caizdir. Bu mahmil, hikmet-i cedide nokta-i nazarýndadýr. Zira hikmet-i atîka burçlarý semada, hikmet-i cedide ise medar-ý arzda farz etmiþlerdir. Bu tevil yeni hikmetin nazarýnda büyük bir kýymeti tazammun eder. Hem de mervidir: Sual taaddüd etmiþ. Bir kerre "Hut üstündedir." Demek bir aydan sonra "Sevr üstündedir" denilmiþtir. Yani feza-yý gayr-ý mahdudenin her tarafýnda münteþir olan mezbur kanunun huyût ve eþi'alarýnýn nokta-i mihrakýyesi olan Hut Burcu'nda temerküz ettiðinden, küre-i arz Delv Burcu'ndan koþup Hut'taki tedelli eden kanunu tutup, þecere-i hilkatin bir dalýyla semere gibi asýldý. Veyahut kuþ gibi kondu. Sonra tayyar olan yer, yuvasýný Burc-u Sevr üstünde yapmýþ demektir. Bunu bildikten sonra insafla dikkat et! Beþinci Mukaddeme'nin sýrrýyla ehl-i hayalin ihtira-kerdesi olan kýssa-i acibe-i meþhurede acaba hikmet-i ezeliyeye isnad-ý abesiyet ve san'at-ý Ýlahiyede isbat-ý israf ve bürhan-ý Sâni' olan nizam-ý bedii ihlâl etmekten baþka ne ile tevil olunacaktýr? Nefrin, hezârân nefrin, cehlin yüzüne... * * * --- sh:»(Mu:63) -------------------------------------------------------------------------------------------- Üçüncü Mes'ele Kaf Daðý'dýr. Ýþaret: Malûmdur, bir þeyin mahiyetinin keyfiyetini bilmek baþkadýr, o þeyin vücudunu tasdik etmek yine baþkadýr. Bu iki noktayý temyiz etmek lâzýmdýr. Zira çok þeylerin asýl vücudu yakîn iken, vehim onda tasarruf ederek tâ imkândan imtina' derecesine çýkarýyor. Ýstersen Yedinci Mukaddeme'den sual et; sana "neam" cevabý verecektir. Hem de çok þeylerin metinleri kat'î iken delaletlerinde zunûn tezahüm eylemiþlerdir. Belki "Murad nedir" olan sualinin cevabýnda efham, mütehayyir olmuþlardýr. Ýstersen Onbirinci Mukaddeme'nin sadefini aç. Bu cevheri bulacaksýn. Tenbih: Vaktaki bu böyledir. "Kaf"a iþaret eden kat'iyy-ül metinlerden yalnýz ¬G[¬D«W²7!ö¬–³~²hT²7!ö«:ö³» dir. Halbuki caizdir; "Kaf", "Sad" gibi olsun. Dünyanýn þarkýnda deðil, belki aðzýn garbýndadýr. Þu ihtimal ile delil yakîniyetten düþer. Hem de kat'iyy-üd delalet bundan baþka olmadýðýnýn bir delili; Þer'in müçtehidlerinden olan Karafî'nin y«7ö«u².«!ö« demesidir. Lâkin Ýbn-i Abbas'a isnad olunan keyfiyet-i meþhuresi, Dördüncü Mukaddeme'ye bak. Vech-i nisbeti sana temessül edecektir. Halbuki Ýbn-i Abbas'ýn her söylediði sözü, hadîs olmasý lâzým gelmediði gibi, her naklettiði þeyi de onun makbulü --- sh:»(Mu:64) -------------------------------------------------------------------------------------------- olmak lâzým gelmez. Zira Ýbn-i Abbas gençliðinde Ýsrailiyata, bazý hakaikin tezahürü için hikâyet tarîkiyle bir derece atf-ý nazar eylemiþtir. Eðer dersen: "Muhakkikîn-i sofiye, "Kaf"a dair pek çok tasviratta bulunmuþlardýr?" Buna cevaben derim: "Meþhur olan âlem-i misal, onlarýn cevelangâhýdýr. Biz elbisemizi çýkardýðýmýz gibi, onlar da cesedlerini çýkarýp seyr-i ruhanî ile o ma'rezgâh-ý acaibe temaþa ediyorlar. "Kaf" ise; o âlemde onlarýn tarif ettikleri gibi mütemessildir. Bir parça âyinede, semavat ve nücum temessül ettikleri gibi, bu âlem-i þehadette velev küçük þeyler de olsa -çekirdek gibi- âlem-i misalde tecessüm-ü maanînin tesiriyle bir büyük aðaç oluyor. Bu iki âlemin ahkâmlarý birbirine karýþtýrýlmaz. Muhyiddin-i Arabî'nin maðz-ý kelâmýna muttali olan bunu tasdik eder. Amma avamýn yahut avam gibi adamlarýn mabeynlerinde müþtehir olan keyfiyeti ki: "Kaf" yere muhittir ve müteaddiddir.. her ikisinin ortasýnda beþ yüz senedir.. ve zirvesi semanýn ketfine mümastýr.. ilâ âhiri hayalâtihim... Bunu, ne kýymette olduðunu bilmek istersen, git Üçüncü Mukaddeme'den fenerini yak; sonra gel, bu zulümata gir. Belki âb-ý hayat olan belâgatýný göreceksin. Eðer bizim bu mes'elede olan itikadýmýzý anlamak istersen; bil ki ben "Kaf"ýn vücuduna cezmederim; fakat keyfiyeti ise, havale ederim. Eðer bir hadîs-i sahih ve mütevatir, keyfiyetin beyanýnda sabit olursa iman ederim ki; murad-ý Nebi sadýk ve doðru ve haktýr. Fakat murad-ý Nebevî üzerine... Yoksa nâsýn mütehayyelleri üzerine deðildir. Zira bazan fehmolunan þey, muradýn gayrýsýdýr. Bu mes'elede malûmumuz budur: --- sh:»(Mu:65) -------------------------------------------------------------------------------------------- Kaf Daðý, ekser þarký ihata eden ve eski zamanda bedevi ve medenîlerin aralarýnda fâsýl olan ve a'zam-ý cibal-i dünya olan Çamular'ýnýn annesi olan Himalaya silsilesidir. Bu silsilenin ýrkýndan cibal-i dünyanýn ekserisi teþa'ub eyledikleri denilir. Bu hal öyle gösteriyor ki: "Kaf"ýn dünyaya meþhur olan ihatanýn fikir ve hayali bu asl-ý teþa'ubdan neþ'et etmiþ olmak gerektir. Ve sâniyen: Âlem-i þehadete suretiyle ve âlem-i gayba manasýyla müþabih ve ikisinin mabeyninde bir berzah olan âlem-i misal o muammayý halleder. Kim isterse keþf-i sadýk penceresiyle veya rü'ya-yý sadýk menfeziyle veya þeffaf þeyler dûrbîniyle ve hiç olmazsa hayalin vera'-i perdesiyle o âleme bir derece seyirci olabilir. Bu âlem-i misalin vücuduna ve onda maanînin tecessüm etmelerine pek çok delail vardýr. Binaenaleyh bu kürede olan "Kaf", o âlemde zül-acaib olan "Kaf"ýn çekirdeði olabilir. Hem de Sâni'in mülkü geniþtir. Bu sefil küreye münhasýr deðildir. Feza ise gayet vâsi', Allah'ýn dünyasý gayet azîm olduðundan zül-acaib olan "Kaf"ý istiab edebilir. Fakat eyyam-ý Ýlahiye ile beþyüz sene bizim küreden uzak olmakla beraber mevc-i mekfuf olan semaya temas etmek, imkân-ý aklîden hariç deðildir. Zira "Kaf" sema gibi þeffaf ve gayr-ý mer'î olmak caizdir. Ve râbian: Neden caiz olmasýn ki "Kaf", daire-i ufuktan tecelli eden silsile-i a'zamdan ibaret ola... Nasýl ufkun ismi de "Kaf"a me'haz olabilir. Zira devair-i mütedâhile gibi nereye bakýlýrsa, silsilelerden bir daire görülür. Gide gide nazar kalýr, hayale teslim eder. En nihayet hayal ise selasil-i cibalden bir daire-i muhiti tahayyül eder ki, semanýn etrafýna temas ediyor. Küreviyet sýrrýyla, beþ yüz sene de uzak olursa yine muttasýl görünür. * * * --- sh:»(Mu:66) -------------------------------------------------------------------------------------------- Dördüncü Mes'ele Sedd-i Zülkarneyn'dir. Nasýl bildin ki: Birþeyin vücudunu bilmek, o þeyin keyfiyet ve mahiyetini bilmekten ayrýdýr. Hem de bir kaziye, çok ahkâmý tazammun eder. O ahkâmýn bazýsý zarurî ve bazýsý dahi nazarî ve "muhtelefün fîha"dýr. Hem de malûmdur: Müteannid ve mukallid bir sâil, imtihan cihetiyle, bir kitabda gördüðü bir mes'eleyi, eðerçi bir derece de muharref olsa, bir adamdan sual etse.. tâ, gaybda olan malûmuna cevab verse, o cevab iki cihetle doðrudur: Ya doðrudan doðruya cevab verse veyahut sâil-i müteannidin malûmuna ya bizzât veya tevil ile cevab-ý muvafýk veriyor. Ýkisi de doðrudur. Demek bir cevab, hem vaki'i razý eder, zira haktýr. Hem sâili ikna eder; zira eðerçi murad deðilse, malûmuna tatbik eder. Hem makamýn hatýrýný dahi kýrmýyor; zira cevabda ukde-i hayatiyeyi derceder ki: Makasýd-ý kelâm ondan istimdad-ý hayat eder. Ýþte cevab-ý Kur'an dahi böyledir. Bundan sonra zarurî ve gayr-ý zarurîyi tefrik edeceðiz. Ýþte cevab-ý Kur'anîde mefhum olan zarurî hükümler ki; inkârý kabul etmez. Þudur: Zülkarneyn "müeyyed min indillah" bir þahýstýr. Onun irþad ve tertibiyle iki dað arasýnda bir sed bina edilmiþtir. Zalimlerin ve bedevilerin def'-i fesadlarý için... Ve Ye'cüc Me'cüc iki müfsid kabiledirler. Emr-i Ýlahî geldiði vakit sed harab olacaktýr. Ýlââhirihî. Bu kýyas ile, ona Kur'an delalet eden hükümler, Kur'anýn zaruriyatýndandýrlar. Bir harfin inkârý dahi kabil deðildir. Fakat o mevzuat ve mahmulâtýn keyfiyatlarýnýn teþrihatlarý ve mahiyetlerinin hududu ise; Kur'an onlara --- sh:»(Mu:67) -------------------------------------------------------------------------------------------- kat'iyy-üd delalet deðildir. Belki "âmm hassa, delalet-i selâseden hiçbirisiyle delalet etmez" kaidesiyle ve mantýkta beyan olunduðu gibi "Bir hüküm, mevzu ve mahmulün vechün-mâ ile tasavvur etmek, kâfi olduðu"nun düsturuyla sabittir ki, Kur'an onlara delalet etmez fakat kabul edebilir. Demek o teþrihat, ahkâm-ý nazariyedendir. Baþka delaile muhavveldir. Ýçtihadýn mazannesidir. Onda tevil için mecal vardýr. Muhakkikînin ihtilafatý nazariyetine delildir. Fakat vâ esefâ... Cevabýn suale, her cihetle lüzum-u mutabakatýn tahayyülüyle, sualdeki halele ehemmiyet vermeyerek cevabýn zarurî ve nazarî olan hükümlerini, birden me'haz-i sâilden ve menbit-i sualden hûþeçîn olup, alýp müfessir oldular. Yok, belki müevvil, yok belki mâsadaký mana yerine mana gösterdiler. Yok, belki mâsadaký olmak caiz ve bir derece mümkün olan þeyi, medlûl ve mefhum olarak tevil ettiler. Halbuki Üçüncü Mukaddeme'nin sýrrýyla zahirperestler kabul ederek ve muhakkikîn dahi hikâyat gibi ehemmiyetsiz olduðundan tenkidsiz þu tevili dinlediler. O teþrihatý, muharref olan Tevrat ve Ýncil'de olduðu gibi kabul ederse, akide-i ehl-i sünnet ve cemaatte olan masumiyet-i enbiyaya muhalefet oluyor. Kýssa-i Lut ve Davud Aleyhimesselâm, buna iki þahiddir. Vakta ki keyfiyette içtihad ve tevilin mecali vardýr. Ben de bitevfikillah derim: Ýtikad-ý câzim Hüda ve Peygamberimizin muradlarýna kat'iyyen vâcibdir; zira zaruriyat-ý diniyedendir. Fakat murad hangisidir, muhtelefün fîhdir. Þöyle: Zülkarneyn, Ýskender demem; zira isim býrakmaz. Bazý müfessir melik "lâm'ýn kesriyle", bazý melek "lâm'ýn --- sh:»(Mu:68) -------------------------------------------------------------------------------------------- fethiyle", bazý nebi, bazý veli, ilââhir demiþlerdir. Herhalde Zülkarneyn, "müeyyed min indillah" ve seddin binasýna mürþid bir þahýstýr. Amma sed ise: Bazý müfessir sedd-i Çin ve bazý müfessir baþka yerde cebelleþmiþ ve bazý müfessir sedd-i mahfîdir, inkýlab ve ahval-i âlem setreylemiþtir. Ve bazý ve bazý.. demiþlerdir, demiþlerdir... Her halde müfsidlerin def'-i þerleri için bir redm-i azîm ve cesîm bir duvardýr. Amma Ye'cüc Me'cüc, bazý müfessir "Veled-i Yafes'ten iki kabile" ve bazý diðer "Moðol ve Mançur" ve bazý dahi "akvam-ý þarkýye-i þimalî" ve bazý dahi "Benî-Âdemden bir cem'iyet-i azîme, dünya ve medeniyeti herc ü merc eden bir taife" ve bazý dahi "Mahluk-u Ýlahîden yerin zahrýnda veyahut batnýnda âdemî veya gayr-ý âdemî bir mahluktur ki kýyamete, böyle nev'-i beþerin herc ü mercine sebeb olacaktýr." Bazý ve bazý ve bazý dediklerini dediler... Nokta-i kat'iyye ve cihet-i ittifakî budur: Ye'cüc ve Me'cüc, ehl-i garet ve fesad ve ehl-i hadaret ve medeniyete ecel-i kaza hükmünde iki taife-i mahlukullahtýr. Amma harabiyet-i sed; bazý, kýyamette ve bazý, kýyamete yakýn ve bazý, emaresi olmak þartýyla uzaktýr ve bazý, harab olmuþtur fakat dekk olmamýþ. "Kîle"ler çok. Herhalde nokta-i ittifak; seddin inhidamý, yerin sakalýna bir beyaz düþmek ve oðlu olan nev'-i beþer de ihtiyar olmasýna bir alâmettir. Eðer bu müzakeratý müvazene ve muhakeme etmiþsen caizdir, tecviz edesin: Sedd-i Kur'an, sedd-i Çin'dir ki: Çok fersahlar ile uzun ve acaib-i seb'a-i meþhureden bir "müeyyed min indillah"ýn irþadýyla bina olunmuþ, o zamanýn ehl-i medeniyeti, ehl-i bedeviyetin þerlerinden temin eylemiþtir. Evet o vahþilerden --- sh:»(Mu:69) -------------------------------------------------------------------------------------------- Hun Kabilesi Avrupa'yý herc ü merc ettiði gibi, onlardan Moðol taifesi de Asya'yý zîr ü zeber eylemiþtir. Sonra seddin harabiyeti kýyamete alâmet olur. Bahusus dekk, ondan baþkadýr. Peygamber: "Eþrat-ý saattenim. Ben ve kýyamet bu iki parmak gibiyiz." dese neden istiðrab olunsun ki, harabiyet-i sed zaman-ý saadetten sonra alâmet-i kýyamet olsun... Hem de seddin inhidamý ömr-ü arza nisbeten yerin yüzünde ihtiyarlýktan bir buruþukluktur. Belki tamam-ý nehara nisbeten vakt-i ýsfýrar gibidir. Eðerçi binler sene de fâsýl olsa... Kezalik Ye'cüc ve Me'cüc'ün ihtilâlleri, nev'-i beþerin þeyhuhetinden gelme bir humma ve sýtmasý hükmündedir. Bundan sonra Onikinci Mukaddeme'nin fatihasýnda bir tevil-i âher sana feth-i bâb eder. Þöyle: Kur'an hýsasý için kýsasý zikrettiði gibi ukad-ý hayatiye hükmünde ve makasýd-ý Kur'aniyeden bir maksadýna münasib noktalarý intihab ve rabt-ý maksada ittisal ettiriyor. Eðerçi hariçte ve husulde birbirinin nârý veya nuru birbiriyle görünmediði halde, zihninde ve üslûbda teanuk ve musahabet edebilirler. Hîna ki, kýssa hisse içindir; sana ne lâzým teþrihatý.. nasýl olursa olsun sana taalluk edemez. Kendi hisseni al, git. Hem de Onuncu Mukaddeme'den istizhar et. Göreceksin: Mecaz mecaza kapý açar.. ¯^«¬W«&ö¯w²[«2ö]¬4öÑj²W±L7!ÒöÆh²R«#ö«: zahirperestleri dýþarýya sürüyor. Malûm olsun ki: Esalîb-i Arab'da tecelli eden hüccetullahýn miftahý, yalnýz istiare ve mecaz üzerine müesses ve asl-ý i'caz olan belâgattýr. Yoksa þöhret sebebiyle yalancý hadsle lakîta olunan ve rýzalarý olmadýðý halde esdaf-ý âyâtta saklanan boncuklar deðildir. Ýstersen --- sh:»(Mu:70) -------------------------------------------------------------------------------------------- Onuncu Mukaddeme'nin Hâtimesini istiþmamla zevk et. Zira hitamý misktir ve içinde baldýr. Hem de caizdir ki: Meçhul-ül keyfiyet olan sed baþka yerde sair alâmat-ý kýyamet gibi mestur ve kýyamete kadar bâki ve bazý inkýlabatýyla meçhul kalarak kýyamette harab olacaktýr. Ýþaret: Malûmdur: Mesken, sâkinlerinden daha ziyade yaþar. Kal'a, ehl-i tahassundan daha ziyade ömrü uzundur. Sükûn ve tahassun, vücudunun illetidir, beka ve devamýna deðildir. Beka ve devamýna olsa da, istimrar ve adem-i hulüvvü iktiza etmez. Birþeydeki garazýn devamý, belki terettübü o þeyin devamýnýn zaruriyatýndan deðildir. Pek çok binalar sükna veya tahassun için yapýlmýþken hâvi ve halî olarak ortada muallak kalýyor. Bu sýrrýn adem-i tefehhümünden, tevehhümlere yol açýlmýþtýr. Tenbih: Þu tafsilden maksad; tefsiri tevilden, kat'îyi zannîden, vücudu keyfiyetten, hükmü etrafýn teþrihatlarýndan, manayý mâsadaktan, vukuu imkândan temyiz ve tefrik ile bir yol açmaktýr. * * * Beþinci Mes'ele Meþhurdur: "Cehennem yer altýndadýr." Fakat biz ehl-i sünnet ve cemaat kat'an ve yakînen yerini tayin edemeyiz. Lâkin zahir olan tahtiyettir ve yer altýnda olmasýdýr. Buna binaen derim: Þecere-i Tûbâ gibi olan hilkat-ý âlemin sair nücumlarý gibi bizim küremiz dahi bir semeresidir. Semerenin altý o aðacýn umum aðsaný altýna --- sh:»(Mu:71) -------------------------------------------------------------------------------------------- þamil olur. Buna binaen Cehennem yer altýnda o dallar içindedir. Nerede olsa yeri vardýr. Tahtiyetin mesafesi uzun ve ittisali iktiza etmez. Hikmet-i cedidenin nokta-i nazarýnda, ateþ ekser kâinata müstevlidir. Bu hal arka tarafýnda gösterir ki: Bu ateþin asýl ve esasý ve nev'-i beþer ile beraber ebede giden ve yolda refakat eden Cehennem, bir gün perdeyi yýrtacak, hazýr olun diyecek, meydana çýkacaktýr. Bu noktada dikkat isterim... Sâniyen: Kürenin tahtý ve altý merkezi ve dâhilîsidir. Bu noktaya binaen küre-i arz þecere-i zakkum-u Cehennem'in çekirdeðiyle hamiledir. Günün birinde doðacaktýr. Belki fezada tayaran eden Arz öyle bir þeyi yumurtlayacaktýr ki, o yumurtada Cehennem tamamýyla olunmaz ise.. baþý veya diðer bir a'zasý matvî olarak tazammun etmiþ ki; yevm-i kýyamette derekât ve a'za-yý sairesiyle birleþecek, dev-i acib-i Cehennem, ehl-i isyana hücum edecektir. Yâhu!.. Kendin Cehennem'e gitmezsen hesab ve hendese seni oraya kadar götürebilir. Her otuzüç metrede takriben bir derece-i hararet tezayüd eylediðinden, merkeze kadar iki yüz bin dereceye yakýn hararet mevcud oluyor. Bu nar-ý merkeziyenin bizim galiben bin dereceye balið olan ateþimizle nisbeti iki yüz defa olduðu gibi meþhur hadîsteki: "Cehennem ateþi ateþimizden iki yüz defa daha þediddir" olan nisbetin aynýný isbat eder. Hem de Cehennem'in bir kýsmý zemherirdir. Zemherir ise bürudetiyle yandýrýr. Hikmet-i tabiiyede sabittir ki: Ateþ bir dereceye gelir ki, suyu buz eder. Harareti def'aten bel' ettiði için, bürudetle ihrak eder. Demek umum meratibi ihtiva eden ateþin bir kýsmý da zemherirdir. --- sh:»(Mu:72) -------------------------------------------------------------------------------------------- Tenbih: Malûm olsun ki: Ebede namzed olan âlem-i uhrevî fena ile mahkûm olan bu âlemin mekayisiyle mesaha ve muamele olunmaz. Muntazýr ol. Üçüncü Makale'nin âhirinde âhiret bir derece sana arz-ý didar edecektir... Ýþaret: Umum fünunun gösterdiði intizamýn þehadetiyle ve hikmetin istikra-i tâmmýnýn irþadýyla ve cevher-i insaniyetin remziyle ve âmâl-i beþerin tenahîsizliðinin îmasýyla yevm ve sene gibi çok enva'da olan birer nevi kýyamet-i mükerrerenin telmihiyle ve adem-i abesiyetin delaletiyle ve hikmet-i ezeliyenin telvihiyle ve rahmet-i bîpâyan-ý Ýlahiyenin iþaretiyle ve Nebiyy-i Sadýk'ýn lisan-ý tasrihiyle ve Kur'an-ý Mu'ciz'in hidayetiyle, Cennet-âbâd olan saadet-i uhreviyeden nazar-ý aklýn temaþasý için sekiz kapý, iki pencere açýlýr. * * * Altýncý Mes'ele Muhakkaktýr ki: Tenzil'in hassa-i cazibedarý, i'cazdýr. Ý'caz ise, belâgatýn yüksek tabakasýndan tevellüd eder. Belâgat ise hasais ve mezaya, bahusus istiare ve mecaz üzere müessesedir. Kim istiare ve mecaz dûrbîniyle temaþa etmezse, mezayasýný göremez. Zira ezhan-ý nâsýn te'nisi için, esalîb-i Arabda yenabi-i ulûmu isale eden Tenzil'in içinde tenezzülât-ý Ýlahiye tabir olunan müraat-ý efham ve ihtiram-ý hissiyat ve mümaþat-ý ezhan vardýr. Vakta ki bu böyledir, ehl-i tefsire lâzýmdýr: Kur'anýn hakkýný bahþ ve kýymetini noksan etmesin. Ve belâgatýn tasdik ve sikkesi olmayan bir þeyle, Kur'an'ý --- sh:»(Mu:73) -------------------------------------------------------------------------------------------- tevil etmesinler. Zira her hakikattan daha zahir ve daha vâzýh tahakkuk etmiþ ki; Kur'an'ýn manalarý hak olduklarý gibi, tarz-ý ifade ve suret-i manasý dahi beligane ve ulvîdir. Cüz'iyatý o madene irca' ve teferruatý o menbaa ilhak etmeyen, Kur'an'ýn îfa-i hakkýnda mutaffifînden oluyor. Bir-iki misal göstereceðiz. Zira nazarý celbeder. Birinci Misal: !®(@«#²:«!ö«Ä@«A¬D²7!ö@«X²V«Q«%ö«: (Allahu a'lemu bimuradihi). Caizdir: Ýþaret olunan mecaz, böyle bir tasavvuru îma eder ki: Sefine gibi olan küre, bahr-i muhit-i havaînin içinde taht-el bahr bir gemisi ve umman gibi fezada direk veya demir gibi daðlarýyla irsa ve ta'mid ederek hava ile iþtibak ettiðinden müvazeneti muhafaza olunmuþtur. Demek daðlar o geminin demir ve direkleri hükmündedirler. Sâniyen: Ýnkýlabat-ý dâhiliyeden ihtizazat, o daðlar ile iskât olunurlar. Zira daðlar yerin mesamatý hükmündedir. Dâhilî bir heyecan olduðu vakit arz daðlar ile teneffüs ettiðinden gazabý ve hiddeti sükûnet bulur. Demek arzýn sükûn ve sükûneti daðlar iledir. Sâlisen: Ýmaret-i arzýn direði beþerdir. Hayat-ý beþerin direði dahi, menabi'-i hayat olan mâ' ve türab ve havanýn istifadeye lâyýk suretiyle muhafazalarýdýr. Halbuki þu üç þerait-i hayatýn kefili dahi daðlardýr. Zira dað ve cibal mehazin-i mâ' olduðu gibi, cezb-i rutubet hasiyetiyle havaya meþþata oluyor... Hararet ve bürudeti ta'dil ettiði gibi, havaya mahlut olan muzýr gazlarýn teressübüne ve havanýn tasfiyesine sebeb olduðu gibi, topraða da terahhum ediyor. Çamurluk ve bataklýk ve bahrin tasallutundan muhafaza eder. --- sh:»(Mu:74) -------------------------------------------------------------------------------------------- Râbian: Belâgatça vech-i münasebet ve müþabehet budur: Faraza bir adam hayal balonuyla küreden yüksek yere uçarsa; daðlarýn silsilelerine baksa, acaba tabaka-i türabiyeyi direkler üstüne serilip atýlmýþ bedevi haymeler gibi tahayyül ederse ve münferid daðlarý da bir direk üstünde kurulan bir çadýra benzetilse, acaba tabiat-ý hayale muhalefet olur mu? Faraza sen o silsileleri müstakil daðlar ile beraber sath-ý arza keyfiyet-i vaziyeti bir bedevi Arabýn karþýsýnda tasvir tarzýnda tahayyül ve tahyil edersen, þöyle: Bu silsileler A'rab-ý Bedeviyenin haymeleri gibi arz sahrasýnda kurulmuþ ve taraf taraf da çadýrlar tahallül etmiþ desen... Arablarýn hayalî olan üslûblarýndan uzak düþmüyorsun... Hem de eðer vehim ile bu kasr-ý müþeyyed-i âlemden tecerrüd edip uzaktan hikmet dûrbîniyle mehd-i beþer olan yere ve sakf-ý merfu' olan semaya temaþa edersen.. sonra silsile-i cibalde temessül ve etraf-ý semaya temas eden daire-i ufuk ile mahdud olan semayý, bir fustat gibi yerin üstüne vaz' ve cibal evtadýyla rabtolunmuþ bir çadýr kubbesini tahayyül ve tevehhüm edersen müttehem edemezler. Sekizinci Mes'ele'nin Tenbih'inde bir-iki misal daha gelecektir. * * * Yedinci Mes'ele Kur'an'da zikrolunan: @«Z[«&«( ve ²a«E¬O, ve ö²a«-¬±I4 ve ¯^«¬W«&ö¯w²[«2ö]¬4öÑj²W±L7!