Webmaster Geschrieben 21. Dezember 2008 Teilen Geschrieben 21. Dezember 2008 SÝKKE-Ý TASDÝK-I GAYBÎ ¬¬v[¬&ÅI7!ö¬w´W²&ÅI7!ö¬yÁV7!ö¬v²K¬"ö y«9@«E²A,ö¬y¬W²,@¬" Bu Sikke-i Gaybiyeyi mahrem tutardýk; yalnýz has kardeþlerime mahsustu. Ben vefat ettikten sonra neþredilsin demiþtim. Fakat zâbýta geldi, adliye hesabýna onu sakladýðýmýz yerden çýkardýlar. Ýki sene ellerinde kaldý. Üç mahkeme tedkikinden sonra iade edildi. Bize muhalif gayet nâmahremler dahi beraber okudular. Bize çok yabanî insanlar gördüler. Bu iki def'adýr Isparta adliyesinin eline baþka risalelerle beraber girmiþ hiçbir îtiraz edilmeden geri verilmiþ. Mâdem umumun nazarýna istemediðimiz halde gösterilmiþ ve mâdem Risale-i Nur'un ehemmiyetini isbat edip þâkirdlerini þevke getiriyor, kuvve-i mâneviyelerini ziyadeleþtiriyor; elbette Medreset-üz-Zehra erkânlarýnýn neþrine karar vermelerine iþtirâk ederim. SAÝD --- sh:»(ST:6) ---------------------------------------------------------------------------------------------- Risale-i Nur'dan parlak fýkralar ve bir kýsým güzel mektuplar ¬˜¬G²W«E¬"öd±¬A«K @®W¬=!«(ö!®G«"«!öy#@«6«h«"ö«:ö¬yÁV7!ö^«W²&«*ö«:ö²vU²[«V«2ö•«ŸÅK7«! LEYLE-Ý KADÝR'DE ÝHTAR EDÝLEN BÝR MESELE-Ý MÜHÝMME Evvelâ : Leyle-i Kadirde kalbe gelen pek uzun ve geniþ bir hakikata pek kýsaca bir iþaret edeceðiz. Þöyle ki: Nev'-i beþer, bu son harb-i umumînin eþedd-i zulüm ve istibdat ile ve merhametsiz tahribat ile ve bir düþmanýn yüzünden yüzer mâsumu periþan etmesiyle ve maðlûblarýn dehþetli me'yusiyetleriyle ve galiblerin dehþetli telâþ ve hâkimiyetlerini muhafaza ve büyük tahribatlarýný tâmir edememelerinden gelen dehþetli vicdan azablarýyle ve dünya hayatýnýn bütün bütün fâni ve muvakkat olmasý ve medeniyet fantaziyelerinin aldatýcý ve uyutucu olmasý umuma görünmesiyle ve fýtrat-ý beþeriyedeki yüksek istidâdâtýn, mahiyet-i insaniyesinin umumî bir surette dehþetli yaralanmasiyle ve ebed-perest hissiyat-ý bâkýye ve fýtrî aþk-ý insaniyenin heyecan içinde uyanmasiyle ve gaflet ve dalâletin, en sert, saðýr olan tabiatýn Kur'anýn elmas kýlýncý altýnda parçalanmasiyle ve gaflet ve dalâletin en boðucu, aldatýcý en geniþ perdesi olan siyasetin rûy-i zeminde pek çirkin, pek gaddarâne hakikî sureti görünmesiyle, elbette ve elbette, hiçbir þüphe yok ki, þimalde, Garbde, Amerika'da --- sh:»(ST:7) ---------------------------------------------------------------------------------------------- emareleri göründüðüne binaen, nev'-i beþerin mâþuk-u mecazîsi olan hayat-ý dünyeviye böyle çirkin ve geçici olmasýndan, fýtraten beþerin hakikî sevdiði ve aradýðý hayat-ý bakýyeyi bütün kuvvetiyle arayacak ve elbette hiç þüphe yok ki, bin üçyüz altmýþ senede her asýrda üçyüz elli milyon þâkirdi bulunan ve her hükmüne ve dâvasýna milyonlar ehl-i hakikat tasdik ile imza basan ve her dakikada milyonlar hâfýzlarýn kalbinde kudsiyet ile bulunup lisanlariyle beþere ders veren ve hiçbir kitapta emsâli bulunmayan bir tarzda beþer için hayat-ý bâkýyeyi ve saadet-i ebediyeyi müjde verip bütün beþerin yaralarýný tedavi eden Kur'an-ý Mu'ciz-ül-Beyanýn þiddetli, kuvvetli ve tekrarlý binler âyâtiyle, belki sarîhan ve iþareten on binler def'a dâva edip, haber verip, sarsýlmaz kat'î delillerle, þüphe getirmez hadsiz hüccetlerle hayat-ý bâkýyyeyi kat'iyyetle müjde ve saadet-i ebediyeyi ders vermesi, elbette nev'-i beþer bütün bütün aklýný kaybetmezse ve maddî ve mânevi bir kýyamet baþlarýnda kopmazsa; Ýsveç, Norveç, Finlândiya ve Ýngiltere'nin Kur'anýn kabûlüne çalýþan meþhur hatibleri ve din-i hakký arayan Amerika'nýn çok ehemmiyetli cemiyeti gibi rûy-i zeminin kýtalarý ve hükümetleri, Kur'an-ý Mu'ciz-ül-Beyaný arayacaklar ve hakikatlarýný anladýktan sonra bütün ruh u canlariyle sarýlacaklar. Çünki, bu hakikat noktasýnda kat'iyyen Kur'anýn misli yoktur ve olamaz ve hiç birþey bu mu'cize-i ekberin yerini tutamaz! Sâniyen: Mâdem Risale-i Nur o mu'cize-i kübrânýn elinde bir elmas kýlýnç hükmünde hizmetini göstermiþ ve en muannid düþmanlarý teslime mecbur etmiþ; hem kalbi, hem ruhu, hattâ hissiyatý tam tenvir edecek ve ilâçlarýný verecek bir tarzda hazine-i Kur'aniyenin dellâllýðýný yapan ve ondan baþka mehaz ve mercii olmayan bir mu'cize-i mâneviyyesi bulunan Risale-i Nur o vazifeyi yapýyor ve aleyhinde dehþetli propagandalara ve gayet muannid zýndýklara tam galebe çalmýþ ve dalâletin en sert ve kuvvetli kal'asý olan tabiatý, "Tabiat risalesi" yle parça parça etmiþ ve gafletin en kalýn ve boðucu ve geniþ dâire-i âfâkýnda ve fennin en geniþ perdelerinde "Asâ-yý Mûsa"daki Meyve'nin Altýncý Mes'elesi ve Birinci, Ýkinci, Üçüncü ve Sekizinci Hüccetleriyle gayet parlak bir tarzda gafleti daðýtýp nur-u tevhidi göstermiþ; elbette bizlere lâzým ve millete elzemdir ki þimdi resmen izin verilen din tedrisatý için hususî dershaneler açýlmasýna ve izin verilmesine binaen Nur Þâkirdleri mümkün olduðu kadar her yerde küçücük --- sh:»(ST:8) ---------------------------------------------------------------------------------------------- "Dershane-i Nuriye" açmak lâzýmdýr. Gerçi herkes kendi kendine bir derece istifade eder, fakat herkes herbir mes'elesini tam anlamaz. Hem îman hakikatlarýnýn izahý olduðu için, hem ilim (Hâþiye), hem mârifet, hem ibadettir. Eski medreselerde beþ on seneye mukabil, inþâallah Nur Medreseleri beþ on haftada ayný neticeyi te'min edecek ve yirmi senedir ediyor. Ve hem, hükûmet ve millet ve vatan, hem hayat-ý dünyeviyesine ve siyasiyesine ve uhreviyesine pek çok faidesi bulunan bu Kur'an lemeatlarýna ve dellâlý bulunan Risale-i Nura deðil iliþmek, tamamiyle terviç ve neþrine çalýþmalarý elzemdir ki, geçen dehþetli günahlara keffaret ve gelecek müdhiþ belâlara ve anarþistliðe bir sed olabilsin. Sâlisen : Bu Ramazan-ý þerifte Kur'aný zevk ve þevk ile okumak, benim çok ihtiyacým vardý. Halbuki elemli hastalýk, maddî - mânevi sýkýntýlar, yorgunluk ve meþgalelerin te'siriyle telâþ ettim. Birden Husrev'in þirin kalemiyle mu'cizatlý yazýlan mu'cizatlý cüzler ve Hâfýz Ali ve Tâhirî'ye pek çok sevap kazandýran parlak ve kerametli "Hizb-ül-Ekber-i Kur'aniye"yi birbiri arkasýndan okumaða baþlarken öyle bir zevk ve þevk verdi ki, bütün o yorgunluklarý hiçe indirdi. Hiçbir vesveseye meydan vermeyerek, pek parlak bir surette ders-i Kur'aniyeyi onlardan dinlerken bütün rûh u cânýmla arzu ettim ve kasd u azmettim ki, mümkün olduðu derecede ayný "Hizb-ül-Ekber-i Kur'aniye" gibi fotoðrafla mu'cizatlý Kur'anýmýzý tab'edeceðiz, inþâallah... ]¬5@«A²7!ö«x;ö]¬5@«A²7«! Kardeþiniz Said Nursî (Hâþiye): Þayet biri biliyor, taallüm etmeðe muhtaç deðilse ibadete muhtaç veya mârifete müþtak veya huzur ister. Onun için herkese lüzumlu bir dersdir. --- sh:»(ST:9) ---------------------------------------------------------------------------------------------- ¬˜¬G²W«E¬"öd±¬A«K @®W¬=!«(ö!®G«"«!öy#@«6«h«"ö«:ö¬yÁV7!ö^«W²&«*ö«:ö²vU²[«V«2ö•«ŸÅK7«! Aziz, Sýddýk Kardeþlerim Evvelâ : Nurun fevkalâde has þâkirdleri, "Sikke-i Gaybiye" müþtemilâtiyle, o evliya-yý meþhûreden, kýrk günde bir def'a ekmek yeyip kýrk gün yemeyen Osman-ý Hâlidî'nin sarih ihbarý ve evlâdlarýna vasiyeti ile ve Ispartanýn meþhur ehl-i kalb âlimlerinden Topal Þükrü'nün zâhir haber vermesiyle çok ehemmiyetli bir hakikatý dâva edip, fakat iki iltibas içinde bu bîçâre, ehemmiyetsiz kardeþleri Said'e bin derece ziyade hisse vermiþler. On senedenberi kanaatlarýný tâdile çalýþtýðým halde, o bahadýr kardeþler kanaatlarýnda ileri gidiyorlar. Evet onlar, Onsekizinci Mektuptaki iki ehl-i kalb çobanýn macerasý gibi, hak bir hakikatý görmüþler, fakat tâbire muhtaçtýr. O hakikat da þudur: Ümmetin beklediði, âhir zamanda gelecek zâtýn üç vazifesinden en mühimmi ve en büyüðü ve en kýymetdarý olan îman-ý tahkikîyi neþr ve ehl-i îmaný dalâletten kurtarmak cihetiyle, o en ehemmiyetli vazifeyi aynen bitemâmiha Risale-i Nurda görmüþler. Ýmam-ý Ali ve Gavs-ý Âzam ve Osman-ý Hâlidî gibi zatlar, bu nokta içindir ki, o gelecek zâtýn makamýný Risale-i Nurun þahs-ý mânevîsinde keþfen görmüþler gibi iþaret etmiþler. Bâzan da o þahs-ý mânevîyi bir hâdimine vermiþler, o hâdime mültefitane bakmýþlar. Bu hakikatdan anlaþýlýyor ki; sonra gelecek o mübarek zat, Risale-i Nuru bir programý olarak neþr ve tatbik edecek. O zâtýn ikinci vazifesi, Þeriatý icra ve tatbik etmektir. Birinci vazife, maddi kuvvetle deðil, belki kuvvetli îtikad ve ihlâs ve sadakatle olduðu halde, bu ikinci vazife, gayet büyük maddî bir kuvvet ve hâkimiyet lâzým ki, o ikinci vazife tatbik edilebilsin. O zâtýn üçüncü vazifesi, Hilâfet-i Ýslâmiyeyi Ýttihad-ý Ýslâma bina ederek, Ýsevî ruhanîleriyle ittifak edip Dîn-i Ýslâma hizmet etmektir. Bu vazife, pek büyük bir saltanat ve kuvvet ve milyonlar fedakârlarla tatbik edilebilir. Birinci vazife, o iki vazifeden üç-dört derece daha ziyade kýymetdardýr, fakat o ikinci, üçüncü vazifeler pek parlak ve çok geniþ bir --- sh:»(ST:10) --------------------------------------------------------------------------------------------- dairede ve þa'þaalý bir tarzda olduðundan umumun ve avâmýn nazarýnda daha ehemmiyetli görünüyorlar. Ýþte o has Nurcular ve bir kýsmý evliya olan o kardeþlerimizin tâbire ve te'vile muhtaç fikirlerini ortaya atmak, ehl-i dünyayý ve ehl-i siyaseti telâþa verir ve vermiþ.. hücumlarýna vesile olur. Çünki, birinci vazifenin hakikatýný ve kýymetini göremiyorlar, öteki cihetlere hamlederler. Kardeþlerimin ikinci iltibasý : Fâni ve çürütülebilir bir þahsiyeti, bâzý cihetlerle birinci vazifede piþdarlýk eden Nur Þâkirdlerinin þahs-ý mânevîsini temsil eden o âciz kardeþine veriyorlar. Halbuki bu iki iltibas da Risale-i Nurun hakikî ihlâsýna ve hiçbir þey'e, hattâ mânevî ve uhrevî makamata dahi âlet olmamasýna bir cihette zarar verdiði gibi, ehl-i siyaseti de evhama düþürüp Risale-i Nurun neþrine zarar gelir. Bu zaman, þahs-ý mânevî zamaný olduðu için, böyle büyük ve bâkî hakikatlar, fânî ve âciz ve sukut edebilir þahsiyetlere bina edilmez! Elhâsýl : O gelecek zâtýn ismini vermek, üç vazifesi birden hatýra geliyor, yanlýþ olur. Hem hiçbir þey'e âlet olmayan Nurdaki ihlâs zedelenir, avâm-ý mü'minîn nazarýnda hakikatlarýn kuvveti bir derece noksanlaþýr, yakîniyet-i bürhaniye dahi kazâyâ-yý makbûledeki zann-ý galibe inkýlâb eder, daha muannid dalâlete ve mütemerrid zýndýkaya tam galebesi, mütehayyir ehl-i îmanda görünmemeye baþlar; ehl-i siyaset evhama ve bir kýsým hocalar itiraza baþlar. Onun için, Nurlara o ismi vermek münasip görülmüyor. Belki müceddittir, onun piþdarýdýr, denilebilir. Umum kardeþlerimize binler selâm. ]¬5@«A²7!ö«x;ö]¬5@«A²7«! Kardeþiniz Said Nursî --- sh:»(ST:11) --------------------------------------------------------------------------------------------- ¬˜¬G²W«E¬"öd±¬A«K @®W¬=!«(ö!®G«"«!öy#@«6«h«"ö«:ö¬yÁV7!ö^«W²&«*ö«:ö²vU²[«V«2ö•«ŸÅK7«! Aziz, Sýddýk, Sarsýlmaz, Sebatkâr, Fedakâr, Vefadar Kardeþlerim! Bilirsiniz ki, Ankara ehl-i vukufu, Risale-i Nura ait kerametleri ve iþaret-i gaybiyeleri inkâr edememiþler, yalnýz yanlýþ olarak o kerametlerde hissedar zannedip itiraz ederek: "Böyle þeyler kitapta yazýlmamalý idi, keramet izhar edilmez" diye hafif bir tenkide mukabil, müdafaatýmda onlara cevaben demiþtim ki: Onlar bana ait deðil ve o kerametlere sahip olmak benim haddim deðil; belki, Kur'anýn mu'cize-i mâneviyesinin tereþþuhatý ve lem'alarýdýr ki, hakikî bir tefsiri olan Risale-i Nurda kerametler þeklini alarak þâkirdlerinin kuvve-i maneviyelerini takviye etmek için ikrâmât-ý Ýlâhiyye nev'indendir. Ýkram ise, izharý bir þükürdür, câizdir, hem makbûldür. Þimdi ehemmiyetli bir sebebe binaen, bu cevabý bir parça izah edeceðim. Ve ne için izhar ediyorum ve ne için bu noktada bu kadar tahþidat yapýyorum ve ne için birkaç aydýr bu mevzuda çok ileri gidiyorum, ekser mektuplar o keramete bakýyor? diye sual edildi. Elcevap : Risale-i Nurun hizmet-i îmaniyede bu zamanda binler tahribatçýlara mukabil yüzbinler tâmiratçý lâzým gelirken, hem benimle lâakal yüzer kâtib ve yardýmcý bulunmak ihtiyaç varken, deðil çekinmek ve temas etmemek, belki millet ve ehl-i idare takdir ile ve teþvik ile yardým ve temas etmek zarurî iken ve o hizmet-i imaniye hayat-ý bâkiyeye baktýðý için, hayat-ý fâniyenin meþgalelerine ve faidelerine tercih etmek ehl-i îmana vâcib iken, kendimi misâl alarak derim ki: Beni herþeyden ve temastan ve yardýmcýlardan men'etmek ile beraber, aleyhimizde olanlar bütün kuvvetleriyle arkadaþlarýmýn kuvve-i mâneviyelerini kýrmak ve benden ve Risale-i Nurdan soðutmak ve benim gibi ihtiyar, hasta, zaif, garib, kimsesiz bir bîçâreye binler adamýn göreceði vazifeyi baþýna yüklemek ve bu tecrid ve tazyiklerde -maddî bir --- sh:»(ST:12) --------------------------------------------------------------------------------------------- hastalýk nev'inde- insanlar ile temas ve ihtilâtdan çekilmeðe mecbur olmak, hem o derece te'sirli bir tarzda halklarý ürküttürmek ile kuvve-i mâneviyeyi kýrmak cihetleriyle ve sebepleriyle ihtiyarým haricinde ve bütün o mânilere karþý Risale-i Nur þâkirdlerinin kuvve-i mâneviyelerinin takviyesine medar ikrâmât-ý Ýlâhiyyeyi beyan ederek Risale-i Nur etrafýnda mânevi bir tahþidat yaptýrmak ve Risale-i Nur, kendi kendine, tek baþiyle, baþkalarýna muhtaç olmayarak bir ordu kadar kuvvetli olduðunu göstermek hikmetiyle, bu çeþit þeyler bana yazdýrýlmýþ. Yoksa hâþâ, kendimizi satmak ve beðendirmek ve temeddüh etmek ve hodfüruþluk etmek ise, Risale-i Nurun ehemmiyetli bir esasý olan ihlâs sýrrýný bozmaktýr. Ýnþâallah, Risale-i Nur, kendi kendine, hem kendini müdafaa ettiði, hem kýymetini tam gösterdiði gibi, bizi de mânen müdafaa edip kusurlarýmýzý affettirmeye vesîle olacaktýr. Umum kardeþlerimin ve hemþirelerimin, hâssaten dualarý makbûl mübarek mâsumlar taifesi ve muhterem ihtiyarlar cemaatinden herbirerlerine binler selâm ve dua ederek Ramazan-ý Þeriflerini tebrik ederiz, dualarýný rica ederiz. Hasta Kardeþiniz Said Nursî * * * RÝSALE-Ý NURUN MAKBULÝYETÝNE ÝMZA BASAN VE GAYBÎ ÝÞARETLERLE ONDAN HABER VEREN SEKÝZ PARÇADAN BÝRÝNCÝ PARÇADIR. Ayný mes'eleye bu birinci risalede yirmidokuz iþaret var. Sair parçalarla beraber bine yakýn iþaretler, remizler, imalar, emareler; ayný mes'eleye, ayný dâvaya ittifakla bakmalarý, sarahat derecesindedir. Vahdet-i mes'ele cihetiyle, o emareler birbirine kuvvet verir; te'yid eder. O sekizden üç tanesi, Ýmam-ý Ali'nin (R.A.) üç keramet-i gaybiyesiyle Risale-in-Nurdan haber vermiþ. Bu sekiz parçayý Ankara ehl-i vukufu tedkik etmiþ, itiraz etmemiþler. Yalnýz demiþler: "Bu yazýlmamalý idi. Keramet sahibi, kerametini yazamaz." Ben de onlara cevap verdim ki: "Bu benim deðil, Risale-i Nurun kerametidir. Risale-in-Nur ise, Kur'anýn malýdýr --- sh:»(ST:13) --------------------------------------------------------------------------------------------- ve tefsiridir." dedim. Onlar sustular. Demek kabul ettiler. Gerçi bu çeþit ikramlar yazýlmasaydý daha münasip olurdu. Fakat bu kadar hadsiz muarýzlar ve çok kuvvetli ve kesretli düþmanlar karþýsýnda az ve zaif olan bizlere, kuvve-i mâneviye ve gaybi imdat ve teþci' ve sebat ve metanet vermek için mecburiyet-i kat'iyye oldu, ben de yazdým. Benim benliðime bir hodfüruþluk verip sukutuma sebep olsa da ehemmiyeti yok. Bu hizmete, yâni ehl-i îmaný dalâlet-i mutlakadan kurtarmaða, lüzum olsa, dünyevî hayat gibi, uhrevî hayatýmý da feda etmek bir saadet bilirim; binler dostlarým ve kardeþlerimin Cennete girmeleri için, Cehennemi kabûl ederim. Said Nursî * * * ÝÞÂRÂT-I KUR'ANÝYE VE ÜÇ KERAMET-Ý ALEVÝYE VE KERAMET-Ý GAVSÝYE HAKKINDA BÝR TENBÝH VE ÝHTARDIR. Bu gayet mahrem risaleler nasýlsa muannid bir nâmahremin eline bu risalelerden birisi geçmiþ, gayet sathî ve inad nazariyle bir-iki yerine haksýz bir itiraz ile ehemmiyetli bir hâdiseye sebebiyet verdiðinden, bu mecmua, Risale-i Nurun has talebelerine, belki ehass-ý havassa mahsus olduðu halde ve benim vefatýmdan sonra intiþarýna müsaade olmasiyle beraber, þimdi mezkûr hâdisenin sebebiyle herkese deðil, belki ehl-i insaf ve Risale-i Nurla alâkadar ve talebelerinden bulunanlara ve haslardan birkaç þâkirdin tensibiyle gösterilebilir fikriyle yazdýk. Þimdi ise, iki sene iki mahkeme tedkikten sonra bize iade edilmesinden neþrine mecbur olduk. Ýkinci Nokta : Bu risale, baþtan aþaðýya kadar birtek neticeye bakýyor, bine yakýn emarelerle, Risale-i Nur'un makbûliyetine bir imza basýldýðýný isbat ediyor. Böyle bir tek dâvaya bu derece kesretli ve ayrý ayrý cihetlerde binler emareler ve îmalar onu göstermesi, ilmelyakîn deðil, belki aynelyakîn, belki hakkalyakîn derecesinde o dâvayý isbat eder. Üçüncü Nokta : Bu risaleyi mütalâa eden zatlar, inceden inceye hususan cifrî hesabatýna meþgul olmaða lüzum yok; --- sh:»(ST:14) --------------------------------------------------------------------------------------------- bir kýsmý anlaþýlmasa da zararý yok. Hem umumunu okumak da lâzým deðil. Hem keramet-i Gavsiyenin âhirinde Þamlý Hâfýz Tevfiðin fýkrasýndan baþlayýp âhire kadar mütalâadan sonra ve baþtaki mukaddimeyi okuduktan sonra, (Hâþiye) istediði parçayý okusun. Said Nursî *** ÞAMLI HÂFIZ TEVFÝK'ÝN FIKRASI ¬˜¬G²W«E¬"öd±¬A«, Mukaddime : Malûm olsun ki: "Zübdet-ür-Resâil Umdetül-Vesâil" namýnda kutb-ül-ârifin Ziyaeddin Mevlanâ Þeyh Hâlid (Kuddise sýrruhu)nun mektûbat ve resâil-i þerifelerinden muktebes nasâyih-ý kudsiyenin tercümesine dair bir risaleyi, onüç sene mukaddem Bursa'da Hoca Hasan Efendiden almýþtým, nasýlsa mütalâasýna muvaffak olamamýþtým. Tâ bu günlerde kitablarýmýn içerisinde bir þey ararken elime geçti. Dedim: "Bu Hazret-i Mevlânâ Hâlid üstadýmýn hemþehrisidir. Hem Ýmam-ý Rabbanîden sonra Tarîk-ý Nakþî'nin en mühim kahramanýdýr, hem Tarîk-ý Hâlidiye-i Nakþiyenin pîridir." Risaleyi mütalâa ederken, Hazret-i Mevlânânýn tercüme-i hâlinde þu fýkrayý gördüm: Ashab-ý Kütüb-ü Sitte'den Ýmam-ý Hâkim "Müstedrek"inde ve Ebu Dâvud "Kitab-ý Sünen" inde, Beyhakî "Þuab-ý Ýman"da tahriç buyurduklarý: @«Z«X Yâni: "Her yüz senede Cenâb-ý Hak bir müceddid-i din gönderiyor." Hadis-i Þerifine mazhar ve mâsadak ve müzhir-i tam olan Mevlânâ Eþþehîr, Kutb-ül-Ârifîn, Gavs-ül-Vâsýlîn, Vâris-i Muhammedî, Kâmil-üt-Tarîkat-ül Aliyyeti Vel-müceddidiyyeti Hâlid-i Zülcenaheyn (kuddise sýrruhu) ilâ âhir... Sonra tarihçe-i hayatýnda gördüm ki, tevellüdü, binyüz doksanüç tarihindedir. Sonra gördüm ki, bin ikiyüz yirmidört tarihinde (Hâþiye): Kitabýn 1 inci ve 7 inci kýsýmlarýný okuduktan sonra. --- sh:»(ST:15) --------------------------------------------------------------------------------------------- saltanat-ý Hind'in pâyitahtý olan Cihanâbâd'a dahil olmuþ. Tarîk-ý Nakþî silsilesine girip müceddidiyete baþlamýþ. Sonra bin ikiyüz otuzsekizde ehl-i siyasetin nazar-ý dikkatini celbedip, vatanýný terkederek diyar-ý Þam'a hicretle gitmiþtir. Hem içinde gördüm ki: Hazret-i Mevlânâ'nýn (K.S.) nesli, Hazret-i Osman Bin Affân Radýyallahu Anh'a mensuptur. Sonra gördüm ki; tercüme-i halinde istidad-ý fýtrî ve kabiliyet-i hârika ile sinni yirmiye bâlið olmadan evvel a'lem-i ulemâ-i asr ve allâme-i vakit olmuþ, Süleymaniye kasabasýnda tedris-i ulûm ile iþtigal eylemiþtir. Sonra üstadýmýn tarihçe-i hayatýný düþündüm. Baktým; dört mühim noktada tevafuk ediyorlar: Birincisi : Hazret-i Mevlânâ, binyüz doksanüçde dünyaya gelmiþ. Üstadým ise, arabî bin ikiyüz doksanüçte, tam Mevlânâ Hâlid'in yüz senesi hitam bulduktan sonra dünyaya gelmiþ. Ýkincisi: Hazret-i Mevlânâ'nýn (K.S.) tecdid-i din mücahedesine baþlangýcý ve mukaddimesi: Hindistanýn payitahtýna bin ikiyüz yirmidörtte girmiþ. Üstad ise, aynen yüz sene sonra bin üçyüz yirmidörtte Osmanlý saltanatýnýn payitahtýna girmiþ, mücahede-i mâneviyesine hazýrlanmýþ. Üçüncüsü : Ehl-i siyaset, Hazret-i Mevlânanýn fevkalâde þöhretinden tevehhüm ederek diyar-ý Þam'a naklettirilmesi bin ikiyüz otuzsekizde vâki olmuþtur. Üstad ise, aynen yüz sene sonra bin üçyüz otuzsekizde Ankara'ya gidip, onlarla uyuþamayýp, onlarý reddederek, küserek tekrar Van'a gidip bir daðda inziva ederken, bin üçyüz otuzsekiz senesini müteâkip Þeyh Said hâdisesinin vukuu münasebetiyle ehl-i siyasetin vehmine dokunmuþ, ondan korkarak Burdur ve Isparta, Kastamonu, Afyon vilâyetlerinde sekizer sene, yirmibeþ sene ikamet ettirilmiþ. Dördüncüsü : Hazret-i Mevlânâ, yaþý yirmiye bâlið olmadan evvel allâme-i zaman hükmünde fuhul-i ulemanýn üstünde görünmüþ, ders okutmuþ. Üstad ise, tarihçe-i hayatýný görenlere ve bilenlere malûmdur ki : Ondört yaþýnda icazet alýp a'lem-i ulema-i zamana karþý muarazaya giriþmiþ. Ondört yaþýnda iken, icazet almaða yakýn talebeleri tedris etmiþtir. Hem Hazret-i Mevlânâ, neslen Osmanlý olduðu ve Sünnet-i Seniyeye bütün kuvvetiyle çalýþtýðý gibi, Üstadým, Kur'an-ý Hakîme hizmet noktasýnda, meþreben --- sh:»(ST:16) --------------------------------------------------------------------------------------------- Hazret-i Osman-ý Zinnûreyn'in arkasýnda gidip Hazret-i Mevlânâ (K.S.) gibi, Risale-i Nur eczalariyle bütün kuvvetiyle Sünnet-i Seniyenin ihyasýna çalýþtý. Ýþte bu dört noktadaki tevafukat, tam yüz sene fâsýla ile, Risale-i Nurun takviye-i din hususundaki te'siratý, Hazret-i Mevlânanýn (K.S.) Tarîk-ý Nakþiye vasýtasiyle hizmeti gibi azîm görünüyor. (Hâþiye) Üstadým, kendine ait medh ü senayý kabûl etmiyor, fakat Risale-i Nur Kur'ana ait olup medh ü sena Kur'anýn esrarýna aittir. Yalnýz Üstadýmla Hazret-i Mevlânâ'nýn birkaç farký var. Birincisi: Hazret-i Mevlânâ, zülcenaheyndir. Yâni hem Kadirî, hem Nakþî tarikat sahibi iken, Nakþîlik Tarîkatý onda daha galibdir. Üstadým, bil'akis, Kadirî meþrebi ve Þâzelî mesleði onda daha ziyade hükmediyor. Ben Üstadýmdan iþittim ki: "Hazret-i Mevlânâ (K.S.) Hindistan'dan Tarîk-ý Nakþîyi getirdiði vakit, Baðdat dairesi, Þâh-ý Geylânî'nin (K.S.) ba'delmemat, hayatta olduðu gibi tasarrufunda idi. Hazret-i Mevlânânýn (K.S.) mânen tasarrufu cây-ý kabûl göremedi. Þâh-ý Nakþibendle (K.S.) Ýmam-ý Rabbanî'nin (K.S.) ruhaniyetleri Baðdad'a gelip, Þâh-ý Geylanî'nin ziyaretine giderek rica etmiþler ki: Mevlânâ Hâlid (K.S.) senin evlâdýndýr, kabûl et. Þâh-ý Geylânî (K.S.) onlarýn iltimasýný kabûl ederek Mevlânâ Hâlid'i kabûl etmiþ. Ondan sonra birden Mevlânâ Hâlid (K.S.) parlamýþ. Bu vâkýa ehl-i keþifçe vâki ve meþhud olmuþtur. O hâdise-i ruhaniyeyi o zaman ehl-i velâyetin bir kýsmý müþahede etmiþ, bâzý da rü'ya ile görmüþler." (Üstadýmýn sözü burada tamam oldu.) Ýkinci Fark: Þudur ki: Üstadým kendi þahsiyetini merciiyetten azlediyor, yalnýz Risale-i Nur'u merci gösteriyor. Hazret-i Mevlânânýn (K.S.) þahsiyeti ise; kutb-ül-irþad, merci-ül-has ve-l-âm olmuþtur. Üçüncü Fark: Hazret-i Mevlânâ (K.S.) Zül'ecnihadýr. Fakat zamanýn muktezasiyle, Sünnet-i Seniyeye çok kuvvet vermekle beraber -ilm-i tarîkatý esas tutmak cihetiyle- tarîkatý daha ziyade tutmuþ, o noktada sarf-ý himmet etmiþ. Üstadým ise, þu dehþetli zamanýn muktezasiyle, ilm-i hakikatý ve hakaik-ý îmaniye (Hâþiye): Hazret-i Mevlâna (K.S.) milyonlar etbâlarýnýn ittifakiyle müceddittir ve baþtaki Hadis-i Þerifin bir mâsadakýdýr. Ve mâdem tam yüz sene sona dört mühim cihetle tevafukla beraber Risale-i Nur ayni vazifeyi görüyor. Demek nass-ý Hadis ile Risale-i Nur eczalarý tecdid ve takviye-i din vazifesini görüyorlar. --- sh:»(ST:17) --------------------------------------------------------------------------------------------- cihetini iltizam ederek tarîkata üçüncü derecede bakmýþlar. Elhâsýl: Baþtaki Hadîs-i Þerifin "Her yüz sene baþýnda dini tecdit edecek bir müceddid gönderiyor" va'd-i Ýlâhîsine binaen, Hazret-i Mevlânâ Hâlid, ekser ehl-i hakikatça bin ikiyüz senesinin, yâni onikinci asrýn müceddididir. Mâdem tam yüz sene sonra, aynen dört cihette tevafuk ederek Risale-i Nur eczalarý ayný vazifeyi görmüþtür, kanaat verir ki, nass-ý Hadîsle Risale-i Nur, tecdid-i din hususunda bir müceddid hükmündedir. Benim Üstadým daima diyor ki: "Ben bir neferim, fakat müþir hizmetini görüyorum. Yâni: Kýymet bende deðil, belki Kur'an-ý Hakîm'in feyzinden tereþþuh eden Risale-i Nur eczalarý, bir müþiriyet-i mâneviye hizmetini görüyor." Üstadýmý kýzdýrmamak için þahsýný sena etmiyorum. Þamlý Hâfýz Tevfik * * * RE'FET BEY VE HUSREV VE RÜÞDÜ GÝBÝ RÝSALE-Ý NUR ÞÂKÝRDLERÝNÝN RÝSALE-Ý NUR BEREKETÝNE ÝÞARET EDEN -BULDUKLARI- BÝR TEVAFUK-U LATÝFDÝR. Risale-i Nurun Isparta'ya ne derece rahmet olduðuna delâlet eden bir tevafukat-ý acîbe, Risale-i Nurun mazhar olduðu inâyâtýn külliyetinden mühim bir ferdi de þudur ki: Isparta Vilâyeti, sekiz senedenberi Risale-i Nurun müellifini sinesinde saklamýþtý ve Barla gibi þirin bir nahiyesinde, Cenâb-ý Hakkýn lütuf ve keremiyle muhafaza etmiþti. Bu müddet zarfýnda yavaþ yavaþ intiþar eden Risale-i Nurdan, binler adam, Ispartada îmanlarýný takviye ettiler. Bilhassa gençler pekçok istifade ve istifaza etti. Vaktâ ki Üstadýmýzýn Barla gibi lâtif ve þirin bir mahaldeki sýkýntýlý ve pek acýklý ve en katý kalbleri aðlatan iþkenceli esareti bitti; Risale-i Nurun müellifi olan Üstadýmýzýn nazarý, Cenâb-ý Hakkýn inayetiyle Isparta'ya müteveccih oldu. Evhama düþen bâzý zâlim ehl-i dünyanýn teþebbüskârâne harekât-ý zâhiriyesi bir sebeb-i âdi olarak, Üstadýmýz Isparta'ya getirildi. Fakat Üstadýmýzýn teþrif ettiði zaman, yaz mevsiminin en hararetli zamaný --- sh:»(ST:18) --------------------------------------------------------------------------------------------- idi. Yaðmurlar kesilmiþ, Isparta'yý iska eden sular azalmýþ, bir kýsm-ý mühimminin menbaý kesilmiþ, aðaçlar sararmaða, otlar kurumaða, çiçekler buruþmaða baþlamýþtý. Risale-i Nurun en ziyade intiþar ettiði mahal Isparta vilâyeti olduðu için, Risale-i Nur hakkýndaki inâyet-i Rabbaniyeyi pek yakýnda temaþa eden Risale-i Nurun þâkirdleri olan bizler, acib bir vak'aya daha þâhid olduk. Bu hâdise ise, Risale-i Nur müellifinin Ispartaya teþrifini müteâkip, bir asýr içinde bir veya iki def'a vukua gelen bu yaz mevsimindeki yaðmurun kesretle yaðmasý olmuþtur. Pek hârika bir surette yaðan bu yaðmur, Isparta'nýn her tarafýný tamamen iskâ etmiþ, nebatata yeniden hayat bahþedilmiþ, baðlar, bahçeler, baþka bir letafet kesbetmiþ; ekserisi hemen hemen ziraatle iþtigal eden halkýn yüzleri Risale-i Nurun nâil olduðu inâyetten ve bereketinden olan bu yaðmurdan istifade ederek gülmüþ, ruhlarý inbisat etmiþti. Cenâb-ý Hak kemal-i rahmetiyle, bu yaz mevsiminin bu þiddetli ve hararetli vaziyetini, baharýn en letafetli, en þirin ve en hoþ vaziyetine tebdil etti. Güya Risale-i Nur, yüz ondokuz parçasiyle müellifi olan Üstadýmýza bir taraftan hoþ âmedi etmek ve mahzun olan kalbine teselli vermek ve gamnâk ruhunu tatyib etmek ve diðer taraftan da sekiz senedenberi yaþadýðý Barlayý unutturmak ve o muhteþem çýnar aðacýný ve dostlarýný ve alâkadar olduðu þeylerden gelen firak hüznünü hatýrlatmamak için, Cenâb-ý Hakdan, yüz ondokuz risalenin eliyle yüz ondokuz bin kelimeleri diliyle dua etti ve yaðmur istedi. Cenâb-ý Hak öyle bereketli bir yaðmur ihsan etti ki, bir misli doksanüç tarihinde yaðdýðýný ihtiyarlarýmýzdan iþitiyoruz ki, bu tarih üstadýmýzýn tarih-i velâdetine tesadüf etmekle beraber, bu umumî hâdise-i rahmet olan kesretli yaðmur, hususî bir surette Risale-i Nura baktýðýna bir delili de þudur ki: Risale-i Nurun neþrine vasýta olan Üstadýmýz geldiði gün, Isparta'yý gayet hararetli ve yaðmursuzluktan toz toprak içinde görmüþ, Barla gibi bir yayladan gelip böyle bir yerde dayanamýyacaðým, diye telâþ ediyordu. Üçüncü ve dördüncü günü bahçeleri kýsmen gezdiði vakit, sebze ve ot ve çiçeklerin susuzluktan buruþtuklarýný görerek, gayet müteessirane su istiyor, yaðmur taleb ediyordu. Arkadaþýmýz olan Bekir Beyden deðirmenleri çeviren suyu göstererek "Isparta'nýn suyu bu kadar mýdýr?" diye sormuþtu. Bekir Bey cevap verdi: "Gölcüðün suyu kesilmiþ, gelmiyor. --- sh:»(ST:19) --------------------------------------------------------------------------------------------- Isparta'nýn dörtte birini sulayan bu sudan baþka yoktur" dedi. Üstadýmýzýn, Ispartada çok talebeleri bulunduðundan ruhen yaðmurun gelmesini istiyordu. Ayný günde öyle bir yaðmur geldi ki, elli senedenberi Isparta böyle hâdiseyi görmemiþ. O yaðmur yüzde doksandokuz menfaat vermiþtir. Bundan anlaþýlýyor ki, o tevafuk, tesadüfî deðil. Bu rahmet, Isparta'ya rahmet olan Risale-i Nura bakýyor. Lillâhilhamd, bu kerem-i Ýlâhi neticesi olarak Üstadýmýz, "Bana Barla'yý unutturdu, unutamayacaðým birþey varsa, o da her yerde olduðu gibi, Barlada bulunan ciddi dost ve talebelerimdir." diyor. Mustafa, Lütfi, Rüþdü, Husrev, Bekir Bey, Re'fet (R.H.) * * * RÝSALE-Ý NUR BEREKETÝNE AÝT YAÐMUR HADÝSESÝNÝ TEYÝD EDEN MUHACÝR HÂFIZ AHMED, SÜLEYMAN, MUSTAFA ÇAVUÞ VE BEKÝR BEY VE ÞEM'Ý'NÝN (R.H.) BÝR FIKRASIDIR. [isparta'daki kardeþlerinin fýkrasýndaki dâvayý ispat eden kuvvetli iki delili gösteriyor] Re'fet Bey ve Husrev gibi kardeþlerimizin hârika bir surette yaðan umumî yaðmur içinde, Risale-i Nur bereketine hususî baktýðýna kanaatýmýz geliyor. Çünki gözümüzle yaðmur hâdisesinin hususî bir þekilde hizmet-i Kur'an ve Risale-i Nura baktýðýný iki suretle gördük. Birinci Suret: Risale-i Nur'un vasýta-i neþri olan üstadýmýzýn câmii seddedildi. Risale-i Nur'u yazacak hariçteki talebelerinin yanýna gelmeleri men'edildiði hengâmda kuraklýk baþladý. Yaðmura ihtiyac-ý þedid oldu. Sonra yaðmur baþladý, her tarafta yaðdý, yalnýz Karaca Ahmed Sultan'dan itibaren bir daire içinde kalan Barla mýntýkasýna yaðmur gelmedi.Üstadýmýz bundan pek müteessir olarak dua ediyordu. Sonra dedi ki: "Kur'anýn hizmetine sed çekildi, bu köydeki mescidimiz kapandý, bunda bir eser-i itab var ki, yaðmur gelmiyor. Öyle ise mâdem Kur'anýn itabý var, Yâsin Sûresini þefaatçý yapýp Kur'anýn feyzini ve bereketini isteyeceðiz." Üstadýmýz Muhacir Hâfýz Ahmed Efendi'ye dedi ki: "Sen --- sh:»(ST:20) --------------------------------------------------------------------------------------------- kýrkbir Yâsin-i Þerif oku." Muhacir Hâfýz Ahmed Efendi (R.H.) bir kamýþa okudu. O kamýþý suya koydular. Daha yaðmur alâmeti görünmezken, ikindi namazý vaktinde, üstadýmýz daima îtimad ettiði bir hâtýrasýna binaen Muhacir Hâfýz Ahmed Efendiye (R.H.) söyledi ki: "Yâsinler týlsýmý açtý, yaðmur gelecek." Ayný gecede evvelce yaðmadýðý Barla dairesi içine öyle yaðdý ki, üstadýmýzýn odasýnýn altýndaki Çoban Ahmedin bahçesindeki duvar yaðmurdan yýkýldý. Halbuki Karaca Ahmed Sultanýn arkasýnda ve deniz kenarýnda balýk avlamakla meþgul olan Þem'i ile arkadaþlarý bir damla yaðmur görmediler. Ýþte bu hâdise kat'iyyen delâlet ediyor ki, o yaðmur hizmet-i Kur'an ile münasebetdardýr. O rahmet-i âmme içinde bir hususiyet var. Sûre-i Yâsin, anahtar ve þefaatçý oldu ve yaðmur kâfi miktarda yaðdý. Ýkinci Suret: Kuraklýk zamanýnda yirmi-otuz gün içinde yaðmur Barla'ya yaðmamýþken, Yokuþbaþý çeþmesi yapýldýðý bir zamanda menbaýna yakýn, Üstadýmýz ve biz, yâni Süleyman, Mustafa Çavuþ, Ahmed Çavuþ, Abbas Mehmed... filân beraber cemaatle namaz kýldýk. Tesbihattan sonra dua için elimizi kaldýrdýk. Üstadýmýz yaðmur duasý etti, Kur'aný þefaatçý yaptý. Birden o güneþ altýnda herbirimizin ellerine yedi- sekiz damla yaðmur düþtü. Elimizi indirdik, yaðmur kesildi. Cümlemiz bu hale hayret ettik. O vakte kadar yirmi-otuz gündür yaðmur gelmemiþti, yalnýz o yaðmur duasý anýnda dua eden her ele yedi-sekiz damla düþmesi gösteriyor ki, bunda bir sýr var. Üstadýmýz dedi ki, "Bu bir iþaret-i Ýlâhiyyedir. Cenâb-ý Hak mânen diyor ki, ben duayý kabûl ediyorum, fakat þimdi yaðmur vermiyorum." Demek sonra Sûre-i Yâsin þefaat edecek ve nitekim de öyle olmuþtur. Elhâsýl: Isparta'daki kardeþlerimizin umumî rahmet içindeki Risale-i Nurun bereketine dâir dâva ettikleri hususiyeti, þu iki kuvvetli delil ile tasdik ediyoruz. Þem'i, Mustafa Çavuþ, Bekir Bey, Muhacir Hâfýz Ahmed, Süleyman (R.H) *** --- sh:»(ST:21) --------------------------------------------------------------------------------------------- SADAKATTE MEÞHUR OLAN BARLALI SÜLEYMAN'IN VAZÝFE-Ý SADAKATINI TAMAMÝYLE YAPAN ISPARTA SÜLEYMANI RÜÞDÜ'NÜN BÝR FIKRASIDIR. Aziz Üstadým! Kardeþlerimin Yirmiyedinci Mektub'a giren fýkralarýný, kendi fikrime ve hissiyatýma muvafýk bulduðumdan, onlar bu nokta-i nazardan kendi fýkralarýmdýr diye baþka fýkra yazmaða lüzum görmedim. Fakat bu âhirlerde Risale-i Nurun kerametine temas eden bâzý hâdiseler benimle de münasebetdar olarak vücuda geldiðinden, ondan bir ihtar hükmünde idi ki, onlar münasebetiyle benim de bir hususî fýkram kardeþlerimin hususî fýkralarý içine girsin diye o hâdiselerden bâzý lâtif tevafukatý ve bâzý rü'ya-yý sâdýkayý ve birkaç hâdiseyi yazýyorum. Bu rü'yalar, birbirine yakýn ve birkaç gün zarfýnda görülmüþ ve Hazret-i Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâm içinde bulunduðu cihetle, rü'ya-yý sâdýkadýr. Çünkü, Hadisce sabittir ki, Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâm görülen rü'yada þeytan o rü'yaya karýþamýyor. Bu rü'ya-yý sâdýkadan herbiri, gerçi rü'yadýr, delil ve hüccet olamaz, fakat herbirinin ayný mealde ittifaklarý, bir müjde veriyor ve Risale-i Nurun makbûliyetine ve Hazret-i Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâmýn daire-i rýzasýnda bulunduðuna bizlere kanaat veriyor. Ezcümle: Birincisi: Risale-i Nur þâkirdlerinden Rýza görüyor: Hazret-i Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâm, camide Hazret-i Ebu Bekir-is-Sýddîk Radýyallahü Anha emrediyor: "Çýk hutbe oku" Ebu Bekir-is-Sýddîk koþarak minberin en yukarý basamaðýna kadar çýkar, hutbe okur. Hutbe içinde cemaate der ki: "Bu söylediðim hakikatlarýn izahatý "Yirmidokuzuncu Söz" dedir.." Ýkincisi: Risale-i Nurun þâkirdlerinden Osman Nuri diyor ki: Rü'yamda, Þemâil-i Þerife muvafýk, gayet nuranî bir surette Hazret-i Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâmý oturduðu yere dayanmýþ bir vaziyette gördüm. Bu anda bir sadâ geldi ki, Hazret-i Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâmýn bir yaveri geliyor. Kapýlar birdenbire kendi kendine açýldý. Risale-i Nur nâþirlerinin Üstadý olan zat içeriye girdi. Hazret-i Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâm, --- sh:»(ST:22) --------------------------------------------------------------------------------------------- üstadýmýza þefkatkârâne bir iltifat göstererek, dayandýðý vaziyetten doðruldu. Ben de aðlayarak uyandým. Üçüncüsü: Risale-i Nur þâkirdlerine köþkünü tahsis eden Þükrü Efendidir. Rü'yada ona diyorlar ki: "Senin o köþküne Hazret-i Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâm gelmiþ." O da koþarak gidip, Hazret-i Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâmý çok nuranî ve sürurlu bir halde bulup ziyaret etmiþ. Dördüncüsü: Risale-i Nur þâkirdlerinden Nazmidir. Rü'yasýnda ona diyorlar ki: "Risale-i Nur þâkirdleri îmansýz ölmezler, kabre imanla girerler." Bu rü'yalar Hazret-i Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâm ile münasebetdar olmak cihetiyle, o rü'yalar zamanýnda "Mu'cizat-ý Ahmediye Risalesi" münasebetiyle lâtif ve küçük bir iki tevafukun letâifini zikredeceðim. Þöyle ki: Risale-i Nur eczalarýndan birkaç vecihle kerameti görülen mu'cizat-ý Ahmediyeye dair Ondokuzuncu Mektubun tashihi zamanýnda, yedi mu'cizat-ý Ahmediyeye (A.S.M.) mazhar yedi çocuðun bahsine geldiði vakitte Meliha isminde yedi yaþýndaki kýzým, umulmadýk bir vakitde hanemden çýkýp Üstadýmýn oturduðu köþke geldi, o yedi çocuk bahsini mâsumane çocukcasýna dinlemeye baþladý. Çay içmesini çok sevdiði halde, kendine verildi, çocuklarýn bahsi bitinceye kadar içmedi. O saatten on dakika evvel, hem Ondokuzuncu Mektup, hem "Mi'rac Risalesi" ayrý ayrý tashih ediliyordu. Ondokuzuncu Mektub'un yüz elli sahifesi içinde birtek sahifede kuru direðin aðlamasýndan bahis var. "Mi'rac Risalesi"nde altýyüz satýrdan birtek satýr ondan bahseder. Muhtelif tarzlarda, muhtelif vakitte, muhtelif adamlar, muhtelif kitaplarda birden birtek sözü söylediklerini ben iþittim. O da, kuru direðin aðlamasý idi. Herbiri iki kiþiden ibaret iki kýsým tashihciler, ayný kelime üstündedirler, o kelimeyi söylüyorlardý. Ben hayret ile dedim: "Ýki taraf da bir kelimeyi söylüyorsunuz." Sonra baktýk. Mi'racýn tashihi ayný kelimeye geldiði gibi, Ondokuzuncu Mektubun tashihi de ayný kelime üzerindedir. Biz hazýr olanlar þüphemiz kalmadý ki, yedi yaþýnda Melihanýn yedi çocuk bahsine tevafuku ve bu iki kýsým musahhihlerin ayný kelimede ittifaklarý, o Mu'cizat-ý Ahmediye bahsinin bir kerametinin bir þuaýdýr. --- sh:»(ST:23) --------------------------------------------------------------------------------------------- Yine Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâmýn mektubuyla münasebetdar üçüncü bir tevafuk: Milâsdan gelen ve oraya gönderilen kitaplarýn listesini bir sebebe binaen saklamak lâzým gelmiþti. Üstadým, bu listeyi saklamak için bana verdiðini biliyormuþ. Bir gün o listeye lüzum olacaðýný düþünerek, benden isteyecekti. Fakat istememiþti. O gece kalkar, o listeyi seccadesinin yanýnda görür, hayret eder. Bu saklandýðý yerden çýkýp, nasýl burada bulunsun? Sabahleyin benden soruyor. "Ben getirmedim, haberim yok" dedim. Zaten gece yanýna çýkmamýþtým. Bunda bir mânâ var. Biz düþündük, ayný gün Milâsdan listeye göre kitap istemeye bir hak kazanmak için, Hazret-i Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâmýn, Mýsýr azizi Mukavkýs'e yazdýðý mektup, eski Mýsýrlýlara ait kitaplar içinde bulunarak Ýstanbul'a gönderilmiþ. Bu mektubun fotoðrafla alýnan aynýnýn bir sureti, o gecenin gündüzünde bize geldi, o geceki liste hâdisesine tevafuk etti. Bunda þüphemiz kalmadý ki, saklý olan o listenin kendi kendine orada bulunmasý, bu mektub-u Nebeviyenin gelmesine bir istikbal ve bir iþaret idi. Ýþte o günlerde Hazret-i Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâm rü'yada Risale-i Nurla münasebetdar görülmesi ve mektup da ayný vakitte gelmesi, o günlerde te'lif edilen hastalara ait yirmibeþ deva-yý mâneviyeyi beyan eden "Yirmibeþinci Lem'a" ve iktisada ait "Ondokuzuncu Lem'a" ve onlarýn akabinde ihtiyarlara ait yirmialtý ricayý beyan eden "Yirmialtýncý Lem'a"nýn te'lif zamanlarýna tevafuk etmesi þüphe býrakmýyor ki: Bu üç risale, Hazret-i Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâmýn makbûliyetine mazhar olmuþ. Yine Risale-i Nurla münasebeti tahakkuk eden hâdiselerden birisi de þudur ki, Risale-i Nurun Ispartaya medar-ý bereket olduðunu çok emarelerle gördük ve görüyoruz. Ezcümle: Þükrü Efendi hem kendi köþkünü, hem merhum kardeþi Nuri Efendinin köþkünü Risale-i Nurun ders ve te'lifine verdiði bir zamanda onun þehirdeki evine muttasýl büyük bir haliçe binasý ateþ aldý. Bütün o büyük bina yandýðý halde, Þükrü Efendinin evine sirayet etmedi, hattâ yanan haliçe binasýnýn müþtemilâtýndan olup, haliçe binasý ile Þükrü Efendinin hanesine bitiþik olan ahþap odunluk dahi yanmadý. Bu vaziyeti gören herkes hayret içinde kaldý. Fakat Risale-i Nur ile alâkalarý olanlarýn þüpheleri --- sh:»(ST:24) --------------------------------------------------------------------------------------------- kalmadý ki; Þükrü Efendi Risale-i Nurun te'lifine bu iki köþkü verdiði için, onun bereketiyle hârika bir surette hem kendi hanesi, hem merhum kardeþinin hanesi o müdhiþ yangýndan kurtuldu. Hem Risale-i Nur yazýn nasýlki büyük bir yaðmur ve rahmete sebep olduðu delillerle beyan edilip Gavs-ý Geylânî'nin (K.S.) kerametine dair risalede kaydedilen hâdise Risale-i Nurun bir kerameti olduðu gibi; bu seneki kýþta Risale-i Nurun merkez-i faaliyeti, Barladan Ispartanýn baðlarýna nakledilmiþ idi. Baðlarda soðuk ve fýrtýna, þehirden çok þiddetli oluyordu. Bu þiddetli kýþta Risale-i Nurun dersi tatil olmamak ve nâþiri de dayanabilmek için, bir eser-i rahmet olarak bu senenin kýþý gayet mutedil geçti. Evet, herkes biliyor ki, þimdiye kadar böyle mutedil ve bazý günleri yaza benzer tarzda bir kýþ, bu yakýn zamanlarda görülmemiþti. Ýþte bu gün, yeni mart oniki, eski þubat yirmiyedidir. Sitte-i Sevr denilen fýrtýnalý altý meþhur günün üçüncü günü olan bu gün, nevruz günü gibi açýktýr, güzeldir. Nasýlki Risale-i Nurun bereketi yüzünden rahmet-i Ýlâhiyye yaz ortasýnda bir bahar getirdiðini kanaat verecek emareler ile görmüþtük; öyle de bu kýþ ortasýnda Risale-i Nurun bereketi yüzünden bir güz mevsimi olmasýna bir vesile olduðuna kanaat ettik. Hem Risale-i Nur Eczasýndan "Ýktisad Risalesi"nin te'lifine çok yakýn bir zamanda, Üstadýmýn maiþetindeki iktisadý ifrat derecesine girmiþti. Ben ve Husrev ve daha diðer arkadaþlarýmýz bütün biliyoruz ki: Üstadýmýzýn hasta olmadýðý hal de bütün Ramazanda yediði gýdayý hesab ettik, bir tek fýranca ekmeði, yarým okka kese yoðurdu, yüz elli dirhem pirinç idi. Biz tahmin ettik ki yirmidört saatte üç hurma tanesi kadar gýda ile külfetsiz idare etti. Fazlaya iþtihasý olmadýðý için yemiyordu. Bu hal, Ramazandan sonra ona yazdýrýlacak olan "Ýktisad Risalesi"nin bereketine ve mübarekiyetine ve kerametine bir iþaret idi. Ve bir de Risale-i Nurun takviye-i din hakkýnda hizmetine iþaret eden bir diðer hâdise þudur ki: Ispartanýn mühim bir âliminin takriben otuz-kýrk sene evvel yazdýðý istikbale dâir kasidesinin fýkralarý, Risale-i Nura tam tevafuk ediyor ve Risale-i Nuru gösteriyor. Þöyle ki: Allah rahmet etsin ve kabri pürnur olsun, Topal Þükrü Efendi --- sh:»(ST:25) --------------------------------------------------------------------------------------------- namýnda ehl-i kalb ve Isparta'nýn bir medar-ý fahri olan zâtýn kerametkârâne buraca meþhur bir þiirini gördüm, getirip arkadaþlarýma gösterdim. Dedim: Bu zat bu dalâletli zamanýmýzdan bahsettiði gibi, bir fýkrasý da harb-i umumîden bahsediyor gibi görünüyor. Çünkü bu þi'rinde diyor: "Âferin çarha ki, çattýrdý kuduzu kuduza" Yâni, bütün dünya kâfirlerini birbirine musallat ettirdi. Ve iki satýr sonra yine diyor: "Sûk-i asr içre bütün dad ü sited, küfr ü dalâl Müþteri kalmadý, din indi ucuzdan ucuza." Yâni o asrýn çarþýsýnda alýþ veriþ dinsizlik elinde olacak, dinsizlik hükmedecek, din gayet ucuza düþecek ve Ýslâmýn þeairi gizlenecek. Sonra diyor: "Þükrî ya bilmezem esrar-ý gayýbdan amma; Ya ileri, ya geri, takrib ederim üç otuza." Kendi tefsir ediyor. Yâni, otuzüçe þiddetli kafiyesini müraat için, otuzüç yerine "üç otuz" demiþtir. Hem harb-i umumîye iþaret ettiði fýkrasiyle, "dinsizlik düsturlarý, kanunlarý, o asýr çarþýsýnda hükmettiði..." fýkrasýnýn ortasýnda þöyle diyor: Eriþ ey avn-i þeriat (Hâþiye-1) eriþ ey muhyi-d-din! Elem-i rîþ-i (Hâþiye-2) cefa sîneden eriþti öze." Þimdi benim kanaatým geliyor ki, bu zat, otuzüç senesinden sonra Risale-i Nur'u Isparta'nýn imdadýna çaðýrýyor. "Ey avn-i Þeriat! Ey Muhyi-d-din yetiþ!" diyor. Yâni vefatýndan takriben otuzüç sene sonra Þeriata ve dinin þeairine, Isparta'ya yetiþecek bir nuru çaðýrýyor. Cenâb-ý Hak duasýný kabul etmiþ ki, vefatýndan otuz-kýrk sene sonra Risale-i Nur o vazifeyi görmüþ. Talebeniz ve Hizmetkârýnýz Süleyman Rüþtü (Hâþiye-1): Þeriat cifirle dokuz yüz seksen eder. Risalet-in Nur dahi *xÇX7! daki 7 aslý lâm olsa cifirle dokuz yüz yetmiþ sekiz edip iki farkla tevafuk eder. (Hâþiye-2): Rîþ: Ceriha yara demektir. --- sh:»(ST:26) --------------------------------------------------------------------------------------------- RÝSALE-Ý NURUN MÜSADERE HÂDÝSESÝ MÜNASEBETÝYLE ISPARTA SÜLEYMANI RÜÞDÜ'NÜN, EVVELKÝ FIKRASINA ZEYÝL OLARAK YAZDIÐI BÝR FIKRASIDIR. Risale-i Nur þâkirdlerinin merkezi olan Þükrü Efendinin köþkünün komþusu seksen yaþýnda muhterem Alil Osman Çavuþ nâmýnda bir zat, Risale-i Nur nâþirlerine hücum zamanýndan bir gün sonra rü'yasýnda görüyor ki: Güneþ ile Kamer, beraber olarak köþkün içine girip parlýyorlar. Diðer bir rü'yada Keçeci Mustafa Efendinin hafîdi Bekir yine hâdise-i elîmeden bir-iki gün sonra görüyor ki: Güneþ kýble tarafýndan çýkýyor. Þuââtý içinde güneþ yüzünde Risale-i Nur nâþirinin sureti temessül edip, aynen güneþin kursunda görünüyor. Hem mütedeyyin bir kadýn, yine hâdiseden sonra görüyor ki: Semâvattan mübarek kâðýdlar yaðýyor. Soruyorlar: "Bu nedir?" Rü'yada demiþler: "Risale-i Nurun sahifeleridir." Yâni, tâbirce Risale-i Nur, Kur'anýn tefsiri olduðu cihetle, vahy-i semavî olan Kur'anýn semavî ve ilhamî bir tefsiridir. Hem yaðmur gibi, insanlara kesretli bir