ÒöÆh²R«# ve emsalleri gibi; bazý ehl-i zahir taðlit-ý ezhan için, onlar ile temessük ederler. Lâkin müdafaaya --- sh:»(Mu:75) -------------------------------------------------------------------------------------------- biz muhtaç deðiliz. Zira müfessirîn-i izam, âyâtýn zamairindeki serairleri izhar eylemiþlerdir. Bize hacet býrakmamýþlar fakat bir ders-i ibret vermiþler ve sermeþk yazmýþlar. ]¬=@«UA¬7öÇ»h« Malûmdur: Malûmu i'lam bahusus müþahed olursa, abestir. Demek içinde bir nokta-i garabet lâzýmdýr, tâ onu abesiyetten çýkarsýn. Eðer denilse: Bakýnýz nasýl arz küreviyetiyle beraber musattaha ve size mehd olmuþtur, denizin tasallutundan kurtulmuþ. Veyahut nasýl þems, istikrarla beraber tanzim-i maiþetiniz için cereyan ediyor. Veyahut nasýl binler sene ile uzak olan þems, ayn-ý hamiede gurub ediyor. Maânî-i âyât kinayetten sarahate çýkmýþ oluyor... Evet þu garabet noktalarý, belâgat nükteleridir. * * * Sekizinci Mes'ele Ýþaret: Ehl-i zahiri hayse beyse vartalarýna atanlardan birisi, belki en birincisi: Ýmkânatý, vukuata karýþtýrmak ve iltibas etmektir. Meselâ diyorlar: "Böyle olsa, kudret-i Ýlahiyede mümkündür. Hem ukûlümüzce azametine daha ziyade delalet eder. Öyle ise bu vaki' olmak gerektir..." Heyhat!.. Ey miskinler! Nerede aklýnýz kâinata mühendis olmaya liyakat göstermiþtir? Bu cüz'î aklýnýz ile hüsn-ü küllîyi ihata edemezsiniz. Evet bir zira' kadar bir burun altundan olsa, yalnýz ona dikkat edilse, güzel gören bulunur. --- sh:»(Mu:76) -------------------------------------------------------------------------------------------- Hem de onlarý hayrette býrakan tevehhümleridir ki: Ýmkân-ý zâtî, yakîn-i ilmîye münafîdir. O halde yakîniye olan ulûm-u âdiyede tereddüd ettiklerinden "lâedrî"lere yaklaþýyorlar. Hattâ utanmýyorlar ki; mesleklerinde lâzým gelir; Van Denizi, Sübhan Daðý gibi bedihî þeylerde tereddüd edilsin. Zira onlarýn mesleðince mümkündür: Van Denizi düþab ve Sübhan Daðý da þeker ile örtülmüþ bala inkýlab etsin. Veyahut o ikisi bazý arkadaþýmýz gibi küreviyetten razý olmayarak sefere gittiklerinden ayaklarý sürçerek umman-ý ademe gitmeleri muhtemeldir. Öyle ise, deniz ve Sübhan, eski halleriyle bâki olduklarýný tasdik etmemek gerektir. Elâ! Ey mantýksýz miskin! Neredesiniz? Bakýnýz. Mantýkta mukarrerdir, mahsusattaki vehmiyat bedihiyattandýr. Eðer bu bedaheti inkâr ederseniz, size nasihate bedel ta'ziye edeceðim. Zira ulûm-u âdiye sizce ölmüþ ve safsata dahi hayat bulmuþ derecesindedir. Dördüncü bela ki, ehl-i zahiri teþviþ eder: Ýmkân-ý vehmîyi, imkân-ý aklî ile iltibas ettikleridir. Halbuki imkân-ý vehmî, esassýz olan ýrk-ý taklidden tevellüd ile safsatayý tevlid ettiðinden, delilsiz olarak herbiri bedihiyatta bir "belki", bir "ihtimal", bir "þekk"e yol açar. Bu imkân-ý vehmî, galiben muhakemesizlikten, kalbin za'f-ý a'sabýndan ve aklýn sinir hastalýðýndan ve mevzu ve mahmulün adem-i tasavvurundan ileri gelir. Halbuki imkân-ý aklî ise: Vâcib ve mümteni' olmayan bir maddede, vücud ve ademe bir delil-i kat'iyye dest-res olmayan bir emirde tereddüd etmektir. Eðer delilden neþ'et etmiþ ise makbuldür. Yoksa muteber deðildir. Bu imkân-ý vehmînin ahkâmýndandýr ki: Bazý vehhamlar diyor: Muhtemeldir, bürhanýn gösterdiði gibi olmasýn. Zira akýl, her bir þeyi --- sh:»(Mu:77) -------------------------------------------------------------------------------------------- derkedemez. Aklýmýz da buna ihtimal verir. Evet, yok belki ihtimal veren vehminizdir. Aklýn þe'ni bürhan üzerine gitmektir. Evet akýl herbir þeyi tartamaz, fakat böyle maddiyatý ve en küçük hâdimi olan basarýn kabzasýndan kurtulmayan bir emri tartar. Faraza tartmaz ise, biz de o mes'elede çocuk gibi mükellef deðiliz. Tenbih: Ben zahirperest ve nazar-ý sathî sahibi tabiriyle yâd ettiðim ve tevbih ve ta'nif ile teþhir ettiðim muhatab-ý zihniyem; aðleb-i halde ehl-i tefrit olan ve cemal-i Ýslâmý görmeyen ve nazar-ý sathiyle uzaktan Ýslâmiyete bakan hasm-ý dindir. Fakat bazan, ehl-i ifrat olan, iyilik bilerek fenalýk eden dinin cahil dostlarýdýr. Beþinci bela: Ehl-i tefrit ve ifrat olan bîçarelerin ellerini tutarak zulümata atan birisi de; her mecazýn her yerinde taharri-i hakikat etmektir. Evet mecazda bir dane-i hakikat bulunmak lâzýmdýr ki, mecaz ondan neþv ü nema bularak sünbüllensin. Veyahut hakikat, ýþýk veren fitildir; mecaz ise, ziyasýný tezyid eden þiþesidir. Evet, muhabbet kalbde ve akýl dimaðdadýr. Elde ve ayakta aramak abestir... Altýncý bela: Nazarý tams eden ve belâgatý setreden, zahire olan kasr-ý nazardýr. Demek ne kadar akýlda hakikat mümkün ise, mecaza tecavüz etmezler. Mecaza gidilse de meali tutulur. Bu sýrra binaendir: Âyet ve hadîsin tefsir veya tercümesi, onlardaki hüsün ve belâgatý gösteremez. Güya onlarca karine-i mecaz, aklen hakikatýn imtinaýdýr. Halbuki karine-i mania, aklî olduðu gibi hissî ve âdi ve makamî.. daha baþka çok þeyler ile de olabilir. Eðer istersen Cennet-ül Firdevs gibi olan Delail-ül Ý'caz'ýn iki yüz yirmi birinci kapýsýndan gir. --- sh:»(Mu:78) -------------------------------------------------------------------------------------------- Göreceksin: O koca Abdülkahir gayet hiddetli olarak böyle müteassifleri yanýna çekmiþ, tevbih ve tekdir ediyor. Yedinci bela: Muarrefi münekker eden biri de: Hareke gibi bir arazý, zâtiye ve eyniyeye hasrettiklerinden, "gayr-ý men hüve leh" olan vasf-ý cârîyi inkâr etmek lâzým geldiðinden, þems-i hakikat tarz-ý cereyanýndan çýkarýlmýþtýr. Acaba böyleler Arablarýn üslûblarýna hiç nazar etmemiþlerdir ki: Nasýl diyorlar: Daðlar bize rast geldi. Sonra bizden ayrýldý. Baþka bir dað baþýný çýkardý. Sonra gitti, bizden müfarakat eyledi. Deniz dahi güneþi yuttu.. ilh... "Miftah-ý Sekkakî"de beyan olunduðu gibi; pek çok yerlerde san'at-ý beyaniyeden olan kalb-i hayali, esrar-ý beyaniye için istimal etmektedirler. Bu ise deveran sýrrýyla maðlata-i vehmiye üzerine müesses bir letafet-i beyaniyedir. Þimdi sermeþk olarak iki misal-i mühimmeyi beyan edeceðim. Tâ ki o minval üzerine iþleyesin. Þöyle: ¯±h«T«B²,W¬7ö›¬I²D«#öj²WÅL7!ö«: ö¯(«h«"ö²w¬8ö@«Z[¬4ö¯Ä@«A¬%ö²w¬8ö¬š@«WÅ,7!ö«w¬8öı¬i«X Þu iki âyet gayet þâyan-ý dikkattirler. Zira zahire cümud, belâgatýn hakkýný cühud demektir. Zira birinci âyette olan istiare-i bedia, o derece hararetlidir ki; buz gibi olan cümudu eritir. Ve bulut gibi zahir perdesini berk gibi yýrtar. Ýkinci âyette belâgat o kadar müstakar ve muhkem ve parlaktýr ki, seyri için güneþi durdurur. Evvelki âyet, ¯^ÅN¬4ö²w¬8ö«h --- sh:»(Mu:79) -------------------------------------------------------------------------------------------- Belki þiþenin gümüþe olan mübayeneti bir istiare-i bedianýn karinesidir. Demek þiþe þeffafiyetiyle, fidda dahi beyaz ve parlaklýk hasebiyle, güya Cennet'in kadehlerini tasvir etmek için iki nümunedirler ki Sâni'-i Rahman bu âleme göndermiþ. Tâ nefis ve mallarýyla Cennet'e müþteri olanlarýn raðabatýný tehyic ve iþtihalarýný açsýn. Aynen bunun gibi, ¯(«h«"ö²w¬8ö@«Z[¬4ö¯Ä@«A¬%ö²w¬8 bir istiare-i bedia ondan takattur ediyor. O istiarenin zemini ise, zemin ve âsuman mabeyninde hükm-ü hayal ile tasavvur olunan müsabakat ve rekabetin tahayyülü üzerine müessestir. Mezraasý þöyledir ki; zemin kar ve bered ile tezemmül veya taammüm eden daðlarýyla ve rengârenk besatîniyle süslendiði gibi, güya ona rekabeten ve inaden âsuman dahi cibal ve besatîni andýran rengârenk ile teþekkül eden ve daðlara nazireler yapmak için parça parça daðýlan bulutlarýyla sarýlýp cilveger oluyor. O dað gibi parça parça bulutlar; sefineler veyahut daðlar veyahut develer veyahut bostan ve derelerdir denilse, teþbihte hata edilmemiþ olur. O cevvdeki seyyarelerin çobaný ra'ddýr. Kamçý gibi, berkini baþlarý üzerine silkeleyip dolaþtýrýyor. O müsahhar sabihalar ise, o bahr-i muhit-i havaîde seyr ü cereyan etmekle, mahþere tesadüf etmiþ daðlarý andýrýrlar. Güya sema, su buharýnýn zerratýný ra'd ile silâh baþýna davet ettiði gibi.. "Rahat olun" emriyle herkes yerine gider, gizlenir. Evet çok defa bulut daðýn libasýný giydiði gibi, heykeli ile teþekkül etmekle beraber bered ve karýn beyazýyla televvün ve rutubet ve bürudetiyle tekeyyüf eder. Öyle ise bulut ve dað komþu, arkadaþtýrlar. Birbirine levazýmatýný âriye --- sh:»(Mu:80) -------------------------------------------------------------------------------------------- vermeye mecburdurlar. Bu uhuvvet ve mübadeleti Kur'an'ýn çok yerleri gösterir. Zira bazan onu, onun libasýnda ve ötekini berikinin suretinde bize gösterir. Hem de Tenzil'in pek çok menazilinde dað ve bulut birbirinin elini tutup musafaha ettikleri vardýr. Nasýl kitab-ý âlemin bir sahifesi olan zeminde muanaka ve musafahalarý þahiddir. Zira umman-ý havada iskele hükmünde olan dað tepesinde lenger-endaz olduklarýný görüyoruz... Ýkinci âyet: ›¬h²D«#öEvet ±¯h«T«B²,W¬7ö›¬I²D«#öj²WÅL7!ö«: bir üslûba iþaret ettiði gibi, ±¯h«T«B²,W¬7ödahi bir hakikatý telvih eder. Demek caizdir ki, ›¬h²D«#ölafzýyla þöyle bir üslûba iþaret olsun. Þöyle: Þems, demiri altundan yapýlmýþ mühezzeb, müzehheb, zýrhlý bir sefine gibi esîrden olan ve mevc-i mekfuf tabir olunan umman-ý semada seyahat ve yüzüyor. Eðer çendan müstekarrýnda lenger-endazdýr. Lâkin o bahr-i semada o "zeheb-i zâib" cereyan ediyor. Fakat o cereyan arazî ve tebaî ve tefhim için müraat ve ihtiram olunan nazar-ý hissiyledir. Fakat hakikî iki cereyaný vardýr. Olmaz ise de olur. Zira maksad, beyan-ý intizamdýr. Esalîb-i Arab'da olduðu gibi tebaî ise veya zâtî ise, nizamýn nokta-i nazarýnda birdir. Sâniyen: Þems müstekarrýnda, mihveri üzerinde müteharrik olduðundan o erimiþ altun gibi eczalarý dahi cereyan ediyor. Bu hareke-i hakikiye evvelki hareke-i mecaziyenin danesidir, belki zenbereðidir. --- sh:»(Mu:81) -------------------------------------------------------------------------------------------- Sâlisen: Þemsin müstekarrý denilen taht-ý revanýyla ve seyyarat denilen asakir-i seyyaresiyle göçüp sahra-yý âlemde seyr ü seferi, mukteza-yý hikmet görünüyor. Zira kudret-i Ýlahiye herþeyi hayy ve müteharrik kýlmýþtýr ve sükûn-u mutlak ile hiçbir þeyi mahkûm etmemiþtir. Mevtin biraderi ve ademin ammizadesi olan atalet-i mutlak ile, rahmeti býrakmamýþ ki kaydedilsin. Öyle ise Þems de hürdür. Kanun-u Ýlahiye itaat etmek þartýyla serbesttir, gezebilir. Fakat baþkasýnýn hürriyetini bozmamak gerektir ve þarttýr. Evet þems, emr-i Ýlahîye temessül eden ve herbir hareketini meþiet-i Ýlahiyeye tatbik eden bir çöl paþasýdýr. Evet cereyan hakikî ve zâtî olduðu gibi arazî ve hissî de olabilir. Nasýl hakikîdir, öyle de mecazîdir. Bu mecazýn menarý, ›¬h²D«#ödir. Üslûbun ukde-i hayatiyesine telvih eden lafýz, ±¯h«T«B²,W¬7ödir. Elhasýl: Maksad-ý Ýlahîsi, nizam ve intizamý göstermektir. Nizam ise þems gibi parlýyor. ²u«,«#ö««:ö²u«,«Q²7!ö¬u6ökaidesine binaen, nizamý intaç eden hareket-i þems veyahut deveran-ý arz, hangisi olursa olsun, asýl maksadý ihlâl etmediði için sebeb-i aslînin taharrisine mecbur deðiliz. Meselâ: «Ä@«5önin elifiyle hýffet hasýldýr. Aslý ne olursa olsun, vav'a bedel kaf dahi olsa fark etmez. Yine elif, elif ve hafiftir. --- sh:»(Mu:82) -------------------------------------------------------------------------------------------- Ýþaret: Bu tasviratla beraber hiss-i zahire istinaden; zahir, mutaassýbane bir cümud-u bâridi göstermek, nasýlki belâgatýn hararet ve letafetine münafîdir. Öyle de: Delil-i Sâni' olan nizam-ý âlemin esasý olan hikmetullahýn þahidi olan istihsan-ý aklîye carih ve muhaliftir. Þöyle meselâ: Sübhan Daðý'na çok fersahla uzak bir mesafeden müteveccih olsan ve istesen ki: Sübhan senin cihat-ý erbaana mukabil gelse veyahut her cihete mukabil olarak görmüþsün, bu tebdil ve tebeddüle lâzým olan rahat bir sebebi olan kaç hareket-i vaz'iye ile birkaç adým atmak gibi en kýsa yolu terk ve Sübhan Daðý gibi dehþetli bir cirm-i azîmi seni hayrette býrakacak bir daire-i azîmeyi kat'etmesini tahayyül veya teklif etmek gibi bir gayet uzun yolu ve israf ve abesiyete acib bir misali, nizam-ý âleme esas tutmak, bence nizama cinayet etmektir. Þimdi insafla nazar-ý hakikatla bu taassub-u bârideye bak: Nasýl istikra-i tâmmýn þehadetiyle sabit olan bir hakikat-ý bahireye muaraza ediyor. O hakikat ise budur: Hilkatte israf ve abes yoktur. Ve hikmet-i ezeliye, kýsa ve müstakim yolu terketmez. Uzun ve müteassif yolu ihtiyar etmez. Öyle ise; acaba istikra-i tâmmýn mecaza karine olmasýndan ne mani tasavvur olunur ve neden caiz olmasýn?.. Tenbih: Eðer istersen Mukaddemata gir. Birinci Mukaddeme'yi suðra ve Üçüncü Mukaddeme'yi kübra yap. Sana netice verecektir ki: Ehl-i zahirin zihinlerini teþviþ eden, felsefe-i Yunaniyeye incizablarýdýr. Hattâ o felsefeye fehm-i âyette bir esas-ý müselleme nazarýyla bakýyorlar. Hattâ oðlu ölmüþ bir kocakarýyý güldürecek derecede bir misal budur ki: Bazýlar öyle bir zâtýn kelâmýndaki --- sh:»(Mu:83) -------------------------------------------------------------------------------------------- fülûs-u felsefeyi, cevher-i hakikattan temyiz etmeyecek dereceden pek çok derecede âlî olan o zât-ý nekkad, Kürdçe demiþ ki: ²t«V«8ö²w¬9!«:¬èö²–¬*@«Z¬åö²h¬.@«X«2ö Halbuki: Bu söz ile hükemanýn mezhebi olan ki: "Melaike-i Kiram maddeden mücerreddirler" red yolunda tasrih ediyor ki: "Melaike-i Kiram anasýrdan mahluk ecsam-ý nuraniyedirler." Onlar fehmetmiþler ki: Anasýr dört olduklarý, Ýslâmiyet'tendir. Acaba.. dörtlüðü ve unsuriyeti ve besateti, hükema ýstýlahatýndan ve müzahref olan ulûm-u tabiiyenin esaslarýndandýr. Hiç usûl-ü Ýslâmiyeye taalluklarý yoktur, belki zahir müþahedetle hükmolunan bir kaziyedir. Evet dine temasý olan her þey, dinden olmasý lâzým gelmiyor. Ve Ýslâmiyet'le imtizac eden her bir madde, Ýslâmiyet'in anasýrýndan olduðunu kabul etmek, unsur-u Ýslâmiyet'in hasiyetini bilmemek demektir. Zira kitab ve sünnet ve icma' ve kýyas olan anasýr-ý erbaa-i Ýslâmiye, böyle maddeleri terkib ve tevlid etmez. Elhasýl: Unsuriyet ve besatet ve erbaiyet, felsefenin bataklýðýndandýr; þeriatýn maden-i safîsinden deðildir. Fakat felsefenin yanlýþý, seleflerimizin lisanlarýna girdiðinden, bir mahmil-i sahih bulmuþtur. Zira selef, "dörttür" dediklerinden murad, zahiren dörttür. Veyahut hakikaten ecsam-ý uzviyeyi teþkil eden müvellidülma ve müvellidülhumuza ve azot ve karbon.. yine dörttür. Eðer hür-fikirsen bu felsefenin þerrine bak: Nasýl ezhaný esaretle sefalete atmýþtýr. Âferin, hürriyetperver olan hikmet-i cedidenin himmetine ki, o müstebid hikmet-i --- sh:»(Mu:84) -------------------------------------------------------------------------------------------- Yunaniyeyi dört duvarýyla zîr ü zeber etmiþtir. Demek muhakkak oldu ki: Âyâtýn delail-i i'cazýnýn miftahý ve esrar-ý belâgatýn keþþafý, yalnýz belâgat-ý Arabiyenin madenindendir. Yoksa felsefe-i Yunaniyenin destgâhýndan deðildir. Ey birader! Vakta ki keþf-i esrar meraký bizi þu makama kadar getirdi. Biz de seni beraber çektik. Seni taciz ettik. Hem senin çok yorgunluðunu dahi biliriz. Þimdi Unsur-ul Belâgat ve i'cazýn miftahý olan Ýkinci Makale'nin içerisine seni gezdirmek istiyorum. Sakýn o makalenin iðlak-ý üslûbu ve içinde cilveger olan mesailin elbiselerinin periþaniyeti, seni temaþasýndan müteneffir etmesin. Zira iðlak eden, manasýndaki dikkat ve kýymettir. Ve periþan eden ve zînet-i zahiriyeden müstaðni eden, manasýndaki cemal-i zâtiyesidir. Evet, nazlanan ve istiðna gösteren nazeninlerin mehirleri dikkattir. Ve menzilleri dahi kalbin süveydasýdýr. Bunlara giydirdiðim elbise, zamanýn modasýna muhaliftir. Zira Kürd mektebi denilen yüksek daðlarda büyümüþ olduðumdan alaturka terziliðe alýþamadým. Hem de þahsýn üslûb-u beyaný, þahsýn timsal-i þahsiyetidir. Ben ise gördüðünüz veya iþittiðiniz gibi, halli müþkil bir muammayým... Åv«#öÅv«#ö --- sh:»(Mu:85-86) ---------------------------------------------------------------------------------------- Unsur-ul Belâgat ¬v[¬&ÅI7!ö¬w´W²&ÅI7!ö¬yÁV7!ö¬v²K¬" ¬y±¬[¬A«9ö]«V«2ö€!«x«VÅM7!ö«:ö¬yÁV¬7ö€@«A±¬[ÅO7«! Ýkinci Makale Belâgatýn ruhuna taalluk eden birkaç mes'elenin beyanýndadýr. Birinci Mes'ele Tarih lisan-ý teessüfle bize ders veriyor ki: Saltanat-ý Arabýn cazibesiyle a'cam, Arablara muhtelit olduklarýndan; Kelâm-ý Mudarî'nin melekesi denilen belâgat-ý Kur'aniyenin madenini müþevveþ ettikleri gibi, öyle de acemlerin ve acemîlerin belâgat-ý Arabiyenin san'atýna girdiklerinden fikrin mecra-yý tabiîsi olan nazm-ý maânîden, zevk-i belâgatý nazm-ý lafza çevirmiþlerdir. Þöyle ki: Efkâr ve hissiyatýn mecra-yý tabiîsi nazm-ý maânîdir. Nazm-ý maânî ise mantýkla müþeyyeddir. Mantýðýn üslûbu ise müteselsil olan hakaika müteveccihtir. Hakaika giren fikirler ise, karþýsýnda olan dekaik-ý mahiyatta nafizdirler. Dekaik-ý mahiyat ise, âlemin nizam-ý ekmeline --- sh:»(Mu:87) -------------------------------------------------------------------------------------------- mümidd ve müstemiddirler. Nizam-ý ekmelde herbir hüsnün menbaý olan hüsn-ü mücerred mündemiçtir. Hüsn-ü mücerred ise mezâyâ ve letaif denilen belâgat çiçeklerinin bostanýdýr. Çiçeklerin bostaný, cinan-ý hilkatte cilveger olan, ezhara perestiþ eden ve þâir denilen bülbüllerin naðamatýdýr. Bülbüllerin naðamatýna aheng-i ruhanî veren ise, nazm-ý maânîdir. Hal böyle iken, Arab'dan olmayan dahîl ve tufeylî ve acemîler, belâgat-ý Arabiyede üdeba sýrasýna geçmeye çalýþtýklarýndan, iþ çýðýrdan çýktý. Zira bir milletin mizacý o milletin hissiyatýnýn menþei olduðu gibi lisan-ý millîsi de, hissiyatýnýn ma'kesidir... Milletin emziceleri muhtelif olduðu gibi, lisanlarýndaki istidad-ý belâgat dahi mütefavittir. Lâsiyyema Arabî lisaný gibi nahvî bir lisan olsa... Bu sýrra binaen cereyan-ý efkâra mecra ve belâgat çiçeklerine çimengâh olmaya çok derece nâkýs ve kýsa ve kuru ve kýr'av olan nazm-ý lafz; mecra-yý tabiîsi olan nazm-ý manaya mukabele ederek belâgatý müþevveþ etmiþtir. Zira acemîler sû'-i ihtiyar veya sevk-i ihtiyaçla lafzýn tertib ve tahsinine ve maânî-i lügaviyenin tahsiline daha ziyade muhtaç olduklarýndan ve elfaz, mecra olmak cihetiyle daha âsân ve daha zahir ve nazar-ý sathîye daha munis ve hevam gibi avamýn nazarlarýný daha cazibedar ve avamperestane nümayiþlere daha müstaid bir zemin olduðundan, elfaza daha ziyade sarf-ý himmet etmiþlerdir... Yani ne kadar bir mesafe kat'ederse önlerine çok müþa'þa' sahralar kendilerini göstermek þanýnda olan tertib-i maânîde olan tagalgulden zihinlerini çevirip, elfaz arkasýna koþup, dolaþýyorlar. Maânînin tasavvurlarýndan sonra elfazýn arkasýna gitmekle fikirleri çatallaþmýþtýr. Gide gide elfaz manaya galebe --- sh:»(Mu:88) -------------------------------------------------------------------------------------------- etmekle istihdam ederek; lafz, manaya hizmet etmek olan kaziye-i tabiiye aksine çevrildiðinden, tabiat-ý belâgattan böyle lafýzperest mutasallýflarýn san'atýna kadar.. yok belki tasannularýna uzun bir mesafe girmiþtir. Eðer istersen Harîrî gibi bir dâhiye-i edebin Makamat'ýna gir, gör! O dâhiye-i edeb nasýl hubb-u lafza maðlub olarak lafýzperestlik hevesi o kýymetdar edebini lekedar ettiði gibi lafýzperestlere de bast-ý özür etmiþtir ve nümune-i imtisal olmuþtur. Onun için o koca Abdülkahir bu hastalýðý tedavi etmek için Delail-i Ý'caz ve Esrar-ül Belâgat'ýn bir sülüsünü onun ilâçlarýndan doldurmuþtur. Evet lafýzperestlik bir hastalýktýr, fakat bilinmez ki hastalýktýr... Tenbih: Lafýzperestlik nasýl bir hastalýktýr.. öyle de; suretperestlik ve üslûbperestlik ve teþbihperestlik ve hayalperestlik ve kafiyeperestlik þimdi filcümle, ileride ifrat ile tam bir hastalýk ve manayý kendine feda edecek derecede bir maraz olacaktýr. Hattâ bir nükte-i zarafet için veya kafiyenin hatýrý için, çok edib edebde edebsizlik etmeye þimdiden baþlamýþlardýr. Evet lafza zînet verilmeli, fakat tabiat-ý mana istemek þartýyla.. ve suret-i manaya haþmet vermeli, fakat mealin iznini almak þartýyla.. ve üslûba parlaklýk vermeli, fakat maksudun istidadý müsaid olmak þartýyla.. ve teþbihe revnak vermeli, fakat matlubun münasebetini göze almak ve rýzasýný tahsil etmek þartýyla.. ve hayale cevelan ve þaþaa vermeli, fakat hakikatý incitmemek ve aðýr gelmemek ve hakikata misal olmak ve hakikattan istimdad etmek þartýyla gerektir. * * * --- sh:»(Mu:89) -------------------------------------------------------------------------------------------- Ýkinci Mes'ele Kelâmýn hayatlanmasý ve neþv ü nemasý; manalarýn tecessümüyle ve cemadata nefh-i ruh etmekle bir mükâleme ve mübahaseyi içlerine atmaktýr. Þöyle: Deveran ile tabir olunan vücudda ve ademde iki þeyin mukarenetiyle biri ötekisine illet ve me'haz ve menþe' zannolunmasý olan itikad-ý örfî üzerine müesses olan maðlata-i vehmiye üstüne mebni olan kuvve-i hayalden neþ'et eden sihr-i beyanýyla sehhar gibi cemadatý hayatlandýrýr, birbiriyle söyletir. Ýçlerine ya adaveti veya muhabbeti atar. Hem de manalarý tecessüm ettirir, hayat verir, içinde hararet-i gariziyeyi derceder. Eðer istersen gürültülü menzil ýtlakýna þayeste olan bu beyte gir: ›¬*²G«.ö]¬4ö‰²@«[²7!ö«—öÄ@«8³²!öv¬M«B²F«#ö«:ö¬y¬V²O«8ö¬a²E«#ö²w¬8ö¿«Ÿ²'¬²!ö«]¬X[¬%@«X Yani: "Mumatala-i hak perdesi altýnda hulf-ül va'd benimle konuþuyor. Der: Aldanma!.. Onun için sinemde ümidlerim ye's ile kavgaya baþladýlar, o mütezelzil hane olan sadrýmý harab ediyorlar." Göreceksin nasýl þâir-i sahir emel ve ye'si tecsim etmekle hayatlandýrarak nemmam olan ihlafýn fitnesiyle bir muharebe ve muhasamayý temsil eyledi. Güya sinematoðraf gibi bu beyt senin aklýna rü'ya görünüyor. Evet bu sihr-i beyanî bir nevi tenvim eder. Veyahut yerin yaðmur ile muaþaka ve þekvasýný dinle! Ýþte: ¬Æ@«/Çh7!ö«r²-«*öy«=@«8ör«-²h«#ö«:ö¬y²[«7¬!öy«B«A²[«3öŒ²*«²!ö]ÅU«L«# --- sh:»(Mu:90) -------------------------------------------------------------------------------------------- Yani: Yaðmurun geç gelmesini ona teþekki eder. Mahbubun aðýz suyu gibi suyunu emer. Acaba yeri Mecnun, sehabý Leyla haletlerinde bu þiir sana tahyil etmiyor mu? Tenbih: Bu þiiri güzel gösteren içindeki hayalin hakikate bir derece müþabehetidir. Zira yaðmur gecikse sonra gelse toprak výz výz gibi bir savtý çýkartarak suyunu çeker. Bu hali gören geçliðine ve þiddet-i ihtiyacýna intikal ettiðinden, meþhur deveranýn sýrrýyla ve tevehhümün tasarrufatýyla bir muaþaka ve mükâleme suretine ifrað eder. Ýþaret: Herbir hayalde bu çiznök gibi bir dane-i hakikat bulunmak þarttýr... * * * Üçüncü Mes'ele Kelâmýn elsine-i fahiresi veyahut cemali ve sureti, üslûb iledir. Yani kalýb-ý kelâm iledir. Þöyle ki: Ya dikkat-i nazar veya tevaggul veya mübaþeret veya san'atýn telakkuhuyla hayalde tevellüd eden temayülatýn hususiyatýndan teþekkül eden suretlerden terekküb eden istiare-i temsiliyenin parçalarý telahuk ettiklerinden tenevvür ve teþerrüb ve teþekkül eden üslûb, kelâmýn kalýbý olduðu gibi, cemalin madeni ve hulel-i fahirenin destgâhýdýr. Güya aklýn borazaný denilmeye þâyan olan irade ses etmekle, kalbin karanlýk köþelerinde yatan manalar çýplak, yalýn ayak, baþ açýk olarak çýktýklarýndan mahall-i suver olan hayale girerler. O hazinet-ül hayalde bulduklarý sureti giyerler. En ekall bir yazmayý sarar. Veya bir pabucu giyer, lâakal --- sh:»(Mu:91) -------------------------------------------------------------------------------------------- bir niþan ile çýkar. Hiç olmazsa bir düðme ile veya bir kelime ile kendinin nerede terbiye olduðunu gösterir. Eðer bir kelâmýn -fakat tabiattan çýkmýþ bir kelâmýn- üslûbunda im'an-ý nazar edersen, kendi san'atý içinde iþleyen mütekellimi o âyine-misal üslûbun içinde göreceksin. Hattâ nefsini nefesinden ve sesinden; mahiyetini nefsinden (üfürmesinden) tevehhüm ve mizac ve san'atýný kelâmýyla mümtezic tahayyül etsen, Hayaliyyun mezhebinde muateb olmuyorsun. Eðer tereddüd ile senin hayalin, hastalýðý var ise Kaside-i Bür'iyye'den olan ¬•«GÅX7!ö«^«[²W¬&ö²•«i²7!«:ö¬•¬*@«E«W²7!ö«w¬8ö²€«Ÿ«B«8²!ö¬G«5ö¯w²[«2ö²w¬8ö«p²8ÅG7!ö¬¬h²S«B²,!«: olan bîmarhaneye git, gör! Nasýl hakîm-i Busayrî, istifraðla ve nedametin perhiziyle sana reçete yazar. Eðer iþtihanýn açýlmasýyla üslûb denilen hakikatýn þiþesindeki zülal-i mana nasýl kendine muvafýk ve nasýl imtizac etmesini seyretmek ve o zülali içmeye iþtihan var ise meyhaneye git ve de: "Ey meyhaneci, kelâm-ý belig nedir?" Elbette onun san'atý onu þöyle söylettirecek: Kelâm-ý belig, ilim denilen çömleklerde piþirilen ve hikmet denilen büyük küplerde duran ve fehm denilen süzgeç ile süzülen âb-ý hayat gibi bir manayý, zürefa denilen sâkiler döndürüp efkâr içer; esrarda temeþþi etmekle hissiyatý ihtizaza getiren kelâmdýr. Eðer böyle sarhoþlarýn sözlerinden hoþlanmýyorsan suyun mühendisi olan Hüdhüd-ü Süleyman'ýn Sebe'den getirdiði nebe' ve haberi dinle!.. Nasýl inzal-i Kur'an ve ibda'-ý semavat ve arz eden Zülcelal'in tavsifini etmiþtir. --- sh:»(Mu:92) -------------------------------------------------------------------------------------------- Hüdhüd diyor: "Bir kavme rast geldim. Zemin ve âsumandan mahfiyatý çýkaran Allah'a secde etmiyorlar..." Bak evsaf-ý kemaliye içinde Hüdhüd'ün hendesesine telvih eden vasf-ý mezburu yalnýz ihtiyar eyledi. Ýþaret: Üslûbdan muradým kelâmýn kalýbýdýr ve suretidir. Baþkalar baþka diyorlar. Ve belâgatça faidesi, kýssatýn tefarýkýný ve periþan olan parçalarýný iltiham ve bitiþtirmektir. Tâ kaide-i "Bir þey sabit olursa levazýmýyla sabittir" sýrrýyla bir cüz'ü tahrik etmekle kýssatýn küllünü ihtizaza getirmektir. Güya mütekellim, üslûbun bir köþesini muhataba gösterse, muhatab kendi kendine velev bir derece karanlýk olsa da tamamýný görebilir. Bak nerede olursa olsun "mübareze" lafzý pencere gibi meydan-ý harbi, içinde harb olarak sana gösterir. Evet çok böyle kelimeler vardýr. Hayalin sinematoðrafisi denilse caizdir. Tenbih: Üslûb meratibi pek mütefavittir. Bazan o kadar latif ve rakiktir ki, nesim-i seherden daha âheste eser. Bazan o kadar gizli oluyor ki, bu zamanýn harbinin diplomatlarýnýn desais-i harbiyelerinden daha mesturdur. Bir diplomatýn kuvve-i þâmmesi lâzýmdýr, tâ istiþmam edebilsin. Ezcümle: ³j´ * * * --- sh:»(Mu:93) -------------------------------------------------------------------------------------------- Dördüncü Mes'ele Kelâmýn kuvvet ve kudreti ise; kelâmýn kuyudatý birbirine cevab vermek ve keyfiyatý birbirine muavenet etmekle umumen karýnca kaderince, asýl garaza iþaret ve herbiri parmaðýný maksad üzerine býrakmak ile h[¬L düsturuna timsal olmaktýr. Demek kuyudat zenav gibi veyahut dereler gibi.. maksad ise ortalarýndan istimdad edici bir havuz gibi olmak gerektir. Elhasýl: Zihnin þebekesi üstünde tersim olunan ve nazar-ý akl ile alýnan suret-i garaz, müþevveþ olmamak için, tecavüb ve teavün ve istimdad lâzýmdýr. Ýþaret: Bu noktadan intizam neþ'et etmekle tenasüb tevellüd edip hüsn ü cemal parlar. Eðer istersen Rabb-i Ýzzet'in kelâmýna teemmül et... Ezcümle: Zerresi büyük bir taþ kadar büyük olan azabdan tahvif ve insaný, kalâk ve tahammülsüz olduklarýný göstermek için sevk edilen «t±¬"«*ö¬Æ!«H«2ö²w¬8ö½^«E²S«9ö²vZ²BÅ,«8ö²w¬«7«: olan âyete bak. Nasýlki "þeyi zýddýndan in'ikas ettirmek" olan kaide-i beyaniyeye binaen tehvil ve tahvif için azabýn bir parçasýnýn derece-i tesirini göstermek istediðinden, kýllet olan esas-ý maksada, nasýl kelâmýn her tarafý elini oraya uzatýp kuvvet veriyor. Þöyle: ²–¬!ölafzýndaki teþkik ile tahfif ve ²aÅ,«8ödeki yalnýz temas ve ½^«E²S«9ömaddesinde ve sîgasýnda --- sh:»(Mu:94) -------------------------------------------------------------------------------------------- ve tenkirindeki taklil ve tahkir.. ve ö²w¬8ödeki teb'iz ve nekale bedel ¬Æ!«H«2özikrindeki tehvin ve «t±¬"«* deki îma-i rahmet, umumen taklili göstermekle, azabý nihayet derecede ta'zim ve tehvil eder. Zira azý böyle olursa, çoðundan Allah esirgesin... Tenbih: Bu sana sermeþktir. Yazabilirsen meþk et. Zira bütün âyât-ý Kur'aniye bu intizam ve tenasüb ve hüsne mazhardýrlar. Fakat makasýd bazan mütedâhilen müteselsildir. Her birinin tevabii ötekiyle mukarin olur, fakat muhtelit olmaz. Dikkat etmek gerektir. Zira nazar-ý sathî böyle yerlerde çok halt eder. * * * Beþinci Mes'ele Kelâmýn servet ve vüs'ati ise; -nasýl suret-i terkib, nefs-i maksadý gösterir. Öyle de- müstetbeatýnýn telmihatýyla ve esalîbin iþaratýyla garazýn levazým ve tevabiini göstermek ve ihtizaza getirmektir. Zira telmih ve iþaret ise, sâkin olan hayalâtý ihtizaza ve sâkit olan cevanibini söylettirmekle kalblerin en uzak köþelerindeki istihsaný ve alkýþlamayý tehyic etmeye büyük bir esastýr. Evet telmih ve iþaret ise yolun etrafýný temaþa ile tenezzüh etmek içindir. Kasd ve taleb ve tasarruf için deðildir. Demek mütekellim onda mes'ul olmaz. Eðer istersen bu beyitlerin içlerine gir. Bir derece seyre þâyan noktalar vardýr: --- sh:»(Mu:95) -------------------------------------------------------------------------------------------- Ýþte çal olan atýna binmiþ, nazenin karþýsýnda gençlenmek isteyen ihtiyar babanýn sakalýnýn içine bak, belâgatýn çok anahtarlarýný bulacaksýn. Al kapýlarý aç, iþte: ¬h²;ÅG7!ö¬p¬ Yani: Dedi: "Ýhtiyar oldun." Dedim: "Deðildir; belki mesaib-i dehrin gürültüsünden ayaklarý altýnda çýkýp sakalýma konmuþ bir beyaz gubardýr." Hem de: ¬Æ«(«²!«:ö¬›²!Åh7!ö•@«,¬B²"!ö«¾!«)öÅ–¬@«4ö¬y¬"ö¬h[¬B«T²7!öŒ@«W Yani: Sakalýmýn beyazlanmakla parlamasý seni korkutmasýn. Zira nur-u mütecessim gibi dimaðdan erimiþ sakaldan mecra bulup kendini gösteren fikir ve edebin tebessümüdür. Hem de: ¯`[¬L«8ö¬d²AM¬"öŬ!ö²y¬A«B²X«#ö²v«V«4ö¯^«A[¬A«-ö¬u²[«V¬"ö²a«8@«9ö²G«5ö«tX²[«2«: Yani: Gece gibi gençlikte gözün nevm-i gaflette dalmýþ, ancak subh-misal olan sakalýn beyazýyla uyanabildi. Hem de: ¬y¬=@«L²&«!ö]¬4ö«Œ@«'«:öy²X¬8öÅl«B²5@«4öy«X[¬A«%öƒ@«AÅM7!ö«v«O«7ö@«WÅ9«@«6«: Yani: Ciriti istemek yolunda, sabah, atýmýn yüzüne yed-i beyzasýyla bir tokat vurdu. Atým dahi kýsasýný almak için tayyar olan subha eriþti, yere vurdu, içinde dört ayaðýyla gezindi. Demek atým çal'dýr. Hem de: ¬‰«h«F²7!«:ö¬a²WÅM7!ö]¬4ö@«ZA²V5ö@«Z«A²V«5«:ö²€«h«O«'ö!«)¬!ö@«;@«&@«-:ö]¬A²V«5öÅ–«@«6 --- sh:»(Mu:96) -------------------------------------------------------------------------------------------- Yani: Kalbim maþukumun kemeri gibi hareket ve hýþhýþ etmekte; onun kalbi ise onun bileziði gibi sükûn ve sükûttadýr. Demek beli ince, bileði kalýn olduðu gibi; kalbim müþtak, onun kalbi müstaðnidir. Demek hüsün ve aþký ve istiðnayý ve iþtiyaký bir taþ ile vurmuþtur. Hem de: ¬uÅW«EW²7!ö¬Æ@«[¬Q²7!ö›¬)ö±¬]¬9@«W«[²7!ö«Ä:i9öy«2@«Q«"ö¬n[¬A«R²7!ö¬š!«h²E«M¬"ö]«T²7«!«: Yani: Tacir-i Yemenî gibi yaðmurdan gelen sel, yüklerini, eskallerini gabît sahrasýna attý. Nasýlki bir tüccar akþamda bir köye gelse, gecede köylüler rengârenk eþyalarýný satýn alsalar; sabahleyin herkes bir renk ile süslenmiþ olduðu halde evinden çýkýyor. Hattâ köyün çobaný dahi kýrmýzý bir mendili baðlýyor. Öyle de, sel sahraya yükünü attýðý gibi ticaret-i hafiyeye benzer imtizacat-ý kimyeviye ile çiçeklerin nazeninlerine güya rengârenk elbise alýnýr, dikilir. Hattâ çiçeklerin çobaný ýtlakýna þâyan olan kefne (1) baþýný kýrmýzýlaþtýrýyor. Hem de: ¬u«W«Q²7!«:ö¬Ä²x«T²7!ö«w²[«"ö¬r²VF²7!ö^«4@«,«8ö²a«%«h«S²9!«:ö*²G«R²7!ö«Œ@«4«:öš@«4«x²7!ö«*@«3 Yani: "Vefa, gavr-ý in'idama çekildi.. tufan-ý gadr feverana baþladý. Kavl ve amel ortasýnda uzun bir mesafe açýldý..." Uzaða gitmek istemiyorsan bu makalenin bir parça mâkabline nazar et. Bu mes'eleye nümune olmak için çok parçalarý bulacaksýn. Ezcümle: "Âyâtýn delail-i i'cazýnýn miftahý ve esrar-ý belâgatýnýn keþþafý yalnýz (1): Dikenli, ihrak edilir bir dað mahsulüdür. --- sh:»(Mu:97) -------------------------------------------------------------------------------------------- belâgat-ý Arabiyedir. Felsefe-i Yunaniye deðildir." Veyahut makale-i ûlâda olan mes'ele-i ûlânýn hâtimesindeki iþarete bak. Ýþte "Hilkat denilen þeriat-ý fýtriye, meczub ve misafir olan küre-i arza farz etmiþtir ki: Þemse iktida eden yýldýzlarýn safýnda durmak, þüzuz etmemek... Zira zemin zevciyle beraber «w[¬Q¬=@«0ö@«X²[«#«! demiþlerdir. Taat ise cemaatle daha ahsendir." Þimdi teemmül et! Bu misaller, karþý ve arkalarýndan öyle makamatý gösterir ki, arkalarýndan baþka makamat hayal-meyal gibi baþýný çýkarýyor. * * * Altýncý Mes'ele Kelâmýn semeratý ise; tabakat-ý muhtelifede, suver-i müteaddidede teþekkül eden maânîdir. Þöyle: Kimya'ya aþina olanlara malûmdur. Bir maddeyi, meselâ altun gibi bir unsuru istihsal edildiði vakit, makine veya fabrika ile müteaddid borular ile muhtelif teressübatýyla, mütenevvi' teþekkülat ile tabakat-ý mütefavitede geçer. En nihayet ondan bir kýsým tahassül eder. Kelâm denilen maânî-i mütefavitenin fotoðrafýyla alýnmýþ muhtasar bir haritanýn istiab ettiði gibi. Mefahim-i mütefavitenin suret-i teþekkülü budur ki, tesirat-ý hariciyeden kalbin bir kýsým ihtisasatý ihtizaza gelmekle müyulat tevellüd eder. Ondan hevaî manalar bir derece aklýn nazarýna iliþmekle, aklý kendine müteveccih --- sh:»(Mu:98) -------------------------------------------------------------------------------------------- eder. Sonra o buhar halindeki mana bir kýsmý tekasüf etmekle temayülat ve tasavvuratýn bir kýsmý muallak kalýp bir kýsým dahi takattur ettiðinden akýl ona raðbet gösterir. Sonra mayi halindeki kýsýmdan bir kýsým tasallüb ve tahassül ettiðinden, akýl onu kelâm içine alýyor. Sonra o mütesallibden bir resm-i mahsus ile temessül ve tecelli ettiðinden, akýl onun kametine göre bir kelâm-ý mahsus ile onu gösterir. Demek müteþahhýs olaný, kelâmýn suret-i mahsusasý içine alýyor. Ve tasallüb etmeyeni fehvanýn eline verir. Ve tahassül etmeyeni iþaret ve keyfiyet-i kelâma yükler. Ve takattur etmeyeni kelâmýn müstetbeatýna havale eder. Ve tebahhur etmeyeni üslûbun ihtizazatýna ve kelâm ile refakat eden mütekellimin etvarýyla rabteder. Ýþte bu silsilenin borularýndan ismin müsemmasý ve fiilin manasý ve harfin medlûlü ve nazmýn mazrufu ve heyetin mefhumu ve keyfiyatýn mermuzu ve müstetbeatýn müþarünileyhleri ve hitabý teþyi' eden etvarýn muharrikleri, hem de "Dâllün bil-ibare"nin maksudu ve "Dâllün bil-iþaret"in medlûlü ve "Dâllün bil-fehva"nýn mefhum-u kýyasîsi ve "Dâllün bil-iktiza"nýn mana-yý zarurîsi ve daha baþka mefahim umumen bu silsilenin birer tabakasýndan in'ikad eder ve þu madenden çýkar. Eðer seyretmek istersen kendi vicdanýna bak, þu meratibi göreceksin. Þöyle: Senin mahbubun vakta gözünüzün penceresinden þua ve berk-i hüsnünü vicdanýnýza ilka ederse, o aþk denilen nâr-ý mukade birden yandýrmaya baþladýðýndan, hissiyat iltihaba baþlamakla, âmâl ve müyulat dahi heyecana gelip birden o âmâller üst kattaki hayalin tabanýný deler. Ýmdad istediklerinden o hazinet-ül hayalde safbeste-i hareket ve mahbubun mehasinini --- sh:»(Mu:99) -------------------------------------------------------------------------------------------- ellerinde tutmuþ veyahut onun mehasinini hatýra getirmekle tasvir eden, baþkasýnýn mehasini ile iþba' olunmuþ olan hayalât ise o âmâlin imdadýna koþarlar; beraber hücum edip hayalden lisana kadar inmekle beraber zülâl-i visale olan meyli arkalarýnda ve firaktan olan teellümü saðda ve ta'zim ve te'dib ve iþtiyaký sola ve terahhum ve lütfu iktiza eden mahbubun mehasinini önlerine ve hediye olarak medihanýn gerdanýný ve senanýn dürrlerini ellerine almakla beraber o ¬?«G¬²4«²!ö]«V«2ö?«G«5xW²7!ö*@ÅX7«!öýtlakýna þâyan olan o ateþi söndürmek için zülâl-i visali celbeden tavsif-i bil-fezail ile arz-ý hacet ederler. Ýþte bak kaç tabakatta bildiðin manadan baþka ne kadar maânî baþlarýný çýkarýp görünüyor. Eðer korkmuyorsan Ýbn-i Farýd'ýn veya Ebu Tayyib'in gözlerinden müdhiþ olan vicdanlarýna bak. Ve vicdanýn tercümaný olan @«,«h«3ö›¬HÅ7!ö«]¬X²D« Hem de ¬aÅA«#ö«b¬7@«$ö«:ö]¬,À²!ö«›¬G¬=@«2«Ÿ«#ö]«#«!ö²u«;ö«ÄÅ:«!ö¬š@«L²&«²!«:ö¬w²[«Q²V¬V«4 Hem de !®)!«H%öy²X¬8ö«*@«.ö]¬A²V«5ö«¾!«x«;ö«:ö!«)@«W¬7ö«¾@«W7ö]¬=@«W«1ö@«W«&öÊG«. Hem de p«#²h«#ö¬w²,E²7!ö«w¬8ö¯Œ²:«*ö]¬4ö«›@«X²[«2ö«:ö@«N«R²7!ö«w¬8ö¯±]¬6«)ö¯h²W«%ö]«V«2ö«›@«L& gör ve dinle ki, çendan gözleri Cennet'te tenezzüh eder. Fakat vicdanlarýndaki Cehennem tazib eder. Öyle de mehasinine --- sh:»(Mu:100) ------------------------------------------------------------------------------------------ iþaret ve istiðnasýna remz ve teellüm-ü firaka îma ve þevke tasrih ve taleb-i visale telvih ve terahhumunu celbeden hüsnüne tansis etmekle beraber hissiyatýný tahrik eden heyet-i etvarýyla çok hayalât-ý rakikayý göstermiþlerdir. Ýþaret: Nasýl bir hükûmetin intizamýnda, her memura istidadý nisbetinde, vazife derecesinde, hizmet miktarýnca ücret vermek lâzýmdýr. Öyle de, böyle meratib-i mütefaviteden ihtilat eden manalar ise, garaz-ý küllî olan mesûk-u lehül-kelâmýn merkezine kurbiyet nisbetinde ve maksuda hizmet derecesinde herbirine inayet ve ihtimamda hisse ve nasiblerini taksim-i âdil ile tefrik etmek gerektir. Tâ ki, o muadeletle intizam ve o intizamdan tenasüb ve o tenasübden hüsn-ü vifak ve o hüsn-ü vifaktan hüsn-ü muaþeret ve o hüsn-ü muaþeretten kelâmýn kemaline bir mizan-üt ta'dil çýkabilsin. Yoksa vazifesi hizmetkârlýk ve tabiatý çocukluk olanlar, büyük rütbeye girmekle tekebbür eder. Tekebbür etmekle tenasübünü bozup muaþereti teþviþ eder. Demek kuyudat-ý kelâmýn istidadlarýný nazara almak gerektir. Evet herþeyi istidadý nisbetinde terfi' etmek lâzýmdýr. Zira görünüyor ki göz, burun gibi bir a'za ne kadar güzel olursa, hattâ altundan olursa, haddinden büyük olduðu halde sureti çirkin eder. Tenbih: Nasýl bazan en küçük bir nefer bir hizmete meselâ düþman ordusuna keþf-i râze gider, müþir gidemez veyahut bir küçük talebe yaptýðý iþi büyük bir âlim yapamaz. Çünki büyük adam her þeyde büyük olmak lâzým gelmez. Herkes kendi san'atýnda büyüktür. Kezalik o maânî-i mütezahime içinde bazan bir küçük --- sh:»(Mu:101) ------------------------------------------------------------------------------------------ mana riyaset eder. O kýymettar oluyor. Zira onun vazifesi þimdi gelecek bir esbab ile ehemmiyetlidir. Buna iþaret eden ve kýymetine menar olan sarih hüküm ve lâzým-ý karibinin adem-i salahiyetidir ki, onun hatýrasý için irsal-i lafz ve sevk-i hitab edilsin ve kelâm dahi postacýlýk etsin. Zira ya bedihî ve malûmdur.. görünüyor veyahut hafif ve zayýftýr, asýl garazda ehemmiyeti yoktur. Veyahut onu hüsn-ü telakki ve kabul edecek ve ona kulak verecek muhatab yoktur. Veyahut mütekellimin haline muvafakat ve tekellüme dâî olan arzuya hizmet edemez. Veyahut muhatabýn þe'n ve haysiyetine imtizaç, istimzaç edemez. Veyahut kelâmýn makamýnda ve müstetbeatýn tevabiinde ecnebi görünüyor. Veyahut garazýn muhafazasýna ve levazýmýn tedarikine müstaid deðildir. Demek her bir makamda bu esbablardan yalnýz birinin sözü dinlenir. Fakat umumen ittihad etseler, kelâmý en yüksek tabakaya çýkartýyorlar. Hâtime Bazý maânî-i muallaka vardýr ki, bir þekl-i muayyenesi ve bir vatan-ý hususiyesi yoktur. Müfettiþ gibi herbir daireye girer. Bazý kendine hususî bir lafýz takýyor. Bu muallakatýn bir kýsmý ise harfiye ve hevaiye gibidir. Baþka kelime onu derununa çeker. Bazan bir cümleye belki bir kýssate nüfuz eder. Ne vakit o cümleyi ezdirirsen ruh gibi o mana takattur eder. Meselâ hasret ve iþtiyak ve temeddüh ve teessüf ilâ âhir.. gibi manalardýr... * * * --- sh:»(Mu:102) ------------------------------------------------------------------------------------------ Yedinci Mes'ele Belâgatýn ukde-i hayatiyesi, tabir-i diðer ile beyanýn felsefesi veyahut þiirin hikmeti ise; hariciyatýn nevamisi ve mekayisini temessül etmektir. Þöyle: Hakaik-i hariciyedeki kanunlarý kýyas-ý temsilî cihetiyle ve deveran tarîkiyle ve vehmin tasarrufuyla þâirane olan maneviyat ve ahvalde yerleþtirmektir. Demek âyine gibi hariçten in'ikas eden hakikatýn þualarýný temessül eder. Güya kendi san'at-ý hayaliyesiyle ve nakþ-ý kelâmîsiyle hilkat ve tabiatý taklid ve muhakât eder. Evet kelâmda hakikat olmaz ise de, en ekall þebih ve nizamýndan istimdad etmek ve onun danesi üzerinde sünbüllenmek gerektir. Fakat her danenin mahsus bir sünbülü vardýr. Bir buðday bir aðaç kadar sünbüllenmez. Felsefe-i beyan nazara alýnmaz ise; belâgat hurafat gibi hayal gul gibi sâmi'e hayretten baþka bir faide vermez. Ýþaret: Felsefe-i beyaniyeye müþabih, Nahv'in dahi bir felsefesi vardýr. O felsefe ise, vâzýýn hikmetini beyan eder. Kütüb-ü Nahiv'de mezkûr olan, münasebat-ý meþhure üzerine müessestir. Meselâ bir mamule iki âmil dâhil olmaz. Ve "hel" lafzý fiili gördüðü gibi sabretmez, visal ister. Hem fâil kuvvetlidir, kavî olan zammeyi kendine gasbeder. Meselâ, hariç ve kâinatta cari olan kanunlarýn birer aks-i misalîsidir. Tenbih: Bu münasebat-ý Nahviye ve Sarfiye olan hikmet-i vâzý' ise; felsefe-i beyan derecesinde olmaz ise de, pek büyük bir kýymeti vardýr. Ezcümle: Ýstikra ile sabit olan ulûm-u nakliyeyi, ulûm-u akliyenin suretlerine çeviriyor. * * * --- sh:»(Mu:103) ------------------------------------------------------------------------------------------ Sekizinci Mes'ele Maânî-i beyaniyenin aþýlamasý ve telkîhi ve manalarýn becayiþ ve inkýlablarý kelimenin mana-yý hakikîsi, ya garaz veyahut mana-yý muallakadan birisini teþerrüb ve içine cezb etmektir. Zira içine girdiði vakit sahib-ül beyt olan hakikata ve esasa dönüyor. Ve asýl lafzýn sahibi olan mana ise bir suret-i hayatiyeye dönüyor. Ona meded verir. Ve müstetbeattan istimdad eder. Bu sýrdandýr ki kelime-i vâhidenin maânî-i müteaddidesi oluyor. Ve becayiþ ve telkîhat bundan çýkar. Bu noktadan gaflet eden, büyük bir belâgatý kaybeder... Ýþaret: Bir þey merkeb ve binilmiþ ise ]«V«2ölafzýna müstehak olduðu gibi, zarf gibi içine aldýðýndan ]¬4ölafzýný ister. ¬h²E«A²7!