rahmettir. Hadisenin vukuundan evvel, Risale-i Nur þâkirdlerinin herbiri bir cesedin âzalarý gibi, bir cihette o cesede gelen müessir bir ârýzayý bütün âzanýn hissetmesi nev'inden, bu hâdiseyi Risale-i Nurun dört þâkirdi, vukuundan bir-iki gün evvel þöyle gördüler: Üçü, yâni Mehmed Zühdü, Halil Ruhi, Mehmed Niyazi, Risale-i Nur nâþirlerinin üstadýný vefat etmiþ görüyorlar ki, vefat ise tâbirce Risale-i Nurun tatilini haber veriyor. Dördüncüsü: Fâzýl Bey görüyor ki: -Hâdiseden bir gün evvel - Rafda kitaplarý karýþtýrýr, bâzý kitaplarý düþürür. Üstad bana hiddet ediyor, ben de diyorum: "Re'fet düþürdü." Birden haneye polisler doluyorlar, herþey'i alýyorlar. Hem bundan yedi buçuk ay evvel Risale-i Nur nâþirlerine gelen elîm polishaneye çaðýrma mes'elesinde Risale-i Nurun þâkirdlerinin dört tanesi (ayný hâdiseyi bir ikisi, yâni Rüþtü ile Lütfi aynen görüyorlar, ikisi de az bir tâbirle) ayný hâdiseyi görmeleri ve bu def'aki hâdiseyi, yine dört tane þâkirdler aynen görmesi --- sh:»(ST:27) --------------------------------------------------------------------------------------------- gösteriyor ki, Risale-i Nur þâkirdleri, bir cesedin âzalarý gibidirler ki, Risale-i Nura gelen hâdiseyi, bir cesedin âzalarý gibi hissediyorlar. Hem Risale-i Nur þakirdlerinden Bekire o musibet gününden bir gün evvel biri demiþ: "Üstadýn seni çaðýrýyor!" Bir hiss-i kablelvuku' ile ikinci gün Üstadýnýn baþýna gelen ve rahmet-i Ýlâhiyye ile hafif geçen müdhiþ musibeti, düþmanlarýn plânlarý derecesinde büyük, aðýr hissetmiþ tarzýnda, aðlayarak gayet korkaklýk ve halecan ile koþup geldi. O halecan ve aðlamasýna hiç sebeb-i zâhirî yokken, yine heyecanýný, aðlamasýný teskin edemiyordu. Demek Risale-i Nura gelen musibet, þâkirdlerini kerametkârâne îkaz ediyordu. Hem musibetin ayný gününde üstadýmýz gezmekten dönerken, -Husrev ve Mehmedin ihbariyle- birdenbire sebepsiz ehl-i dünyaya karþý þiddete baþlamýþ. Yirmibeþ sene evvel Divan-ý Harb-i Orfîde kendi idam kararýný beklerken, sebepsiz, kalbsiz, rütbeli iki adam, mahpus olduðu koðuþa tahkir için geldikleri zaman gayet acib bir surette söylediði o hale mahsus meþhur bir þetmi üç def'a zâlim ve garazkâr ehl-i dünyaya karþý sarfediyor. "Benden ne istiyorsunuz!" diye baðýrarak tekrar ediyor. Sonra susuyor. Ayný dakikada zabýta, köþkü basmak için yedi-sekiz polis köþkün etrafýna girdikleri zamana tevafuk ediyor. Medar-ý Ýbret Bir Hâdise : Risale-i Nur nâþirlerinin tazyiký yüzünden âmirlerinin yanýnda yüz bulmak niyetiyle Risale-i Nur nâþirlerine iliþenlerin aks-i maksadiyle tokat yediklerinin yüz hâdiseden bir hadisesi þudur ki: Sebepsiz, sýrf bâzý garazkârlarýn keyfi için Risale-i Nur nâþirlerine bir kulp takýp mahkemelerde süründürmek ve belki mahvetmek için sureten kendini dost gösterip gayet hainane bir riyakârlýkla dairemize sokulup, bir takým yalanlarla âmirlerini iðfal edip Risale-i Nur nâþirlerine müdhiþ darbe gelmesine vesile olan bir adam, teveccüh ve makam kazanmak deðil, bilâkis öyle bir tokat yedi ki, dünyada kaldýkça vicdaný varsa vicdan azabý çektirecek. Hem o kolay vazifesinden müþkil bir vazifeye tahvil ettiler ve hem de ona yalancý nazariyle baktýlar. Ve hem nefret-i âmmeyi kazandý. Ve hem taharri hâdisesinden iki gün sonra bir --- sh:»(ST:28) --------------------------------------------------------------------------------------------- ihtiyar adamý hanesinden çýkarýp yolda getirirken, o ihtiyar zat füc'eten vefat edip hem mes'uliyet-i maddiyeye ve mâneviyeye mâruz kalmýþtýr. Evet, Risale-i Nura hücum edenler, vaktiyle kefenini boynuna takýnmalý ve rezalete bürünmeli ve mânevi cehenneme dünyada girmeyi göze almalý. Hem o musibet hâdisesinden iki gün evvel, Risale-i Nur þâkirdlerinden olmayan ve hiç bizimle zihnen meþgul olmayan biri rü'yada görüyor ki: Ispartanýn altýndaki ovada çok ormanlar bulunuyor. Kuvvetli bir sel geliyor, bu ormanýn çok aðaçlarýný deviriyor. Birdenbire bir zelzele-i arz oluyor, Risale-i Nur nâþiri, elbisesiyle heybetli bir surette yer yarýlýp çýkýyor (Hâþiye). O da korkusundan uyanýyor. Ýki gün sonra Risale-i Nuru tâtil ve mânen topraða defnetmek niyetiyle küre-i arzý titretecek derecede bir hatâ ile Risale-i Nurun eczalarýný evrak-ý muzýrra nev'inden taharri edip, toplayýp merkez-i hükûmete, tâ dahiliye vekâletine gönderir. Hiçbir daire kanunca mucib-i muaheze ve mes'uliyet bir þey Risale-i Nurda bulamadýðýndan, o mânevi zelzele içinde öldürdük, defnettik zannettikleri Risale-i Nur, dirilip, yer yarýlýp meydana çýktýðý gibi, yine o rü'ya iþaret ediyor ki, bir zelzele-i azîme ve bir sel içinde Risale-i Nur bu vatan ve millete bir halâskâr, bir münci suretinde musibetzedelerin imdadýna yetiþecek. Risale-i Nur þâkirdlerinden (Yýldýrým) Süleyman Rüþdü *** (Hâþiye): Demek bu geçen seneki zelzele yâni Ýzmir zelzelesi Risale-i Nurun dirilmesine ve meydana çýkmasýna bir emaredir ve o rü'yayý tâbir ediyor. Evet o zelzeleden evvel Risale-i Nur defnolunmuþ gibi gayet gizli perde altýnda intiþar ediyordu. Zelzele baþladýktan sonra eski elbise-i fâhiresiyle meydan-ý zuhûra çýktý. --- sh:»(ST:29) --------------------------------------------------------------------------------------------- Yirmiyedinci Mektubun lâhikasýndan alýnmýþ mühim parçalar Birinci mes'ele: Birinci Þuâ'da bir-iki âyetin iþaretinde, Risale-i Nurun sâdýk talebeleri iman ile kabre gireceklerini ve ehl-i Cennet olacaklarýný, kudsi bir müjde ve kuvvetli bir beþaret bulunduðu gösterilmiþtir. Fakat bu pek büyük mes'eleye ve çok kýymetdar iþârâta tam kuvvet verecek bir delil ister, diye beklerdim. Çoktanberi muntazýrdým. Lillâhilhamd, iki emare birden kalbime geldi. Birinci Emare: Ýman-ý tahkikî ilmelyakînden hakkalyakîne yakýnlaþtýkça daha selbedilmiyeceðine ehl-i keþf ve tahkik hükmetmiþler. Demiþler ki: "Sekerat vaktinde þeytan, vesvesesiyle ancak akla þüpheler verip tereddüde düþürebilir. Bu nevi îman-ý tahkîkî ise, yalnýz akýlda durmuyor, belki hem kalbe, hem ruha, hem sýrra, hem öyle letâife sirayet ediyor, kökleþiyor ki; þeytanýn eli o yerlere yetiþemiyor, öylelerin îmaný zevalden mahfuz kalýyor. Bu îman-ý tahkikînin vusûlüne vesile olan bir yolu, velâyet-i kâmile ile, keþf ve þuhud ile hakikata yetiþmektir. Bu yol, ehass-ý havassa mahsusdur, îman-ý þuhudîdir. Ýkinci yol, îman-ý bilgayb cihetinde sýrr-ý vahyin feyziyle bürhanî ve Kur'ânî bir tarzda akýl ve kalbin imtizaciyle hakkalyakîn derecesinde bir kuvvet ile zaruret ve bedahet derecesine gelen bir ilmelyakîn ile hakaik-ý îmâniyeyi tasdik etmektir. Bu ikinci yol, Risale-i Nurun esasý, mâyesi, temeli, ruhu, hakikatý olduðunu has talebeleri görüyorlar. Baþkalarý dahi insafla baksalar, Risale-i Nurun hakaik-ý îmaniyeye muhalif olan yollarý gayr-ý mümkin ve muhal ve mümteni' derecesinde gösterdiðini görecekler. Ýkinci Emare: Risale-i Nurun sâdýk þâkirdlerinin hüsn-ü âkýbetlerine ve îman-ý kâmil kazanmalarýna o derece kesretli ve makbul ve samimî dualar oluyor ki, o dualarýn içinde hiçbiri kabûl olmamasýna akýl imkân --- sh:»(ST:30) --------------------------------------------------------------------------------------------- veremiyor. Ezcümle, Risale-i Nurun bir hâdimi ve bir tek þâkirdi yirmi dört saatte lâakal Risale-i Nur talebelerinin hüsn-ü âkýbetlerine ve saadet-i ebediyeye mazhar olmalarýna, yüz def'a Risale-i Nur talebelerine ettiði dualarý içinde hiç olmazsa yirmi-otuz def'a selâmet-i îmanlarýna ve hususî hüsn-ü âkýbetlerine ve îman ile kabre girmelerine ayný duayý en ziyade kabûle medar olan þerait içinde ediyor. Hem Risale-i Nur talebeleri, bu zamanda her cihetten ziyade hücuma mâruz îman hususunda birbirine selâmet-i îman hakkýndaki samimî, mâsum lisanlariyle dualarýnýn yekûnu öyle bir kuvvettedir ki, rahmet ve hikmet, onun reddine müsaade etmez. Faraza mecmuu itibariyle reddedilse de, tek bir tane onlarýn içinde kabul olunsa yine herbiri selâmet-i îman ile kabre gireceðine kâfi geliyor. Çünkü herbir dua umuma bakar. Said Nursî * * * (Risale-i Nur'un kerametinin bu havalide zuhur eden çok tereþþuhatýndan bir-iki hâdise beyan ediyorum.) Birincisi: Hatib Mehmed (Rahmetullahi Aleyh) namýnda ciddî bir ihtiyar talebe, Ýhtiyarlar Risalesi'ni yazýyordu. Tâ Onbirinci Rica'nýn âhirlerinde ve merhum Abdurrahman'ýn vefatýnýn tam mukabilinde, kalemi "Lâ ilahe illâ hû" yazýp ve lisaný dahi "Lâ ilahe illallah" diyerek hüsn-ü hâtimenin hâtemiyle sahife-i hayatýný mühürleyip, Risalet-in Nur talebelerinin imanla kabre gireceklerine dair olan iþarî beþaret-i Kur'aniyeyi vefatýyla imza etmiþ. (Rahmetullahi Aleyhi Rahmeten Vâsia.) Ýkincisi: Sizin te'lifiniz olan Fihristenin tashihinde bir müstensihin noksan býraktýðý bir sahifeyi Tahsine dedim: "Yaz" O da yazmaða baþladý. Simsiyah mürekkepten ve temiz kalemle birden, yazdýðýnýz ikinci cilt fihristesinin makbûliyetine hüccet olarak o siyah mürekkeb, güzel bir kýrmýzý suretini aldý. Tâ yarým sahife kadar biz bu garip hâdiseye taaccüb ederek bakarken, o mürekkeb simsiyaha döndü. Sahifenin öteki yarýsý, ayný kalem --- sh:»(ST:31) --------------------------------------------------------------------------------------------- ayný hokka tam siyah yazýldý. Bir zaman Barla'da baðlardaki köþkde Þamlý Hâfýz ve Mes'ud, Süleymanýn müþahedesiyle ayný hâdiseyi baþka þekilde gördük. Þöyle ki: Ben sevmediðim için siyah bir mürekkebi kýsmen döktüm. Birden mütebakisi, çok beðendiðim güzel bir kýrmýzýya tahavvül etti, Risale-i Nur kâtiblerini þevklendirdi, gözümüze silsile-i kerametin bir ucunu ve tereþþuhunu gösterdi. Said Nursî * * * [bugünlerde mânevî bir muhaverede bir sual ve cevabý dinledim. Size bir kýsa hulâsasýný beyan edeyim.] Biri dedi: Risale-i Nur'un îman ve tevhid için büyük tahþidatlarý ve küllî techizatlarý gittikçe çoðalýyor ve en muannid bir dinsizi susturmak için yüzde birisi kâfi iken, neden bu derece hararetle daha yeni tahþidat yapýyor? Ona cevaben dediler: Risale-i Nur yalnýz bir cüz'i tahribatý ve bir küçük hâneyi tâmir etmiyor; belki küllî bir tahribatý ve Ýslâmiyeti içine alan ve daðlar büyüklüðünde taþlarý bulunan bir muhit kal'ayý tâmir ediyor. Ve yalnýz hususî bir kalbi ve has bir vicdaný ýslaha çalýþmýyor; belki bin senedenberi tedârük ve terâküm edilen müfsid âletlerle dehþetli rahnelenen kalb-i umumîyi ve efkâr-ý âmmeyi ve umumun 've bâhusus avam-ý mü'minînin istinadgâhlarý olan Ýslâmî esaslarýn ve cereyanlarýn ve þeairlerin kýrýlmasiyle bozulmaða yüz tutan vicdan-ý umumîyi, Kur'anýn i'caziyle ve geniþ yaralarýný, Kur'an'ýn ve îmanýn ilâçlariyle tedavi etmeðe çalýþýyor. Elbette böyle küllî ve dehþetli tahribata ve rahnelere ve yaralara hakkalyakîn derecesinde ve daðlar kuvvetinde hüccetler, cihazlar ve bin tiryak hâsiyetinde mücerreb ilâçlar ve hadsiz edviyeler bulunmak gerektir ki; bu zamanda Kur'an-ý Mu'ciz-ül-Beyanýn i'caz-ý mânevîsinden çýkan Risale-i Nur, o vazifeyi görmekle beraber, îmanýn hadsiz mertebelerinde terakkiyat ve inkiþafata medardýr diye uzun bir mükâleme cereyan etti. Ben de tamamen iþittim, hadsiz þükrettim. --- sh:»(ST:32) --------------------------------------------------------------------------------------------- Bu Hâdise Münasebetiyle, Yine Bu Günlerde Hatýrýma Gelen Bir Vâkýayý Beyan Ediyorum: Ben namaz tesbihatýnýn âhirinde otuzüç def'a kelime-i tevhid zikrederken birden kalbime geldi ki: Hadîs-i Þerifte "Bâzan bir saat tefekkür, bir sene ibadet hükmüne geçer." Risalet-ün-Nurda o saat var, çalýþ o saati bul, ihtar edildi. Âdeta ihtiyarsýz bir surette Kur'anýn Ayet-ül-Kübrâsýnýn iki tefsiri olan iki Âyet-ül-Kübrâ risalelerinden mülâhhas tefekkürî bir tekellüm tam bir saat devam etti. Baktým, size gönderdiðim "Âyet-ül-Kübra Risalesi"nin birinci makamýnýn hulâsasýndan müntehab güzel bir sýrrýný hulâsa ile Yirmidokuzuncu Lem'a-i Arabiyeden müstahreç nurlu, tatlý fýkralardan terekküb ediyor. Ben kemal-i lezzetle her gün tefekkür ile okumaða baþladým. Bir kaç gün sonra hâtýrýma geldi ki: Mâdem Risale-i Nur bu zamanýn bir mürþididir; talebelerine bir vird-i ekber olabilir diye kaleme aldým; ve bütün risalelerin hususî menba'larý, mâdenleri olan binden ziyade âyat-ý Kur'aniyeyi kendi Kur'anýmda evvelce iþaretler koyup bir Hizb-i Âzam-ý Kur'ânî yapmak niyet ettim; þimdi bu "Hizb-i A'zam" ve bu "Vird-i Ekber" Risale-i Nur mensublarýna, bâzý eyyam-ý mübarekede okunmasý için, bir zaman size de göndermek hakkýnýz var. Ýnþâallah bir zaman sonra size gönderilecek, bâzý kelimelerini tercüme ve bir kýsým kayýdlarýný tefhim için vakit bulsam gayet kýsa hâþiye gibi bir þey yazacaðým. Umum kardeþlerime ve hizmet-i Kur'aniyede bütün arkadaþlarýma hasret ve iþtiyakla binler selâm... Said Nursî *** EMÝN VE TAHSÝN VE HÝLMÝ'NÝN BÝR FIKRASIDIR. YÝRMÝYEDÝNCÝ MEKTUB'UN FIKRALARI ÝÇÝNE GÝRMEÐE MÜNASÝB GÖRÜLDÜ. Bugünlerde ziyade bir hassasiyetle risalelere bakýldýðýndan, inayetin himayeti dahi bir nevî hassasiyetle ikramýný gösterdi. Gayet cüz'i bir nümunesi þudur ki: Risale-i Nur þâkirdlerine maiþet cihetinde bir ikram-ý Ýlâhî ve küçük fakat þâyân-ý hayret ve gayet --- sh:»(ST:33) --------------------------------------------------------------------------------------------- lâtif bir tevafuk, bir vâkýadýr. Risalet-ün-Nur hizmetinin þüphesiz bir kerametidir. Evet, Risale-i Nurun bir silsile-i kerametinin menbaý olan tevafuk, bu vâkýada o cinsten altý adet tevafukatýn ittifaký ise, tesadüf ihtimalini köküyle keser diye hükmettik. Þöyle ki : Birkaç gündenberi üstadýmýzýn ziyaretine gitmediðimizden kardeþim Emin ile beraber üstadýmýzýn ziyaretine gittik. Ýkindi vakti beraber namaz kýldýktan sonra bize emretti ki: "Size yemek yedireceðim, burada ta'yýnýnýz var." Mükerreren: "Yemezseniz bana dokuz zarar olur, dedi. Çünki, yiyeceðinize karþý Cenâb-ý Hak gönderecek." Yemek yemekten affýmýzý rica etmiþ isek de emretti: "Rýzkýnýzý yiyin, bana gelir." Emrini kýrmamak için lütuf buyurduðu tereyaðý ve kabak tatlýsýný ekmekle yemeðe baþladýk. Daha sofrada iken ümid edilmiyen bir vakitte ve bir tarzda ve ayný miktarda bir adam geldi, elinde yediðimiz kadar taze ekmek ayný yediðimiz miktarda -fýndýk kadar- tereyaðý ve diðer elinde bize verilenin tam bir misli kabak tatlýsý olarak kapýyý açtý. Artýk taaccüb edilecek hiçbir cihette tesadüfe mahal kalmayarak Risalet-ün-Nur þâkirdlerinin rýzkýndaki bereket-i Rabbaniyeyi gözümüzle gördük. Üstadýmýz emretti: "Ýhsan on misli olacak. Halbuki bu ikram tamý tamýna mislidir. Demek ta'yýn ciheti galebe etti. Ta'yýn te'mini ise mizan ile olur." Sonra ayný akþamda sadaka ciheti dahi hükmünü gösterdi. Biz gördük ki: Ekmek on misli, tereyaðý tatlýsý o da on misli ve kabak tatlýsý çok sevmediði için kabak, patlýcan turþusu on misli me'mul hilâfýnda Risalet-ün-Nurdan Ýkinci Þuâ'ýn bir hafta mütalâasýna mukabil bir manevî ücret olarak geldi. Gözümüzle gördük. Demek kabak tatlýsýnýn tatlýlýðý, tereyaðýn un helvasýna girdi, kendisi turþuda kaldý. Risale-i Nur þâkirdlerinin, hüsn-ü hizmetine acele bir mükâfat gördükleri gibi, hizmette kusur edenler dahi tokat yediklerini, Isparta'da olduðu gibi burada dahi gözümüzle gördük. Pek çok vukuatýndan beþ-altýsýný beyan ediyoruz. Birincisi: Ben, yâni Tahsin, bir gün yeni açtýðýmýz dükkân meþgalesiyle bana emrolunan vazife-i Nuriyeyi tenbellik edip yapamadým. Ayný vakitte þefkatli bir tokat yedim. Dükkânda otururken birisi bana geldi, tebdil edilmek için emanet olmak üzere --- sh:»(ST:34) --------------------------------------------------------------------------------------------- yüz lira verdi. Bu paranýn sahibine Allah için bir hizmet yapmak üzere tebdil için maliye sandýðýna gittim. Bu parayý sayarken aralarýnda bir kalp lira bulundu. Bu yüzden ifadeye, sual ve cevap ve muahazeye mâruz kaldýðým gibi, evimizi de taharri etmek icab etti. Beni mahkemeye verdiler. Fakat terbiye ve þefkat tokadý olmak cihetiyle yine Risalet-ün-Nur kerâmetini gösterdi, zararsýz kurtulduk. Ýkincisi: Üstadýmýza ve Risalet-ün-Nura dört-beþ sene hizmet eden ve okutturan ve cidden tarafdar bulunan bir zat, elinde dine ait bir gazete ile geldi. Risale-i Nurun mesleðine muhalif bir cereyanýn sahiplerine tarafdarane bir tavýr gösterdiði zaman, Üstadýmýn caný çok sýkýldý. Bir-iki gün sonra þiddetli, fakat þefkatli bir tokat yedi. Bir doktor ona dedi ki: "Eðer ameliyat yaptýrmazsan yüzde yüz ölüm var." O da bilmecburiye ameliyat yaptýrdý. Fakat þefkat ciheti imdada yetiþerek çabuk kurtuldu. Üçüncüsü: Bir me'mur, Risalet-ün-Nuru kemal-i iþtiyakla okurdu. Hem Üstad ile görüþmeðe ve tam ders almaða çalýþýyordu. Birden bir komiser tarafýndan ona evham verildi. O da görüþmeyi ve okumayý býrakýp baþka þehre giderken birden sebepsiz bir tarzda bir ayaðý kýrýldý, bir ay çekti. Yine þefkat yar oldu ki, þimdi tekrar okumaða þevk ile baþladý. Dördüncüsü: Ehemmiyetli bir zat, Risalet-ün-Nuru kemal-i takdir ile okur yazardý. Birden sebatsýzlýk gösterdi. Þefkatsiz bir tokat yedi. Gayet meftun olduðu refikasý vefatla ve iki oðlu da baþka yere gitmesiyle acýnacak bir hale girdi. Beþincisi: Dört senedir Üstadýn çarþý içinde hizmetine bakan bir zat, birden sadakatýný býrakýp mesleðini deðiþtirdi. Birden þefkatsiz bir tokat yedi, bir senedir daha çekiyor. Altýncýsý : Bir hocaya ait bir hâdisedir. Belki helâl etmez, biz de onu görmüyoruz. Tokadý þimdilik kaldý. Bu vukuat nev'inden hem çok var, hem Risale-i Nura karþý kusura binaen tokat olduðundan, kat'iyyen þüphemiz kalmadý. Risale-i Nur Þâkirdlerinden Emin, Tahsin, Hilmi Evet tasdik ediyorum Said Nursî --- sh:»(ST:35) --------------------------------------------------------------------------------------------- Hem Risale-in-Nurun suhuletle intiþarýnýn bir kerametini, bu mektubu yazdýðýmýz zamanda ve yemekteki kerâmet dakikasýnda gözümüzle gördük. Þöyle ki: Ehemmiyetli yedi-sekiz risale ve Ýþârât-ý Kur'aniye Þuaýný, mühim bir mektupla beraber, bir torbada ehemmiyetli bir kardeþimize bir þehre göndermiþtik. Þoför o paketi düþürmüþtü. Böyle bir zamanda böyle eserleri münafýklar, casuslar haber almadan, emin bir el ile beþ gün sonra elimize geçti. Kanaatýmýz geldi ki, bir inayet bizi himaye ediyor. Hem Risale-in-Nurun hakkýnda inayet-i Rabbaniyenin lâtif bir himayeti þudur ki: Karanlýk bir vaziyette, korkutan bir zamanda casuslarýn ve taharri me'murlarýnýn tecessüsleri Üstadýmýzýn menzilini sarmasý dakikasýnda bir fare, üstadýmýzýn bir çorabýný aldý. Ne kadar aradýk, hiçbir yerde bulamadýk. O farenin yuvasýný gördük, kabil deðil çorap oraya giremez. Ýki gün sonra gördük ki, o hayvan, o çorabý getirmiþ, öyle yere ki: Saklanmýþ, muhteviyatý unutulmuþ olan mahrem mektuplarýn ve evraklarýn tam yanýnda býrakýlmýþ. Halbuki iki defa oraya bakmýþtýk, görememiþtik. Hem o çorabý o yere getirmek, soba borusuna çýkýp yukarýdan olur; gayet kurnaz ve zeki adam ancak o iþi yapar. Hiçbir cihette tesadüf ihtimali kalmadýðýndan, üstadýmýz dedi: "Bu mektuplarý oradan kaldýracaðýz." Biz onlara baktýk, gerçi siyasetle alâkalarý yoktur, fakat vehham casuslara, aleyhimize habbeyi kubbe yapmaða ehemmiyetli bir vesile olurdu. Biz hem onlarý, hem daha bahaneye medar olabilen baþka þeyleri kaldýrdýk. O heyecanýmýzdan casuslar haber alýp anladýlar ki, hazýrlandýk. Daha hücum etmeden yalnýz ikinci gün Emin, elinde bir torba ile menzile girdi. Tam arkasýnda karakol komiseri, gizli hissettirmeden girdi. Eminin elinde kitablar yerinde yoðurdu gördü, tavrýný deðiþtirdi. Elhâsýl: Risalet-ün-Nurun intiþarýna karþý gelen düþman ve casuslara mukabil birtek fare çýktý, plânlarýný zîr ü zeber etti. Evet Evet Evet Evet Evet Evet Tevfik Ahmed Tahsin Hilmi Feyzi Said Nursî *** --- sh:»(ST:36) --------------------------------------------------------------------------------------------- Aziz Kardeþlerim! Sizinle pek çok alâkadar ve görüþmeye çok müþtakým ve vaziyetinizi bu soðuk kýþta merak eder, hayalen sizin ile görüþürken bir-iki nokta hâtýra geldi, beyan ediyorum. Birincisi: Ondokuzuncu Söz'ün âhirinde Kur'andaki tekrarýn ekser hikmetleri Risale-in-Nurda dahi cereyan eder. Bilhassa ikinci hikmeti tamtamýna vardýr. O hikmet þudur ki: Herkes Kur'ana muhtaçtýr, fakat herkes her vakit bütün Kur'aný okumaða muktedir olamaz, fakat bir sureye galiben muktedir olur. Onun için en mühim makasýd-ý Kur'aniye, ekser uzun surelerde dercedilerek herbir sure bir Kur'an hükmüne geçmiþ. Demek hiç kimseyi mahrum etmemek için, Haþir ve Tevhid ve Kýssa-i Mûsa (A.S.) gibi bâzý maksadlar tekrar edilmiþ. Aynen bu ehemmiyetli hikmet içindir ki, bâzý def'a haberim olmadan, ihtiyarým ve rýzam olmadýðý halde, ince hakaik-ý îmaniye ve kuvvetli hüccetler, müteaddit risalelerde tekrar edilmiþ. Ben çok hayret ediyordum: Neden bunlar bana unutturulmuþ, tekrar yazdýrýlmýþ? Sonra kat'î bir surette bildim ki: Herkes bu zamanda Risale-i Nura muhtaçtýr, fakat umumunu elde edemez; etse de tam okuyamaz; fakat küçük bir Risale-in-Nur hükmüne geçmiþ bir risale-i câmiayý elde edebilir ve ekser vakitlerde muhtaç olduðu mes'eleleri ondan okuyabilir. Ve gýda gibi, her zaman ihtiyaç tekerrür ettiði gibi o da mütalâasýný tekrar eder. Ýkinci Nokta: "Âyet-ül-Kübrâ"dan çýkan "Vird-i Ekber" nâmýndaki Arabî risaleciðin âhirinde "Risale-i Münâcât'ýn baþýndaki âyetin tefsiri diye Arabî kýsýmlarý ilâve edilse, beraber okunsa, iyidir. Biz de nüshamýza yazdýk. Üçüncüsü: Aziz kardeþlerim! Çok def'a kalbime geliyordu: Neden Ýmam-ý Ali Radýyallahü Anhu, Risalet-ün-Nura ve bilhassa Âyet-ül-Kübrâ Risalesine ziyade ehemmiyet vermiþ diye sýrrýný beklerdim. Lillâhilhamd, o sýr ihtar edildi. Ýnkiþaf eden o sýrra þimdilik yalnýz kýsa bir iþaret ediyorum. Þöyle ki: Risalet-ün-Nurun mümtaz bir hâsiyeti; îmanýn en son ve en külli istinad noktasýný kuvvetli ve kat'î beyan olduðundan ve bu hâsiyet Âyet-ül-Kübrâ Risalesi'nde fevkalâde parlak görünüyor. Bu acib asýrda mübareze-i küfür ve îman, en son nokta-i --- sh:»(ST:37) --------------------------------------------------------------------------------------------- istinada sirayet ederek ona dayandýrýyor. Meselâ: Nasýlki gayet büyük bir meydan muharebesinde ve iki tarafýn bütün kuvvetleri toplandýðý bir sýrada iki tabur çarpýþýyorlar; düþman tarafý en büyük ordusunun cihazat-ý muharribesini kendi taburuna imdat ve kuvve-i mâneviyesini fevkalâde takviye için her vasýtayý istimal ederek ehl-i îman taburunun kuvve-i mâneviyesini bozmak ve efradýnýn tesanüdünü kýrmak için her vesileyi kullanýr, ehemmiyetli bir istinadgâhý kendine temayül ettirerek ihtiyat kuvvetini daðýtýr, müslüman taburunun herbir neferine karþý cem'iyet ve komitecilik ruhiyle mütesanid bir cemaat gönderir; bütün bütün kuvve-i mâneviyesini mahvetmeye çalýþtýðý bir hengâmda Hýzýr gibi biri çýkar, der: "Me'yus olma! Senin öyle sarsýlmaz bir nokta-i istinadýn ve öyle maðlûb olmaz muhteþem ordularýn, tükenmez ihtiyat kuvvetlerin var ki; dünya toplansa karþýsýna çýkamaz, kâinatý daðýtamýyan onu daðýtamaz. Þimdilik maðlûbiyetin sebebi, bir cemaate ve bir þahs-ý mânevîye karþý bir neferi göndermenizdir. Çalýþ ki, herbir neferin, istinad noktalarý olan dairelerden mânen istifade ettiði kuvvetli kuvve-i mâneviye ile bir þahs-ý mânevî ve bir cemiyet hükmüne geçsin!" dedi ve tam kanaat verdi; aynen öyle de: Ehl-i îmana hücum eden ehl-i dalâlet, bu asýr cemaat zamaný olduðu cihetle, cem'iyet ve komitecilik mâyesiyle bir þahs-ý mânevî ve bir ruh-u habîs olmuþ. Müslüman âlemindeki vicdan-ý umumî ve kalb-i küllîyi bozuyor ve avâmýn taklidî olan îtikadlarýný himaye eden Ýslâmî perde-i ulviyeyi yýrtýyor ve hayat-ý îmaniyeyi yaþatan an'ane ile gelen hissiyat-ý mütevâriseyi yandýrýyor. Herbir müslüman tek baþiyle bu dehþetli yangýndan kurtulmaða me'yusane çabalarken, Risale-in-Nur (Risalet-ün-Nur) Hýzýr gibi imdada yetiþti. Kâinatý ihâta eden son ordusunu (Hâþiye) gösterip, ve ondan mukavemet-sûz maddî ve mânevi imdat getirmek hizmetinde hârika bir emirber neferi olarak "Âyetül-Kübrâ Risalesi"ni Ýmam-ý Ali Radýyallahu Anhu keþfen görmüþ, ehemmiyetle göstermiþ. Temsildeki sair noktalarý tatbik ediniz, tâ o sýrrýn bir hulâsasý görünsün. Said Nursî * * * (Hâþiye): Kâinatý daðýtmayan bir kuvvet o orduyu bozamaz! --- sh:»(ST:38) --------------------------------------------------------------------------------------------- EMÝN VE FEYZÝ'NÝN BÝR FIKRASIDIR. [Risalet-ün-Nura Ait Dört-Beþ Kerâmetten Bahseder.] Hizmet-i Kur'aniyede bize sebkat eden sâdýk ve hâlis, metin ve vefakâr kardeþlerimizden mübârek Husrev ve Rüþdü gibi zatlar, Risalet-ün-Nurun hâdimlerine ve vazifelerinin makbûliyetine bir emare olan ihsan olunan bereket hakkýnda müteaddit fýkralar yazmýþlar. Biz de bu kardeþlerimizin fýkralarý gibi bu yakýn zamanda beraber tezahür eden gördüðümüz bâzý hâdisatý kaydedeceðiz. Hem nümune için yalnýz bir kýsmýný beyan ederiz. Birincisi: Bu yakýnda Üstadýmýz ile beraber kýra çýkmýþtýk. Çay yapýlmasýný, hem ikiþer çay, üçer þekerle içilmesini emir buyurdular. Hepimiz üçer þekerle ikiþer çay içtik. Yalnýz Emin kardeþimiz, bir þeker kendisine noksan olarak içmiþ. Akþam üzeri, Risalet-ün Nurun menba-ý intiþarý olan Üstadýmýzýn odasýna geldik. Emin, þeker kutusuna sarfolan þekerleri koymak istemiþ, fakat kutu sekiz þekerden fazla almamýþ. Emin, "Fesübhanallah" der. Onyedi þeker yerine kutu sekiz þeker ile dolsun, diye taaccüb ettik. Bu vak'a bize þuhud derecesinde kanaat verdi ki, þu sýrr-ý bereket, Risale-in-Nur hâdimlerine bir inayet-i Ýlâhiyye ve bir iltifat-ý Rabbaniyyedir. Ýkincisi: Yine ayný günde ben, yâni Mehmed Feyzi, evvelce yazýp Üstada teslim ettiðim "Hücumat-ý Sitte Risalesi"ni bana vermek için sakladýðý yerden ararken, fevkalâde bir surette bulunmaz. Birden o anda âdetlerinin hilâfýna olarak hiç vuku bulmamýþ bir tarzda bir hâdise zuhuriyle, gözlüklerini býrakarak merdivene müteveccih olurlar. Ayný vakitte Risale-i Nurun intiþarýna ve hizmetine zarar vermek niyetiyle casus bir adamýn merdivene doðru zâhiren ziyaret maksadiyle geldiði görülür. Üstadýmýzýn telâþlý olduðunu hisseder. Hem Üstadýmýz onun nazarýný öteki hâdise-i bedeniyyeye çevirir, ona der ki: "Görüyorsun, ben mâzurum, ziyareti baþka vakte býrak!" O da döner, gider. Hem Hücumat-ý Sitte, hem Mehmed Feyzi, hem baþka iþlerimiz o tecessüsten kurtuldu. Evet "Hücumat-ý Sitte" saklandýðý muayyen yerinde fevkalâde bir surette kaybolmasý, ehemmiyetli bir hâdisenin önünü aldý. Üstada ârýz olan bu hilâf-ý âdet hâlet ve o risalenin yerinde bulunmamasý, kat'iyyen --- sh:»(ST:39) --------------------------------------------------------------------------------------------- tesadüfe hamledilmez. Bir hafta sonra o risaleyi hilâf-ý me'mul bir yerde bulduk. Üstadýmýzýn emriyle Emin kardeþime ehemmiyetli bir surette okudum. Üstadýmýz izahat veriyordu. O vakte kadar öyle mühim ve te'sirli ders almamýþtýk. Demek bu iki mühim sýrra binaen risale kendini göstermedi. Bu hâdise, Risale-i Nurun sâdýk ve ihlâslý þâkirdleri daima bir hýfz-ý inayet ve himayet altýnda olduklarýna þüphe býrakmýyor. Üçüncüsü: Yine bir vak'a-i bereket: Üstadýmýzýn bir okka (yani kilo) peyniri vardý. Ekser günlerde o peynirden hoþuna gittiði için bir-iki def'a yiyordu ve bize de veriyordu. Hem yemeksiz olduðu ekser vakitlerde ondan yediði halde altý ay kadar devam ettiðini ve hâlen de yüz dirhem kadar o peynirden bulunduðunu görüp yakînen tasdik ediyoruz. Fakat bu hadise-i bereketin ifþasýndan sonra, evvelce görünmeyen dibi, görünmeye baþladý, noksaniyetini gösterdi. Evet, bereket hususunda þâyân-ý hayret bir hâdisedir. Hem, yarým kilo tereyaðý, ekser günlerde fazlaca sarfolunduðu halde, elli güne yakýn devamiyle anladýk ki, þüphesiz bir bereket içine girmiþ. Hem yine ayný Ramazan Bayramýnda Üstadýn rýzasý olmadýðý halde Tahsin ve ben, yani Emin, bir kilo kadar ince þeker getirmiþtik. Ekser yoðurt ve süt ve tatlý kabaða vesair þeylere bazan yirmi - otuz dirhemden fazla kattýklarý halde, beþ ay devam etti. Halen o þekerden yüz dirhem kadar kalmasý, elbette bereket sebebiyledir. Hem bu havalideki þâkirdler, herkes, cüz'î - küllî hissetmiþ ve itiraf ediyorlar ki: Risalet-ün-Nura çalýþtýðýmýz zaman, hem rýzkýmýzda bereket ve suhulet, hem kalbimizde bir inþirah ve ferah, zâhiren hissediyoruz. Ezcümle: Ben kendim, yâni Emin, itiraf ediyorum ki: Risalet-ün-Nur dairesine girmezden evvel bütün sene çalýþýrdým. Ne vakit Risalet-ün-Nur dairesine girdim, beþ senedenberi üç-dört ay kadar çalýþtýðým halde, evvelkinden daha müferrah ve daha mes'ut bir halde yaþamaklýðým, yüzde yüz Risalet-ün-Nurun hizmetinin bereketiyle olduðunda hiç þüphem yoktur (Hâþiye). Hem, ezcümle Üstadýmýz diyor ki: "Benim de kanaat-ý kat'iyyem çok tecrübelerle gelmiþ ki, ben Risalet-ün-Nurun tashihatiyle meþgul olduðum (Hâþiye): Evet, bütün kuvvetimle tasdik ediyorum ki, Emin kardeþimiz memleketimize geldiði zaman mütemadiyen fa'al bir surette her ay çalýþýyordu. Þimdi ise, Risalet-ün-Nurun dairesine girdikten sonra, üç-dört aydan fazla çalýþtýðýný görmüyoruz. Feyzi --- sh:»(ST:40) --------------------------------------------------------------------------------------------- zaman, pek zâhir bir tarzda hem rýzkýmda bereket, hem suhulet görüyordum. Ne vakit çalýþmazsam, o hali göremiyordum." Hem üstadýmýz diyor ve biz de tasdik ediyoruz ki: "Ben son zamanda anladým: Þimdiye kadar hem ben, hem dostlarým, bir hakikatýn suretini baþka þekilde görmüþüz. Þöyle ki: Hapishanede bir tek ekmek, sekiz ve bâzan on gün bana kâfi geldiði gibi, burada da aynen o tarzda yaþýyordum. Hem ben, hem kardeþlerim, bunu benim az yemek ve iþtahsýzlýðýma veriyorduk. Halbuki çok emarelerle kat'iyyen anladýk ki; o acib hal, bereket neticeleri imiþ. Birkaç def'a sekiz günde bana kâfi gelen bir ekmeði, ayný iþtiha ile çalýþmadýðýmdan berekete mazhar olmadýðým zaman iki günde, bâzan bir buçuk günde bitiriyordum. Demek bu onaltý ve onyedi senedenberi benim mükemmel ta'yinatým, Risalet-ün-Nurun hizmetinden gelen bir bereket idi. Evet, bize de aynelyakîn derecesinde kanaat gelmiþ ki; bu kesretli hâdisât-ý bereket, Kur'an-ý Mu'ciz-ül-Beyanýn i'câz-ý mânevisinin bir þuâýdýr. Mânen der: "Ey Kur'an þakirdleri! Sizi vazife-i mukaddesenizden ekseriyetle geri býrakan, maiþet telâþesidir. O ise, Kur'anýn feyziyle bereket nev'inden sizlere veriliyor, vazifenize bakýnýz." ¬•«I²6«²!ö«t¬7Y,«*ö¬}«8²IE¬"«:ö¬v«P²2«²!ö«t¬W²,¬!ö¬±s«E¬"ö«±vZ«±V7«! «w[¬8´!ö«w[¬8´!ö«w[¬8´!ö¬•«Ÿ²,¬²!ö¬v«7@«2ö|¬4ö¬•@«9«²!ö«w²[«"ö¬•!«:ÅG7@¬"ö¬‡Y±X7!ö¬^«7@«,¬*ö¬h²L«X¬"ö¬–´!²IT²7!ö«^«8²G¬'ö_«X«7²I¬±K« Hem hâdisât-ý bereketin ayný zamanýnda Risalet-ün-Nurun bir kerameti olarak bir þâkirdinin binler lira kýymetinde hanesinin, ona pek yakýn dehþetli bir yangýndan fevkal-me'mul bir surette Risalet-ün-Nurun bereketiyle kurtulmasý ve Risalet-ün-Nurun tercümanýna âhiret cihetinde çok alâkadarlýk gösteren bir haným, o dehþetli yangýnda hanesinin üçüncü katýnda bulunan elmas ve mücevherat ve altunlarýný kurtarmak için koþup çýktýðý vakit ateþ her tarafýný sarmýþ, elmas ve mücevheratýný kurtaramadýðý gibi kendi nefsini de bütün bütün tehlike-i kat'iyyede gördüðü vakitte Risale-in-Nur tercümaný, o ateþten talebesinin hanesini kurtarmasýný þiddetli dua ederken o bîçâre haným hâtýrýna gelmiþ, "Acaba o yangýnda o âhiret hemþirem bulunmasýn?" diye ona da Risalet-ün-Nuru þefaatçý edip --- sh:»(ST:41) --------------------------------------------------------------------------------------------- dua etmiþ. "Yâ Rabbî, ona merhamet eyle!" niyaz etmiþ. Ayný zamanda o haným, pencereyi kýrmýþ, kendini iki kat yüksekliðinde avluya atmýþ, fevkalâde bir surette ne incinmiþ, ne de bir yeri kýrýlmýþ. Hem, bakýr ve demiri eriten o dehþetli ve þiddetli yangýndan bütün konak yandýktan sonra bütün mücevheratýný ve altununu, hiçbiri zâyi olmayarak bir un onu muhafaza etmiþ, bulmuþ, almýþ. Risalet-ün-Nurun bereketinden hem canýný, hem malýný kurtarmýþ. Hem mezkûr hâdisâtýn ayný zamanýnda vuku bulmasý münasebetiyle Risalet-ün-Nurun kerametkârâne iki tokadýný yiyen ayný anda vazifece ehemmiyetli iki mütecaviz ve muacciz iki adamýn tecavüz ve ta'ciz ânýnda birisinin kafasýna, diðerinin ciðerine vurmasý (Hâþiye) bizde hiçbir þüphe býrakmadý ki, hizmet-i Kur'aniyyedeki inayet-i Rabbaniyyenin bir hýfz ve himayet sillesidir, "Artýk durunuz, yeter! Tokada müstehak oldunuz!" diye mânen söylemesidir. Risalet-ün-Nur Þâkirdlerinden Emin ve Feyzi * * * MEHMED FEYZÝ'NÝN YEDÝÐÝ ÞEFKAT TOKADIDIR. Evet, üstadým bana "Mu'cizat-ý Ahmediyeyi kardeþim Husrev tarzýnda yaz" diyordu. Ben yâni Feyzi, bir parça tenbellik ettim. Birden yirmisekizlilerle askere istenildim. Yine üstadým dedi: "Git, Mu'cizat-ý Ahmediyeyi (A.S.M.) yaz. Seni þimdi vermiyeceðim." Sonra baþladým. O emir bir hafta geri kaldý. Tekrar bir ârýza ile nasýlsa Mu'cizat-ý Ahmediyenin (A.S.M.) yazýlmasý noksanlaþtý. Tekrar askere çaðrýldým. Üstadým: "Git, yaz" dedi. Ben gidip kemal-i ciddiyet ve sadakatle Mu'cizat-ý Ahmediyeyi (A.S.M.) yazmaða baþladým. Fevkal-me'mul ikinci def'a emir geri kaldý. Tekrar bir ma'zerete binaen Mu'cizat-ý Ahmediyeyi (A.S.M.) yazamadým. Üstadým dedi : "Mâdem Mu'cizat-ý Ahmediyeyi (A.S.M.) yazmakta tekâsül ettin, þimdi senin vazifen, Risalet-ün-Nur hesabýna askerliktedir." Birden emir gelip, bir þefkat tokadý yiyip vazifeme gönderildim. Cenâb-ý Hakka þükürler olsun, mümkin olduðu kadar Risalet-ün-Nura çalýþtým ve çalýþtýrýldým. Üstadým bize söylediði gibi, altý-yedi ay sonra terhis edilip sevgili Üstadýma, Risalet-ün-Nurun kudsî vazifesine kavuþtum. Ýnþâallah bu kabahatim afvolmuþtur. Hem Risalet-ün-Nurda, hem hizmet-i Kur'aniyyede (Hâþiye): Evet o mütecavizlerden birisi dehalet etti, ölümden kurtuldu. Diðeri bir sene azab çekti, hem öldü. --- sh:»(ST:42) --------------------------------------------------------------------------------------------- bizleri sebkat eden Husrev, Rüþdü, Hâfýz Ali, Hulûsi, Sabri gibi hâlis Kur'an þâkirdlerini ve kýymetdar kardeþlerimi þefaatçi ederek o kusurumun afvýný bütün ruhumla Kur'andan ve üstadýmdan rica ediyorum. Ben itiraf ediyorum ki, tenbelliðimin cezasý olarak fevkal-me'mul bir þefkat tokadý yedim. Risale-i Nur'un tenbel bir þâkirdi, fakat elmas kalemli kardeþlerinin gayret ve faaliyetiyle iftihar eden Mehmed Feyzi * * * RÝSALE-Ý NUR ÞÂKÝRDLERÝNDEN MEHMED FEYZÝ VE EMSALÝNE HÝTABEN BEYAN EDÝLEN BÝR HAKÝKATTIR. Kardeþim Feyzi, mâdem sen Isparta Vilâyetindeki kahramanlara benzemek istiyorsun, tam onlar gibi olmalýsýn. Eskiþehir Hapishanesinde Allah rahmet etsin, mühim bir þeyh-i mürþid ve câzibedar bir Nakþî evliyasýndan bir zat, dört ay mütemadiyen Risalet-ün-Nurun elli-altmýþ þâkirdleri içinde ve celbkârâne onlarýn içlerinde sohbet ettiði halde, yalnýz birtek þâkirdi muvakkaten kendine çekebildi. Mütebâkisi, o câzibedar þeyhe karþý müstaðni kaldýlar. Risalet-ün-Nurun yüksek kýymetdar hizmet-i îmaniyesi, onlara kâfi olarak kanaat veriyordu. O þâkirdlerin gayet keskin kalb basîreti, þöyle bir hakikatý anlamýþ ki: Risalet-ün-Nur'a hizmet eden, îmanýný kurtarýyor. Tarîkat ve þeyhlik ise, velâyet mertebeleri kazandýrýyor. Bir adamýn îmanýný kurtarmak, on mü'mini velâyet derecesine çýkarmaktan daha mühim ve daha sevaplýdýr. Çünki îman, saadet-i ebediyeyi kazandýrdýðý için, bir mü'mine küre-i arz kadar bir saltanat-ý bâkýyeyi te'min eder. Velâyet ise, mü'minin Cennetini geniþlettirir, parlattýrýr. Bir adamý sultan yapmak, on neferi paþa yapmaktan ne kadar yüksek ise; bir adamýn îmanýný kurtarmak, on adamý velî yapmaktan daha sevaptýr. Ýþte bu dakik sýrrý senin Ispartalý kardeþlerin bir kýsmýnýn akýllarý görmese de umumunun keskin kalbleri görmüþ ki; benim gibi bîçâre, günahkâr bir adamýn arkadaþlýðýný, evliyalara, -belki eðer olsaydý müçtehidlere- dahi tercih ettiler. Bu hakikata binaen, bu þehre bir kutub, bir Gavs-ý A'zam gelse, dese: "Seni on günde velâyet derecesine çýkaracaðým." Sen, Risale-i Nur'u býrakýp onun yanýna gitsen, Isparta kahramanlarýna arkadaþ olamazsýn. --- sh:»(ST:43) --------------------------------------------------------------------------------------------- Lillâhilhamd, bu zamanda Sünnet-i Seniyye dairesinde kemâl-i îmaný kazanan Risale-i Nur þâkirdleri, evliyalarýn, mürþidlerin nazar-ý dikkatini celbedecek vaziyeti aldýðýndan, her zamanda bulunan hakikî mürþidler, her halde bu zamanda Risalet-ün-Nur þâkirdlerine müþteri olurlar. Birisini elde etseler, yirmi mürid kadar kýymet verirler. Hem zevkli ve cazibedar velâyet tereþþuhatý karþýsýnda Risalet-ün-Nurun hizmetindeki meþakkat, mücahede, külfet bulunduðundan, Feyziye hitaben beyan edilen bu hakikat kaleme alýndý. Said Nursî *** HUSREV'ÝN BÝR FIKRASIDIR Aziz Üstadým! Yüksek ve ciddî irþadlarýnýzla adým atmaðý en büyük bir maksad bilen talebeleriniz, son zamanlarda þâyân-ý þükran bir vaziyete girdiler. Hulûsi-i sâni, beþ-on arkadaþiyle; Hâfýz Ali, civarýndaki yirmi-yirmibeþ arkadaþiyle; mübârekler, otuz-otuzbeþ refikleriyle ve bilhassa Hacý Hafýz Köyünde Ahmedler ve Mehmedlerin çok hâlis gayretleriyle umumiyet itibariyle hem hiç mübalâðasýz bin kalemle, belki daha fazla; en geride kalan Ispartada ise kahraman Rüþdünün ve risaleleri kendine tamamen yazan Mehmed Zühdünün ve Küçük Ali'nin ve Osman Nuri gibi fa'al talebelerin gayret ve himmetleriyle otuz ile kýrk arasýnda, hattâ bir cihette mümtaziyet kazanan Mehmed Zühdünün Küçük Hâfýz Ali gibi hem Risalet-ün-Nuru yazarak, hem kendi evinde yüz elli kadar çocuðu serbest olarak üç aydanberi okutmasiyle ve civarýnda diðer köylerde bulunan onbeþ yirmiþer arkadaþlariyle talebeleriniz, Kur'ânî hizmetlerinde gayretli bir surette çalýþmaktadýrlar. Mübâreklerin yazdýklarý gibi, dört köyde dört ay zarfýnda elifba okumayan kýrk-elli adam, Risalet-ün-Nuru mükemmel yazmaða muvaffak olmalarý harika bir keramet-i Risalet-ün-Nur olduðuna kanaatýmýz geldi. Risale-i Nur þâkirdlerinden Husrev *** --- sh:»(ST:44) --------------------------------------------------------------------------------------------- HULÛSÝ BEYÝN BÝR FIKRASIDIR Aziz Üstadým! Ondokuzuncu Mektub'u bir mecliste ve bir cuma gecesi okumak niyetiyle üzerime almýþtým. Þiddetli yaðmurlu bir gece idi. O mecliste okumak üzere elimi cebime koydum, o mübârek eser yerinde olmadýðýný hayretle gördüm. Eseri koyduðum ceb yýrtýk ve delik olmadýðý gibi, ben de baþka hiçbir yerde durmadýðýma göre bu hale hayret etmemek kabil mi? O geceyi uykusuz geçirdim, müteessir oldum. Hazret-i Gavs'dan bu mübârek eseri istedim. Lillâhilhamd, ertesi günü, bu eseri dinlemekle namaza baþlamýþ olan bir muallim vasýtasiyle bulundu. Þakýr þakýr yaðmur altýnda ve çamur içinde bu mübarek eser bulunsa bile artýk okunmayacak derece olacaðýný tahmin edersiniz deðil mi? Þâyân-ý hayret ve cây-ý dikkat ve medâr-ý ibrettir ki, en ufak bir leke bile olmamýþtýr. Hâfýz-ý Hakikî, o mübârek eseri, ona mânen ve cidden baðlý olanlar gibi muhafaza buyurmuþ. Hafîz ve Alîm ve Hakîm isimlerinin zâhir bir tecellisi böylece lemean etmiþ oldu. Hulûsi * * * Mahrem olan sýrr-ý "Ýnnâ A'taynâ"da cifr ile istihracým, aynen "Münâzarat Risalesi" nde "Bir nur çýkacak, göreceðiz" diye gaybî müjdelerdeki gibi ilhâmî ve hak bir hakikatý fikrimle tatbikatýmda bir kusur vardý. O kusur, beni bir zaman düþündürüyordu. "Münâzarat" ve "Sünuhat" gibi risalelerdeki müjde-i Nuriyeyi, Risale-i Nur halletti. Daire-i siyasiye yerine, yüksek bir daire-i Nuriye ile o kusuru izale ettiði gibi, mahrem sýrr-ý Ýnnâ A'taynâ'da, "Oniki, onüç sene sonra Ýslâmiyete darbe vuranlarýn baþlarýna öyle müdhiþ bir patlayýþ olacak ki, kýyamete kadar unutulmayacak" meâlindeki istihrac-ý cifrî çok geniþ bir dairede olduðu halde, nur sýrrýnýn aksine olarak dar bir dairede ve hususî bir hükûmette tatbik etmek suretiyle fikrim o geniþ daireyi ihâta edemeyerek o hakikatýn suretini deðiþtirmiþ. Halbuki o istihracýn gösterdiði ayný tarihte, o rejimin müessisi ve baþý dünyadan göçtü, darbesini yedi. Ve ayný senede perde altýnda, bilinmeyen ve küre-i arzýn ekserisini ve nev'-i beþerin kýsm-ý âzamýný istibdadý --- sh:»(ST:45) --------------------------------------------------------------------------------------------- altýna alan bir müdhiþ cereyanýn düðümü ve düðmesi ve mânen baþý ve en müdhiþ olan o göçüp giden adam tokat yediði ayný zamanda, daha sene tamam olmadan o müdhiþ cereyanýn bütün baþlarý ve tarafdarlarý öyle semavî ve müdhiþ tokatlara ve þiddetli fýrtýnalý musibetlere tutulmaya baþladýlar ki, kýyamete kadar azabýný çekecekler ve çekiyorlar; ve edyan-ý semaviye ve Ýslâmiyete ettikleri cinayetlerin cezasýný çok geniþ bir dairede gördüler ve görüyorlar. Mimsiz medeniyetin bu istifrað ve kusmasý ile dünyayý mülevves ettikleri için, ayný istihracýn gösterdiði tarihte o medeniyetin baþýna öyle semavî tokat indi ki, en karanlýk vahþetten daha aþaðý indirdi. Elhâsýl: Sýrr-ý Ýnnâ A'taynâ'da, çok geniþ bir daireyi, dar bir dairede tatbik edilmiþ. Nur müjdesi ise, dar ve mânevî fakat yüksek bir daireyi, geniþ ve maddî bir daire suretinde tasvir edilmiþ. Cenâb-ý Hakka yüz bin þükür ediyorum ki, bu iki kusurumu ¯€@«X«,«&ö²v¬Z¬#@«±¬[«,öyÁV7!