ö]¬4ö›¬h²D«# gibi. Hem de bir þey âlet olduðundan š@«"ölafzýný ister. ¬vÅVÇ,7@¬"ö«d²OÅ,7!ö€²G«Q«,ögibi. Ve mekân ve merkeb olduðundan ö]¬4ö ve ]«V«2ölafýzlarýný dahi ister. Hem de gaye olduðundan ö]«7¬!ö ve ö]ÅB«&ö lafýzlarýný ister. Ýllet ve zarf olduðundan ö²•«ö ve ö]¬4ö lafýzlarýný dahi ister. ±¯h«T«B²,W¬7ö›¬h²D«#öj²WÅL7!ö«: gibi. Ýþte sermeþk; sen de kýyas edebilirsen et!.. --- sh:»(Mu:104) ------------------------------------------------------------------------------------------ Tenbih: Bu mütedâhil manalarýn hangisi daha ziyade senin garazýna temas eder ve maksada sýla-i rahm vardýr. Ýleriye sür ve izhar et. Bâkileri ona teþyi' edici yaptýr. Yoksa senin tarz-ý ifaden haþmet ve zînet-i beyaniyeden çýplak olacaktýr. * * * Dokuzuncu Mes'ele Ýrade-i cüz'iyeyi ve tasavvur-u basiti âciz býrakan kelâmýn yüksek tabakasý þudur ki: Mütedâhilen müteselsil olan makasýdýn taaddüdü ve mütenasilen murtabýt olan metalibin teselsülü ve netice-i vâhideyi tevlid eden asýllarýn içtimaý ve her biri ayrý ayrý semere veren füru'-u kesîrenin istinbatýna istidad veya tazammunu iledir. Þöyle ki: Maksad-ül makasýd olan en uzak ve yüksek hedef-i garazdan ayrýlýp gelmekte olan maksadlar birbirine murtabýt ve birbirinin noksaniyetini tekmil ve komþuluk hakkýný eda etmekle, kelâma vüs'at ve azamet verir. Güya birini vaz'etmekle öteki ve diðeri ve baþkasýný ve daha baþkasýný vaz'eder. Ve sað ve solda ve her cihetin nisbetini gözetmekle birden o makasýdý, kelâmýn kasr-ý müþeyyedesine kuruyor. Güya çok akýllarý kendi aklýna muavenet etmek için istiare etmiþ, istihdam ediyor. Sanki o mecmu-u makasýdda herbir maksad, tesavir-i mütedâhileden müþterek-ün fîh bir cüzdür. Nasýl mütedâhil tasvirlerde siyah bir noktayý bir ressam koysa; o nokta birinin gözü ötekisinin yüzünün hali, berikisinin burnunun deliði, baþkasýnýn aðzý olduðu gibi kelâm-ý âlîde dahi öyle noktalar vardýr. --- sh:»(Mu:105) ------------------------------------------------------------------------------------------ Ýkinci Nokta: Kýyas-ý mürekkeb ve müteþaab sýrrýyla metalib tenasül edip teselsül etmektir. Güya mütekellim o metalibin beka ve tenasülünün bir tarih-i tabiîsine iþaret eder. Meselâ âlem güzeldir. Demek sânii, hakîmdir. Abes yaratmaz, israf etmez, istidadatý mühmel býrakmaz. Demek intizamý daima tekmil edecek. Ciðerþikâf ve tahammülsûz ve emel öldürücü bütün kemalâtý zîr ü zeber eden hicran-ý ebedî olan ademi, insana musallat etmez. Demek saadet-i ebediye olacaktýr. Üçüncü Makale'nin ikinci þehadetinin mukaddemesinde nübüvvet-i mutlakanýn mebhasinde insanýn hayvandan üçüncü cihet-i farký, buna iyi bir misaldir. Üçüncü Nokta: Netice-i vâhideyi tenatüc eden usûl-ü müteaddideyi cem' ve zikretmektir. Zira herbir aslýn yüksek netice ile kasden ve bizzât irtibatý olmaz ise, lâakal bir derece ihtizaza ve inkiþafa getirir. Güya usûl denilen mezahir ve âyinelerin ihtilafýyla ve netice ve mütecellinin vahdetiyle maksadýn tecerrüdüne ve ulviyetine ve hayat-ý âlem denilen deveran-ý umumî tesmiye olunan hayat-ý külliye ile yâd edilen hakikatýyla kelâmýn kuvve-i hayatiyesinin ittisaline iþarettir. Üçüncü Makale'nin âhirindeki üçüncü maksadda olan birinci maksad buna bir derece misaldir. Hem de Üçüncü Makale'de Dördüncü Mes'ele ve meslekten olan iþaret ve irþad ve tenbih ve muhakeme buna misaldir. ^«T[¬T«E²7!ö¬˜¬H´;ö]ÅV«D«B«#ö«ö«t±¬"«*ö¬€@« ¬*!«h²UÅB7!ö]«V«2ö«–xW«Z²S« --- sh:»(Mu:106) ------------------------------------------------------------------------------------------ Evet Rabb-i Ýzzet'in kelâmýna dikkat edilse bu hakikat her yerde nur gibi parlar. Evet nur gibi köþelerinde ve mekatý'larýnda içtima edip zülâl-i belâgat fýþkýrýyor. Nefrin o zahirperestlere ki bu hakikatten gaflet edip tekrara hamlediyorlar. Dördüncü Nokta: Kelâmý öyle ifrað etmek ve istidad vermektir ki: Pek çok füru'larýn tohumlarýný mutazammýn ve pek çok ahkâma me'haz ve pek çok maânîye ve vücuh-u muhtelifeye delalet etmektir. Güya bu istidadý tazammun ile kelâmýn kuvve-i nâmiyesinin kuvvetine telvih eder ve hasýlatýnýn kesretini gösterir. Sanki o füru' ve vücuhlarýn mahþeri olan mes'elede cem'eder, tâ ki mezaya ve mehasinini müvazenet edip herbir fer'i bir garaza sevk ve herbir vechi bir vazifeye tayin eder. –³~²hT²7!ö@«;«H«'«!ö@«M«Q²7!ö¬s ¬y¬B«3«Ÿ«A¬7ö«w Evet kýssa-i Musa meþhur darb-ý meseldeki tefarik-ul asâdan daha nâfi'dir. Nasýl o asâ ne kadar parçalansa yine bir iþe yarar. Kýssa-i Musa dahi öyledir. Bu hâsiyetine binaendir ki, Kur'an yed-i beyza-i mu'ciz-ül beyaniyle o kýssayý aldý. Ve suver-i müteaddidede gösterdi. Herbir ciheti hüsn-ü istimal etti. Fenn-i beyanýn seharesi, belâgatýna secde ber zemin-i hayret ve muhabbet ettiler. Ey birader! Bu mes'elede olan hayal-meyal belâgat, bu esalîb ile sana öyle bir þecereyi tersim eder ki; cesîm --- sh:»(Mu:107) ------------------------------------------------------------------------------------------ urûku müteþâbike, uzun boðumlarý mütenasika ve müteþaib dallarý müteanika, meyve ve semeratý mütenevvia olan bir þecere-i hakikat sana tasvir eder. Eðer istersen Altýncý Mes'ele'ye temaþa et. Zira çendan müþevveþ ise bir derece bu mes'elenin bir parçasýna misal olabilir. Tenbih ve Ýtizar: Ey birader! Bilirim ki þu makale sana gayet muðlak görünüyor. Fakat ne çare mukaddemenin þe'ni icmal ve îcazdýr. Kütüb-ü Sâlise'de sana tecelli edecektir. * * * Onuncu Mes'ele Kelâmýn selaseti ise: Bir derece hissiyattan tafralýk ve iþtibak etmemek ve tabiatý taklid ve harice temessül ve mesîl-i garazda sedad ve maksad ve müstekarrýn temeyyüzüdür. Þöyle ki: Kelâmda hissiyatta tamam olmadan çifte atmak, baþkasýyla mezcetmek, selasetini taðyir eder. Ve nizamsýz iþtibaktan tevakki ve maânî-i müteselsileden tederrüc lâzýmdýr. Hem de san'at-ý hayaliyesiyle tabiata þakirdlik etmek gerektir. Tâ tabiatýn kavanini onun san'atýnda in'ikas edebilsin. Hem de tasavvuratýný öyle hariciyata muhâkî ve müþakil etmek lâzýmdýr. Faraza tasavvuratý dimaðdan kaçýp hariçte tecessüm etseler, hariç onlarý istilhak ve neseblerini inkâr etmesin ve desin: "Onlar benim" veyahut keennehu veyahut benim veledimdir... Hem de garazýn mesîlinde ve kasdýn mecrasýnda teferruk etmemek için sedad etmek, çeleçepe (1) temayül (1): Bu kelime Kürdçedir. --- sh:»(Mu:108) ------------------------------------------------------------------------------------------ etmemektir. Tâ canibler garazýn kuvvetini teþerrüb etmekle ehemmiyetsiz etmesin. Belki köþeler, tazammun ettikleri taravet ve letafetiyle zenav gibi garaza imdad ve kuvvet vermek gerektir. Hem de kasdýn müstekarrý temeyyüz ve aðrazýn mültekasý taayyün etmek, selasetin selâmetine lâzýmdýr. * * * Onbirinci Mes'ele Beyanýn selâmet ve sýhhatý ise; hükmü, levazým ve mebadisiyle ve âlât-ý müdafaasýyla isbat etmektir. Þöyle ki: Bir hükmün levazýmýný ihlâl etmemek, rahatlýðýný bozmamak ve nazara almak ve mebadisinden istimdad-ý hayat etmek için müracaat etmek ve hücum eden evhamýn itirazatýna mukabele edecek sual-i mukaddere cevab olan kuyudatýyla tekallüd etmek gerektir. Demek kelâm meyvedar bir aðaçtýr. Cinayet ve ictinadan himayet etmek için dikenleri ve süngüleri dizilmiþler. Güya o kelâm, birçok münazaratýn neticesi ve pekçok muhakematýn zübdesi olduðundan, gayet ulvî olarak evhamýn þeyatîni, istirak-ý sem' edemezler; eðri nazar ile bakamazlar. Güya mütekellim altý cihetini nazara alýp, etrafýna bir sur çekmiþtir. Yani mevzu veyahut mahmulü takyid ile.. veyahut tavsif ile.. veyahut baþka cihetle vehmin hücumuna müsaid noktalarda birer müdafi müheyya ederek, baþtan aþaðýya kadar mukadder suallere cevab hükmünde olan kuyudatýyla mücehhez etmektir. Eðer buna misal istersen þu kitab bitamamihi buna uzunca bir misaldir. Lâsiyyema Makale-i Sâlise en parlak bir misaldir. * * * --- sh:»(Mu:109) ------------------------------------------------------------------------------------------ Onikinci Mes'ele Kelâmýn selâmet ve rendeçlenmesi ve itidal-i mizacý ise, her kaydýn istihkak ve istidadýna göre inayeti taksim ve hil'at-ý üslûbu tevzi' ve giydirmektir. Hem de hikâyette olursa mütekellim kendini mahkiyyun anh yerinde farz etmek gerektir. Þöyle: Eðer baþkasýnýn hissiyat ve efkârýnýn tasvirinde ise mahkiyyun anh'a hulûl etmek ve onun kalbinde misafir olmak ve lisanýyla tekellüm etmek gerektir. Eðer kendi malýnda tasarruf etse, alâmet-i kýymet olan itibar ve ihtimamýn taksiminde her kaydýn istihkak ve istidad ve rütbesini nazara almak ile taksiminde adalet ve üslûblarda istidadýn kametine göre kesmektir. Tâ herbir maksad onun münasibinde olan üslûbdan cilveger olabilsin. Zira üslûbun esaslarý üçtür: Birincisi: Üslûb-u mücerreddir. Seyyid Þerif'in ve Nasýruddin-i Tûsî'nin sade olan ma'rez-i kelâmlarý gibi... Ýkincisi: Üslûb-u müzeyyendir. Abdülkahir'in "Delail-ül Ý'caz" ve "Esrar-ül Belâga"sýndaki müþa'þa' ve parlak kelâmý gibi... Üçüncüsü: Üslûb-u âlîdir. Sekkakî ve Zemahþerî ve Ýbn-i Sina'nýn bazý muhteþem kelâmlarý gibi... Veyahut þu kitabýn mealindeki arabiyy-ül ibare, lasiyyema Makale-i Sâlise'deki müþevveþ fakat muhkem parçalarý gibi. Zira mevzuun ulviyeti þu kitabý üslûb-u âlîye ifrað etmiþtir. Yoksa benim san'atýmýn tesiri cüz'îdir. Elhasýl: Eðer Ýlahiyat ve usûlün bahis ve tasvirinde isen, þiddet ve kuvvet ve heybeti tazammun eden üslûb-u âlîden ayrýlmamak gerektir. --- sh:»(Mu:110) ------------------------------------------------------------------------------------------ Eðer hitabiyat ve iknaiyatta isen, zînet ve parlaklýk ve tergib ve terhibi tazammun eden üslûb-u müzeyyeni elinden gelirse elden býrakma. Fakat gösteriþ ve tasannu' ve avamperestane nümayiþ etmemek gerektir. Eðer muamelat ve muhaverat ve âlet olan ilimlerde isen; vefa ve ihtisar ve selâmet ve selaset ve tabiîliði tekeffül eden ve sadeliði ile cemal-i zâtiyeyi gösteren üslûb-u mücerrede iktisar et. Bu mes'elenin hâtimesi: Kelâmýn kanaat ve istiðnasý ve asabiyeti ise makamýn haricinde üslûbu aramamaktýr. Þöyle ki: Mananýn kametine göre bir üslûbu kestirmek istediðin vakit, dâhil-i makamda olan menbadan ve mevzuun fabrikasýndan lâakal kelâmýn tazammun ettiði mevzuun veya kýssatýn veya san'atýn levazýmýnýn parça parçasýndan ve tevabiinin kýt'a kýt'asýndan bir üslûbu dikmek, zaruret olmadan harice medd-i nazar etmemek, tabir hata olmasa, harice boykotaj etmek ile elbette kelâmýn kuvveti tezayüd ettiði gibi, servetin daðýlmamasýna en büyük esastýr. Demek mana ve makam ve san'at ise, kelâmýn delalet-i vaz'iyesine yardým edebilir. Nasýl kelâm, delalet-i vaz'iye ile manayý gösterir, öyle de böyle üslûb ise tabiatýyla manaya iþaret eder. Eðer bir nümune istersen Dokuzuncu Mes'eledeki Arabî parçalarýna bak. Ýþte: ^«T[¬T«E²7!ö¬˜¬H´;ö]ÅV«D«B«#ö«ö«t±¬"«*ö¬€@« ¬*!«h²UÅB7!ö]«V«2ö«–xW«Z²S« --- sh:»(Mu:111) ------------------------------------------------------------------------------------------ ö¬š@«N²[«A²7!ö¬G«[²7@¬"ö–³~²hT²7!ö@«;«H«'«!ö@«M«Q²7!ö¬s ¬y¬B«3«Ÿ«A¬7ö«w Eðer istersen ulûm-u âliyenin y«[¬7³~ökitablarýnýn dibacelerine bak. Eðer çendan o dibacelerde þu san'at-ý belâgat çok dakik ve latif olmazsa da; fakat ondaki beraat-ül istihlal, bu hakikata bir beraat-ül istihlaldir. Hem de þu kitabýn dibacesinde mu'cizata iþaret yolunda Peygamberimizin zâtý, nübüvvetine mu'cize gösterilmiþtir. Hem de Üçüncü Makale'nin dibacesinde kelime-i þehadetin iki cümlesi birbirine þahid gösterilmiþtir. Hem de Yedinci Mukaddeme'de, inþikak-ý Kamer'e yere inmeyi ilâve edenlere denilmiþ: Mu'cizenin kamerini münhasif ve Þems gibi bürhan-ý nübüvveti Süha gibi mahfî olmasýna sebeb oldunuz. Buna kýyasen þu hakikate, þu kitabda birçok nümune bulabilirsin. Zira bu kitabýn mesleði, benim gibi harice boykotajdýr. Hattâ zaruret olmazsa, efkâr ve mesailde ve misallerde ve esalîbde harice boykotaj etmektir. Fakat tevafuk-u hâtýr olabilir. Zira hakikat birdir. Hangi kapýyla girsen, aynýný göreceksin. Hâtime Söylenene bak, söyleyene bakma; söylenilmiþtir... Fakat ben derim: Kim söylemiþ? Kime söylemiþ? Ne içinde söylemiþ? Ne için söylemiþ? Söylediði sözü gibi dikkat etmek, belâgat nokta-i nazarýndan lâzýmdýr, belki elzemdir. --- sh:»(Mu:112) ------------------------------------------------------------------------------------------ Ýþaret: Malûm olsun ki; fenn-i maânî ve beyanýn mezayasýnýn belâgatça mühim bir þartý, kasden ve amden garazýn cihetine emarat ile iþaret ve alâmatýn nasbýyla kasd ve amdini göstermektir. Zira onda tesadüf bir para etmez. Fenn-i bediin ve tezyinat-ý lafzýyenin þartý ise, tesadüf ve adem-i kasddýr. Veyahut tesadüfî gibi tabiat-ý manaya yakýn olmaktýr. Telvih: Pûþide olmasýn ki tabiata ve hakikat-ý hariciyeye delalet eden ve hükm-ü zihnîyi kanun-u haricî ile rabteden; tabir caiz ise perdeyi delerek, altýndaki hakký gösteren âletlerin en sekkabý Å–¬! -i tahkikiyedir. Evet þu Å–¬!önin þu hâsiyetine binaendir ki Kur'anda kesretle istimal olunmuþtur. Tenbih: Ey birader! Bu makaledeki kavanin-i latife þu periþan esalîbden teberri ve nefret etmesi seni taðlit etmesin. Meselâ: Eðer bu kanunlar iyi olsaydýlar, onlarý vaz' edene iyi bir ders-i belâgatý verecekler idi. Hem de güzel bir üslûbu giyecekler idi. Halbuki onlarý vaz' eden ise ümmidir. Üslûblarý dahi periþandýr, gibi bir vehme zâhib olma. Yahu! Bu vehme ehemmiyet verme. Zira bir fende herbir ilim sahibi onda san'atkâr olmak lâzým gelmez. Hem de ile'l-merkeziye olan kuvve-i cazibe, an-il merkeziye olan kuvve-i dafiaya galibdir. Çünki kulaðýn dimaða karabeti ve akýl ile sýla-i rahmi vardýr. Halbuki maden-i kelâm olan kalb ise, lisandan uzak ve ecnebidir. Ve hem de çok defa lisan, kalbin dilini tamamen --- sh:»(Mu:113) ------------------------------------------------------------------------------------------ anlamýyor. Lasiyyema kalb bazan mes'elenin derin yerlerinden -kuyu dibinde gibi- bir týntýn eder ise lisan iþitemez, nasýl tercümanlýk edecektir?.. Elhasýl: Fehim ifhamdan daha esheldir vesselâm!.. Ýtizar: Ey þu dar ve ince ve karanlýk olan yolda benim ile arkadaþlýk eden sabýrlý ve metanetli zât! Zannediyorum bu Ýkinci Makale'de yalnýz hayretle seyirci oldun, müstemi' olmadýn. Çünki anlamadýn. Hakkýnýz var, zira mesail gayet derin ve ýrklarý uzun ve ibare ise gayet muhtasar ve muðlak ve Türkçem de epeyce noksan ve müþevveþ ve vaktim dahi dar.. ben de acele.. sýhhatým muhtel.. baþým nezlelidir. Þu karýþýk zeminde ancak þöyle bir varakpare çýkabilir. ½ÄxA²T«8ö¬‰@ÅX7!ö¬•!«h¬6ö«G²X¬2ö*²HQ²7!«: Ey birader! "Unsur-u Hakikat"ý kübra gibi ve "Unsur-u Belâgat"ý suðra gibi mezcet. Elektrik þuaý gibi olan hads-i sadýký geçir. Tâ gayet hararetli ve parlak ziyalý olan "Unsur-u Akide"yi netice vermek için senin zihnine istidadat verebilsin. Ýþte "Unsur-u Akide"yi Üçüncü Makale'de arayacaðýz. Ýþte baþlýyorum: "öxF«9ö"... (1) (1): Kürdçedir. --- sh:»(Mu:114-115) ------------------------------------------------------------------------------------- Unsur-ul - Akîde Üçüncü Makale --- sh:»(Mu:116) ---------------------------------------------------------------------------------------------- ¬v[¬&ÅI7!ö¬w´W²&ÅI7!ö¬yÁV7!ö¬v²K¬" ¬yÁV7!öÄx,«*ö!®GÅW«E8öÅ–«!öG«Z²-«!ö«:öyÁV7!öŬ!ö«y´7¬!ö«ö²–«!öG«Z²-«! Bu kelime-i âliye, üss-ül esas-ý Ýslâmiyet olduðu gibi kâinat üstünde temevvüc eden Ýslâmiyetin en nuranî ve en ulvî bayraðýdýr. Evet misak-ý ezeliye ile peyman ve yeminimiz olan iman, bu menþur-u mukaddeste yazýlmýþtýr. Evet âb-ý hayat olan Ýslâmiyet ise, bu kelimenin ayn-ül hayatýndan nebean eder. Evet ebede namzed olan nev'-i beþer içinde saadet-saray-ý ebediyeye tayin ve tebþir olunanýn ellerine verilmiþ bir ferman-ý ezelîdir. Evet kalb denilen avalim-i gayba karþý olan penceresinde kurulmuþ olan latife-i Rabbaniyenin fotoðrafýyla alýnan timsal-i nuranîyle Sultan-ý Ezel'i ilân eden harita-i nuraniyesidir ve tercüman-ý beligidir. Evet vicdanýn esrarengiz olan nutk-u beliganesini cem'iyet-i kâinata karþý vekaleten inþad eden hatib-i fasihi ve kâinata Hâkim-i Ezel'i ilân eden imanýn mübellið-i beligi olan lisanýn elinde bir menþur-u lâyezalîdir. Ýþaret: Bu kelime-i þehadetin iki kelâmý birbirine þahid-i sadýktýr ve birbirini tezkiye eder. Evet uluhiyet --- sh:»(Mu:117) ------------------------------------------------------------------------------------------ nübüvvete bürhan-ý limmîdir. Muhammed Aleyhisselâm, Sâni'-i Zülcelal'e zâtýyla ve lisanýyla bürhan-ý innîdir... Tenbih: Hakaik-i akaid-i Ýslâmiye, bütün teferruatýyla kütüb-ü Ýslâmiyede mufassalan müberhene ve musarrahadýr, görünebilir. Ve görülen þeyi göstermek, zahirin hafasýna veya muhatabýn gabavetine iþaret ve techil olduðundan, akidenin yalnýz üç-dört unsurunu beyan edeceðim. Diðer hakaikini fuhûl-ü ülemanýn kitablarýna havale ederim. Zira bana hacet býrakmamýþlar. Mukaddeme Ehl-i dikkatin malûmudur ki: Makasýd-ý Kur'aniyenin fezlekesi dörttür: Sâni'-i Vâhid'in isbatý ve nübüvvet ve haþr-i cismanî ve adldir. Birinci Maksad: Delail-i Sâni' beyanýndadýr. Bir bürhaný da Muhammed'dir (Aleyhisselâm). Sâni'in vücud ve vahdeti, isbata ihtiyaçtan müstaðnidir. Lâsiyyema Müslümanlara karþý çok derece eclâ ve azhardýr. Binaenaleyh hitabýmý ecanibe, bahusus Japonya'ya tevcih eyledim. Zira onlar eskide bazý sualler etmiþtiler, ben de cevab vermiþtim. Þimdi ihtisar ile yalnýz bir-iki suallerine müteallik o cevabýn bir parçasýný söyleyeceðim. Onlardan bir sual: ¯š²z«-ö±¬›«!ö²w¬8ös²V«F²7!«:ö¬y²[«7¬!ö@«X«9x2²G«#ö›¬HÅ7!ö¬y´7¬²!ö¬(x%:ö]«V«2öd¬/!«x²7!öu[¬7ÅG7!ö@«8 ¬?«(Å(«hW²7!öv¬Z¬#«!Ïx,ö¬h¬'³~ö]«7¬!ö¬y¬#!«)ö²:«!ö¬?Å(@«W²7!ö¬:«!ö¬•«G«Q²7!ö«w¬8ö«! Yani: Vücud-u Sâni'e delil-i vâzýh nedir? --- sh:»(Mu:118) ------------------------------------------------------------------------------------------ Ýþaret: Gayr-ý mütenahî olan marifetullah, böyle mahdud olan kelâma sýðýþmaz. Binaenaleyh kelâmýmdaki iðlakýn mazur tutulmasý mercûdur. Tenbih: Bervech-i âti kelâmdan maksad: Muhakeme ve müvazenenin tarîkýný göstermektir. Tâ ki, mecmuunda hakikat tecelli etsin. Yoksa zihnin cüz'iyeti sebebiyle o mecmuun herbir cüz'ünde neticenin tamamýný taharri etmek, kuvve-i vâhimenin tasallut ve tereddüdüyle hakikatý evham içinde setretmektir. Mukaddeme Hakikatýn keþfine mani olan arzu-yu hilaf ve iltizam-ý muhalif ve tarafdar-ý nefis cihetiyle asýlsýz evhamýný bir asla irca' etmekle kendini mazur göstermek ve müþterinin nazarý gibi yalnýz meayibi görmek ve çocuk tabiatý gibi bahane ile mahane tutmak gibi emirlerden nefsini tecrid ile þartýma müraat edebilirsen huzur-u kalb ile dinle: Birinci Maksad Cemi' zerrat-ý kâinat, birer birer zât ve sýfât ve sair vücuh ile gayr-ý mahdude olan imkânat mabeyninde mütereddid iken, bir ciheti takib, hayretbahþa mesalihi intac etmekle Sâni'in vücub-u vücuduna þehadetle avalim-i gaybiyenin enmuzeci olan latife-i Rabbaniyeden ilân-ý Sâni' eden itikadýn misbahýný ýþýklandýrýyorlar. Evet herbir zerre kendi baþýyla Sânii ilân ettiði gibi, tesavir-i mütedâhileye --- sh:»(Mu:119) ------------------------------------------------------------------------------------------ benzeyen mürekkebat-ý müteþabike-i mütesaide-i kâinatýn herbir makam ve herbir nisbetinde herbir zerre müvazene-i cereyan-ý umumîyi muhafaza ve her nisbette ayrý ayrý mesalihi intac ettiklerinden Sâni'in kasd ve hikmetini izhar ve kýraet ettikleri için Sâni'in delaili, zerrattan kat kat ziyadedir. Eðer desen: Neden herkes aklýyla görmüyor? Elcevab: Kemal-i zuhurundan... Evet þiddet-i zuhurdan görünmemek derecesine gelenler vardýr. Cirm-i þems gibi. u¬=@«,«*ö«t²[«7¬!ö]«V²2«²!ö¬Ÿ«W«7²!ö«w¬8ö@«ZÅ9¬@«4ö¬€@«X¬=@«U²7!