öı¬G«A Said Nursî *** HUSREV'ÝN BÝR FIKRASIDIR Çok Kýymetdar ve Çok Sevgili Üstadým Efendim! Hazret-i Ýsa Aleyhisselam'la Deccal hakkýndaki Ehâdîs-i müteþabiheden bir Hadîsin üç cihetle hakikî te'vilini beyan ve izah eden Mehmed Feyzi ve Emin kardeþlerimizin mübarek fýkralarýný Sabri kardeþim göndermiþ, bu gün aldým, okudum. Bu Hadîs-i Þerîfin meâline ve hakikî te'villerine o kadar muhtaç imiþim ki; kýzgýn kum sahralarýnda senelerden beri susamýþlara âb-ý hayat uzatýr gibi ruh ve kalbim bir taze hayat buldu, derinden derine nefes aldým, bütün letâiflerim sürurla doldu, zâhirî cesedimden mânevî kalbime kadar sirayet etti. Sevgili Üstâdýmýz, talebelerini; ve Kastamonulu kardeþlerimiz de bizleri lütuflariyle doyurduklarýndan, Cenâb-ý Hakka hadsiz þükrettim. Baþta sevgili Üstadým, Risalet-ün-Nurun kerâmetine ve bu fýkranýn feyzine bakan üç ikram ile karþýlaþtýk. --- sh:»(ST:46) --------------------------------------------------------------------------------------------- Birincisi: Mektubunu birlikte takdim ettiðim Sabri kardeþimiz, bu âli fýkra eline vâsýl olacaðý anda, bir diðer kardeþine hâdisattan bahsederken bu fýkranýn münderecatýný anlatmasý... Ýkincisi: Bu hakir talebeniz Husrev de, bu fýkranýn vüsulünden bir gün evvel Re'fet Beyle konuþurken demiþtim. "Aziz Re'fet! Biz, Hazret-i Ýsa Aleyhisselâmýn nüzûlüne intizar ediyoruz. Bu peygamber-i âlîþân, din lehinde hareket eden cereyanýn baþlarýna nüzul etse gerektir; ve o millet de müslüman olacaktýr. Sevgili üstadýmýzýn son mektublarýndan böyle anlýyorum. Bu hususta ümidim kuvvetlidir. Ýnþâallah öyle de olacaktýr" demiþtim. Üçüncüsü: Atabeyli kardeþlerimin sevgili üstadýma yazdýklarý mektub ki, onu da bu akþam aldým, okudum, çok acib gördüm. O kardeþlerim de Osman-ý Halidînin bahsettiði müceddid-i din ve o þerefe Cenâb-ý Hakkýn nâil ettiði zâtý da sevgili Üstadýmýz olan Risalet-ün-Nur olduðundan bahsediyorlar. O mektubu da birlikte takdim ettim. Evet muhterem üstadým, bu günlerde Risalet-ün-Nurun, fevkalâde faaliyeti içinde çok kerâmetlerini müþahede ediyoruz. Hattâ þöyle diyebilirim ki: Herbir talebeniz, baþlý baþýna, birer birer, belki de kerratla böyle ikrama ve böyle in'âma mazhardýrlar. Milâslý Mehmed Efendi, "Bir karyede bin kalemle Nura sarýlan kardeþlerimizin köyündeki faaliyeti biraz mübalâðalý görmüþler. Ben onun tahkiki için geldim" dedi. Risalet-ün-Nurun bir kerameti idi ki, bu köyün kýymetli, fa'al bir talebesi Marangoz Ahmed yanýmda idi. Ben dedim: Vâkýa ben bu köye gitmedim, kardeþlerimden soruyorum, onlar da diyordu: "Kadýn-erkek, çoluk-çocuk, Risalet-ün-Nuru yazan bin kalem vardýr." Sonra Marangoz Ahmed dedi ki: "Bizim köyümüz, üçyüz elli hanedir. Ýki hoca, bir hacý, üç adamdan baþka bütün evlerimize Risalet-ün-Nur girmiþtir. Kadýnlara, kýz çocuklarýna varýncaya kadar yazýyorlar. Hattâ ümmîlerden -kýrk yaþýndan yukarý- yazý yazan on kadar kardeþimiz vardýr" cevabýnda bulundu. Milâslý Mehmed Efendi bu faaliyete hayran oldu. Talebeniz Husrev * * * --- sh:»(ST:47) --------------------------------------------------------------------------------------------- RÝSALE-Ý NURUN BEÞ TALEBESÝNÝN BÝR FIKRASIDIR. Isparta'nýn saf menâbi-i ilmiyesinden bir zat ki, Tarîkat-ý Aliyye-i Nakþiyye rüesâsýndan ve binikiyüz doksaniki veya bin ikiyüz doksan üç arasýnda dâr-ý bekaya teþrif buyuran Beþkazalýzade Osman-ý Hâlidî Hazretleri, meslek-i ilmiye ve ameliyesiyle alâkadarane keþfiyat ve hâdisatýný bir hüccet-i katýa gibi vârislerine vasiyet ve mahz-ý tebþiratlarýný þöylece tevarüs eylemiþtir. Hatta Üstad-ý muhteremimizin tevellüdüne tam isabetli olarak tarih-i mezkûrda "Ýmâný kurtaran bir müceddid çýkacak, o da bu sene tevellüd etmiþ " demiþ. Bundan baþka dört evlâdýndan birisinin o zat ile müþerref ve mülâkî olacaðýný ilâve etmiþtir. Bu beyanat-ý hakikiye þöylece cereyan etmiþtir: Bin üçyüz yirmiyedi rûmî senesi Atabeyde sünnet ve hýfz cem'iyetlerinden birinde müþarün'ileyh Osman-ý Hâlidî Hazretlerinin evlâdlarýndan sonuncusu Ahmed Efendi merhumdan, "Müceddid müceddid diyorsunuz, nerede ve kimdir?" Ýrad olunan suale cevaben: "Evet, þimdi mevcuddur ve hem otuz beþ yaþlarýndadýr." demiþtir. Sâniyen: Isparta'nýn Yenice Mahallesinden ve kardeþlerimizden Nuri tarafýndan merhum mumaileyh Ahmed Efendiden "Pederiniz, benim evlâdýmdan birisi o müceddidle mükâleme ve musafahada olacaktýr, demiþ, nasýldýr?" diye sorulmuþ. Cevaben Ahmed Efendi merhumun "Evet doðrudur. Ben onunla görüþtüm" cevabýnda bulunmasý, iþbu keþfiyat ve beyanata medar olmuþtur. Müþarünileyh Osman-ý Hâlidî Hazretlerinin müstesna tesbihat ve tahmidatýnýn biri |«Q«, _«8 Ŭ! ¬–@«K²9¬Ÿ²¬7 «j²[«7 ²–«! «— âyet-i kerîmesinin fazl u tevfikýna sýðýnarak Isparta'nýn cenubunda, daðda Sidre nam mevkide erbaîn eyyâm-ý mübarekesini tes'id ve hasr-ý tesbihata niyetle kýrk günlük iaþeye tahsis ettiði ki, herbir gün için elli dirhem mikdarýnda bir bezdirme ekmeðinden kýrk tane olan bir tahsisatý bir-iki günde yer ve kýrk günde daha yemek yemeden o mevki-i mahsusada imrar-ý evkat ve tesbihatta bulunurlar. Ýkmalinde, geri avdetlerinde mübarek dudaklarý birbirine yapýþýr, býçakla tekrar açarlar. Biraz ileride þu asr-ý hâzýrýn uðradýðý --- sh:»(ST:48) --------------------------------------------------------------------------------------------- ve uðrayacaðý kaviyyen me'mul ve melhuz olan sefahet ve atalete raðmen düstur-u þüyuhatýný tahdit ve ancak anâsýr-ý mecrûha cerrahýný unutmayýp ve ihmal dahi etmiyerek þehadet-i kat'iyyesini gösterip sahife-i hayatýný bin ikiyüz doksanikide imzalamýþtýr. Van'da te'sisine baþlanan Medrese-i Zehra'nýn te'hiri, "Doktor hastaya elzemdir" fehvasiyle, ondokuz bin altun tahsisat ve arkasýnda Sultan Reþad, dahaberide ikiyüz meb'usdan yüzaltmýþ küsurun inzimam-ý re'yi yüzelli bin banknot kabûl ettikleri halde, maddeten mevki-i fiile îsal edilememiþ. Herhalde Hakîm-i Mutlak, Kadîr-i Mutlak, daha ahsen suretini dilemiþ ki, o Sultan-ý Ezelînin lûtfiyle, maddiyata minnet etmeden, Hâzâ min fazlý rabbî, Elhamdülillâh, Isparta'da Risale-i Nurun te'lifine menba' olmasý ve mânevî Medreset-üz-Zehra hükmüne geçmesi, pâyansýz kusurlarýmýzýn belki de setrine inþâallah vesile olmasýný Cenâb-ý Erhamürrâhimînden dileyerek, iþbu destgâh-ý mânevîyi tahkîmen Osman-ý Hâlidînin kýymetdar ve mânidar sâdýk ve meþhur ihbaratýnýn hedef ve masruf-u lehi günden daha âþikâr bir halde zuhur etmiþtir. Þu mütevâli vekâyi-i müsbete biz âciz hizmetçilere vazife-i aslîmizde ayrýca nazar-ý dikkati celbettiðine muttali olduktan sonra, bin hamd ü sena ile huzur-u Üstada birer birer vücud-u mânevîmizle arz-ý endam eder ve mübarek ellerini öperiz. Ayný gayeye yardýma koþan ve ayný destgâhýn alâkadarlarý olan Küçük Husrev ve Feyzi, Nazif, Emin, Tahsin, Tevfik, Hilmi gibi kardeþlerimize arzederiz. Risale-i Nur Þâkirdlerinden Hasan, Osman, Tâhirî, Abdullah, Hulûsi-i Sâni Sabri * * * Aziz Kardeþlerim! Bu günlerde, Tefsir'in ve Onuncu Söz'ün tevafukatýna baktým. Kendi kendime dedim ki: "Bu ziyade tafsilât israfdýr; ehemmiyetli mes'eleler çoktur, vakit zâyi olmasýn." Birden ihtar edildi ki: "O tevafuk altýnda çok ehemmiyetli mes'eleler vardýr. Hem mâdem tevafukta bir inayet-i hâssa ve bir iltifat-ý Rahmânî Risalet-ün-Nura karþý tezahür etmiþ; o iltifata karþý hüsn-ü þükran ve memnuniyet ve müteþekkirane sevinç ne kadar ifratkârane de olsa, --- sh:»(ST:49) --------------------------------------------------------------------------------------------- israf olamaz." Bu ihtar mücmelini iki cihetle izah edeceðim. Birincisi: Her þeyde, -ne kadar cüz'î olsa da- bir kasd ve iradenin cilvesi bulunmasýdýr. (Tesadüf hakikî olarak bulunmamasýdýr.) Evet, kesretin en daðýnýk ve en ziyade tesadüfe verilen, kelimattaki hurufatýn vaziyetleridir. Hususan kitabette madem hiç münasebeti olmayan ve ihtiyar-ý beþer karýþmayan hurufatýn vaziyetlerinde bir tenasüb, bir nizam bulunuyor; elbette bir irade-i gaybî tahtýnda vaziyetler veriliyor. Hiçbir þey, daire-i ilim ve kudretinden hariç olmadýðý gibi, daire-i irade ve meþîetten dahi hariç deðildir ki, böyle cüz'i ve daðýnýk þeylerde dahi bir tenasüb gözetiliyor ve tanzim ediliyor. Ve o tanzim içinde irade-i âmme cilvesinden inayet-i hâssa suretinde Risalet-ün-Nura bir imtiyaz nev'inden hususî bir teveccüh görülmüþ. Ben bu derin mes'eleyi tam görmek için "Ýþârât-ül-Ý'caz"ýn tevafukatýna dikkat ettim ve kat'î bir kanaat ile o sýrrý bildim ve hissettim. Ýkincisi: Nasýlki çok mübarek ve kudsî büyük bir zat, gayet fakir ve muhtaç bir adama ümid edilmediði bir tarzda iltifatkârâne bir kabda bâzý kâðýtlara sarýlý bir hediye ihsan etse, elbette o bîçâre adam, o pek büyük zâta karþý hediyesinin binler mislinden fazla teþekkür etmek ister. Ve bin o hediye kadar kýymetli bulunan o hediye ile gösterilen iltifata karþý ne kadar teþekkürde israf ve ifrat da etse, makbûldür. Ve o çok mübarek zâtýn hediyesine sardýðý kâðýtlarý da teberrük deyip þeker gibi yese, hattâ o hediye içindeki cevizlerin kabuklarýný da teberrük deyip ekmek gibi yese, baþýna koysa, israf olmadýðý gibi, Risalet-ün-Nur yüzünde irade-i âmmede inayet-i hâssa iltifatý, tevafuk zarfiyle ihsan edilmiþ. Elbette tevafuka dair tafsilat, tasvirat fiilî teþekküratýn bir nev'idir, ve sevincin ve minnetdarlýðýn heyecanlý bir tereþþuhatýdýr. Evet, böyle bir zâtýn iltifatýný gösteren maddî kýrk para ihsanýna karþý, kýrk bin liraya deðer iltifatýna karþý ne kadar teþekkür eylese, israf deðil. Said Nursî *** Aziz Sýddýk Kardeþlerim! Sizin fevkalâde sadakat ve ulûvv-i himmetinizden tereþþuh eden bir hafta evvelki mektubunuza karþý hüsn-ü zannýnýzý bir derece --- sh:»(ST:50) --------------------------------------------------------------------------------------------- cerh eden benim cevabýmýn hikmeti þudur ki: Bu zamanda öyle fevkalâde hâkim cereyanlar var ki, herþey'i kendi hesabýna aldýðý için, faraza hakikî beklenilen o zat dahi bu zamanda gelse, harekâtýný o cereyanlara kaptýrmamak için siyaset âlemindeki vaziyetten feragat edecek ve hedefini deðiþtirecek, diye tahmin ediyorum. Hem üç mes'ele var: Biri hayat, biri þeriat, biri îmandýr. Hakikat noktasýnda en mühimmi ve en âzamý, îman mes'elesidir. Fakat þimdi umumun nazarýnda ve hâl-i âlem ilcaatýnda en mühim mes'ele, hayat ve þeriat göründüðünden, o zat þimdi olsa da, üç mes'eleyi birden umum rûy-i zeminde vaziyetlerini deðiþtirmek nev'-i beþerdeki câri olan âdetullaha muvafýk gelmediðinden, herhalde en a'zam mes'eleyi esas yapýp, öteki mes'eleleri esas yapmýyacak, tâ ki, îman hizmeti, safvetini umumun nazarýnda bozmasýn ve avamýn çabuk iðfal olunabilen akýllarýnda o hizmet baþka maksadlara âlet olmadýðý tahakkuk etsin. Hem de, yirmi senedenberi tahribkâr eþedd-i zulüm altýnda o derece ahlâk bozulmuþ, o derece metanet ve sadakat kaybolmuþ ki; ondan, belki yirmiden birisine îtimad edilmez. Bu acib hâlâta karþý çok fevkalâde sebat ve metanet ve hamiyet-i Ýslâmiye lâzýmdýr. Yoksa akim kalýr, zarar verir. Demek en hâlis ve en selâmetli ve en mühim ve en muvaffakýyyetli hizmet, Risalet-ün-Nur þâkirdlerinin çalýþtýklarý daire içindeki kudsî hizmettir. Her ne ise, þimdilik bu mes'eleye bu kadar yeter. Said Nursî * * * HÜSREV'ÝN MEKTUBUNDAN BÝR FIKRADIR Evet üstadým, gözümüzle görüyoruz ki: Ehl-i tarîkat, bid'alara dayanamamýþlar; hem girmiþler, içinden çýkamýyorlar, hem salikleri ondan bir ikiye inmiþ. Hem onlar da îtiraf ediyorlar ki: Zevklerinden cezbedici güzelliklerinden ellerinde çok þeyleri kalmamýþ. Cenab-ý Hakkýn sýrf bir ihsaný olarak Risalet-ün Nur'un parlak, nuranî nâsiyesini müþahede ediyoruz ki, in'ikâs eden lemeat-ý nûriyesi, --- sh:»(ST:51) --------------------------------------------------------------------------------------------- bütün ihtiyacýmýza kâfi ve vâfi geliyor, herkesi hayrette býrakýyor. Hem, ehl-i bid'ayý serfürû' ettiriyor. Öylelerin lisanlarýndan, nedamet ve teessüfü ifade eden "Bilmemiþiz!" kelimeleri dökülüyor. Muhitimizde, Risalet-ün-Nura karþý câzibedar ve çok âlî hakikatlarýndan baþka ehl-i bid'a lisanlarý susmuþ; güya karanlýklý girdablara sokulmuþlar, konuþuyorlar. Konuþsalar da tesirleri kalmamýþtýr. Câzibedar ve i'cazkâr lisaniyle ancak Risalet-ün-Nur konuþuyor. Bid'a ve dalâlet zulmetlerine karþý ancak onun talebeleri, kuvvet-i îmanla çelikten bir kal'a gibi duruyorlar. Hem öyle fevkalâde fütuhat yapýyor ve öyle hârikulâde bir surette emir ve nehy-i Kur'ânîyi temessük ettiriyor ki, pek çok müþahedatýmýzdan yalnýz birisini bin kalemli kardeþimiz söylüyorlar ki... Sükût. Hüsrev *** KÂTÝB OSMAN'IN RÜ'YASINA AÝT BÝR FIKRASIDIR. Þâbân-ý Þerifin onbeþinci cumartesi Leyle-i Berat gecesi rü'yamda; büyük berrak, küçük bir deniz olan bir göl sahilinde Ýngiliz veyahud Almanla, biz yâni Türk hükûmeti harbediyormuþ. Harb esnasýnda semadan bir karaltý zuhur etmeðe baþladý. "Acaba bu semadan inen nedir?" diye hepimizin nazar-ý dikkatini celbetti. Yakýnlaþtýkça bir insan ve sonra üzeri ihramlý, yüzü bir parça esmer, baþý beyaz ve büyük tülbend ile sarýlý bir kadýn þeklini alarak, gölün ortasýnda hemen ineceði zaman derhal oraya bir mermerden minber yapýlarak minberin üzerine indi. Sonra, zât-ý âlinizden gelen umum mektublarý okumaða baþladý. Her iki tarafta sükûnet hasýl oldu. Okuduðu mektublarý herkes can kulaðýyle dinledi. Sonra nihayetinde "Evet, Hazret-i Kur'an-ý Azîmüþþanýn ahkâm-ý þer'iyesince amel ederseniz, yakayý kurtarýrsýnýz. Eðer Kur'ân-ý Azimüþþân'ýn ahkâm-ý þer'iyyesine riayet etmezseniz hepiniz mahv u periþan olacaksýnýz" diye söyledi. Sonra evime geldim. Bizim Re'fet Beyle Rüþdü Efendi bizim eve geldiler, bendenize dediler: "Bu sýrrý sen mi ifþa ettin? Bu mektuplar minber üzerinde okundu?" Bendeniz de cevaben: "Hayýr kardeþlerim, bu sýrrý siz anlamadýnýz mý? Bu gelen zat, semadan geliyor, bu mektuplarý --- sh:»(ST:52) --------------------------------------------------------------------------------------------- oradan getiriyor. Ben kim oluyorum ki o havadisi oraya çýkarayým?" diye onlara söyledim. Sonra bunlara bir hediye ikram edeyim diye bakdým, evimizin deliðinde dört top helva gördüm. Birisini birine, diðerini öbürüne ve iki tanesini de kendim yedim. Aðzým tatlý olarak uyandým. Ýnþâallah Leyle-i Berat hürmetine ve duanýz bereketiyle hakkýmýzda mübarektir, lûtfen tâbirini beklemekteyiz. Talebeniz Kâtib Osman * * * KARADAÐIN BÝR MEYVESÝ Aziz Kardeþlerim! Bu def'a mektup yerinde bu meyveyi gönderiyoruz. Bir âyetin mâna-yý iþârîsinin külliyetinden bir ferdi, hürriyetten bu âna kadardýr... Teþrin-i sâni otuzuncu gün 1358 de Karadað baþýna çýkýyordum. "Ýnsanlarýn, hususan müslümanlarýn bu teselsül eden helâketleri ve hasâretleri ne vakitten baþladý, ne vakte kadar..." hâtýra geldi. Birden her müþkülümü halleden Kur'an-ý Mu'ciz-ül-Beyan, Sûre-i ¬h²M«Q²7!ö«:ö yi karþýma çýkardý. "Bak" dedi, baktým; her asra hitab ettiði gibi, bu asrýmýza da daha ziyade bakan ¯h²,'ö]¬S«7ö«–@«,²9¬²!öÅ–¬!ö¬h²M«Q²7!ö«:ö âyetindeki ¯h²,'ö]¬S«7ö«–@«,²9¬²!öÅ–¬!ömakam-ý cifrîsi bin üçyüz yirmi dört edip hürriyet inkýlâbiyle baþlayan tebeddül-ü saltanat ve Balkan ve Ýtalya harbleri ve Birinci Harb-i Umumî maðlûbiyetleri ve muahedeleri ve þeâir-i Ýslâmiyenin sarsýlmalarý ve bu memleketin zelzeleleri ve yangýnlarý ve Ýkinci Harb-i Umumînin zemin yüzünde fýrtýnalarý gibi semavî ve arzî musibetlerle hasâret-i insaniye ile ¯h²,'ö]¬S«7ö«–@«,²9¬²!öÅ–¬! âyetinin bu asra --- sh:»(ST:53) --------------------------------------------------------------------------------------------- dahi bir hakikatý, maddeten ayný tarihiyle gösterip bir lem'a-i i'cazýný gösteriyor. ¬€@«E¬7@ÅM7!ö!xV¬W«2ö«:ö!xX«8³~ö«w Evet, âlem-i Ýslâm bu asrýn hasâreti olan bu dehþetli ikinci harb-i umumîden kurtulmasýnýn sebebi Kur'andan gelen iman ve a'mâl-i sâliha olduðu gibi, fakirlere gelen acý açlýk ve kahtýn sebebi orucun tatlý açlýðýný çekmedikleri ve zenginlere gelen hasârât ve zâyiatýn sebebi de zekât yerinde ihtikâr etmeleridir. Ve Anadolunun bir meydan-ý harb olmamasýnýn sebebi !xX«8³~ö«w * * * --- sh:»(ST:54) --------------------------------------------------------------------------------------------- Sûre-i h²M«Q²7!ö«:öýn Dað Meyvesi Nâmýnda Nüktesine Bir Hâþiyedir. ¬€@«E¬7@ÅM7«!ödeki €, âhirdeki "ta"lar ekseriyetçe vakfa rast gelmesiyle cifirce ; sayýlabilir. Bu noktada Ŭ! beraberdir, bu zamanýmýzý gösterir (1358). Ve telaffuzca ;öokunmadýðýndan € kalabilir. Bu noktadan, þeddeler sayýlmazsa ve Ŭ! beraber deðil, ikiyüz küsur zamana kadar îman ve amel-i sâlihle beraber bir taife-i azîme hasâret-i azîmeye karþý mücahedeye devam edeceðine iþaret edip Fâtihanýn âhirinde ²v¬Z²[«V«2ö«a²W«Q²9«!ö«w ¬˜¬h²8«@¬"öyÁV7!ö«]¬#²@« birinci cümle binbeþyüz makamiyle âhir zamanda bir taife-i mücahidenin son zamanlarýna ve ikinci cümle, bin beþyüz altý makamýyla gâlibane mücahedenin tarihine ve üçüncü cümle bin beþyüz kýrkbeþ makamiyle pek az bir farkla hem fatihanýn, hem ¬h²M«Q²7!ö«: suresinin ikinci cümlesinin gaybî iþaretlerine iþaret edip tevafuk eder. Demek bu Hadîs-i Þerîfin üç cümlesinden herbirisi bin beþyüz tarihine ve mücahedenin ne kadar devam edeceðine dair iþaretlerine aynen bu ¬€@«E¬7@ÅM7!ö!xV¬W«2«:ö!xX«8³~ö«w --- sh:»(ST:55) --------------------------------------------------------------------------------------------- BÝRDENBÝRE KALBE GELEN BÝR NÜKTE-Ý Ý'CAZÝYEDÝR Kur'ana ait en cüz'i en küçük bir nükte de kýymeti büyük olduðundan, Ýþârât-ý Kur'aniyenin bu zamanýmýza tevafuk eden küçük bir þuâý, bugün sûre-i ¬h²M«Q²7!ö«: nükte-i i'câziyesi münasebetiyle Sûre-i Filden, mânâ-yý iþârî tabakasýndan tevafuk düsturuna istinaden bir nüktesini beyan etmem ihtar edildi. Þöyle ki: Sûre-i ««r²[«6ö«I«#ö²v«7«! meþhur ve tarihî bir hâdise-i cüz'iyyeyi beyan ile gelen ve her asýrda efradý bulunan o gibi ve ona benziyen hâdiseleri ihtar ve tabakat-ý iþariyeden herbir tabakaya göre bir mânayý ifade etmek umum asýrlarda umum nev-i beþerle konuþan Kur'an-ý Mu'ciz-ül-Beyanýn belâgatýnýn muktezasý olmasýndan, bu kudsî sûre bu asrýmýza da bakýyor, ders veriyor, fenalarý tokatlýyor. Mânâ-yý iþarî tabakasýnda bu asrýn en büyük hâdisesini haber vermekle beraber dünyayý her cihetle dine tercih etmek ve dalâletde gitmenin cezasý olarak cifir ve hesab-ý ebced ile üç cümlesi ayný hâdisenin zamanýna tetabuk edip iþaret ediyor. Birinci Cümlesi: Kâbe-i Muazzama'ya hücum eden Ebrehe askerlerinin baþlarýna ebâbil tayyareleriyle semavî bombalar yaðdýrmasýný ifade eden ¯?«*@«D¬E¬"ö²v¬Z[¬8²h«# cümle-i kudsiyesi bin üçyüz ellidokuz edip, dünyayý dine tercih eden ve nev'-i beþeri yoldan çýkaran medeniyetçilerin baþlarýna semavî bombalar ve taþlar yaðdýrmasýna tevafukla iþaret ediyor. Ýkinci Cümlesi: ¯u[¬V²N«#ö]¬4ö²v;«G²[«6ö²u«Q²D« --- sh:»(ST:56) --------------------------------------------------------------------------------------------- ve idlâllerine semavî bombalar tokadiyle cezalanmasýna, ayný tarihi ¯u[¬V²N«#ö]¬4 kelime-i kudsiyesi bin üçyüz altmýþ makam-ý cifrisiyle tevafuk edip iþaret ediyor. Üçüncüsü: ¬u[¬S²7!ö¬Æ@«E².«@¬"ö«tÇ"«*ö«u«Q«4ö«r²[«6ö«h«#ö²v«7«!öcümle-i kudsiyesi Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâma hitaben : "Senin mübarek vatanýn ve kýblegâhýn olan Mekke-i Mükerremeyi ve Kâbe-i Muazzamayý hârikulâde bir surette düþmanlardan kurtarmasýný ve o düþmanlarý nasýl bir tokad yediklerini görmüyor musun?" diye mânâ-yý sarihiyle ifade ettiði gibi, bu asra dahi hitab eden o cümle-i kudsiye, mânâ-yý iþârîsiyle der ki : "Senin dinin ve Ýslâmiyetin ve Kur'ânýn ve ehl-i hak ve hakikatýn cebbar düþmanlarý olan dünya-perest ve dünyanýn menfaati için mukaddesatý çiðneyen o ashab-ý dünyaya senin Rabbin nasýl tokatlarla cezalarýný verdiðini görmüyor musun? Gör, bak!" diye mânâ-yý iþârîsiyle, bu cümle aynen makam-ý cifrîsiyle tam bin üçyüz ellidokuz tarihiyle aynen âfât-ý semaviye nevinde semavî tokatlarla Ýslâmiyete ihanet cezasý olarak, diye mânâ-yý iþârî ifade ediyor. Yalnýz "Ashab-il Fil" yerinde "Ashab-id Dünya" gelir. "Fil" kalkar, "Dünya" gelir. (Hâþiye) (Hâþiye): Bu "fil" lâfzý kalkmasýnýn sýrrý, eski zamanda dehþetli Fil-i Mahmudî azametine, heybetine dayanmýþ, hücum etmiþler. Þimdi ise, dünya servetine ve malýna ve o servetle havada ve denizde filolar teþkil edip o fil gibi filolarla nev'-i beþeri esaret altýna almýþ ve Avrupa medeniyetcileri, medeniyetin mehâsiniyle, iyilikleriyle menfaatleriyle deðil, belki medeniyetin seyyiatiyle ve sefahetiyle ve dinsizliðiyle üçyüz elli milyon müslümanlarýn her tarafda hâkimiyetlerini imha edip istibdadýna serfüru' etmiþ ve bu musibet-i semaviyeye sebebiyet vermiþ. Ve dünyaperest gaddar zalimlere zulümlerine ceza olarak tokatlar gelmeðe ve fakir ve mâsumlar ve mazlumlara, fâni mallarýný ve hayatlarýný âhiretlerine çevirmek ve kýymetdar eylemek ve dünyadaki günahlarýna keffaret-üz-zünûb etmeðe Kader-i Ýlâhiye fetva verdiler. Þimdi yedi senedir, dünya-perestlerin bu musibette vaziyetlerini ve safahatlarýný ve harb-i umumî sahifelerini kat'iyyen bilemiyorum. Fakat iki sene evvelki vaziyetleri, bu sûre-i kudsiyenin mânâ-yý iþârî tabakasýndan gelen tokatlar, tamý tamýna onlarýn baþlarýna iniyorlar ve sûrenin bir mânâ-yý iþârîsini tam tefsir ediyor. --- sh:»(ST:57) --------------------------------------------------------------------------------------------- Tahlil: ¯?«*@«D¬E¬"ö²v¬Z[¬8²h«#ö: Ýki €ösekizyüz. Ýki *ödörtyüz. Ýki • , bir Æ , bir ƒ , bir ›öyüz. Tenvin vakf olmadýðýndan –ödur, elli. Bir ; , bir ‚ , bir (medde Elif) dokuz. Mecmuu, bin üçyüz ellidokuz (1359). ¯u[¬V²N«#ö]¬4 : Œ sekizyüz. ¿ seksen. € dörtyüz. Ýki ›öyirmi. Ýki Ä altmýþ. Tenvin vakfa rast gelmiþ, sayýlmaz. Yekûnü, bin üçyüz altmýþ (1360). ¬u[¬S²7!ö¬Æ@«E².«@¬"ö«tÇ"«*ö«u«Q«4ö«r²[«6ö«h«#ö²v«7«! : Ýki "re" , bir "te" sekizyüz. Ýki "fe" , iki ¾öikiyüz. Ýki Ä , bir •öyüz. Bir ö, bir ‹öyüzaltmýþ. Dört Æöüç elif, bir › , bir ƒ yirmidokuz. ¬u[¬S²7!öyerine gelen @«[²9ÇG7!ödaki iki (ö, bir elif dokuz. Bir –öelli. Bir › on. Bir elif, bir. Bu yekûn, bin üçyüz ellidokuz (1359), eðer okunmayan elif sayýlmazsa bin üçyüz ellisekiz (1358) eder. Hem arabî, hem rumi tarihiyle bu semavî tokatlarýn ayrý ayrý çeþitlerinin zamanlarýna tevafuk ile parmak basýyor. (Hâþiye) * * * KÜÇÜK HUSREV FEYZÝ'NÝN BÝR ÝSTÝHRACIDIR Otuzüçüncü âyetten Hâfýz Ali'nin istihracýnýn bir zeyli ve lâhikasýdýr. ¬v[¬&ÅI7!ö¬w´W²&ÅI7!ö¬yÁV7!ö¬v²K¬"ö Sûre-i Zümerde ¬y±¬"«*ö²w¬8ö¯*x9ö]«V«2ö«xZ«4ö¬•«Ÿ²,¬Ÿ²7¬ö˜«*²G«.öyÁV7!ö«ƒ«h«-ö²w«W«4«! âyet-i azîmenin mânâ-yý sarîhinden baþka bir mânâ-yý iþârî tabakasýnýn külliyetinde dahil bir ferdi Risale-i Nur ve tercümaný olduðuna kuvvetli bir delil buldum. «xZ«4ö¬•«Ÿ²,¬Ÿ²7¬ö˜«*²G«.öyÁV7!ö«ƒ«h«-ö²w«W«4«! cümlesi, (Hâþiye): Evet, bu tokattan, pürþer beþer, þirkten þükre girmezse ve Kur'ana tarziye vermezse, melâike elleriyle de ahcâr-ý semaviyye baþlarýna yaðacaðýný, bu sûre bir mâna-yý iþâriyle tehdit ediyor. Kardeþiniz Said Nursî --- sh:»(ST:58) --------------------------------------------------------------------------------------------- hesab-ý cifri ve ebcedî ve riyazî ile, bin üçyüz yirmidokuz veya sekiz eder. Demek ²w«8 külliyetinde ve «xZ«4 iþaretinde dahil ve medar-ý nazar bir ferdi, inþirah-ý sadr nuriyle baþka bir hâlete girip eski sýkýntýdan kurtulup nuranî bir mesleðe giren bir þahýs, eski ve yeni harb-i umumînin gelmeye hazýrlanmalarý olan o dehþetli tarihe ve o ferdin vaziyetine remzen bakar. ¬y±¬"«*ö²w¬8ö¯*x9ö]«V«2ö«xZ«4 deki ¬y±¬"«*ö²w¬8ö¯*x9 kelimesi, Risale-i Nur ismine ve mânasýna hem cifri, hem sureti, hem mânasý tevafuk ettiði gibi, «xZ«4ö¬•«Ÿ²,¬Ÿ²7¬ö˜«*²G«.öyÁV7!ö«ƒ«h«-ö²w«W«4«! cümlesinin de makam-ý cifrîsi gösterdiði tarihde Risale-i Nur tercümaný olan Üstadýmýn (Hâþiye) tahkikatýmla aynen vaziyetine tevafuk ediyor. Çünki, o zamanda harb-i umumînin mebde'lerinde üstadým, eski âdetini ve sair ulûm-u felsefeyi ve ulûm-u âliye y«[¬7³! ve âliyeyi y«[¬7@«2 býrakýp tam bir inþirah-ý sadýrla Risale-i Nurun fatihasý ve birinci mertebesi olan "Ýþârât-ül-Ý'caz Tefsiri"ne baþlýyor. Bütün himmetini, efkârýný, Kur'ana sarfetmeðe baþladýðýna tevafuku kavi bir emaredir ki, bu asýrda o küllî mânâ-yý iþârîde medar-ý nazar bir ferdi, Risale-i Nurun tercümaný ve þâkirdlerinin þahs-ý mânevîsini temsil eden mümessilidir. Evet, mâdem Kur'an-ý Mu'ciz-ül-Beyan, her asýrda her ferde hitab eder, ve bir ilm-i muhit ve bir irade-i þâmile ile herþey'e bakabilir; ve mâdem ulema-i Ýslâmýn ittifakýyle âyetlerin mânâ-yý sarîhinden baþka iþarî ve remzî ve zýmnî müteaddit tabakalarda mânâlarý vardýr ve mâdem !xX«8³~ö«w (Hâþiye): Bu þerh-i sadýrla münasebetdar bir tevafukdur. Üstadýmdan anladým, yirmibeþ senedir daima ve en mühim duasý ¬•«Ÿ²,¬²!ö«:ö¬–@«W --- sh:»(ST:59) --------------------------------------------------------------------------------------------- ve dehþetlidir ve Kur'an ve Hadîs, ihbar-ý gaybî ile ehl-i îmaný onun fitnesinden sakýnmak için þiddetli haber vermiþ; ve mâdem hesab-ý cifrî ve ebcedî ve riyazî eskidenberi saðlam bir düsturdur ve kuvvetli bir emare olabilir; ve mâdem Risale-i Nur ve tercümaný ve þâkirdleri, îman ve Kur'an hizmetinde parlak ve tesirli vazifeleri gayet ehemmiyet kesbetmiþtir; ve mâdem bu büyük âyet, hesab-ý cifirle bu asýrda ve iki harb-i umumiye bakar, eski harbin patlamasýna ve Risale-i Nurun zuhuruna tevafuk ettiðini, mânen de gösterir; elbette mezkûr hakikatlara ve kuvvetli karinelere binaen, bilâtereddüd hükmederiz ki: Risale-i Nurun þahs-ý mânevisi ve tercümaný, bu âyet-i azîmenin mânâ-yý iþârî tabakasýnýn külliyetinde dahil ve medar-ý nazar bir ferdidir, ve bu âyet ona iþaret eder ve mânâ-yý remziyle ondan haber verir ve ihbar-ý gayb nev'inden bir lem'a-i i'caziyeyi gösterir, denilebilir. Tahlil: Bir Š iki * yediyüz. Äö–ö•ö¿ ikiyüz. !ö;ö(ö‹öyüz. •ö‰öyüz. Ýsm-i Celal yÁV7«! altmýþyedi. Ýki Äöaltmýþ. «xZ«4ödoksanbir. ¬•«Ÿ²,¬Ÿ²¬7ödaki iki veya üç elif, iki veya üç. ƒösekiz. ¬y±¬"«*ö²w¬8ö¯*x9ö, "Risale-i Nur" Her ikisinde *x9övar. "Risale" de *ö, ¬y±¬"«*ö'deki *'ya mukabildir. Eðer ¯*x9ödeki tenvin sayýlsa, *xÇX7!öda dahi þeddeli –ösayýlýr, yine ittihad ederler. ¯*x9öden baþka y"ö²w¬8ödoksanyedi ederek, Risale-i Nur'da kalan ‰öÄö;öiki Elif dahi doksanyedi ederek, tam tevafuk eder. Türkçe telaffuzda Risale-i Nur hemze ile okunmasý zarar vermez. Sure-i Maide'nin ondördüncü âyeti yÁV7!ö¬y¬"ö›¬G²Z« Sure-i Nisa'nýn âhirinde --- sh:»(ST:60) --------------------------------------------------------------------------------------------- @®X[¬A8ö!®*x9ö²vU²[«7¬!ö@«X²7«i²9«!«:ö²vU±¬"«*ö²w¬8ö½–@«;²h"ö²v6«š@«%ö²G«5ö‰@ÅX7!ö@«ZÇ âyeti gibi, Risale-i Nur mana ve cifir cihetiyle, mana-yý iþarî efradýndan olduðuna kuvvetli bir karine buldum. Ýkinci âyet olan Sûre-i Nisâ'nýn âyeti, Birinci Þuâ olan "Ýþârât-ý Kur'âniye"de Üstadým iþaretini beyan etmiþ. Birinci âyet olan Sûre-i Mâide'nin onbeþinci âyeti, hem bunun iþaretini te'yid ediyor, hem de yÁV7!ö«ƒ«h«-ö²w«W«4«!öâyetinin iþaretini tasdik ediyor. Evet, bu asýrda mânâ-yý iþârî tabakasýndan tam þu âyetin kudsî mefhumuna bir ferd Risale-i Nur olduðuna kim insaf ile baksa tasdik edecek; Risale-i Nur bir ferdi olduðuna mânevi münasebet kavidir. Mâdem bu âyetin makam-ý cifrîsi bin üçyüz altmýþaltýdýr, eðer meddeler, okunmayan hemzeler sayýlmazsa altmýþikidir; ve mâdem Risale-i Nur, Kur'an-ý Mübîn nurunu ve hidayetini neþreden bir kitab-ý mübîndir; ve mâdem zâhiren ondan daha ileri o vazifeyi aðýr þerait altýnda yapanlarý görmüyoruz; ve mâdem âyetler sair kelâmlar gibi cüz'i bir mânâya münhasýr olamaz; ve mâdem delâlet-i zýmnî ve iþârî ile kaideten mefhum-u kelâmda dahil oluyor; ve mâdem Necmeddin-i Kübrâ ve Muhyiddin-i Arab gibi çok ehl-i velâyet, mânâ-yý zâhirîden baþka, bâtýnî ve iþârî mânalar ile ekser âyâtý tefsir etmiþler, hattâ tefsirlerinde Mûsa (A.S.) ve Fir'avndan murad, kalb ve nefisdir dedikleri halde, ümmet onlara iliþmemiþ, büyük ulemadan çoklarý onlarý tasdik etmiþler; elbette âyetin delâlet-i zýmnî ile Risale-i Nura kuvvetli karinelerle iþareti kat'îdir, þüphe edilmemek gerektir. Tahlil: ²v6«š@«%ö²G«5 yüz altmýþdokuz, ¬yÁV7!ö«w¬8öyüz elliyedi. °*x9 tenvin ile beraber üçyüz altý, ve °w[¬A8ö°Æ@«B¬6ö«: altýyüz otuzbir yÁV7!ö¬y¬"ö›¬G²Z« --- sh:»(ST:61) --------------------------------------------------------------------------------------------- °w[¬A8 deki tenvinde vakfedilse bin üçyüz onaltýdýr ki, hem Risale-i Nurun mukaddematýna, hem tenvin ile tekemmülüne ve Birinci Þuâ'da beyan edildiði gibi çok âyâtýn ehemmiyetle gösterdikleri ayný meþhur tarihe tevafuk eder. * * * y«9@«E²A,ö¬y¬W²,@¬" Ben, senin içtihadýnda hatâ var diyenlere ve isbat edenlere teþekkür edip ruh u canla minnetdarým. Fakat, þimdiye kadar o içtihadýmý tamamiyle kanaatla tam tasdik edenler, binler ehl-i îman ve onlardan çoklarý ehl-i ilim tasdik ettikleri ve ben de dehþetli bir zamanda kudsî bir teselliye muhtaç olduðum bir hengâmda sýrf ehl-i îmanýn îmanýný Risale-i Nur ile muhafaza niyet-i hâlisasiyle ve Necmeddin-i Kübrâ, Muhyiddin-i Arab gibi binler ehl-i iþârât gibi cifrî ve riyazî hesabiyle beyan edilen bir müjde-i iþariye-i Kur'aniyeyi kendine gelen bir kanaat-ý tâmme ile, hem mahrem tutulmak þartiyle beyan ettiðim ve o içtihadýmda en muannid dinsizlere de isbat etmeðe hazýrým, dediðim halde beni gýybet etmek, dünyada buna hangi mezheble fetva verilebilir, hangi fetvayý buluyorlar?! Ben herþeyden vazgeçerim, fakat adalet-i Ýlâhiyyenin huzurunda bu dehþetli gýybete karþý hakkýmý helâl etmem! Titresin!.. Bütün sâdâtýn ceddi olan Fahr-ý Âlem Aleyhissalâtü Vesselâmýn Sünnet-i Seniyyesini muhafaza için hayatýný ve herþey'ini fedâ eden bir mazlûmun þekvasý, elbette cevabsýz kalmayacak! Ýllâ bir þart ile helâl edebilirim ki: Bu Ramazan-ý Þerifte bana ve hâlis kardeþlerime verdiði endiþe ve telâþý, hak-perestlik damariyle, büyüklere lâyýk ulûvv-u cenabla, enaniyet-i taassubkârânesini hakikata ve insafa feda edip tâmire çalýþmasýdýr; müþfik ve munsýf bir hoca tavriyle, kusurumuz varsa bize lütufkârâne ihtar ve îkazdýr. Cenâb-ý Hak, Settâr-ül-Uyûbdur, hasenat seyyiata mukabil gelse, afveder. Ýman hizmetinde yüzbinler insanýn îmanýný tahkikî yapmak hasenesine karþý benim gibi bir bîçârenin hüsn-ü niyetle kuvvetli emarelerle inayet-i Ýlâhiyyeden tasavvur ettiði bir --- sh:»(ST:62) --------------------------------------------------------------------------------------------- müjde-i Kur'aniyenin tefehhümünde bir yanlýþ, belki yüz yanlýþ varsa da, o hasenata karþý gelemez, setr-i uyûb perdesini yýrtamaz!... Her ne ise. Bu mes'ele yalnýz þahsýma taallûk etseydi, ben cidden nefs-i emmaremi tam kýrmak için ona minnettar olurdum. Mesleðimiz, bu zamanda hakka hizmet, bütün bütün terk-i enaniyetle olabileceðini kat'î kanaatýmýz olduðu gibi, yirmi senedir nefs-i emmarem ister istemez o mesleðe itâate mecbur olmuþ. Risale-i Nur ve mukaddematlarý, buna bir hüccet-i katýadýr. Fakat garaz ve inad ve bir nevi taassub-u meslekiyeyi ihsas eden ve esrar-ý mestûreyi iþaa suretinde gelen îtiraz ve ayýblara karþý Eski Said (R.A.) lisaniyle derim: Ýþte meydan! En müteassýb ulemadan ve en büyük velîden tut, tâ en dinsiz feylesoflara ve müdakkik hükemalara, Risale-i Nurdaki dâvalarý isbat etmeðe hazýrým ve hem de isbat etmiþim ki, benim mahvýma ve îdamýma mütemadiyen çalýþan zýndýk feylesoflar ve mülhidler, o dâvalarý cerhedemiyorlar ve edememiþler! Hem bütün hayatýmda delilsiz dâvalarý zikretmediðim, sizin gibi eski ve yeni arkadaþlarým biliyorlar. Bâhusus, Kur'an-ý Mu'ciz-ül-Beyandan aldýðým bir kuvvetle Avrupa feylesoflarýna Risale-i Nur meydan okur. Risale-i Nur bu zamanda medar-ý nazar bir hâdise-i Kur'aniye olduðundan, bir iki iþaret deðil, belki benimle beraber Risale-i Nur þâkirdleri tarafýndan istihraç edilen beþ risalede yazýlan iþaretler, bir cihette bine yaklaþýyor. Bin incecik saçlar dahi toplansa kuvvetli bir ip olduðu gibi, sarahata yakýn bir delâlet oluyor. Vahdet-i mes'ele cihetiyle o iþaretler birbirine kuvvet verir. Bâzý iþârâtý zaif görmekle onu inkâr etmek, insafa, hakperestliðe muvafýk olamaz. Ýnkâr eden mâzur olamaz. Hususan, lüzumsuz ve zararlý ve müfritane bir gýybet olsa, bu zamanda ehl-i ilim ortasýnda ehl-i hakikatý aðlattýracak bir hâdise-i elîmedir. * * * --- sh:»(ST:63) --------------------------------------------------------------------------------------------- y«9@«E²A,ö¬y¬W²,@¬" Kardeþlerim! Kur'an'ýn bir tek âyetinin bir tek iþareti ihbar-ý gayb nev'inden bir lem'a-i i'caziyeyi tevafuk suretiyle gösterdiðini manevî bir ihtar ile gördüm. @®B²[«8ö¬y[¬'«!ö«v²E«7ö«u6²@« Onsekiz sene (þimdi yirmiden geçti) müddetinde Sünnet-i Seniyyeyi muhafaza için baþýna þapka koymadýðýndan ve onsekiz senedir haps-i münferid hükmünde ihtilâttan men ve yalnýz bir odada hayatýný geçirmeðe mecbur edilen ve hususî ibadetgâhýnda Ezan-ý Muhammedi (A.S.M.) okuyup "Allahu Ekber" dediðinden ve "Lâilâhe illâllah" hakikatýný güneþ gibi gösterdiðinden yüz arkadaþiyle taht-ý tevkife alýnan bir adam, yüzer emare ve karinelere istinaden inayet-i Ýlâhiyyeden geldiðinden kat'î bir kanaatý ile iþârât-ý Kur'aniyeden bir müjdeyi hem kendine, hem musibetzede arkadaþlarýna teselli niyetiyle beyan ettiði için gýybet ve fena tâbiratla teþhir etmek ve onun dersleriyle îmanlarýný kurtaran mâsum þâkirdlerini ondan tenfir edip þüpheler vermek, güya ortalýkta medar-ý inkâr birþey yok ve hiçbir münkeratý ve cinayeti görmüyor gibi yalnýz o bîçârenin mevhum bir hatâsýný sekiz senede seksen müdakkiklerin nazarýnda saklanan ve sathî ve inadî nazarýna göre bir içtihadî yanlýþýný görüyor zanniyle zemmetmek, elbette bu asýrda, bu memlekette, Kur'an-ý Mu'ciz-ül-Beyanýn kasden iþaretine medar olabilir azîm bir hâdisedir. Bence Kur'anýn nasýlki her sûre ve bâzan bir âyet ve bâzan bir kelime bir mu'cize olur; öyle de: Bu âyetin tek bir iþareti, ihbar-ý gayb nev'inden bir lem'a-i i'câziyedir. Bu âyetin bu iþâreti, bu asýrda Risale-i Nur þâkirdlerinin hakkýndaki gýybete baktýðýna üç emare var: Birincisi: "Birinci Þuâ" olan "Ýþârât-ý Kur'aniye" Risalesinde Risale-i Nura ve tercümanýna iþaret eden beþinci âyet --- sh:»(ST:64) --------------------------------------------------------------------------------------------- olan ¬‰@ÅX7!ö]¬4ö¬y¬"ö|¬L²W« gayet kuvvetli karinelerle @®B²[«8ökelime-i kudsiyesi, cifir ve ebced hesabiyle ve üç cihet-i mânasýyle Said-ün Nursî'ye tevafuk etmesidir. Ýkinci Emare: ²v6G«&«!öÇ`¬E Üçüncü Emare: O muhterem ihtiyar zâtý unutmak, belki þahsýma karþý tezyifatýný ihtiyarlýðýna ve çok cihetlerle mabeynimizdeki uhuvvete hürmeten helâl etmeðe karar verdiðim ve biz hizmetkâr olduðumuz Kur'ana havale edip býraktýðým hengâmda, birden ihtiyarým haricinde beþ vecihle zemmi zemmeden, mu'cizane gýybetten altý cihetle zecreden @®B²[«8ö¬y[¬'«!ö«v²E«7ö«u6²@« Tahlil: € dörtyüz, „ altýyüz = bin. ›ö›ö•ö•öyüz, ¾ö¾öÄöÄöyüz, üçüncü •ö›ö–öyüz, (öÆöƒöƒöƒ otuz, dördüncü ›öon, beþ ;öbir elif ile beraber on, âhirdeki tenvin vakfen elif olduðu için, yekûnu bin üçyüz ellibir. (Hâþiye) @®B²[«8öaslý yâ-yý müþeddede olduðundan, "bin üçyüz altmýþ bir" eder. Said Nursî (Hâþiye): Bu âyet, bizi þiddetle gýybetten men'ettiðinden, bu hâdiseyi unutmalýyýz, medar-ý gýybet etmemeliyiz. Ýnþâallah, daha tekerrür etmeyecek. --- sh:»(ST:65) --------------------------------------------------------------------------------------------- ¬˜¬G²W«E¬"öd±¬A«K Bu âciz kardeþiniz, hem o itiraz eden o eski dost zâta, hem ehl-i dikkate ve sizlere beyan ediyorum ki: Kur'an-ý Mu'ciz-ül-Beyanýn feyziyle yeni Said (R.A.) hakaik-ý îmaniyeye dair o derece mantýkca ve hakikatca bürhanlar zikrediyor ki; deðil müslüman ulemasý, belki en muannid Avrupa feylesoflarýný da teslime mecbur ediyor ve etmektedir. Amma Risale-i Nurun kýymet ve ehemmiyetine iþarî ve remzî bir tarzda "Hazret-i Ali" (R.A.) ve "Gavs-ý A'zam"ýn (R.A.) ihbaratý nev'inden Kur'an-ý Mu'ciz-ül-Beyan dahi bu zamanda bir mu'cize-i mâneviyesi olan Risale-i Nura nazar-ý dikkati celbetmesine "Mâna-yý iþârî" tabakasýndan rumuz ve îmalarý, i'cazýnýn þe'nindendir ve o lisan-ý gaybýn belâgat-ý mu'cizekâranesinin muktezasýdýr. Evet, Eskiþehir Hapishanesinde dehþetli bir zamanda ve kudsî bir teselliye pek çok muhtaç olduðumuz hengâmda, mânevî bir ihtarla: "Risale-i Nurun makbûliyetine eski evliyalardan þahid getiriyorsun. Halbuki ¯w[¬A8ö¯Æ@«B¬6ö]¬4öŬ!ö¯j¬"@« Ve o risalede biz demiyoruz ki: "Âyetin mâna-yý sarîhi budur." Tâ hocalar "fîhinazarun" desin. Hem dememiþiz ki: "Mâna-yý iþârînin külliyeti budur." Belki diyoruz ki: Mânâ-yý sarîhinin tahtýnda --- sh:»(ST:66) --------------------------------------------------------------------------------------------- müteaddit tabakalar var. Bir tabakasý da, mânâ-yý iþârî ve remzîdir. Ve o mâna-yý iþârî de bir küllîdir, her asýrda cüz'iyatlarý var. Ve Risale-i Nur dahi, bu asýrda o mânâ-yý iþârî tabakasýnýn külliyetinde bir ferddir. Ve o ferdin kasden bir medar-ý nazar olduðuna ve ehemmiyetli bir vazife göreceðine eskidenberi ulema beyninde bir düstur-u cifrî ve riyazî ile karineler, belki hüccetler gösterilmiþ iken, Kur'anýn âyetine veya sarahatine, deðil incitmek, belki i'caz ve belâðatýna hizmet ediyor. Bu nevi iþârât-ý gaybiyeye itiraz edilmez. Ehl-i hakikatýn nihayetsiz iþârât-ý Kur'aniyeden had ve hesaba gelmiyen istihraçlarýný inkâr edemiyen bunu da inkâr etmemeli ve edemez. Amma benim gibi ehemmiyetsiz bir adamýn elinde böyle ehemmiyetli bir eserin zuhur etmesini istiðrab ve istib'ad edip böyle itiraz eden zat, eðer buðday tanesi kadar çam çekirdeðinden dað gibi çam aðacýný halkeylemek azamet ve kudret-i Ýlâhiyyeye delil olduðunu düþünse, elbette bizim gibi acz-i mutlak ve fakr-ý mutlakda, böyle ihtiyac-ý þedid zamanýnda böyle bir eserin zuhuru, vüs'at-i rahmet-i Ýlâhiyyeye delildir, demeye mecbur olur. Ben, sizi ve mu'terizleri Risale-i Nurun þeref ve haysiyetiyle te'min ediyorum ki, bu iþaretler ve evliyanýn îmalý haberleri, remizleri, beni daima þükre ve hamde ve kusurlarýmdan istiðfare sevketmiþ. Hiçbir vakitte hiçbir dakika nefs-i emmareme medar-ý fahr ve gurur olacak bir enaniyet ve benlik vermediðini, size, bu yirmi sene hayatýmýn gözünüz önünde tereþþuhatiyle isbat ediyorum. Evet, bu hakikatla beraber insan; kusurdan, nisyandan hâli deðil. Benim, bilmediðim çok kusurlarým var. Belki de fikrim karýþmýþ, risalelerde bâzý hatâlar olmuþ. Fakat Kur'anýn hurufat-ý kudsiyesinin yerine beþerin tercümesini ikame perdesi altýnda, noksan huruflarla, yeni hat altýnda tahrifkârane ehl-i dalâletin te'vilât-ý fâsideleri, âyâtýn sarahatini incitmelerine bakmýyor gibi, bîçâre mazlum bir adamýn, kardeþlerinin îmanýný kuvvetlendirmek için bir nükte-i i'caziyeyi beyan ettiði için hizmet-i îmaniyesine fütur verecek derecede itiraz, elbette, deðil ehl-i hakikat zatlar, belki zerre mikdar insafý bulunan, itiraz edemez. Bunu da ilâveten beyan ediyorum: Bu zamanda, gayet kuvvetli ve hakikatlý milyonlarla fedakârlarý bulunan meþrebler, meslekler, --- sh:»(ST:67) --------------------------------------------------------------------------------------------- tarikatlar; bu dehþetli dalâlet hücumuna karþý zâhiren maðlûbiyete düþtükleri halde, benim gibi yarým ümmî ve kimsesiz ve mütemadiyen tarassut altýnda, karakol karþýsýnda ve müdhiþ müteaddid cihetlerle aleyhimde propagandalar ve herkesi benden tenfir etmek vaziyetinde bulunan bir adam, o mesleklerden daha ileri, daha kuvvetli dayanan Risale-i Nura sahib deðildir; ve o eser, onun hüneri olamaz, onunla iftihar edemez. Belki, doðrudan doðruya Kur'ân-ý Hakîmin bu zamanda bir nevi mu'cize-i mâneviyesi olarak, rahmet-i Ýlâhiyye tarafýndan ihsan edilmiþtir. O adam, binler arkadaþiyle beraber, o hediye-i Kur'aniyeye el atmýþlar. Her nasýlsa, birinci tercümanlýk vazifesi, ona düþmüþ. Onun fikri ve ilmi ve zekâsýnýn eseri olmadýðýna delil, Risale-i Nurda öyle parçalar var ki; bâzýsý altý saatte, bâzý iki saatte, bâzý bir saatte, bâzý on dakikada yazýlan risaleler var. Ben, yemin ile te'min ediyorum ki; Eski Said'in (R.A.) (Haþiyecik) kuvve-i hâfýzasý da beraber olmak þartiyle, o on dakika iþi, on saatte fikrim ile yapamýyorum; o bir saatlik risaleyi, iki gün istidadýmla, zihnimle yapamýyorum; ve o bir günde altý saatlik risale olan "Otuzuncu Söz"ü ne ben ve ne de en müdakkik, dindar feylesoflar, altý günde o tahkikatý yapamazlar ve hâkezâ... Demek biz, müflis olduðumuz halde, gayet zengin bir mücevherat dükkânýnýn dellâlý ve bir hizmetcisi olmuþuz. Cenâb-ý Hak, fazl ve keremiyle þu hizmette hâlisane, muhlisane bizi ve umum Risale-i Nur talebelerini daim ve muvaffak eylesin, âmin, bihürmeti Seyyid-il-Mürselin... Said Nursî *** ¬˜¬G²W«E¬"öd±¬A«, y#@«6«h«"ö«:ö¬yÁV7!ö^«W²&«*ö«:ö²vU²[«V«2ö•«ŸÅ,7«! Çok Aziz, Çok Sýddýk ve Sâdýk Kardeþlerim ve Risale-i Nur Cihetinde Emin ve Hâlis Vârislerim! (Hâþiyecik): Bâzý müstensihler bu bîçâre Said hakkýnda (R.A.) kelimesini bir dua niyetiyle yazmýþlar. Ben bozmak istedim, hatýra geldi ki: Allah razý olsun mânasýnda bir duadýr, iliþme; ben de bozmadým. --- sh:»(ST:68) --------------------------------------------------------------------------------------------- Çok mânidar ve kuvvetli bir tevafuk ve þâkirdlerin sadakatlerine delil, bir zâhir keramet-i Nuriyeyi beyan etmeme bir ihtar aldým. Þöyle ki: Ben, vasiyetnamemi yazdýðým ayný zamanda gizli münafýklar benim îtimad ettiðim hizmetçilerimi zâbýta tarafýndan yanýma gelmekten men'ettikleri ayný vakitte fýrsat bulup tanýmadýðým birisiyle sâbýk dokuz def'adan daha te'sirli bir zehiri bana yutturdular. Hem ayný zamanda Tunuslu ve âlim kardeþlerimizden ve buraya kadar geçen sene beni görmek için gelip görüþmeden giden hoca Haþmet, Yozgat'dan buraya yazýyor ki: "Said vefat etmiþ. Risale-i Nurun yüzotuz risalesi muhafaza edilsin, tâ ki ileride tab'edeceðiz." Hem ayný zamanda Halil lbrahimin, vefatým hakkýnda bir hazin mersiye hükmündeki parlak mektubu, þâkirdleri aðlattýrdý. Hem bu zamana pek çok yakýn Husrev'in kendi âdetine muhalif, benim vefatýma dair bir iki mektubunda iki üç gün ömür gibi tâbirlerle ecelime iþaretleri, bir parça beni müteessir etti. "Acaba, ben gidiyorum?" diye endiþe ettim. Hem ayný bu hengâmlarda, en ziyade hayat-ý dünyeviyedeki vazifemi düþünüp vefatýmdan sonra þâkirdler bu dehþetli zamanda benim bedelime de o vazifeyi yapacaklar mý? diye çok merak ederken; birden, Denizli, Milâs, Isparta, Ýnebolu, ümidimin yüz derece fevkýnda öyle sahabetkârâne ve iltizamperverâne o vazifeye koþup, baþkalarý da ve muallim ve âlimleri koþturdular ki; beni hayret hayret içinde býraktýlar. Elhâsýl: Bu beþ cihetteki tevafuk, zâhir bir keramet-i Nuriyedir.]±¬"«*ö¬u²N«4ö²w¬8ö!«H´;ö¬yÁV¬7öG²W«E²7«! Kardeþlerim, merak etmeyiniz! Cevþen ve Evrad-ý Bahaiye, bu def'a dahi o dehþetli zehirin tehlikesine galebe etti, tehlike devresi geçti, fakat hastalýk devam ediyor. Umum kardeþlerime birer birer selâm ve selâmetlerine dua edip, þüphesiz makbul olan dualarýný isterim ve Ýneboluda ve civarýnda hem çok hanýmlarýn, hem küçücük yavrularýnýn Risale-i Nuru yazmaða baþlamalarýný ve Kur'an dersini çok mâsumlarýn almasýný; bütün ruh u canýmýzla tebrik ediyoruz. ]¬5@«A²7!ö«x;ö]¬5@«A²7«! Said Nursî --- sh:»(ST:69) --------------------------------------------------------------------------------------------- Birinci Þua ¬v[¬&ÅI7!ö¬w´W²&ÅI7!ö¬yÁV7!ö¬v²K¬" w[¬Q«B²,«9ö¬y¬"ö«: [Ýki Acib Suale Karþý Def'aten Hatýra Gelen Garib Cevaptýr.] Birinci Sual: Denildi ki: "Fatiha ve Yâsin ve hatm-i Kur'ânî gibi okunan virdler, kudsî þeyler bazan hadsiz ölmüþ ve sað insanlara baðýþlanýyor. Halbuki böyle cüz'î birtek hediye ân-ý vâhidde hadsiz zatlara yetiþmek ve her birisine ayný hediye düþmek, tavr-ý aklýn haricindedir." Elcevab: Fâtýr-ý Hakîm nasýlki unsur-u havayý kelimelerin berk gibi intiþarlarýna ve tekessürlerine bir mezraa ve bir vasýta yapmýþ ve radyo vasýtasiyle bir minarede okunan ezan-ý Muhammedî (A.S.M.); umum yerlerde ve umum insanlara ayný anda yetiþtirmek gibi.. öyle de: Okunan bir Fâtiha dahi, (meselâ) umum ehl-i îman emvatýna ayný anda yetiþtirmek için hadsiz kudret ve nihayetsiz hikmetiyle mânevî âlemde, mânevî havada çok mânevî elektrikleri, mânevî radyolarý sermiþ, serpmiþ; fýtrî telsiz telefonlarda istihdam ediyor, çalýþtýrýyor. Hem nasýl ki bir lâmba yansa, mukabilindeki binler âyineye (herbirine) tam bir lâmba girer. Aynen öyle de, bir Yâsin-i Þerif okunsa, milyonlar ruhlara hediye edilse, herbirine tam bir Yâsin-i Þerif düþer. Ýkinci Sual: Þiddetle ve âmirane denildi ki: "Sen Risale-i Nur'un makbuliyetine dair Hazret-i Ali (R.A.) ve Gavs-ý A'zam (R.A.) gibi zâtlarýn kasidelerinden þahidler gösteriyorsun. Halbuki: Asýl söz sahibi Kur'ân'dýr. Risale-i Nur Kur'ân'ýn hakikî bir tefsiri ve hakikatýnýn bir tercümaný ve mes'elelerinin bürhanýdýr. Kur'ân ise, sair kelâmlar gibi kýþýrlý, kemikli ve þuuru hususî ve cüz'î deðildir. Belki Kur'ân, umum iþârâtiyle ve eczasiyle ayn-ý þuurdur, kýþýrsýzdýr; fuzulî, lüzumsuz maddeleri yoktur. Âlem-i gaybýn tercümanýdýr. Sözler hakkýnda söz onundur, görelim o ne diyor." --- sh:»(ST:70) --------------------------------------------------------------------------------------------- Elcevab: Risale-i Nur doðrudan doðruya Kur'ân'ýn bâhir bir bürhaný ve kuvvetli bir tefsiri ve parlak bir lem'a-i i'caz-ý mânevîsi ve o bahrin bir reþhasý ve o güneþin bir þuâý ve o mâden-i ilm-i hakikattan mülhem ve feyzinden gelen bir tercüme-i mâneviyesi olduðundan onun kýymetini ve ehemmiyetini beyan etmek Kur'ân'ýn þerefine ve hesabýna ve senâsýna geçtiðinden, elbette Risale-i Nur'un meziyetini beyan etmekliði, hak iktiza eder ve hakikat ister, Kur'ân izin verir. Benim gibi bir tercümanýn hissesi yalnýz þükürdür. Hiçbir cihetle fahre, temeddühe, gurura hakký yoktur ve olamaz. Gelecek âyetlerin iþârâtýna bu nokta-i nazarla bakmak gerektir. Yoksa beni hodbinlik ile ittiham edenlere hakkýmý helâl etmem. Bu çok ehemmiyetli suale karþý iki-üç saat zarfýnda birden Kur'ân'ýn âyât-ý meþhuresinden "Sözler" adedince otuzüç âyetin hem mânasiyle, hem cifr ile Risale-i Nur'a iþâretleri uzaktan uzaða icmâlen görüldü. Ayrý ayrý tarzlarda otuzüç âyet müttefikan Risale-i Nur'u remizleriyle gösterdiði, hayal meyal görüldü. ÝHTAR: En evvel yirmidördüncü âyetin baþýnda zikredilen ihtara dikkat etmek lâzýmdýr. O ihtarýn yeri baþta idi. Fakat orada hatýra geldi, oraya girdi. ÝKÝNCÝ BÝR ÝHTAR: Tevâfukla iþâretler eðer münâsebat-ý mâneviyeye istinad etmezse ehemmiyeti azdýr. Eðer münâsebet-i mâneviyesi kuvvetli ise, bu onun bir ferdi, bir mâsadaký hükmünde olsa ve müstesna bir liyakatý bulunsa, o vakit tevâfuk ehemmiyetlidir. Ve o kelamdan bunun irâdesine bir emâre olur. Ve ondan o ferdin hususî bir surette dahil olduðuna ya remz, ya iþaret, ya delâlet hükmünde onu gösterir. Ýþte gelecek âyât-ý Kur'âniyenin Risale-i Nur'a iþaretleri ve tevâfuklarý ekseriyet ile kuvvetli bir münasebet-i mâneviyeye istinad ederler.. evet bu gelecek âyât-ý meþhure müttefikan onüçüncü asrýn âhirine ve ondördüncü asrýn evveline cifirce bakýyorlar ve Kur'ân ve îman hesabýna bir hakikata iþaret ediyorlar. Ve medar-ý teselli bir "Nur"dan haber veriyorlar. Ve o zamanýn dalâlet fitnesinden gelen þübehâtý izâle edecek Kur'ânî bir bürhaný müjde veriyorlar. Ve o iþaretlere ve remizlere tam mazhar ve o vazifeleri bihakkýn görecek Risale-i Nur gibi bir tefsir-i Kur'ânî olacak. Halbuki Risale-i Nur bu mezkûr noktada ileri olduðu, onu okuyanlarca þüphesiz olmasiyle delâlet eder ki; o âyetler bilhassa Risale-i Nur'a bakýp ona iþâret ediyorlar. --- sh:»(ST:71) --------------------------------------------------------------------------------------------- BÝRÝNCÝSÝ: Sûre-i Nur'dan Âyet-in-Nur'dur ki, Risale-i Nur'un, Resâil-in-Nur ve Risâle-in-Nur ve Risâlet-ün-Nur namlariyle sebeb-i tesmiyesinin onaltý sebebinden bir sebep olduðundan, birinci olarak onu beyan etmek gerektir. Bu âyet-in-nur: öƒ@«A²M¬W²7«!ö°ƒ@«A²M¬8ö@«Z[¬4ö¯?@«U²L¬W«6ö¬˜¬*x9öu«C«8ö¬Œ²*«²!«:ö¬€!«x´WÅ,7!ö*x9öyÁV7«! ¯^«9xB² ¯*x9ö]«V«2ö°*x9ö°*@«9öy²K«K²W«#ö²v«7ö²x«7«:öšz¬N °v[¬V«2ö¯š²z«-ö±¬uU¬"öyÁV7!«:ö¬‰@ÅXV¬7ö«Ä@«C²8«²!öyÁV7!öƬh²N« Þu âyet-i Nuriyenin mânaca çok tabakatý ve vücuh-u kesiresi vardýr. Ve o tabakalardan ve vecihlerden iþârî ve remzî bir vechi mânaca ve cifirce nurlu bir tefsiri olan Risâle-in-Nur ve Risâlet-ün-Nur'a dört - beþ cümlesiyle on cihetten bakýyor. Ve o tabakalardan ve o vecihlerden bir tabaka ve bir perde dahi mu'cizane elektrikten haber veriyor. Risale-i Nur'a bakan Birinci Cümlesi: °ƒ@«A²M¬8ö@«Z[¬4ö¯?x«U²L¬W«6ö¬˜¬*x9öu«C«8 dur. Yâni: Nur-u Ýlâhî'nin veya Nur-u Kur'ânî'nin veya Nur-u Muhammedî'nin (A.S.M.) misâli þu ƒ@«A²M¬8ö@«Z[¬4ö¯?x«U²L¬8ödur. Makam-ý cifrîsi dokuzyüz doksansekiz olarak aynen Risâlet-ün-Nur, -"þeddeli nun" iki nun sayýlmak cihetiyle- tam tamýna tevâfukla ona iþaret eder. Ýkinci Cümlesi: G«5x --- sh:»(ST:72) --------------------------------------------------------------------------------------------- ve ona iþaret ederek demiþ: !®*x9ö¬v²,¬²@¬"ö]¬A«6²x«6ö²G¬5«!öBen tahmin ediyorum ki, Ýmam-ý Ali'nin (R.A.) bu iþareti, bu cümle-i Nuriyenin remzinden mülhemdir. Bu cümle-i âyetin makamý, beþyüz kýrkaltý edip, Risâle-i Nur'un adedi olan beþyüz kýrksekize gayet cüz'î ve sýrlý iki fark ile tevâfuk noktasýndan iþaret ettiði gibi, remzî bir mânasiyle tam bakýyor. Üçüncü Cümlesi: ¯?«h«D«-ö²w¬8ödir. Eðer ¯?«h«D«-ö²w¬8ödeki ?övakýflarda gibi ;ösayýlsa beþyüz doksan sekiz (598) ederek tam tamýna Resail-in Nur ve Risale-in Nur adedi olan beþyüz doksansekize tevafukla beraber ¯v[¬U«&ö¯–@«5²h4ö²w¬8öin adedine yine sýrlý birtek farkla tevafuk-u remzî ile, hem Resail-in Nur'u efradýna dâhil eder, hem yine Risale-in Nur'un þecere-i mübareki Furkan-ý Hakîm olduðunu gösterir. Eðer ¯?«h«D«-ö²w¬8ödeki ?ö, €ökalsa, o vakit makam-ý cifrîsi dokuzyüz doksanüç (993) eder, tevafuka zarar vermeyen cüz'î ve sýrlý beþ farkla Risalet-ün Nur adedi olan dokuzyüz doksansekize (998) tevafukla manasýnýn dahi muvafakatine binaen ona iþaret eder. Dördüncü Cümlesi: ¬˜¬*xX¬7öyÁV7!ö›¬G²Z« Beþinci Cümlesi: š@«L« --- sh:»(ST:73) --------------------------------------------------------------------------------------------- Risale-in-Nur'a ismiyle bakýyor, öyle de tarih-i te'lifine ve tekemmülüne tam tamýna tevâfukla remzen bakýyor: ¯^«%@«%+ö]¬4öƒ@«A²M¬W²7«!ö°ƒ@«A²M¬8ö@«Z[¬4ö¯?x«U²L¬W«6öcümlesi ¯?x«U²L¬W«6ödeki tenvin vakýf yeri olmadýðýndan nun sayýlmak ve ¯^«%@«%+ö]¬4övakýf yeri olduðundan ?ö, ;öolmak cihetiyle bin üçyüz kýrkdokuz (1349) ederek, Resail-in Nur'un en nuranî cüzlerinin te'lifi hengâmý ve tekemmül zamaný olan bin üçyüz kýrkdokuz tarihine tam tamýna tevafukla iþaret eder. Hem Ê›±¬*(ö°`«6²x«6ö@«ZÅ9«@«6ö^«%@«%Çi7«!ö¯^«%@«%+ö]¬4öƒ@«A²M¬W²7«!öcümlesi binüçyüz kýrkbeþ (1345) ederek, Resail-in Nur'un intiþarý ve iþtiharý ve parlamasý tarihine tam tamýna tevafuk eder. Çünki þeddeli *öiki *ö, þeddeli –öiki –ö, þeddeli +öaslý itibariyle bir Äöbir +öve birinci ¯^«%@«%+övakýf cihetiyle ;ö, ikinci vakýf olmadýðýndan €ösayýlýr. Eðer þeddeli +öiki +ösayýlsa o vakit bin üçyüz yirmiiki (1322) eder ki, yine Risale-in Nur müellifi, mukaddemat-ý Nuriyeye baþladýðý ayný tarihe tam tamýna tevafuk eder. Hem ¯^«6«*@«A8ö¯?«h«D«-ö²w¬8öcümlesi; ta-i evvel €ö, ikinci €öise vakýf yeri olduðundan ;öolmak ve ¯?«h«D«-ödeki tenvin –ösayýlmak cihetiyle binüçyüz onbir (1311) eder ki, o tarihte Resail-in Nur müellifi Risalet-ün Nur'un mübarek þecere-i kudsiyesi olan Kur'anýn basamaklarý olan ulûm-u Arabiyeyi tedrise baþladýðý ayný tarihe tam tamýna tevafuk ederek remzen bakar. Ýþte bu kadar manidar ve müteaddid tevafukat-ý Kur'aniyenin ittifaký yalnýz bir emare, bir iþaret deðil, belki kuvvetli bir delalettir. Belki elektrik ile beraber Resail-in Nur'a münasebet-i maneviyesiyle bir tasrihtir. Bu âyetin münasebet-i mâneviyesinin letâfetlerinden bir letâfeti þudur ki; --- sh:»(ST:74) --------------------------------------------------------------------------------------------- ihbar-ý gayb nev'inden mu'cizane hem elektriðe, hem Risâle-in-Nur'a iþaret ettiði gibi, ikisinin zuhurlarýna ve zaman-ý zuhurlarýndan sonraki tekemmül zamanlarýna ve hilâf-ý âdet vaziyetlerini çok güzel gösteriyor. Meselâ, ¯^Å[¬"²h«3ö«ö«:ö¯^Å[¬5²h«-ö«ö¯^«9xB² Hem meselâ °*x9ö°*@«9öy²,«,²W«#ö²v«7ö²x«7ö«:öšz¬N --- sh:»(ST:75) --------------------------------------------------------------------------------------------- meydana çýkmasý, hem de müellifinin velâdetini remzen haber veriyor. Bir lem'a-i i'caz daha gösterir. Þöyle ki šz¬N TENBÝH: "Ben bu âyet-i Nuriyenin iþaretlerini elektrik ve Resâil-in-Nur'un hatýrý için beyan etmedim. Belki bu âyetin i'caz-ý mânevîsinin bir þubesinden bir lem'asýný göstermek istedim." Elhâsýl: Bu âyet-i kudsiye sarih mânasiyle Nur-u Ýlâhî ve Nur-u Kur'ânî ve Nur-u Muhammedîyi (A.S.M.) ders verdiði gibi, mâna-yý iþârîsiyle de her asra baktýðý gibi, onüçüncü asrýn âhirine ve ondördüncü asrýn evveline dahi bakar ve dikkatle baktýrýr. Ve bu iki asrýn âhir ve evvellerinde en ziyade nazara çarpan ve en ziyade münasebet-i mâneviyesi bulunan ve bu âyetin umum cümlelerinin muvâfakatlerini ve mutâbakatlarýný en ziyade kazanan elektrik ile Resâil-in-Nur olduðundan doðrudan doðruya mâna-yý remziyle bakar diye bana kanaat-ý kat'iye verdiðinden çekinmeyerek kanaatýmý yazdým. Hatâ etmiþ isem Erhamürrâhimîn'den rahmetiyle afvetmesini niyaz ediyorum. Resâil-in-Nur'un bu âyetin iltifatýna liyakatýný anlamak istiyen zatlar hangi risaleye dikkatle baksalar anlarlar. Hiç olmazsa Eskiþehir hapishânesinin bir meyvesi olan Otuzuncu Lem'a namýndaki altý esmâ-i Ýlâhiyyeye dair altý nükte risalesine, hiç olmazsa o Lem'a'dan "Ýsm-i Hayy ve Kayyuma" dair Beþinci ve Altýncý Nükte'lere dikkatle baksa elbette tasdik eder. --- sh:»(ST:76) --------------------------------------------------------------------------------------------- RESAÝL-ÝN-NURA ÝÞARET EDEN ÝKÝNCÝ AYET: «€²h¬8!ö@«W«6ö²v¬T«B²,@«4ö âyet-i meþhuresidir ki, ¯(x;ö?«*x,ö]¬X²B«AÅ[«-öhadîsinin vüruduna sebeb olmuþ. «€²h¬8!ö@«W«6ö²v¬T«B²,¬!öin iþareti Sekizinci Lem'ada tafsilen beyan edildiði gibi, Sure-i Hud'da ½G[¬Q«,ö«:öÊ|¬T«-ö²vZ²X¬W«4ö ilâ âhirihî âyetinin iki kuvvetli iþaret veren sahifesinin mukabilindeki gayet meþhur bir âyetidir. Makam-ý cifrîsi bin üçyüz üç (1303) ederek, hem Sure-i Þûra'nýn ikinci sahifesinde «€²h¬8!ö@«W«6ö²v¬T«B²,!«:ö ise, bin üçyüz dokuz (1309) ederek o tarihte umum muhatablarý içinde birisine hususan Kur'an hesabýna iltifat edip istikametle emreder ki; birinci tarih ise, Resail-in Nur müellifinin Risale-i Nur'u netice veren ulûmun tahsiline baþladýðý tarihtir. Ve ikinci âyetin tarihi ise, o müellifin hârika bir surette pek az bir zamanda ilimce tekemmül etmesi, tahsilden tedrise baþladýðý ve üç ayda ve bir kýþ içinde onbeþ senede medresece okunan yüz kitaptan ziyade okuduðu ve o zamanýn o muhitte en meþhur ulemâsýnýn yanýnda o üç ayýn mahsülü onbeþ senesinin mahsulü kadar netice verdiði çok mükerrer imtihanlarla (Hâþiye) ve hangi ilimden olursa olsun sorulan her suale karþý cevab-ý savab vermekle isbat ettiði ayný tarihe tam tamýna tevâfukla remzen Risâle-i Nur'un istikametine bir iþârettir. ÜÇÜNCÜ ÂYET-Ý MEÞHURE: @«X«VA,ö²vZÅX« (Hâþiye): Bu beyanat-ý medhiye Said'e ait deðildir. Belki Kur'ân'ýn bir tilmizini bir hâdimini Said (R.A.) lisaniyle ve hâliyle târif eder. Tâ hizmetine itimad edilsin. --- sh:»(ST:77) --------------------------------------------------------------------------------------------- Kur'anýn parlak bir tefsiri olan Risale-i Nur'a bakýyor ve en evvel nâzil olan Sure-i Alak'ta ]«R²O«[«7ö«–@«K²9¬²!öÅ–¬!ö âyeti gibi manasýyla ve makam-ý cifriyle ifade ediyor ki; bin üçyüz kýrkdörtte nev'-i insan içinde firavunane emsalsiz bir tuðyan, bir inkâr çýkacak. @«X[¬4ö!:G«;@«%ö«w DÖRDÜNCÜ ÂYET-Ý MEÞHURE: |¬9@«C«W²7!ö«w¬8ö@®Q²A«,ö«¾@«X²[«#³~ö²G«T«7«:ö âyetidir. Þu cümle Kur'an-ý Azîmüþþan'ý ve Fatiha Suresi'ni müsenna senasýyla ifade ettiði gibi, Kur'anýn müsenna vasfýna lâyýk bir bürhaný ve altý erkân-ý imaniye ile beraber hakikat-ý Ýslâmiyet olan yedi esasý, Kur'anýn seb'a-i meþhuresini parlak bir surette isbat eden ve "Seb'a-l Mesanî" nuruna mazhar bir âyinesi olan Risale-i Nur'a cifirce dahi iþaret eder. Çünki |¬9@«C«W²7!ö«w¬8ö@®Q²A«,ö«¾@«X²[«#³~ömakam-ý ebcedîsi binüçyüz otuzbeþ (1335) adediyle Risale-in Nur'un Fatihasý olan Ýþarat-ül Ý'caz tefsirinin Fatiha Suresi'yle Elbakara Suresi'nin baþýna ait kýsmý basmakla intiþar tarihi olan bin üçyüz otuzbeþ veya altýya tevafukla remzî bir perdeden ona baktýðýna bir emaredir. --- sh:»(ST:78) --------------------------------------------------------------------------------------------- BEÞÝNCÝ ÂYET: ¬‰@ÅX7!ö]¬4ö¬y¬"ö|¬L²W« Elhâsýl: Bu âyet müteaddit ve çok tabakalarýndan bir iþarî tabakadan hem Risalet-ün-Nur'a, hem müellifine, hem bu ondördüncü asrýn ibtidasýna, hem ibtidasýndaki Risalet-ün-Nurun mebde'ine remzen, belki iþâreten, belki delâleten bakar. * * * --- sh:»(ST:79) --------------------------------------------------------------------------------------------- @®B²[«8ö«–@«6ö²w«8«:«!öÂYETÝNÝN TETÝMMESÝ ö¬‰@ÅX7!ö]¬4ö¬y¬"ö|¬L²W« @«Z²X¬8ö¯‚¬*@«F¬"ö«j²[«7ö¬€@«WVÇP7!ö]¬4öyV«C«8ö²w«W«6ö âyetinin kuvvetli iþâretini hem te'yid hem letafetlendiren üç münâsebet birden Ramazanda kalbime geldi. Kat'î bir kanaat verdi ki a¬±[«8 kelimesine tam münasib Saiddir. Bu âyet Risale-i Nur tercümaný olan Said'i a¬±[«8 unvaniyle göstermesinin bir hikmeti budur ki: Mevtin muammasýný ve týlsýmýný Risale-i Nur ile o açmýþ, o dehþetli yüzün altýnda ehl-i îmana çok ünsiyetli, sürurlu, nurlu bir hakikat keþfedip isbat etmiþ. Ve mevt-âlûd hayat-ý fâniyede boðulan ehl-i ilhada karþý, bâkýyane hayat-âlûd muvakkat bir mevt-i zâhirî ile galibane mukabele eder. ¬€@«WVÇP7!ö]¬4öyV«C«8ö²w«W«6ösýrrýna mazhar olan ehl-i ilhad, gayr-ý meþrû müþtehiyatýnýn ibahesiyle süslendirmesine mukabil, Risale-i Nur, mevti o aldatýcý, fâni hayata karþý çýkarýp lezzet ve zînetini zir ü zeber eder. Ve der ve isbat eder ki: "Mevt ehl-i dalâlet için îdam-ý ebedîdir ve o dehþetli daraðacýndan kurtaran ve mevti mübarek bir terhis tezkeresine çeviren yalnýz Kur'ân ve îmandýr. Ýþte bunun içindir ki, bu hakikat-ý muazzama-i mevtiye, Risale-i Nur'da gayet mühim ve geniþ bir mevki almýþ; hattâ ekser hücumunda mevti elinde tutup ehl-i dalâletin baþýna vurur, aklýný baþýna getirmeye çalýþýr. Ýkincisi: Ehl-i tarikatýn ve bilhassa Nakþîlerin dört esasýndan biri ve en müessiri olan rabýta-i mevt, Eski Said'i Yeni Said'e (R.A.) çevirmiþ ve daima hareket-i fikriyede Yeni Said'e yoldaþ olmuþ. Baþta Ýhtiyarlar Risalesi olarak, risalelerde o rabýta keþfiyatý göstere göstere tâ ehl-i îman hakkýnda mevtin nûranî ve hayatdar ve güzel hakikatýný görüp gösterdi. Üçüncüsü: Bu âyet cifir ve ebced hesabiyle her tarafda Said'e --- sh:»(ST:80) --------------------------------------------------------------------------------------------- hücum eden üç çeþit mevtin temas zamanýný ve tarihini aynen gösterip tevâfuk eder. Demek âyetteki a¬±[«8 kelimesinin efradýndan medar-ý nazar bir ferdi ve cifirce onun ismi a¬±[«8 adedine tam tevâfukla hususî iþarete mazhar ve mâsadak "Said-ün-Nursî"dir. [sabri'nin sadakatinin bir kerametidir:] Ben namazdan sonra bu tetimmeyi yazarken Sýddýk Süleyman'ýn halefi Emin, Sabri'nin @®B²[«8ö«–@«6ö²w«8«:«!öâyetine dair parçayý aldýðýný ve Ramazanýn feyzinden onun izahý gibi nurlar istediðini gördüm. Ne yazdýðýmý Emin'e gösterdim, hayretle dedi: "Bu hem Sabri'nin, hem Risale-i Nur'un bir kerametidir." Bu âyetteki esrarlý müvazene-i Kur'aniyeyi düþünürken, Sure-i Hud'daki !xT«-ö«w ²v¬Z¬;!«x²4«@¬"ö¬yÁV7!ö«*x9ö~ÎY¬S²O[¬7ö«–:G --- sh:»(ST:81) --------------------------------------------------------------------------------------------- tarihidir. Her iki þeddeli ikiþer sayýlsa bin üçyüz seksenyedi (1387) ki yÁV7!öŬ!ö«`²[«R²7!öv«V²Q« ¬s ifadesi gibi hem Ýstanbul'un iki harîk-ý kebiri, hem harb-i umumînin dehþetli yangýnýný Cehennem azabý gibi o fitnenin bir cezasýdýr diye iþaret eder. Elhâsýl: Bu âyet her asra baktýðý gibi bu asra daha ziyade nazar-ý dikkati celbetmek için cifirce bu asrýn üç - dört devresinin tarihlerine ve hâdiselerine iþâret ve mânasýnýn suretiyle ve tarz-ý ifadesiyle iki cereyanýn keyfiyetlerine ve vaziyetlerine îma eder. Sabri'nin mektubu yolda iken ve gelmeden evvel o mektubun mânevî te'siri ile bu âyeti ve @®B²[«8ö«–@«6ö²w«8«:«!ö âyetiyle beraber düþünürken hatýrýma geldi. Risale-i Nur bu derece kuvvetli iþaret-i Kur'âniyeye ve Þâkirdleri bu kadar kýymetli beþâret-i Furkaniyeye ve aktablarýn iltifatýna mazhariyetin sýrrý ve hikmeti, musibetin azameti ve dehþetidir ki, hiç bir eserin mazhar olmadýðý --- sh:»(ST:82) --------------------------------------------------------------------------------------------- bir kudsî takdir ve tahsin almýþ. Demek ehemmiyet onun fevkalâde büyüklüðünden deðil, belki musibetin fevkalâde dehþetine ve tahribatýna karþý mücahedesi cüz'î ve az olduðu halde gayet büyük öyle bir ehemmiyet kesbetmiþ ki bu âyette iþaret ve beþaret-i Kur'âniyede ifade eder ki, Risale-i Nur dairesi içine girenler tehlikede olan îmanlarýný kurtarýyorlar ve îmanla kabre giriyorlar ve cennete gidecekler diye müjde veriyorlar. Evet bazý vakit olur ki, bir nefer gördüðü hizmet için bir müþirin fevkine çýkar, binler derece kýymet alýr. ÝHTAR: Geçmiþ ve gelecek âyetlerin iþaretleri yalnýz tevâfukla deðil belki herbir âyetin mâna-yý küllîsindeki cüz'iyyat-ý kesiresinden bir cüz'î ferdi Risale-i Nur olduðuna imâen, münasebet-i mâneviyeye göre cifrî ve ebcedî bir tevâfukla o münasebeti te'yiden ve ona binaen hususî ona bakar demektir. ALTINCI ÂYET: Sure-i Hadîd'de ¬y¬"ö«–YL²W«#ö!®*x9ö²vU«7ö²u«Q²D« YEDÝNCÝ ÂYET: ¬y¬#@«W¬V«U¬"öÅs«E²7!öyÁV7!öÇs¬E --- sh:»(ST:83) --------------------------------------------------------------------------------------------- Risalet-ün Nur'un dokuzyüz doksansekiz adedine tam tamýna tevâfukla münasebet-i mâneviyeye binaen remzen ona bakar. Ve bu remzi lâtifleþtiren ve kuvvet veren münasebetlerin birisi þudur ki: Risalet-ün-Nurun eczalarý Sözler namiyle iþtihar etmiþler. Sözler ise Arabca "kelimat"dýr ve o kelimat ile Kur'ân'ýn hakaikýný o derece mahz-ý hak ve ayn-ý hakikat olduðunu isbat etmiþ ki, bu zamanýn dinsiz feylesoflarýný tam susturuyor. SEKÝZÝNCÝ ÂYET: ¯v[¬T«B²,8ö¯!«h¬.ö]«7¬!ö]±¬"«*ö]¬X ¯v[¬T«B²,8ö¯!«h¬.ö]«7¬!ö]±¬"«*ö]¬X DOKUZUNCU ÂYET: Hem "Elbakara" suresinde, hem "Lukman" suresinde ]«T²$x²7!ö¬?«:²hQ²7@¬"ö«t«,²W«B²,!ö¬G«T«4ö cümlesidir. Yani: "Allah'a iman eden hiç kopmayacak bir zincir-i nuraniye yapýþýr, temessük eder." Risale-i Nur ise, iman-ý billahýn Kur'anî bürhanlarýndan bu zamanda en nuranisi ve en kuvvetlisi olduðu tahakkuk ettiðinden, bu ]«T²$x²7!ö¬?«:²hQ²7@¬"ökülliyetinde hususî dâhil olduðuna teyiden makam-ý cifrîsi bin üçyüz kýrkyedi (1347) ederek Risalet-ün Nur intiþarýnýn fevkalâde parlamasý tarihine tam tamýna tevafukla bakar. Ve bu ondördüncü asýrda Kur'anýn i'caz-ý manevîsinden neþ'et eden bir urvet-ül vüska ve zulümattan nura çýkaracak bir vesile-i nuraniye Risale-in Nur olduðunu remzen bildirir. (Haþiye): Yani mertebesine iþaret için iki fark var. Risale-i Nur vahiy deðil, ilham ve istihracdýr. --- sh:»(ST:84) --------------------------------------------------------------------------------------------- ONUNCU ÂYET: š@«L« ONBÝRÝNCÝ ÂYET: ²v¬Z[±¬6«i ONÝKÝNCÝ ÂYET: «^«W²U¬E²7!ö«:ö«Æ@«B¬U²7!övUW±¬V«Q Birisi þudur ki: Risale-in-Nurun müstesna bir hassasý ism-i Hakem ve Hakîm'in mazharý olup bütün safahatýnda, mebahisinde nizam ve intizam-ý kâinatýn âyinesinde ism-i Hakem ve Hakîm'in cilveleri olan hikmet-i kudsiyeyi ve hikemiyat-ý Kur'âniyeyi ders veriyor. Mevzuu ve neticesi hikmet-i Kur'âniyedir. Ýkinci Emâre: Birinci âyet, Bin üçyüz yirmiiki ederek makam-ý ebcedî ile Risale-in-Nur müellifinin doðrudan doðruya ulûm-u âliye den (y«[¬7³~) baþýný kaldýrýp hikmet-i Kur'âniyeye müteveccih olarak hâdim-ül-Kur'ân vaziyetini aldýðý tarihtir ki, bir sene sonra Ýstanbul'a gitmiþ mânevî mücâhedesine baþlamýþ. Ýkinci âyet ise: Makam-ý cifrîsi bin üçyüz iki ederek Risale-i Nur müellifinin Kur'ân dersini aldýðý tarihe tam tamýna tevâfuk ile remzen Kur'ân'ýn bâhir bir bürhaný olan Resâil-in-Nur'a bakar. Üçüncü âyet ise: Bin üçyüz otuzsekiz olduðundan hikmet-i Kur'âniyeyi Avrupa hükemasýna karþý parlak bir surette gösterebilen ve gösteren Risale-in-Nur müellifi "Dâr-ül-Hikmet-il-Ýslâmiye"de hikmet-i Kur'âniyeyi müdafaa etmekle, hattâ Ýngilizin baþ papazý sual ettiði ve altýyüz kelime ile cevap istediði altý sualine altý kelime ile cevap vermekle beraber inzivaya girip bütün gayretiyle Kur'ân'ýn ilhâmâtýndan Risale-i Nur'un mes'elelerini iktibasa baþladýðý ayný tarihe tam tamýna tevâfukla remzen bakar. ONÜÇÜNCÜ ÂYET: Sûre-i Âl-i Ýmran'da ¬v²V¬Q²7!ö]¬4ö«–xF¬,!Åh7!ö«:öyÁV7!öŬ!öy«V --- sh:»(ST:85) --------------------------------------------------------------------------------------------- ONDÖRDÜNCÜ ÂYET: Sûre-i Nisâ'da ²vZ²X¬8ö¬v²V¬Q²7!ö]¬4ö«–xF¬,!Åh7!ö¬w¬U´7 Bu iki âyet bu asra da hususî bakarlar. Birincisinin meâli gösteriyor ki: Ehl-i dalâlet müteþabihat-ý Kur'aniyeyi yanlýþ te'vilat ile tahrifine ve þüpheleri çoðaltmasýna çalýþtýðý bir zamanda, ilimde rüsuhu bulunan bir tâife o müteþabihat-ý Kur'âniyenin hakikî te'villerini beyan edip ve îman ederek o þübehatý izâle eder. Bu küllî mânanýn her asýrda mâsadaklarý ve cüz'iyyatlarý var. Harb-i umumî vasýtasiyle, bin senedenberi Kur'ân aleyhinde terâküm eden Avrupa itirazlarý ve evhamlarý âlem-i Ýslâm içinde yol bulup yayýldýlar. O þübehatýn bir kýsmý fennî þeklini giydi, ortaya çýktý. Bu þübehatý ve itirazlarý bu zamanda def'eden baþta Risale-in-Nur ve Þâkirdleri göründüðünden, bu âyet bu asra da baktýðýndan Risale-in-Nur ve Þâkirdlerine remzen bakmakla beraber ulema-i müteahhirînin mezhebine göre yÁV7!öŬ!öda vakfedilmez. O halde makam-ý cifrîsi aynen ]«R²O«[«7ö«–@«,²9¬²!öÅ–¬!ö nýn makamý gibi bin üçyüzkýrkdört ederek Resâil-in Nur ve Þâkirdlerinin meydan-ý mücahede-i mâneviyeye atýlmalarý tarihine tam tamýna tevâfukla onlarý da bu âyetin harîm-i kudsîsinin içine alýyor. Hem haþrin en kuvvetli ve parlak bir bürhaný olan Onuncu Söz'ün etrafa yayýlmasý tarihine ve Kur'ân'ýn kýrk vecihle mu'cize olduðunu beyan eden Yirmibeþinci Söz'ün iþtiharý hengâmýna hem ]«R²O«[«7ö«–@«,²9¬²!öÅ–¬!öadedine tam tamýna tevâfukla bakar. Eðer mezheb-i selef gibi yÁV7!öŬ!öda vakýf olsa, o halde «–xF¬,!Åh7«!ödeki þeddeli ‡ iki ‡ sayýlsa bin üçyüz altmýþ küsur ederek Risalet-ün-Nur Þâkirdlerinin bundan onbeþ - yirmi sene sonraki râsihane ve muhakkikane olan ilimlerine ve îmanlarýna remzen baktýðý gibi, þeddeli ‡ asýl itibariyle bir Ä bir ‡ sayýlsa bin ikiyüz oniki ederek bundan bir buçuk asýr evvel Mevlâna --- sh:»(ST:86) --------------------------------------------------------------------------------------------- Halid Zülcenaheynin Hindistan'dan getirdiði parlak bir ilm-i hakikat rusuhiyle o zamanda meydan alan te'vilat-ý fasideyi ve þübehatý daðýtarak yüz senede elli milyondan ziyade insanlarý daire-i irþadýna aldýðý ve tenvir ettiði zamanýn tarihine tam tamýna tevâfukla bakar. Ýkinci Âyet olan ²vZ²X¬8ö¬v²V¬Q²7!ö]¬4ö«–xF¬,!Åh7«! þeddeli ‡ aslýna nazaran bir Ä bir ‡ sayýlmak cihetiyle makam-ý ebcedîsi bin üçyüz kýrkdört etmekle her asra baktýðý gibi bu asra da hususî remzen bakar. Ve ilm-i hakikatta râsihane çalýþan ve kuvvetli îman eden bir tâifeye iþaret eder. Ve çok âyetlerin ehemmiyetle gösterdikleri bu bin üçyüz kýrkdörtte Risalet-ün-Nur ve Þâkirdlerinden daha ziyade bu vazifeyi müþkil þerait içinde sebatkârane yapan zâhirde görülmüyor. Demek bu âyet onlarý dahi daire-i harîmine hususî dahil ediyor. ONBEÞÝNCÝ ÂYET : @®X[¬A8ö!®*x9ö²vU²[«7¬!ö@«X²7«i²9«!«:ö²vU±¬"«*ö²w¬8ö½–@«;²h"ö²v6«š@«%ö²G«5ö‰@ÅX7!ö@«ZÇ Þu âyet bu zamana dahi hitab eder. Çünki tamam – @®X[¬A8 hariç kalsa– bin üçyüz altmýþ küsur eder. Eðer ²v6«š@«%ö²G«5 den sonraki olsa ½–@«;²h"öve !®*x9ökelimelerindeki tenvinler "nun" sayýlsa bin üçyüz on (1310) eder. Demek bu asra da hitab eder. Hem ½–@«;²h"ö²v6«š@«%ö²G«5öcümlesi yalnýz dört farkla Furkan adedine tevafukla sarihan baktýðý gibi, o kudsî bürhan-ý Ýlahînin bu zamanda parlak ve kuvvetli bir bürhaný olan Resail-in Nur'a dahi ikinci cümlesi olan @®X[¬A8ö!®*x9ö²vU²[«7¬!ö@«X²7«i²9«!öadedi, iki tenvin vakýfta iki "elif" sayýlmak cihetiyle beþyüz doksansekiz (598) ederek aynen tam tamýna Resail-in Nur'a ve Risale-in Nur adedine tevafuk ile o semavî bürhan-ý kudsînin yerde bir bürhaný Resail-in Nur olduðunu remzen haber veriyor. --- sh:»(ST:87) --------------------------------------------------------------------------------------------- ÝHTAR : Sözlerin üç ismi olan Risale-in-Nur veya Resail-in-Nur veya Risalet-in-Nur'daki þeddeli "nun" iki "nun" sayýlmak, cifirce aðlebî bir kaidedir. Þeddeli harf bazan bir, bazan iki sayýlabilir. ONALTINCI ÂYET : °š@«S¬-ö«:ö›®G;ö!xX«8³~ö«w Ýþte her derde þifa olan Kur'ân'ýn ilaçlarýnýn bu zamanda bir kýsým kavanozlarý hükmünde bulunan Resail-in-Nur dahi bu þifadar âyetin bir medar-ý nazarý olduðuna kuvvetli bir emâre þudur ki: Bu âyetin makam-ý cifrîsi olan bin üçyüz kýrkaltý adedi Resâil-in-Nur'un bin üçyüz kýrkaltýda þifadarane etrafa intiþarýnýn tarihine ve Mu'cizat-ý Ahmediye Aleyhissalâtü Vesselâm namýnda olan Risale-i hârikanýn zaman-ý te'lifine tam tamýna tevâfukudur. Þu tevâfuk hem münasebet-i mâneviyeyi te'yid ve onunla teeyyüd eder, hem remizden iþaret derecesine çýkarýyor. ONYEDÝNCÝ ÂYET: a²VÅ6«Y«#ö¬y²[«V«2ö«x;öŬ!ö«y´7¬!ö«öyÁV7!ö«]¬A²,«&ö²uT«4ö!²xÅ7«x«#ö²–¬@«4ö deki a²VÅ6«Y«#ö¬y²[«V«2ö«x;öŬ!ö«y´7¬!ö«öyÁV7!ö«]¬A²,«&ö²uT«4önün makam-ý cifrîsi þeddeli "lâm"lar birer "lâm" ve þeddeli "kâf" bir "kâf" sayýlmak cihetiyle bin üçyüz yirmidokuz (1329) ederek, harb-i umumînin baþlangýcý zamanýnda Resail-in Nur'un baþlangýcý olan Ýþarat-ül Ý'caz tefsirinin tarih-i te'lifine tam tamýna tevafukla beraber, þeddeli "kâf" iki "kâf" sayýlmak cihetiyle bin üçyüz kýrkdokuz (1349) ederek harb-i umumînin verdiði sarsýntýlar zamanýnda Resail-in Nur'un "Hasbiyallahü" diyerek ehl-i dünyadan hiç bir yerde himaye görmeden belki tehacüme hedef olmakla beraber çekinmeyerek yalnýz baþlarýyla --- sh:»(ST:88) --------------------------------------------------------------------------------------------- müþkilât içinde envar-ý Kur'âniyeyi neþrettikleri ayni tarihe tam tamýna tevâfuku ise, her cihetiyle ayn-ý þuur olan âyâtta elbette tesadüfî olamaz. Belki bu gibi âyetler, en müþkül zaman olan bu asra dahi hususî bakarlar ve o âyâtý kendilerine rehber ittihaz eden bir kýsým þâkirdlerine hususî iltifat edip iltifatlariyle teþcî ederler. Bu âyet, sâbýk âyetler gibi münasebet-i mâneviyesi gerçi zâhiren görünmüyor; fakat bir cihetle Resail-in-Nur ile bir nevi münasebeti vardýr. Þöyle ki: Onüç senedir (Hâþiye) bu âyet Risalet-ün-Nur müellifinin ve sonra has þâkirdlerinin maðribden sonra bir vird-i hususîleridir. Hem bu âyetin mânasýna bu zamanda tam mazhar ve herkes onlardan çekinmesinden fütur getirmeyerek "Hasbiyallahü" deyip mütevekkilâne müþkilât-ý azîme içinde envar-ý îmaniyeyi ve esrar-ý Kur'âniyeyi neþreden, ehl-i îmaný me'yusiyetten kurtaran baþta Risalet-ün-Nur ve Þâkirdleridir. ONSEKÝZÝNCÝ ÂYET: «–xA¬7@«R²7!öv;ö¬yÁV7!ö«Æ²i¬&öÅ–¬!ö dir. Bu âyet meâliyle hizbullahýn zâhiri maðlûbiyetinden gelen me'yusiyeti izâle için kudsî bir teselli verir ve hizbullah olan hizb-i Kur'ânînin hakikatta ve âkýbette galebesini haber verir. Ve bu asýrda hizb-i Kur'ânînin hadsiz efradýndan Resail-in-Nur Þâkirdleri tezahür ettiklerinden bu âyetin küllî mânasýnda hususî dahil olmalarýna bir emâre olarak makam-ý cifrîsi olan bin üçyüzelli adedi ile Resail-in-Nur Þâkirdlerinin zâhirî maðlûbiyetleri ve bir sene sonra mahbusiyetleri içinde mânevî galebeleri ve metanetleri ve haklarýnda yapýlan müthiþ imha plânýný akîm býrakan ihlâslarý ve kuvve-i mâneviyeleri tezahür etmesinin rumî tarihi olan bin üçyüz elli ve ellibir ve elliiki adedine tam tamýna tevâfuku elbette þefkatkârane, teselliyetdârâne bir remz-i Kur'ânîdir. ONDOKUZUNCU ÂYET: @«X«7²h¬S²3!«:ö@«9«*x9ö@«X«7ö²v¬W²#«!ö@«XÅ"«*ö«–x7xT« (Hâþiye): Te'lif tarihine göredir. --- sh:»(ST:89) --------------------------------------------------------------------------------------------- Þu âyetin umum mânasýndaki tabakalarýndan bir tabaka-i iþariyesi bu asra dahi bakýyor. Çünki @«9«*x9ö@«X«7ö²v¬W²#«!ö@«XÅ"«*ö«–x7xT« YÝRMÝNCÝ ÂYET: «w[¬X¬8ÌxW²V¬7ö½^«W²&«*«:ö°š@«S¬-ö«x;ö@«8ö¬–³~²hT²7!ö«w¬8öı¬i«X9«:ö Þu âyet-i azîme sarihan asr-ý saadette nüzûl-ü Kur'ân'a baktýðý gibi sair asýrlara dahi mâna-yý iþârîsiyle bakar. Ve Kur'ân'ýn semasýndan ilhamî bir surette gelen þifadar nurlara iþâret eder. Ýþte doðrudan doðruya tabib-i kulûb olan Kur'ân-ý Hakîm'in feyzinden ve ziyasýndan iktibas olunan Risalet-ün-Nur, benim çok tecrübelerimle umum mânevî derdlerime þifa olduðu gibi Resâil-in-Nur Þâkirdleri dahi tecrübeleriyle beni tasdik ediyorlar. Demek Resâil-in-Nur bu âyetin bir mâna-yý iþârîsinde dahildir. Ve bu duhulüne bir emâre olarak w[¬X¬8ÌxW²V¬7ö½^«W²&«*«:ö°š@«S¬-ö«x;ö@«8 nin makam-ý cifrîsi bin üçyüz otuzdokuz ederek ayný tarihte Kur'ân'dan ilham olunan Resail-in-Nur bu asrýn mânevî ve müthiþ hastalýklarýna þifa olmakla meydana çýkmaða baþlamasýndan, bu âyet ona hususî remzettiðine bana kanaat veriyor. Ben kendi kanaatýmý yazdým, kanaata itiraz edilmez. YÝRMÝBÝRÝNCÝ ÂYET VEYA ÂYETLER: ¯v[¬T«B²,8ö¯!«h¬.ö]«7¬!öy sekiz dokuz âyetlerde "Sýrat-ý müstakîm"e nazarý çeviriyorlar. Ve bu doðru, --- sh:»(ST:90) --------------------------------------------------------------------------------------------- istikametli yolu bulmak için daima Kur'ân'ýn nurundan her asýrda o asrýn zulmetlerini daðýtacak ve istikamet yolunu tenvir edecek Kur'ân'dan gelen nurlar olmakla ve bu dehþetli ve fýrtýnalý asýrda o doðru yolu þaþýrtmayacak bir surette gösteren baþta þimdilik Risalet-ün-Nur tezahür ettiðinden, hem bu "Sýrat-ý müstakim" kelimesinin makam-ý cifrîsi -tenvin "nun" sayýlmak cihetiyle- bin eder. Medde olmazsa dokuzyüz doksandokuz ederek yalnýz bir veya iki farkla (Hâþiye) Risalet-ün-Nur adedi olan dokuzyüz doksansekize tevâfukla, sekiz - dokuz âyetlerde "Sýrat-ý müstakim" kelimeleri bu mezkûr iki âyet gibi Risalet-ün-Nur'u Sýrat-ý müstakimin efradýna hususî idhal edip remzen ona baktýrýr ve istikametine iþaret eder. Eðer !«h¬. daki tenvin sayýlmazsa ¬*xÇX7«! daki þeddeli "nun" bir "nun" sayýlýr, yine tevâfuk eder. Hem nasýlki bu âyet Risale-in-Nur'a ismiyle bakýyor, öyle de Onun istihzarat zamanýna da bakar. Çünki ¯v[¬T«B²,8ö¯!«h¬.ö]«7¬!ö]±¬"«*ö]¬X Cây-ý dikkat ve ehemmiyetli bir tevâfukdur ki: Risalet-ün-Nur müellifi bin üçyüz onaltý sýralarýnda mühim bir inkýlâb-ý fikrî geçirdi. Þöyle ki: O tarihe kadar ulûm-u mütenevviayý, yalnýz ilimle tenevvür için merak ederdi, okurdu, okuturdu. Fakat birden o tarihte merhum vâli Tahir Paþa vasýtasiyle Avrupa'nýn Kur'ân'a karþý müthiþ bir su-i kasdlarý var olduðunu bildi. Hattâ bir gazetede Ýngiliz'in bir müstemlekât nâzýrý demiþ: "Bu Kur'ân, Ýslâm elinde varken biz onlara hakikî hâkim olamayýz. Bunun sukutuna çalýþmalýyýz" dediðini iþitti, gayrete geldi. (Hâþiye): Yâni: Risalet-in-Nur'un mertebesi ikinci ve üçüncüde olduðuna iþarettir. Vahiy deðil ve olamaz. Belki ilham ve istihractýr. --- sh:»(ST:91) --------------------------------------------------------------------------------------------- Birden makam-ý cifrîsi bin üçyüz onaltý olan ²vZ²X«2ö²Œ¬h²2«@«4ö fermanýný mânen dinliyerek bir inkýlâb-ý fikrî ile merakýný deðiþtirdi. Bütün bildiði ulûm-u mütenevviayý Kur'ân'ýn fehmine ve hakikatlarýnýn isbatýna basamaklar yaparak hedefini ve gaye-i ilmiyesini ve netice-i hayatýný, yalnýz Kur'âný bildi. Ve Kur'ân'ýn i'caz-ý mânevîsi O'na rehber ve mürþid ve üstad oldu. Fakat maatteessüf o gençlik zamanýnda çok aldatýcý ârýzalar yüzünden bilfiil o vazifenin baþýna geçmedi. Bir zaman sonra harb-i umumînin tarraka ve gürültüsü ile uyandý; o sabit fikir canlandý, bilkuvveden bilfiile çýkmaða baþladý. Ýþte hem O'na, hem Risalet-ün-Nur'a çok alâkasý bulunan bu binüçyüz onaltý tarihine çok âyetler müttefikan bakarlar. Meselâ: Nasýlki, ¯v[¬T«B²,8ö¯!«h¬.ö]«7¬!ö]±¬"«*ö]¬X ¬–³~²hT²7!ö€@« --- sh:»(ST:92) --------------------------------------------------------------------------------------------- Kur'ân-ý Mu'ciz-ül-Beyan ilânat yapýyor. Öyle de, bu dehþetli asýrda dahi bir mâna-yý iþârîsiyle o âyât-ý Furkaniye'nin bürhanlarý ve hakkaniyetinin alâmetleri ve hakikatlarýnýn hüccetleri ve Hak Kelâmullah olduðuna delilleri olan Resail-in-Nur'a mâna-yý iþârîsiyle alâmet ve bürhan ve emâre ve delil mânasiyle âyâtýn âyetleri diye tekrar ile ¬Æ@«B¬U²7!ö€@« YÝRMÝÝKÝNCÝ ÂYET ve AYETLER: Hem Yûnus, hem Yûsuf, hem Ra'd, hem Hýcr, hem Þuarâ, hem Kasas, hem Lukman Sûrelerinin baþlarýnda bulunan Æ@«B¬U²7!ö€@« O tevâfuk remzeder ki: Bu asýrda Resail-in-Nur denilen otuzüç adet Söz ve otuzüç adet Mektup ve otuzbir adet Lem'alar, bu zamanda, Kitab-ý Mübin'deki âyetlerin âyetleridir. Yâni hakaikýnýn --- sh:»(ST:93) --------------------------------------------------------------------------------------------- alâmetleridir ve hak ve hakikat olduðunun bürhanlarýdýr. Ve o âyetlerdeki hakaik-ý îmaniyenin gayet kuvvetli hüccetleridir. Ve «t²V¬# kelime-i kudsiyesinin iþaret-i hissiyesiyle gözlere dahi görünecek derecede zâhir olduðunu ifade eden böyle iþarete lâyýk delilleridir diye remzen Resail-in-Nur'u bir iþarî mânasýnýn küllî dairesine hususî ve medar-ý nazar bir ferdi olarak dahil ediyor. Elhâsýl: Nasýlki bu âyette bulunan iþarî mâna yedi sûrede yedi iþaret hükmünde olup delâlet belki sarahat derecesine çýkýyor. Aynen öyle de: ¯v[¬T«B²K8ö¯!«h¬. deki remz dahi, yedi - sekiz sûrelerde bulunmakla yedi - sekiz remz hükmünde olarak o remzi, iþaret belki delâlet belki sarahat derecesine çýkarýyor. ÝHTAR: Külfetsiz olmak üzere birden hatýra gelen iþârat kaydedildi. Tekellüfe girmemek için iþaretli otuzüç âyetin çok iþâratý kaydedilmedi. YÝRMÝÜÇÜNCÜ ÂYET: ®~I²[«'ö_«X«7¬G²A YÝRMÝDÖRDÜNCÜ ÂYET ve ÂYETLER: Hem Sûre-i Zümer, hem Sûre-i Câsiye, hem Sure-i Ahkaf'ýn baþlarýnda bulunan ¬v[¬U«E²7!ö¬i --- sh:»(ST:94) --------------------------------------------------------------------------------------------- âyetler dahi yirmiikincideki âyetler gibi Risalet-ün-Nur'un ismine ve zâtýna, hem te'lif ve intiþarýna bir mâna-i remziyle bakýyorlar. ÝZAHTAN EVVEL MÜHÝM BÝR ÝHTAR (Lüzumlu dört - beþ nokta beyan edilecek) Birinci Nokta: Hadîste vârid olduðu gibi, "Herbir âyetin mana mertebelerinde bir zahiri, bir bâtýný, bir haddi, bir muttalaý vardýr. Bu dört tabakadan herbirisinin (hadîsçe "þücun ve gusûn" tabir edilen) füruatý, iþaratý, dal ve budaklarý vardýr." mealindeki hadîsin hükmüyle, Kur'an hakkýnda nâzil olan bu âyet-i kudsiye, fer'î bir tabakadan ve bir mana-yý iþarîsiyle de Kur'an ile münasebeti çok kuvvetli bir tefsirine bakmak, þe'nine bir nakîse deðil. Belki o lisan-ül gaybdaki i'caz-ý manevîsinin muktezasýdýr. Ýkinci Nokta: Bir tabakanýn mâna-yý iþârisinin külliyetindeki efradýnýn bu asýrda tezâhür eden ve münasebeti pek kuvvetli bir ferdi Risalet-ün-Nur olduðunu, onu okuyan herkes tasdik eder. Evet ben Risalet-ün-Nur'un has þâkirdlerini iþhad ederek derim: Risalet-ün-Nur sair te'lifat gibi ulûm ve fünundan ve baþka kitaplardan alýnmamýþ. Kur'ân'dan baþka me'hazý yok, Kur'ân'dan baþka üstadý yok, Kur'ân'dan baþka mercii yoktur. Te'lif olduðu vakit hiçbir kitab müellifinin yanýnda bulunmuyordu. Doðrudan doðruya Kur'ân'ýn feyzinden mülhemdir ve semâ-i Kur'ânîden ve âyâtýnýn nücumundan, yýldýzlarýndan iniyor, nüzul ediyor. Üçüncü Nokta: Resail-in-Nur baþtan baþa ism-i Hakîm ve Rahîm'in mazharý olduðundan bu üç âyetin âhirleri ism-i Hakîm ile ve gelecek yirmibeþinci dahi Rahman ve Rahîm ile baðlamalarý münasebet-i mâneviyeyi cidden kuvvetlendiriyor. Ýþte bu kuvvetli münasebet-i mâneviyeye binaen deriz ki: ¬Æ@«B¬U²7!öu --- sh:»(ST:95) --------------------------------------------------------------------------------------------- hakikatlarýnýn bürhanlarý iniyor, nüzûl ediyor diyerek þu asýrda bir þâkirdini ve bir lem'asýný cenah-ý himayetine ve daire-i harîmine bir hususî iltifat ile alýyor. Dördüncü Nokta: Ýþte bu risalede mezkûr otuzüç âyet-i meþhurenin bil'ittifak, tekellüfsüz, mânaca ve cifirce Resail-in-Nur'un baþýna parmak basmalarý ve baþta Âyet-in-Nur on parmakla ona iþaret etmesi ve eskidenberi ulema ortasýnda ve edibler mabeyninde meþhur bir düstur ve hakikatlý bir medar-ý istihracat ve hattâ hususî tarihlerde ve mezar taþlarýnda ediplerin istimal ettikleri mâruf bir kanun-u ilmî iledir. Eðer o kanuna tasannu karýþmazsa, iþâret-i gaybiye olabilir. Eðer sun'î ve kasdî yapýlsa, yalnýz bir letâfet, bir zerâfet, bir cezâlet olur. Evet edipler hususî ve þahsî tarihlerde onun taklidini yapmakla kelâmlarýný güzelleþtirdikleri, hem cifir ilminin en esaslý bir kaidesi ve mühim bir anahtarý olan makam-ý ebcedî ile iþaret ise: Her cihetle ayn-ý þuur ve nefs-i ilim ve mahz-ý irade ve tesadüfî halleri olmayan ve lüzumsuz maddeleri bulunmayan Kur'ân'ýn bu kadar âyât-ý meþhuresi icma' ile ve ittifakla Risale-in-Nur'a iþaret ve tevâfuklarý sarahat derecesinde onun makbuliyetine bir þehadettir. Ve hak olduðuna bir imzadýr ve þâkirdlerine bir beþarettir. Beþinci Nokta: Bu hesab-ý ebcedî, makbul ve umumî bir düstur-u ilmî ve bir kanun-u edebî olduðuna deliller pek çoktur. Burada yalnýz dört - beþ tanesini nümune için beyan edeceðiz. Birincisi: Bir zaman Benî-Ýsrail âlimlerinden bir kýsmý huzur-u Peygamberîde sûrelerin baþlarýndaki ³l³Q´[´Z³6 ö³v³7!ögibi mukattaat-ý hurufiyeyi iþittikleri vakit, hesab-ý cifrî ile dediler: "Ya Muhammed ! Senin ümmetinin müddeti azdýr." Onlara mukabil dedi: "Az deðil." Sair sûrelerin baþlarýndaki mukattaatý okudu ve ferman etti, "Daha var." Onlar sustular... Ýkincisi: Hazret-i Ali Radiyallahu Anh'ýn en meþhur kaside-i Celcelûtiyesi, baþtan nihayete kadar bir nevi hesab-ý ebcedî ve cifir ile te'lif edilmiþ ve öyle de matbaalarda basýlmýþ. Üçüncüsü: Cafer-i Sâdýk Radýyallahü Anh ve Muhyiddin-i Arabî (R.A.) gibi esrar-ý gaybiye ile uðraþan zâtlar ve esrar-ý huruf ilmine --- sh:»(ST:96) --------------------------------------------------------------------------------------------- çalýþanlar, bu hesab-ý ebcedîyi gaybî bir düstur ve bir anahtar kabul etmiþler. Dördüncüsü: Yüksek edipler bu hesabý, edebî bir kanun-u letâfet kabul edip eski zamandan beri onu istimal etmiþler. Hattâ letâfetin hatýrý için iradî ve sun'î ve taklidî olmamak lâzým gelirken, sun'î ve kasdî bir surette o gaybî anahtarlarýn taklidini yapýyorlar. Beþincisi: Ulûm-u riyaziye ulemasýnýn münasebet-i adediye içinde en lâtif düsturlarý ve avamca hârika görünen kanunlarý, bu hesab-ý tevâfukînin cinsindendirler. Hattâ fýtrat-ý eþyada Fâtýr-ý Hakîm bu tevâfuk-u hesabîyi bir düstur-u nizam ve bir kanun-u vahdet ve insicam ve bir medar-ý tenasüb ve ittifak ve bir namus-u hüsün ve ittisak yapmýþ. Meselâ: Nasýlki iki elin ve iki ayaðýn parmaklarý, âsablarý, kemikleri, hattâ hüceyratlarý, mesâmatlarý hesabca birbirine tevâfuk ederler. Öyle de: Bu aðaç bu baharda ve geçen bahardaki çiçek, yaprak, meyvece tevâfuk ettiði gibi, bu baharda dahi az bir farkla geçen bahara tevâfuk ve istikbal baharlarý dahi mâzi baharlarýna ihtiyar ve irâde-i Ýlâhiyyeyi gösteren sýrlý ve az farkla muvafakatlarý, Sâni-i Hakîm-i Zülcemâl'in vahdetini gösteren kuvvetli bir þahid-i vahdaniyettir. Ýþte mâdem bu tevâfuk-u cifrî ve ebcedî, bir kanun-u ilmî ve bir düstur-u riyazî ve bir namus-u fýtrî ve bir usûl-ü edebî ve bir anahtar-ý gaybî oluyor. Elbette menba-ý ulûm ve mâden-i esrar ve fýtratýn tercüman-ý âyât-ý tekvîniyesi ve edebiyatýn mu'cize-i kübrâsý ve lisan-ül-gayb olan Kur'ân-ý Mu'ciz-ül-Beyan, o kanun-u tevâfukîyi, iþârâtýnda istihdam, istimal etmesi i'cazýnýn muktezasýdýr. Ýhtar bitti, þimdi sadede geliyoruz. Sûre-i Zümer, Câsiye, Ahkaf'ýn baþlarýndaki ¬v[¬U«E²7!ö¬i Þöyle ki: Ýki "te" sekizyüz, iki "nun" yüz, iki "mim" seksen, iki "kef" kýrk, üç "ze" yirmibir, üç "ye" otuz, bir "be" bir "ha" on, (Lafzullah) altmýþ yedi, --- sh:»(ST:97) --------------------------------------------------------------------------------------------- bir "ayýn" yetmiþ, dört "lâm" dört "elif" yüz yirmi dört olup yekûnü bin üçyüz kýrkiki ederek bu asrýn þu tarihine nazar-ý dikkati celbetmekle beraber, Kur'ân'ýn tenziliyle çok alâkadar bir Nura parmak basýyor. Ve o tarihten az sonra Mu'cizat-ý Ahmediye (A.S.M.) Risalesi ve Yirminci ve Yirmidördüncü Mektuplar gibi Risalet-ün-Nur'un en nuranî cüzleri meydan-ý intiþara çýkmalarý ve Kur'ân'ýn kýrk vecihle i'cazýný isbat eden Mu'cizat-ý Kur'âniye Risalesiyle haþre dair Onuncu Söz'ün ikisinin kýrkikide intiþarlarý ve kýrkaltýda fevkalâde iþtiharlarý ayný tarihte olmasý bir kuvvetli emâredir ki, bu âyet ona hususî bir iltifatý var. Hem nasýlki bu âyetler te'lif ve intiþarýna iþaret ederler, öyle de; yalnýz ¬Æ@«B¬U²7!öu Birden hatýra geldi ki: Bu üç farkýn sýrrý ise Risalet-ün-Nur'un mertebesi üçüncüde olmasýdýr. Yani vahiy deðil ve olamaz. Hem umumiyetle dahi ilham deðil, belki ekseriyetle Kur'ân'ýn feyziyle ve medediyle kalbe gelen sünühat ve istihracat-ý Kur'âniyedir. Cay-ý dikkattir ki birinci ³v´&öolan Sûre-i Mü'min'de ¬v[¬V«Q²7!ö¬i YÝRMÝBEÞÝNCÝ ÂYET: ¬v[¬&Åh7!ö¬w´W²&Åh7!ö«w¬8ö½u --- sh:»(ST:98) --------------------------------------------------------------------------------------------- Birincisi tefekkürdür. Hakîm ismine bakýyor. Biri de þefkattir, hadsiz olan fakrýný hissetmektir ki, Rahman ve Rahîm isimlerine bakýyor. Hem þu âyet nasýlki Resail-in-Nur'un te'lif ve tekemmül tarihine tevafukla parmak basýyor… Öyle de, ½u --- sh:»(ST:99) --------------------------------------------------------------------------------------------- ¬v[¬&ÅI7!ö¬w´W²&ÅI7!ö¬yÁV7!ö¬v²K¬"öokuduðu zamanýna tam tamýna tevafukla parmak basýyor, arkasýný sývatýyor, "Haydi git, selâmetle çalýþ" remzen diyor. Üçüncü vecihte, yâni bin ikiyüz doksanüç veya dört olan makam-ý cifrîsiyle o tercümanýn besmele-i hayat-ý dünyeviyesinin ibtidasýna tam tamýna tevafuk sýrriyle îma eder ki, onun hayatý çok dehþetli daðdaðalarý ve fýrtýnalarý görmek ve çekmekle beraber daima Rahman ve Rahîm isimlerinin mazharý olarak rahmetle muhafaza ve þefkatle terbiye edileceðini remzen mün'imâne haber veriyor. Bu suretle Kur'ân'ýn mânevî i'cazýndan ihbar-ý gaybî nev'inin bir þuâýný gösteriyor. YÝRMÝALTINCI ÂYET: Sure-i Hud'da ½G[¬Q«,ö«:öÊ|¬T«-ö²vZ²X¬W«4öâyetinin iki satýr sonra gelen ¬^ÅX«D²7!ö]¬S«4ö!:G¬Q,ö«w --- sh:»(ST:100) ------------------------------------------------------------------------------------------- rabtedilse, o vakit "te", "he" olmaz. Fakat daha latif tesellikâr bir tevafuk olur. Çünki !:G¬Q,ö«w "RESAÝL-ÝN-NUR ÞAKÝRDLERÝ, ÎMAN ÝLE KABRE GÝRECEKLER, ÎMANSIZ VEFAT ETMEZLER." Biz o vakit o rü'yaya çok sevindik. Demek o müjde bu müjde-i Kur'âniyenin bir müjdecisi imiþ. (Hâþiye) (Hâþiye): Cihan saltanatýndan daha ziyade kýymetdar bir müjde-i Kur'âniye, bir beþâret-i semâviye bu sahifede vardýr. --- sh:»(ST:101) ------------------------------------------------------------------------------------------- YÝRMÝYEDÝNCÝ ÂYET: Sûre-i Saf'da «–:h¬4@«U²7!ö«˜¬h«6ö²x«7«:ö¬˜¬*x9öÇv¬B8öyÁV7!«:ö²v¬Z¬;!«x²4«@¬"ö¬yÁV7!ö«*x9ö~ÎY¬S²O[¬7ö«–:G cümlesinin makam-ý cifrîsi, bin üçyüz onaltý veya yedidir (1316-1317). Ve bu tarih ise; sâbýkan yirmibirinci âyetin hâtimesinde zikredilen inkýlab-ý fikrî sadedinde; Avrupa'nýn bir müstemlekât nâzýrý, Kur'anýn nurunu söndürmesine çalýþmasý tarihine ve Resail-in Nur müellifi dahi ona karþý o inkýlab-ý fikrî sayesinde o nuru parlatmaða çalýþmasý ayný tarihe, hem yedi surede yedi defa ¬Æ@«B¬U²7!ö€@« dahi ayný tarihe, hem ¯v[¬T«B²,8ö¯!«h¬.ö]«V«2ö]±¬"«*öÅ–¬!ödahi þeddeli "nun" bir "nun" sayýlmak ve tenvin sayýlmamak cihetiyle ayný tarihe, hem ²vZ²X«2ö²Œ¬h²2«@«4öfermaný dahi ayný tarihe, hem ¬˜¬*x9öÇv¬B8öyÁV7!«:ö²v¬Z¬;!«x²4«@¬"ö¬yÁV7!ö«*x9ödahi ayný tarihe bil'ittifak muvafakatlarý elbette remizden, iþaretten, delaletten ziyade bir sarahattýr ki; Risale-i Nur o Nur-u Ýlahînin bir lem'asý olacaðýný ve düþmanlarý tarafýndan gelen þübehat zulümatýný daðýtacaðýný mana-yý iþarîsiyle müjdeliyor. Hem bu cifrî ve müteaddid ve manidar tevafuklar ise, kuvvetli bir münasebet-i maneviyeye istinad ederler. Evet Resail-in-Nur'un yüzyirmi dokuz risaleleri, yüzyirmi dokuz elektrik lâmbalarýnýn þiþeleri misillû Kur'ân nur-u âzamýndan uzanan tellerin baþlarýna takýlýp o nuru neþrettikleri meydandadýr. Risale-i Nur'un yarý ismi iki def'a bu cümle-i âyette bulunmasiyle o münâsebeti pek letâfetlendiriyor. --- sh:»(ST:102) ------------------------------------------------------------------------------------------- YÝRMÝSEKÝZÝNCÝ ÂYET: Sûre-i Tevbe'de: «–:h¬4@«U²7!ö«˜¬h«6ö²x«7«:ö˜«*x9öÅv¬B âyetindeki ˜«*x9öÅv¬B --- sh:»(ST:103) ------------------------------------------------------------------------------------------- muharebe-i meþ'umesiyle âlem-i Ýslâm'ýn parlak nuruna muvakkat bir bulut perde ettiler. Fakat bunda Resail-in-Nur Þâkirdleri yerinde Mevlâna Halid'in (K.S.) Þâkirdleri o bulut zulümatýný daðýttýklarýndan bu âyet bu cihette onlarýn baþlarýna remzen parmak basýyor. Þimdi hatýra geldi ki, eðer þeddeli "lâmlar" ve "mim" ikiþer sayýlsa, bundan bir asýr sonra zulümatý daðýtacak zâtlar ise, Hazret-i Mehdi'nin þakirdleri olabilir. Her ne ise... Bu nurlu âyetin çok nuranî nükteleri var. ¬h²E«A²7!ö]«V«2öÇÄG«#ö?«h²O«T²7«!ösýrrýyla kýsa kestik. YÝRMÝDOKUZUNCU ÂYET: Sûre-i Ýbrahim'in baþýnda ¬G[¬W«E²7!ö¬i âyetidir. Þu âyetin dört-beþ cümlesinde dört-beþ îma var. Mecmuu bir iþaret hükmüne geçer. Birincisi: ¬G[¬W«E²7!ö¬i Ýkincisi: ¬€@«WVÇP7!ö«w¬8öcümlesi evvelki cümledeki Nur'u tarif ederek der: O Nur Cenab-ý Hakk'ýn izzet ve Mahmudiyetini --- sh:»(ST:104) ------------------------------------------------------------------------------------------- gösteren yoldur. Bu cümlenin makam-ý ebcedîsi beþyüz kýrk sekiz veya elli (548-550) olarak Resail-in Nur'un þeddeli "nun" bir "nun" olmak üzere, adedi olan beþyüz kýrksekize tam tamýna tevâfuk eder. Eðer okunmayan iki elif sayýlsa, mertebesine iþaret eden iki farkla yine tam tamýna tevâfuk eder. Bu îmayý te'yid eden, hem letâfetlendiren bir münasebet var. Þöyle ki: Âlem-i Ýslâm için en dehþetli asýr altýncý asýr ile Hülâgu fitnesi ve onüçüncü asrýn âhiri ve ondördüncü asýr ile harb-i umumî fitneleri ve neticeleri olduðu münasebetiyle bu cümle makam-ý ebcediyle altýncý asra ve evvelki cümle gibi ¬G[¬W«E²7!ö¬i Hem, sâbýk âyetlerde ise, Resail-in-Nur'un ikinci ismine tevâfukla iþaret eden umum o âyetler, dehþetli asýr olan Hülâgû ve Cengiz asrýna dahi îma ederler. Hattâ o âyetlerin hem o asra, hem bu asra îmalarý içindir ki, Hazret-i Ali (R.A.) Ercûzesinde ve Gavs-ý A'zam (R.A.) Kasîdesinde Resail-in-Nur'a kerametkârane iþaret ettikleri vakit hem o asra, hem þu asra bakýp hiddetle iþaret etmiþler. Üçüncüsü: ¬€@«WVÇP7!ö«w¬8ökelimesindeki ¬€@«WVÇP7«!öýn adedi bin üçyüz yetmiþiki (1372) ederek bu asrýn zulümleri, zulmetleri ne vakte kadar devam edeceðini, o zulmetlerin içinde bir Nur daima tenvire çalýþacaðýna îma ile Risale-i Nur'un tenvirine remzen bakar. Dördüncüsü: «‰@ÅX7!ö«‚¬h²FB¬7öcümlesi diyor ki: "Bin üçyüz kýrkbeþte (1345) Kur'andan gelen bir Nur ile insanlar karanlýklardan ýþýklara çýkarýlacak." Bu meal ise, bin üçyüz kýrkbeþte fevkalâde tenvire baþlayan Resail-in Nur'a tam tamýna cifirce, hem mealce muvafýk ve mutabýk olmakla Risale-i Nur'un makbuliyetine îma belki remzediyor. --- sh:»(ST:105) ------------------------------------------------------------------------------------------- Beþincisi: «t²[«7¬!