ö«*xO,ö²uÅ8«@«# Yani: Eb'ad-ý vasia-i âlemin sahifesinde Nakkaþ-ý Ezelî'nin yazdýðý silsile-i hâdisatýn satýrlarýna hikmet nazarýyla bak ve fikr-i hakikatla sarýl. Tâ ki mele-i a'lâdan gelen selasil-i resail seni a'lâ-yý illiyyîn-i yakîne çýkarsýn. Ýþaret: Kalbinde nokta-i istimdad, nokta-i istinad ile vicdan-ý beþer Sâni'i unutmamaktadýr. Eðer çendan dimað ta'til-i eþgal etse de, vicdan edemez. Ýki vazife-i mühimme ile meþguldür. Þöyle ki: Vicdana müracaat olunsa, kalb bedenin aktarýna neþr-i hayat ettiði gibi.. kalb gibi kalbdeki ukde-i hayatiye olan marifet-i Sâni' dahi; cesed gibi istidadat-ý gayr-ý mahdude-i insaniye ile mütenasib olan âmâl ve müyul-ü müteþaibeye neþr-i hayat eder; lezzeti içine atar ve kýymet verir ve bast ve temdid eder. Ýþte nokta-i istimdad... Hem de bununla beraber kavga ve müzahametin meydaný olan daðdaða-i hayata peyderpey hücum gösteren âlemin binler musibet ve mezahimlere karþý yegâne nokta-i istinad marifet-i Sâni'dir... --- sh:»(Mu:120) ------------------------------------------------------------------------------------------ Evet herþeyi hikmet ve intizamla gören Sâni'-i Hakîm'e itikad etmezse ve alel-amyâ tesadüfe havale ederse ve o beliyyata karþý elindeki kudretin adem-i kifayetini düþünse; tevahhuþ ve dehþet ve telaþ ve havftan mürekkeb bir halet-i cehennem-nümun ve ciðerþikâfta kaldýðýndan eþref ve ahsen-i mahluk olan insan, herþeyden daha periþan olduðundan nizam-ý kâmil-i kâinatýn hakikatýna muhalif oluyor. Ýþte nokta-i istinad... Evet melce' yalnýz marifet-i Sâni'dir. Demek þu iki nokta ile bu derece nizam-ý âlemde hükümfermalýk, hakikat-ý nefs-ül emriyenin hassa-i münhasýrasý olduðu için, her vicdanda iki pencere olan þu iki noktadan vücud-u Sâni' tecelli ediyor. Akýl görmezse de fýtrat görüyor... Vicdan nezzardýr, kalb penceresidir. Tenbih: Arþ-ý kemalât olan marifet-i Sâni'in mi'raclarýnýn usûlü dörttür: Birincisi: Tasfiye ve iþraka müesses olan muhakkikîn-i sofiyenin minhacýdýr. Ýkincisi: Ýmkân ve hudûsa mebni olan mütekellimînin tarîkidir. Bu iki asýl, filvaki' Kur'an'dan teþa'ub etmiþlerdir. Lâkin fikr-i beþer baþka surete ifrað ettiði için, tavîl-üz zeyl ve müþkilleþmiþtir. Üçüncüsü: Hükemanýn mesleðidir. Üçü de taarruz-u evhamdan masun deðildirler... Dördüncüsü ki, belâgat-ý Kur'aniyenin ulüvv-ü rütbesini ilân eden ve istikamet cihetiyle en kýsasý ve vuzuh cihetiyle beþerin umumuna en eþmeli olan mi'rac-ý Kur'anî'dir. Ýþte biz dahi bunu ihtiyar ettik. Bu da iki nevidir: --- sh:»(Mu:121) ------------------------------------------------------------------------------------------ Birincisi: "Delil-i inayet"tir ki; menafi'-i eþyayý ta'dad eden bütün âyât-ý Kur'aniye bu delile îma ve þu bürhaný tanzim ediyorlar. Bu delilin zübdesi, kâinatýn nizam-ý ekmelinde riayet-i mesalih ve hikemdir. Bu ise: Sâni'in kasd ve hikmetini isbat ve tesadüf vehmini ortadan nefyediyor. Mukaddeme: Eðer çendan her adam âlemdeki riayet-i mesalih ve intizamda istikra-i tâm edemez ve ihata edemez. Fakat nev'-i beþerdeki telahuk-u efkâr sayesinde, kâinatýn herbir nev'ine mahsus kavaid-i külliye-i muntazamadan ibaret olan bir fen teþekkül etmiþ ve etmektedir. Bununla beraber bir emirde intizam olmazsa hüküm külliyetiyle cereyan edemediði için, kaidenin külliyeti nev'in hüsn-ü intizamýna delildir. Demek cemi'-i fünun-u ekvan kaidelerin külliyetlerine binaen, istikra-i tâmla nizam-ý ekmeli intac eden birer bürhandýrlar. Evet fünun-u kâinat bitamamiha mevcudatýn silsilelerindeki halkalardan asýlmýþ olan mesalih ve semeratý ve inkýlabat-ý ahvalin telâfifinde saklanmýþ olan hikem ve fevaidi göstermek ile Sâni'in kasd ve hikmetine parmak ile þehadet ve iþaret ettikleri gibi þeyatîn-i evhama karþý birer necm-i sâkýbdýr. Ýþaret: Cehl-i mürekkebi intac eden, nazar-ý sathîyi tevlid eden ülfetten tecrid-i nazar etsen ve akla karþý sedd-i turuk eden evhamýn âþiyaný olan mümaresat-ý elzemiyattan nefsini tahliye etsen; hurdebînî bir hayvanýn sureti altýnda olan makine-i dakika-i bedia-i Ýlahiyenin þuursuz, mecra ve mahrekleri tahdid olunmayan ve imkânatýnda evleviyet olmayan esbab-ý basita-i camide-i tabiiyeden --- sh:»(Mu:122) ------------------------------------------------------------------------------------------ husul-pezir ve o destgâhýn masnuu olduðunu kendi nefsini kandýrýp mutmain ve ikna edemiyorsun. Meðer herbir zerrede Eflatun kadar bir þuur ve Calinos kadar bir hikmeti isbat ettikten sonra zerrat-ý saire ile vasýtasýz muhabereyi itikad ve esbab-ý tabiiyenin üss-ül esasý hükmünde olan cüz'-i lâ-yetecezzadaki kuvve-i cazibe ve kuvve-i dafianýn içtimalarýnýn hortumu üzerindeki muhaliyetin damgasýný kaldýrabilsen... Eðer nefsin bu muhalâta ihtimal verse, seni insaniyet defterinden sildirecektir. Fakat caizdir ki: Herbir þeyin esasý zannettikleri olan cezb ve def' ve hareket, âdâtullahýn kanunlarýna birer isim olsun. Fakat kanun kaidelikten tabiîliðe ve zihnîlikten haricîliðe ve itibardan hakikata ve âletiyetten müessiriyete gelmemek þartýyla kabul ederiz. Tenbih: ¯*xO4ö²w¬8ö›«h«#ö²u«;ö«h«M«A²7!ö¬p¬%²*@«4 Nazarýný âleme gezdir. Hangi yerinde noksaniyeti görebilirsin? Kellâ... Gören görmez. Meðer kör ola veya kasr-ý nazar illetiyle mübtela ola. Ýstersen Kur'an'a müracaat et. Delil-i inayeti vücuh-u mümkinenin en ekmel vechiyle bulacaksýn. Zira Kur'an, kâinatta tefekküre emir verdiði gibi, fevaidi tezkâr ve nimetleri ta'dad eder. Ýþte o âyât, þu bürhan-ý inayete mezahirdir. Ýcmali budur, tut! Tafsili ise: Eðer meþiet-i Ýlahiye taalluk ederse âyât-ý âfâkiye ve enfüsiyeyi tefsir tarîkinde sema ve beþer ve arzýn ilimlerine ma'kud olan kütüb-ü selâsede tefsir edilecektir. O vakit þu bürhan tamam-ý suretiyle sana görünecektir. --- sh:»(Mu:123) ------------------------------------------------------------------------------------------ Ýkinci Delil-i Kur'anî: "Delil-i ihtira'"dýr. Bunun hülâsasý: Mahlukatýn her nev'ine, her ferdine ve o nev'e ve o ferde müretteb olan âsâr-ý mahsusasýný müntic ve istidad-ý kemaline münasib bir vücudun verilmesidir. Zira hiçbir nev'-i müteselsil, ezelî deðildir. Ýmkân býrakmaz. Hem de bizzarure bazýnýn "hudûs"u nazarýn müþahedesiyle ve sairleri dahi aklýn hikmet nazarýyla görülür. Vehim ve tenbih: Ýnkýlab-ý hakikat olmaz. Nev'-i mutavassýtýn silsilesi devam etmez. Tahavvül-ü esnaf, inkýlab-ý hakaikin gayrýsýdýr. Ýþaret: Herbir nev'in bir âdemi ve bir büyük pederi olduðundan silsilelerdeki tenasülden neþ'et eden vehm-i bâtýl o âdemlerde, o evvel pederlerinde tevehhüm olunmaz. Evet hikmet, fenn-i tabakat-ül arz ve ilm-i hayvanat ve nebatat lisanýyla iki yüz bini mütecaviz olan enva'ýn âdemleri hükmünde olan mebde-i evvellerinin herbirinin müstakillen hudûsuna þehadet ettiði gibi; mevhum ve itibarî olan kavanin ve þuursuz olan esbab-ý tabiiye ise, bu kadar hayretfeza silsileler ve bu silsileleri teþkil eden ve efrad denilen dehþetengiz hadsiz makine-i acibe-i Ýlahiyenin tasni' ve icadýna adem-i kabiliyetleri cihetiyle herbir ferd ve herbir nevi', müstakillen Sâni'-i Hakîm'in yed-i kudretinden çýktýðýný ilân ve izhar ediyor. Evet Sâni'-i Zülcelal herþeyin cebhesinde hudûs ve imkân damgasýný koymuþtur. Tenbih: Ezeliyet-i madde ve hareket-i zerrattan teþekkül-ü enva' gibi umûr-u bâtýlaya ihtimal vermek, sýrf baþka þeyle nefsini ikna etmek sadedinde olduðu için, --- sh:»(Mu:124) ------------------------------------------------------------------------------------------ o umûrun esas-ý fasidesini tebaî nazarýyla adem-i derkinden neþ'et eder. Evet nefsini ikna etmek suretinde müteveccih olursa, muhaliyet ve adem-i makuliyetine hükmedecektir. Faraza kabul etse de "tegafül-ü ani's-Sâni'" sebebiyle hasýl olan ýzdýrar ile kabul edebilir. Tenbih: Mükerrem olan insan, insaniyetin cevheri itibariyle daima hakký satýn almak istiyor ve daima hakikatý arýyor ve daima maksadý saadettir. Fakat bâtýl ve dalal ise, hakký arýyorken haberi olmadan eline düþer. Hakikatýn madenini kazarken ihtiyarsýz bâtýl onun baþýna düþer. Veyahut hakikatý bulmaktan muztar veya tahsil-i haktan haib oldukça, asýl fýtratý ve vicdaný ve fikri; muhal ve gayr-ý makul bildiði bir emri, nazar-ý sathî ve tebaî ile kabulüne mecbur oluyor. Ýþte bu hakikatý pîþ-i nazara al! Göreceksin ki: Bütün nizam-ý âlemden eser-i gaflet olarak tevehhüm ettikleri ezeliyet-i madde ve hareket ve þu bütün akýllarý hayrette býrakan nakþ ve san'at-ý bediada tahayyül ettikleri tesadüf-ü amyâ ve bütün hikemin þehadatýna raðmen esbab-ý camideden itikad ettikleri tesir-i hakikî ve nefislerine mugalata edip vehmin -istimrara istinaden- iðvasýyla tecessüm ve tahayyül olunan tabiat-ý mevhumeyi merci' yapmakla teselli ettikleri; elbette fýtratlarý reddeder. Fakat yalnýz hakka teveccüh ve hakikata kasd ettikleri için þu evham-ý bâtýla davetsiz olarak yolun canibinden taarruz ettikleri için, elbette hedef-i garazýna nazarýný dikmiþ olan adam o evhama tebaî ve sathî bir nazar ile bakýyor. Onun için, müzahref olan içine nüfuz edemez... Fakat ne vakit raðbet ve kasd ve satýn almak nazarýyla baksa; almaya deðil, belki iltifat etmeye ve bakmaya tenezzül etmez!.. --- sh:»(Mu:125) ------------------------------------------------------------------------------------------ Evet þu kadar çirkin bir þeyi vicdan ve akýl muhal görüyor. Kalb dahi kabul etmez. Ýllâ ki müþagabe ile safsata edip herbir zerreye hükemanýn akýllarýný ve hükkamýn siyasetlerini verip, tâ herbir zerre ehavatýyla ittifak ve intizam mes'elesinde müþavere ve muhabere etsinler. Evet bu surette bir mesleði, insan deðil hayvan dahi kabul etmez. Fakat ne çare, mesleðin lâzým-ý beyyini meslektendir. Þu meslek ise, bu suretten baþka birþey ile tasvir edilmez. Evet bâtýlýn þe'ni þöyledir: Ne vakit tebaî bir nazar ile bakýlýrsa, sýhhatine bir ihtimal verilir. Fakat im'an-ý nazar eyledikçe, ihtimal-i sýhhat bertaraf olur. Ýþaret: Madde dedikleri þey ise; suret-i mütegayyire, hem de hareket-i zâile-i hâdiseden tecerrüd etmez. Demek hudûsu muhakkaktýr. Feya acaba! Sâni'-i Vâcib-ül Vücud'un lâzýme-i zaruriye-i beyyinesi olan ezeliyeti zihinlerine sýðýþtýramayan nasýl oldu da herbir cihetten ezeliyete münafî olan maddenin ezeliyetini zihinlerine sýðýþtýrabilirler? Hakikaten cây-ý taaccübdür... Evet insan düþündükçe, cemi' sýfat-ý kemaliye ile muttasýf olan Sâni'den istiðrab ve istinkâr ettikleri þu hayret-efza masnuatý tesadüf-ü amyâya ve hareket-i zerrata isnad ettikleri için, insaný insaniyetten piþman eder. Telvih: Harekât-ý zerrattan husulü dava olunan kuvvet ve suretler, araziyetleri cihetiyle enva'daki mübayenet-i cevheriyeyi teþkil edemez. Araz cevher olamaz. Demek bütün enva'ýn fasýllarý ve umum a'razýn havass-ý mümeyyizeleri, adem-i sýrftan muhtera'dýrlar. Tenasül, teselsülde þerait-i âdiye-i itibariyedendir. --- sh:»(Mu:126) ------------------------------------------------------------------------------------------ Ýþte delil-i ihtiraînin icmali... Eðer açýk olarak mufassalan istersen Kur'anýn firdevsine gir. Zira hiçbir ratb ve yabis yoktur ki; o tenezzühgâhta ya çiçek veya gonca halinde bulunmasýn. Eðer ecel müsaid ve meþiet taalluk ve tevfik refik olursa, elfaz-ý Kur'aniyenin esdafýnda þu bürhaný tezyin eden cevherleri, gelecek kütübde tafsil edilecektir. Vehim ve Tenbih: Eðer sual etsen: "Nedir þu tabiat ki daima onun ile týn týn ediyorlar? Nedir þu kavanin ve kuva ki daima onlar ile mütedemdimdirler?" Cevab vereceðiz ki: Âlem-i þehadet denilen, cesed-i hilkatin anasýr ve a'zasýnýn ef'allerini intizam ve rabt altýna alan þeriat-ý fýtriye-i Ýlahiye vardýr. Ýþte þu þeriat-ý fýtriyedir ki, "Tabiat" veya "Matbaa-i Ýlahiye" ile müsemmadýr. Evet tabiat, hilkat-i kâinatta cârî olan kavanin-i itibariyesinin mecmu' ve muhassalasýndan ibarettir. Ýþte kuva dedikleri þey, her biri þu þeriatýn birer hükmüdür. Ve kavanin dedikleri þey, her biri þu þeriatýn birer mes'elesidir. Fakat o þeriattaki ahkâmýn istimrarýna istinaden... Hem de hayali hakikat suretinde gören ve gösteren nüfusun istidadlarý bir zemin-i þûre müheyya etmesiyle vehim ve hayal tasallut ederek tazyik edip þu tabiat-ý hevaiye tavazzu' ve tecessüm edip mevcud-u haricî ve hayalden misal suretine girmiþtir. Evet þunun gibi, vehmin çok hileleri vardýr. Ýþaret: Þu tabiat ve kuva-yý umumiye tesmiye ettikleri emirler, kat'iyyen aklý ikna edecek ve fikre kendini beðendirecek ve nazar-ý hakikat ona ünsiyet edecek hiçbir mülâyemet ve münasebet yok iken ve þu kâinata illet ve masdar olmaya kabiliyeti mefkud iken, mahza --- sh:»(Mu:127) ------------------------------------------------------------------------------------------ Sâni'den tegafül ve intizamýn ilcaýndan tevellüd eden yalnýz ýzdýrar ile veleh-resan-ý ukûl olan kudretin âsârýný þu matbaa-misal olan tabiatýn san'atýndan görmek, tabiatý mistar iken masdar tahayyül etmek; lâzým-ý eammýn vücuduyla, melzum-u ehassýn vücudunu intaca çalýþan akîm bir kýyasýn neticesidir. Evet þu kýyas-ý akîm, dalalet ve hayret vâdilerine çok yollarý açmýþtýr. Tenvir: Ef'al-i ihtiyariyenin nazzamý olan þeriat ve kanun þu kadar hark ve muhalefetle beraber birçok cühhal-i vahþiye; âdeta þeriatý bir hâkim-i ruhanî ve nizamý bir sultan-ý manevî tevehhüm edip, bir tesiri tahayyül eder. Evet bir taburun veya askerin muttarid olan harekâtýný ve yeknesak olan etvarlarýný ve birbiriyle rabtolunan ahvallerini müþahede eden vahþi bir adam, þu efrad-ý adîdeyi veyahut heyet-i askeriyeyi, manevî bir iple merbut zannederse; acaba garib görünecek midir? Veyahut bir bedevi veya bir þâir-üt tab', nâsý bir vaz'-ý hasende ifrað eden ve mabeynlerini te'lif eden nizamý bir mevcud-u manevî ve þeriatý bir halife-i ruhanî temessül ederse, çok görünecek midir? Öyle ise kâinatýn ahvaline taalluk eden ve tabiat tesmiye olunan ve tasdik-i enbiya veya tekrim-i evliyadan baþka hark olunmayan ve müstemirre olan þu þeriat-ý fýtriye-i Ýlahiye, evhamda tecessüm etsin, neden taaccüb olunsun? Vehim ve Tenbih: Ýnsanýn zihni ve lisaný ve sem'i; cüz'î ve teakubî olduklarý gibi, fikri ve himmeti dahi cüz'îdir. Ve teakub tarîkýyla yalnýz bir þeye taalluk eder ve meþgul kalýr. Hem de insanýn kýymet ve mahiyeti, himmeti nisbetindedir. Himmetin derecesi ise, maksad ve iþtigal ettiði þeyin nisbetindedir. Hem de insan teveccüh --- sh:»(Mu:128) ------------------------------------------------------------------------------------------ ve kasdettiði þeyde, güya "fena fi-l maksad" oluyor. Ýþte þu noktaya binaen hasis bir emir veya pek cüz'î bir þey, büyük bir adama isnad olunmaz. Zira tenezzül etmez. Ve himmetini o küçük þeye sýðýþtýramaz. Himmeti aðýr, o þey gayet hafif olduðundan güya müvazenet bozulur. Hem de insan hangi þeye temaþa ederse, elbette mekayisini ve esaslarýný kendi nefsinde arayacaktýr. Eðer bulmazsa, etrafýnda ve ebna-yý cinsinde arayacaktýr. Hattâ hiçbir cihetten mümkinata benzemeyen Vâcib-ül Vücud'u tefekkür etse; yine kuvve-i vâhimesi þu vehm-i seyyii düstur ve dûrbîn yapmak istiyor. Halbuki Sâni'-i Zülcelal, þu nokta-i nazarda temaþa edilmez. Kudretine inhisar yoktur. Ziya-yý þems gibi, kudret ve ilim ve iradesi þamile ve âmmedir, münhasýr olmaz, müvazeneye gelmez. En büyük þeye taalluk ettiði gibi, en küçük ve en hasis þeye dahi taalluk eder. Mikyas-ý azameti ve mizan-ý kemali mecmu-u âsârýdýr. Herbir cüz'ü mikyas olamaz. Ýþte Vâcib-ül Vücud'u mümkinata kýyas etmek, kýyas-ý maalfârýktýr. Mezbur vehm-i bâtýl ile muhakeme etmek hata-yý mahzdýr. Ýþte þu hata-i bîedebane ve þu vehm-i bâtýlýn netice-i seyyiesidir ki: Tabiiyyun, esbabý müessir-i hakikî olduklarýna; ve Mu'tezile hayvanlarý ef'al-i ihtiyariyelerine hâlýk olduklarýna; ve hükema, cüz'iyatta ilm-i Ýlahînin nefyine; ve Mecusiler, halk-ý þerr baþkasýnýn eseri olduðuna itikad ettiler. Güya onlarca Sâni' o kadar azametiyle beraber, nasýl þöyle umûr-u hasiseye ve cüz'iyeye tenezzül edip iþtigal etsin. Yuf onlarýn akýllarýna ki, þöyle bir vehm-i bâtýlýn hükmüne esir oldular. Ey birader! Þu vehim itikad tarîkýyla olmazsa da, vesvese cihetiyle bazan mü'minlere musallat oluyor. --- sh:»(Mu:129) ------------------------------------------------------------------------------------------ Ýþaret: Eðer desen: "Delil-i ihtiraî i'tâ-i vücuddur. Ý'tâ-i vücud ise; i'dam-ý mevcudun refikidir. Halbuki adem-i sýrftan vücudu ve vücud-u mahzdan adem-i sýrfý aklýmýz tasavvur edemiyor." Cevaben derim: Yahu!.. Sizin bu istis'âbýnýz ve þu mes'elenin tasavvurundaki istiðrabýnýz, bir kýyas-ý hâdi'in netice-i vahîmesidir. Zira icad ve ibda-i Ýlahîyi, abdin san'at ve kesbine kýyas edersiniz. Halbuki abdin elinden bir zerreyi imate veyahut icad etmek gelmez. Belki yalnýz umûr-u itibariye ve terkibiyede bir san'at ve kesbi vardýr. Evet bu kýyas aldatýcýdýr, insan kendini ondan kurtaramýyor. Elhasýl: Ýnsan kâinatta mümkinatýn öyle bir kuvvet ve kudretini görmemiþ ki, icad-ý sýrf ve i'dam-ý mahz etsin. Halbuki hükm-ü aklîsi de daima üss-ül esasý, müþahedattan neþ'et eder. Demek âsâr-ý Ýlahiyeye mümkinat tarafýndan bakýyor. Halbuki hayret-efza âsârýyla müsbet olan kudret-i Sâni'in canibinden temaþa etmek gerektir. Demek ibadýn ve kâinatýn umûr-u itibariyeden baþka tesiri olmayan kuvvet ve kudretlerin cinsinden olan bir kudret-i mevhume içinde Sânii farz ederek o noktadan þu mes'eleye temaþa ediyor. Halbuki Vâcib-ül Vücud'un canibinden, kudret-i tâmmesi nokta-i nazarýndan bu mes'eleye temaþa etmek gerektir. Ýþaret: Birinin âsârý muhakeme olunursa, onun hassasýný nazara almak lâzýmdýr. Ýþte þu mes'elede, edilmemiþtir. Zira bu mes'eleye, acz-i abdin arkasýnda kudret-i mümkinatýn tarafýnda kýyas-ý temsilînin perdesi altýnda temaþa ediyor. Halbuki tekvin-i âlemde bir kýsmýný maddesiz ibda' ve bir kýsmý dahi maddeden inþa ile þu kadar hayret-feza âsâr-ý mu'cize ile kudret-i kâmile-i --- sh:»(Mu:130) ------------------------------------------------------------------------------------------ Ýlahiyeyi göstermekle beraber ondan sarf-ý nazar etmek, gaibi þahid suretinde görmek olan kýyas-ý hâdi' ile ve ebna-yý cinsini muhakeme ettiði gibi; bir kaide-i mahdude ile Vâcib-ül Vücud'a nazar ederler. Hattâ çok mes'eleyi akl-ý selim makul gördüðü halde, onlar gayr-ý makul tevehhüm ederler. Tenbih: Muhtereattan kat'-ý nazar; masnuatýn en zahir ve münevver ve "ziya" dedikleri olan nur-u ayn-ý âlemin kavanin-i acibesi ve onun semeresi ve misal-i musaggarý olan nur-u basarýn nevamis-i bediasýyla münevver ve musavver olan kemal-i kudret-i Ýlahiyenin canibinden; müvazene nokta-i nazarýnda gayr-ý makul ve uzak tevehhüm olunan mesaile temaþa edilirse, me'nus ve ayn-ý aklýn kirpikleri ortasýnda görülecektir. Tenbih: Nasýlki zaruriyattan nazariyat istintac olunur. Öyle de âsâr-ý Sâni'in zaruriyatý, mahfiyat-ý san'atýna bürhandýr. Ýkisi beraber bu mes'eleyi isbat eder. Telvih: Acaba nizam-ý âlemdeki san'attan daha dakik, daha acib, daha garib, cins-i kudret-i mümkinattan daha uzak, akýl tasavvur edebilir mi? Elbette edemez. Zira fünun; gösterdikleri fevaid ve hikem ile bizzarure Sâni'in kasd ve san'at ve hikmetine þehadet ettiklerinden ukûlü kabul etmeye muztar etmiþlerdir. Yoksa bu bedihiyattan en küçük bir hakikatý, akýl kendi kendine kalsa idi kabul etmezdi. Evet zemin ve âsumaný hamleden ve muallakta tutan ve ecram-ý kâinatý istihdam eden ve nizamýnda idhal ile hiçbir emrine isyan edilmeyen Zât-ý Akdes'ten neden istiðrab olunsun ki; ondan derecatla eshel ve ehaff olaný hamletsin. Evet bir daðý kaldýran, bir hokkayý kaldýrabilmekten --- sh:»(Mu:131) ------------------------------------------------------------------------------------------ tereddüd etmek, sýrf safsata etmektir. Elhasýl: Nasýl Kur'an'ýn bazýsý, bazýsýna müfessirdir; kezalik kâinat kitabý dahi, bazý sutûru arkalarýndaki san'at ve hikmeti tefsir eder. Ýþaret: Eðer desen: Bazý mutasavvýfýn kelâmýndan ittisal ve ittihad ve hulûl zahir oluyor. Ve ondan tevehhüm edilir ki: Bazý maddiyyunun mesleði olan vahdet-ül vücuda bir münasebet gösterir. Elcevab: Müteþabih hükmünde olan muhakkikîn-i sofiyenin þatahatýný ki: Vücud-u Akdes'e hasr-ý nazar ve istiðrak ve mümkinattan tecerrüd cihetiyle matmah-ý nazar ettikleri delil içinde neticeyi görmek, yani âlemden Sânii müþahede etmek tarîkýyla takib ettikleri meslek olan cedavil-i ekvanda cereyan-ý tecelliyatý ve melekûtiyet-i eþyada sereyan-ý füyuzatý ve meraya-yý mevcudata tecelli-i esma ve sýfatý ise; dîk-ul elfaz sebebiyle uluhiyet-i sâriye ve hayat-ý sâriye tabir ettikleri hakaiký baþkalar anlamadýlar... Sû'-i tefehhüm ile kendi istidad-ý þûrelerinden zuhur eden evham-ý vâhiyeye, muhakkikînin kelimat ve þatahatýný tatbik ettiler. Yuha onlarýn akýllarýna!.. Süreyya derecesinde olan muhakkikînin efkâr-ý mücerredeleri, sera derekesinde olan mukallidîn-i maddiyyunun efkâr-ý sefilesinden binler derece uzaktýr. Evet þu iki fikrin tatbikine çalýþmak, þu zaman-ý terakkide akl-ý beþerin düçar-ý sekte olduðunu ve varta-i mevte düþtüðünü izhar etmektir ki; insaniyet müteessifane nazar ederek ve istidad-ý tahkik ve terakki lisanýyla ¬^«,¬8@ÅO7!ö¬^«W²VÇP7!ö«w¬8öp¬0@Å,7!öš@«[±¬N7!