ö˜@«X²7«i²9«!ö°Æ@«B¬6ö´h³7!ödeki «t²[«7¬!ökelimesi Kur'ana has baktýðý için hariç kalmak üzere, ˜@«X²7«i²9«!ö°Æ@«B¬6ö´h³7!öcümlesinin makamý Risalet-ün Nur'un birinci ismine tam tamýna tevafuk etmesi Risalet-ün Nur'un, Kitab-ý Münzel'in tam bir tefsiri ve manasý olduðunu ve ondan yabani olmadýðýný remzen ifade eder. Çünki ´h³7!öüçyüz sekseniki, °Æ@«B¬6ödörtyüz yirmiüç, ˜@«X²7«i²9«!öyüz kýrkdört, yekûnü dokuzyüz kýrkdokuz (949); eðer tenvin "nun" sayýlsa dokuzyüz doksandokuz (999) ederek Risalet-ün Nur'un -eðer þeddeli "nun" bir "nun" sayýlsa- adedi olan dokuzyüz kýrksekize eðer þeddeli "nun" iki "nun" olsa, dokuzyüz doksansekize (998) sýrlý (yani vahiy olmadýðýný ifade için) birtek farkla tevafuk edip ona îma eder. Elhâsýl: Bu birtek âyette mezkûr beþ cümlenin münasebet-i mâneviyeyi gözeterek beþ adet îmalarý bir kuvvetli iþaret, belki bir delâlet hükmüne geçebilir kanaatý bana bunu yazdýrdý. Hatâ etmiþsem Kitab-ý Mübîn'i þefaatci edip Erhamürrâhimîn'den kusurumun afvýný niyâz ederim. v[¬U«E²7!öv[¬V«Q²7!ö«a²9«!ö«tÅ9¬!ö@«X«B²WÅV«2ö@«8öŬ!ö@«X«7ö«v²V¬2ö«ö«t«9@«E²A, * * * --- sh:»(ST:106) ------------------------------------------------------------------------------------------- YÝRMÝDOKUZUNCU ÂYETÝN SEHVÝNE DAÝR TAFSÝLÂT ¬v[¬&ÅI7!ö¬w´W²&ÅI7!ö¬yÁV7!ö¬v²K¬" Küçük bir sehivden kuvvetli bir iþaret-i gaybiye gördüm. Ondan bildim ki o sehiv bunun içinmiþ. Þöyle ki: Birinci Þua olan Ýþarat-ý Kur'aniyenin yirmidokuzuncu âyet Sure-i Ýbrahim'in baþýnda, ²v¬Z±¬"«*ö¬–²)¬@¬"ö¬*xÇX7!ö]«7¬!ö¬€@«WVÇP7!ö«w¬8ö«‰@ÅX7!ö«‚¬h²FB¬7ö«t²[«7¬!ö˜@«X²7«i²9«!ö°Æ@«B¬6ö´h³7!ö içinde ²v¬Z±¬"«*ö¬–²)¬@¬"ö¬*xÇX7!ö]«7¬!öcümlesine makam-ý cifrîsi sehven bin üçyüz otuzdört (1334) ederek Risale-i Nur'un fatihasý olan Ýþarat-ül Ý'caz Tefsirinin zuhuru ve tab'ý tarihine tevafukla bakar denilmiþ. Halbuki melfuz harflerinin makamý, bin üçyüz otuzdokuz (1339) olup o tefsirin fevkalâde iþtiharý ve Dâr-ül Hikmet tarafýndan ekser müftülere gönderilen nüshalar, müteaddid ve maddî ve manevî inkýlablarýn sarsýntýlarýndan vikaye noktasýnda -çok emareler ve müftülerin itirafýyla- birer kal'a ve ekser müftülerin ellerinde birer elmas kýlýnç hükmüne geçmeleri tarihine tevafukla takdirkârane bakar. Okunmayan iki "elif" sayýlsa, bin üçyüz kýrkbir (1341) edip Risale-i Nur'un mebde-i zuhuruna tam tamýna tevafukla bakar. Bu küçük sehiv þöyle bir mânayý birden kuvvetli ihtar etti ki, o sûre-i Ýbrahim'in (A.S.) baþýndaki âyetin Risale-i Nur'a remzen bakan yalnýz onun dört cümlesi deðil, belki o birinci sahife âhirine kadar münâsebât-ý mâneviye cihetinde bir mâna-yý remziyle -efrad-ý kesiresi içinde- Risale-i Nur'a gizli bir hususiyet ile îma eder, remzen bakar. Ben þimdilik o hakikat-ý remziyeyi beyan edemem. Yalnýz kýsa bir iþaret edilecek. Evet Risale-i Nur'un mayasý ve meþrebi tefekkür ve þefkat olduðu cihetle Hazret-i Ýbrahim'in (A.S.) hususî meþrebi olan tefekkür ve þefkat noktasýnda tam tevâfuk etmek sýrriyle þu sûrede daha ziyade Risale-i Nur'u kucaðýna alýyor. Baþtaki âyet; dört cümle ile en karanlýk bir --- sh:»(ST:107) ------------------------------------------------------------------------------------------- asrýn kara kara içinde, zulmet zulmet içinde insanlarý nura çýkaran ve Kur'ân'dan çýkan bir nura parmak bastýðý gibi en karanlýk içinde bulunan ve Risale-i Nur'un cereyanýna muhalif gidenleri târif eder. ÜÇÜNCÜ ÂYET: @®%«x¬2ö@«Z«9xR²A« ¯G[¬Q«"ö¯Ä«Ÿ«/ö]¬4ö«t¬´7:! Bu dahi, üç cümlesiyle bazý münasebat-ý maneviye ve muvafakat-ý mefhumiye cihetinde ve hem Risale-i Nur'un mesleðine, hem mülhidlerin mesleðine îmaen bakar. Ve birinci cümlesiyle der ki: "O bedbahtlar, bazý ehl-i imanýn (imanlarý beraber olduðu halde) ve bir kýsým ehl-i ilmin (âhireti tam bildikleri halde) onlara iltihak delaletiyle, bilerek ve severek hayat-ý dünyeviyeyi dine ve âhirete, yani elmasý tanýdýðý ve bulduðu halde beþ paralýk þiþeyi ona tercih etmek gibi; sefahet-i hayatý, dinî hissiyata muannidane tercih edip dinsizlik ile iftihar ederler." Bu cümlenin bu asra bir hususiyeti var. Çünki hiçbir asýr böyle bir tarzý göstermemiþ. Sair asýrlarda o ehl-i dalalet âhireti bilmiyor ve inkâr ediyor. Elmasý elmas bilmiyor, dünyayý tercih ediyor. Ve ikinci cümlesi olan ¬yÁV7!ö¬u[¬A«,ö²w«2ö«–:ÇGM« --- sh:»(ST:108) ------------------------------------------------------------------------------------------- noksan bulmak istiyorlar." Ýþte bu âyet, üç cümlesiyle mânen bu asýrda acib bir taife-i dâlleye tam bir tevâfuk-u mânevî ile mâna-yý iþârîsiyle çok efradý içinde hususî baktýðý gibi tevafuk-u cifrîsiyle dahi baþlarýna parmak basýyor. Evet evvelki cümle olan «–YÇA¬E«B²K« DÖRDÜNCÜ ÂYETÝN ²vZ«7ö«w±¬[«A[¬7ö¬y¬8²x«5ö¬–@«,¬V¬"öŬ!ö¯Äx,«*ö²w¬8ö@«X²V«,²*«!ö@«8«:ö cümlesi makam-ý cifrîsiyle ve baþtaki âyetin iþaretleri karinesiyle, risalet ve nübüvvetin her asýrda verâset noktasýnda naibleri, vekilleri bulunmak kaidesiyle, bir mâna-yý remzî cihetinde vazife-i irsiyeti yapan Risale-i Nur'u, efradý içine hususî bir iltifatla dahil edip lisan-ý Kur'ân olan Arabî olmayarak Türkçe olmasýný takdir --- sh:»(ST:109) ------------------------------------------------------------------------------------------- ediyor. Evet bunun makamý ¯Äx,«*ödeki tenvin "nun" sayýlmak ve þeddeli "lâm" iki sayýlsa ve þeddeli "ye" bir sayýlsa bin üçyüz ellisekiz (1358), her ikisi birer sayýlsa bin üçyüz yirmisekiz (1328); þeddeliler iki sayýlsa, tenvin sayýlmazsa, bin üçyüz onsekiz (1318); hem tenvin hem þeddeliler sayýlsa bin üçyüz altmýþsekiz (1368) ederek Risale-i Nur'un beþ devresine ve beþ vaziyetine remzen ve imaen bakar. BEÞÝNCÝ ÂYETTE: ¬yÁV7!ö¬•@Å ¬yÁV7!ö¬•@Å * * * --- sh:»(ST:110) ------------------------------------------------------------------------------------------- Sekizinci Þua (Üçüncü bir Keramet-i Aleviye) Bir Ýfade-i Meram [Mâlum olsun ki; ben Risale-i Nur'un kýymetini ve ehemmiyetini beyan etmekle Kur'ân'ýn hakikatlarýný ve îmanýn rükünlerini ilân etmek ve zaaf-ý îmana düþenleri onlara dâvet etmek ve onlarýn kuvvetlerini ve hakkaniyetlerini göstermek istiyorum. Yoksa, hâþâ! kendimi ve hiçbir cihetle beðenmediðim nefs-i emmaremi beðendirmek ve medhetmek deðildir. Hem Risale-i Nur zâhiren benim eserim olmak haysiyetiyle senâ etmiyorum. Belki yalnýz Kur'ân'ýn bir tefsiri ve Kur'ân'dan mülhem bir tercüman-ý hakikisi ve îmanýn hüccetleri ve dellâlý olmak haysiyetiyle meziyetlerini beyan ediyorum. Hattâ, bir kýsým risaleleri ihtiyarým haricinde yazdýðým gibi, Risale-i Nur'un ehemmiyetini zikretmekte ihtiyarsýz hükmündeyim. Ýmam-ý Ali'nin (radýyallahü anh) "Âyetü'l-Kübrâ" namýný verdiði "Yedinci Þua" risalesini yazmakta çok zahmet çektiðime bir mükâfat-ý âcile ve bir alâmet-i makbuliyet ve bir medâr-ý teþvik olarak bu keramet-i Celcelûtiye, inâyet-i Ýlâhiye tarafýndan verildiðine þüphem kalmamýþ. Tahdis-i ni'met kabilinden bunu "Sekizinci Þuâ" olarak yazdým. Yoksa haþre dair mühim bir âyetin mu'cizeli olan bürhanlarýný yazacaktým.] * * * --- sh:»(ST:111) ------------------------------------------------------------------------------------------- ¬v[¬&ÅI7!ö¬w´W²&ÅI7!ö¬yÁV7!ö¬v²K¬" [Ýmam-ý Ali'nin (Radýyallahü anhü) Risale-i Nur'a dair üçüncü bir kerâmetidir.] Evet Onsekizinci ve Yirmisekizinci Lem'alarda izah ve isbat edilen iki zâhir kerâmetini te'yid ve takviye ederek Kaside-i Celcelûtiyesinde, Siracün-nur'dan sarahat derecesinde haber verdiði gibi, yine o Kaside'de Siracün-nur'un en namdar risalelerine parmak basýyor, âdeta alkýþlýyor; ve sekiz adet remz ile meþhur bir kýsým risalelerini gösteriyor. BÝRÝNCÝSÝ: Risale-i Nur'a tasrih eden ®^«9@«[«"ö!Èh¬,ö¬*xÇX7!ö‚!«h¬,ö(@«T#öfýkrasýndan sonra Süryanî lisaniyle esma-i hüsnâdan istimdat ve suver-i Kur'âniye ile bir münâcât yapýyor. Tam otuzüç sûrelerle öyle garip ve mânidar bir tarzda zikrediyor ki; bir kýsým sýrlarý ve gaybî haberleri dahi bildirmek istediði anlaþýlýyor. Ben sýkýntýlý bir zamanda Ýmam-ý Ali'nin (Radýyallahü anhü) Âyet-ül-Kübrâ namýný verdiði "Yedinci Þuâ"ý bitirdiðim ayný vakitte -îtikadýmca bana acele bir mükâfat ve bir ücret olarak- geceleyin Celcelûtiyeyi okudum. Birden bir ihtar-ý gaybî gibi kalbime denildi: Ýmam-ý Ali Radýyallahü anhü Risale-i Nur ile çok meþguldür. Mecmuundan haber verdiði gibi kýymetdâr risalelerine de iþaret derecesinde remzedip îmâ ediyor. Eðer sarîh bir surette gaybdan haber vermek (çok zararlarý bulunduðundan hikmete münafî olduðu cihetle) hikmet-i Ýlâhiye tarafýndan yasak olmasa idi tasrih edecekti. Meselâ: Sûreleri tâdât ederken, yirmibeþinciye geldiði vakit diyor ki: ¯u¬=@«,ö«:ö¯–x9öÅv$ö«¾«*@«A«#ö±¬s«E¬" ²€«*±¬x6öj²WÅL7!«:ö¬i[¬W²ZÅB7!ö¬?«*x,¬"ö«: ›«x«;ö!«)¬!ö¬v²DÅX7!«:ö!®:²*«)ö¬€@« ²a«"Åh«T«#ö*x8²!ö«]¬7ö²a«"«h«B²5¬@¬"ö«: ®^« ²a«7Åi«X«#ö²G«5ö@«8«:ö›¬*@«T²7!ö«!«h«5ö@«8ö«(«G«2 ›¬HÅ7!ö«t¬V²N«S¬"ö«›«²x«8ö@« ²a«VÅN«S«#ö@®A²B6ö«a²7«i²9«!ö@«8ö±¬u6ö]«V«2 --- sh:»(ST:112) ------------------------------------------------------------------------------------------- Ýþte bu fýkralarda Eskiþehir Aðýr Ceza Mahkemesini hayrette býrakan ve üstünde göz ile görünen bir kerametiyle ve kýyamet ve haþri isbat eden hârika hüccetleriyle iþtihar eden "Yirmidokuzuncu Söz"e Hazret-i Ýmam-ý Ali Radýyallahü anhü, zikir ve tadâd ettiði sûrelerin yirmidokuzuncu mertebesinde ²€«*±¬x6öj²WÅL7!«: ile ona iþaret eder. Çünki, kýyamet kopmasýndan gayet dehþetli haber veren ²€«*±¬x6öj²WÅL7!ö!«)¬!ö sûresine tam mutâbýk bir surette o Yirmidokuzuncu Söz, kýyametin ve harab-ý âlemin ve mevt-i dünyanýn ve hayât-ý âhiretin ve ihya-yý emvâtýn kat'î hüccetlerini beyan ederken, bu sûrenin dehþetli tasvirini zikretmesi; hem mânada, hem yirmidokuzuncu mertebede tetabuklarý o iþâreti isbat eder. Hem tahavvülât-ý zerratta boðulan maddiyyunlarý susturan ve zerratýn tahavvülâtý ve harekâtýný, vazife ve intizamlarýný emsalsiz bir tarzda isbat eden Otuzuncu Söz namýndaki Zerrat Risalesi'ne Hazret-i Ýmam-ý Ali Radýyallahü Anh, otuzuncu mertebede !®:²*«)ö¬€@« Hem Mi'rac-ý Muhammedî Aleyhissalâtü Vesselâmý delâil-i akliye ile gayet mâkul ve kat'î bir surette isbat eden ve "Otuzbirinci Söz" nâmýnda ve mertebesinde bulunan Risale-i Mi'rac'a, --- sh:»(ST:113) ------------------------------------------------------------------------------------------- Hazret-i Ýmam-ý Ali (R.A.) otuzbirinci mertebede Mi'rac-ý Ahmedî (A.S.M.) ve Kab-ý Kavseyn'deki müþahede ve mükâlemeyi sarih bir surette baþlayan Sure-i ›«x«;ö!«)¬!ö¬v²DÅX7!ö«:önýn baþýnda bulunan ›«x«;ö!«)¬!ö¬v²DÅX7!ö«:öcümlesi ile sarahata yakýn bir tarzda o risaleye iþaret eder ve Sure-i ¬‡YÇO7!ö«:öyi býrakarak, ¬€@« Hem Þakk-ý Kamer mu'cizesini münkirlere karþý kuvvetli deliller ile isbat eden Mi'rac Risalesi'nin zeyli bulunan Þakk-ý Kamer Risalesi namýnda otuzbirinci mertebenin âhirinde o risaleye, Hazret-i Ýmam-ý Ali (R.A.) þakk-ý Kamer'i nass-ý sarih ile zikreden Sure-i h«W«T²7!öÅs«L²9!ö«:ö^«2@Å,7!ö¬a«"«h«B²5¬!öden iktibas ederek otuzbirinci mertebenin akabinde zikredilen ²a«"Åh«T«#ö*x8²!ö«]¬7ö²a«"«h«B²5¬@¬"ö«:öfýkrasýyla sarahata yakýn iþaret eder. Mâlumdur ki: Risale-i Nur baþta otuzüç adet Sözler'dir ve Sözler namiyle yâd edilir. Fakat, Otuzüçüncü Söz müstakil deðil, belki Otuzüç adet Mektûbat'tan ibarettir. Ve Mektûbat namiyle zikredilir. Sonra Otuzbirinci Mektûb dahi müstakil deðil, belki otuzbir adet Lem'alar'dan mürekkebdir. Ve Lem'alar adý ile müþtehirdir. Sonra Otuzbirinci Lem'a dahi müstakil olmamýþ, o da inþâallah otuzbir adet Þuâlardan mürekkeb olacak. El-Âyet-ül-Kübrâ yedinci ve bu Risale Sekizinci Þuâlarýdýr. Demek Sözlerin hâtimesi Otuzikinci Sözdür. Hem Risale-i Nur'un yýldýzlarý içinde bir güneþ hükmünde þâkirdlerince telâkki edilen Otuzikinci Söz nâmýndaki Üç Mevkýflý risale-i hârika ve câmia ve Sözler'in bir cihette hâtimesi ve cem'iyetli neticesi olan o risaleye Hazret-i Ýmam-ý Ali (R.A.) onun fevkalâde ehemmiyetini ve câmiiyetini göstermek için Kur'ân'ýn çok sûreleriyle birden Otuzikinci mertebede ®^« --- sh:»(ST:114) ------------------------------------------------------------------------------------------- o câmi risaleye iþaret eder. Risale-i Nur'un Otuzüçüncü Söz'ü ise, bundan evvel beyan ettiðimiz gibi otuzüç adet mektuplardan ibaret ve Mektûbat namýnda otuzüç kitab ve yüzden ziyade risalelerdir. Ýþte Hazret-i Ýmam-ý Ali (R.A.) Otuzüçüncü Mertebede ve kaseminde Otuzüçüncü Söz'ün eczalarý olan o yüzon kitap ve Mektûbata birden iþâret etmek için yüzon semavî suhuf nâmýnda yüzon muhtasar kitablar ve o büyük mukaddes kitaplardan istimdat mânasýnda olan þu: ›¬HÅ7!ö«t¬V²N«S¬"ö«›«²x«8ö@« ²a«VÅN«S«#ö@®A²B6ö«a²7«i²9«!ö@«8ö±¬u6ö]«V«2 kelâmiyle iþaret eder. Mâlumdur ki: Ýlm-i belâgatta ve fenn-i beyanda uzak ve gizli mânalara delâlet etmek için karine tâbir ettikleri emârelerden ve münâsebetlerden birisi bulunsa, uzak bir mâna ve gizli ve iþârî olan bir mefhum, karinenin kuvvetine göre sarîh ve zâhir mânasý gibi kabul edilir. Ýþte bu kaideye binaen, bu iþârî mânalarýn herbirisine müteaddid karineler, emâreler bulunduðu gibi sair arkadaþlarý da ona karineler olur. Risale-i Nur'un mecmuundan haber veren sarîh fýkralar dahi herbirisine kuvvetli bir karinedir. ÝKÝNCÝ REMZ: Kur'ân'ýn El-Âyet-ül-Kübrasý olan ¬˜¬G²W«E¬"öd±¬A«, nin hakikat-ý kübrasýný ve tefsir-i ekberini gösteren ve ramazan-ý þerifin ilhamî bir hediyesi bulunan "Yedinci Þuâ" risalesine Hazret-i Ýmam-ý Ali (R.A.) Mektûbat'a iþâretten sonra "Lem'alar"a iþâret içinde Þuâlar'a bakarak ²a«D«S²7!ö«w¬8ö]±¬X¬8«!ö›«h²AU²7!ö¬^« (Hâþiye): Ýmam-ý Ali bu fýkra ile iþaret eder ki Âyet-ül Kübra risalesi yüzünden þâkirdleri bir musibete düþecekler ve onun kerameti ve bereketiyle emniyete ve selâmete çýkacaklar. Evet bu kerâmet-i Aleviye tam tamýna çýktý ki o risale için hapse düþüp ve onun kuvvetli hakikatlarý ile kurtuldular. --- sh:»(ST:115) ------------------------------------------------------------------------------------------- acîb ve yüksek ve tevhidin hüccet-ül-kübrâsý; ve El-Âyet-ül-Kübrânýn bir alâmet-i kübrâsý ve bir tefsir-i âzamý olan risaleye "Âyet-ül-Kübrâ" nâmýný veriyor. Ve o nâmla hem menbaý olan Âyet-ül-Kübrâ'nýn azametini, hem bu "Yedinci Þuâ" olan vahdaniyetin ve tevhidin bürhan-ý âzamýnýn fevkalâde kuvvetini ilân eder, haber verir. Hazret-i Ýmam-ý Ali'nin (R.A.) bu büyük iltifatýna, bu risalenin liyâkatýna her kimin bir þüphesi varsa, gelsin bir def'a o risaleyi okusun. Eðer, evet lâyýktýr demezse bana tûh ! desin. Evet Kur'ân'ýn aleyhinde bin seneden beri müntakimane hazýrlanan dinsizlerin itirazlarýný ve kâfir feylesoflarýn teraküm edip þimdi yol bularak intiþar eden þüphelerini ve Kur'ân'ýn dehþetli darbelerinden intikam besleyen muannid Yahudilerin ve maðrur bir kýsým Hýristiyanlarýn hücumlarýný def'edip mukabele eden ve her asýrda Kur'ân'ýn pek çok kahramanlarý ve mânevî kal'alarý vardý. Þimdi ihtiyaç bir-iki'den, yüze çýkmýþ. Ve müdafîler yüzden, iki üçe inmiþ. Hem, hakaik-ý îmaniyeyi, ilm-i kelâmdan ve medreseden öðrenmek çok zamana muhtaç bulunduðundan bu zamanda o kapý dahi kapandý. Hem çabuk, hem herkes anlayacak bir tarzda en derin hakikatlarý tâlim eden Risale-i Nur, elbette Ýmam-ý Ali Radýyallahü anhünün bu iltifatýna lâyýktýr. Hem Ýmam-ý Ali (R.A.) onuncu mertebe-i tâdâdýnda onuncu sûre olarak ve kýyamet ve leyle-i berata bakan ²a«W¬U²&!ö²G«5ö!Èh¬,ö@«Z[¬4ö¬–@«'ÇG7!ö¬?«*x,¬"«: deyip mâna-yý iþârîsiyle "Onuncu Söz" nâmýnda ve mertebesinde olan Haþir Risalesi'ne iþâretle beraber o risalenin fevkalâde ehemmiyetini ve gayet muhkem olduðunu ve o zamanýn dumanlý karanlýklarýný izâle eden bir leyle-i beratýn bir kandili hükmünde bulunmasýna ve haþir ve kýyametin bir alâmeti olan duhan, hem leyle-i beratýn senevî olarak hikmetli tefrik ve taksim-i umur noktalariyle ve baþka karineler ile îmâen ve remzen haber veriyor. Evet Onuncu Söz, çok ehemmiyetli bir belâyý def'etti. Hürriyet-i efkâr serbestiyeti ve harb-i umumî sarsýntýsý vaktinde haþri inkâr eden münafýklar, fýrsat bulup çok yerlerde zehirli fikirlerini izhara baþladýklarý bir zamanda "Onuncu Söz" çýktý ve tab'edildi. Bin nüshasý etrafa yayýldý. Onu gören herkes kemal-i iþtiyak ve merakla okudu. Zýndýklarýn kâfirane fikirlerini tam kýrdý. Ve onlarý susturdu. Ýmam-ý Ali Radýyallahü anhünün bu takdirine liyakatini --- sh:»(ST:116) ------------------------------------------------------------------------------------------- isbat etti. Kimin þüphesi varsa gelsin onu dikkatle okusun, haþrin ne kadar kuvvetli bir bürhaný olduðunu görsün. Hem Hazret-i Ýmam-ý Ali Radýyallahü anhü ondokuzuncu sûre olarak sûret-ün-Nur'u @«Z¬Q[¬W«%ö¬Æ@«B¬U²7!ö¬v[¬8!«x«&ö±¬h¬,¬" ²a«W¬,²5!ö*x9ö@« fýkrasiyle zikrederek pek muhtasar olan Ondokuzuncu Söz'e ve pek mükemmel bulunan "Ondokuzuncu Mektup"a iþaret için nur lâfzýný tekrar etmekle mektuplarýn mertebesi, yâni "Ondördüncü Mektup" noksan kalmasýna imâen sûre-i Nur'u onbeþincide yine zikretmesiyle gayet lâtif ve müdakkikane haber veriyor. Ve o iki risaleleri, Risale-i Nur'un büyük Nurlarý olduklarýný bildiriyor. Evet Risalet-i Muhammediye Aleyhissalâtü Vesselâm'a dair olan "Ondokuzuncu Söz" hem üç cihetle kerametli ve hârika olan "Ondokuzuncu Mektup" elhak Risale-i Nur'un en parlak birer nurudurlar. Ve Aiþe-i Sýddîka Radýyallahü anhanýn beraeti münasebetiyle, âyet-i Nur'un ¬˜¬*x9öu«C«8ökelimesindeki zamir, üç vecihten birisi ile Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâma râci olmak haysiyetiyle Sûre-i Nur Zât-ý Muhammediye Aleyhissalâtü Vesselâm ile ziyade alâkadar bulunduðundan, o sûre ile Risalet-i Muhammediye Aleyhissalâtü Vesselâmý isbat eden o iki risaleye iki nur lâfziyle, belki üç nur kelimeleriyle yine aynen risalet-i Ahmediye Aleyhissalâtü Vesselâmý isbat eden "Mi'rac Risalesi"ne dahi iþaret etmiþ. Ben itiraf ediyorum ki: Ondördüncü Mektup noksan kaldýðýný unutmuþtum. Hazret-i Ýmam-ý Ali (R.A.) ayný sûreyi iki def'a tekrar etmesiyle tahattur ettim ve iþârâtýndaki dikkatine hayran oldum. Fakat o tekrar, yalnýz "Ondokuzuncu Söz ve Mektub" için sayýlýr; ondan sonrakilere nisbeten sayýlmaz. ÜÇÜNCÜ REMZ: "Yirmisekizinci Lem'a"da izah ve isbat edilen ²€«G¬W²'!ö*@ÅX7!ö¬y¬"ö¯€x6²h«"ö¬‰:ÇGT¬"ö¯e«O²9«h«-ö«:ö¯„¬+@«"ö¯Ä«Ÿ«%ö¬*xX¬" --- sh:»(ST:117) ------------------------------------------------------------------------------------------- fýkralariyle Risale-i Nur'un üç ehemmiyetli vaziyetini haber veriyor. Bu fýkralarýn sarahata yakýn bir surette hem cifir, hem mâna cihetiyle Risale-i Nur'a iþâretini "Onsekizinci Lem'a"da îzahýna binaen, burada ise orada zikredilmeyen ve Ýmam-ý Ali Radýyallahü anhünün nazar-ý dikkatini celbeden yalnýz üç sýrrý beyan edilecek. Birincisi: Ýslâmlar içinde, dellâllar elinde teþhir suretinde gezdirmeye lâyýk olan Risale-i Nur, maatteessüf gayet gizli perde altýnda intiþar ve istitara mecbur olmasýna iþareten Ýmam-ý Ali Radýyallahü Anh, iki defa ®^«9@«[«"ö!Èh¬,öve ²€«*Åx«X«#ö!Èh¬,ökelimeleriyle !Èh¬,öyani yalnýz gizli intiþar edebilir. Müteaccibane haber veriyor. Ýkincisi: Risale-i Nur, Ýsm-i A'zam cilvesiyle ve Ýsm-i Rahîm ve Hakîm'in tecellisiyle zuhur ettiðinden imtiyazlý hassasý "Allahü Ekber"den iktibasen celal ve kibriya, "Bismillahirrahmanirrahîm"den istifazaten merhamet ve þefkat, v[¬U«E²7!öi Nasýlki Hazret-i Ýmam-ý Ali (R.A.) sarih bir surette Siracünnur'un tarih-i te'lifini ve tekemmül zamanýný ve meþhur ismini ¬*xÇX7!ö‚!«h¬,ö(@«T#öfýkrasýyla haber vermiþ. Öyle de ¯e«O²9«h«-ö«:ö¯„¬+@«"ö¯Ä«Ÿ«%ö¬*xX¬"öilâ âhir.. fýkrasýyla da Siracünnur'un esaslarýndan haber veriyor. Çünki ¯„¬+@«"ö¯Ä«Ÿ«%öizzet, azamet ve celal ve kibriyadýr. ¯e«O²9«h«-öSüryanîce Rauf ve --- sh:»(ST:118) ------------------------------------------------------------------------------------------- ¯€x6²h«"öRahîm'dir. Demek Hazret-i Ýmam-ý Ali Radýyallahü Anh Siracünnur'u tarif ediyor. Hayatýný ve nurunu, kibriya ve azamet ve re'fet ve rahîmiyetten alýyor diye mümtaz hâsiyetini beyan eder. Üçüncüsü: Hazret-i Ýmam-ý Ali Radýyallahü anhü bu fýkrada ²€«G¬W²'!ö‡@«±X7!ö¬y¬" cümlesiyle diyor ki: Bin üçyüz ellidörtte Sirac-ün-Nur -yâni Risale-i Nur'un nuru- ile dalâletin tecavüz eden nârý inþâallah sönecek. Yâni, fitne-i dîniye ateþini, ya tahribattan vaz geçirecek, veya ileri tecavüzatýný kýracak. Eðer Hicrî tarihi olsa, bundan iki sene evvel, dini dünyadan tefrik fýrsatýndan istifade ile, dinin ve Kur'ân'ýn zararýna olarak ilerliyen dehþetli tasavvuratýn tecavüzatý tevakkuf etmesi, elbette karþýlarýnda kuvvetli bir seddin bulunmasýndandýr. O sed ise, bu zamanda çok intiþar eden Risale-i Nur'un keskin hüccetleri ve kuvvetli bürhanlarý olduðu çok emâreler ile hissediliyor. Ve bu ikinci ihtimaldeki iþâret-i Aleviye dahi onu te'yid ediyor. (Hâþiye) Evet cifirce ²€«G¬W²'!ö*@ÅX7!ö¬y¬"ö: „öaltýyüz, €ödörtyüz, *öikiyüz, þeddeli –öyüz, •ökýrk, (öve üç elif yedi, ¬y¬"ödeki Æöiki, ;öbeþ, yekûnü bin üçyüz ellidört (1354) eder. Lillâhilhamd, Sirac-ün-Nurun El-Âyet-ül-Kübrâsý gibi çok risaleleri var. Herbiri kuvvetli birer lâmba hükmünde sýrat-ý müstakîmi gösterip Ýmam-ý Ali Radýyallahü anhünün haberini tasdik ediyorlar. Bu üçüncü sýrrýn münasebetiyle aynen ²€«G¬W²'!ö*@ÅX7!ö¬y¬" gibi bin (Hâþiye): Hem de _«X²[«O²2«!ö_«±9¬! nýn sýrrý kýsmen tahakkuk etmiþ. Çünki Süfyaniyetin dört rüknünden en kuvvetlisi ve dehþetlisi bütün bütün çekildi. Kabir altýnda azap çekiyor. Ve en büyüðü dahi alakasý bilfiil çekilmiþ. Mason komitesinin mahkumu ve âleti olup azabiyle meþguldür. Yalnýz onun gölgesi hükmediyor. Ýleri tecavüz etmemekle beraber kýsmen geriliyor. Bakî kalan iki þahýs ise ellerinden gelse tâmire çalýþacaklar. --- sh:»(ST:119) ------------------------------------------------------------------------------------------- üçyüz ellidört tarihine makam-ý cifrîsiyle bakan ve Said'in (R.A.) iki mâruf lâkabýna remzen ve ismen îma eden ve "kendini muhafaza et" emrini veren ve o tarihte herkesten ziyade müteaddit tehlikelere maruz bulunacaðýný telvih eden "Ercüze"nin âhirlerindeki: ¬–@ÅL7!ö¬v[¬P«Q²7!ö«¾«²x«W¬7ö²u«²,@«4 ¬–@«8Åi7!ö«t¬7´H¬7ö@®6¬*²G8ö@« ¬^«X²B¬S²7!ö«t²V¬#öÅh«-ö«t[¬T« ¯^«X²E¬8ö«:ö¯^«"²h6ö±¬u6öÅh«-ö«: fýkrasiyle diyor: "Ya Said-el-Kürdî! Bin üçyüz ellidört tarihine yetiþirsen Mevlâ-yý Azîminden, o zamanýn ve o asrýn fitne ve þerlerinden muhafazaný iste ve yalvar." Evet Onsekizinci Lem'ada Birinci Keramet-i Aleviyenin izahýnda, Kaside-i Ercûziyenin Risale-i Nur ve müellifine dair iþârât-ý gaybiyesi beyan edilmiþ. Ýsm-i âzam ve sekine tâbir ettiði esmâ-i sitte-i meþhure ile daima meþgul olan bir þâkirdiyle konuþtuðu ve teselli verdiði ve çok emâreler ve karinelerle o þâkird, Said olduðu isbat edilmiþ. Ve orada o þâkirdine demiþ: !«h[¬T«S²7!«:öh[¬8«²!ö@«Z¬"öÅa¬"ö!®h[¬O²,«#ö²€«h±¬O,ö¯v²D2ö¿h²&«! Yani, ecnebi huruflarý bin üçyüz kýrksekizde (1348) tamim edilecek, çoluk-çocuk, emirler ve fakirler icbar suretinde gece dersleriyle öðrenmeye çalýþacaklar. Evet !®h[¬O²,«#ö²€«h±¬O,öcümlesi tam tamýna; iki €sekizyüz, iki ‰öyüz yirmi, iki *ödörtyüz, iki öonsekiz, bir ›öon, mecmuu bin üçyüz kýrksekizdir. Ayný tarihte Latinî huruflarýna gece dersleriyle cebren çalýþtýrýldý. Sonra Ýmam-ý Ali (R.A.) Sekine ile meþgul olan Said'e bakar, konuþur. Akabinde ¬–@«8Åi7!ö«t¬7´H¬7ö@®6¬*²G8ö@« --- sh:»(ST:120) ------------------------------------------------------------------------------------------- emareler ile Said var. Demek ¬–@«8Åi7!ö«t¬7´H¬7ö@®6¬*²G8öG[¬Q«,ö@« Mâlûm olsun ki Celcelûtiye'nin esasý ve ruhu olan v«P²2«²!öv²,¬²!«:ö^«S Ýmam-ý Ali Radýyallahü anhü'nün en mühim ve en müdakkik Üveysî bir þâkirdi ve Ýslâmiyetin en meþhur ve parlak bir hücceti olan Ýmam-ý Gazâlî (R.A.) Hüccet-ül-Ýslâm diyor ki: "Onlar vahy ile Peygambere (A.S.M.) nazil olduðu vakit Ýmam-ý Ali'ye (R.A.) emretti: 'Yaz.' O da yazdý. Sonra nazmetti." Ýmam-ý Gazâli (R.A.) diyor: «v«P²2«²!ö«v²,¬²!ö«:ö«p¬8@«D²7!ö«v«,«T²7!ö«:ö«v[¬P«Q²7!ö«s²4¬x²7!ö«:ö«^«S ¬?«h¬'À²!ö«:ö@«[²9ÇG7!ö¬+xX6ö²w¬8ö½i²X«6ö¯±t«-ö«Ÿ¬"ö«vÅP«QW²7!ö«–xX²U«W²7!öÅh±¬,7!ö«: Ýmam-ý Gazâlî, Ýmam-ý Nureddin'den ders alarak bu Celcelûtiyenin hem Süryâni kelimelerini, hem kýymetini ve hasiyetini þerhetmiþ. DÖRDÜNCÜ REMZ: Ýmam-ý Ali (R.A.) Sirac-ün-Nur'dan haber verdikten sonra yine otuzüç ve bir cihetle otuziki adet Süryanice (1): Yâni; tersinden okunuþudur. --- sh:»(ST:121) ------------------------------------------------------------------------------------------- esmâyý tâdâd ederken Risale-i Nur'un en kuvvetli, en kýymetdar olan Mu'cizat-ý Kur'âniye Risalesi'ne ve Otuzikinci Söz'e kuvvetli iþaret ettiði gibi, sair risalelere de remzen veya imâen veya telvihen bakar. Evet Hazret-i Ýmam-ý Ali (R.A.) Risale-i Nur'a bakarak Süryanî isimleri dercederek diyor: ²€«*Åx«X«#ö!Èh¬,ö¬‚²hÇ,7!ö‚!«h¬,ö(@«T#ö®^«9@«[«"ö!Èh¬,ö¬*xÇX7!ö‚!«h¬,ö(@«T# ²€«G¬W²'!ö*@ÅX7!ö¬y¬"ö¯€x6²h«"ö¬‰:ÇGT¬"ö¯e«O²9«h«-ö«:ö¯„¬+@«"ö¯Ä«Ÿ«%ö¬*xX¬" @®[¬7@«.«!ö¯˜xW«9ö¯˜x ²a«W«,!«G¬Q²7!ö¬*@«X¬7ö¯Š!«h²Z¬8ö¯•@«O²W«O¬" ¯p¬7@«-ö¯ÆxQ²V«-ö¯p²V«-ö¯u[¬;«!ö¯Ä@«Z¬" ²a«ZÅO«[«0ö¯ÆxZ«O²[«0ö¯ÆxZ«0ö¯±]¬Z«0 ²a«W¬,²5!ö¯„:h²"«!ö«:ö¯„xV²W«[¬"ö¯„x9«! ²a«FÅW«L«#ö¯„xW«-ö¯€@« @«;«G²Q«"ö¯„xW² ²a«FÅW«L«#ö¯„²h«L¬"ö (Haþiye) ¯„:h²L« @«;«G²Q«"ö¯„:+@«"ö«:ö¯–@«[²W¬,ö«:ö¯e²V«A¬" ²€«h±¬W2ö–²x«U²7!ö¬y¬"ö¯„xW²-«!ö¯„xW² ]¬=@«2(ö²u«A²5¬!ö¯a«F«W²V«L¬" diye dua ile hatmeder. Hazret-i Ýmam-ý Ali (R.A.) baþta sarahat ile haber verdiði Risale-i Nur'u, Sirac-ün-Nur ve Sirac-üs-Sürc namiyle Birinci Mertebede âþikâr onu gösterip tâdâd ederken, tâ Yirmibeþe geldiði vakit ²a«FÅW«L«#ö¯„xW«-ö¯€@« eder. Çünki baþta Sirac-ün-Nur'un birinci mertebede sayýlmasý hem ¯€@« (Hâþiye): Haþre dair meþhur Yirmidokuzuncu Söz'e sonra Mi'rac ve zeyli Þakk-ý Kamer'e bakar. --- sh:»(ST:122) ------------------------------------------------------------------------------------------- ¯€@« --- sh:»(ST:123) ------------------------------------------------------------------------------------------- Sonra yirmidokuzuncu mertebede, heybetli bir tarzda ²a«FÅW«L«#ö¯„²h«L¬"ö¯„:h²L« Ýþte, Ýsm-i Adl ve Ýsm-i Hakem'in parlak bir âyineleri ve bir tefsirleri hükmünde olan Otuzikinci Söz'e parmak basýyor ve mâna-yý mecazî suretinde ifade eder. ¯„xW² BEÞÝNCÝ REMZ: Mâdem Celcelûtiye vahy ile Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâm'a nâzil olmuþ. Ve Allâm-ül-Guyûb'un ilmiyle ifade-i mâna eder. Hem madem Celcelutiye ]¬A«6²x«6ö²G¬5«!öve ¬*xÇX7!ö‚!«h¬,ö(@«T#öfýkralarýnda mana-yý mecazî ile o kasidenin hakikatýný isbat eden Risale-i Nur'a sarihan ve onun onüç ehemmiyetli --- sh:»(ST:124) ------------------------------------------------------------------------------------------- risalelerine iþareten haber vermekle beraber, ˜*²G«5öÅu«%ö›¬HÅ7!ö¬v²,¬²!ö«u¬8@«&ö@«[«4öde dahi o kasidenin bir esasý olan vÅP«QW²7!öv²,¬²!«öile çok iþtigal ve istimdad eden Risale-i Nur müellifine ve bunun onüç ehemmiyetli vakýat-ý hayatýna îmaen, remzen, iþareten mana-yý mecazî ile haber veriyor. Hem mâdem mâna-yý mecâzî ile ve mefhum-u iþarînin murad olmasýna bir zaîf karine ve bir gizli emâre ve birtek münasebet kâfi geliyor. Hem mâdem Risale-i Nur ve risalelerine ve müellifi ve ahvaline olan iþaretler birbirine karine olur. Belki mes'elenin vahdeti itibariyle umum iþaretler, karineleriyle beraber her birisine kuvvetli bir karine ve kavî bir emâre hükmündedir. Elbette diyebiliriz ki: Hazret-i Ýmam-ý Ali (R.A.) nasýlki baþta: ²€«x«O²9!ö¬y¬X¬0@«A¬"ö¯*!«h²,«!ö¬r²L«6ö]«7¬!ö²€«G«B²;!ö¬y¬"ö]¬&:*ö¬yÁV7!ö¬v²,¬A¬"öa²=«G«" Yâni, "hazine-i esrar olan ¬v[¬&ÅI7!ö¬w´W²&ÅI7!ö¬yÁV7!ö¬v²K¬" ile baþladým. Ruhum, onun ile o hazineyi keþfetti" diyerek sair iþarâtýn karinesiyle bir mâna-yý iþârî ve bir medlûl-u mecazî suretinde Risale-i Nur'un yÁV7!ö¬v²,¬" ý hükmünde ve fatihasý ve besmelesi ve yÁV7!ö¬v²,¬" daki büyük sýrrýn hakikatýný beyan eden ve kýsa ve gayet kuvvetli Birinci Söz namýnda olan yÁV7!ö¬v²,¬" Risalesine îmâ, belki remz, belki iþaret ediyor. Aynen öyle de: Sair iþârâtýn karine ve münasebetiyle ve huruf-u Kur'aniyenin esrarýndan bahseden ve Rumuzat-ý Semaniye namýnda bulunan sekiz küçük risalelerin mahiyetlerini andýrýr bir tarzda, ibareyi deðiþtirerek huruflarýn esrariyle istimdat etmeðe baþlamasý, karine-i lâtifesiyle muazzam dua ve münâcât ve câmi kasem-i istimdadînin âhirlerinde ve Sözlere ve Mektuplara iþaretten sonra ²a«2«h²,«!ö¬h²MÅX7!«:ö¬d²B«S²7@¬"ö@«&«x²7!ö¬ƒ!«x¬" fýkrasiyle Yirmidokuzuncu Mektub'un --- sh:»(ST:125) ------------------------------------------------------------------------------------------- bir kýsým esrar-ý huruf-u Kur'âniye'yi beyan eden Rumuzat-ý Semaniye namýnda sekiz küçük risalelerin en mühimleri ve feth-i Mekke ve feth-i Þam ve feth-i Kudüs ve feth-i Ýstanbul gibi çok fütuhat-ý Ýslâmiyeden gaybî haber veren sûre-i d²B«S²7!ö«:ö¬yÁV7!öh²M«9ö«š@«%ö!«)¬!ö nun esrarýný beyan ile, fütuhat-ý Ýslâmiyenin pehlivaný olan Hazret-i Ýmam-ý Ali'nin (R.A.) nazar-ý dikkatini celbeden Feth ve Nasr risalesine.. hem sûre-i Feth'in en mühim ve en âhir âyetin beþ vecih ile i'cazýný beyan ve isbat ile, kahraman-ý Ýslâm Hazret-i Ýmam-ý Ali'nin (R.A.) nazar-ý dikkatini celbeden gayet kýymetli olan âyet-i Feth risalesi namýndaki küçük bir risaleye îmâ, belki iþaret eder, îtikadýndayým. Böyle îtikada iþtirâk edilmezse de itiraz edilmemeli. ALTINCI REMZ: Mâdem Hazret-i Ýmam-ý Ali (R.A.), üstad-ý kudsîsinden aldýðý derse binaen, Kur'âna taallûk eden gelecek hâdisattan haber veriyor. Ve "benden sorunuz" diye müteaddit ve doðru haberleri verip bir þah-ý velâyet olduðunu öyle kerametlerle isbat etmiþ. Ve mâdem bu asýrda Avrupa dinsizleri ve ehl-i dalâlet münafýklarý, dehþetli bir surette Kur'ân'a hücumu hengâmýnda Risale-i Nur o seyl-i dalâlete karþý mukavemet edip, Kur'ân'ýn týlsýmlarýný keþfederek hakikatýný muhafaza ediyor. Ve mâdem ²a«V«D²V«%ö*x9ö@« fýkrasiyle Yirmisekizinci Lem'a'da isbat edildiði gibi sarahata yakýn bir surette Risale-i Nur'a iþaret etmekle beraber Sûre-i Nur'daki âyet-ün-Nur'un Risale-i Nur'a iþaretine iþaret eder. Ve mâdem !®*x9ö¬v²,¬²@¬"ö]¬A«6²x«6ö²G¬5«!ömâna ve cifirce tam tamýna Risale-i Nur'a tevâfuk ediyor. Elbette diyebiliriz ki: Bu fýkranýn akabinde: ²a«%«h²Z«W«#ö¯˜@«W«%ö¯€xÇ[«V«D²V«%ö¯u[¬V«%ö¯^«7«Ÿ«%ö¯‚xZ«W²V«%ö¯‚x;«!ö¯‚³@¬" ²a«6Åh«A«#ö¯±•!ö«:ö¯i --- sh:»(ST:126) ------------------------------------------------------------------------------------------- fýkrasiyle Risale-i Nur'un bidayette Oniki Söz namýnda iþtihar ve intiþar eden oniki küçük risalelerine ]¬A«6²x«6ö²G¬5«! karinesiyle, bu fýkradaki oniki Süryanî kelimeler onlara birer iþarettir. Gerçi elimde bulunan Celcelûtiye nüshasý en sahih ve en mutemeddir. Ýmam-ý Gazâlî (R.A.) gibi çok imamlar Celcelûtiye'yi þerh etmiþler. Fakat bu Süryanî kelimelerin mânasýný tam bilmediðimden ve nüshalarda ihtilâf bulunduðundan, herbirisinin vech-i iþaretini ve münasebetini þimdilik bilmediðimden býrakýyorum. Elhâsýl: Hazret-i Ýmam-ý Ali (R.A.) bir def'a ]¬A«6²x«6ö²G¬5«! fýkrasiyle âhir zamanda Risale-i Nur'u dua ile Allah'dan niyaz eder, ister ve bidayette oniki risaleden ibaret bulunduðundan, yalnýz oniki risalesine iþaret ediyor. Ýkinci def'ada ¬*xÇX7!ö‚!«h¬,ö(@«T#öfýkrasiyle daha sarih bir surette Risale-i Nur'u medh ü senâ ile göstererek tekemmülüne iþareten, umum Sözleri ve Mektuplarý ve Lem'alarý remzen haber verir. Hem Oniki Söz namý ile çok intiþar eden o küçücük Risaleler bu fýkradaki kelimeler gibi birbirine ismen ve sureten benzedikleri gibi, Bedi' mânasýnda olan Celcelûtiye kelimesine mutabýk olarak herbiri gayet bedi' bir tarzda, güzel bir temsil ile, büyük ve derin bir hakikat-ý Kur'âniyeyi tefsir ve isbat eder. Eðer bir muannid tarafýndan denilse: Hazret-i Ýmam-ý Ali (R.A.) bu umum mecâzî mânalarý irade etmemiþ? Biz de deriz ki: Faraza Hazret-i Ýmam-ý Ali (R.A.) irade etmezse, fakat kelâm delâlet eder. Ve karinelerin kuvvetiyle iþarî ve zýmnî delâletle mânalarý içine dahil eder. Hem mâdem o mecazî mânalar ve iþarî mefhumlar haktýr, doðrudur ve vâkýa mutabýktýr; ve bu iltifata lâyýktýrlar ve karineleri kuvvetlidir. Elbette Hazret-i Ýmam-ý Ali'nin (R.A.) böyle bütün iþarî mânalarý irade edecek küllî bir teveccühü faraza bulunmazsa -Celcelûtiye vahy olmak cihetiyle- hakikî sahibi Hazret-i Ýmam-ý Ali'nin (R.A.) üstadý olan --- sh:»(ST:127) ------------------------------------------------------------------------------------------- Peygamber-i Zîþan'ýn (A.S.M.) küllî teveccühü ve üstadýnýn Üstad-ý Zülcelâlinin ihâtalý ilmi onlara bakar. Ýrade dairesine alýr. Bu hususta benim hususî ve kat'î ve yakîn derecesindeki kanaatimin bir sebebi þudur ki: Müþkilât-ý azîme içinde El-Âyet-ül-Kübrâ'nýn tefsir-i ekberi olan Yedinci Þuâý yazmakta çok zahmet çektiðimden, bir kudsî teselli ve teþvike cidden çok muhtaç idim. Þimdiye kadar mükerrer tecrübeler ile bu gibi haletlerimde inâyet-i Ýlâhiye imdadýma yetiþiyordu. Risaleyi bitirdiðim ayný vakitte hiç hatýrýma gelmediði halde birden bu keramet-i Aleviyenin zuhuru bende hiçbir þüphe býrakmadý ki: Bu dahi benim imdadýma gelen sair inâyet-i Ýlâhiye gibi Rabb-ý Rahîmin bir inâyetidir. Ýnâyet ise aldatmaz, hakikatsýz olmaz. YEDÝNCÝ REMZ: Hazret-i Ýmam-ý Ali (R.A.) nasýlki ²a«D«S²7!ö«w¬8ö]±¬X¬8«!ö›«h²AU²7!ö¬^« _«X«Z´7¬!ö@« ²a«BÅL7!ö«w¬8ö]¬9²h¬%«!ö]«X²,E²7!ö«t¬=@«W²,«@¬"ö«: ²a«BÅL7!ö«w¬8ö]¬9²h¬%«!ö]«X²,E²7!ö«t¬=@«W²,«@¬" ²a«F«8@«L«#ö«:ö²a«V«2ö¯•!«h²Z«A¬7ö½¿:h& ²a«V«D²9!öa«W²VÇP7!ö¬y¬"ö]«,x8ö@«M«2öv²,!ö«: diye birinci fýkrasiyle Yedinci Þuâ'a iþaret etmiþ. Öyle de, ayný fýkra ile âlî bir tefekkürnâme ve tevhide dair yüksek bir mârifetname namýnda olan Yirmidokuzuncu Arabî Lem'aya dahi iþaret eder. Ýkinci fýkrasiyle ism-i âzam ve sekine denilen esma-i sitte-i meþhurenin hakikatlarýný gayet âlî bir tarzda beyan ve isbat eden ve Yirmidokuzuncu Lem'ayý tâkip eyleyen Otuzuncu Lem'a namýnda altý nükte-i esma risalesine ²a«BÅL7!ö«w¬8ö]¬9²h¬%«!ö]«X²,E²7!ö«t¬=@«W²,«@¬"öcümlesiyle iþaret ettiðinden sonra akabinde risale-i esmayý takib eden Otuzbirinci Lem'anýn Birinci Þuâý olarak otuzüç âyet-i Kur'âniye'nin Risale-i Nur'a iþârâtýný kaydedip hesab-ý cifrî münasebetiyle baþtan baþa ilm-i huruf risalesi gibi görünen ve bir mu'cize-i Kur'âniye hükmünde bulunan risaleye ²a«F«8@«L«#ö«:ö²a«V«2ö¯•!«h²Z«A¬7ö½¿:h&ökelimesiyle iþaret edip, --- sh:»(ST:128) ------------------------------------------------------------------------------------------- der'akab ²a«V«D²9!öa«W²VÇP7!ö¬y¬"ö]«,x8ö@«M«2öv²,!ö«:ökelâmiyle dahi risale-i hurufiyeyi tâkib eden ve El-Âyet-ül-Kübra'dan ve baþka Resail-i Nuriye'den terekküp eden ve Asâ-yý Mûsa namýný alan ve Asâ-yý Musa gibi, dalâletin ve þirkin sihirlerini iptal eden Risale-i Nur'un þimdilik en son ve âhir risalesine Asâ-yý Mûsa namýný vererek iþaretle beraber mânevî karanlýklarý daðýtacaðýný müjde ediyor. Evet ›«h²AU²7!ö¬^« --- sh:»(ST:129) ------------------------------------------------------------------------------------------- ve periþaniyete düþen müellifi onun te'lifi bereketiyle teselli ve tahammül bulmasýna ve mâna-yý mecazî cihetinde Hazret-i Ýmam-ý Ali'nin (R.A.) lisaniyle kendine dua olan ²a«BÅL7!ö«w¬8ö]¬9²h¬%«!ö]«X²KE²7!ö«t¬=@«W²,«@¬"ö«: yâni ism-i âzam olan o esmâ risalesinin bereketiyle beni teþettütten, periþaniyetten hýfz eyle yâ rabbi meâli, tam tamýna o risale ve sahibinin vaziyetine tevafuk karinesiyle kelâm, mecâzî delâlet; ve Ýmam-ý Alinin (R.A.) ise gaybî iþaret eder diyebiliriz. Hem madem Celcelûtiye'nin aslý vahy'dir. Ve esrarlýdýr. Ve gelecek zamana bakýyor; ve gaybî umur-u istikbaliyeden haber veriyor. Ve mâdem Kur'ân itibariyle bu asýr dehþetlidir ve Kur'ân hesabiyle Risale-i Nur bu karanlýk asýrda ehemmiyetli bir hâdisedir. Ve madem sarahat derecesinde çok karine ve emârelerle Risale-i Nur Celcelûtiye'nin içine girmiþ, en mühim yerinde yerleþmiþ. Ve mâdem Risale-i Nur ve eczalarý bu mevkie lâyýktýrlar ve Hazret-i Ýmam-ý Ali'nin (R.A.) nazar-ý takdirine ve tahsinine ve onlardan haber vermesine liyakatlarý ve kýymetleri var. Ve mâdem Hazret-i Ýmam-ý Ali (R.A.) Sirac-ün-Nur'dan, zâhir bir surette haber verdikten sonra ikinci derecede perdeli bir tarzda Sözler'den, sonra Mektuplardan, sonra Lem'alar'dan, risalelerdeki gibi ayný tertip, ayný makam, ayný numara tahtýnda kuvvetli karinelerin sevkiyle kelâm delâlet ve Hazret-i Ýmam-ý Ali'nin (R.A.) iþaret ettiðini isbat eylemiþ. Ve mâdem baþta : ²€«x«O²9!ö¬y¬X¬0@«A¬"ö¯*!«h²,«!ö¬r²L«6ö]«7¬!ö²€«G«B²;!ö¬y¬"ö]¬&:*ö¬yÁV7!ö¬v²,¬A¬"öa²=«G«" risalelerin baþý ve Birinci Söz olan yÁV7!ö¬v²,¬" Risalesine baktýðý gibi, kasem-i câmi-i muazzamýn âhirinde risalelerin kýsm-ý âhirleri olan son Lem'alara ve Þuâlara, hususan bir Âyet-ül-Kübrâ-yý tevhid olan Yirmidokuzuncu Lem'a-yý hârika-i Arabiye ve risale-i esmâ-i sitte ve risale-i iþârât-ý huruf-u Kur'âniye ve bilhassa þimdilik en âhir Þuâ ve Asâ-yý Mûsa gibi; dalâletlerin bütün mânevî sihirlerini iptal edebilen bir mahiyette bulunan ve bir mânada Âyet-ül Kübrâ namýný alan risale-i hârikaya bakýyor gibi bir tarz-ý ifade --- sh:»(ST:130) ------------------------------------------------------------------------------------------- görünüyor. Ve mâdem birtek mes'elede bulunan emâreler ve karineler, mes'elenin vahdeti haysiyetiyle, emâreler birbirine kuvvet verir zaîf bir münasebetle bir tereþþuh dahi menbaýna ilhak edilir. Elbette bu yedi adet esaslara istinaden deriz: Hazret-i Ýmam-ý Ali (R.A.) nasýlki: Meþhur Sözler'e tertipleri üzerine iþaret etmiþ ve Mektûbat'tan bir kýsmýna ve Lem'alar'dan en mühimlerine tertiple bakmýþ. Öyle de: ²a«BÅL7!ö«w¬8ö]¬9²h¬%«!ö]«X²,E²7!ö«t¬=@«W²,«@¬" cümlesiyle Otuzuncu Lem'aya yâni müstakil Lem'alar'dan en son olan Esmâ-i Sitte Risalesi'ne tahsin ederek bakýyor ve ²a«F«8@«L«#ö«:ö²a«V«2ö¯•!«h²Z«A¬7ö½¿:h&ökelâmiyle dahi Otuzuncu Lem'ayý tâkip eden Ýþârât-ý Huruf-u Kur'âniye Risalesi'ni takdir edip iþaretle tasdik ediyor. a«V«D²9!öa«W²VÇP7!ö¬y¬"ö]«,x8ö@«M«2öv²,!ö«: kelimesiyle dahi þimdilik en âhir risale ve tevhid ve îmanýn elinde Asâ-yý Mûsa gibi hârikalý en kuvvetli bürhan olan mecmua risalesini senakârane remzen gösteriyor gibi bir tarz-ý ifadeden bilâperva hükmediyoruz ki: Hazret-i Ýmam-ý Ali (R.A.) hem Risale-i Nur'dan, hem çok ehemmiyetli risalelerinden mâna-yý hakikî ve mecazî ile iþârî ve remzî ve îmaî ve telvihî bir surette haber veriyor. Kimin þüphesi varsa iþaret olunan risalelere bir kere dikkatle baksýn. Ýnsafý varsa þüphesi kalmaz zannediyorum. Buradaki mâna-yý iþarî ve medlûl-u mecâzîlere karinelerin en güzeli ve lâtifi, ayný tertibi muhafaza ile verilen isimlerin münasebetidir. Meselâ, yirmidokuz otuz ve otuzbir ve otuziki mertebe-i tâdâdda Yirmidokuz ve Otuz ve Otuzbir ve Otuzikinci Sözlere gayet münasib isimler ile ve baþta Sözler'in baþý olan Birinci Söz'e, ayný Besmele sýrriyle; ve âhirde þimdilik risalelerin âhirine, mahiyetini gösterir lâyýk birer isim vererek iþaret etmesi gerçi gizli ise de.. fakat çok güzeldir ve letâfetlidir. Ben itiraf ediyorum ki: Böyle makbul bir eserin mazharý olmak, hiçbir vecihle o makama liyakatým yoktur. Fakat küçük, ehemmiyetsiz bir çekirdekten koca dað gibi bir aðacý halk etmek, Kudret-i Ýlâhiyenin þe'nindendir --- sh:»(ST:131) ------------------------------------------------------------------------------------------- ve âdetidir ve azametine delildir. Ben kasemle te'min ederim ki: Risale-i Nur'u senâdan maksadým Kur'ân'ýn hakikatlarýný ve îmanýn rükünlerini te'yid ve isbat ve neþirdir.. Hâlýk-ý Rahîmime yüzbinler þükrolsun ki: Kendimi kendime beðendirmemiþ. Nefsimin ayýplarýný ve kusurlarýný bana göstermiþ. Ve o nefs-i emmâreyi baþkalara beðendirmek arzusu kalmamýþ. Kabir kapýsýnda bekleyen bir adam, arkasýndaki fâni dünyaya riyakârane bakmasý, acýnacak bir hamakattýr. Ve dehþetli bir hasârettir. Ýþte bu hâlet-i ruhiye ile yalnýz hakaik-ý îmaniyenin tercümaný olan Risale-i Nur'un doðru ve hak olduðuna lâtif bir münasebet söyleyeceðim. Þöyle ki: Celcelûtiye, Süryanîce bedî demektir. Ve bedî mânasýndadýr. Ýbareleri bedî olan Risale-i Nur, Celcelûtiye'de mühim bir mevki tutup ekser yerlerinde tereþþuhatý göründüðünden, Kasidenin ismi ona bakýyor gibi verilmiþ. Hem þimdi anlýyorum ki: Eskiden beri benim liyâkatým olmadýðý halde bana verilen Bediüzzaman lâkabý benim deðildi. Belki, Risale-i Nur'un mânevî bir ismi idi. Zâhir bir tercümanýna âriyeten ve emaneten takýlmýþ. Þimdi o emanet isim, hakikî sahibine iade edilmiþ. Demek Süryanîce bedî mânasýnda ve kasidede tekerrürüne binaen kasideye verilen Celcelûtiye ismi iþârî bir tarzda bid'at zamanýnda çýkan Bediülbeyan ve Bediüzzaman olan Risale-i Nur'un hem ibare, hem mâna, hem isim noktalariyle bedîliðine münasebettarlýðýný ihsas etmesine ve bu isim bir parça Ona da bakmasýna ve bu ismin müsemmasýnda Risale-i Nur çok yer iþgal ettiði için hak kazanmýþ olmasýna tahmin ediyorum. @«9²@«O²'«!ö²:«!ö@«X[¬,«9ö²–¬!ö@«9²H¬'!Ïx#ö«ö@«XÅ"«* SEKÝZÝNCÝ REMZ: Bu remzin beyanýndan evvel en mühim iki suale cevap yazýlacak. Birinci Sual: Bütün kýymetdar kitablar içinde Risale-i Nur, Kur'ân'ýn iþaretine ve iltifatýna ve Hazret-i Ýmam-ý Ali'nin (R.A.) takdir ve tahsinine ve Gavs-ý Âzam'ýn teveccüh ve tebþirine vech-i ihtisasý nedir? O iki zâtýn kerametle Risale-i Nur'a bu kadar kýymet ve ehemmiyet vermenin hikmeti nedir? --- sh:»(ST:132) ------------------------------------------------------------------------------------------- Elcevap: Mâlumdur ki: Bazý vakit olur bir dakika; bir saat ve belki bir gün, belki seneler kadar ve bir saat; bir sene, belki bir ömür kadar netice verir ve ehemmiyetli olur. Meselâ: Bir dakikada þehid olan bir adam, bir velâyet kazanýr. Ve soðuðun þiddetinden incimad etmek zamanýnda ve düþmanýn dehþet-i hücumunda bir saat nöbet, bir sene ibadet hükmüne geçebilir. Ýþte aynen öyle de; Risale-i Nur'a verilen ehemmiyet dahi zamanýn ehemmiyetinden hem bu asrýn Þeriat-ý Muhammediyeye (A.S.M.) ve þeair-i Ahmediyeye (A.S.M.) ettiði tahribatýn dehþetinden hem bu âhir zamanýn fitnesinden eski zamandan beri bütün ümmet istiaze etmesi cihetinden hem o fitnelerin savletinden mü'minlerin îmanlarýný kurtarmasý noktasýndan Risale-i Nur, öyle bir ehemmiyet kesbetmiþ ki; Kur'ân ona kuvvetli iþaretle iltifat etmiþ. Ve Hazret-i Ýmam-ý Ali (R.A.) üç kerametle ona beþaret vermiþ. Ve Gavs-ý Âzam (R.A) kerametkârane ondan haber verip tercümanýný teþcî etmiþ. Evet bu asrýn dehþetine karþý taklidî olan îtikadýn istinad kal'alarý sarsýlmýþ ve uzaklaþmýþ ve perdelenmiþ olduðundan her mü'min tek baþýyla dalâletin cemaatle hücumuna mukavemet ettirecek gayet kuvvetli bir îman-ý tahkikî lâzýmdýr ki dayanabilsin. Risale-i Nur, bu vazifeyi en dehþetli bir zamanda ve en lüzumlu ve nâzik bir vakitte, herkesin anlýyacaðý bir tarzda hakaik-ý Kur'âniye ve îmaniyenin en derin ve en gizlilerini gayet kuvvetli bürhanlar ile isbat ederek o îman-ý tahkikîyi taþýyan hâlis ve sâdýk þâkirdleri dahi, bulunduklarý kasaba, karye ve þehirlerde -hizmet-i îmaniye itibariyle- âdeta birer gizli kutup gibi mü'minlerin mânevî birer nokta-i istinadý olarak, bilinmedikleri ve görünmedikleri ve görüþülmedikleri halde kuvve-i mâneviye-i îtikadlarý cesur birer zabit gibi kuvve-i mâneviyeyi ehl-i îmanýn kalblerine verip mü'minlere mânen mukavemet ve cesaret veriyorlar. Ýkinci Sual: Keramet izhar edilmezse daha evlâ olduðu halde, neden sen ilân edersin? Elcevap: Bu, bana ait bir keramet deðildir. Belki, Kur'ân'ýn i'caz-ý mânevisinden tereþþuh ederek has bir tefsirinden keramet suretinde bizlere ve ehl-i îmana bir ikram-ý Rabbânî ve in'am-ý Ýlâhîdir. Elbette Mu'cize-i Kur'âniye ve onun lem'alarý izhar edilir. Ve ni'met ise þükür niyetiyle ilân etmek, bir tahdis-i ni'mettir. --- sh:»(ST:133) ------------------------------------------------------------------------------------------- ±¬G«E«4ö«t±¬"«*ö¬^«W²Q¬X¬"ö@Å8«!ö«:ö âyeti izharýna emreder. Benim için medar-ý fahr ve gurur olacak bir liyakatým ve istihkakým olmadýðýný kasemle itiraf ediyorum. Ben çekirdek gibi çürüdüm ve kurudum. Bütün kýymet ve hayat ve þeref o çekirdekten çýkan þecere-i Risale-i Nur ve mu'cize-i mâneviye-i Kur'âniyeye geçmiþ biliyorum. Ve öyle îtikad ettiðimden i'caz-ý Kur'ânî hesabýna izhar ederim. Bütün kýymet bir mu'cize-i Kur'âniye olan Risale-i Nur'dadýr. Hattâ eskiden beri taþýdýðým Bediüzzaman ismi onun imiþ.. yine ona iade edildi. Risale-i Nur ise, Kur'ân'ýn malýdýr ve mânasýdýr. Bu remizde hususî kanaatýmý te'yid eden ve kendime mahsus çok emâre ve karineler var. Fakat baþkalara isbat edemediðimden yazamýyorum. Yalnýz iki-üçüne iþaret etmeðe münasebet gelmiþ. Birincisi: Ben Celcelûtiye'yi okuduðum vakit, sair münâcâtlara muhalif olarak kendim bizzat hissiyatýmla münâcât ediyorum diye hissederdim. Ve baþkasýnýn lisaniyle taklidkârane olmuyordu. Benim için gayet fýtrî ve dertlerime alâkadar ve tefekkürât-ý ruhiyeme hoþ bir zemin oluyordu. Birkaç sene sonra kerametini ve Risale-i Nur ile münasebetini gördüm ve anladým ki: O hâlet, bu münasebetten ileri gelmiþ. Ýkincisi: Hazret-i Ýmam-ý Ali (R.A.) baþta ²€«x«O²9!ö¬y¬X¬0@«A¬"ö¯*!«h²,«!ö¬r²L«6ö]«7¬!ö²€«G«B²;!ö¬y¬"ö]¬&:* ve ortalarýnda ²a«V«D²9!ö«t¬"öv[¬V«&ö@« ²a«Q±¬W%ö¬s¬=«Ÿ«F²V¬7ö¯•xV2öÇh¬,ö«:ö¯GÅW«E8ö±¬v«2ö¬w²"!ö«:ö¯±]¬V«2öÄ@«T«8öbir hazine-i ulûm olarak gösteriyor. Halbuki zahirinde yalnýz bir münacattýr. Hattâ Ýmam-ý Ali'nin (R.A) hakikat-feþan sair kasideleri ve ilmî baþka münacatlarý gibi, esrar-ý ilmiye ile tam münasebeti görünmüyor. Benim hususî kanaatým þudur ki: Celcelutiye, madem Risale-i Nur'u içine almýþ ve sînesine basýp manevî veled gibi kabul etmiþ, elbette --- sh:»(ST:134) ------------------------------------------------------------------------------------------- ²a«Q±¬W%ö¬s¬=«Ÿ«F²V¬7ö¯•xV2öÇh¬,ö«:öfýkrasý ile, kendi hazinesinin bir kýsým pýrlantalarýný âhirzamanda neþreden Risale-i Nur'u þahid gösterip Celcelutiye'yi bir hazine-i ulûm ve bir define-i ilmiyedir diye bihakkýn medh ü sena edebilir. Üçüncüsü: Mâlûmdur ki, bazan gayet küçük bir emare, bazý þerait dahilinde gayet kuvvetli bir delil hükmüne geçer. Yakîn derecesinde kanaat verir. Bana böyle kanaat veren çok misallerinden yalnýz sâbýk beyan ettiðim birtek misal bana kâfi geliyor. Þöyle ki: Hazret-i Ýmam-ý Ali (R.A.) ¬*xÇX7!ö‚!«h¬,ö(@«T#öfýkrasiyle Risale-i Nur'u tarihiyle ve ismiyle ve mahiyetiyle ve esaslariyle ve hizmetiyle ve vazifesiyle gösterdikten sonra, Süryanîce isimleri tâdâd ederek münâcât eder. Otuziki veya otuzüç adet isimlerde iki def'a @«;«G²Q«"ö¯„xW² (Hâþiye): Meselâ, Yirmisekizinci mertebedeöi[µW²Z«±B7!ö¬œ«*YK¬"«: kelimesiyle Yirmisekizinci Söz'ün âhiri olan cehennem mes'elesinin çok kuvvetli bir bürhanýna iþaret edip baþtaki cennet mes'elesinin yalnýz iki - üç sual ve cevaba dair bahsi ise, baþka yerde iþaret ettiðinden münasebet gizlenmiþ. Hem meselâ, Ýkinci Mertebede ³j´ Hem meselâ: _«;¬(@«.«:ö¯w²[«2«:ö¯š_« --- sh:»(ST:135) ------------------------------------------------------------------------------------------- ¬Æ!«xÅM7@¬"öv«V²2«!öyÁV7!«:öyÁV7!öŬ!ö«`²[«R²7!öv«V²Q« ö›¬x²Z«,ö²w¬8ö«:ö]¬#@«[¬O«'«:ö|¬=@«O«'ö²w¬8ö«yÁV7!öh¬S²R«B,«! ¬–³~²hT²7!ö«:ö¬–_«W ö¬^«=:h²T«W²7!ö¬*xÇX7!ö¬u¬=@«,«*ö¬¿:h&ö¬Æ²h«/ö¬u¬.@«&ö¬(«G«Q¬" ¬€!«h¬-@«2ö]¬4ö¬š!«x«Z²7!ö]¬4ö¬^«V±¬C«W«BW²7!ö«:ö¬^«"xB²U«W²7!ö«: ¬?«h¬'À²!ö«:ö¬„«+²h«A²7!ö«:ö@«[²9ÇG7!ö]¬4ö]¬#@«[«&ö¬s¬=@«5«( ö@«;¬(«G«Q¬"ö¬y¬"@«E².«!ö«:ö¬y¬7³~ö]«V«2ö«:ö¯GÅW«E8ö]«V«2ö²v±¬V«,ö«:ö±¬u«.öÅvZÁV7«! ¬*xÇX7!ö¬u¬=@«,«*ö«^«A«V«0ö²v«&²*!ö«:ö@«X²W«&²*!«: «w[¬W«7@«Q²7!ö±¬Æ«*ö¬yÁV¬7öG²W«E²7!ö«:ö«w[¬8³~ö@«;¬(«G«Q¬" v[¬U«E²7!öv[¬V«Q²7!ö«a²9«!ö«tÅ9¬!ö@«X«B²WÅV«2ö@«8öŬ!ö@«X«7ö«v²V¬2ö«ö«t«9@«E²A, --- sh:»(ST:136) ------------------------------------------------------------------------------------------- OTUZBÝRÝNCÝ MEKTUBUN ONBÝRÝNCÝ LEM'ASININ OTUZBÝR MES'ELESÝNDEN BÝR MES'ELEDÝR. Bir tek cümle olan kýsacýk bir hadîsin beþ lem'a-i i'caziyesine dair bir nüktedir. Buraya bir münasebetle girmiþ. ®}«X«,ö«–YC´V«$ö›µG²Q«"ö}«4«Ÿ¬F²7«! Hadîs-i Þerifin ihbar-ý gaybî nev'inden tarihçe musaddak beþ lem'a-i i'caziyesi vardýr. Birincisi: Hulefâ-yý Râþidinin hilafetleri ile Hazret-i Hasan Radýyallahu Anhýn altý aylýk hilâfetinin müddeti otuz sene olacaðýný ihbardýr. Aynen çýkmýþ. Ýkincisi: Otuz senelik halifeleri olan Hazret-i Ebu Bekir Radýyallahu Anh, Hazret-i Ömer Radýyallahu Anh, Hazret-i Osman Radýyallahu Anh ve Hazret-i Ali Radýyallahu Anh'ýn ebcedî ve cifrî hesaplarý bin üçyüz yirmialtý eder ki, o tarihten sonra þerait-i hilâfet daha tekerrür etmedi. Hilâfet-i Âliyye-i Osmaniye bitti. Üçüncüsü: «–YC´V«$ kelimesi, cifr hesabý bin seksenyedi eder ki, tarihçe hilâfet-i Abbasiyenin inkýraziyle hilâfet-i Osmâniyyenin tekarrürüne kadar olan zaman-ý fetret tayyedilse bin seksen küsür kalýr. Eðer nâkýs hilâfetler sayýlsa ®}«X«,ö«–YC´V«$ deki "sene" lâfzý ilâve olur. O halde bin ikiyüz iki eder ki, "Rumuzat-ý Semâniyye-i Kur'aniye Risaleleri"nde hem «t«7@«X²E«B«4ö_±«9¬! hem Fâtiha, hem Sûre-i Nasr, hem Sûre-i Alâk gibi çok yerlerde aynen hilâfetle beraber Devlet-i Ýslâmiyenin hem terakki, hem galibiyet devresi olan bin ikiyüz iki tarihini gösterir. Hem nâkýs hilâfetle beraber bütün müddet-i hilâfet-i Ýslâmiye bin ikiyüz ikidir ki, tam tamýna tevafukla haber verir. --- sh:»(ST:137) ------------------------------------------------------------------------------------------- ¯•²Y« Dördüncüsü: ›µG²Q«"ö«}«4«Ÿ¬F²7«!ö«±–¬! ilâ ahir… Þeddeli «±–¬! yüz bir «}«4«Ÿ¬F²7«! bin yüz kýrkbir, ›µG²Q«" seksenaltý eder. Yekûnu: Arabîce bin üçyüz yirmisekiz olur ve Rumîce bin üçyüz yirmialtýdýr ki hulefâ-yý Râþidînin isimleri ikinci vecihte gösterdiði ayný tarihe ve hürriyetin üçüncü senesindeki inkýtâ-i hilâfetin tarihine tam tamýna tevafuku, elbette o lisân-ül-gayb olan Zâtýn lisânýnda tesadüfi olamaz; belki onu da görmüþ ona da iþaret etmiþ. Beþincisi: «}«4«Ÿ¬F²7«!ö«±–¬! þeddeli nun bir nun sayýlsa bin yüz doksaniki eder ki aynen ®}«X«,ö«–YC´V«$ cümlesinin gösterdiði gibi bin ikiyüz iki tarihine on farkla tam tevafuk ederek tam ve nâkýs bütün müddet-i hilâfeti göstermesi ve yalnýz "hilâfet" kelimesi bin yüz onbir edip tam hilâfetin müddetine tam tevafukla beraber o müddete iþaret eder. «–YC´V«$ kelimesinin cifrî hesabý olan bin seksenyedi adedine, yirmidört gibi cüz'î bir farkla muvafakat etmesi, elbette ve herhalde o Muhbir-i Gaybî'nin bir iþaret-i gaybiyesidir ve bir nevi mu'cizat-ý gaybiyesinin bir lem'asýdýr. Ýþte bu kýsacýk Hadîsin câmiiyetine, sâir cevâmi-ül-kelim olan Hadîsler kýyas edilsin… v[¬U«E²7!öv[¬V«Q²7!ö«a²9«!ö«tÅ9¬!ö@«X«B²WÅV«2ö@«8öŬ!ö@«X«7ö«v²V¬2ö«ö«t«9@«E²A,ö --- sh:»(ST:138) ------------------------------------------------------------------------------------------- ONSEKÝZÝNCÝ LEM'A Risale-i Nur'dan haber veren Birinci Keramet-i Aleviye Risalesidir. Teksir Lem'alar ve Teksir Sikke-i Tasdîk-ý Gaybî mecmualarýnda neþredilmiþtir. YÝRMÝSEKÝZÝNCÝ LEM'A Risale-i Nur'dan haber veren Ýkinci Keramet-i Aleviye risalesidir. Tamamý teksir Lem'alar mecmuasýnda, Keramet-i Aleviye kýsmý ise teksir Sikke-i Tasdîk-ý Gaybî mecmuasýnda neþredilmiþtir. --- sh:»(ST:139) ------------------------------------------------------------------------------------------- Sekizinci Lem'a Gavs-ý A'zamýn Hizb-ül Kur'ana Dair Keramet-i Gaybiyesidir. (Hâþiye) Þu risale içindeki imzalar ile gösterildiði gibi, hizmet-i Kur'aniyedeki arkadaþlarýma iþtirâkim var. Bir kýsmý benim imzam iledir. Bir kýsmý onlarýn tasvib ve istihraciyle ve tasdikleriyle olduðundan bana ait hizmetten fazla hisseyi onlarýn hatýrý için sükût ile kabul ettim. Yoksa, bu risalenin baþýnda söylediðim gibi, bunda öyle bir hisse-i þerefe hakkým yoktur. On sene mukaddem, o kaside-i gaybiyeyi gördükçe bana mânevi bir ihtar gibi "Dikkat et!" diye kalbime geliyordu. O hatýrayý iki cihetle dinlemiyordum: Birincisi : Benim gibi ehemmiyetli ömrü þan ve þeref perdesi altýnda hubb-u cah zehiriyle zehirlenip öldüðü için, yeniden bu suretle nefs-i emmareye diðer bir þeref kapýsý açmak istememekti. Ýkinci Cihet : Bu muannid zamanda, bedihî dâvalarý ve zâhirî hüccetleri kabûl etmiyenlere karþý, böyle iþârât-ý gaybiye nev'inden hodfüruþâne bir tarzda izhar etmek hoþuma gitmemekti. En nihayet esaretimin sekizinci senesinde, en iþkenceli ve en sýkýntýlý bir zamanda gayet kuvvetli bir teselli ve teþvike muhtaç olduðumuzdan bana ihtar edildi ki: Bunu, tahdis-i ni'met ve bir þükr-ü mânevi nev'inden izhar et. Hem korkma, kanaat verecek derecede kuvvetlidir. Bu izharda en mühim maksadým, esrar-ý Kur'aniyeye ait olan risalelerin makbûliyetine Gavs-ý A'zamýn imza (Hâþiye): Üstadýmýzýn þahsýna sarihan iþaret eden bu gibi gaybî keramet ve iþaratýn neþrini Üstadýmýz Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri arzu etmiyor. Fakat bizler düþündük ki; bu gibi delâlet derecesinde olan gaybi iþaretlerin ehl-i imanca bilinmesine bu zamanda kat'i lüzum ve ihtiyaç var buna binaen neþrediyoruz. Nâþirler --- sh:»(ST:140) ------------------------------------------------------------------------------------------- basmasý nev'inden olduðudur. Ýkinci maksadým, o kudsi üstadýmýn kerametini izhar etmekle, keramat-ý evliyayý inkâr eden mülhidleri iskât edip, hizmet-i Kur'aniyeye fütur verecek çok esbaba mâruz ve çok avaika hedef olan arkadaþlarýmýn kuvve-i mâneviyesini takviye ve þevklerini tezyid ve füturlarýný izale etmek idi. Benim için bir nevi hodfüruþluk nev'inden olduðu için ehemmiyetli zarardýr. Fakat o zararýmý, o kudsî üstadým ve arkadaþlarým hatýrý için kabul ettim. Þu "Keramet-i Gavsiye Risalesi" tedricen istihraç edildiði için, birkaç parça ve tetimmelere inkýsam etti. Gittikçe birbirini tenvir ve te'yid ettikçe vuzuh peyda ediyor. Ýþaretin bâzýsýnda zaaf varsa da, sair arkadaþlarýnýn ittifakýndan aldýðý kuvvet, o zaafý izale eder. * * * ÞAYAN-I HAYRET BÝR TEFE'ÜL VE MÜHÝM BÝR ÝHBAR-I GAYBÎ Sabri, Süleyman, Bekir, Galib ve Tevfiðin fýkrasýdýr. Hem Husrev, Hâfýz Ali ve Re'fet ve Asým'ýn ve Kuleönünden Mustafalarýn fýkrasýdýr. Latif Ve Müjdeli Bir Tefe'ül: Üstad, Galib ve Süleyman, Ümmi Sinan divanýnda mesleðimize ve Sözler'e dair tefe'ül edildi, þu beyitler çýktý. Baktýk, "Sözler" lâfzý, bütün divanýnda yalnýz bu kafiyelerde görünüyor. Demek Söz'ler, "hak söz" hem "nur söz" oluyor. DERÝM KÝ YARDIMCIM ALLAH, ÞEFAATÇIM RESULULLAH. KÝ BÜRHANIM KÝTABULLAH, BUDUR BENDEKÝ HAK SÖZ. SENÝN KAPINDA KUL ÇOKTUR, HESABI, HADDÝ HÝÇ YOKTUR, VELÂKÝN BÝR DAHÝ YOKTUR, SÝNAN-I ÜMMÝ GÝBÝ NUR SÖZ. * * * --- sh:»(ST:141) ------------------------------------------------------------------------------------------- MÜHÝM BÝR ÝHBAR-I GAYBÎ [Þeyh-i Geylânî'nin -kendinden sekizyüz sene sonra- gaybâþina gözüyle haber verdiði bir hâdise-i Kur'âniyedir.] Kur'ân-ý Mu'ciz-ül-Beyanýn hizmetindeki kudsiyete, kerametkârane sekizyüz küsur sene evvel "Gavs-ý A'zam" ünvaniyle bihakkýn iþtihar eden Kutb-u A'zam Þeyh-i Geylânî, ¬aÅX«D«4ö¬ÆxVT²V¬7ö]ÅV«D«#ö@®A[¬A«&öÕÕ]¬#«h²N«&ö¬–@«&ö]¬4ö¬h²U¬S²7!ö¬w²[«Q¬"ö€²h«P«9 fýkrasiyle baþlýyan kasidesinin âhirinde "Mecmuat-ül-Ahzâb"ýn birinci cildinin beþyüzaltmýþikinci sahifesinde, beþ satýrla þu zamanda hizmet-i Kur'âniyedeki hey'ete ve baþýnda bulunan üstadýmýza beþ vecihle bakýyor ve gösteriyor. Ýþte o beþ satýr þudur: ]¬BÅW¬Z¬"ö!®h²;«(ö¬š@«[²-«²!ö]¬4ö«tC[¬3«!ö¯?ÅG¬-«:ö¯Ä²x«;ö±¬u6ö]¬4ö@«X¬"ö²uÅ,«x«# ¯^«X²B¬4ö«:ö¯±h«-ö±¬u6ö]¬4öy,h²&«!«:öy4@«F« ¯?«G²V«"ö±¬›«!ö]¬4ö«*@«,ö@«8ö!«)¬!öy²C¬3«!ö@®"¬h²R«8ö«:ö@®5²h«-ö«–@«6ö@«8ö!«)¬!ö›¬G ¬^« ]¬BÅA«EW¬"ö@®5¬(@«.ö!®G[¬Q«,ök[¬Q«#ö@®M¬V²F8ö¬yÁV¬7ö¬a²5«x²7!öÅ›¬*¬(@«5ö²w6«: Beþinci satýrdan sonra gelen hâtime-i kaside: ]¬B«Q²4¬*ö«:ö›±¬i¬2ö«•!«(ö¬*¬(@«T²7!öG²A«2ö@«9«!ö!®GÅW«E8ö]¬X²2«!ö¬yÁV7!öÄx,«*ö›±¬G«%ö«: Ýþte evvelki beþ satýrda, beþ vecihle ve beþ tevafukla þimdi hizmet-i Kur'aniyenin baþýnda bulunaný gösteriyor. Birinci Vecih : Âhirdeki satýrda !®G[¬Q«,ök[¬Q«# ismini sarahatle haber vermekle beraber, maiþet hususunda izzet ve saadetle geçineceðini haber veriyor. Evet hocamýz, küçüklüðündenberi fakr-ý haliyle istiðnâ-yý tam ile beraber, maiþet hususunda en mes'ud bir zattýr. --- sh:»(ST:142) ------------------------------------------------------------------------------------------- Ýkinci Vecih : Ayný satýrýn baþýnda ¬a²5«x²7!öÅ›¬*¬(@«5ö²w6«: fýkrasiyle o müridine diyor ki: "Vaktin Abdülkadirîsi ol." Bu ›¬*¬(@«5 kelimatý, hesab-ý ebcedî ile üçyüz yirmibeþ eder. Üstadýmýzýn lâkabý "Nursî" olduðu cihetle, "Nursî"nin makam-ý ebcedîsi üçyüz yirmialtý ediyor. Birtek fark var. O tek elifdir. Bin mânasýnda "elf"e remzeder. Demek bin üçyüz yirmibeþde Þeyh-i Geylânî'ye mensub bir zat, Þeyh-i Geylânî tarzýnda hakikat-ý Kur'aniyeyi müdafaa etmeye çalýþacak. Hakikaten üstadýmýz, bin üçyüz yirmialtý senesinde -Hürriyetin ikinci senesi mücahede-i mâneviyeye atýlmýþtýr. Üçüncü Vecih : Onun iki ismi var: "Said", "Bediüzzaman." Bu iki ismin mecmuunun makam-ý ebcedîsi "Ez-zaman"daki þedde sayýlmazsa üçyüz yirmidokuz ediyor. Ýki … bir sayýlsa, üçyüzyirmibeþ, aynen ¬a²5«x²7!öÅ›¬*¬(@«5ö²w«6 deki muhatab o olmasýna iþaret ediyor, belki delâlet ediyor. Eðer –@«8«±J7«! daki okunmayan elif-lâm sayýlsa, kaideten ›¬*¬(@«5 ye dahi bir elif-lâm dahil olmak lâzým gelir. Çünki târif için, muzafünileyh kalktýktan sonra elif-lâm lazým gelir, o halde dahi müsavi olurlar. Dördüncü Vecih : Bu beþ satýrda Hazret-i Þeyh, istikbalde bir müridine te'minat veriyor ²r«F«#ö««:ö²u5 "Korkma, sözlerini söyle" diyor. Sen þark ve garbe gideceksin; çok fitnelere ve þerlere girip, umumunda esbab-ý âdiyenin fevkýnde bir tarz ile kurtularak mahfuz kalacaksýn. Evet, bu hizmet-i Kur'âniye içindeki zat, hakikaten esaretle þarka gitti. Ve yine acîb bir esaretle Asyanýn garbýnda ondokuz sene kaldý. Hazret-i Þeyhin dediði gibi, çok þehirleri gezdi. Mücahedesi Sözler' ledir. --- sh:»(ST:143) ------------------------------------------------------------------------------------------- ²r«F«#ö««:ö²u5 hükmiyle, çekinmeyerek Hazret-i Þeyhin dediði gibi yapmýþ. Yirmi sene zarfýnda yirmi fitne ve mehâlik-i azîmeye düþtüðü halde, bir hýfz-ý gaybî ile Hazret-i Þeyhin dediði gibi mahfuz kalmýþ. Hem fevkalme'mûl, bir gurbet diyarýnda fevkalâde inayete mazhariyeti o dereceye gelmiþ ki, bir risale sýrf o inâyâtýn tâdâdýnda yazýlmýþtýr. Hazret-i Gavs'ýn dediði gibi, biz onun etrafýnda ¬^« Beþinci Vecih : Üstadýmýz kendisi söylüyor ki: "Ben sekiz-dokuz yaþýnda iken, bütün nahiyemizde ve etrafýnda ahali Nakþî Tarikatýnda ve oraca meþhur Gavs-ý Hîzan namiyle bir zattan istimdad ederken, ben akrabama ve umum ahaliye muhalif olarak "Yâ Gavs-ý Geylanî" derdim. Çocukluk itibariyle elimden bir ceviz gibi ehemmiyetsiz bir þey kaybolsa, "Yâ Þeyh! Sana bir fatiha, sen benim bu þeyimi buldur." Acibdir ve yemin ediyorum ki, bin def'a böyle Hazret-i Þeyh, himmet ve duasiyle imdadýma yetiþmiþ. Onun için bütün hayatýmda umumiyetle fâtiha ve ezkâr ne kadar okumuþ isem, Zât-ý Risaletten (A.S.M.) sonra Þeyh-i Geylânî'ye hediye ediliyordu. Ben üç-dört cihetle Nakþî iken, Kadirî meþrebi ve muhabbeti bende ihtiyarsýz hükmediyordu. Fakat tarikatla iþtigale ilmin meþguliyeti mâni oluyordu. Sonra bir inâyet-i Ýlâhiyye imdadýma yetiþip gafleti daðýttýðý bir zamanda Hazret-i Þeyhin "Fütuh-ül Gayb" namýndaki kitabý hüsn-ü tesadüfle elime geçmiþ. Yirmisekizinci Mektupta beyan edildiði gibi, Hazret-i Þeyhin himmet ve irþadiyle eski Said (R.A.) yeni Saide inkýlâb etmiþ. O Fütuh-ül-Gaybýn tefe'ülünde en evvel þu fýkra çýktý: «t«A²V«5ö›¬:!«G --- sh:»(ST:144) ------------------------------------------------------------------------------------------- anladým. O þeyhime dedim: "Sen tabibim ol." Elhak o tabibim oldu. Fakat pek þiddetli ameliyat-ý cerrahiye yaptý. "Fütuh-ül-Gayb" kitabýnda "Yâ gulâm!" tâbir ettiði bir talebesine pek müdhiþ ameliyat-ý cerrahiye yapýyor. Ben kendimi o gulâm yerine vaz'ettim. Fakat pek þiddetli hitab ediyordu. "Eyyüh-el-münafýk " "ey dinini dünyaya satan riyakâr" diye diye yarýsýný ancak okuyabildim. Sonra o risaleyi terkettim. Bir hafta bakamadým. Fakat ameliyat-ý cerrahiyenin arkasýndan bir lezzet geldi; iþtiyak ile o mübarek eseri acý tiryak gibi veya sulfato gibi içtim. Elhamdülillâh, kabahatlerimi anladým, yaralarýmý hissettim, gurur bir derece kýrýldý." Hocamýzýn sözü bitti. Ýþte hocamýzýn bu macera-yý hayatiyesi gösteriyor ki, Hazret-i Þeyhin müteveccih olduðu ve ehemmiyetle bahsettiði ve istikbalde gelecek müridi bu olmak için kuvvetli bir ihtimaldir. Hazret-i Þeyhin vefatýndan sonra hayatta olduklarý gibi tasarrufu ehl-i velâyetce kabûl edilen üç evliya-yý azîmenin en âzamý o Hazret-i Gavs-ý Geylânî'dir. Ve demiþ: Æh²R«#ö«ö]«VQ²7!ö¬t«V«4ö]«V«2ö!®G«"«!ö@«X,²W«-ö«:ö«w[¬7Å:«²!ö‰xW-ö²a«V«4«! fýkrasiyle ba'del-memat dua ve himmetiyle müridlerinin arkasýnda ve önünde bulunmasiyle, böyle hârika keramet-i acîbe ile meþhur bir zat, elbette böyle bir zamanda kýymetdar bir hizmet-i Kur'aniye bir müridinin vâsýtasiyle olacaðýný onun görmesi ve göstermesi þe'nindendir. Þeyhin bahsettiði ehemmiyetli müridi ve talebesi ve himayegerdesi olan þahýs, binden sonra, ondördüncü asýrda geleceðine bir îmadýr. Süleyman, Sabri, Zekâi, Âsým, Re'fet, Ali, Ahmed Husrev, Mustafa Efendi (R.H.), Rüþtü, Lütfü, Þamlý Tevfik, Ahmed Galib (R.H.), Zühtü, Bekir Bey, Lütfi (R.H.), Mustafa, Mustafa, Mes'ud, Mustafa Çavuþ (R.H.) Hâfýz Ahmed (R.H.), Hacý Hâfýz (R.H.), Mehmed Efendi (R.H.), Ali Rýza. *** --- sh:»(ST:145) ------------------------------------------------------------------------------------------- ÞEYH-Ý GEYLÂNÎ'NÝN FIKRASÝYLE KERAMETKÂRANE VERDÝÐÝ HABER-Ý GAYBÎNÝN TETÝMMESÝDÝR. ›¬G Elhâsýl : Þu zamanda dellâl-ý Kur'an ve hâdim-i Fürkan olan o adamýn iki ismi ve iki lâkabý var. "Elkürdî" lâkabý ile "Molla Said" ismi, ›¬G Risale-i Nur talebeleri namýna Rüþdü, Husrev * * * --- sh:»(ST:146) ------------------------------------------------------------------------------------------- SAÝD KENDÝ SÖYLÜYOR : Hazret-i Þeyh-i Geylânî, hizmet-i Kur'aniyeye nazar-ý dikkati celbetmek ve o hizmet-i Kur'aniye, âhir zamanda dað gibi büyük bir hadise olduðuna iþaret için, kerametkârâne þu hizmette istidat ve liyakatýmýn pek fevkýnde bulunmasý ve fedâkar, çalýþkan kardeþlerimle çalýþtýðýmýza fazilet noktasýndan deðil, belki sebkatiyet noktasýndan ismimi bir derece göstermesi beni epey zamandýr düþündürüyordu. Acaba bunun izharýnda mânevî bir zarar bana terettüb eder, bir gurur, bir hodfüruþluk getirir diye sekiz-on senedir tevakkuf ettim. Bu günlerde izhara bir ihtar hissettim. Hem kalbime geldi ki: Hazret-i Þeyh bana bir pâye vermedi. Belki Said isminde bir müridim mühim bir hizmette bulunacak, fitne ve belâlardan izn-i Ýlâhî ile ve Þeyhin duasiyle ve himmetiyle mahfuz kalacak. Hem uzak yerde taþlar görünmez, daðlar görünür. Demek, sekiz yüz sene bir mesafede görünen, hizmet-i Kur'aniyenin þâhikasýdýr; yoksa Said gibi karýncalar deðil. Mâdem bu keramet-i Gavsiyeyi ilân ve izharýndan, Kur'an þâkirdlerinin ve hizmetkârlarýnýn þevki artýyor, elbette arkalarýnda Þeyh-i Geylânî gibi kahramanlar kahramaný zatlar himmet ve dualariyle ve izn-i Ýlâhî ile himaye ettiklerini bilseler, þevk ve gayretleri daha artar. Elhasýl : Bunu, kardeþlerimi fazla þevke ve ziyade gayrete getirmek için izhar ettim. Eðer kusur etmiþ isem, Cenâb-ý Hak afvetsin. ¬€@Å[±¬X7@¬"öÄ@«W²2«²!ö@«WÅ9¬! .............................................................................................................. ]¬W²P«9ö!®G¬L²X8ö@«[«4 fýkrasýnda dahi Hazret-i Þeyhin (R.A.) muhatabý, þüphesiz Bediüzzaman Molla Said'dir (R.A.) Elhâsýl : Þu acib kasidesinin âhirindeki þu beþ beyitte beþ kelime, medar-ý nazar-ý Þeyh ve mahall-i hitab-ý Gavsîdir. Ve o beþ kelime ise, !®G[¬Q«,ö«:ö›¬*¬(@«5ö«:ö!®G¬L²X8ö«:ö›¬G --- sh:»(ST:147) ------------------------------------------------------------------------------------------- Said'in dahi iki lâkabý olan "Nursî", "Elkürdî"; iki ismi "Molla Said", "Bediüzzaman" bu beþ kelimede bulunur. Hazret-i Gavs'ýn medar-ý teveccüh ve hitabý olan þu beþ kelimesinde, âþikar bir surette, mezkûr iki isim ve lâkab, ilm-i cifir kaidesinde makam-ý ebced ile görünmesi þüphe býrakmýyor ki, Hazret-i Þeyh kasidesinin âhirinde onunla konuþuyor, ona teselli verip teþci' ediyor. «w[¬TÅBW²V¬7ö^«A¬5@«Q²7!«:ö sýrriyle muvaffakiyetine te'minat veriyor. ¬Æ!«xÅM7@¬"öv«V²2«!öyÁV7!«:öyÁV7!öŬ!ö«`²[«R²7!öv«V²Q« ]¬W²P«9ö!®G¬L²X8ö@«[«4 fýkrasýnda ]¬W²P«9 kelimesi, makam-ý ebcedîsi bin olup; ¬*xÇX7!ö^«7@«,¬* iki farkla, ¬*xÇX7!ö¬Æ@«B¬6öu¬=@«,«* un iki medde sayýlmazsa ve þedde de lâm sayýlsa, makam-ý ebcedîsi yine bindir. Demek ²r«F«#ö««:öy²VT«4ö]¬W²P«9ö!®G¬L²X8ö@«[«4 fýkrasýnýn meal-i gaybîsi þudur ki: ²r«F«#ö««:ö²uT«4ö@«Z¬"ö²G¬;@«%ö¬*xÇX7!ö¬^«7@«,¬*ö«r±¬7Ïx8ö@« Amma ²r«F«#ö««:öy²VT«4 fýkrasýnda þâyan-ý hayret bir tevafuk var ki: Ýlm-i Cifir kaidesiyle makam-ý ebcedîsi bin üçyüz otuziki eder.Þu halde ²r«F«#ö««:öy²VT«4ö]¬W²P«9ö!®G¬L²X8ö@« --- sh:»(ST:148) ------------------------------------------------------------------------------------------- da Dâr-ül-Hikmet-i Ýslâmiyede bir iki sene Hazret-i Gavs-ý Geylânînin þu vasiyetini ve emrini imtisal ederek envâr-ý Kur'âniyeyi neþretmiþ. Lillâhilhamd, þimdiye kadar devam ediyor. Bu þâyân-ý hayret fýkrada cây-ý dikkat þu nokta var ki; Hazret-i Gavs, doðrudan doðruya altýncý asýrdan þu asrýmýza bakýyor. O altýncý asrýn âhirlerinde Hülâgû felâketi gibi feci', dehþetli meþhur fitnenin çok elîm ve feci' ve kuburdaki emvatý aðlattýracak derecede dehþetli bir nev'i, þu ondördüncü asýrda bulunuyor. Bu iki asýr birbirine tevafuk ediyor ki, Hazret-i Þeyh ondan buna bakýyor. Risale-i Nur Talebeleri Namýna Re'fet, Husrev, Hâfýz Ali, Sabri *** --- sh:»(ST:149) ------------------------------------------------------------------------------------------- ÞU KERAMET-Ý GAVSÝYE MÜNASEBETÝYLE ÜÇ NOKTA BEYAN EDÝLECEK Birinci Nokta : Hazret-i Gavs'ýn kasidesinin baþýnda bu beþ satýrdan evvel, acib, pek garib, çok belið, nazdârâne tahdis-i ni'met suretinde bir dâva-yý iftiharkârâne ifade eden iki sahifelik kasidesindeki hârika dâvasýna delil olarak bir keramet-i bâhireyi âdeta mu'cizeye yakýn bir hârikayý göstermek lâzým geliyordu. Ýþte o akýllarý hayrette býrakan mertebeye lâyýk olduðunu gösterir bir keramet izhar etti ki; sekizyüz sene bir mesafede Cenâb-ý Hakkýn izniyle, i'lâmiyle zamanýmýzý tafsilâtiyle görür tarzýnda, bizim gibi âciz, zaif talebelerine ders verip teþvik eder. Ýþte Hazret-i Gavs'ýn dâvasýna bu ihbar-ý gaybîsi en bâhir bürhan olduðu gibi, Risale-i Nurun eczalarýnýn hakkaniyet ve ulviyetine bir hüccet-i katýa hükmündedir. Evet, Hazret-i Þeyh, bu kasidesiyle Sözlerin hakkaniyetini imza ediyor. Ýkinci Nokta : Ehl-i tarîkat ve hakikatca müttefekun aleyh bir esas var ki: Tarîk-ý Hakda sülûk eden bir insan nefs-i emmaresinin enaniyetini ve serkeþliðini kýrmak için lâzým gelir ki: Nazarýný nefsinden kaldýrýp þeyhine hasr-ý nazar ede ede tâ fenâfiþþeyh hükmüne gelir. "Ben" dediði vakit, þeyhinin hissiyatiyle konuþur ve hâkeza.. tâ fenâfirresûl, fenâfillâha kadar gider. Meselâ: Nasýlki, gayet fedakâr ve sadýk bir hizmetkâr, bir yaver, efendisinin hissiyatiyle güya kendisi kendisinin efendisidir ve padiþahýdýr gibi konuþur. "Ben böyle istiyorum" der; yâni "Benim seyyidim, üstadým, sultaným böyle istiyor." Çünki kendini unutmuþ, yalnýz onu düþünüyor, "Böyle emrediyor " der. Öyle de Gavs-ý Geylânî, o hârika kasidesinin tazammun ettiði ezvâk-ý fevkalâde, Hazret-i Þeyhin sýrr-ý azîm-i Ehl-i Beytin irsiyetiyle Âl-i Beytin þahs-ý mânevîsinin makamý noktasýnda ve Zât-ý Ahmediye (Aleyhissalâtü Vesselâm)'ýn verasetiyle Hakikat-ý Muhammediyesinde (A.S.M.) kendini gördüðü gibi, fenâ-yý mutlak ile Cenâb-ý Hakkýn tecelli-i zâtîsine mazhariyet noktasýnda, kasidesinde o sözleri söylemiþ. Onun gibi olmayan ve o makama yetiþmiyen onu söyliyemez, söylese mes'uldür. --- sh:»(ST:150) ------------------------------------------------------------------------------------------- Hazret-i Þeyh, veraset-i mutlaka noktasýnda, Resûl-i Ekrem (Aleyhissalâtü Vesselâm)ýn kadem-i mübarekini omuzunda gördüðü için, kendi kademini evliyanýn omuzuna o sýrdan býrakýyor. Kasidesinde zâhir görünen, temeddüh ve iftihar deðil, belki tahdîs-i nimet ve âli bir þükürdür. Yalnýz bu kadar var ki, muhibbiyet makamý olan makam-ý niyazdan mahbubiyet makamý olan nazdarlýk makamýna çýkmýþ. Yâni tarîk-ý acz ve fakrdan, meþreb-i aþk ve istiðraka girmiþ. Ve kendine olan niam-ý azîme-i Ýlâhiyyeyi yâdedip, bihakkýn müftehirane þükretmiþtir. Üçüncü Nokta : Keramet, mu'cize gibi Cenâb-ý Hakkýn fiilidir, hediyesidir, ihsanýdýr ve ikramýdýr; beþerin fiili deðildir. O keramete mazhar olan zât ise, bâzan biliyor, bâzan bilmiyor -vukuundan sonra bilir-. Keramete mazhariyetini kablelvuku' bilen ve ikram-ý Ýlâhîye ihtiyarýyla tevfik-ý hareket eden kýsým, eðer enaniyetten bütün bütün tecerrüd etmiþ ise ve Hazret-i Gavs gibi kudsiyet kesbetmiþ ise, Cenâb-ý Hakkýn izniyle, o kerametin her tarafýný bilerek kendisi sahip çýkar, bilir ve bildirir. Fakat bununla beraber, mâdem o keramet ikramdýr; bütün tafsilâtiyle keramet sahibine de meþhud olmak lâzým deðildir. Bu sýrra binaen; Hazret-i Þeyh; i'lâm-ý Rabbanî ve izn-i Ýlâhî ile bu asrý görmüþ ve hizmet-i Kur'aniyenin etrafýnda bizleri müþahede edip nazar-ý þefkatiyle bakmýþ. O beþ satýr, sýrf bir keramet ve intak-ý bilhak ve bir ikram-ý Ýlâhî ve veraset-i Nebeviye itibariyle zuhur ettiðinden, mu'cizevârî, kudret-i beþer fevkýnde bir þekil almýþ. Sun'î, irade-i þeyh ile olduðu deðildir. Çünki intakdýr. Ruh-u kudsîsi hissetmiþ, görmüþ. Ýrade ve ihtiyar yetiþemiyor. Akýl ise ruhun harekâtýný ihâta edemez. Lisan, ne kadar aklýn dekaik-ý tasavvuratýnýn tercümesinde âciz ise, ihtiyar dahi ruhun dekaik-ý harekâtýnýn derkinde o derece âcizdir. Hazret-i Gavs, o derece yüksek bir mertebeye mâlik ve o derece hârika bir keramete mazhardýr ki, kâfirlerin bir kýsmý demiþ: "Biz Ýslâmiyeti kabûl edemiyoruz; fakat Abdülkadir-i Geylânî'yi de inkâr edemiyoruz."Hem evliyayý inkâr eden Vahhâbînin müfrit kýsmý dahi Hazret-i Þeyhi inkâr edemiyorlar. Evliya, onun derece-i celâletine yetiþmediði bütün ehl-i tarikatca teslim edilmiþtir. Ýþte böyle güneþ gibi bir mu'cize-i Muhammediye (Aleyhissalâtü Vesselâm), yüksek ve sönmez bir bârika-i Ýslâmiyet olan bir zât-ý --- sh:»(ST:151) ------------------------------------------------------------------------------------------- nuranînin, gayb-âþinâ nazariyle asrýmýzý görüp, böyle bir keramet izhariyle teselli verip teþci' etmek þe'nindendir. Acaba hiç mümkün müdür ki "Sultan-ül-Evliya" makamýný ihraz etmiþ ve hamiyet-i Ýslâmiye ile zamanýndaki padiþahlarý titretmiþ ve kuvve-i kudsiye ile mâzi ve müstakbeli hâzýr gibi izn-i Ýlâhî ile görmüþ ve mematýnda dahi hayatýndaki gibi dâimî tasarrufu bulunduðu tasdik edilmiþ olan bir kahraman-ý velâyet, bu asrýmýza ve bu asýr içindeki kemal-i acz ve zaaf ile Kur'anýn hizmetinde çalýþan ve insafsýz düþmanlarýn hücumuna mâruz ve teselli ve te'mine muhtaç bîçâre Kur'anýn hâdimlerine ve talebelerine lâkayd kalabilir mi? Hiç mümkün müdür ki, bizimle münasebetdar olmasýn? Sekiz, dokuz, belki onbeþ kuvvetli delilden kat'-ý nazar, edna bir iþaret kelâmýnda bulunsa, bize baktýðýna delâlet eder; hafî bir iþaret etse kâfidir. Çünki, makam iktiza ediyor, mutabýk-ý muktezayý haldir ve münasebet kavîdir. Ey benimle beraber Hazret-i Þeyhin teveccüh ve duasýna mazhar kardeþlerim! Þu üstadýmýz, bizi istikbalde adem zulümatý içinde düþünüp bizimle meþgul olurken, biz o mâzide mevcud ve nur perdeleri içinde üstadýmýzý ve üstadýmýzýn üstadý ve ceddi olan Fahr-ül-âlemin Aleyhissalâtü Vesselâm Efendimizin teveccühlerinden gaflet etmek, onlara istinad etmemek lâyýk mýdýr? Mâdem onlar bizi düþünüyorlar; biz de bütün kuvvet ve ruhumuzla onlara îtimad edip ve emirlerine bilâ kayd u þart itâat etmeliyiz. Ehl-i dünyanýn telsiz telgraf ve telefonlarý þarktan garba gittiði gibi, iþte ehl-i hakikatýn da mâziden, dokuzyüz sene mesafe-i azîmeden müstakbele böyle mânevî telefonlarý iþliyebilir ve mânevî teleskoplarý görebilir. Malûmdur ki zaif emareler, içtima ettikçe kuvvet bulur, delil hükmüne geçer. Ýncecik ipler, içtima ettikçe kopmaz halat olur. Küllî umumî kayýdlar, içtima ettikçe hususiyet peyda edip taayyün eder. Bu sýrra binaen, Hazret-i Þeyhin bu beþ satýrýnda sekiz-dokuz kuvvetli iþaretin içtimaýnda hiç þek ve þüphe býrakmadý ki: Hazret-i Þeyh, þimdiki Kur'an-ý Hakîmin þâkirdlerine biiznillâh üstadlýk ediyor; bihavlillâh þefkati altýnda himaye ediyor. --- sh:»(ST:152) ------------------------------------------------------------------------------------------- Cem'-i kutbiyet ve ferdiyet ve gavsiyet Ýle üç sütun üzerine durur. Râyet-i ulviyet-i Þeyh-i hakkanîdir hitab-ý Abdülkadir. Ýlham-ý Hudâ, kitab-ý Abdülkadir. Bâz-ül-eþheb ferd-i ferîd-i deveran. Gavs-ý A'zam Cenâb-ý Abdülkadir. Said Nursî * * * RÝSALE-Ý NUR ÞAKÝRDLERÝNÝN BÝR FIKRASIDIR ]¬BÅA«EW¬"ö@®5¬(@«.ö!®G[¬Q«,ök[¬Q«#ö@®M¬V²F8ö¬yÁV¬7ö¬a²5«x²7!öÅ›¬*¬(@«5ö²w6«: Ýlm-i Cifirle Mânasý: "Ey Said! Sen, zamanýn Abdülkadiri ol, ihlâs-ý tâmmý kazan, fakrinle beraber maiþetini düþünme, nâsdan minnet alma, ismin "Said" olduðu gibi maiþette de mes'ud olacaksýn! Muhabbetimde sadýk olduðundan ve ihlâsa çalýþtýðýndan, Hulûsi gibi muhlis talebeler ve yardýmcýlar ve Süleyman, Bekir gibi sâdýk hizmetkârlar ve Sabri gibi tam takdir edici ve ciddi müþtak talebeler size verilmiþ." Evet, Lillâhilhamd, Gavsýn sarahat derecesinde ihbar ettiði hal vuku bulmuþtur. Gavs-ý A'zam, "Said" namiyle tesmiye ettiði müridinin tarihçe-i hayatýnda en mühim noktalarý beyan etmekle beraber, Ýlm-i Cifir esrariyle sekiz-dokuz cihette, Said'in baþýna parmaðýný basýyor. Beyitlerin mâna-yý zâhirîsi ile maâni-i cifriyesi birbirine çok yakýn olmakla dokuz vecihdeki iþaretler birbirini te'yid ettiðinden sarahat derecesine çýkmýþ. ¯^«X²B¬4ö«:ö¯±h«-ö±¬u6ö]¬4öy,h²&«!«:öy4@«F« Ýlm-i Cifirle Mânasý: "Ondördüncü asýrda "El-Kürdî" lâkabiyle yâdedilen Molla Said, benim müridimdir. O fitne ve belâ asrýnýn her þer ve fitnesinden, Allah'ýn izniyle ve havl-i kuvvetiyle onun muhafýzýyým." --- sh:»(ST:153) ------------------------------------------------------------------------------------------- Evet Hürriyetten yirmi-otuz sene sonraya kadar, yirmi fitne-i azîme içinde fevkalâde bir surette Gavs'ýn o müridi mahfuz kalmýþtýr. Korktuðu þer ve mehâlikten bir hýfz-ý gaybî ile kurtulmuþtur. ¯?«G²V«"ö±¬›«!ö]¬4ö«*@«,ö@«8ö!«)¬!öy²C¬3«!ö@®"¬h²R«8ö«:ö@®5²h«-ö«–@«6ö@«8ö!«)¬!ö›¬G Ýlm-i Cifirle Mânasý: "O Gavs'ýn müridi olan Said-ül-Kürdî, Rusya'da esaretle Asyanýn þark-ý þimalîsinde ve ehl-i bid'anýn eliyle Asyanýn garbýna nefyolunarak kaldýðý mikdarca ve Sibirya taraflarýndan firar edip fevkalâde çok bilâdý seyr ü seyahat etmeðe mecbur olduðu zaman, Allah'ýn izniyle, havl ve kuvvet-i Rabbânî ile ona imdad etmiþim ve istimdadýna yetiþmiþim." Evet Hazret-i Gavs'ýn müridi ünvaniyle irade ettiði Said (R.A.), üç sene esaretle Asya'nýn þark-ý þimâlîsinde mehâlik içinde mahfuz kalýp, üç-dört aylýk mesafeyi firar suretiyle kat'ederek çok þehirleri gezip Gavs'ýn dediði gibi mahfuz kalmýþtýr. ¬^« Ýlm-i Cifirle Mânasý: Bediüzzaman Molla Said namiyle yâdolunan ve evrad-ý muntazamasýný okuyan müridine der ki: "Benim nazmýmý, yâni meslek ve meþrebimi ve mücâhedatýmý gösteren makalâtýmý söyle; yâni nazmýmdan murad, senin risalelerin ve Sözlerin ve Mektubatýndýr. ²r«F«#ö«ö«:öy²VT«4 Bin üçyüz otuzikide o Sözler ile mücahedeye baþla. Sen inayet-i Ýlâhiyyenin hýfzýndasýn." Evet, !®G¬L²X8 Ýlm-i Cifirle "Molla Said"i gösterdiði gibi ]¬W²P«9 ,ööile Risalet-ün Nuru gösterir. Ve ]¬8 ile hem Mektubat'ý hem ›¬(²hU²7!ö¬G[¬Q«,ö€@«W¬V«6 gösterir. "Kelimat" Sözler demektir. --- sh:»(ST:154) ------------------------------------------------------------------------------------------- ²r«F«#ö«ö«:öy²VT«4 bin üçyüz otuzikiyi gösterir. O tarih, mebde-i cihadýdýr. O tarihte "Ýþârât-ül-Ý'caz Tefsiri"nin neþriyle mücahedeye baþlamýþ. * * * KERAMET-Ý GAYBÝYE-Ý GAVSÝYENÝN ÝÞÂRATINI TEYÝD EDEN ÜÇ REMÝZ Birinci Remiz : @®P¬4@«&ö›¬G Bunun gibi müteaddid tehlikede Hazret-i Gavs'ýn gösterdiði tarih-i arabî itibariyle, hakikaten bir hýfz-ý Ýlâhî içinde bulunduðumu hissediyordum. Demek Cenâb-ý Hak o kudsî üstadýmý, bir melâike-i sýyanet gibi bana muhafýz kýlmýþ. Ýþte bu @®P¬4@«&ö›¬G --- sh:»(ST:155) ------------------------------------------------------------------------------------------- toplanan arkadaþlarýmdan dokuz talebesini ²o¬4@«& ismi ile iþâret ediyor. ¯^«X²B¬4ö«:ö¯±h«-ö±¬u6ö]¬4öy,h²&«!«:ö fýkrasýnda iki hüküm var. Biri þerden, diðeri fitnedendir. Demek ikincisi ¯^«X²B¬4ö±¬u6ö]¬4öy,h²&«! ve bu cümle ±¬u6 deki þedde sayýlmazsa bin üçyüz kýrkdört eder. Evet, bu tarihten þimdiye kadar çok fitne-i mühimmeden, bir himayet-i gaybî ile mahfuz kaldýðýmý ¬}«W²Q±¬XV¬7ö_®C Ýkinci Remiz: ¯?«G²V«"ö±¬›«!ö]¬4ö«*@«,ö@«8ö!«)¬!öy²C¬3«!ö@®"¬h²R«8ö«:ö@®5²h«-ö«–@«6ö@«8ö!«)¬!ö›¬G fýkrasýnda bahsettiði ve konuþtuðu müridi ise, þarka esareten gittiði tarihi gösterdiði gibi, garba nefy olduðu tarihi de gösterir. Þöyle ki: Þu fýkranýn hakikî tâbiri ¯»²h«-ö]¬4ö!®h[¬,«!ö›¬G Amma @®"¬h²R«8ö«–@«6ö@«8 kaydý, tarih-i arabî olarak bin üçyüzellibir --- sh:»(ST:156) ------------------------------------------------------------------------------------------- meþhur Rumî tarihiyle iki sene fark var. Ýþte -Hazret-i Gavs'ýn dediði gibi- bu fakir, tarih-i arabî ile bin üçyüz ellibirde, þeâir-i Ýslâm içinde mühim tahavvülât zamanýnda bütün kuvvetimle þeairin muhafazasýna hizmetle mükellef olduðum halde, o mânevî herc ü mercdeki fýrtýnalar bizi sarsmadý. Hem @®"¬h²R«8 kelimesi, âhirdeki tenvin ile beraber bin ikiyüz doksaniki eder ki, bu fakirin dünyaya gelmesinden bir sene evvel; veyahut rahm-ý maderdeki tarihe iþaretle beraber @®"¬h²R«8ö«–@«6 bin üçyüz ondört eder. Bin üçyüz ondört senelerinde mevzu-u bahis olan müridi, mühim vartadan kurtulmasýna Gavs (R.A.) iþaret ediyor, onun imdadýna yetiþtim diyor. Hayatta olan eski talebelerim biliyorlar ki, bin üçyüz ondört, bin üçyüz onbeþ - onaltý senelerinde, Van kal'asý ki, iki minare yüksekliðinde sýrf dað gibi bir taþtan ibarettir, eskiden kalma oda gibi bir in kapýsýna gidiyorduk. Ayaðýmdan kunduralar kaydý, iki ayaðým birden kaydý. Tehlike yüzde yüz... Baþkaca nokta-i istinad kalmadýðý halde, büyük bir istinada basmýþ gibi üç metrelik bir kavisle o .maðaranýn kapýsýna atýlmýþým. Hem ben, hem beraberimdeki orada hazýr arkadaþlarým, ecel gelmediði için sýrf bir hýfz-ý Ýlâhî, hârika bir imdad-ý gaybî telâkki ettik. Ýþte Hazret-i Gavs, mâdem bu kasidesinde sergüzeþt-i hayatýmýn mühim noktalarýna iþaret ediyor; elbette bu acib ve en tehlikeli bir sergüzeþt-i hayatýma þu cümlesiyle iþaret ediyor denilebilir. Elhâsýl : Hazret-i Gavs'ýn mezkûr kelimatlarý, bu fakirin tarih-i hayatýmda geçen en mühim noktalarý mânasiyle ifade ettikleri gibi; hesab-ý ebced makamiyle mühim noktalarýn tarih-i vukularýna tevafuklarý, elbette tesadüfî ve tesadüf iþi olamaz. Sair iþârâtýn kuvvet-i katiyyeti, tesadüfü muhal derecesine getirmiþtir. Mâdem bu beþ satýr kasidesi, bir keramettir; keramet ise mu'cize gibi Cenâb-ý Hak tarafýndandýr, intak-ý bilhak nev'indendir, daha beyan etmediðimiz çok esrarý hâvidir, ihtiyar-ý beþer yetiþemez. ............................................................................................................. Said Nursî --- sh:»(ST:157) ------------------------------------------------------------------------------------------- LÂTÝF BÝR TEFE'ÜL Þeyh Sa'di-i Þîrâzînin "Bostan"ýndan Sözler hakkýnda ben, Hâfýz Hâlid, Galib, Süleyman niyet edip açtýk, tefe'ül bu çýktý: a²Sô«9ö²ŠY'ö²w[¬Xåö²uA²V"ö²ç[¬;ö—h«"öa²Sô-ö_«X²Q«8ö–@«B²K¬Vóö_«#ö²h«ô¬9 |¬Vóö²f«<:> Meâli: Yâni "Gel, bak, güller baðý þeklinde hakikat gülleri açýlmýþ. Böyle hakikat bahçesinde hiç bir bülbül, böyle þirin, hoþ naðme etmemiþtir. Nasýl oluyor ki, böyle bir bülbül öldükten sonra onun kemiklerinden güller açýlmasýn." Bu meâl, maksadýmýza o k.adar yakýndýr ki tâbire lüzum yoktur. Yalnýz gülistanýmýz; ebedî Kur'an Cennetindendir, ondan gelmiþtir. Mehmed, Tevfik, Galib, Süleyman, Hâfýz Hâlid, Said (R.A.) * * * ¬v[¬&ÅI7!ö¬w´W²&ÅI7!ö¬yÁV7!ö¬v²K¬"ö Gavs, meþhur kasidesinde -sarahat derecesinde- bizlerden, yâni hizb-ül-Kur'andan haber verdiði gibi, daha bir kaç yerde yine iþârî bir tarzda haber veriyor. Ezcümle, o kasidenin arkasýnda "Mecmuat-ül-Ahzab"ýn 563'üncü sahifesinde, yine o malûm müridinden bahsediyor ve beytinde diyor ki: y²C¬3«!ö]¬8@«0ö¬h²E«"ö]¬4ö¯*@«3ö²:«!ö¯Æ²h«R¬"ö²:«!ö¯»²h«L¬"ö]¬9@«2«(ö!«)¬!ö›¬G "Garbda beni çaðýrdýðý vakit, onun imdadýna yetiþeceðim." Evet doðrudur. Arabî tarih ile bin üçyüz otuzdokuzda müthiþ bir buhran-ý ruhî ve dehþetli bir heyecan-ý kalbî ve daðdaðalý bir --- sh:»(ST:158) ------------------------------------------------------------------------------------------- teþevvüþ-ü fikrî geçirdiðim sýralarda, pek þiddetli bir surette Hazret-i Gavs'dan istimdad eyledim. Bir-iki yerde bahsettiðim gibi, "Fütuhül-Gayb" Kitabý ile ve dua ve himmetiyle imdadýma yetiþti ve o buhraný geçirdim. Ýþte o müridi ise, bîçare Said-ül-Kürdî olduðunu meþhur kasidesinde kat'î gösterdiði gibi, bu kasidede de ›¬G Hem ezcümle, "Mecmuat-ül-Ahzab"ýn ikinci cildinin 379'uncu sahifesinde Hazret-i Gavs'ýn "Vird-ül-Ýþâ" namýndaki münâcâtýnda þu fýkra var. (Hâþiye:1) «:öÆÅh«TW²7!öG[¬QÅ,7!ö«x;ö¬^«8«ŸÅ,7!ö¬u¬&@«,ö]«7¬!öu¬.!«x²7@«4 (Hâþiye) ÆÅH«QW²7!ö«:öGÅQ«AW²7!öÇ]¬TÅL7!ö«x;ö¬¾«Ÿ«Z²7!ö:) «: Ýþte Gavs'ýn þu fýkrasý, ½G[¬Q«,ö«:öÊ]¬T«-ö²vZ²X¬W«4ö âyetinin bir nevi tefsiridir. Þu küllî âyetin bir kýsým efradýný, altýncý asýr ve ondördüncü asýrda âyetin külliyetinde dahil bir kýsým efrad-ý mahsusayý irae ettiðine müteaddid emareler var. Âyetin külliyetinde (Hâþiye): u¬.!«x²7@«4 kelimesi- müteaddi olmak cihetiyle- Sözleriyle selâmete isal edici demektir. (Haþiye-1): ÆÅh«TW²7! müþedded râ bir sayýlsa üstadýmýzýn lâkabý olan "Ennursi" kelimesinin aynýdýr. Yalnýz atf için: var. Tam tevafukla mukarrebden murad Nurslu olduðunu gösteriyor. ÆÅh«TW²7! de þeddeli râ iki sayýlsa "Bediüzzaman Nursi" ya-i muhaffefle aynýdýr. Yalnýz iki fark var. Ýki hemze-i vasl sayýlsa tam tamýna tevafukla ÆÅh«TW²7! doðrudan doðruya ona iþaret ediyor. Þamlý Tevfik, Süleyman, Ali --- sh:»(ST:159) ------------------------------------------------------------------------------------------- (Hâþiye) tevafuk sýrriyle Ê]¬T«-ö²vZ²X¬W«4ökelimesinde bu zamanýn en büyük þakîlerinden üçüne cifirce tevafuk etmesi, o küllî ayette bunlar dahi kasden murad olduklarýna emaredir, belki iþarettir. Ýþte Hazret-i Gavs; bu âyetteki bu emareden, bu zamana bakmýþ. Mezkûr fýkrasýný küllî âyete bir nevi hususî tefsir yaparak, kasidesinde kerametkârane bahsettiði fitne-i âhir zaman içindeki þâkirdlerini görüp, o zamanýn þakîlerinin þerrinden muhafaza edildiði ve burada münâcâtýnda dahi o kasidenin meâline bakýyor. Þu fýkra-i Gavsiyede bir îma var. Buradaki "Said" lâfzýnda, meþhur kasidesindeki !®G[¬Q«,ök[¬Q«# kelimesine hafî bir iþaret olduðu gibi; GÅQ«AW²7!öÇ]¬TÅL7!ö«x;ö¬¾«Ÿ«Z²7!ö:) fýkrasiyle kendisinden sonra vukubulan ve ulûm-u Ýslâmiyeyi mahvetmek niyetiyle kütübhaneleri Dicle ve Fýrat nehrine atan Hülâgû felâketini haber vermekle beraber; Hülâgû gibi ulûm-u Ýslâmiyeye perde çeken þakîleri dahi, mezkûr âyete istinaden haber veriyor. Evet, ¬^«8«ŸÅ,7!ö¬u¬&@«,ö]«7¬!öu¬.!«x²7@«4 fýkrasiyle Hizb-ül-Kur'ana iþaret ettiði gibi ÆÅH«QW²7!ö«:öGÅQ«AW²7!öÇ]¬TÅL7!ö«x;ö¬¾«Ÿ«Z²7!ö:) fýkrasiyle ulûm-u Ýslâmiyeyi imha niyetiyle Hülâgû ve vüzerasý gibi davranan bâzý malûm insanlarýn isimleri Ýlm-i Cifirce dahi mezkûr âyetin iþaretine istinaden tam tevafuk ediyor, gösteriyor. Malûmdur ki tevafuk, Ýlm-i cifrin anahtarlarýndan mühim bir anahtardýr. Eðer bir tevafuk ise, delâlet denilmez; fakat hafî bir îma olur. Eðer iki cihet ile ayný mes'eleye tevafuk gelse, (Haþiye): Âyetin külliyetinde saadet noktasýnda mazhariyetine mâsadak olmak için milyarlar dereceden yalnýz bir derece murad olduðumuzu anlasak ebede kadar þükretsek o ni'metlerin hakkýný eda edemeyiz. Hazret-i Gavs'ýn iþaretinden anlaþýlýyor ki o muhit âyetin denizindén bir katre kadar hissemiz var. --- sh:»(ST:160) ------------------------------------------------------------------------------------------- îmadan remiz derecesine çýkar. Eðer iki-üç cihetle ayný mes'eleye gelse iþaret olur. Eðer meâni-i elfaz iþârât-ý harfiyeye münasib gelse ve iþaretle bahsedilen insanlarýn ahvali o mânaya mutabýk ve muvafýk olsa, o iþaret o vakit delâlet derecesine çýkar. Eðer altý-yedi vecihle tevafukla beraber, mâna-yý kelimat iþaret-i harfiyeye muvafýk gelse ve mukteza-yý hâle de mutabýk olsa, o delâlet o vakit sarahat derecesine çýkar. Ýþte bu düstura binaen, Þeyh-i Geylânî o meþhur kasidesinde sarahat derecesinde Hizb-ül-Kur'andan bahsettiði gibi ¬š@«L¬Q²7!ö(²*¬: münâcâtýnda dahi mezkûr âyete istinaden Hizb-ül-Kur'anýn bir hâdimini tasrihen ve arkadaþlarýný da iþaret derecesinde haber veriyor. Gavs-ý A'zamýn istikbalden haber verdiði nev'inden, meþhur Þeyhül-islâm Ahmed-i Câmî dahi Ýmam-ý Rabbânî (R.A.) olan Ahmed-i Farukî'den haber verdiði gibi, Celâleddin-i Rumî Nakþibendîlerden haber vermiþ. Daha bu nevi'den çok evliyalar, vâkýa mutabýk haber vermiþler; fakat onlarýn bir kýsmý sarahata yakýn haber vermiþler. Diðer bir kýsmý haberleri çendan bir derece mübhem mutlaktýr, fakat bahsettikleri zatlar makam sahibi ve büyük olduklarýndan, büyüklükleri ve taayyünleri cihetiyle o mübhem ihbar-ý gaybîyi, bil'istihkak kendilerine almýþlar. Meselâ Ahmed-i Câmî (K.S.) demiþ ki: "Her dörtyüz sene baþýnda mühim bir Ahmed gelir. Bin tarihi baþýndaki Ahmed en mühimmidir." Yâni o elfin müceddididir. Ýþte böyle mutlak bir surette söylediði halde, Ýmam-ý Rabbânînin (K.S.) büyüklüðü ve teþahhusu, o haber-i gaybîyi kat'iyyen kendine almýþ. Hazret-i Mevlânâ Celâleddin-i Rumî de (K.S.) Nakþibendîden mübhem bir surette bahsetmiþ; fakat Nakþîlerin büyüklüðü ve yüksekliði ve teþahhuslarý o haberi de bil'istihkak kendilerine almýþlar. Ýþte bu kerametkârâne ihbar-ý gaybî nev'inden Gavs-ý Azam (K.S.) dahi. Hizb-ül-Kur'andan -iþârî bir surette- haber verdiði gibi; Hizb-ül-Kur'anýn bir hâdimi olan bu bîçare Saidi (R.A.) iki yerde sarahaten haber veriyor. Mübhem ve mutlak býrakmadýðýnýn sýrrý budur ki: Bu bîçâre Said, makam sahibi olmamýþ iken ve büyük deðil iken ve mutlak tâbiri teþhis edecek bir teþahhus yokken, lütf u Ýlâhî ile büyük bir makamýn hizmetinde bulunmasýdýr. Âdeta --- sh:»(ST:161) ------------------------------------------------------------------------------------------- bir nefer iken, müþîriyet makamý hizmetinde bulunmasýdýr. Ýþte küçüklüðü ve ehemmiyetsizliði içindir ki, Hazret-i Gavs, öteki evliyaya muhalif olarak yalnýz iþaretle kalmayýp -sarahat derecesinde- parmaðýný onun baþýna basýyor. Sergüzeþt-i hayatýmda geçen ve çoðunu gizlediðim çok hârika vâkýalar vardý. Kendimi hiç bir vecihle keramete lâyýk görmediðim için onlarý bâzan tesadüfe, bâzan da baþka esbaba isnad ediyordum. Þimdi kanaatým geliyor ki, o hârikalar, Gavs-ý A'zamýn bir silsile-i kerametini teþkil ederler. Demek onun duasiyle, himmetiyle, ona kerameten ve bize ikram nev'inden, bir nevi inâyet-i Ýlâhiyyeye mazhar olmuþuz. Ezcümle, ben menfî olarak Ýstanbul'a getirildiðim vakit bir zaman Meþihat-ý Ýslâmiye dairesinde bulunan Dâr-ül-Hikmet-il-Ýslâmiyedeki hizmet-i Kur'aniyeye çalýþtýðým için, o alâkadarlýk cihetinde: Meþihat dairesi ne haldedir? Diye sordum. Eyvah! Öyle bir cevab aldým ki; ruhum,- kalbim ve fikrim titrediler ve aðladýlar. Sorduðum adam dedi ki: "Yüzer sene envar-ý Þeriatýn mazharý olmuþ olan o daire þimdi büyük kýzlarýn lisesi ve mel'abegâhýdýr." Ýþte o vakit öyle bir hâlet-i ruhiyeye giriftar oldum ki, dünya baþýma yýkýlmýþ gibi oldu. Kuvvetim yok, kerametim yok, kemal-i me'yusiyetle ah vah diyerek dergâh-ý Ýlâhiyeye müteveccih oldum. Ve bizim gibi kalbleri yanan çok zatlarýn hararetli ahlarý, benim âhýma iltihak ettiler. Hâtýrýma gelmiyor ki, acaba Þeyh-i Geylânî'nin duasýný ve himmetini, duamýza yardým için istedim mi, istemedim mi? Bilmiyorum. Fakat her halde o eskidenberi nurlar yeri olmuþ bir yeri zulmetten kurtarmak için, bizim gibilerin ahlarýný ateþlendiren onun duasýdýr ve himmetidir. Ýþte o gece meþihat kýsmen yandý; herkes vâesefâ dedi. Ben ve benim gibi yananlar, Elhamdülillâh dedik. Zannederim ki, bu fakir millete ikiyüz milyon zarar veren adliye dairesindeki yangýnda böyle bir mânâ var. Ýnþâallah bu da bir îkaz ve intibahý verecektir. Ateþ bâzan sudan ziyâde temizlik yapar. Hakikatlý bir Lâtife : Sultan Süleyman-ý Kanunî, kesretli kýrk çeþme sularýný Ýstanbul'a getirdiði vakit, Þeyh-ül-Ýslâm Zenbilli Ali Efendi ona demiþ: "Hilâf-ý þeriat kanunlarý Avrupa'dan getirdiðin cihetle, Ýstanbul'a öyle bir bok sýçdýn ki; o getirdiðin sularýn cümlesi üzerinden akýp geçse yüz senede temizliyemez." --- sh:»(ST:162) ------------------------------------------------------------------------------------------- Sual : Gavs-ý A'zam gibi büyük veliler, bâzý evkatta, mâzi ve müstakbeli hazýr gibi müþahede ederler. Neden mâziye ait cihette sarahat suretinde haber veriyorlar da istikbalden hafî remizlerle, gizli iþaretlerle bahsediyorlar? Elcevap : yÁV7!