ö«w² demeye mecbur oluyor. --- sh:»(Mu:132) ------------------------------------------------------------------------------------------ Ýþaret: Þunlar, ehl-i vahdet-üþ þuhuddurlar. Fakat vahdet-ül vücud ile mecazen tabir edilebilir. Fakat hakikaten vahdet-ül vücud, bazý hükema-i kadîmenin meslek-i bâtýlasýdýr. Tenbih: Þu mutasavvifînin reis ve kebiri demiþ ki: Ýttisali veya ittihadý veya hulûlü iddia eden marifet-i Ýlahiyeden hiçbir þey istiþmam etmemiþtir. Evet mümkün, Vâcib ile nasýl ittisal veya ittihad edecek? Kellâ!. Evet mümkünün ne kýymeti vardýr; tâ ki Vâcib onda hulûl ede, hâþâ!.. Neam, mümkünde füyuzat-ý Ýlahiyeden bir feyz tecelli eder. Ýþte bunlarýn mesleði ötekilerin mesleðine münasebet ve temas edemez. Zira maddiyyunun mesleði maddiyata hasr-ý nazar ve istiðrak ettiklerinden, efkârlarý fehm-i uluhiyetten tecerrüd edip uzaklaþtýlar. O derece maddeye kýymet verdiler ki; herþeyi maddede görmek, hattâ uluhiyeti onda mezcetmek gibi bir meslek-i müteassifeye girmiþlerdir. Fakat ehl-i vahdet-üþ þuhud olan muhakkikîn-i sofiye o derece Vâcib'e hasr-ý nazar etmiþler ki; mümkinatýn hiçbir kýymeti kalmamýþtýr. "Bir vardýr" derler... El'insaf... Sera Süreyya kadar birbirinden uzaktýr. Maddeyi cemi' enva' ve eþkaliyle halkeden Hâlýk-ý Zülcelal'e kasem ederim ki: Dünyada þu iki mesleðin temasýný intac eden re'y-i ahmakaneden daha kabih ve daha hasis ve daha sahibinin mizac-ý aklýnýn inhirafýna delil olacak bir re'y yoktur. Tenvir: Küre-i arz küçük, parça parça ve rengârenk ve mütehalif cam parçalarýndan farz olunursa herbiri baþka çeþitle levnine ve cirmine ve þekline nisbetle --- sh:»(Mu:133) ------------------------------------------------------------------------------------------ þemsten bir feyz alacaktýr. Þu hayalî feyz ise, ne güneþin zâtý ve ne ayn-ý ziyasýdýr. Hem de ziyanýn temasili ve elvan-ý seb'asýnýn tesaviri ve güneþin tecellisi olan þu gûna-gûn ve rengârenk çiçeklerin elvaný faraza lisana gelirse, herbiri "Güneþ benim gibidir" veyahut "Güneþ benim" diyeceklerdir. a²,!«G'ö¬–@«B²,x"ö¬–@«<:> Fakat ehl-i vahdet-üþ þuhudun meþrebi, ehl-i mahv ve sekrin meþrebidir. Safi meþreb ise, meþreb-i ehl-i fark ve sahvdýr. ¬•«G¬T²7!ö›¬)ö¬*@ÅA«D²7!ö^Å[¬S²[«6ö«r²[«U«4ö@«Z6¬*²G ¬v«,ÅX7!ö«G²E«B²,8öy6¬*²G Tenbih: Ýþte vücud-u Sâni'in delail-i icmalîsi... Tafsili ise kütüb-ü selâsede gelecektir. Eðer desen: "Delail-i tevhidin burada velev icmalen olsun beyanýný isterim." Derim ki: Delail-i tevhid, o kadar müþtehire ve çoktur ki; bu kitabda zikirden müstaðnidirler. Ýþte @«#«G«,«S«7öyÁV7!öŬ!ö½^«Z¬7³~ö@«W¬Z[¬4ö«–@«6ö²x«7 âyetinin sadefinde meknûn olan bürhan-üt temanü', bu minhaca bir menar-ý neyyirdir. Evet istiklal, uluhiyetin hâssa-i zâtiyesidir ve lâzýme-i zaruriyesidir. --- sh:»(Mu:134) ------------------------------------------------------------------------------------------ Tenvir: Kâinattaki teþabüh-ü âsâr ve etrafý birbiriyle muanaka ve el ele tutmuþ birbirine arz-ý intizam ve birbirinin sualine karþý cevab-ý savab ve birbirinin nida-yý ihtiyacýna lebbeyk cevabý vermek ve bir nokta-i vâhideye temaþa etmek ve bir mihver-i nizam üzerinde deveran etmek cihetiyle Sâni'in tevhidine telvih, belki Hâkim-i Ezel'in vahdaniyetine tasrih ediyor. Evet, bir makinenin sânii ve muhterii bir olur. ½G¬&!«:öyÅ9«!ö]«V«2öÇÄG«#ö½^« Kitab-ý âlemin evrakýdýr eb'ad-ý nâmahdud Sutur-u kâinat-ý dehrdir a'sar-ý nâma'dud Basýlmýþ destgâh-ý levh-i mahfuz-u hakikatta Mücessem lafz-ý manidardýr âlemde her mevcud. Hoca Tahsin'in nâma'dud ve nâmahduddan muradý nisbîdir. Hakikî lâ-yetenahîlik deðildir. Ýþaret: Sâni'-i Zülcelal ne kadar evsaf-ý kemaliye varsa, onlarla muttasýftýr. Zira mukarrerdir ki: Masnu'da olan feyz-i kemal, Sâni'in kemalinden iktibas edilmiþ bir zýll-i zalilidir. Demek kâinatta ne kadar hüsün ve cemal ve kemal varsa, umumundan lâyuhadd derecede yüksek tabakada evsaf-ý cemaliye ve kemaliye ile Sâni' muttasýftýr. Evet ihsan servetin, icad vücudun, îcab vücubun, tahsin hüsnün fer'idir ve delilidir. Hem de Sâni'-i Zülcelal, cemi' nekaisten münezzehtir. Maddiyatýn mahiyatýnýn istidadsýzlýðýndan neþ'et eden nekaisten müberradýr. Kâinatýn mahiyat-ý mümkinesinden neþ'et eden evsaf ve levazýmatýndan mukaddestir. y7«Ÿ«%öÅu«%ö°š²z«-ö¬y¬V²C¬W«6ö«j²[«7 --- sh:»(Mu:135) ------------------------------------------------------------------------------------------ Ýkinci Maksad Mukaddeme Eðer desen: Dibacede demiþ idin: Kelime-i þehadetin ikinci kelâmý birincisine þahid ve meþhuddur. Elcevab: Neam, evet. Marifetullah denilen kâ'be-i kemalâta giden minhaclarýn en müstakim ve en metini, Sahib-i Medine-i Münevvere Aleyhisselâm'ýn yaptýðý tarîk-i hadîd-i beyzasýdýr ki; ruh-u hidayet hükmünde olan Muhammed Aleyhisselâm, avalim-i gaybýn miþkât ve zücacesi hükmünde olan kalbinin ma'kes ve tercümaný makamýnda olan lisan-ý sadýký, berahin-i Sâni'in en sadýk bir delil-i zîhayat ve bir hüccet-i nâtýka ve bir bürhan-ý fasihtir. Evet hem zâtý, hem lisaný birer bürhan-ý neyyirdir. Neam, hilkat tarafýndan Zât-ý Muhammed bürhan-ý bahirdir. Hakikat canibinden lisaný, þahid-i sadýktýr. Evet Muhammed Aleyhisselâm hem Sâni'e, hem nübüvvete, hem haþre, hem hakka, hem hakikata bir hüccet-i katýadýr. Tafsili gelecektir. Tenbih: Devir lâzým gelmez. Zira sýdkýnýn delaili, Sâni'in delailine tevakkuf etmez. Temhid: Peygamberimiz (A.S.M.) Sâni'in bir bürhanýdýr. Öyleyse þu bürhanýn isbat-ý sýdkýný ve intacýný ve sureten ve maddeten sýhhatini isbat etmek gerektir...öxF«9ö: --- sh:»(Mu:136) ------------------------------------------------------------------------------------------ ¬v[¬&ÅI7!ö¬w´W²&ÅI7!ö¬yÁV7!ö¬v²K¬" «¾¬(x%:ö¬Æx%:ö]«V«2öÅÄ«(ö›¬HÅ7!ö¯GÅW«E8ö]«V«2ö±¬u«.öÅvZÁV7«! Emma ba'dü: Ey hakikatýn âþýký!.. Eðer vicdanýmý mütalaa etmekle hakikatleri rasad etmek istersen; kalb dedikleri latife-i Rabbaniyenin pasý ve zengârý hükmünde olan arzu-yu hilaf ve iltizam-ý taraf-ý muhalif ve mazur tutulmak için kendi evhamýna bir hak vermek ve bir asla irca' etmek ve mecmuun neticesini her bir ferdden istemek ki, za'fiyeti sebebiyle neticenin reddine bir istidad-ý seyyie verilir (1). Hem de bahaneli çocukluk tabiatý, hem de mahaneli düþman seciyesi, hem de yalnýz ayýbý görmek þanýnda olan müþteri nazarý gibi emirlerden o mir'atý taskil ve tasfiye et, müvazene ve mukabele eyle. Ekser emaratýn imtizacýndan tezahür eden hakikatýn þu'le-i cevvalesini karine-i münevvire et; tâ ekaldeki evham-ý muzlimeyi tenvir ve def' edebilesin... Hem de munsýfane ve müdakkikane ile dinle, kelâm tamam olmadan itiraz etme. Nihayete kadar bir cümledir, bir hükümdür. Tamam olduktan sonra bir vehmin kalýrsa söyle... Tenbih: Þu bürhanýn suðrasý, nübüvvet-i mutlakadýr. Kübrasý ise, nübüvvet-i Muhammed'dir (Aleyhissalâtü Vesselâm). Ýþte baþlýyoruz: (1): Dikkat lâzýmdýr. --- sh:»(Mu:137) ------------------------------------------------------------------------------------------ Ýþaret: Sâni'in hikmeti ve ef'alindeki adem-i abesiyet ve kâinattaki en hasis ve en kalil þeyde nizamýn müraatý ve adem-i ihmali ve nev'-i beþerin mürþide olan ihtiyac-ý zarurîsi, nev'-i beþerde vücud-u nübüvvet, kat'an istilzam ederler... Eðer desen: Bu icmaldeki manayý anlamadým, tafsil et... Derim: Ýþte dinle, görüyorsun ki; maddiye ve maneviye olan nev'-i beþerdeki nizamatýn, hem de hasiyet-i aklýn kuvvetiyle taht-ý tasarrufuna alýnan çok enva'ýn ahvaline verildiði intizamatýn merkezi ve madeni hükmünde olan nübüvvet-i mutlakanýn bürhaný, insanýn hayvaniyetten üç noktada olan terakkisidir: Birincisi: "Fikrin evveli amelin âhiri, amelin evveli fikrin âhiri" olan kaidesinin zýmnýndaki sýrr-ý acibdir. Þöyle: Nur-u nazar ile ilel-i müterettibe-i müteselsilenin meyanýnda olan terettübü keþfederek umum kemalât-ý insaniyenin tohumu hükmünde olan mürekkebatý, besaite tahlil ve irca' etmekle hasýl olan kabiliyet-i ilim ve terkib dedikleri kavanin-i cariyeyi istimal edip, san'atýyla tabiatý muhakât olan kabiliyet-i san'attan nazarýnýn kusurunu ve evhamýn müzahameti ve sevk-i insaniyetin adem-i kifayeti cihetiyle bir mürþid-i nebiye ihtiyaç gösteriyor; tâ, âlemdeki nizam-ý ekmelin müvazenesi muhafaza olunsun. Ýkincisi: Gayr-ý mütenahî olan beþerin istidadý, gayr-ý mahsur olan âmâl ve müyulatý ve gayr-ý mazbut olan tasavvurat ve efkârý, gayr-ý mahdud olan kuvve-i þeheviye ve gazabiyesidir... Ýþaret: Bir adama milyonlarca sene ömür ile bütün lezaiz-i dünyeviye ve her cihetten tasallut-u tâm verildiði --- sh:»(Mu:138) ------------------------------------------------------------------------------------------ halde.. istidadýndaki lâ-yetenahîliðin hükmünce bir "âh.. âh.. leyte"yi çekecektir. Güya o adem-i rýza ile remz ve iþaret ediyor ki: Ýnsan ebede namzeddir ve saadet-i ebediye için halk olunmuþtur. Tâ gayr-ý mütenahî bir zamanda, gayr-ý mahdud ve geniþ bir âlemde, gayr-ý mahsur olan istidadatýný bilfiile çýkarabilsin. Tenbih: Adem-i abesiyet ve hakaik-i eþyanýn sübutiyetleri îma ediyor ki: Bu dar ve mahsur ve herbir lezzetinde çok a'razýn müzahametiyle keþmekeþ ve tehasüdden hâlî olmayan þu dünya-yý deniye içinde kemalât-ý insaniye yerleþmez. Belki geniþ ve müzahametsiz bir âlem lâzýmdýr. Tâ insan hakkýyla sünbüllensin ve ahval ve kemalâtýna nizam vermekle, nizam-ý âleme hemdest-i vifak olabilsin. Tenbih ve Ýþaret: Ýstitradî olarak haþre îma olundu. Ýleride zâten bürhan-ý kat'îyle isbat edilecektir. Fakat burada istediðim nokta: Ýnsandaki istidad ebede nâzýrdýr. Eðer istersen insaniyetin cevherine ve nâtýkýyetin kýymetine ve istidadýn muktezasýna teemmül ve tedkik et. Sonra da o cevher-i insaniyetin en küçük ve en hasis hizmetkârý olan hayale bak, gör... Yanýna git ve de: "Ey hayal aða!.. Beþaret sana!. Dünya ve mâfîhanýn saltanatý milyonlar sene ömür ile beraber sana verilecektir, fakat akibetin dönmemeksizin fena ve ademdir." Acaba hayal sana nasýl mukabele edecek? Âyâ, istibþar ve sürur veyahut telehhüf ve tahassürle cevab verecektir? Ecel, neam, evet, cevher-i insaniyet a'mak-ý vicdanýn dibinde enîn ve hanîn --- sh:»(Mu:139) ------------------------------------------------------------------------------------------ edip baðýracak: "Eyvah, vâ hasretâ.. saadet-i ebediyenin fýkdanýna!.." diyecektir. Hayale zecr ve ta'nif ederek: "Yahu! Bu dünya-yý fâniye ile razý olma!" Ýþte ey birader, hîna bu saltanat-ý fâniye, sultan-ý insaniyetin en hakir hizmetkârý veyahut þâiri veyahut san'atkâr ve tasvircisini iþba' ve razý edemezse, nasýl o hayal gibi çok hizmetkârlarýn sahibi olan sultan-ý insaniyeti iþba' edebilir? Kellâ!.. Neam.. onu iþba' edecek yalnýz haþr-i cismanînin sadefinde meknun olan saadet-i ebediyedir. Üçüncüsü: Ýnsanýn itidal-i mizacý ve letafet-i tab'ý ve zînete olan meylidir. Yani: Ýnsanýn insaniyete lâyýk bir suret-i taayyüþe olan meyl-i fýtrîsidir. Neam, insan hayvan gibi yaþamamalýdýr ve yaþamaz. Belki þeref-i insaniyete münasib bir kemal ile yaþamak gerektir. Binaenaleyh beþere mesken ve melbes ve me'keli, sanayi-i kesîre ile taltif etmesine muhtaçtýr. Bu san'atlarda yalnýzca kudretinin adem-i kifayetine binaen ebna-yý cinsiyle imtizac etmek.. o da, iþtirak etmek.. o da, teavün etmek.. o da, sa'yin semeratýný mübadele etmesini iktiza etmekle beraber kuva-yý insaniyedeki inhimak ve tecavüz sebebiyle adalete ihtiyaç.. o da, her aklýn adalete adem-i kifayetine binaen onu muhafaza edecek kavanin-i külliyenin vaz'larýna ihtiyaç.. o da, tesirini muhafaza etmek için icra edecek bir mukannine.. o mukannin dahi zahiren ve bâtýnen hâkimiyetini muhafaza etmek için maddeten ve manen tefevvuka.. hem de Sâni'-i Âlem'in tarafýndan bazý umûr ile muhassas olmasýyla bir imtiyaz ve kuvvet-i nisbete, hem de evamirine olan itaatý temin ve tesis eden azamet-i Sâni'in tasavvurunu zihinlerde idame edecek bir müzekkire-i mükerrere olan ibadete muhtaçtýr. O ibadet dahi Sâni'in canibine efkârý tevcih eder. --- sh:»(Mu:140) ------------------------------------------------------------------------------------------ O teveccüh ise inkýyadý tesis, o inkýyad dahi, nizam-ý ekmele îsal eder. O nizam-ý ekmel dahi, sýrr-ý hikmetten tevellüd eder. Sýrr-ý hikmet dahi adem-ül abesiyeti ve Sâni'in hikmeti, masnu'daki teennuku kendine þahid gösterir. Ýþte eðer insanýn hayvandan þu cihat-ý selâse ile olan temayüzünü derk edebildin; bizzarure netice veriyor ki: Nübüvvet-i mutlaka, nev'-i beþerde kutub, belki merkez ve bir mihverdir ki; ahval-i beþer onun üzerine deveran ediyor. Þöyle ki: Cihet-i ûlâda dikkat et! Bak nasýl sevk-ül insaniyet ve meyl-i tabiînin adem-i kifayeti ve nazarýn kusuru ve tarîk-ý akýldaki evhamýn ihtilatý, nasýl nev'-i beþeri eþedd-i ihtiyaçla bir mürþid ve muallime muhtaç eder. O mürþid Peygamberdir. Ýkinci cihette tedebbür et. Þöyle: Ýnsandaki lâ-yetenahîlik ve tabiatýndaki meyl-üt tecavüz ve kuva ve âmâlindeki adem-i tahdid ve âlemdeki meyl-ül istikmalin dalý hükmünde olan insandaki meyl-üt terakkinin semeresi hükmünde olan kamet-i namiye-i istidad-ý insanîsine intibak etmeyen; belki camid ve muvakkat olan kanun-u beþer ki: Tedricen tecarüb ile hasýl olan netaic-i efkârýn telahukuyla vücuda gelen o kavanin-i beþer, þu semere-i istidadýn çekirdeklerinin terbiye ve imdadýna adem-i kifayetinin sebebiyle; maddeten ve manen iki âlemde saadet-i beþeri temin edecek, hem de kamet-i istidadýnýn büyümesiyle tevessü' edecek, zîhayat ve ebediye bir þeriat-ý Ýlahiyeye ihtiyaç gösterir. Ýþte þeriatý getiren Peygamberdir. Eðer desen: "Biz görüyoruz ki, dinsizlerin veya sahih bir dini olmayanlarýn ahvalleri muaddele ve munazzamadýrlar." --- sh:»(Mu:141) ------------------------------------------------------------------------------------------ Elcevab: O adalet ve intizam, ehl-i dinin ikazat ve irþadatýyladýr. Ve o adalet ve faziletin esaslarý, enbiyanýn tesisleriyledir. Demek enbiya, esas ve maddeyi vaz' etmiþlerdir. Onlar da o esas ve fazileti tutup, onda iþlediklerini iþlediler. Bundan baþka nizam ve saadetleri, muvakkattýr. Bir cihetten kaime ve müstakime ise, çok cihattan mâile ve münhaniyedir. Yani: Ne kadar sureten ve maddeten ve lafzen ve maaþen muntazamadýr; fakat sîreten ve maneviyaten ve manen faside ve muhtelledir. Ey birader!.. Ýþte sýra üçüncü cihete geldi. Ýyi tefekkür et! Þöyle: Ahlâktaki ifrat ve tefrit ise, istidadatý ifsad ediyor. Ve þu ifsad ise abesiyeti intac eder. Ve þu abesiyet ise; kâinatýn en küçük ve en ehemmiyetsiz þeylerinde mesalih ve hikemin riayetiyle, âlemde hükümfermalýðý bedihî olan hikmet-i Ýlahiyeye münakýzdýr. Vehim ve Tenbih: "Meleke-i marifet-i hukuk" dedikleri, her fenalýðýn maddeten zararýný ihsas ede ede ve efkâr-ý umumiyeyi ikaz etmekle hasýl olan "meleke-i riayet-i hukuk" dedikleri emri, þeriat-ý Ýlahiyeye bedel olarak dinsizlerin tasavvuru ve þeriattan istiðnalarý bir tevehhüm-ü bâtýldýr. Zira dünya ihtiyarlandý. Öyle bir þeyin mukaddematý da zahir olmadý. Bilakis mehasinin terakkisiyle beraber mesavi dahi terakki edip daha dehþetli ve aldatýcý bir þekle giriyor. Evet nasýlki nevamis-i hikmet, desatir-i hükûmetten müstaðni deðildir. Öyle de, vicdana hâkim olan kavanin-i þeriat ve fazilete eþedd-i ihtiyaç ile muhtaçtýr. Ýþte þöyle mevhume olan meleke-i ta'dil-i ahlâk, kuva-yý selâseyi hikmet ve iffet ve þecaatta muhafaza etmesine kâfi deðildir. Binaenaleyh insan --- sh:»(Mu:142) ------------------------------------------------------------------------------------------ bizzarure vicdan ve tabiatlara müessir ve nafiz olan mizan-ý adalet-i Ýlahiyeyi tutacak bir Nebi'ye muhtaçtýr. Ýþaret: Binlerce enbiya, nev'-i beþerde nübüvveti iddia ederek binlerce mu'cizatla müddeayý isbat etmiþlerdir. Ýþte o enbiyanýn cemi' mu'cizatlarý lisan-ý vâhid ile nübüvvet-i mutlakayý ilân eder. Bizim þu suðramýza dahi bir bürhan-ý katý'dýr. Buna tevatür-ü bilmana veya ne tabir ile diyorsanýz deyiniz, metin bir delildir. Tenbih: Þu muhakematýn cihet-ül vahdeti budur ki: Eðer cemi' fünun ele alýnýrsa ve fünunlarýn kavaidinin külliyetleriyle keþfettikleri ittisak ve intizama temaþa edilirse, hem de mesalih-i cüz'iye-i müteferrikanýn mayesi ve ukde-i hayatiyesi hükmünde olan bir lezzeti veya bir muhabbeti veya bir emr-i âheri içine atýlmakla -ekl ve nikâhtaki gibi- periþan olan umûr ve ef'al o maye ile irtibat ve ittisal ettiklerini, inayet-i Ýlahiye nokta-i nazarýnda nazar-ý dikkate alýnýrsa; hem de hikmetin þehadetiyle sabit olan adem-i abesiyet ve adem-i ihmali mütalaaya alýnýrsa, istikra-i tâmla netice veriyor ki: Mesalih-i külliyenin kutub ve mihveri ve maden-i hayatý hükmünde olan nübüvvet, nev'-i beþerde zarurîdir... Faraza olmazsa, periþan olan nev'-i beþer; güya muhtel bir âlemden þu muntazam âleme düþüp cereyan-ý umumînin ahengini ihlâl ettiði kabul olunursa, biz insanlar sair kâinata karþý ne yüzümüz kalacaktýr?.. Tenbih: Ey birader! Eðer bürhan-ý Sâni'in suðrasý senin sahife-i zihninde intikaþ etmiþ ise, hazýr ol!. Kübrasý olan nübüvvet-i Muhammed'in bahsine geçiyoruz: --- sh:»(Mu:143) ------------------------------------------------------------------------------------------ Ýþaret ve Ýrþad: Kübra sadýktýr. Zira sahife-i itibar-ý âlemde menkuþ olan âsâr-ý enbiyayý mütalaa etsen ve lisan-ý tarihte cereyan eden ahvallerini dinlersen ve hakikatý, yani cihet-ül vahdeti tesir-i zaman ve mekân ile girdiði suretlerden tecrid edebilirsen göreceksin ki: Ýnayet-i Ýlahiyenin ziyasý olan mehasin-i mücerredenin þu'lesi olan hukukullah ve hukuk-u ibadý; enbiya, düstur-u hareket ettiklerini ve nev'-i beþer tarafýndan enbiyaya karþý keyfiyet-i telakkileri ve ümeme karþý suret-i muameleleri ve terk-i menafi'-i þahsiye ve sair umûrlar ki onlara nebi dedirmiþ ve nübüvvete medar olmuþ olan esaslar ise; evlâd-ý beþerin sinn-i tekemmül ve kühûlette olan üstadý ve medrese-i Ceziret-ül Arab'da menba-ý ulûm-u âliye ve muallimi olan Zât-ý Muhammed'de daha ekmel ve daha azhar bulunur. Demek oluyor ki: Ýstikra-i tâm ile, hususan nev'-i vâhidde, lâsiyyema intizam-ý muttarid üzerine müesses olan kýyas-ý hafînin ianesiyle ve kýyas-ý evlevînin teyidiyle nübüvvet-i Muhammed'i netice vermekle beraber, tenkih-ül menat denilen hususiyattan tecrid nokta-i nazardan cemi' enbiya lisan-ý mu'cizatlarýyla vücud-u Sâni'in bir bürhan-ý bahiresi olan Muhammed'in sýdkýna þehadet ederler. Ýtizar: Kýsa cümlelerle söylemiyorum muðlakça oluyor. Zira þu hakaik her tarafa derin köklerini attýklarýndan mes'ele uzunlaþýyor. Suret-i mes'eleyi bozmak ve parça parça etmek ve hakikatý incitmek istemiyorum. Hem de hakikatýn etrafýna bir daireyi çekmek istiyorum, tâ hakikat mahsur kalýp kaçmasýn. Ben tutmazsam baþkasý tutsun. Beni mazur tutsanýz, febiha... Ve illâ hürriyet var, tahakküm yoktur. Keyfinize... --- sh:»(Mu:144) ------------------------------------------------------------------------------------------ Mukaddeme Peygamberin delil-i sýdký; herbir hareket, herbir halidir... Evet herbir hareketinde adem-i tereddüd ve mu'terizlere adem-i iltifat ve muarýzlara adem-i mübalât ve muhalif olanlardan adem-i tahavvüfü, sýdkýný ve ciddiyetini gösteriyor. Hem de evamirinde hakikatýn ruhuna olan isabeti, hakkýyetini gösterir. Elhasýl: Tahavvüf ve tereddüd ve telaþ ve mübalât gibi hile ve adem-i vüsuku ve itminansýzlýðý îma eden umûrlardan müberra iken, bilâ-perva ve kuvvet-i itminanla en hatarlý makamlarda olan hareketi ve nihayette olan isabeti ve iki âlemde semere verecek olan zîhayat kaideleri harekâtýyla tesis ettiðine binaen, herbir fiil ve herbir tavrýnýn iki taraftan yani bidayet ve nihayetten ciddiyeti ve sýdký, nazar-ý ehl-i dikkate arz-ý didar ediyor. Bahusus mecmu'-u harekâtýnýn imtizacýndan ciddiyet ve hakkýyet þu'le-i cevvale gibi ve in'ikasatýndan ve müvazenatýndan sýdk ve isabet, berk-i lâmi' gibi tezahür ve tecelli ediyor. Ýþaret: Zaman-ý mazi ve zaman-ý hal, yani Asr-ý Saadet ve zaman-ý istikbal tazammun ettikleri berahin-i nübüvvet lisan-ý vâhid ile maden-i ahlâk-ý âliye olan Zât-ý Muhammed'de (Aleyhissalâtü Vesselâm) dâî-yi sýdký ve dellâl-ý nübüvveti olan bürhan-ý zâtînin nidasýna cevab ve hemdest-i vifak olarak nübüvvetini i'lâ ve ilân ettiklerini --- sh:»(Mu:145) ------------------------------------------------------------------------------------------ kör olmayanlara gösterdiler. Þu halde kitab-ý âlemden olan fasl-ý zamanýn sahife-i selâsesini mütalaa edeceðiz. Hem de o kitabdan mes'ele-i uzma ve münevvere olan Zât-ý Muhammed'i (A.S.M.) temaþa ve ziyaret edeceðiz. Müddeamýz olan bürhanýn kübrasýný onun ile isbat edeceðiz. Ýþte bu noktaya binaen mesalik-i nübüvvet dörttür. Beþincisi meþhur ve mesturdur. Birinci Meslek Yani, mes'ele-i âliye-i zâtiyeyi temaþa etmekte dört nükteyi bilmek lâzýmdýr: Birincisi: ¬uÇE«UÅB7@«6öu²E«U²7!