öŬ!ö«`²[«R²7!öv«V²Q« ¯Äx,«*ö²w¬8ö]«N«#²*!ö¬w«8öŬ!ö!®G«&«!ö¬y¬A²[«3ö]«V«2öh¬Z²P âyeti ifade ettikleri kudsî yasaða karþý ubudiyetkârane bir hüsn-ü edeb takýnmak için, tasrihden iþaret mesleðine girmiþler. Tâ ki iþaretler ile, remz ile anlaþýlsýn ki, ihtiyarsýz niyetsiz bir surette talim-i Ýlâhî ile olmuþtur. Çünki istikbâlî olan gaybiyat, niyet ve ihtiyar ile verilmediði gibi; niyet ile de müdahale etmek, o yasaða karþý adem-i itâati iþmam ediyor. * * * HAZRET-Ý GAVS'IN KERAMET-Ý GAYBÝYESÝNÝ TE'YÝD EDEN BÝR ÂYETÝN ÝÞÂRÂTINDAKÝ BÝR NÜKTE-Ý Ý'CAZÝYEDÝR Kur'andan tereþþuh eden o Sözler ve risaleler, Kur'an-ý Hakîmin bir nev'i müstakim tefsiri ve hakaik-ý îmaniyenin istikametli ve kuvvetli delilleri olduðundan; o risaleler ve Sözlere gelen þeref ve takdir ve tahsin, Kur'ana ve hakaik-ý îmana aittir. Mâdem öyledir bilâ-perva derim ki: ¯w[¬A8ö¯Æ@«B¬6ö]¬4öŬ!ö¯j¬"@« (Hâþiye): Hattâ Resûl-i Ekrem (Aleyhissalâtü Vesselâm) ferman etmiþ ki: ¯(x;ö?«*x,ö]¬X²B«AÅ[«- yâni sûre-i Hûd'daki «€²h¬8!ö@«W«6ö²v¬T«B²,@«4öâyeti beni ihtiyarlattýrdý. Çünki ehemmiyeti azimdir. Ýstikamet-i tâmmeyi emrediyor. --- sh:»(ST:163) ------------------------------------------------------------------------------------------- «€²h¬8!ö@«W«6ö²v¬T«B²,@«4ö âyeti, fâ-yý atf hariç olarak «€²h¬8!ö@«W«6ö²v¬T«B²,¬! makam-ý ebcedîsi bin üçyüz ikidir. Demek ²v¬T«B,¬! deki emr-i has içinde bulunan hitab-ý âmmýn hadsiz müstakim efradlarý içinde, o bin üçyüz iki tarihinde bir ferdin bir cihette istikamet emrinin imtisali bir hususiyet kazanacak. Demek ondördüncü asýrda Kur'andan iktibas edip, istikametsiz sakim yollar içinde sýrat-ý müstakîmi gösterecek âsârý neþreden bir adamý, o hadsiz efrad içinde dahil ediyor. Hem o istikametin bir hususiyeti var ki, tarihiyle iþaret ediyor. Halbuki, o asýrda þahsen istikamette mümtaz bir hususiyet kesbetmek çok uzaktýr. Demek, þahsî istikamet deðil. Öyle ise, o adamýn teþebbüsiyle neþredilen esrar-ý Kur'aniye, o asýrda istikametde imtiyaz kesbedecek. O adam þahsen gayr-ý müstakim olduðu halde, müstakimler içine idhali, o imtiyaza remzeder. Mâdem hakikat budur, ben kat'i bir surette îtiraf ediyorum ki, hayatým istikametsiz gitmiþ, kalbim sakametten kurtulmamýþ, o kudsî emrin imtisalinden belki yüz derece uzaðým. Fakat ²±¬G«E«4ö«t±¬"«*ö¬^«W²Q¬X¬"ö@Å8«!ö«:ö sýrriyle o ni'mete bir þükür olarak derim ki: O bin üçyüz iki tarihi ise, -arabî tarih îtibariyle olsa Kur'an okumaða baþladýðým ayný tarihe tevafuk eder. Ve -rumî tarihi hesabiyle- ilme baþladýðým tarihe tevafuk eder. Öyle ise, o îma edilen ferd olabiliriz. Halbuki þahsen bütün hayatý sakim ve istikametsiz olan bir ferde istikametle îma edilse ve gayr-ý müstakim iken müstakimler içine idhal edilse, elbette o ferdin mazhar olacaðý âsârýn istikametine îmadýr. Ve o âsârýn istikameti, o tarihte baþlayýp dalâlet yollarý ve zulümat tarikleri içinde sýrat-ý müstakîmi gösterecek «€²h¬8!ö@«W«6ö²v¬T«B²,¬! emrini imtisal edecek demektir. Evet, lillâhilhamd Risale-i Nur eczalarý Kur'anýn bu mu'cizane îma-i gaybîsini bilfiil göstermiþ, meydandadýr. --- sh:»(ST:164) ------------------------------------------------------------------------------------------- Þu âyetin gizli îmasýný «–xA¬7@«R²7!öv;ö¬yÁV7!ö«Æ²i¬&öÅ–¬!ö âyeti te'yid ediyor. Çünki Å–¬! deki þeddeli nun bir sayýlsa tam evvelki âyete tevâfuk ile, Hizb-ül-Kur'anýn faaliyetine vâsýta olan bir hâdiminin Kur'an okumaða baþladýðý bin üçyüz iki tarihine, iki fark ile tevafuk etmekle beraber, þeddeli nun iki nun sayýlsa, bin üçyüz elli eder ki, bu tarihte Kur'andan muktebes olan Risale-i Nur etrafýnda toplanan, bütün kuvvetleriyle Kur'anýn hizmetlerine çalýþan Hizb-ül-Kur'anýn faaliyeti ve dalâlet ve zýndýkaya mânen galebe ettikleri bir zamana tevafuku ise, istikbalde tam galebelerine bir îma-i gaybîdir. * * * Sual: Sen bu zamanýn hâdisâtýna, fitne-i âhirzaman diyorsun. Halbuki Hadîsde vârid olmuþ ki: "Âhirzamanda Allah Allah (C.C.) denilmeyecek; sonra kýyamet kopacak." Elcevab : Evvela: Fitne-i âhirzamanýn müddeti uzundur; biz bir faslýndayýz. Sâniyen : Yerde Allah Allah (C.C.) denilmeyecekten murad; Allah'a îman kalkacak demek deðildir. (Hâþiye: 1) Belki Allahýn nâmýný deðiþtirecekler demektir. Nasýl ki yerde Allah Allah (C.C.) denilmezse kýyamet-i kübrâ kopacak. Bir memlekette de Allah Allah (C.C.) denilmezse bir nevi kýyamet kopmasýna iþarettir (Hâþiye: 2). ]¬BÅW¬Z¬"ö!®h²;«(ö¬š@«[²-«²!ö]¬4ö«tC[¬3«!ö¯?ÅG¬-«:ö¯Ä²x«;ö±¬u6ö]¬4ö@«X¬"ö²uÅ,«x«# Ýlm-i Cifirle mânasý: "Yâ Said! Âhirzamanýn fitnelerine yetiþip (Haþiye-1): Çünki hadisde vardýr ki, ¬^«2@Å,7!ö¬•@«[¬5ö]«7¬!ö±¬s«E²7!ö]«V«2ö«w (Hâþiye-2): Yedi sene evvel yazýlan bu iþâret-i gaybiye aynen vukua geldi. Herkes gördü. Evet bu geçen zelzele kýyametin zelzele-i kübrasýndan haber verir gibi sarstý; fakat akýllarý baþlarýna gelmedi. --- sh:»(ST:165) ------------------------------------------------------------------------------------------- düþtüðün zaman, benim dua ve himmetimi kendine vesile ve þefaatçi yap. Ýnþâallah, senin herþey'inde ve her iþinde uzun bir zamanda, yâni tufûliyet zamanýndan tâ ihtiyarlýðýn vaktinde iþkenceli esaretine kadar.. yâni, bin ikiyüz doksandörtten tâ bin üçyüz kýrkbeþ, belki altmýþdörde, daha ziyade bir zamana kadar Allah'ýn izniyle ve kuvvetiyle senin imdadýna yetiþeceðim." @«9²@«O²'«!ö²:«!ö@«X[¬,«9ö²–¬!ö@«9²H¬'!Ïx#ö«ö@«XÅ"«*ö Said Nursî --- sh:»(ST:166) ------------------------------------------------------------------------------------------- Risale-i Nur'dan parlak fýkralar ve bir kýsým güzel mektuplar Aziz, Sýddýk Kardeþlerim! Lâtif, mânidar ve beþaretli iki hâdiseyi beyan ediyorum. Birincisi: Me'yusâne bir hâtýradan müjdeli bir ihtar. Bu günlerde hâtýrýma geldi ki: Hayat-ý içtimaiyeye giren, hangi þey'e temas etse ekseriyetle günahlara mâruz kalýyor. Her cihetle günahlar serbestçe insaný sarýyorlar. Bu kadar günahlara karþý insanlarýn hususî ibâdâtý ve takvâsý nasýl mukabele edebilir? diye me'yusâne düþündüm. Hayat-ý içtimaiyedeki Risalet-ün-Nur talebelerinin vaziyetlerini tahattur ettim. Risale-i Nur þâkirdleri hakkýnda, necatlarýna ve ehl-i saadet olduklarýna dair kuvvetli iþârât-ý Kur'aniyeyi ve beþaret-i Aleviye ve Gavsiyeyi düþündüm. Kalben dedim ki: Herbiri, bin yerden gelen günahlara karþý bir dil ile nasýl mukabele eder, galebe eder, necat bulur? diye mütehayyir kaldým. Bu tahayyürüme mukabil ihtar edildi ki: Risalet-ün-Nurun hakikî ve sâdýk þâkirdleri mabeynindeki düstur-u esasî olan iþtirâk-i a'mâl-i uhreviye kanuniyle ve samimî ve sâdýk tesanüd sýrriyle herbir hâlis ve hakikî þâkird, bir dil ile deðil, belki kardeþleri adedince dilleriyle ibadet edip istiðfar eder. Bin taraftan hücum eden günahlara karþý bin dil ile mukabele eder. Ýhlâs ve sadâkat ve Sünnet-i Seniyyeye mütâbaat ve hizmet derecesine göre o küllî ubudiyete sahib olur. Bu büyük kazancý elden kaçýrmamak gerektir. Bâzý melâikenin kýrk bin dil ile zikrettikleri gibi, hâlis ve hakikî müttakî bir þâkird dahi kýrk bin kardeþinin dilleriyle ibadet eder, necâta müstehak olur, inþâallah. --- sh:»(ST:167) ------------------------------------------------------------------------------------------- Ýkincisi: Eski zamanda ondört yaþýmda iken icazet almanýn alâmeti olan üstad tarafýndan bir cübbe bana giydirmek vaziyetine mâniler bulundu. Yaþýmýn küçüklüðüyle, memleketimizde büyük hocalara mahsus kisve giymek yakýþmadýðýný; sâniyen, o zaman büyük âlimler bana karþý üstadlýk vaziyetini deðil, ya rakib veyahut teslimiyet derecesine girdikleri için, bana bir cübbe giydirmek ve üstadlýk vaziyetini alacak kendilerine güvenenler bulunmadý ve evliya-yý azîmeden dört-beþ zâtýn da vefat etmeleri cihetiyle ellialtý senedir icazetin zâhir alâmeti olan cübbeyi giymek, bir üstadýn elini öpmek, üstadlýðýný kabûl etmek hakkýmý, bu günlerde yüz senelik bir mesafede Hazret-i Mevlânâ Zülcenâheyn Hâlid Ziyaeddin kendi cübbesini pek garib bir tarzda bana giydirmek için gönderdiðini, bâzý emarelerle bana kanaat geldi. Ben de o mübarek yüz yaþýnda (Hâþiye) cübbeyi giyiyorum, Cenâb-ý Hakka þükrediyorum. Said Nursî *** EMÝN VE FEYZÝ'NÝN ISPARTA'DAKÝ KARDEÞLERÝNE ÜSTADLARININ HASTALIÐI HAKKINDA BÝR MEKTUBLARIDIR. ……………………………………………………………………………. Ramazan-ý Þerifte beþ gün savm-ý visal içinde gýda olarak ekmeksiz muhallebi üç ve beþ-altý kaþýk soðuk yoðurt; üçüncü gece, yarým kaþýk muhallebi ve dördüncü gece iftarda sulu þehriyeden beþ kaþýk ve beþ kaþýk da yine o þehriyeden sahurda ve yoðurt keza üç-dört kaþýk, beþinci gece, tanesiz gibi gayet hafif þehriye beþ-altý kaþýk, sahurda ise yine beþ-altý kaþýk. Ýþte beþ günde pirinç çorbasý su sayýlmamak þartiyle þehriyeden beþ dirhem yoðurt süzülse on dirhem muhallebi susuz altý-yedi dirhem mecmuu otuz dirhem gýda ile beþ gün savm-ý visal yalnýz teravih noksan olarak sair vazifelerin yapýlmasý Risalet-ün-Nur þâkirdlerine ihata edilen inâyâtýn harikalarýndan bir kerametini gördük. Hem üstadýmýzdan hiç görmediðimiz ikimiz (yâni Feyzi, Emin) Barla-Isparta Süleymanlarý gibi inceden inceye hastalýk hiddetlerini tahrik etmemek için ihtiyat edemediðimizden þiddetli hiddetini (Hâþiye): Risale-i Nur þâkirdlerinden ve âhiret hemþiremizden Asiye namýnda bir haným eliyle o mübarek emaneti aldým. --- sh:»(ST:168) ------------------------------------------------------------------------------------------- gördük. Bu hastalýðýnda yine eser-i rahmettir ki, hiç hayal ve hâtýra gelmiyen aþr-ý âhirin gayet mühim gecelerinde üstadýmýzýn tam ifa edemediði vazife yerinde bu havalide herbir þâkird kendi hususi çalýþmasýndan baþka bir saati üstad hesabýna Risalet-ünNurun þâkirdlerinin mücahede-i mâneviyelerine iþtirâk ve onlarý hedef edip onlarýn defter-i a'mâline geçmeðe ayný üstad gibi çalýþmaða baþladýlar. Hatta Üstadýmýz diyordu: "Ehemmiyetsizliðimle beraber Isparta ve havalisindeki kardeþlerimizin a'mâl-i uhreviyesine bir medar-ý müheyyiç hükmünde benim kusurlu çalýþmam kâfi gelmiyordu." Demek üstad yerinde onun bir kaç saat çalýþmasýna bedel pek çok saatler ayný vazifeyi görmeðe baþladýlar. Cenâb-ý Hak, rahmetiyle bu hastalýk vesilesiyle bir þahs-ý mânevi ve kuvvetli bir medar olacak bu tedbiri ihsan eyledi, cüz'iyyetten külliyyete çýkardý. Hem bu hastalýk letâifindendir ki, üstadýmýzýn hiç sesi çýkmýyordu, konuþamýyordu. Hiç beklenilmeden birden iftar vaktinde bir doktor geldi, elini tuttu.Üstadýmýz dedi ki: "Ben hastalýðýmý muayene ettirmem, ben hekimlere muhtaç deðilim, hekim Cenâb-ý Hakdýr." Birden canlandý, sesi çýkmaða baþladý. Güya kendisi bir doktor þeklini aldý, doktor ise bir hasta hükmüne geçti. Doktora ehemmiyetli bir mektubu okudu, doktorun derdine deva olacak bir ilâç oldu. Sonra top atýldý. Doktora dedi: "Burada iftar et!" Doktor dedi: "Bu gün kusur etmiþim oruç tutamadým " demesiyle çok hayret ettiðimiz üstadýmýzýn vaziyeti orucu bozmuþ bir doktorun týb noktasýnda hâkimane vaziyetini kabûl etmedi ki, o vaziyet ona verildi. Evet Risale-i Nurun þahs-ý mânevisinden gelen þifa duasý öyle yüz bin doktora mukabil gelir, diye biz de tasdik ettik. Hem bu hastalýðýn, Leyle-i Kadir'de Risalet-ün-Nur talebeleri, - hususan mâsumlar - ettikleri þifa dualarý öyle bir derecede hârika bir surette te'sirini gösterdi ki üstadýmýza sýhhat halinden daha ileri bir surette bir vaziyet verildi. Leyle-i Kadr'e lâyýk bir tarzda çalýþmaða baþladý. Risale-i Nur þâkirdlerinden gelen bu dua-i þifa, hârika bir mu'cize gibi bir keramet olduðunu biz gözümüzle gördük. Risale-i Nur þâkirdlerinden Emin, Feyzi --- sh:»(ST:169) ------------------------------------------------------------------------------------------- Bizden bir ay uzakta bulunan Risalet-ün-Nur þâkirdleri, üstadýmýzýn hastalýðýnýn ayný zamanýnda hastalýðýnýn vaziyetini rü'yada aynen gördükleri gibi, Sabri ve Hâfýz Ali'nin taifeleri de ayný vakitte burada yâni Kastamonuda olduðu gibi hasta olan üstadýmýzýn hesabýna daha mühim bir tarzda çalýþmýþlar. Þöyle ki: Sabrinin Mektubunun Bir Parçasýdýr. Üstadým efendim! Rahatsýzlýðýnýz ânýnda oradaki menba-ý Nurun mücahidleri bir saat mesai-i mâneviyelerini hâdim-i Kur'an hesabýna yaptýklarý gibi bu havalide de bu seneye mahsus ifa edilen mesai-i diniye tahdis-i ni'met zýmnýnda zikre vesile olduðu fakire bu sene Leyle-i Kadir'den bir gün evvel ihtar edildi ki: "Bu sene Leyle-i Kadri iki gece yap." Bendeleri de cemaate þöyle söyledim ki: "Üstadým (Sellemehullahu ve afâhu) bâzý bu gibi mübarek geceleri bâzý maksadlara binaen o leyle-i mübarekeyi ihya için bir gece evvel, hatta mâhud geceden bir gece sonra daha ihyaya sa'yederlerdi. Biz de o isre ittibaan onun hesabýna Leyle-i Kadr'i iki gece yapacaðýz diye niyet ve karar ettik. Birinci gecede Evrad-ý Bahaiyye ve Tesbihat ve Sekine ve Delâil-i Hayrat ve Cevþen-ül Kebir gibi ders ve virdlerimize çalýþtýk. Ýkinci gece keza; hem nasihat... Demek ittiba cihetiyle üstadýmýzýn hesabýna yüz cemaatle yÁV7!ö«u«±A«T«# çalýþtýrýlmýþýz. Sonra Isparta, Atabey, Ýslâmköy, Kuleönü vesaire gibi mahallerde de sair vezaifden mâadâ her gün Kur'an'ýn cüzlerini taksim suretiyle hatm-i Kur'an, üstad hesabýna bütün Ramazanda ve Âyet-ül Kürsi hatimleri kezâ... Þu halde, bu seneye mahsus yapýlan ibâdât-ý mâruzalarýn bir hikmeti varmýþ ki bilmediðimiz halde Kastamonulu kardeþlerimiz gibi üstad hesabýna çalýþtýrýlmýþýz. Fimâba'd Rabbim uzun ömürler ihsan etsin, muammer, ebedi þifa ve deva ve inayetler ihsan buyursun, âmin! Talebeniz Sabri *** --- sh:»(ST:170) ------------------------------------------------------------------------------------------- NAMAZ TESBÝHATININ FAZÝLETÝNE AÝT ISPARTA'YA GÖNDERÝLEN BÝR MEKTUPTUR. Bu günlerde ince bir mes'ele kalbime geldi. Vaktinde kaleme alamadým, vakit geçtikten sonra o ehemmiyetli hakikata bir iþaret ederiz. Kardeþlerimizden birisinin namaz tesbihatýnda tekâsül göstermesine binaen dedim: Namazdan sonraki tesbihatlar, tarîkat-ý Muhammediye'dir (A.S.M.) ve velayet-i Ahmediye'nin (A.S.M.) bir evradýdýr. O noktadan ehemmiyeti büyüktür. Sonra, bu kelimenin hakikatý böyle inkiþaf etti: Nasýlki risalete inkýlab eden velayet-i Ahmediye (A.S.M.) bütün velayetlerin fevkindedir; öyle de, o velayetin tarîkatý ve o velayet-i kübranýn evrad-ý mahsusasý olan namazýn akabindeki tesbihat, o derece sair tarîkatlarýn ve evradlarýn fevkindedir. Bu sýr dahi þöyle inkiþaf etti ki: Nasýl zikir dairesinde bir mecliste veyahut hatme-i Nakþiyede bir mescidde birbiriyle alâkadar heyet-i mecmuada nuranî bir vaziyet hissediliyor. Kalbi hüþyar bir zât, namazdan sonra "Sübhanallah Sübhanallah" deyip tesbihi çekerken, o daire-i zikrin reisi olan Zât-ý Ahmediye Aleyhissalâtü Vesselâm'ýn müvacehesinde, yüz milyon, tesbih elinde çektiklerini manen hisseder; o azamet ve ulviyetle "Sübhanallah Sübhanallah" der. Sonra o serzâkirin emr-i manevîsiyle ona ittibaen "Elhamdülillah Elhamdülillah" dediði vakit, o halka-i zikrin ve o çok geniþ dairesi bulunan hatme-i Ahmediye Aleyhissalâtü Vesselâm'ýn dairesinde yüz milyon müridlerin "Elhamdülillah Elhamdülillah"larýndan tezahür eden azametli bir hamdi düþünüp içinde "Elhamdülillah" ile iþtirak eder. --- sh:»(ST:171) ------------------------------------------------------------------------------------------- Ve hakeza... "Allahü Ekber Allahü Ekber" ve duadan sonra "Lâ ilahe illallah Lâ ilahe illallah" otuzüç defa o tarîkat-ý Ahmediye Aleyhissalâtü Vesselâm'ýn halka-i zikrinde ve hatme-i kübrasýnda o sâbýk mana ile o ihvan-ý tarîkatý nazara alýp, o halkanýn serzâkiri olan Zât-ý Ahmediye Aleyhissalâtü Vesselâm'a müteveccih olup ¬yÁV7!ö«Äx,«*ö@« der, diye anladým ve hissettim ve hayalen gördüm. Demek, tesbihat-ý salâtiyenin çok ehemmiyeti var. Said Nursî *** Hâfýz Ali'nin bu def'aki mektubunda çok mübarek ve yüksek duasý bizi en derin ruhumuzdan mesrur edip þükre sevketti ve her musibetzedeye ve hüzün ve kederlere düþenlere mâna-yý iþârîsiyle meded-res ve halâskâr ve þifadar ve medar-ý sürur olan «¾«*²G«.ö«t«7ö²ƒ«h²L«9ö²v«7«! ve !®h², Hem Hâfýz Ali'nin, Sava gibi yerler, karyeler ve Isparta bir medrese-i Nuriye hükmüne geçmesi ve Risale-i Nurun sâdýk þâkirdleri hârikulâde olarak günden güne yükselmeleri, tenevvür etmeleri, bizleri belki Anadolu'yu, belki âlem-i Ýslâmý mesrur ve müferrah eden bir hakikatlý haber telâkki ediyoruz. --- sh:»(ST:172) ------------------------------------------------------------------------------------------- Âhir fýkrasýnda Muhbir-i Sâdýk'ýn haber verdiði mânevî fütuhat yapmak ve zulümatý daðýtmak zaman ve zemini hemen hemen gelmiþ diye fýkrasýna, bütün ruh u canýmýzla rahmet-i Ýlâhiyyeden niyaz ve temenni ediyoruz. Fakat biz Risalet-ün-Nur þâkirdleri ise; vazifemiz hizmettir, vazife-i Ýlâhiyyeye karýþmamak ve hizmetimizi onun vazifesine bina etmekle bir nevi tecrübe yapmamak olmakla beraber.. kemmiyete deðil, keyfiyete bakmak; hem çoktanberi sukut-u ahlâka ve hayat-ý dünyeviyeyi her cihetle hayat-ý uhreviyeye tercih ettirmeðe sevkeden dehþetli esbab altýnda Risalet-ün-Nurun þimdiye kadar fütuhatý ve zýndýkalarýn ve dalâletlerin savletlerinin kýrýlmasý ve yüzbinler bîçârelerin îmanlarýný kurtarmasý ve herbiri yüze mukabil binler hakikî mü'min talebeleri yetiþtirmesi, Muhbir-i Sâdýk'ýn ihbarýný aynen tasdik etmiþ ve vukuat isbat etmiþ ve ediyor ve inþâallah daha edecek. Hem öyle kökleþmiþ ki, inþâallah hiçbir kuvvet, Anadolunun sinesinden onu çýkaramaz. Tâ âhir zamanda, hayatýn geniþ dairesinde asýl sahibleri, yâni Mehdi ve þâkirdleri, Cenâb-ý Hakkýn izniyle gelir, o daireyi geniþlendirir ve o tohumlar sünbüllenir. Bizler de kabrimizde seyredip Allaha þükrederiz. Said Nursî * * * Aziz, Sýddýk Kardeþlerim! Bu günlerde Rumuzat-ý Semâniye'ye ait iki risaleyi, ehemmiyetli talebelere bir yere gönderdim. Yol kapandý, gitmedi. O iki risaleyi tekrar dikkatle mütalâa ettim. Fikren dedim ki: "Bu zevkli ve güzel ve meraklý þirin bir maksada giden bu tevafuklu yolda ne için sevkedilmeden perde indi, baþka yolda sevkedildik, çalýþtýrýldýk?" Birden ihtar edildi ki: O gaybî esrarý açacak olan meslekten yüz derece daha ehemmiyetli ve kýymetli ve umumî ihtiyaca medar ve herkes bu zamanda ona þiddetle muhtaç ve Ýslâmiyetin temel taþlarý olan hakaik-ý îmaniye hazinesine hizmet etmeðe ve istifadeye zarar gelecekti. Çünki o esrar-ý gaybiye, zevkli ve meraklý olduðu için nazarý kendine çekecekti. En büyük ve en yüksek maksad olan hakaik-ý îmaniyeyi ikinci derecede býrakacaktý. Onun için idi ki, sûre-i ¬yÁV7!öh²M«9ö«š@«%ö!«)¬! remzinde esrar-ý gaybî --- sh:»(ST:173) ------------------------------------------------------------------------------------------- gösterildi, birden kapandý, perde indi. Hem bu sýr için idi ki, o yolda istihdam edilmedik; yalnýz o meslek-i tevafukýyenin tereþþuhatýndan Risale-i Nurun hakkaniyetine bir imza ve cezâletine bir zînet ve hurûf-u Kur'aniyenin intizamýndan ve vaziyetinden tezahür eden bir nevi' i'caz çýktý, daha o yolda çalýþtýrýlmadýk. Said Nursî * * * RÜ'YA HAKKINDA ISPARTA'YA GÖNDERÝLEN BÝR FIKRADIR. Aziz, Sýddýk Kardeþlerim! Hediyeniz Kastamonuya geleceði ânýnda rü'yada gördüm ki: Bizlere bir ferman-ý þâhâne, mânevî bir cânibden geliyor, kemal-i hürmetle ellerinde tutup bize getiriyorlar. Biz baktýk ki, o ferman-ý âli, Kur'an-ý Azîmüþþan olarak çýktý. O halde bu mâna kalbe geldi: Kur'an yüzünden Risalet-ün-Nurun þahs-ý mânevîsi ve biz þâkirdleri, bir terfi' ve terakki fermanýný âlem-i gaybdan alacaðýz. Þimdi tâbiri ise, o fermaný temsil eden mâsumlarýn kalemiyle mânevî tefsir-i Kur'ânîyi aldýðýmýzdýr. Bu rü'yânýn þimdiki tâbiri çýkmadan bir iki saat evvel, Feyzi ile Emin'in gösterdikleri tâbir dahi hakdýr, ehemmiyetlidir. Hem bu medar-ý sürur ve ferah olan hediye-i Nuriyeyi bir hiss-i kablelvuku' ile benim ruhum tam hissetmiþ, akla haber vermemiþ idi ki, o gelmeden iki gün evvel Feyzi ve Emin'in fýkrasýnda beyan edilen rü'yayý gördüðüm gecenin gününde sabahtan akþama kadar ve ikinci gününde kýsmen hiç görmediðim bir tarzda bir sevinç, bir sürur hissedip mütemadiyen bir bahane ile ferahýmý izhar edip otuz-kýrk def'a tebessüm ile güldüm. Hem ben, hem Feyzi taaccüb ve hayret ettik. Otuz günde bir def'a gülmiyen, bir günde otuz def'a gülmek bizleri hayrette býraktý. Þimdi anlaþýldý ki; o sürur, o sevinç mezkûr mânevi fermaný temsil eden mâsumlarýn ve ümmîlerin kalemlerinin yazýlarý, nesl-i âtînin sahâif-i hayatlarýna, âlem-i Ýslâmýn sahife-i mukadderatýna ve ehl-i îmanýn istikbalinin defterlerine neþr-i envar edeceklerinin ve o mâsumlarýn hâlis ve sâfi amelleri ve hizmetleriyle sahife-i a'mâlimizde hasenatlarýný yazýp kaydetmesinin ve Risale-i Nur þâkirdlerinin --- sh:»(ST:174) ------------------------------------------------------------------------------------------- istikbalinin mukadderatýný mes'udâne idamesinin haberini veren o hediyeden, ve daha gelmeden geliyordu. Ben o azîm yekûndan hisseme düþen binden bir cüz'ünü ruhen hissetmiþ idim ki, beni mesrurane heyecana getirmiþti. Evet, böyle yüzer mâsumlarýn makbûl amelleri ve reddedilmez dualarý, sair kardeþlerimin defterlerine geçmesi misillû, benim gibi günahkârýn sahife-i a'mâline dahi girmesi, binler sürur ve sevinç verebilir. Böyle karanlýk bir zamanda, bu aðýr þerait altýnda böyle mâsumane ve kahramanane çalýþmak için, biz hem o mâsumlarý, hem o ümmîleri, hem onlarýn muallimlerini, hem peder ve validelerini, hem köylülerini, hem Anadoluyu, hem memleketlerini tebrik ederiz. O mübarek mâsumlarýn ve ümmîlerin herbirisine birer hususî teþekkür ve tebriknâme yazmak elimden gelseydi yazacaktým. Said Nursî * * * EMÝN VE FEYZÝ'NÝN ISPARTALI KARDEÞLERÝNE GÖNDERÝLMÝÞ BÝR FIKRASIDIR Isparta'da bulunan kardeþlerimize Lâtif bir rü'yanýn Kadere ait bir mes'eleyi þuhud derecesinde bize kanaat verdiði gibi, o lâtif rü'yanýn ikinci parçasý bizlere mânevi bir müjde ve beþaret verdiði cihetle, siz kardeþlerimize beyan ediyoruz. Þöyle ki: Üstadýmýz rü'yada görüyor ki: Ben (yâni Feyzi) ile beraber gezmeye çýkýyoruz. Giderken birden üstadýmýza söylüyorum ki: "Burada ben, ayýnýn tesbihini toplayacaðým." Üstadýmýz da bakýyor ki, beyaz ipler gibi dolaþmýþ birþey görüyor. Bu acib güldürecek sözümden ve ayýya tesbih isnad etmek vaziyetimden çok þiddetli gülerek uyanmýþ. Uyandýktan sonra da gülmüþ. Akþama kadar hiç görülmemiþ bir tarzda yirmi-otuz def'a o hâdise-i nevmiyeyi gülerek benimle mülâtefe etti. Münasebeti olmayan bâzý þeylerle tâbire çalýþtýksa da münasebet tutmadý. Sonra ayný ikinci günün ayný saatinde, bana benziyen bir dost (ki rü'yada Üstadýma benim --- sh:»(ST:175) ------------------------------------------------------------------------------------------- suretimde görünmüþ) Üstadýmýzýn yanýna geldi, dedi ki: "Ayýnýn yaðýný toplayanlardan alýp, müezzin ve tesbih yapan bir adam tavsiyesiyle mühim bir adama her sabah hastalýk için yutmasýný nasýl görüyorsunuz?" Üstadýmýz da rü'yada güldüðü gibi ayný öyle gülmüþ, birden rü'ya hâtýrýna gelip bu acib ve ayný aynýna tâbiri kemal-i taaccüb ve hayretle karþýlayýp ona demiþ: "Sakýn istimâl etmesin!" "Yirmisekizinci Mektub"un Birinci Risalesinin Altýncý Nüktesinde, rü'ya-yý sâdýka, Kader-i Ýlâhî herþey'i ihâta ettiðine bir hüccet-i kâtýa hükmünde üstadýmýzýn binler tecrübe ile gördüðü gibi, aynen bu vâkýa dahi bizlere þuhud derecesinde kat'î isbat etti ki: "Hâdisât, vücuda gelmezden evvel mukadderdir, malûmdur, muayyendir, Kader-i Ýlâhînin mîzanlariyle geliyor" diye bu rükn-ü îmâniye bize gayet kat'i bir nümune oldu. Hem rü'yanýn ikinci tabakasýnda Üstadýmýz diyor ki: "Ona ve Risale-i Nurun hey'etine bir ferman geliyor." Birden geldi. O kudsî ferman, Kur'an çýktý. Bunun tâbiri ayný günün ayný tecrübe saatinde Hizb-ül-Ekber-i Kur'ânî, ümid edilmediði o vakitte Asiye Hanýmýn hanesinde tezyin için gönderilen Hizb-ül-Ekber yüz senelik güzel bir kab içerisinde, o kabýn üzerinde sýrma ile padiþahýn mühim fermanlardaki turra-i þâhâne iþlenmiþ gördük. Üstadýmýz dedi ki: "Ferman geldi diye Kur'an çýktý, þimdi de Kur'an'ýn Hizbül-Ekberi geldi." Üstünde ferman turrasý bulunduðundan, Risale-in-Nurun hey'etine beþaretli ve medar-ý feyz ve terakki ve bir ferman-ý Rabbânî hükmüne geçeceðini Rahmet-i Ýlâhiyyeden bekleriz. Hem bu tâbirden az sonra sizlerin kýymetdar hediyelerinizi aldýk ki, rü'yanýn tam tâbiri çýktý. Orada bulunan umum kardeþlerimize selâm, arz-ý hürmet eder, dualarýnýzý isteriz. Risale-i Nur þâkirdlerinden Emin, Feyzi * * * --- sh:»(ST:176) ------------------------------------------------------------------------------------------- ISPARTA'YA GÖNDERÝLEN BÝR MEKTUP Aziz Sýddýk Kardeþlerim, Namaz tesbihatýnýn sýrrýna göre, nasýlki namazdan sonra tesbih ve zikir ve tehlil ile hatme-i muazzama-i Muhammediye (A.S.M.) ve zikir ve tesbih eden ve ruy-i zemin kadar geniþ bir halka-i tahmîdat-ý Ahmediye (A.S.M.) dairesine tasavvuran ve niyeten girmek, medar-ý füyuzat olduðu gibi, biz dahi Risalet-ün-Nurun geniþ dairesine ve halka-i envârýnda ders alan ve çalýþan binler mâsum lisanlarýn ve mübarek ihtiyarlarýn dualarýna ve a'mal-i sâlihalarýna hissedar olmak ve âmin demek hükmünde olan tayy-i mekân ederek gýyaben omuz omuza, diz dize bulunmak hayaliyle ve niyetiyle ve tasavvuriyle kendimizi fevkalhad bahtiyar biliyoruz. Hususan âhir ömrümde böyle kýymetdar mâsum mânevî evlâdlarý ve yüzer Abdurrahmanlarý bulmak benim için dünyada bir Cennet hayatý hükmüne geçiyor. Geçen Ramazan-ý Þerifte hastalýk münasebetiyle herbir kardeþim benim hesabýma bir saat çalýþmasýnýn büyük bir neticesini aynelhak ve hakkalyakîn gördüðümden, böyle dualarý reddedilmez mâsumlarýn ve mübarek ihtiyarlarýn ve üstadlarýnýn benim hesabýma olan dualarý ve çalýþmalarý benim Risale-i Nura hizmetimin uhrevî bir netice-i bâkiyesini dünyada gösterdi. ]¬5@«A²7!ö«x;ö]¬5@«A²7«! Kardeþiniz Said Nursî *** RÝSALE-Ý NURUN KÜÇÜK VE MÂSUM ÞAKÝRDLERÝ Risale-i Nurun küçük ve mâsum þâkirdlerinden elli-altmýþ talebenin yazdýklarý nüshalarý bize de gönderilmiþ, biz de o parçalarý üç cilt içinde cem'ettik, hem o mâsum þâkirdlerin bâzýlarýný isimleriyle kaydettik. Meselâ: Ömer onbeþ yaþýnda, Bekir dokuz yaþýnda, Hüseyin onbir yaþýnda, Hâfýz Nebi oniki yaþýnda, Mustafa ondört yaþýnda, Mustafa onüç yaþýnda, Ahmed Zeki onüç yaþýnda, Ali oniki yaþýnda, Hâfýz Ahmed oniki yaþýnda... bu yaþta daha çok çocuklar var, uzun olmasýn diye yazýlmadý. --- sh:»(ST:177) ------------------------------------------------------------------------------------------- Ýþte bu mâsum çocuklarýn Risalet-ün-Nurdan aldýklarý derslerinin ve yazdýklarýnýn bir kýsmýný bize göndermiþler, biz de onlarýn isimlerini bir cetvelde dercettik. Bunlarýn bu zamanda bu ciddî çalýþmalarý gösteriyor ki: Risalet-ün-Nurda öyle mânevî bir zevk ve câzibedar bir nur var ki; mekteblerdeki çocuklarý okumaða þevkle sevketmek için icad ettikleri her nevi eðlence ve teþviklere galebe edecek bir lezzet, bir sürur, bir þevk Risalet-ün-Nur veriyor ki, çocuklar böyle hareket ediyorlar. Hem bu hal gösteriyor ki: Risalet-ün-Nur kökleþiyor; inþâallah daha hiçbirþey onu koparamýyacak, ensâl-i âtiyede devam edecek. Aynen bu mâsum küçük þâkirdler gibi Risalet-ün-Nurun câzibedar dairesine giren ümmî ihtiyarlarýn dahi kýrk-elli yaþýndan sonra Risalet-ün-Nurun hâtýrý için yazýya baþlayýp yazdýklarý kýrk-elli parçayý iki-üç mecmua içinde dercettik. Bu ümmî ihtiyarlarýn ve kýsmen çoban ve efelerin bu zamanda bu acib þerait içinde herþey'e tercihan Risale-i Nura bu suretle çalýþmalarý gösteriyor ki: Bu zamanda Risalet-ün-Nura ekmekten ziyade ihtiyaç var ki; harmancýlar, çiftçiler, çobanlar, yörük efeleri, hâcât-ý zaruriyeden ziyade Risale-in-Nura çalýþmalarý, Risalet-ün-Nur'un hakkaniyetini gösteriyorlar. Bu cildde az, sair altý cild-i âherde mâsumlarýn ve ihtiyar ümmîlerin yazýlarýnýn tashihinde çok zahmet çektim, vakit müsaade etmiyordu. Hâtýrýma geldi ve mânen denildi ki: Sýkýlma, bunlarýn yazýlarý çabuk okunmadýðýndan, acelecileri yavaþ yavaþ okumaða mecbur ettiðinden, Risale-i Nurun gýda ve taam hükmündeki hakikatlarýndan hem akýl, hem kalb, hem ruh, hem nefis, hem his hisselerini alabilirler. Yoksa, yalnýz akýl cüz'î bir hisse alýr, ötekiler gýdasýz kalabilirler. Risale-i Nur, sair ilimler ve kitaplar gibi okunmamalý. Çünki ondaki îman-ý tahkikî ilimleri, baþka ilimlere ve marifetlere benzemez, akýldan baþka çok letâif-i insaniyenin de kût ve nurlarýdýr. Elhâsýl: Mâsumlarýn ve ümmî ve ihtiyarlarýn noksan yazýlarýnda iki faide var: Birincisi: Teennî ve dikkatle okumaða mecbur etmektir. Ýkincisi: O mâsumane ve hâlisane samimî ve tatlý --- sh:»(ST:178) ------------------------------------------------------------------------------------------- dillerinden, derslerinden Risale-i Nurun þirin ve derin mes'elelerini lezzetli bir hayretle dinlemek ve ders almaktýr. Said Nursî * * * ISPARTAYA GÖNDERÝLEN BÝR FIKRADIR Risalet-ün-Nur, kendi sâdýk ve sebatkâr þâkirdlerine kazandýrdýðý çok büyük kâr ve kazanç ve pek çok kýymettar neticeye mukabil, fiat olarak o þâkirdlerden tam ve hâlis bir sadâkat ve dâimî sarsýlmaz bir sebat ister. Evet, Risalet-ün-Nur onbeþ senede medresede kazanýlan kuvvetli îman-ý tahkikîyi onbeþ haftada ve bâzýlara onbeþ günde kazandýrdýðýný yirmi senede yirmi bin zat tecrübeleriyle þehadet ederler. Hem "iþtirâk-i a'mâl-i uhreviye" düsturiyle, herbir þâkirdinin herbir günde binler hâlis lisanlariyle edilen makbul dualarý ve binler ehl-i salâhatýn iþledikleri a'mâl-i sâlihanýn misil sevablarýný kazandýrýp her bir hakikî sâdýk ve sebatkâr þâkirdlerini amelce binler adam hükmüne getirdiðini, kerametkârane ve takdirkârane Ýmam-ý Ali'nin üç ihbarý ve keramet-i gaybiye-i Gavs-ý A'zamdaki tahsinkârane ve teþvikkârane beþareti ve Kur'an-ý Mu'ciz-ül-Beyanýn kuvvetli iþaretle o hâlis þâkirdler ehl-i saadet ve ehl-i Cennet olacaklarýný müjdesi pek kat'î isbat ederler. Elbette böyle bir kazanç, öyle bir fiat ister. Mâdem hakikat budur; Risale-i Nur dairesinin yakýnýnda bulunan ehl-i ilim ve ehl-i tarîkat ve sofî meþreb zatlar, onun cereyanýna girmek ve ilim ve tarîkattan gelen sermayeleriyle ona kuvvet vermek ve geniþlenmesine çalýþmak ve þâkirdlerini teþvik etmek ve bir buz parçasý olan enaniyetini tam bir havuzu kazanmak için o dairedeki âb-ý hayat havuzuna atýp eritmek gerektir ve elzemdir. Yoksa baþka bir çýðýr açmakla hem o zarar eder, hem bu müstakim ve metin cadde-i Kur'aniyeye bilmiyerek zarar verir, belki zýndýkaya bilmiyerek bir nevi yardým hesabýna geçer. Said Nursî --- sh:»(ST:179) ------------------------------------------------------------------------------------------- LÂTÝF BÝR TEVAFUKA ÝÞARET EDEN BÝR FIKRADIR Otuzaltý yapraktan ibaret ve Ýmam-ý Ali'nin fevkalâde takdirine mazhar olan Otuzikinci Söz'ün kendi kendine gelen beþbin yediyüz onbeþ tevafuku, Risalet-ün-Nurun bu havalideki gayet mühim bir talebesi olan Ahmed Nazif'in nüshasýnda çýkmýþtýr. Demek o risalenin hatt-ý hakîkisine rastgelmiþ ki, bu hârika kerameti göstermiþler. Hem iki Husrev'i Risale-i Nur dairesine ve Bekir Sýdkýya kerametini gösterip îmana getiren ve týlsým-ý kâinatýn üçte birisini halleden, onbeþ yapraktan ibaret olan Otuzuncu Söz'üne kahraman Nazif'in nüshasýnda tekellüfsüz üçbin sekizyüz otuzbeþ tevafuku... Biz, gözümüzle bu keramet-i tevafukiye-i Nuriyeyi gördük (Haþiye). Halil, Hilmi, Salâhaddin, Emin, Feyzi Said Nursî * * * HÂFIZ MUSTAFANIN BÝR FIKRASIDIR Aziz Üstadým! O cereyanýn hücumu ânýnda köyümüzde nahiye müdürü ve daha zâhiren mühim me'murlar bulunduðu halde, þifahen isimlerimizle ihbar edip taharri ettirmek istedikleri halde, Hazret-i Esedullah Ali Kerremallahu Vechehu ve Gavs-ý A'zam gibi çok mânevî üstadlarýmýzýn mânevî yardýmlarýyla akim kalýp; hattâ o me'murlarý aleyhimize deðil, lehimize mânevî darbeleriyle çevirdiler. ]±¬"«*ö¬u²N«4ö²w¬8ö!«H´;ö¬yÁV¬7öG²W«E²7«!ö¬r²7«!ör²7«! Mektubu mütalâa ettik. Acibdir ki, bizim kusurumuzdan ve ufacýk ihtiyatsýzlýðýmýzdan gelen o te'sirsiz cereyaný haber veriyor gördük. Çünki: "Bir kýsým avâm-ý nâs ve bid'alara tâbi bir kýsým (Hâþiye): Bu risalede eliflerin mecmuu yüz kýrkdört çýkmýþ; tam tamýna Said olup müellifinin imzasýný gösteriyor. --- sh:»(ST:180) ------------------------------------------------------------------------------------------- ulemâ-i zâhir, hakikaten kendilerinin pis ve dalâlet bataklýðýndan giden yollarýnda arkadaþlýk etmiyen ve bir cadde-i kübrâyý bulan Risalet-ün Nur þâkirdlerini zemmediyor " diye sizden gelen o mektub haber veriyordu. Hakikaten öyle oldu. Mektuptan bir gün sonra, meraký mucib üzerimizde hiçbir te'sir kalmadý. Talebeniz Hâfýz Mustafa *** EMÝN VE FEYZÝNÝN ISPARTADAKÝ KARDEÞLERÝNE YAZDIÐI BÝR FIKRADIR Evet, Isparta'da bulunan kardeþlerimizin haber verdikleri bu ehemmiyetli hâdise-i taarruziyeye teþebbüs vukuu zamanýnda muhaberemiz kesildiði halde, mütemadiyen her vakit üstadýmýz, ayný taarruza mâruz bulunuyoruz gibi bizi (yâni Feyzi ve Emin'i) îkaz ediyordu. "Dikkat ediniz, dört cihetle bize taarruz var; demir gibi sebat ediniz, bir halt edemezler." Biz de bakýyorduk ki, bizde birþey yok; hissetmiyorduk. Hem o gaybî hâdiseyi bertaraf etmek için mutabýk bir mektup bize yazdýrdý, size gönderildi. Risale-i Nur þâkirdlerinden Emin, Feyzi *** HULÛSÝ BEYÝN BÝR FIKRASIDIR "Lâhika"nýn bu def'a irsal buyrulan kýsmýný aldým. Lehülhamd kudsî vazifede istihdamýmýz devam ediyor. Hakikaten insan, seyyidinin mütenevvi hizmetleri arasýnda böyle nurlu ve nuranî hizmette bulundurulmasýný hissedince, zaten ücretini peþin alan bir köle olduðunu da nazar-ý dikkate alýnca bütün zerrat-ý kâinat kadar dil ile hamdetmek istiyor. Yâni kalbinde yanan Elhamdülillâh kandili, herþey'i müsebbih ve hâmid gösteriyor ve güzel bir niyetle, o hâmidlerin hamdini ve müsebbihlerin tesbihini ve o þâkirlerin þükrünü beraberce seyyidine takdime bir iþtiyâk hissediyor. --- sh:»(ST:181) ------------------------------------------------------------------------------------------- Nurlu ve kudsî mektublarýnýz yekdiðerini tâkib ettikçe, hakikaten tahkikî îmanýn kemale doðru seyran ettiði görülüyor. Bu âciz kardeþiniz þüphesiz bir surette îman ettim ki: Þeriat-ý Garra-i Ahmediye Aleyhissalâtü Vesselâmýn hakaikýna, ruhuna nüfuz etmenin en kýsa, en hatarsýz, en zevkli tarîký, Risale-in-Nura intisabladýr. Evet, bahtiyar odur ve ona derler ki: Risalet-ün-Nura intisab etmiþ, bütün mü'minleri kendisine tam hakikî kardeþ bilip bu zulmetli asýrda îman-ý tahkikî nuriyle Cadde-i Kübrâ-yý Ahmediyeyi (A.S.M.) buluyor. Nihayetsiz þekillere, karýþýklýklara raðmen Bismillâh ile açýlan Risalet-ün-Nur kapýsýndan girince, týfýl iken "Ümmetî" diyen Þefîini ciddî sevmek, yâni Sünnet-i Seniyyesine ittiba eylemenin muaccel mükâfatý olarak buluyor. Her emri iþlerken, bu emri cânib-i Haktan bu ümmete getireni; her nehyi yapmamaða cebrederken, bu nehyi taraf-ý Ýlâhîden bu ümmete getireni düþüne düþüne, derslerde geçtiði gibi, bütün ömür dakikalarý ibadet olabilir. Ve o Habib-i Hüda, o Þefî-i Rûz-i Cezâyý her iþinde nümune etmek azminden mütevellid muhabbet, o Habîbin bulunduðu âleme göçmeyi sevdirecek hale getiriyor ve böylece !x#xW«#ö²–«!ö«u²A«5ö!x#x8 sýrrý tezahür ediyor. Tezekkür-ü mevt veya rabýta-i mevt, ¯^«X«,ö¬?«(@«A¬2ö²w¬8ö°h²[«'ö¯^«2@«,öhÇU«S«# Elhâsýl: Ne arasak, hep Risalet-ün-Nurda güneþ gibi görünüyor. Risalet-ün-Nur þâkirdleri dikkat etseler, daha bu fâni âlemde iken Livâ-ül-Hamd-i Ahmedî (Aleyhissalâtü Vesselâm) altýnda bulunduklarýný inayet-i Hakla anlarlar. Âcizane fehmedebildiðim þu anda kalbime gelen hakikatlara istinaden diyeceðim ki: Bu dalâlet ve bid'alarýn ve dinsizliðin tâun ve vebâdan daha ziyade ve daha þiddetli sârî illetlerine karþý Risalet-ün-Nurun getirdiði ve tâlim ve tefhim ettiði çok hakikatlardan Sünnet-i Ahmediyeye (A.S.M.) temessük dersini en hakikî olarak alan, Risalet-ün-Nur þâkirdleridir. Onlar bu temessük ve --- sh:»(ST:182) ------------------------------------------------------------------------------------------- intisablarýnýn, iki kere iki dört eder kat'iyyetinde mazhar olduklarý inayet-i Rabbaniye þehadetiyle, muaccel mükâfatlarýný görüyorlar. Yâni: Burada sünneti ile dalâlet ve bid'at ve dinsizlik ateþlerinden kurtaran mensub olduðumuz Þeriatýn mübelliði; burada halâs ve mukavemetle, âhir hayatýmýzda îman ile, haþr-i ekberde þefaatiyle inþâallah ebedî sevindirecektir diyorlar, diyebiliyorlar. ]±¬"«*ö¬u²N«4ö²w¬8ö!«H´;ö¬yÁV¬7öG²W«E²7«! Mâdem ki böyle olmuþtur; o halde þüphesiz Risalet-ün-Nurun intiþarýndaki maksad, þu zamanýn insanlarýna tahkikî îmaný ders vermek, mütehayyirlerini kurtarmak, müteharrilerini takviye ve tarsin etmek, zýndýka ve ehl-i ilhadý iskât ve ilzam etmektir. Amma fitne ateþleri âfet halini alan bu zamanda, cam ile elmasýn beraber satýldýðý bir çarþýda bu mübarek Nur'larý, yâni þânýnda «–xP¬4@«E«7öy«7ö@Å9¬!ö«:ö«h²6±¬H7!ö@«X²7Åi«9öw²E«9ö@Å9¬!ö buyurulan Kur'an-ý Mu'ciz-ül Beyanýn hakikî tefsirleri olan Risalet-ün-Nurun hakaretten sýyaneti için, hem ²€«*Åx«X«#ö~ÈI¬, sýrr-ý tenvirini Rahîm ve Kerîm Rabbimiz irade ve takdir buyurmuþ. Risale-i Nur þâkirdlerinden Hulûsi * * * HALÝL ÝBRAHÝMÝN RÝSALE-Ý NURA HÝTABEN YAZDIÐI BÝR FIKRADIR. ¬^Å --- sh:»(ST:183) ------------------------------------------------------------------------------------------- Risale-i Nuriye, esrar-ý kitabullah, âlemi ziyalandýrdý ve inþâallah dâimî ziyalandýracaktýr. Ve öyle bir þâheserdir ki, selef-i salihînin eserlerinin sonunda gelmekle hepsinden ileridedir. Öyle mebzul bir feyz var ki, en zulmetli kalbleri dahi nûr-u îman ile nurlandýrýr. Ve öyle bir mârifet-i Ýlâhiyyeyi serd ve beyan eyler ki, körlere bile gösterdi. O, benim gözümün nuru, kalbimin süruru, gönlümün bülbülü, ruhumun gýdasý, letâifimin incilâsý, cânýmýn câný... Ben onun herbir hakikatýna bin can versem, inþâallah bir cana mukabil bâkide bin can alacaðým. O, benim kabirde enîsim, berzahda refikim, ve mizanda a'mâlim, Sýrat'ta Burak'ým, Cennet'te yoldaþým... Ben onun hakkýnda nasýl târif edebilirim? Yirmisekizinci Mektupta serdedilen ¯GÅW«EW¬"ö]¬B«7@«T«8öa²&«G«8ö²w¬U´7ö«:ö]¬B«7@«T«W¬"ö!®GÅW«E8öa²&«G«8ö@«8ö«: fehvasýnca ben de derim: ¬*xÇX7!ö¬^«7@«,¬h¬"ö]¬B«7@«T«8öa²&«G«8ö²w¬U´7ö«:ö]¬B«7@«T«W¬"ö¬*xÇX7!ö«^«7@«,¬*öa²&«G«8ö@«8ö«: Hem ne haddime düþmüþ ki, o menþur-u Kur'an'dan bahsedeyim! Olsa, olabilse bu fakir, ondan istiþfa (š@«S²L¬B²,¬!) ve istiþfa' (@«S²L¬B²,¬!) ve istifaza edebilir. Þöyle ki: ²˜!x«'ö›¬(!«(öy«9ö²(!«(ö]¬;!x«'öy«9ö²h«ó kaidesince rýza-yý Bârî'nin kendisinden hoþnud ve râzý olmasýný isteriz. Ve onun nuriyle dünyada bütün âlem-i Ýslâmýn nurlanmasýný isteriz. Ve talebelerinin dünyada birer arslan ve âhirette birer sultan olmasýný ve Livâ-ül-hamd sancaðýnýn altýnda, önünde Üstadýmýzla, bütün talebeleriyle varmak isteriz. Elhâsýl: Ýstemesini bilmediðim için maddî ve mânevî bütün rýzk ve ihtiyaçlarýmýzýn verilmesini, Üstadýmýn istemesini isteriz. Orada bulunan kardeþlerimizin, baþda üstadýmýz olarak, --- sh:»(ST:184) ------------------------------------------------------------------------------------------- cümlesine ayrý ayrý selâmlarla sýhhat ve âfiyette berdevam olmasýný isteriz. ]¬5@«A²7!ö«x;ö]¬5@«A²7«! Talebeniz Halil Ýbrahim (Risale-i Nurun mühim erkânýndan bulunan ve bu ayný hakikat olan mektubunu bizlere gönderen Halil Ýbrahim kardeþimizin sözlerini âciz lisaným söylemeðe ve âtýl kalemim yazmaða muktedir deðilse de her hususta bu mübarek kardeþimizin fikrine bütün ruh u cânýmla iþtirak ediyorum. Hem kalbime bakýyordum. Bu mektubu yazarken lisanýma tercüman olamayan kalbim de aynen bu medhe manen iþtirak edip beraber o kardeþimle söyler gibi hissedip telezzüz ederim. Eðer söyleyebilseydim, ben de böyle söylerdim.) Feyzi * * * y«9@«E²A,ö¬y¬W²,@¬" Aziz Sýddýk Kardeþlerim, Bu yeni hâdise-i taarruziyeden müteessir olmayýnýz. Çünki, mükerrer tecrübelerle, Risalet-ün-Nur inayet altýndadýr. Hiçbir tâife, þimdiye kadar böyle ehemmiyetli hizmette bizler kadar az meþakkat ile kurtulan olmamýþ. Hem geçen Ramazandaki hastalýðým ve Eskiþehirdeki musibetimiz gibi çok vâkýalarla; zâhirî sýkýntýlý, meþakkatli hâlât altýnda Risalet-ün-Nurun faidesine ait inkiþafatý ve daha te'sirli fütuhatý görülmüþ. Ýnþâallah, bu sýkýntýlý hâdise dahi münafýklarýn aks-i maksudiyle Risalet-ün-Nurun fütuhatý baþka mecralarda teshile vesile olur. Beþinci Þuâ ellerine geçmesi ehemmiyetlidir. Fakat bunda bir hikmet var. Belki onlara kendi mesleklerini bildirmek ve Cehenneme gidenin mahiyetini bilmek için fevkalâde ve iktidarýmýz haricinde bir kaza-yý Ýlâhî diye Cenâb-ý Hakkýn hikmetine ve inayetine ve hýfzýna îtimad edip merak etmeyiniz. Hem siz, hem onlar bilsinler ki; sadaka belâyý def'ettiði gibi, Risalet-ün-Nur Anadolu'dan hususan Isparta ve Kastamonudan âfât-ý semâviye ve arziyeyi def ve ref'ine vesiledir. Evet Sabri'nin ±¬›¬(xD²7!ö]«V«2ö²€«x«B²,!«:öÕÕÕö]¬Q«V²"!öŒ²*«!ö@« --- sh:»(ST:185) ------------------------------------------------------------------------------------------- Evet, Risale-i Nur, Sefine-i Nuh gibi Anadolu'yu Cebel-i Cûdi hükmüne getirip, küre-i arzýn yangýnýndan ve tûfanýndan kurtulmasýna sebeptir. Çünki zaaf-ý îmandan gelen tuðyan ekserî musibet-i âmmeyi celbettiði gibi, îmaný fevkalâde kuvvetlendiren Risalet-ün-Nur, o musibet-i âmmeyi dairesinin haricine býrakmaða rahmet-i Ýlâhiyye tarafýndan vesile oldu. Bu ehl-i îman, bu Anadolu halký, Risalet-ün-Nura girmeseler de, iliþmesinler. Eðer iliþseler, yakýnda bekliyen yangýnlar, tûfanlar, tâunlarýn istilâsýna uðrayacaklarýný düþünsünler, akýllarýný baþlarýna alsýnlar. Mâdem biz onlarýn dünyalarýna karýþmýyoruz, onlar da bizim bu derece âhiretimize karýþmalarý onlara felâket getirmek ihtimali kavîdir. Ýþte bu sekiz aydýr, hususan bu heyecan veren bu hâdiselerle beraber, þimdi yanýmda bulunan Feyzi, Emin ile ve bütün dostlar þahiddir ki; bu sekiz ay zarfýnda birtek def'a ne harb-i umumî, ne de siyaseti sormamýþým. Ve odamda iþitilen radyoyu da üç senedir dinlemedim. Halbuki ben, binler adam kadar dünyaya bakmak münasebetim var. Demek bize iliþen, doðrudan doðruya îmana tecavüz eder. Onlarý Cenâb-ý Hakka havale ediyoruz. Hem ehl-i siyasetle hiçbir münasebetimiz olmadýðý halde, kat'î bilsinler ki: Bu memlekette, bu asýrda, bu milleti anarþilikten, tereddi ve tedenni-i mutlaktan kurtaracak yegâne çâre, Risalet-ün-Nurun esasatýdýr. Bu hâdisede sýkýntý çeken mâsumlar ve üstadlarý bilsinler ki: Aðýr þerait altýnda bir saat nöbet, bir sene ibadet ve bir saat hakikî tefekkür-ü îmanî bir sene tâat hükmüne geçtiði gibi, inþâallah onlarýn sýkýntýlarý da öyle sevaba medar olur. Onlar da, merak edip teessür ile deðil, ferah ve sürur ile karþýlamalý. Fakat Hazret-i Ýmam-ý Ali Radýyallahü Anh'ýn iki kere ²€«*Åx«X«#ö!Èh¬,ö®^«9@«[«"ö!