ö«j²[«7ökaidesine binaen sun'î ve tasannuî olan þey, ne kadar mükemmel olsa da, tabiî yerini tutmadýðýndan heyetinin feletatý, müzahrefiyeti îma edecektir. Ýkincisi: Ahlâk-ý âliyenin, hakikatýn zeminiyle olan rabýta-i ittisali ciddiyettir. Ve deveran-ý dem gibi hayatlarýný idame eden ve imtizaçlarýndan tevellüd eden haysiyete kuvvet veren, heyet-i mecmuasýna intizam veren yalnýz sýdktýr. Evet þu rabýta olan sýdk ve ciddiyet kesildiði anda, o ahlâk-ý âliye kurur ve hebaen gidiyor. Üçüncüsü: Umûr-u mütenasibede temayül ve tecazüb ve mütezâdde olan eþyalarda tenafür ve tedafü' kaide-i meþhuresi, maddiyatta nasýl cereyan ediyor; maneviyat ve ahlâkta dahi cereyan eder. --- sh:»(Mu:146) ------------------------------------------------------------------------------------------ Dördüncüsü: ±¯uU¬7ö«j²[«7ö°v²U&ö±¬uU²V¬7 Þimdi gelelim maksada: Ýþte âsâr ve siyer ve tarih-i hayatý... Hattâ a'danýn þehadetleriyle, Zât-ý Peygamber'de vücudu muhakkak olan ahlâk-ý âliyenin kesret ve ihata ve tecemmu' ve imtizacýndan tevellüd eden izzet ve haysiyetten neþ'et eden þeref ve vakar ve izzet-i nefs ile feriþteler, devlerin ihtilat ve istiraklarýndan tenezzühleri gibi sýrr-ý tezada binaen, o ahlâk-ý âliye dahi hile ve kizbden tereffu' ve tenezzüh ve teberri ederler. Hem de hayat ve mayeleri makamýnda olan sýdk ve hakkýyeti tazammun ettiklerinden, þu'le-i cevvale gibi nübüvveti aleniyete çýkarýyor. Tenbih: Ey birader! Görüyorsun ki: Bir adam yalnýz þecaatle meþhur olursa, o þöhret ona verdiði haysiyeti ihlâl etmemek için, kolaylýkla yalana tenezzül etmez. Nerede kaldý ki, cemi' ahlâk-ý âliye birden tecemmu' ede... Evet mecmu'da bir hüküm bulunur, ferdde bulunmaz. Ýþaret ve Tenbih: Görüyoruz: Bu zamanda sýdk ve kizbin mabeynleri ancak bir parmak kadar vardýr. Bir çarþýda ikisi de satýlýr. Fakat herbir zamanýn bir hükmü var. Hiçbir zamanda asr-ý saadet gibi sýdk ve kizbin ortasýndaki mesafe açýlmamýþtýr. Þöyle ki: Sýdk kendi hüsn-ü hakikîsini kemal-i haþmetle izhar ve onun ile temessük eden Muhammed'i (A.S.M.) a'lâ-yý illiyyîn-i þerefe i'lâ ve âlemde inkýlab-ý azîmi îka ettiðinde þarktan garba kadar kizbden bu'd derecesini göstermekle kýymet-i âliyesini i'lâ etmek cihetiyle sûku ve metaýný gayet nâfýk --- sh:»(Mu:147) ------------------------------------------------------------------------------------------ ve râic etmiþtir (1). Ve kizb ise: Teþebbüsat-ý azîmeyi murdarlarýn lâþeleri gibi ruhsuz býraktýðý için nihayet-i kubhunu izhar ve onun ile temessük eden Müseylime ve emsali, esfel-i safilîn-i hýssete düþürdüðü cihetle, meta-ý zehr-âlûdu ve sûku gayet muattal ve kesad etmiþtir (2). Ýþte ehl-i izzet ve tefahur olan kavm-i Arab'ýn tabiatlarýndaki meyl-ür râic saikasýyla müsabaka ederek o kâsid kizbi terkedip ve râic sýdk ile tecemmül ederek adaletlerini âleme kabul ettirmiþlerdir. Ýþte sahabelerin aklen olan adaletleri bu sýrdan neþ'et eder. Ýrþad ve Ýþaret: Tarih ve siyer ve âsâr nokta-i nazarýndan dikkat olunursa; Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm dört yaþýndan kýrk yaþýna kadar, lâsiyyema þe'ni, ahlâký ve hileyi dýþarýya atmakta olan hararet-i gariziyenin þiddet-i iltihabý zamanýnda, kemal-i istikametle ve kemal-i metanetle ve tamam-ý ýttýrad-ý ahval ile ve müsavat ve müvazenet-i etvar ile ve nihayet-i iffet ile ve hiçbir hali mesturiyeti muhafaza etmeyen -lasiyyema öyle ehl-i inada karþý- bir hileyi îma etmemekle beraber yaþadýðý nazara alýnýrsa, sonra istimrar-ý ahlâkýnýn zamaný olan kýrk seneden sonra o inkýlab-ý azîm nazara alýnýrsa; haktan geldiðini ve hakikat olduðunu tasdik etmezse, nefsine levmetsin... Zira zihninde bir sofestaî gizlenmiþ olacaktýr. Hem de en hatarlý makamlarda -gar'da gibi- tarîk-i halâsý mefkud iken ve hayt-ul emel bihasebi'l-âde kesilirken, gayet metanet ve kemal-i vüsuk ve nihayet-i itminan ile olan hareket ve hal ve tavrý, (1): Þimdiki hürriyet gibi. (2): Menfur casusluk gibi. --- sh:»(Mu:148) ------------------------------------------------------------------------------------------ nübüvvet ve ciddiyetine þahid-i kâfidir ve hak ile temessük ettiðine delildir. Ýkinci Meslek Yani: Sahife-i ûlâ, zaman-ý mazidir. Ýþte þu sahifede dört nükteyi nazar-ý dikkate almak lâzýmdýr: Birincisi: Bir fende veyahut kýsasta, bir adam esaslarýný ve ruh ve ukdelerini ahzederek müddeasýný ona bina ederse, o fende hazakat ve meharetini gösterir. Ýkincisi: Ey birader!.. Eðer tabiat-ý beþere ârif isen; küçük bir haysiyetle, küçük bir davada, küçük bir kavimde, küçük bir hilafýn serbestiyetle irtikâb olunmadýðýna nazar edersen; gayet büyük bir haysiyetle, nihayet cesîm bir davada, hasra gelmeyen bir kavimde, hadsiz bir inada karþý, her cihetten ümmiliðiyle beraber, hiçbir cihetle akýl müstakil olmayan mes'elelerde, tam serbestiyetle bilâ-perva ve kemal-i vüsuk ile alâ ruûs-il eþhad zikir ve nakilden güneþ gibi sýdkýn tulû' edeceðini göreceksin. Üçüncüsü: Bedevilere nisbet çok ulûm-u nazariye vardýr; medenîlere nisbeten lisan-ý âdât ve ef'alin telkinatýyla, ulûm-u mütearifenin hükümlerine geçmiþlerdir. Bu nükteye binaen bedevilerin hallerini muhakeme etmek için, kendini o bâdiyede farzetmek gerektir. Eðer istersen Ýkinci Mukaddeme'ye müracaat et, zira þu nükteyi izah etmiþtir. Dördüncüsü: Bir ümmi, ülema meyanýnda mütedavil bir fende beyan-ý fikir ederse, ittifak noktalarda muvafýk olarak ve muhtelefün-fîha olan noktalarda muhalefet edip, musahhihane olan söylemesi, onun tefevvukunu ve kesbî olmadýðýný isbat eder. --- sh:»(Mu:149) ------------------------------------------------------------------------------------------ Þu nüktelere binaen deriz ki: Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm malûm olan ümmiyetiyle beraber güya gayr-ý mukayyed olan ruh-u cevvale ile tayy-ý zaman ederek mazinin a'mak-ý hafasýna girerek, hazýr ve müþahid gibi enbiya-yý salifenin ahvallerini ve esrarlarýný teþrih etmesiyle; bütün enzar-ý âleme karþý öyle bir dava-yý azîmede -ki, bütün ezkiya-i âlemin nazarlarýný dikkate celbeder- bilâ-perva ve nihayet vüsuk ile müddeasýna mukaddeme olarak o esrar ve ahvalin ukad-ý hayatiyeleri hükmünde olan esaslarýný zikretmekle beraber, kütüb-ü salifenin ittifak noktalarýnda musaddýk ve ihtilaf noktalarýnda musahhih olarak kýsas ve ahval-i enbiyayý bize hikâye etmesi, sýdk ve nübüvvetini intac eder. Teznib: Cemi' enbiyanýn delail-i nübüvvetleri, sýdk-ý Muhammed'e (A.S.M.) delildir ve cemi' mu'cizatlarý, Muhammed'in bir mu'cize-i maneviyesidir (Aleyhimüsselâm). Bunda dikkat edersen anlayacaksýn. Ýþaret: Ey birader!.. Bazan kasem, bürhanýn yerini tutar. Zira bürhaný tazammun eder. Öyle ise: ]¬4ö«:ö]¬/@«W²7!ö¬»@«W²2«!ö]¬4öy«&:*ö«hÅ[«,«:ö¬l«M¬E²V¬7ö«l«M¬T²7!ö¬y²[«V«2öÅl«5ö›¬HÅ7!«: Ç»«(«!ö«(@ÅTÅX7!ö˜«h«P«9öÅ–¬!ö¬€@«Q¬5!«x²7!ö@« ¬‰@ÅX7!ö]«V«2ö«j±¬7«G --- sh:»(Mu:150) ------------------------------------------------------------------------------------------ Evet, neam. Onun nur-u nazarýna hayal, kendini hakikat gösteremiyor ve hak olan mesleði telbisten müstaðnidir. Üçüncü Meslek Yani: Zaman-ý halin, yani asr-ý saadetin sahifesinde dört nükte, bir noktayý nazar-ý dikkate almak gerektir: Birincisi: Küçük bir âdet, küçük bir kavimde veya zayýf bir haslet, kalil bir taifede; büyük bir hâkimin, büyük bir himmetle kolaylýkla kaldýramadýðýný nazara alýrsan; acaba gayet çok, tamamen müstemirre, nihayet derecede me'luf ve çok da mütenevvia, tamamen rasiha olan âdât ve ahlâk, nihayet kesîr ve me'lufatýna gayet mutaassýb ve þedid-üþ þekîme olan bir kavmin a'mak-ý ervahýndan az fedakârlýkla, kýsa bir zamanda kal' ve ref' ettiðini ve o âdât-ý seyyienin yerine baþka âdât ve ahlâk fidanlarýný gars etmesi ve def'aten nihayet derecede tekemmül ettiklerini nazara alýrsan ve dikkat edersen, hârikulâde olduðunu tasdik etmezsen; seni sofestaî defterinde yazacaðým. Ýkincisi: Þahs-ý manevî hükmünde olan bir devletin nümüvv-ü tabiîsi hükmünde olan teþekkülü ise, mütemehhildir. Ve devlet-i atîkaya galebesi -ki ona inkýyad, tabiat-ý sâniye hükmüne girdiði için- tedricîdir. Öyle ise maddeten ve manen hâkim, hem de gayet cesîm bir devleti kýsa bir zamanda teþkili, hem de düvel-i râsihaya def'î gibi galebe etmesi; maneviyat ve ahvalde cari olan âdâtýn bizzarure hârikulâde olduðunu görmezsen körler defterinde yazýlacaksýn. --- sh:»(Mu:151) ------------------------------------------------------------------------------------------ Üçüncüsü: Tahakküm-ü zahirî, kahr ve cebr ile mümkündür. Fakat efkâra galebe etmek, hem de ervaha tahabbüb ve tabayia tasallut, hem de hâkimiyetini vicdanlar üzerine daima muhafaza etmek; hakikatýn hassa-i fârikasýdýr. Bu hassayý bilmezsen, hakikattan bîganesin. Dördüncüsü: Tergib veya terhib hilesiyle ancak yalnýz bir tesir-i sathî edip ve akla karþý sedd-i turuk edecektir. Þu halde a'mak-ý kulûbe nüfuz ve erakk-ý hissiyatý tehyic ve þükûf-misal olan istidadatý inkiþaf ettirmek ve kâmine ve nâime olan seciyeleri ikaz ve tenbih ve cevher-i insaniyeti feverana getirmek ve kýymet-i nâtýkýyeti izhar etmek, þua-ý hakikatýn hâssasýdýr. Evet kasavet-i mücessemenin misal-i müþahhasý olan "ve'd-i benat" gibi umûrlardan kalblerini taskil etmesi ve rikkat-i letafetin lem'asý olan hayvanata merhamet, hattâ karýncaya þefkat gibi umûr ile tezyin etmesi; öyle bir inkýlab-ý azîmdir -hususan öyle akvam-ý bedevide- ki, hiçbir kanun-u tabiiyeye tevfik olmadýðýndan, hârikulâde olduðu musaddak-kerde-i erbab-ý basirettir. Basiretin varsa tasdik edeceksin. Þimdi Nokta'yý dinle: Ýþte tarih-i âlem þehadet eder ki: En büyük dâhî odur ki; bir veya iki hissin ve seciyenin ve istidadýn inkiþafýna ve ikazýna ve feverana getirmesine muvaffak olsun. Zira öyle bir hiss-i nâim ikaz edilmezse, sa'y hebaen gider ve muvakkat olur. Ýþte en büyük dâhî ancak bir veya iki hissin ikazýna muvaffak olabilmiþtir. Ezcümle: Hiss-i hürriyet ve hamiyet ve muhabbet... Bu noktaya binaen Ceziret-ül Arab sahra-i vesiasýnda olan akvam-ý bedevide kâmine ve nâime ve mesture olan --- sh:»(Mu:152) ------------------------------------------------------------------------------------------ hissiyat-ý âliye -ki, binlere baliðdir- birden inkiþaf, birden ikaz, birden feveran ve galeyana getirmek; þems-i hakikatýn, ziya-i þu'lefeþanýn hassasýdýr. Bu noktayý aklýna sokmayanýn, biz Ceziret-ül Arab'ý gözüne sokacaðýz. Ýþte Ceziret-ül Arab... Onüç asýr beþerin terakkiyatýndan sonra, en mükemmel feylesoflardan yüz taneyi göndersin, yüz sene kadar çalýþsýn; acaba bu zamana nisbeten o zamana nisbet yaptýðýnýn yüzde birini yapabilir mi?.. Ýþaret: Kim tevfik isterse, âdetullah ve hilkat ve fýtrat ile aþinalýk etmek ve dostluk etmek gerektir. Yoksa, fýtrat tevfiksizlikle bir cevab-ý red verecektir. Cereyan-ý umumî ise, muhalif harekette bulunanlarý adem-âbâd hiçahiçe atacaktýr. Ýþte buna binaen temaþa et. Göreceksin ki: Hilkatte cari olan kavanin-i amîka-i dakîka -ki, hurdebîn-i akýl ile görülmez- hakaik-i þeriat ne derecede müraat ve muarefet ve münasebette bulunmuþlardýr ki, o kavanin-i hilkatin müvazenesini muhafaza etmiþtir. Evet þu a'sar-ý tavîlede þu müsademat-ý azîme içinde hakaikýný muhafaza, belki daha ziyade inkiþafa getirdiðinden gösterir ki; Resul-i Ekrem Aleyhisselâm'ýn mesleði, hiçbir vakit mahvolmayan hak üzerine müessestir. Þu nükte ve noktalarý bildikten sonra geniþ ve muhakemeli ve müdakkik bir zihinle dinle ki: Muhammed-i Hâþimî Aleyhissalâtü Vesselâm ümmiyeti ve adem-i kuvvet-i zahiresi ve adem-i hâkimiyeti ve adem-i meyl-i saltanat ile beraber, gayet hatarlý mevâki'de kemal-i vüsuk ile teþebbüs ederek efkâra galebe etmekle, ervaha tahabbüb ve tabayia tasallut, gayet kesîre ve müstemirre ve râsiha ve me'lufe olan âdât ve ahlâk-ý vahþiyaneyi --- sh:»(Mu:153) ------------------------------------------------------------------------------------------ esasýyla hedmederek, onlarýn yerine ahlâk-ý âliyeyi gayet metin bir esas ile lahm ve demlerine karýþmýþ gibi tesis etmekle beraber, zaviye-i vahþette hâmid olan bir kavimdeki kasavet-i vahþiyeyi ihmad ve hissiyat-ý dakikayý tehyic... Evet, hissiyat-ý âliyeyi ikaz ve cevher-i insaniyetlerini izhar etmekle beraber evc-i medeniyete bir zaman-ý kasirde is'ad ederek, þark ve garbda oturmuþ bir devlet-i cesîmeyi bir zaman-ý kalilde teþkil edip, ateþ-i cevval gibi belki nur-u nevvar gibi veyahut asâ-yý Musa gibi sair devletleri bel' ve imha derecesine getirdiðinden, basar-ý basireti kör olmayanlara sýdkýný ve nübüvvetini ve hakk ile temessükünü göstermiþtir. Ýþte eðer sen görmezsen, seni insanlarýn defterinden sildirecektir. Dördüncü Meslek Sahife-i müstakbelden, lasiyyema mes'ele-i þeriattýr. Ýþte dört nükteyi nazar-ý dikkatten dûr etmemelisin. Birincisi: Bir þahýs dört veya beþ fende meleke sahibi ve mütehassýs olmaz. Meðer hârika ola... Ýkincisi: Mes'ele-i vâhide, iki mütekellimden sudûr eder. Birisi, mebde' ve müntehasý ve siyak ve sibaka mülâyemetini ve ehavatýyla nisbetini ve mevzi-i münasibde istimalini, yani münbit bir zeminde sarfýný nazara aldýðý için o fende olan meharetine ve melekesine ve ilmine delalet ettiði halde; öteki mütekellim þu noktalarý ihmal ettiði için sathiyetine ve taklidiyetine delalet eder. Halbuki kelâm yine o kelâmdýr. Eðer aklýn bunu farketmezse, ruhun hisseder. Üçüncüsü: Ýkinci Mukaddeme'de geçtiði gibi bir-iki --- sh:»(Mu:154) ------------------------------------------------------------------------------------------ asýr evvel hârika sayýlan keþif bu zamana kadar mestur kalsaydý, tekemmül-ü mebadi cihetiyle bir çocuk da keþfedebildiðini nazara al. Onüç asýr geri git, o zamanlarýn tesiratýndan kendini tecrid et, dehþet-engiz olan Ceziret-ül Arab'da otur, dikkatle temaþa et, görürsün ki: Ümmi, tecrübe görmemiþ, zaman ve zemin yardým etmemiþ tek bir adam ki; yalnýz zekâya deðil, belki gayet kesîr tecarübün mahsulü olan fünunun kavaniniyle öyle bir nizam ve adaleti tesis ediyor ki: Ýstidad-ý beþerin kameti, netaic-i efkârý teþerrübünden tekebbür ederse, o þeriat dahi tevessü' ederek ebede teveccüh eder. Kelâm-ý Ezelî'den geldiðini ilân etmekle beraber, iki âlemin saadetini temin eder. Ýnsaf edersen, bu ise yalnýz o zamanýn insanlarýnýn deðil, belki nev'-i beþerin tavk-ý haricinde göreceksin. Meðer evham-ý seyyie, senin þu tarafa müteveccih olan fýtratýnýn tarf'ýný (1) çürütmüþ ola... Dördüncüsü: Onuncu Mukaddeme'de geçtiði gibi, hem de ikinci nokta-i itirazýn cevabýnda da geleceði gibi þudur ki: Cumhurun istidad-ý efkârý derecesinde þeriatýn irþad etmesidir. Þöyle ki: Cumhurun âmiliði için, hakaik-i mücerredeyi; me'luflarý vasýta olmaksýzýn adem-i telakkileri sebebiyle, müteþabihat ve teþbihat ve istiarat ile tasvir etmesidir. Hem de fünun-u ekvanda cumhurun, hiss-i zahir sebebiyle hilaf-ý vaki'i zarurî telakki etmekle beraber, mebadi basamaklarý adem-i in'ikad ve tekemmülünden, maðlatalarýn vartalarýna düþmemek için, þeriat öyle mesailde ibham etti ve mutlak býraktý; lâkin hakikatý îmadan hâlî býrakmadý. (1): Dikkat lâzýmdýr. --- sh:»(Mu:155) ------------------------------------------------------------------------------------------ Vehim ve Tenbih: Resul-i Ekrem'in herbir fiil ve herbir halinde sýdk lemaan eder. Fakat her fiili ve her hali hârika olmak lâzým deðildir. Zira izhar-ý hârika tasdik-i müddea içindir. Hacet olmadýðý veya münasib olmadýðý vakitte cereyan-ý umumiyeye mütabaatla, kavanin-i âdâtullaha destedâd-ý teslim oluyor. Hem de öyle olmak gerektir. Ey birader!.. Þu Tenbih, Birinci Mesleðin Mukaddemesi'nin taifesindendir. Nisyanýn hatasýyla yolunu þaþýrmakla yerini kaybedip þuraya girmiþtir. Ýyice þu nükteleri tut. Ýþte neticeye giriyoruz: Bak ey birader! Fünun ve ulûmun zübde-i hakikiyesi berahin-i akliye üzerine müesses olan diyanet ve þeriat-ý Ýslâmiye öyle fünunlarý tazammun etmiþtir. Ezcümle: Fenn-i tehzib-i ruh ve riyazet-ül kalb ve terbiyet-ül vicdan ve tedbir-ül cesed ve tedvir-ül menzil ve siyaset-ül medeniye ve nizamat-ül âlem ve fenn-ül hukuk ve saire... Lüzum görülen yerlerde tafsil ve lüzum olmayan veya ezhanýn veya zamanýn müstaid ve müsaid olmadýðý yerlerde birer fezleke ile kavaid-i esasiyeyi vaz' ederek tenmiye ve tefri'ini ukûlün meþveret ve istinbatatýna havale etmiþtir ki; bu fünunun mecmuuna deðil, belki ekalline onüç asýr terakkiden sonra en medenî yerlerde en hârika zekâ ile mevsuf olanlar, tâkat-ý beþerin haricinde -bahusus o zamanda- olduðunu tasdikten vicdan-ý munsýfane seni menedemiyor. Ýþte fazl odur ki; a'da ona þehadet ede. Yeni Dünya'nýn en meþhur feylesofu olan Carlayl, Almanya'nýn meþhur bir hakîminden ve rical-i siyasiyesinden naklen diyor ki: "O tedkikatýndan sonra kendi kendine sual ederek --- sh:»(Mu:156) ------------------------------------------------------------------------------------------ demiþ: Ýslâmiyet böyle olursa acaba medeniyet-i hazýra hakaik-i Ýslâmiyetin dairesinde yaþayabilir mi? Kendisi kendine "Evet" ile cevab veriyor. Þimdiki muhakkikler o daire içinde yaþamaktadýrlar. Evvelki feylesof dahi diyor ki: Hakaik-i Ýslâmiyet çýktýklarý zaman; ateþ-i cevval gibi hatabýn parçalarýna benzeyen sair efkâr ve edyaný bel' etti. Hem de hakký vardýr. Zira baþkalarýn safsatiyatýndan birþey çýkmaz, ilââhirihî... Evet onüç asýrdan beri o kadar dehþetli müsademata karþý hakaikýný muhafaza etmiþtir. Belki bu müsademe, keþmekeþ; hakikat-ý Ýslâmiyetin omuzu üstünden türab-ý hafayý terkik ve tahfif ediyor. Neam, vücud ve hal-i âlem buna þahiddir. Makale-i ûlâdaki mukaddematý nazara almak gerektir. Vehim ve Tenbih: Eðer desen: Herbir fende yalnýz bir fezlekeyi bilmek bir adam için mümkündür... Elcevab: Neam, lâ!.. Zira öyle bir fezleke ki: Hüsn-ü isabet ve mevki-i münasibde ve münbit bir zeminde istimal gibi.. sâbýkan mezkûr sair noktalar ile cam gibi maverasýndan ýttýla-ý tâm ve melekeyi gösteren fezlekeler mümkün deðildir. Evet, kelâm-ý vâhid iki mütekellimden çýkarsa; birinin cehline ve ötekisinin ilmine bazý umûr-u mermuze-i gayr-ý mesmua ile delalet eder. Ýþaret ve irþad ve tenbih: Ey benimle þu kitabýn evvel-i menazilinden hayaliyle seyr ü sefer eden birader-i vicdan! Geniþ bir nazar ile nazar et ve müvazene et. Kendi hayalinde muhakeme etmek için bir meclis-i âliyeyi teþkil et. Sonra da "Mukaddemat-ý isna aþer"den müntehabatýný davet et, hazýr olsunlar. Sonra da þu kaidelerle müþavere et! Ýþte: --- sh:»(Mu:157) ------------------------------------------------------------------------------------------ Bir þahýs çok fünunda mütehassýs ve meleke sahibi olmaz. Hem de bir kelâm iki mütekellimden mütefavittir, baþkalaþýr. Ve hem de fünun, mürur-u zaman ile telahuk-u efkârýn neticesidir. Hem de müstakbeldeki bedihî birþey, mazide nazarî olabilir. Hem de medenîlerin malûmu, bedevilere meçhul olabilir. Hem de maziyi, müstakbele kýyas etmek, bir kýyas-ý hâdi'-i müþebbittir. Hem de ehl-i veber ve bâdiyenin besateti ise, ehl-i meder ve medeniyetin hile ve desaisine mütehammil deðildir. Evet, neam; hile medeniyetin perdesi altýnda tesettür edebilir. Hem de pek çok ulûm, âdât ve ahval ve vukuatýn telkinatýyla teþekkül edebilir. Hem de beþerin nur-u nazarý, müstakbele nüfuz edemez. Müstakbele mahsus olan þeyleri göremez. Hem de beþerin kanunu için bir ömr-ü tabiî vardýr. Nefs-i beþer gibi o da inkýta' eder. Hem de muhit, zaman ve mekânýn, nüfusun ahvalinde büyük bir tesiri vardýr. Hem de eskide hârikulâde olan þeyler, þimdi âdi sýrasýna geçebilir. Zira mebadi tekemmül etmiþler... Hem de zekâ eðer çendan hârika olsa da, bir fennin tekmiline kâfi deðildir. Nasýl çok fenlerde kifayet edecektir? Ýþte ey birader! Þu zâtlar ile müþavere et. Sonra da müfettiþlik sýfatýyla nefsini tecrid et. Hayalat-ý muhitiye ve evham-ý zamaniyenin elbiselerini çýkart, çýplak ol. Bahr-i bîkeran-ý zaman olan þu asrýn sahilinden, içine gir. Tâ asr-ý saadet olan adaya çýk. Ýþte herþeyden evvel senin nazarýna çarpacak ve tecelli edecek þudur ki: Vahîd, nâsýrý yok, saltanatý mefkud, tek bir þahýs; umum âleme karþý mübareze eder. Ve küre-i zeminden daha büyük bir hakikatý omuzuna almýþ ve bütün nev'-i beþerin saadetine tekeffül eden bir þeriatý ki: O þeriat, fünun-u --- sh:»(Mu:158) ------------------------------------------------------------------------------------------ hakikiye ve ulûm-u Ýlahiyenin zübdesi olarak istidad-ý beþerin nümüvvü derecesinde tevessü' edip iki âlemde semere vererek ahval-i beþeri güya bir meclis-i vâhid, bir zaman-ý vâhidin ehli gibi tanzim eden öyle bir adaleti tesis eder. Eðer o þeriatýn nevamisinden sual edersen ki: Nereden geliyorsunuz? Ve nereye gideceksiniz? Sana þöyle cevab verecekler ki: Biz kelâm-ý ezelîden gelmiþiz. Nev'-i beþerin selâmeti için ebedin yolunda refakat için ebede gideceðiz. Þu dünya-yý fâniyeyi kestikten sonra, bizim surî olan irtibatýmýz kesilirse de; daima maneviyatýmýz beþerin rehberi ve gýda-yý ruhanîsidir. Hâtime Þübehat ve þükûkun üç menbalarý vardýr. Þöyle: Eðer maksud-u Þâri'den ve efkârýn istidadlarý nisbetinde olan irþaddan tecahül edip, bütün evham-ý seyyienin yuvasý hükmünde olan þöyle bir maðlata ile itiraz edersen ki, þeriatýn baþý olan Kur'anda üç nokta vardýr: Birincisi: Kur'an'ýn mâbih-il imtiyazý ve vuzuh-u ifade üzerine müesses olan belâgata münafîdir ki, vücud-u müteþabihat ve müþkilâttýr. Ýkincisi: Þeriatýn maksud-u hakikîsi olan irþad ve talime münafîdir ki, fünun-u ekvanda bir derece ibham ve ýtlakatýdýr. Üçüncüsü: Tarîk-ý Kur'an olan tahkik ve hidayete muhaliftir. Ýþte o da bazý zevahiri, delil-i aklînin hilafýna imale edip, hilaf-ý vakýa ihtimalidir. Ey birader!.. Tevfik Allah'tandýr. Ben de derim ki: Sebeb-i noksan gösterdiðin olan þu üç nokta, tevehhüm ettiðin gibi deðildir. Belki üçü de i'caz-ý Kur'an'ýn en sadýk þahidleridir. Ýþte: --- sh:»(Mu:159) ------------------------------------------------------------------------------------------ Birinci noktaya cevab: Zâten iki defa þu cevabý zýmnen görmüþsün. Þöyle ki: Nâsýn ekseri cumhur-u avamdýr. Nazar-ý Þâri'de ekall, eksere tâbidir. Zira avama müvecceh olan hitabý, havass fehm ve istifade ediyorlar. Bilakis olursa olamaz. Ýþte cumhur-u avam ise, me'luf ve mütehayyelatýndan tecerrüd edip hakaik-i mücerrede ve makulat-ý sýrfeyi temaþa edemezler. Meðer mütehayyelatlarýný dûrbîn gibi tevsit etseler... Fakat mütehayyelatýn suretlerine hasr ve vakf-ý nazar etmek, cismiyet ve cihet gibi muhal þeyleri istilzam eder. Lâkin nazar, o suretlerden geçerek hakaiký görüyor. Meselâ: Kâinattaki tasarruf-u Ýlahîyi sultanýn serir-i saltanatýnda olan tasarrufunun suretinde temaþa edebilirler. ›«x«B²,!ö¬Š²h«Q²7!ö]«V«2ö«yÁV7!öÅ–¬! gibi... Ýþte hissiyat-ý cumhur þu merkezde olduklarýndan, elbette irþad ve belâgat iktiza eder ki: Onlarýn hissiyatý riayet ve ihtiram edilsin ve efkârlarý dahi bir derece mümaþat ve ihtiram edilsin. Ýþte riayet ve ihtiram; ukûl-ü beþere karþý olan tenezzülat-ý Ýlahiye ile tesmiye olunur. Evet o tenezzülat, te'nis-i ezhan içindir. Onuncu Mukaddeme'ye müracaat et. Ýþte bunun içindir ki: Hakaik-i mücerredeye temaþa etmek için hissiyat ve hayal-âlûd cumhurun nazarlarýný okþayan suver-i müteþabiheden birer dûrbîn vaz' edilmiþtir. Ýþte þu cevabý teyid eden maânî-i amîka veya müteferrikayý bir suret-i sehl ve basitada tasavvur veya tasvir etmek için nâsýn kelâmýnda istiarat-ý kesîreyi irad ederler. Demek müteþabihat dahi, istiaratýn en aðmaz olan kýsmýdýr. Zira en hafî hakaikýn suver-i misaliyesidir. --- sh:»(Mu:160) ------------------------------------------------------------------------------------------ Demek iþkal ise mananýn dikkatindendir, lafzýn iðlakýndan deðildir. Ey mu'teriz! Ýnsafla nazar et ki, fikr-i beþerin bahusus avamýn fikirlerinden en uzak olan hakaiký, þöyle bir tarîk ile takrib etmek, acaba tarîk-i belâgat olan mukteza-yý halin mutabakatýna muvafýk ve makamýn nisbetinde kemal-i vuzuh ve ifadeye mutabýktýr; yahut tevehhüm ettiðin gibidir? Hakem sen ol... Ýkinci noktaya cevab: Ýkinci Mukaddeme'de mufassalan geçmiþtir. Âlemde meyl-ül istikmalin dalý olan insandaki meyl-üt terakkinin semeratý ve tecarüb-ü kesîre ile ve netaic-i efkârýn telahukuyla teþekkül eden ve merdiven-i terakkinin basamaklarý hükmünde olan fünun ise; müterettibe ve müteavine ve müteselsiledirler. Evet müteahhirin in'ikadý, mütekaddimin teþekkülüne vâbestedir. Demek mukaddem olan fen, ulûm-u mütearifenin derecesine gelecek; sonra müteahhirine mukaddeme olabilir. Bu sýrra binaendir ki: Þu zamanda temahhuz-u tecarüble satha çýkýp ve tevellüd etmiþ olan bir fennin faraza on asýr evvel bir adam tefhim ve talimine çalýþsa idi, maðlata ve safsataya düþürmekten baþka birþey yapamazdý. Meselâ, denilse idi: "Þemsin sükûnuyla arzýn hareketine ve bir katre suda bir milyon hayvanatýn bulunduklarýna temaþa edin, tâ Sâni'in azametini bilesiniz." Cumhur-u avam ise; hiss-i zahir veya galat-ý hissin sebebiyle hilaflarýný zarurî bildikleri için ya tekzib veya nefislerine mugalata veya mahsus olan þeye mükâbere etmekten baþka ellerinden birþey gelmezdi. Teþviþ ise; bahusus onuncu asra kadar, minhac-ý irþada büyük --- sh:»(Mu:161) ------------------------------------------------------------------------------------------ bir vartadýr. Ezcümle; sathiyet-i arz ve deveran-ý þems onlarca bedihiyat-ý hissiyeden sayýlýrdý. Tenbih: Þu gibi mes'eleler, müstakbeldeki nazariyata kýyas olunmaz. Zira müstakbele ait olan þeylere hiss-i zahir taalluk etmediði için iki ciheti de muhtemeldir. Ýtikad olunabilir. Ýmkân derecesindedir. Ýtminan kabildir. Onun hakk-ý sarihi tasrih etmektir. Lâkin hîna ki hissin galatý bizim "ma nahnü fih"imizi imkân derecesinden bedahete, yani cehl-i mürekkebe çýkardý. Onun nazar-ý belâgatta hiç inkâr olunmaz olan hakký ise; ibham ve ýtlaktýr. Tâ, ezhan müþevveþ olmasýnlar. Fakat hakikata telvih ve remz ve îma etmek gerektir. Efkâr için kapýlarý açmak, duhûle davet etmek lâzýmdýr. Nasýlki Þeriat-ý Garra öyle yapmýþtýr. Yahu.. ey birader! Ýnsaf mýdýr, taharri-i hakikat böyle midir ki: Sen irþad-ý mahz ve ayn-ý belâgat ve hidayetin maðzý olan þeyi, irþada münafî ve mübayin tevehhüm edesin? Ve belâgatça ayn-ý kemal olan þeyi noksan tahayyül edesin? Ya eyyühel hoto! Acaba senin zihn-i sakîminde belâgat o mudur ki, ezhaný taðlit ve efkârý teþviþ ve muhitin müsaadesizliði ve zamanýn adem-i i'dadýndan ezhan müstaid olmadýklarý için ukûle tahmil edilmeyen þeyleri teklif etmektir? Kellâ. ²v¬Z¬7xT2ö¬*«G«5ö]«V«2ö«‰@ÅX7!ö¬v±¬V«6öbir düstur-u hikmettir. Ýstersen mukaddemata müracaat et... Bahusus Birinci Mukaddeme'de iyi tefekkür et!.. Ýþte bazý zevahiri, delil-i aklînin hilafýna göstermek olan Üçüncü Nokta'ya cevab: --- sh:»(Mu:162) ------------------------------------------------------------------------------------------ Birinci Mukaddeme'de tedebbür et, sonra bunu da dinle ki; Þâri'in irþad-ý cumhurdan maksud-u aslîsi: Ýsbat-ý Sâni'-i Vâhid ve nübüvvet ve haþir ve adalette münhasýrdýr. Öyle ise: Kur'an'daki zikr-i ekvan, istitradî ve istidlal içindir. Cumhurun efhamýna göre san'atta zahir olan nizam-ý bedi' ile nazzam-ý hakikî olan Sâni'-i Zülcelal'e istidlal etmek içindir. Halbuki san'atýn eseri ve nizamý herþeyden tezahür eder. Keyfiyet-i teþekkül nasýl olursa olsun, maksad-ý aslîye taalluk etmez. Tenbih: Mukarrerdir ki delil, müddeadan evvel malûm olmasý gerektir. Bunun içindir ki; bazý nususun zevahiri, ittizah-ý delil ve isti'nas-ý efkâr için cumhurun mu'tekadat-ý hissiyelerine imale olunmuþtur. Fakat delalet etmek için deðildir. Zira Kur'an, âyâtýnýn telâfifinde öyle emarat ve karaini nasbetmiþtir ki; o sadeflerdeki cevahiri ve o zevahirdeki hakikatlarý ehl-i tahkika parmakla gösterir ve iþaret eder. Evet "Kelimetullah" olan Kitab-ý Mübin'in bazý âyâtý, bazýsýna müfessirdir. Yani bazý âyâtý, ehavatýnýn mâ-fiz-zamirlerini izhar eder. Öyle ise bazýlarý diðer bir ba'za karine olabilir ki; mana-yý zahirî murad deðildir. Vehim ve Tenbih: Eðer istidlalin makamýnda denilse idi ki: Elektriðin acaibi ve cazibe-i umumiyenin garaibi ve küre-i arzýn yevmiye ve seneviye olan hareketi ve yetmiþten ziyade olan anasýrýn imtizac-ý kimyeviyelerini ve þemsin istikrarýyla beraber suriye olan hareketini nazara alýnýz, tâ Sânii bilesiniz! Ýþte o vakit delil olan san'at, marifet-i Sâni' olan neticeden daha hafî ve daha gamýz ve kaide-i istidlale münafî olduðundan bazý zevahiri, efkâra göre imale olunmuþtur. Bu ise: Ya müstetbe-üt terakib kabilesinden veya kinaî nev'inden olduðu --- sh:»(Mu:163) ------------------------------------------------------------------------------------------ için medar-ý sýdk ve kizb olmaz. Meselâ: «Ä@«5ölafzýndaki elif eliftir. Aslý vav olsa, kâf olsa, ne olursa olsun tesir etmez. Ey birader! Ýnsaf et... Acaba þu üç nokta-i itiraz cemi' a'sarda cemi' insanlarýn irþadlarý için inzal olunan Kur'an'ýn i'cazýna en zahir delil deðil midir? Evet.. Çu«%«!ö«:öÇ»«(«!ö«?«(@ÅTÅX7!öy«#«h[¬M«"ö«:ö¬h Ås«E²7!öy«U«V²,«8öÅ–¬!«:ö¬Ä@«[«F²7@¬"ö^«T[¬T«E²7!ö¬y²[«V«2ö«y¬A«B²L« (1) ¬‰@ÅX7!ö]«V«2ö«n¬7@«R Neam.. hayalin ne haddi vardýr ki; nurefþan olan nazarýna karþý kendini hakikat gösterebilsin. Evet, mesleði nefs-i hak ve mezhebi ayn-ý sýdktýr. Hak ise, tedlis ve taðlit etmekten müstaðnidir. (1): Þu Arabiyyü-ül ibare iki mezheb-i bâtýlýn reddine iþarettir. --- sh:»(Mu:164) ------------------------------------------------------------------------------------------ Beþinci Meslek Marufe ve meþhure olan havarik-ý zahire ve mu'cizat-ý mahsusedir. Siyer ve tarihin kitablarý onlar ile meþhundur. Ülema-yý kiram (Cezahümüllahu hayran) hakkýyla tefsir ve tedvin etmiþlerdir. Malûmun talimi lâzým gelmemek için biz tafsilinden kat'-ý nazar ettik. Ýþaret: Þu havarýk-ý zahirenin herbir ferdi eðer çendan mütevatir deðildir, mutlaka cinsleri, belki çok enva'ý kat'iyyen ve yakînen mütevatir-i bilmanadýr. O havarýk birkaç nev' üzerindedir. Ýþte: Bir nev'i: Ýrhasat-ý mütenevviadýr. Güya o asýr Peygamber'den (A.S.M.) istifade ve istifaza ederek, keramet sahibi olduðundan, kalb-i hassasýndan hiss-i kabl-el vukua binaen irhasatla Fahr-i Âlem'in geleceðini ihbar etmiþtir. Bir nev'i dahi: Gaybdan olan ihbarat-ý kesîresidir. Güya tayyar olan ruh-u mücerredi, zaman ve mekân-ý muayyenin kayýdlarýný kýrmýþ ve hudud-u maziye ve müstakbeleyi çiðnemiþ, her tarafýný görerek bize söylemiþ ve göstermiþtir. Bir kýsmý dahi: Tahaddi vaktinde izhar olunan havarik-ý hissiyedir. Bine karib ta'dad olunmuþtur. Demek söylediðimiz gibi herbir ferdi, âhâdî de olursa mecmuu mütevatir-i bilmanadýr. Birisi: Mübarek olan parmaklarýndan suyun nebeanýdýr. Güya maden-i sehavet olan yed-i mübarekesinden maye-i hayat olan suyun nebeanýyla menba-ý hidayet --- sh:»(Mu:165) ------------------------------------------------------------------------------------------ olan lisanýndan, maye-i ervah olan zülâl-i hidayetin feveranýný hissen tasvir ediyor. Biri de: Tekellüm-ü þecer ve hacer ve hayvandýr. Güya hidayetindeki hayat-ý maneviye, cemadat ve hayvanata dahi sirayet ederek nutka getirmiþtir. Biri de: Ýnþikak-ý Kamer'dir. Güya kalb-i sema hükmünde olan Kamer, mübarek olan kalbiyle inþikakta bir münasebet peyda etmek için sine-i saf ve berrakýný mübarek parmaðýn iþaretiyle iþtiyakan þakk ve çâk etmiþtir. Tenbih: Ýnþikak-ý Kamer mütevatir-i bilmanadýr. h«W«T²7!öÅs«L²9!ö«: olan âyet-i kerime ile sabittir. Zira hattâ Kur'an'ý inkâr eden dahi, bu âyetin manasýna iliþmemiþtir. Hem de ihtimal vermeye þâyan olmayan bir tevil-i zaîften baþka tevil ve tahvil edilmemiþtir. Vehim ve Tenbih: Ýnþikak, hem âni, hem gece, hem vakt-i gaflet, hem þu zaman gibi âsumana adem-i tarassud, hem vücud-u sehab, hem ihtilaf-ý metali' cihetiyle bütün âlemin görmeleri lâzým gelmez ve lâzým deðildir. Hem de hem-matla' olanlarda sabittir ki, görülmüþtür. Birisi ve en birincisi ve en kübrasý olan Kur'an-ý Mübin'dir. Ýþte sâbýkan bir nebzesine îma olunan yedi cihetle i'cazý müberhendir. Ýlââhirihî... Sair mu'cizatý kütüb-ü mutebereye havale ediyorum. --- sh:»(Mu:166) ------------------------------------------------------------------------------------------ Hâtime Ey benim kelâmýmý mütalaa eden zevat! Geniþ bir fikir ile ve müteyakkýz bir nazar ile ve müvazeneli bir basiretle mecmu-u kelâmýmý yani mesalik-i hamseyi muhit bir daire veya müstedir bir sur gibi nazara alýnýz, Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm'ýn nübüvvetine merkez gibi temaþa ediniz. Veyahut sultanýn etrafýna halka tutmuþ olan asakir-i müteavinenin nazarýyla bakýnýz! Tâ ki bir taraftan hücum eden evhamý, mütecavibe ve müteavine olan cevanib-i saire def' edebilsin. Ýþte þu halde Japonlarýn suali olan ¬y²[«7¬!ö@«X«9x2²G«#ö›¬HÅ7!ö¬y´7¬²!ö¬(x%:ö]«V«2öd¬/!«x²7!öu[¬7ÅG7!ö@«8öye karþý derim: Ýþte Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm... Ýþaret ve irþad ve tenbih: Vakta kâinat tarafýndan, hükûmet-i hilkat canibinden müstantýk ve sâil sýfatýyla gönderilen fenn-i hikmet, istikbale teveccüh eden nev'-i beþerin talîalarýna rastgelmiþ; birden fenn-i hikmet þöyle bir takým sualleri irad etmiþ ki: "Ey insan evlâdlarý! Nereden geliyorsunuz? Kimin emriyle? Ne edeceksiniz? Nereye gideceksiniz? Mebdeiniz nereden? Ve müntehanýz nereyedir?" O vakit nev'-i beþerin hatib ve mürþid ve reisi olan Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm ayaða kalkarak, hükûmet-i hilkat canibinden gelen fenn-i hikmete þöyle cevab vermiþtir ki: "Ey müstantýk efendi! Biz maaþir-i mevcudat, Sultan-ý Ezel'in emriyle, kudret-i Ýlahiyenin dairesinden memuriyet sýfatýyla gelmiþiz. Þu hulle-i vücudu bize giydirerek ve þu sermaye-i saadet olan istidadatý veren, cemi'-i evsaf-ý kemaliye ile muttasýf --- sh:»(Mu:167) ------------------------------------------------------------------------------------------ ve Vâcib-ül Vücud olan Hâkim-i Ezel'dir. Biz maaþir-i beþer dahi, þimdi saadet-i ebediyenin esbabýný tedarik etmekle meþgulüz. Sonra birden ebede müteveccihen þehristan-ý ebed-ül âbâd olan haþr-i cismanîye gideceðiz. Ýþte ey hikmet, halt etme ve safsata yapma!.. Gördüðün ve iþittiðin gibi söyle!.." Üçüncü Maksad Haþr-i cismanîdir. Evet, hilkat onsuz olmaz ve abestir. Neam, haþir haktýr ve doðrudur. Bürhanýn en vâzýhý, Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm'dýr. Mukaddeme Kur'an-ý Mübin, haþr-i cismanîyi o derece izah etmiþtir ki; edna bir þübheyi býrakmamýþ. Ýþte biz de kuvvetimize göre onun berahinini bir derece tefsir için birkaç makasýd ve mevakýfýna iþaret edeceðiz. Birinci Maksad: Evet kâinattaki nizam-ý ekmel, hem de hilkatteki hikmet-i tâmme, hem de âlemdeki adem-i abesiyet, hem de fýtrattaki adem-i israf, hem de cemi' fünun ile sabit olan istikra-i tâmm, hem de yevm ve sene gibi çok enva'da olan birer nevi' kýyamet-i mükerrere, hem de istidad-ý beþerin cevheri, hem de insanýn lâ-yetenahî olan âmâli, hem de Sâni'-i Hakîm'in rahmeti, hem de Resul-i Sadýk'ýn lisaný, hem de Kur'an-ý Mu'ciz'in beyaný; haþr-i cismanîye sadýk þahidler ve hak ve hakikî bürhanlardýr. --- sh:»(Mu:168) ------------------------------------------------------------------------------------------ Mevkýf ve Ýþaret: 1- Evet saadet-i ebediye olmazsa nizam, bir suret-i zaîfe-i vâhiyeden ibaret kalýr. Cemi' maneviyat ve revabýt ve niseb, hebaen gider. Demek nazzamý, saadet-i ebediyedir. 2- Evet inayet-i ezeliyenin timsali olan hikmet-i Ýlahiye, kâinattaki riayet-i mesalih ve hikem ile mücehhez olduðundan, saadet-i ebediyeyi ilân eder. Zira saadet-i ebediye olmazsa, kâinatta bilbedahe sabit olan hikem ve fevaide karþý mükâbere edilecektir. 3- Neam, akýl ve hikmet ve istikra'ýn þehadetleriyle sabit olan hilkatteki adem-i abesiyet; haþr-i cismanîdeki saadet-i ebediyeye iþaret, belki delalet eder. Zira adem-i sýrf, herþeyi abes eder. 4- Evet fýtratta, ezcümle âlem-i suðra olan insanda, fenn-i menafi'-ül a'zanýn þehadetiyle sabit olan adem-i israf gösterir ki: Ýnsanda olan istidadat-ý maneviye ve âmâl ve efkâr ve müyulatýnýn adem-i israfýný isbat eder. O ise, saadet-i ebediyeye namzed olduðunu ilân eder. 5- Evet öyle olmazsa umumen kurur, hebaen gider. Feya lil'aceb!. Bir cevher-i cihanbahanýn kýlýfýna nihayet derece dikkat ve itina edilirse, hattâ gubarýn konmasýndan muhafaza edilirse, nasýl ve ne suretle o cevher-i yegâneyi kýrarak mahvedecektir? Kellâ!.. Ona itina, onun hatýrasý içindir. 6- Evet sâbýkan beyan olunduðu gibi cemi' fünunla hasýl olan, istikra-i tâmla sabit olan intizam-ý kâmil, o intizamý ihtilâlden halâs eyleyen ve tekemmül ve ömr-ü ebedîye mazhar eden haþr-ý cismanînin sadefinde olan saadet-i ebediyeyi bizzarure iktiza eder. --- sh:»(Mu:169) ------------------------------------------------------------------------------------------ 7- Evet, saatin sâniye ve dakika ve saat ve günleri sayan çarklarýna benzeyen yevm ve sene ve ömr-ü beþer ve deveran-ý dünya, birbirine mukaddime olarak döner, iþler. Geceden sonra sabahý, kýþtan sonra baharý iþledikleri gibi, mevtten sonra kýyamet dahi o destgâhtan çýkacaðýný haber veriyorlar. Evet insanýn her ferdi, birer nev' gibidir. Zira nur-u fikir onun âmâline öyle bir vüs'at vermiþ ki; bütün ezmaný yutsa tok olmaz. Sair enva'ýn efradlarýnýn mahiyeti, kýymeti, nazarý, kemali, lezzeti, elemi ise cüz'î ve þahsî ve mahdud ve mahsur ve ânidir. Beþerin ise ulvî, küllî, sermedîdir. Yevm ve senede olan çok nevilerde olan birer nevi kýyamet-i mükerrere-i nev'iye ile insanda bir kýyamet-i þahsiye-i umumiyeye remz ve iþaret, belki þehadet eder. 8- Neam, beþerin cevherinde gayr-ý mahsur istidadatýnda mündemiç olan gayr-ý mahdud olan kabiliyattan neþ'et eden müyulattan hasýl olan lâ-yetenahî âmâlinden tevellüd eden gayr-ý mütenahî efkâr ve tasavvuratý; mavera-yý haþr-i cismanîde olan saadet-i ebediyeye elini uzatmýþ ve medd-i nazar ederek o tarafa müteveccih olmuþtur. 9- Neam, Sâni'-i Hakîm ve Rahmanürrahîm'in rahmeti ise; cemi' niamý nimet eden ve nýkmetlikten halâs eden ve kâinatý firak-ý ebedîden hasýl olan vaveylâlardan halâs eyleyen saadet-i ebediyeyi nev'-i beþere verecektir. Zira þu herbir nimetin reisi olan saadet-i ebediyeyi vermezse, cemi' nimetler nýkmete tahavvül ederek, bizzarure ve bilbedahe ve umum kâinatýn þehadetiyle sabit olan rahmeti inkâr etmek lâzým gelir. Ýþte ey birader!.. Mütenevvi olan nimetlerden yalnýz muhabbet ve aþk ve þefkate dikkat et. Sonra da, firak-ý --- sh:»(Mu:170) ------------------------------------------------------------------------------------------ ebedî ve hicran-ý lâyezâlîyi nazara al! Nasýl o muhabbet, en büyük musibet olur! Demek hicran-ý ebedî, muhabbete karþý çýkamaz. Ýþte saadet-i ebediye, o firak-ý ebediyeye öyle bir tokat vuracak ki, adem-âbâd hiçâhiçe atacaktýr. 10- Neam, sâbýk olan beþ mesleði ile sýdk ve hakkaniyeti müberhen olan Peygamberimizin lisaný, haþr-i cismanînin definesindeki saadet-i ebediyenin anahtarýdýr. 11- Neam, yedi cihetle onüç asýrda i'cazý musaddak olan Kur'an-ý Mu'ciz-ül Beyan, haþr-i cismanînin keþþafýdýr ve fettahýdýr ve besmelekeþidir. Ýkinci Maksad: Kur'an'da iþaret olunan haþre dair iki delilin beyanýndadýr. Ýþte, ¬v[¬&ÅI7!ö¬w´W²&ÅI7!ö¬yÁV7!ö¬v²K¬"öxF«9ö * * * Bu risalenin müellifi Üstad Bediüzzaman Hazretleri, bu risalenin te'lifinden 30 sene sonra te'lif ettiði Risale-i Nur Külliyatýndan "Dokuzuncu Þua"ýn baþýnda diyor ki: "Latif bir inayet-i Rabbaniyedir ki: Bundan otuz sene evvel Eski Said yazdýðý tefsir mukaddemesi "Muhakemat" namýndaki eserin âhirinde, "Ýkinci Maksad: Kur'an'da haþre iþaret eden iki âyet tefsir ve beyan edilecek. ¬v[¬&ÅI7!ö¬w´W²&ÅI7!ö¬yÁV7!ö¬v²K¬"öxF«9ö" deyip durmuþ. Daha yazamamýþ. Hâlýk-ý Rahîmime delail ve emarat-ý haþriye adedince þükür ve hamd olsun ki, otuz sene sonra tevfik ihsan eyledi." --- sh:»(Mu:171) ------------------------------------------------------------------------------------------ (Küçük biraderim Abdülmecid'in takrizidir) ¬v[¬&ÅI7!ö¬w´W²&ÅI7!ö¬yÁV7!ö¬v²K¬" GWE8ö@9G[,öy7x,*ö]V2özV.¶!:öÖ±G&öŸ"ö!®GW&ö|7@Q#ö˜GW&¶! Õ±G,¶!ös ˜hU4öƒhK j[XUB7ö^KXU8:öÖ»(@M7!öw2öÆ)@U7!öi[[WB7ö@®9!i[8ö`VO<:> @Z"öp4!G ‰*GB ÖÆ!xM7!öh[WQ#:ö¶@OF7!öv w2öG=@TQ7!ö^[sM#:öÖÆ@Q#ö@Z"ö]B7!ö€@[W;x7!öw2ö^[8Ÿ,!öu[TM#ö]V.¶!:ö G w;)¶!:öÖ–@¶!öuE4öÕ€@UX7!öt[#@;ö€@9xXU8öw2ö•@;:¶!ö˜!x4¶!öm4:öÖ€@AF7!ö xZ4öy"ör.x Õy5x0öy=!h0¶!öz4ör.!x7!öÄH"öx7:öy5x4ö ÕÕÕy[4öw8ö^O5@K7!öG=!hS7!ö|7!öhP9!öÖy[4öÄx5¶!ö@W[4öaUU-ö–!ö: ÔyS[7¶@#öz4öÄ@T @-@&öh[[²R±B7!:ö`[[QB7!öw8ö*ö@L9!öš!G,!:öcKX7!öp @±LE#öG5ö‹xMX7!öz,@9¶!ö*ö@-x#öG5öz7³Ÿ7@"ö@®"@B6 --- sh:»(Mu:172) ------------------------------------------------------------------------------------------ w[3öaE#ö+xXUV7öz8x<:> w[-ö(@KE7!:öz7@TV7ö@W6ö*öw @®X[2ö(@E7!ö™:H7ö]±WQ ÄxE4öw8öÄxTQV7öG[5:ö*öÄxT9öw8öÄxEXV7ötE8 *xRC7!:ö(:GE7!ö^P4@E8ö*ö*xE9öz4öG±VTB7@"öh »@SX7!ö‰¶!*öz4ö»hS7!öÆhN7ö*ö»@XQ7!öz4öGVTB7@"ös[V' *x2öh;G7!öÄx0ö˜@LQ !®hA#öhAE7!ö–@U8öuQD#ö–¶!:ö*ö›h&¶!ö`BU#ö–@"ö`VT7!ö]V2 Ä@WU7!ö‚:¶!ö|7!ö¯?@5hW6ö*öÄ@CW7!ö›hA#ö•hD7!öh[R. s[E,öwQO7!ööy6*(öw2:ö*ös[5(ö]XQW7!:ö+x8h7!öh[C6 (:!h4öw[Q7!ö˜±G/öuEU"ö*ö(GE4ö˜@XQ8ö±tL7!öÄŸ; @6@WK7!öy[sBU"övMBF<:> –@8i7!öz4öp •@W#öe Yakînin kâþifi olmakla, miftah-ý belâgattýr Hakikat olduðu þey'e, menar-ý ihtida odur Hakk'ýn keþþafý olmakla, belâgatça misalsizdir Belâgatta olan, esrara bir misbah-ý vehhacdýr Mesailden ne þey müþkil olursa onda zahirdir Bütün esdaf-ý elfazda esrar-ý belâgattýr Hakk'ýn cevher-i âlisiyle elmas-ý hakikattan Þükûke karþý yapýlmýþ olan bir seyf-i katý'dýr Müzehheb basamaklý þu semavat-ý kemalâta Urûc etmek için hakkýyla bir nuranî mirkattýr. Abdülmecid Link zu diesem Kommentar Auf anderen Seiten teilen Mehr Optionen zum Teilen...
Empfohlene Beiträge