Èh¬, demesine binaen, biz her vakit ihtiyatlý olmak ve tam sakýnmak vaziyetini muhafaza etmeðe mükellefiz. Risale-i Nurun mensublarý, þuur ve ihtiyarlarý haricinde birbiriyle münasebettar, birbirinin hâdiseleriyle alâkadar olduðuna bir delil de, bu günlerde oldu. Þöyle ki: --- sh:»(ST:186) ------------------------------------------------------------------------------------------- Oradaki hâdisenin vukuundan bu güne kadar, buradaki muhtelif tabakalardaki talebelerin vaziyetleri ehemmiyetli bir hâdise yüzünden deðiþmiþ gibi çekinmek ve münafýklarýn nazarýný kendilerine ve bizlere celbetmemek için tevakkuf devresi geçti. Hem Nazif gibi bir çok zâtýn rü'yalarýnýn tâbirleriyle, sizin hâdiseniz olduðunu anladýk. Umum kardeþlerimize birer birer hususan musibetzedelere selâm ve dua ediyoruz. Cenâb-ý Hak, onlarý çabuk kurtarýp, (Hâþiye) vazifelerinin baþlarýna geçirsin âmin! Kardeþiniz Said Nursî * * * RÝSALE-Ý NURUN MÜHÝM BÝR RÜKNÜ OLAN HAFIZ ALÝNÝN (R.H.) FIKRASIDIR Aziz üstadým efendim! "Bu acib zamanýn en büyük tehlikesi, Hadîs-i Þerifle sabit olan âhir zamanda çok ehl-i sefahet ve gaflet dünyadan îmansýz çýkmak yarasýný lisan-ý Kur'an-ý Mu'ciz-ül-Beyanla, kabre îman ile girmek ilâciyle tedavi eden Risalet-ün-Nur þâkirdlerine bir hüccet-i katýa bahþeden Risalet-ün-Nura hizmet, acaba âciz insanlarýn cüz'î ve fazl-ý Ýlâhî ile hizmetleri nasýl mukabele eder; belki her iki cihetle bir fazl-ý Ýlâhîdir." beyan buyurulduktan sonra, nasýl gecenin zulümatýnda yanan bir nur ve bir ziya lisan-ý hal-i þevkýyle bütün ruh sahiplerini, hattâ en küçük pervaneleri dahi zulümattan nura çaðýrýp çýkardýðý gibi, Risalet-ün-Nur dahi lisan-ý hal ve kal ile, þeriat kýlýnciyle mânen îdam olmamýþ ve zulumatta boðulup ölmemiþ ehl-i ilim ve ehl-i tarîkatý dâvet etmesi, onun Rahim ismine mazhariyeti þe'nindendir. Ýki hâtýradan birincisi : Ýhtiyare hanýmlar hakkýnda ve her zamanda nüfuzunu ve kat'î te'sirini gördüðümüz Hadîs-i Þerifin beyan buyurulmasý, bizleri ve çok alâkadar kadýnlarý sevindirdi. Cenâb-ý Hak, sizden ebeden razý olsun, âmin! (Hâþiye): Bu dua hârika bir surette kabul oldu, pek çabuk kurtuldular. --- sh:»(ST:187) ------------------------------------------------------------------------------------------- Ýkinci Hâtýra : Gaflet saikasiyle veya gözsüz, el yardýmýyle bâzýlarýn elmas yerine cam parçasý aldýðý gibi, saadet-i ebediye dükkâný olan Risalet-ün-Nurdan saadet-i dünyeviye aramaða gelenleri îkaz ve irþad fýkralarýnýz, gece-gündüz yol gözleyen umum Risalet-ün-Nur þâkirdlerini mesrur eyledi. Talebeniz Hâfýz Ali (R.H.) * * * Mustafalar, Küçük Ali, Mübarek ve Münevver Kardeþler! Mektubunuz, Büyük Ali'nin mektubu gibi acib bir hakikatý beyan ediyor. O hakikat, Risalet-ün-Nur hakkýnda hakdýr. Fakat benim haddim deðil ki, o hududa gireyim. «u¬[=!«h²,¬!ö]¬X«"ö¬š@«[¬A²9«@«6ö]¬BÅ8!öš@«W«V2 ferman etmiþ. Gavs-ý A'zam Þâh-ý Geylânî (K.S.), Ýmam-ý Gazâlî (K.S.), Ýmam-ý Rabbânî (K.S.) gibi hem þahsen, hem vazifeten büyük ve hârika zatlar, bu Hadîsi kýymetdar irþadlariyle ve eserleriyle fiilen tasdik etmiþler. O zamanlar bir cihette ferdiyet zamaný olduðundan, hikmet-i Rabbaniye onlar gibi "ferîd"leri ve kudsî dâhileri ümmetin imdadýna göndermiþ. Þimdi ise ayný vazifeye, fakat müþkilâtlý ve dehþetli þerait içinde, bir þahs-ý mânevî hükmünde bulunan Risalet-ün-Nuru ve sýrr-ý tesanüdle bir ferd-i ferîd mânasýnda olan þâkirdlerini bu cemaat zamanýnda o mühim vazifeye koþturmuþ. Bu sýrra binaen, benim gibi bir neferin, aðýrlaþmýþ müþiriyet makamýnda ancak dümdarlýk vazifesi var. Said Nursî *** Evet, bu asrýn ehemmiyetli ve mânevî ve ilmî bir mürþidi olan Risalet-ün-Nurun hey'et-i mecmuasý, sair þahsî büyük mürþidler gibi kendine muvafýk ve hakikat-ý ilmiyesine münâsib bir kaç nevi'de ve bilhassa hakaik-ý îmaniyenin izharýnda, intiþarýnda azim kerametleri olduðu gibi; üç keramet-i zâhiresi bulunan "Mu'cizat-ý Ahmediye" (A.S.M.), Onuncu Söz, Yirmidokuzuncu Söz ve "Âyetül-Kübrâ" gibi çok risaleleri dahi, herbiri kendine mahsus kerametleri --- sh:»(ST:188) ------------------------------------------------------------------------------------------- bulunduðunu çok emareler ve vâkýalar bana kat'î kanaat vermiþ. Hattâ sekeratta bulunan talebelerine, îmanýný kurtarmak için, mürþid gibi yetiþtiðine müteaddit vâkýalar þüphe býrakmýyor. Hem bir saat tefekkür bir sene ibadet-i nafile hükmünde, bir misal "Hizb-ül-Ekber"dir diye müþahede ettim ve kanaat getirdim. Bir sual-cevap olarak yazdýðým bir fýkrayý, size de faidesi olur ihtimaliyle beyan ediyorum. Þöyle ki: Evliya divanlarýný ve ulemanýn kitaplarýný çok mütalâa eden bir kýsým zatlar tarafýndan soruldu: "Risale-in-Nurun verdiði zevk ve þevk ve îman ve iz'an onlardan çok kuvvetli olmasýnýn sebebi nedir?" Elcevap: Eski mübarek zatlarýn ekseri divanlarý ve ulemanýn bir kýsým risaleleri, îmanýn ve mârifetin neticelerinden ve meyvelerinden ve feyizlerinden bahsederler.Onlarýn zamanlarýnda, îmanýn esasatýna ve köklerine hücum yok idi ve erkân-ý îman sarsýlmýyordu. Þimdi ise, köklerine ve erkânýna þiddetli ve cemaatli bir surette taarruz var. O divanlar ve risalelerin çoðu, has mü'minlere ve ferdlere hitab ederler. Bu zamanýn dehþetli taarruzunu def'edemiyorlar. Risale-i Nur ise, Kur'anýn bir mânevî mu'cizesi olarak îmanýn esasatýný kurtarýyor ve mevcud ve muhkem îmandan istifade cihetine deðil, belki çok deliller ve parlak bürhanlar ile îmanýn isbatýna ve tahakkukuna ve muhafazasýna ve þübehattan kurtarmasýna hizmet ettiðinden, herkese bu zamanda ekmek gibi, ilâç gibi lüzumu var olduðunu dikkatle bakanlar hükmediyorlar. O divanlar derler ki: "Veli ol, gör, makamata çýk, bak; nurlarý, feyzleri al." Risale-i Nur ise der:"Her kim olursan ol, bak, gör; yalnýz gözünü aç, hakikatý müþahede et, saadet-i ebediyenin anahtarý olan îmanýný kurtar." Hem Risalet-ün-Nur, en evvel tercümanýnýn nefsini iknaa çalýþýr, sonra baþkalara bakar. Elbette nefs-i emmaresini tam ikna eden ve vesvesesini tamamen izale eden bir ders, gayet kuvvetli ve hâlisdir ki, bu zamanda cemaat þekline girmiþ dehþetli bir þahs-ý --- sh:»(ST:189) ------------------------------------------------------------------------------------------- mânevî-yi dalâlet karþýsýnda tek baþiyle galibane mukabele eder. Hem Risalet-ün-Nur, sair ulemanýn eserleri gibi yalnýz aklýn ayaðý ve nazariyle ders vermiyor ve evliya misillü yalnýz kalbin keþif ve zevkiyle hareket etmiyor; belki aklýn ve kalbin ittihad ve imtizacý ve ruh ve sair letâifin teavünü ayaðýyle hareket ederek evc-i a'lâya uçar, taarruz eden felsefenin deðil ayaðý, belki gözü yetiþemediði yerlere çýkar, hakaik-ý îmaniyeyi kör gözüne de gösterir. Said Nursî * * * MÂNEVÎ BÝR ÝHTAR ÝLE BÝR-ÝKÝ ÝNCE MES'ELEYÝ YAZIYORUM Birincisi: Geçen sene Ramazan-ý Þerifte Ehl-i Sünnetin selâmeti ve necatý için edilen pek çok dualarýn þimdilik âþikâre kabûlleri görünmemesine hususî iki sebep ihtar edildi. Birinci Sebep: Bu asrýn acib hâssasýndandýr ki: Elmasý elmas bildiði halde, camý ona tercih eder. Bu asýrdaki ehl-i îmanýn fevkalâde saf-derunluðu ve dehþetli cânileri âlicenâbâne afvetmesi ve bir tek haseneyi, binler seyyiatý iþleyen ve binler mânevî ve maddî hukuk-u ibadý mahveden adamdan görse, ona bir nevi taraftar çýkmasýdýr. Bu suretle ekall-i kalil olan ehl-i dalâlet ve tuðyan, saf-dil taraftar ile ekseriyet teþkil ederek, ekseriyetin hatâsýna terettüp eden musibet-i âmmenin devamýna ve idamesine, belki teþdidine kader-i Ýlâhîye fetva verirler, "Biz buna müstehakýz" derler. Evet elmasý bildiði halde, yalnýz zaruret-i kat'iyye suretinde þiþeyi ona tercih etmeðe ruhsat-ý þer'iyye var. Yoksa küçük bir ihtiyaçla veya tama' veya hafif bir korku ile tercih edilse, eblehane bir cehalet ve hasarettir; tokata müstehak eder. Hem âlicenâbâne afvetmek ise: Yalnýz kendine karþý cinayeti afvedebilir, kendi hakkýndan vazgeçse hakký var; yoksa baþkalarýn hukukunu çiðneyen cânilere afüvkârane bakmaða hakký yoktur, zalemeye þerik olur. Ýkinci Sebep: Ýzin olmadýðýndan yazýlmadý. Ýkinci Mes'ele: Kardeþlerim! Eskiþehir Hapishanesinde, --- sh:»(ST:190) ------------------------------------------------------------------------------------------- âhir zamanýn hâdisatý hakkýnda gelen rivayetlerin te'villeri mutabýk ve doðru çýktýklarý halde ehl-i ilim ve ehl-i îman onlarý bilmemelerinin ve görmemelerinin sýrrýný ve hikmetini beyan etmek niyetiyle baþladým, bir-iki sahife yazdým, perde kapandý, geri kaldý. Bu beþ senede beþ-altý def'a ayný mes'eleye müteveccih olup muvaffak olamýyordum. Yalnýz o mes'elenin teferruatýndan bana ait bir mes'eleyi beyan etmek ihtar edildi. Þöyle ki: Hürriyetin bidayetinde, Risalet-ün-Nurdan çok evvel, kuvvetli bir ümid ve îtikad ile ehl-i îmanýn me'yusiyetlerini izale için "Ýstikbalde bir ýþýk var, bir nur görüyorum " diye müjdeler veriyordum. Hattâ hürriyetten evvel talebelerime beþaret ederdim. Tarihçe-i hayatýmda Abdurrahman'ýn yazdýðý gibi, "Sünuhat" misillü risalelerde dahi, "Ben bir ýþýk görüyorum" diye dehþetli hâdiselere karþý o ümid ile dayanýp mukabele ederdim. Ben de herkes gibi, o ýþýðý siyaset âleminde ve hayat-ý içtimaiye-i Ýslâmiyede ve çok geniþ bir dairede tasavvur ediyordum. Halbuki hâdisat-ý âlem, iki harb-i umumî ile beni o gaybî ihbarda ve beþarette bir derece tekzib edip ümidimi kýrdý. Birden bir ihtar-ý gaybî ile kat'î kanaat verecek bir surette kalbime geldi ki: "Ciddî bir alâka ile senin eskidenberi tekrar ettiðin; ýþýk var bir nur göreceðiz diye müjdelerin te'vili ve tefsiri ve tâbiri sizin hakkýnýzda, belki îman cihetiyle âlem-i Ýslâm hakkýnda dahi ehemmiyetli Risalet-ün-Nurdur. Bu bir ýþýktýr ki, seni þiddetli alâkadar etmiþ idi. Ve bu bir nurdur ki, eskide tahayyül ve tahmininle geniþ dairede, belki siyaset âleminde gelecek mes'udane ve dindarane hâletlerin ve vaziyetlerin mukaddimesi ve müjdecisi iken, bu muaccel ýþýðý o müeccel saadet tasavvur ederek eski zamanda siyaset kapýsiyle onu arýyordun. Evet, otuz-kýrk sene evvel, bir hiss-i kablel-vuku' ile hissettin. Fakat nasýl kýrmýzý bir perde ile siyah bir yere bakýlsa karayý kýrmýzý görür, sen dahi doðru gördün, fakat yanlýþ tatbik ettin, siyaset cazibesi seni aldattý." S.N. *** --- sh:»(ST:191) ------------------------------------------------------------------------------------------- EMÝN ÝLE FEYZÝNÝN ÜSTADLARININ GARÝB VAZÝYETÝNE VE RÝSALE-Ý NURUN ACÝB EHEMMÝYETÝNE DELÂLET EDEN BÝR SUALLERÝ VE ÜSTADLARININ ONLARA VE EMSALLERÝNE VERDÝÐÝ BÝR CEVAPTIR Sual: Âlem-i Ýslâmýn mukadderatiyle ciddî alâkadar olan bu cihan harbinin dehþetli zamanlarýnda elli gün kadar, (Þimdi yedi seneden geçti; ayný hal devam ediyor. Hem ne soruyor ve ne de merak eder.) Her gün hizmetinizde bulunan bizlerden bir def'acýk sormadýnýz. Acaba bu büyük hâdiseden daha büyük diðer bir hakikat mý hükmediyor ki, bunu ehemmiyetten iskat ediyor; yahut onunla meþgul olmanýn bir zararý mý var?. diye Üstadýmýzdan sorduk. O da: Elcevap: Diyor ki: Evet, bu cihan harbinden daha büyük bir hakikat ve daha a'zam bir hâdise hükmettiði için, þu cihan harbi ona nisbeten çok ehemmiyetsiz düþüyor. Çünkü bu cihan harbinde iki hükûmet küre-i arzýn hâkimiyeti için mürafaa ve muhakeme dâvasýnda bulunmalarý içinde iki muazzam dinin musalâha ve sulh mahkemesine barýþmak dâvasý açýlarak ve dinsizliðin dehþetli cereyaný da semavî dinlerle mücahede-i azîmesi baþladýðý hengâmda, nev'-i beþerin sosyalist tabakasiyle burjuvalar taifesinin mahkeme-i kübralarýnda açýlan dâvalarýndan çok mühim öyle bir dâva açýlmýþ ve öyle muazzam bir hakikat meydana çýkmýþ ki, o dâvanýn tek bir adama isabet eden mikdarý bu cihan harbinden daha büyüktür. Ýþte o dâva da budur ki: Þu zamanda herbir mü'min için, belki herkes için küre-i arz kadar bir bâkî tarla ve o tarla baþtan baþa bahçeler ve kasýrlarla müzeyyen ebedî bir mülk almak veya o mülkü kaybetmek dâvasý açýlmýþ. Demek herbir tek adamýn baþýna öyle bir dâva açýlmýþ ki; eðer Ýngiliz Alman kadar serveti ve kuvveti olsa ve aklý da varsa, yalnýz o dâvayý kazanmak için bütününü sarfedecek. Elbette bu dâvayý kazanmadan evvel baþka þeylere ehemmiyet veren, divanedir. Hattâ o dâva o derece tehlikeye düþmüþ ki, bir ehl-i keþfin müþahedesiyle, bir yerde ecel elinden terhis tezkeresini alan kýrk adamdan bir adam kazanabilmiþ, otuz dokuzu kaybetmiþ. Ýþte bu ehemmiyetli, azîm dâvayý kazandýracak ve yirmi seneden --- sh:»(ST:192) ------------------------------------------------------------------------------------------- beri tecrübeler ile ondan sekizine o dâvayý kazandýran bir dâva vekili bulunsa, elbette aklý baþýnda her adam, o dâvayý kazandýran öyle bir dâva vekilini vazifeye sevkedecek olan bir hizmete her hâdisenin fevkýnde ehemmiyet vermeðe mükelleftir. Ýþte o dâva vekilinin bu asýrda birisi belki birincisi Kur'an-ý Mu'cizül-Beyanýn i'caz-ý mânevîsinden süzülen ve çýkan ve tevellüd eden Risale-i Nur olduðunu binler onun ile o dâvayý kazananlar þahiddir. Evet, bu küre-i arza me'muriyetle gönderilen her insan, burada misafir ve fâni olduðu ve mahiyeti bir hayat-ý bâkýyeye müteveccih bulunduðu kat'iyyen tahakkuk etmiþtir. O her insan, bu zamanda hayat-ý ebediyesini kurtaracak olan istinad noktalarý sarsýldýðýndan bu dünyasýný ve içinde bütün alâkadar ahbabýný ebedî terketmekle beraber, bu dünyadan binler derece daha mükemmel bir bâkî mülkü de kaybetmek veya kazanmak dâvasý baþýna açýlmýþ. Eðer îman vesikasý olmazsa ve berâtý ve senedi olan îtikadý saðlam bir surette elde etmezse, o dâvayý kaybeder. Acaba bu kaybettiði þey'in yerini hangi þey doldurabilir? Ýþte bu hakikata binaen, benim ve kardeþlerimin herbirimizin yüz derece aklý ve fikri ziyadeleþse, bu muazzam vazife-i kudsiyenin hizmetine ancak kâfi gelebilir. Sair mes'elelere bakmak, bize fuzulî ve mâlâyâni olur. Yalnýz bu kadar var ki, Risale-i Nur þâkirdlerinin bir kýsmý öteki dâvalar içinde bulunduðu ve lüzumsuz ve sebepsiz bâzan bize akýlsýzlarýn tecavüzleri ve taarruzlarý zamanýnda zaruret derecesinde, istemeyerek muvakkaten bakmýþýz. Hem bu hakikî ve pek büyük dâvanýn haricindeki dâvalara ve boðuþmalara alâkadarane fikren ve kalben karýþmak zararlýdýr. Çünki böyle geniþ ve siyasî ve heyecan veren dairelere dikkat eden ve onlarla meþgul olan bir adam, kýsa bir daire içinde vazifedar olduðu ehemmiyetli hizmetlerinden geri kalýr veya þevki kýrýlýr.Hem o geniþ ve câzibedar siyaset ve boðuþma dairelerine dikkat eden, bâzan kapýlýr; vazifesini yapamadýðý gibi, selâmet-i kalbini ve hüsn-ü niyetini ve istikamet-i fikrini ve hizmetindeki ihlâsý kaybetmese de o ittiham altýnda kalabilir. Hattâ mahkemede bana bu noktadan hücum ettikleri zaman dedim: "Güneþ gibi hakikat-ý îmaniye ve Kur'aniye, yerdeki muvakkat ýþýklarýn cazibesine tâbi' ve âlet olmadýðý gibi, o hakikatý cidden tanýyan, --- sh:»(ST:193) ------------------------------------------------------------------------------------------- deðil küre-i arzdaki hâdisata, belki kâinata da alet edemez dedim, onlarý susturdum." Ýþte üstadýmýzýn cevabý bitti, biz de bütün kuvvetimizle tasdik ettik. Risale-i Nur þâkirdlerinden Emin, Feyzi *** [bir mektubun parçasýdýr. Bu makam münasebetine binaen yazýldý.] Aziz Sýddýk Kardeþlerim! Sakýn dünya cereyanlarý, hususan siyaset cereyanlarý ve bilhassa harice bakan cereyanlar sizi tefrikaya atmasýn, karþýnýzda ittihad etmiþ dalâlet fýrkalarýna karþý sizi periþan etmesin. "Elhubbu Fillâh" "Velbuðzu Fillâh" düstur-u Rahmânî yerine -el'iyâzü billâh- "Elhubbu fissiyaseti velbuðzu lissiyaseti" düstur-u þeytanî hükmederek, melek gibi bir hakikat kardeþine adavet ve "el-hannâs" gibi bir siyaset arkadaþýna muhabbet ve tarafdarlýkla zulmüne rýza gösterip cinayetine mânen þerik eylemesin. Evet, bu zamandaki siyaset, kalbleri ifsad edip asabî ruhlarý azab içinde býrakýr. Selâmet-i kalb ve istirahat-ý ruh istiyen adam, siyaseti býrakmalý. Evet, þimdi küre-i arzda herkes ya kalben, ya ruhen, ya aklen, ya bedenen gelen musibetten hissedarlýktan azab çekiyor, periþandýr. Bilhassa ehl-i dalâlet ve ehl-i gaflet merhamet-i umumiye-i Ýlâhiyyeden ve hikmet-i tâmme-i Sübhaniyeden habersiz olduðundan, nev'-i beþere rikkat-i cinsiye, alâkadarlýk cihetiyle kendi eleminden baþka nev-i beþerin þimdiki elîm ve dehþetli elemleri ile dahi müteellim olup azab çekiyor. Çünki lüzumsuz ve mâlâyâni bir surette vazife-i hakikiyelerini ve elzem iþlerini býrakýp âfâkî ve siyasî boðuþmalara ve kâinatýn hadiselerini merakla dinleyerek karýþarak ruhlarýný sersem, akýllarýný geveze etmiþler. "Zarara razý olana merhamet edilmez" mânasýnda y«7öh«P²X Ben tahmin ediyorum ki, bütün küre-i arzýn bu yangýnýnda ve fýrtýnalarýnda selâmet-i kalbini ve istirahat-ý ruhunu muhafaza eden ve kurtaran bu memlekette Risalet-ün-Nur dairesine --- sh:»(ST:194) ------------------------------------------------------------------------------------------- sadakatle girenlerdir. Çünki onlar, Risalet-ün-Nur'dan aldýklarý îman-ý tahkikî derslerinin nuriyle ve göziyle herþeyde rahmet-i Ýlâhiyyenin izini, özünü, yüzünü görüp herþeyde kemal-i hikmetini, cemal-i adaletini müþahede ettiklerinden, kemal-i teslimiyet ve rýza ile -Rububiyet-i Ýlâhiyyenin icraatýndan olan musibetlere karþý- teslimiyetle gülerek karþýlýyorlar, rýza gösteriyorlar ve merhamet-i Ýlâhiyyeden daha ileri þefkatlerini sürmüyorlar ki elem ve azab çeksinler. Ýþte bu hakikata binaen, deðil yalnýz hayat-ý uhreviyenin, belki dünyadaki hayatýn dahi saadet ve lezzetini istiyenler, hadsiz tecrübelerle Risalet-ün-Nur'un îmanî ve Kur'ânî derslerinde bulabilir ve buluyorlar. Said Nursî * * * EHEMMÝYETLÝ BÝR HOCANIN ÜSTAD HAKKINDA ZÝYADE HÜSN-Ü ZANNINI TA'DÝL ETMEK MÜNASEBETÝYLE EMÝN VE FEYZÝNÝN O HOCAYA GÖNDERDÝKLERÝ BÝR MEKTUP Aziz, Sâdýk ve Muhterem Hoca Haþmet Efendi, Sizin müceddid hakkýndaki mektubunuzu hayretle okuduk, üstadýmýza söyledik. Üstadýmýz diyor ki: "Evet, bu zamanda hem îman ve din, hem hayat-ý içtimaiye ve þeriat, hem hukuk-u âmme ve siyaset-i Ýslâmiye için gayet ehemmiyetli bir müceddid ister. Fakat en ehemmiyetlisi, hakaik-ý îmaniyeyi muhafaza noktasýndaki tecdid, en mukaddes ve en büyüðüdür. Þeriat ve hayat-ý içtimaiye ve siyasiye daireleri, ona nisbeten ikinci, üçüncü, dördüncü derecede kalýyor. Rivayet-i Hadîsiyede tecdid-i din hakkýndaki ziyade ehemmiyet ise, îmanî hakaikdeki tecdid îtibariyledir. Fakat efkâr-ý âmmede ve hayat-perest insanlarýn nazarýnda zâhiren geniþ ve hâkimiyet noktasýnda câzibedar olan hayat-ý içtimaiye-i Ýslâmiye ve siyaset-i dîniye cihetleri daha ziyade ehemmiyetli göründüðü için, o adese ile o nokta-i nazardan bakýyorlar, mâna veriyorlar. Hem bu üç vezaif birden bir þahýsta veyahut bir cemaatte bu zamanda bulunmasý ve mükemmel olmasý ve birbirini cerhetmemesi, pek uzak, âdeta kabil görülmüyor, âhir zamanda Al-i Beyt-i Nebevînin cemaat-ý nuraniyesini temsil eden Mehdi'de ve cemaatindeki þahs-ý mânevîde ancak içtima' edebilir. Cenâb-ý Hakka --- sh:»(ST:195) ------------------------------------------------------------------------------------------- hadsiz þükür olsun ki, bu asýrda Risalet-ün-Nurun hakikî þâkirdlerinin þahs-ý mânevîsi hakaik-ý îmaniye muhafazasýnda tecdid vazifesini yaptýrmýþtýr. Yirmi senedenberi o vazife-i kudsiyede te'sirli ve fâtihane neþriyatiyle gayet dehþetli ve kuvvetli zýndýka ve dalâlet hücumuna karþý tam mukabele edip yüz binler ehl-i îmanýn îmanlarýný kurtardýðýný kýrk bin adam þehadet eder. Amma benim gibi âciz ve zaif bir bîçârenin böyle binler derece haddimden fazla bir yükü yüklenmek tarzýnda bîçâre þahsýmý medar-ý nazar etmemeli" diyor ve size selâm ediyor. Biz de zât-ý âlinize ve oradaki Risalet-ün-Nur ile alâkadar olanlara selâm ediyoruz. Risale-i Nur þâkirdlerinden Emin, Feyzi *** ÜSTADIMIZIN EHEMMÝYETLÝ BÝR MEKTUBUDUR Gayet ciddî bir ihtar ile bir hakikatý beyan etmeðe lüzum var. Þöyle ki: yÁV7!öÅ!ö«`²[«R²7!öv«V²Q« Bu sýrra binaen, ¬‰@ÅX7!ö¬w«2ö«w[¬4@«Q²7!ö«:ö«o²[«R²7!ö«w[¬W¬1@«U²7!ö«:ö daki ulûvv-ü cenab düsturuna ittibaan ve avâm-ý mü'minînin þeyhlerine karþý hüsn-ü zanlarýný kýrmamakla îmanlarýný sarsýlmadan muhafaza etmek ve Risale-i Nurun erkânlarýnýn haksýz îtirazlara karþý haklý, fakat zararlý hiddetlerinden kurtarmak lüzumuna binaen ve ehl-i ilhadýn iki taife-i ehl-i hakikatýn mâbeynindeki husumetten istifade ederek birinin silâhiyle, itiraziyle ötekini cerhedip, ötekinin delilleriyle berikini çürütüp ikisini de yere vurmak ve çürütmekten içtinaben Risale-in-Nur þâkirdleri; bu mezkûr beþ esasa binaen, muarýzlara hiddet ve tehevvürle ve mukabele-i --- sh:»(ST:196) ------------------------------------------------------------------------------------------- bilmisil ile karþýlamamalý, yalnýz kendilerini muhafaza için musalâhakârâne medar-ý itiraz noktalarý îzah etmek ve cevap vermek gerektir. Çünki bu zamanda enaniyet çok ileri gitmiþ, herkes kameti miktarýnda bir buz parçasý olan enaniyetini eritmiyor, bozmuyor, kendisini mâzur biliyor. Ondan niza çýkýyor, ehl-i hak zarar eder, ehl-i dalâlet istifade ediyor. Ýstanbulda malûm îtiraz hâdisesi îma ediyor ki, ileride meþrebini çok beðenen bâzý zatlar ve hodgâm bâzý sofî-ýneþreb ve nefs-i emmaresini tam öldürmiyen ve hubb-u câh vartasýndan kurtulmayan bâzý ehl-i irþad ve ehl-i hak, Risalet-ün-Nur ve þâkirdlerine karþý kendi meþreblerini ve mesleklerinin revacýný ve etbâlarýnýn hüsn-ü teveccühlerini muhafaza niyetiyle îtiraz edecekler. Belki dehþetli mukabele etmek ihtimali var. Böyle hâdiselerin vukuunda bizlere i'tidal-i dem ve sarsýlmamak ve adavete girmemek ve o muarýz taifenin de rüesalarýný çürütmemek gerekir. Fâþetmek hatýrýma gelmiyen bir sýrrý fâþetmeðe mecbur oldum. Þöyle ki: Risale-i Nurun þahs-ý mânevîsi ve o þahs-ý mânevîyi temsil eden has þâkirdlerinin þahs-ý mânevîsi "ferid" makamýna mazhar olduklarý için, deðil hususî bir memleketin kutbu, belki ekseriyet-i mutlaka ile Hicazda bulunan kutb-u a'zamýn tasarrufundan hariç olduðu ve onun hükmü altýna girmeðe mecbur deðil. Her zamanda bulunan iki "Ýmam" gibi, onu yâni kutb-u a'zamý tanýmaða mecbur olmuyor. Ben eskide Risale-i Nurun þahs-ý mânevîsini o imamlardan birisini zannediyordum. Þimdi anlýyorum ki, Gavs-ý A'zamda "kutbiyet" ve "gavsiyet"le beraber "ferdiyet" dahi bulunduðundan, âhir zamandaki þâkirdlerinin baðlandýðý Risalet-ün-Nur o ferdiyet makamýnýn mazharýdýr. Gizlenmeðe lâyýk olan bu sýrr-ý azîme binaen, Mekke-i Mükerreme'de dahi farz-ý muhal olarak Risale-in-Nur aleyhinde bir îtiraz kutb-u a'zamdan dahi gelse, Risale-in-Nur þâkirdleri sarsýlmayýp o mübarek kutb-u a'zamýn itirazýný iltifat ve selâm suretinde telâkki edip teveccühünü de kazanmak için medar-ý îtiraz noktalarý o büyük üstadlarýna karþý îzah ile ellerini öpmektir. Evet Kardeþlerim! Bu zamanda öyle dehþetli cereyanlar ve hayatý ve cihaný sarsa- cak hâdiseler içinde, hadsiz bir metanet ve i'tidal-i dem ve nihayetsiz --- sh:»(ST:197) ------------------------------------------------------------------------------------------- bir fedakârlýk taþýmak gerektir. Evet, ¬?«h¬'À²!ö]«V«2ö@«[²9ÇG7!ö«?@«[«E²7!ö«–xÇA¬E«B²,« Said Nursî * * * Sual: "Ýþarât-ý Kur'aniye Risalesinde Fatiha'nýn sýrat-ý müstakîm ashabý ki ²v¬Z²[«V«2ö«a²W«Q²9«!ö«w !xX«8³~ö«w Elcevap: Sebebi ise: Risale-i Nur, yüze yakýn din týlsýmlarýný ve hakaik-ý Kur'aniye muammalarýný hall ve keþfetmiþtir ki; herbir týlsýmýn bilinmemesinden çok insanlar þübehata ve þükûka düþüp, tereddütlerden kurtulmayýp bâzan îmanýný kaybederdi. Þimdi bütün dinsizler toplansa, o týlsýmlarýn keþfinden sonra galebe edemezler. Yirmisekizinci Mektup'ta "Ýnâyât-ý Seb'a"da bir kýsmýna iþaret edilmiþ. Ýnþâallah, bir zaman o týlsýmlar müstakil bir risalede cem'edilecek. Said Nursî *** --- sh:»(ST:198) ------------------------------------------------------------------------------------------- SALÂHADDÝN'ÝN FIKRASINDAN BÝR PARÇADIR ................................ Bir vakit, Tosya'dan Kastamonu'ya gelirken beraberimde Risale-i Nurun "Lem'a"larý ve "Þua"larý vardý. Haþre dair bir mebhas okuyordum. Kamyon yokuþlarý týrmanýyordu. Havanýn ve makinenin harareti bana aðýrlýk ve fikrime de "Bu Risale-i muazzam bir mu'cize-i Kur'aniyedir; baþka sahada mu'cize gösterebilir mi? Halbuki mu'cize enbiyalara mahsustur, Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmdan sonra mu'cize gösterilmeyecektir" Mülâhazasý esnasýnda kamyon, müdhiþ sadmelerle üç taklada yirmibeþ-otuz metre yerden aþaðýya yuvarlandý. Þehadet getiriyordum. Yaralý mýyým diye kendimi yokladým, yüzbin þükür hiçbir yaram yok. Korkarak doðruldum. Þoförün kafasý parçalanmýþ, ah of çekiyor. Etrafýmý tedkik ettim; þoför tarafýndaki camlar hurdahaþ olmuþ; benim tarafýmdaki ince cam bile kýrýlmamýþ. O anda bunun büyük bir keramet olduðunu, mu'cize olmadýðýný ve bir daha böyle maceralý þeyleri tefekkür etmemek için kerametkârane Risale-i Nurun bir tokadý olduðunu anladým. Risale-i Nur þâkirdlerinden Salâhaddin Çelebi * * * Aziz Sýddýk Kardeþlerim! Risale-i Nurun hakkaniyetine ve ehemmiyetine dair bir imza-yý gaybî hükmünde bu mecmuanýn gösterdiði kýymet Risale-in-Nurda bulunduðunu, bu zamanýn dehþetli fýrtýnalarý isbat ediyor. Evet kardeþlerim, Hazret-i Ýsa Aleyhisselâm Ýncil-i Þerifte demiþ ki: "Ben gidiyorum, tâ size tesellici gelsin." Yâni Hazret-i Ahmed Aleyhissalâtü Vesselâm gelsin demesiyle, Kur'anýn beþere gayet büyük bir neticesi, bir gayesi, bir hediyesi, tesellidir. Evet, bu dehþetli kâinâtýn fýrtýnalarý ve zeval tahribatlarý ve bu boþluk nihayetsiz fezada herþey ile alâkadar olan insan için teselliyi ve istimdat noktalarýný Kur'an veriyor. En ziyade o teselliye muhtaç, bu zamandýr ve en ziyade kuvvetli bir surette o teselliyi isbat eden, gösteren Risale-i Nur'dur. Çünki zulümat ve evhamýn menbaý olan --- sh:»(ST:199) ------------------------------------------------------------------------------------------- tabiatý o delmiþ geçmiþ, hakikat nuruna girmiþ. Yirmidokuzuncu ve Otuzuncu ve Onaltýncý Sözler gibi ekser parçalarýnda, hakaik-ý îmaniyenin yüzer týlsýmlarýný keþf ve îzah edip aklý inkârdan, tereddüdlerden kurtarmýþ. Ýþte bu hakikat içindir ki; bu çok usandýrýcý zamanda, usandýrmayacak bir tarzda çok tekrar ile aklý baþýnda olanlarý Risale-i Nur ile meþgul ediyor. Re'fet mektubunda demiþ: "Ne vakit bir araya gelsek, Sözler'den birisini açýp okuruz, tatlý tatlý istifade edip Üstadýmýzla görüþürüz. Hem Risale-i Nur'un en bariz hâsiyeti usandýrmamaktýr. Yüz def'a okunsa, yüz birincide yine zevk ile okunabilir." demiþ. Doðru söylemiþ. Yalnýz, Risale-i Nurun tercümaný hakiki vazifesinin haricinde dünyadaki istikbaliyata nadiren ara sýra bakmasý zâhirî bir müþevveþiyet verir. Meselâ: Bundan otuz-kýrk sene evvel, "Bir nur gelecek, bir nur âlemi göreceðiz" demiþ ve o mânayý geniþ bir dairede ve siyasette tasavvur etmiþ. Hem bundan ondört, onbeþ sene evvel, "Dinsizliði çevirenler müdhiþ semavi tokatlar yiyecekler" diye büyük geniþ küre-i arz dairesindeki hâdiseyi dar bir memlekette ve mahdut insanlarda tasavvur etmiþ. Halbuki istikbal, o iki ihbar-ý gaybîyi tasavvurun pek fevkýnde tefsir ve tâbir eyledi. Eski Said'in "Bir nur âlemi göreceðiz" demesi, Risale-i Nurun dairesinin mânasýný hissetmiþ, geniþ bir daire-i siyasiye tasavvur ettiði gibi; sýrr-ý "Ýnnâ A'taynâ"da "Onüç, ondört sene sonra dinsizliði, zýndýkayý neþredenler müdhiþ tokatlar yiyecekler" deyip geniþ bir hakikatý dar bir dairede tasavvur etmiþ. Ýstikbal o iki hakikatý tâbir ve tefsir eyledi. Baþta Isparta olarak Risale-i Nur dairesi evvelki hakikatý pek parlak ve güzel bir surette gösterdiði gibi, ikinci hakikatý da medeniyet-i sefihenin tuðyânýnýn ve maddiyunluk (Hâþiye) taununun aþýlamasýný çeviren ve idare eden ervah-ý habisenin baþlarýna gelen bu dehþetli semâvî tokatlar geniþ bir dairede sýrr-ý Ýnnâ A'taynâ'nýn hakikatýný tam tamýna isbat etmiþ. Sual : Risale-i Nur kat'î bürhanlara istinaden hükümleri ayný aynýna te'vilsiz, tâbirsiz hakikat çýkmasý ve yalnýz iþaret-i tevafukýye ve sünuhat-ý kalbiyeye îtimaden beyanatý, böyle dünyevî olan (Hâþiye): Evet maddiyunluk tâununun hastalýðý nev-i beþere bu dehþetli sýtmayý ve küre-i arza bu titremeyi vermiþtir. --- sh:»(ST:200) ------------------------------------------------------------------------------------------- mesail-i istikbaliyede neden tâbire ve te'vile muhtaç oluyor? diye hatýrýma geldi. Böyle bir cevap ihtar edildi ki: Gaybî istikbal-i dünyevîde baþa gelen hâdisatý bildirmemekte Cenab-ý Erhamürrâhimînin çok büyük bir rahmeti saklandýðý ve gaybý gizlemekte çok ehemmiyetli bir hikmeti bulunduðu cihetle, gaybî þeyleri haber vermekten yasak edip, yalnýz müphem ve mücmel bir surette ya ilham veya ihtar ile bir emareyi vesile ederek keþfiyatta ve rü'ya-yý sâdýkada bir kýsým gaybî hakikatlarýný ihsas eder ve o hakikatlarýn hususî suretleri vukuundan sonra bilinir. Said Nursî * * * RÝSALE-Ý NUR ÞAKÝRDLERÝNDEN EMÝN, HÝLMÝ, KÂMÝLVE FEYZÝNÝN BÝR FIKRASIDIR Risale-i Nurun kasabalara, cemaatlere berekete medar olmasý ve ona zarar verenlere tokat gelmesi gibi, þahýslara da pek zâhir bir surette hem bereket ve hüsn-ü maiþet (ona çalýþanlara) ve gaybî tokatlar (onun aleyhinde çalýþanlara) gelmesi bu havalide pek çok hâdiseleri var. Biz kendi nefsimizde, çalýþtýðýmýz zaman pek zâhiri bir surette bir hüsn-ü maiþet bir inayet gördüðümüz gibi; Risale-i Nurun erkânýndan Nazif kat'î bir surette haber veriyor ki: Üç-dört adam dünya servetinin hatýrý için Risale-in Nur aleyhinde toplanýp münafýkane bir tedbir kurduklarý hengâmda, üç gün sonra o üç adamýn haneleri ve dükkânlarý yanýp binler lira zayiatla tokat yediler. Hem bir dessas ve casus adam Risalet-ün-Nur þâkirdleri aleyhinde çalýþýyordu ki, onlarý hapse attýrsýn. Bir gün, serbest olarak "Ben bir ip ucu bulamadým ki bunlarý hapse sokayým. Eðer bir ip ucu bulsam, onlarý hapse sokacaðým" diye ilân ettiði vakitten iki gün sonra bir iþ yapýp Risale-i Nur þakirdleri yerinde o, iki sene hapse girdi. Hem bedbaht muannid bir adam þiddetli Risale-i Nur aleyhinde hem þâkirdlerinin bir rüknü aleyhinde bulunduðu hengâmda, bir-iki gün sonra meyhaneye gidip içe içe çatlamýþ orada ölmüþ. --- sh:»(ST:201) ------------------------------------------------------------------------------------------- Bu nevide çok hâdiseler var. Demek Risale-i Nur, dostlara tiryak olduðu gibi, düþmanlara da sâýka oluyor. Hem Gavs-ý A'zamýn üstadýmýz hakkýnda: ¬^« Birincisi: Dün üstadýmýza Risale-i Nur'a ait üç hizmet lâzým geldi... Kimse de yok bizler de uzakta. Merdivenden inip, bir çocuðu bulup bizlere göndermek niyetiyle kapýyý açtý. Risale-i Nurun o üç hizmetini görecek üç þâkirdi, fevkalâde bir tarzda dakikasýyle kapýya gelmiþler. Ýkincisi: ................. Üçüncüsü: Üstadýmýz ayný bu gün Emin kardeþimize dedi: "Üç-dört aydýr her hafta karyesinden buraya gelen hane sahibesi gelmedi. Dört ay oldu kirasýný almadý. Herhalde haber gönderiniz gelsin, kirasýný alsýn." dediði ayný vakitte, dört aydanberi gelmiyen o hane sahibesi kapýyý vurdu geldi, beþ aylýk kirasýný aldý. Üstadýmýz, bu hâdise-i inayetten memnuniyeti için, ona uzak bir nahiyeden gelen yuvarlak hiç görmediðimiz ve burada bulunmayan bir küçük ekmeði o hane sahibesine verdi. Ayný vakitte yirmi dakika zarfýnda burada bulunmayan o ayný ekmekten beþ misli iki sene Risale-i Nurun bir kitabýný alýp mütalâasýnýn mânevi ücretinin binde bir ücreti olarak geldi. Ve bir parça aþure çorbasýný dahi yine o ev sahibesine verdi. Aynen o aþurenin on misli kadar üç lâtif ekmek yine iki sene iki kitabýn okumasýna binde bir ücret olarak geldi, gözümüzle gördük. Hem bu gün, o hane sahibesinin yedi senedir adýný bilmediði için üstadýmýz ona "Ýsmin nedir" diye sordu. Dedi: "Hayriye"dir. --- sh:»(ST:202) ------------------------------------------------------------------------------------------- Hayriye isminde olmak tefe'üliyle iki saat sonra Hayri namýnda Risale-i Nurun bir þâkirdi (Haberimiz yokken Ýstanbula gitmiþ. Hem ticaret münasebetiyle iki mühim þâkirdleri dahi gidip geç kaldýlar. Maddî ve mânevî fýrtýnalar münasebetiyle üstadýmýz hem onlarý, hem oradaki mühim bir þakirdi için çok merak ediyordu) bu gün o Hayri iki saat o Hayriyeden sonra kapýyý açtý, geldi. O üç þâkird hakkýndaki meraký izale etmekle beraber, Üstadýn dört aydanberi devam eden "tefarik" namýndaki bir kokusu bu gün bitmiþ, kendimiz gördük. Hayrinin bir küçük þiþe elinde, "Ýþte size tefarik getirdim." dedi. Ýþte bu küçük lâtif tefarikdeki tevafuka bârekâllah dedi. Bu iki gün zarfýnda bu küçük nümuneler gibi üstadýmýz Mu'cizât-ý Ahmediye'nin (A.S.M.) tashihatiyle meþgul olduðu için çok nümuneler görmüþ. Mâdem iki gün zarfýnda bu kadar inâyâtýn cilvelerini görüyoruz. Risale-i Nur dairesi içinde dikkat edilse, herkes kendi nefsinde hizmeti derecesinde böyle numuneleri görecektir. Risale-i Nur þâkirdlerinden Hilmi, Emin, Kâmil, Feyzi, Hâfýz Ahmed Evet, ben de tasdik ediyorum Said Nursî * * * Feyziyle Emin diyorlar : Üstadýmýz olan Risale-i Nurun ciddî hakaikleri içinde en tatlý bir fâkihesi tevafuk olduðu için, kardeþlerimize yine bu iki gün zarfýnda küçük bir-iki tevafuku size bundan evvelki tevafuka hâþiye olarak yazýyoruz. Evet, nasýlki kelimatta ve kelimat-ý mektubede tevafuk bir kasd, bir inayet-i hususiyeyi gösteriyor; bâzan hârika olup keramet derecesine çýkýyor, bâzan lâtif bir zarafet veriyor; aynen öyle de: Risale-i Nura ait ve Üstadýmýza ait hâdisatta da aynen kasdî ve inayetkârane tevafuku, akvalde olduðu gibi o ef'alde de görüyoruz. Ezcümle, size yazýlan, dört ay gelmiyen hane sahibesi için Emin kardeþimize dedi: "Haber gönder." tekellümünde onun kapý çalmasý tevafuk ettiði gibi, ayný cümleyi bir gün sonra iki def'a --- sh:»(ST:203) ------------------------------------------------------------------------------------------- okuduðu zaman, Emin'e dediði kelimesi okunduðu ânýnda aþaðýdaki kapýyý Emin açtý, gelmek zamaný gelmeden geldi. Ýkinci gün yine baþka bir adama okunduðu vakit, Emin'e dediði kelimesini okuduðu vakit ayný anda yukarý kapýyý Emin açtý, gelme âdetine muhalif olarak geldi, girdi. Bu iki tevafuk hane sahibesinin tevafukuna tevafuku gösteriyor ki, en cüz'î iþlerimiz de tesadüf deðil, kasdî tevafuktur. Hem dört ay evvel bize bir parça tarhana getiren Risale-i Nur þâkirdlerinden Fuad'ýn Ýstanbul'a gidip otuz gün te'hirinden, geç kalmasýndan endiþe ettiðimiz ayný günde, onun tarhanasý bittiði ayný günde gelmesi tevafuk etti. Hem ayný günde bir parça tereyaðý (biz de, üstadýmýz da bunun bereketini hissediyorduk) bittiði dakikada, onun mikdarýna tevafuk edip zannýmýzca ayný yerden ayný mikdar ayný zamanda geldiði gibi; hem buralarda köylerde kül içinde yapýlan bir çörek üstadýmýzýn hoþuna gittiði için sabah - akþam ondan yeyip ve onbeþ gün devam eden -ve bittiði ayný günde- ayný çörekten onun akrabasýndan birisi getirdi, bu tevafukun hâtýrý için geri çevirmedi, kabûl etti. Gözümüzle bu lâtif tevafuktaki þirin inâyât-ý Ýlâhiyyenin cüz'î cilvelerini gördük ve anladýk ki, kör tesadüf iþimize karýþmýyor. Mânidar tevafuk Risale-i Nurun kelimatýnda ve hurufatýnda olduðu gibi, ona temas eden harekât ve ef'alde dahi manidar tevafuklar var. Ýnâyete temas ettiði için, en cüz'î birþey de olsa kýymeti büyüktür. Böyle uzun yazmak ve ziyade ehemmiyet vermek israf olmaz. Çünki mânasý olan inâyet ve iltifat-ý rahmet muraddýr ve o bahis de mânevî bir þükürdür. Risale-i Nur Þâkirdlerinden Emin, Feyzi * * * RÝSALE-Ý NUR ECZALARINI MAHKEMEDEN ALIP, BANA GETÝRÝP TESLÝM EDEN HÂFIZ MUSTAFA'YA HÝTAPTIR. ¬˜¬G²W«E¬"öd±¬A«, ¬hxÇX7!ö¬u¬=@«,«*ö¬€@«4:I&ö¬…«G«Q¬"öy#@«6«h«"ö«:ö¬yÁV7!ö^«W²&«*ö«:ö²vU²[«V«2ö•«ŸÅ,7«! --- sh:»(ST:204) ------------------------------------------------------------------------------------------- Sen binler safalarla geldin, beni ebedî minnetdar ettin. Ve sâdýk arkadaþlarýn ile Risale-i Nurun serbestiyetine hizmetiniz o derece büyük ve kýymetdardýr, deðil yalnýz bizi ve Risale-i Nur þâkirdlerini, belki bu memleketi, belki âlem-i Ýslâmý mânen minnetdar ettiniz ki, ehl-i imanýn imdadýna yetiþmeðe Risale-i Nurun yolunu serbestçe açtýnýz. Ben bir senedenberi seni ve seninle beraber Risale-i Nurun bu serbestiyetine çalýþanlarý Hâfýz Ali ve Husrev gibi Risale-i Nurun kahramanlariyle beraber mânevî kazançlarýma ve dualarýma þerik etmiþim, hem devam edecek. Buraya kadar yoldaki herbir dakika, bir gün hizmetde bulunmak gibi beni minnetdar eyledin. Hâkim-i âdil namýný alan malûm zâtý ve lehimizde onunla beraber çalýþanlarý, bu hakikî adâlete hizmetleri için, âhir ömrüme kadar unutmayacaðým. Altý-yedi aydýr onlarý da aynen mânevî kazançlarýma þerik ediyorum. Bana teslim ettikleri risalelerin bir kýsmýný kardeþlerime cevap vereceðim, bütününü yazsýnlar onlara hediye edeceðim. Çünki onlar, Risale-i Nurun bundan sonraki hizmetine tam hissedardýrlar. Bu mes'elede ben Denizli þehrini kendi karyeme arkadaþ edip bütün emvatýný ve ehl-i îmanýn hayatta olanlarýný hem kendim, hem Risale-i Nurun talebeleri mânevî kazançlarýmýza hissedar etmeðe karar verdik. Denizli hapishanesini de bir imtihan medresemiz telâkki ediyoruz ve bizimle alâkadar hem Denizlide, hem hapsinde umumuna ve hususan ve tam adâletini gördüðümüz mahkeme hey'etine çok selâm ve dualar ederiz. Said Nursî *** y#@«6«h«"ö«:ö¬yÁV7!ö^«W²&«*ö«:ö²vU²[«V«2ö•«ŸÅ,7«!öy«9@«E²A,ö¬y¬W²,@¬" Beþinci Nokta: Risale-i Nur, bu Anadolu memleketine belâlarýn def'ine ehemmiyetli bir vesiledir. Sadaka nasýl belâyý def'ediyor, onun intiþarý ve okunmasý, küllî bir sadaka nev'inde semavî ve arzî belâlarýn def'ine vesile olduðu çok emareler ve çok hâdiselerle tebeyyün etmiþ, hattâ Kur'anýn iþaretleriyle tahakkuk etmiþ. Ve yazmasýný ve intiþarýný men'etmek zamanlarýnda --- sh:»(ST:205) ------------------------------------------------------------------------------------------- dört def'a zelzelelerin baþlamasý ve intiþariyle durmalarý ve Anadoluda ekser yerlerde okunmasý harb-i umumînin Anadoluya girmemesine bir vesile olduðu Sûre-i Ve-l Asr iþaret ettiði halde, bu iki ay kuraklýk zamanýnda mahkemenin Risale-i Nurun beraetine ve vatana menfaatli olduðuna dair kararýný mahkeme-i temyiz tasdik ederek tam bir serbestiyetle Risale-i Nurun intiþarý ve okunmasýný beklerken, bütün bütün aksine olarak men'edilmesi ve mahkemedeki risaleler sahiblerine iade edildiði halde bizi de o cihetce konuþmaktan men'etmeleri cihetiyle belâlarýn def'ine vesile olan bu küllî sadaka-i mâneviye, belâya karþý çýkamadý, günahýmýz neticesi kuraklýk baþladý. Biz Risale-i Nur þâkirdleri, dünyaya çok ehemmiyet vermediðimizden, dünyaya yalnýz Risale-i Nur için baktýðýmýzdan, bu yaðmursuzlukta dahi o noktadan bakýyoruz. Ýþte Denizlide mahkemeye verilen cüz'î bir kýsým Risale-i Nur, sahiplerine iadesinin ayný zamanýnda, burada dahi bir kýsým zatlar yazmaða baþlamalarý ayný vakitte, bu yaðmursuzlukta bir derece rahmet yaðdý. Fakat Risale-i Nurun serbestiyeti cüz'î olmasýndan, rahmet dahi cüz'î kaldý. Ýnþâallah yakýnda benim de risalelerim iade edilecek, tam serbest ve intiþarý küllileþecek ve rahmet dahi tam olacak. (Hâþiye) * * * ¬`¬=@«3ÅI7!ö¬}«V²[«7ö|¬4 ¬h«O«W²7! ¬€!«I«O«5ö¬…«G«Q¬"ö²vU²[«V«2ö•«ŸÅ,7«!öy«9@«E²A,ö¬y¬W²,@¬" Aziz Kardeþlerim! Size iki puslayý Leyle-i Regaib'den altý saat evvel yazdým. "Hizb-i Nuriye" ve Husrev'in kâðýdý ile teslimden sonra, kat'iyyen benim kanaatýmda bir nevi' mu'cize-i Ahmediye olarak, iki aydanberi mütemadiyen kuraklýk ve yaðmursuzluk ve her tarafta daima namazlardan sonra pek çok dualarýn akim kaldýðý ve herkes me'yusiyetinden derd-i maiþet endiþesiyle kalben aðlarken, birden Leyle-i Regaib bütün ömrümde hiç iþitmediðim ve baþkalarý (Hâþiye): Hem aynen öyle oldu, biz gördük. --- sh:»(ST:206) ------------------------------------------------------------------------------------------- da iþitmediði, üç saatte yüz def'a, belki fazla tekrarla melek-i ra'dýn bu yüksek ve þiddetli tesbihatiyle öyle bir rahmet yaðdý ki, en muannide dahi Leyle-i Regaibin kudsiyetini ve Hazret-i Risaletin bir derece bir cihette âlem-i þehadete teþrifinin umum kâinatça ve bütün asýrlarda nazar-ý ehemmiyette ve Rahmet-en-lil'âlemîn olduðunu isbat etti ve kâinat o geceyi alkýþlýyor diye gösterdi. Acaba dualarýmýzda Isparta bu memleketle beraberdi, bu yaðmurda hissesi var mý? merak ediyorum. Þimdiye kadar çok emarelerle Risale-i Nur bir vesile-i rahmet olmasýndan, bu rahmet îma eder ki, herhalde bir fütuhatý perde altýnda vardýr ve belki serbestiyetine bir iþarettir (Hâþiye). Hem burada Lem'alarýn verdikleri iþtiyâk cihetiyle yazýcýlarýn çoðalmasý, inþâallah bir nevi' makbul dua hükmüne geçti. Risale-i Nur Talebeleri namýna Duanýza Muhtaç Kardeþiniz Evet Evet Said Nursî Mehmed, Ceylân * * * y#@«6«h«"ö«:ö¬yÁV7!ö^«W²&«*ö«:ö²vU²[«V«2ö•«ŸÅ,7«!öy«9@«E²A,ö¬y¬W²,@¬" Aziz Sýddýk Kardeþlerim! Leyle-i Mi'racýn, ayný Leyle-i Regâib gibi hiç inkâr edilmez bir tarzda, bir nevi' mu'cize-i Ahmediye gibi bir kerametini ve kâinatça hürmetini gözümüzle gördük. Þöyle ki: Nasýl evvelce yazdýðýmýz gibi iki ay kuraklýk içinde burada hiç yaðmur gelmediði, güya Leyle-i Regaibi bekliyor gibi o mübarek gecenin gelmesiyle emsalsiz bir gürültü ile kudsiyetini burada gösterdiði gibi; aynen öyle de: O gecedenberi buraya bir katre yaðmur düþmediði halde, yirmi günden sonra aynen mi'rac gecesi birdenbire öyle bir rahmet yaðdý ki, dinsizlerde þüphe býrakmadý ki; sâhib-ül-mi'rac Rahmet-en-lil'âlemîn olduðu gibi, onun mi'rac gecesi de bir vesile-i rahmettir. Hem ehl-i îmanýn îmanlarýný kuvvetlendirdiði gibi, me'yusiyetlerini de bir derece izâle etti. (Hâþiye): Sonra tahakkuk etti ki; ayný zamanda hem fütuhatý hem serbestiyeti perde altýnda tahakkuk etmiþ. --- sh:»(ST:207) ------------------------------------------------------------------------------------------- Hâl-i âlemi bilmiyorum, fakat hissediyorum ki: Ehl-i îman hem haricî birkaç tarafta tazyikat, hem dahilî endiþeler ve kuraklýktan gelen derd-i maiþet ve nokta-i istinadý dünyaca bulamamaktan ehemmiyetli bir me'yusiyetin te'siriyle, hattâ ibadete karþý bir fütur gelmiþti. Birden mi'rac gecesi, burada kerametiyle Leyle-i Regaibin kerametini takviye ederek, ehl-i îmana bildirdi ki: "Siz sahipsiz deðilsiniz. Kâinat kabzasýnda bulunan bir zatýn, âleme rahmet gönderdiði bir istinadgâhýnýz vardýr." diye me'yusiyet ve endiþelerini kýsmen izale eyledi. Hem Risale-i Nurun bir silsile-i kerametini teþkil eden tevafuk, bu hâdisede hiç tesadüfe havale edilmez bir tarzda üç-dört tevafukla, Leyle-i Mi'rac ve Leyle-i Regaib hürmetlerinde Risale-i Nurun da bir hissesi var olduðunu gördük. Birinci Tevafuk: Ýbtida ve intiha-i terakkiyat-ý hayat-ý Ahmediyenin ünvanlarý olan Leyle-i Regaib ve Leyle-i Mi'rac bu kuraklýk zamanýnda kesretli rahmette tevafuklarýdýr. Ýkinci Tevafuk: Bu günlerde Husrev'in tevafuklu yazdýðý "Mi'rac Risalesi"ni burada Risale-i Nur talebeleri þevke gelip aynen tevafukunu, hattâ yedi "fakat, fakat, fakat" kelimelerinin parlak tevafukunu gösteren nüshalarý yazdýlar, bitirdiler. Ben de tashih ediyordum, baþkalarý da okuyordular. Birden mi'rac gecesi kesretli rahmeti ile gelmesi, Risale-i Nurun yazýlmasý ve Husrev'in Mi'rac Risalesi ve intiþarý dahi bir vesile-i rahmet olduðunu talebelerine bir kanaat verdi. Ýki-üç tevafuk daha var. Bize kat'î kanaat veriyor ki; tesadüf içinde yoktur. Doðrudan doðruya bu muannid zamanda þeâir-i Ýslâmiyenin ehemmiyetlerini göstermeðe bir iþarettir. Umum kardeþlerime selâm ve mi'raclarýný tebrik ederim. ]¬5@«A²7!ö«x;ö]¬5@«A²7«! Kardeþiniz Said Nursî Evet, Üstadýmýzý tasdik ediyoruz. Mehmed, Mehmed, Osman, Ýbrahim, Ceylân, Hayri v.s.. *** --- sh:»(ST:208) ------------------------------------------------------------------------------------------- y#@«6«h«"ö«:ö¬yÁV7!ö^«W²&«*ö«:ö²vU²[«V«2ö•«ŸÅK7«!öy«9@«E²A,ö¬y¬W²,@¬" Aziz Sýddýk Kardeþlerim! Bir Sual: "Tevafukla bu keramet nasýl kat'î sabit oluyor?" diye kardeþlerimizden birisinin sualine küçük bir cevaptýr. Elcevap: Bir þeyde tevafuk olsa, küçük bir emare olur ki; onda bir kasýd var, rastgele bir tesadüf deðil. Ve bilhassa bir tevafuk birkaç cihette olsa, o emare tam kuvvetleþir. Ve bilhassa yüz ihtimal içinde iki þey'e mahsus ve o iki þey birbiriyle tam münasebetdar olsa, o tevafukdan gelen iþaret sarih bir delâlet hükmüne geçer ki, bir kasd ve irade ile ve bir maksad için o tevafuk olmuþ, tesadüfün ihtimali yok. Ýþte, bu mes'ele-i mi'raciye de aynen böyle oldu. Doksan dokuz gün içinde yalnýz Leyle-i Regaib ve Leyle-i Mi'raca yaðmur ve rahmetin tevafuku.. ve o iki gece ve güne mahsus olmasý, daha evvel ve daha sonra olmamasý ve ihtiyac-ý þedidin tam vaktine muvafakatý.. ve "Mi'raciye Risalesi"nin burada çoklar tarafýndan þevk ile kýraat ve kitabet ve neþrine rastgelmesi.. ve o iki mübarek gecenin birbiriyle bir kaç cihette tevafuk etmesi.. ve mevsimi olmadýðý halde acib gürültülerle, sönmeyecek maddî - mânevî zemin gürültüleriyle feryadlarýna tehditkârane ve tesellidarane tevafuk etmesi.. ve ehl-i îmanýn me'yusiyetinden teselli aramalarýna ve dalâletin savletinden gelen vesvese ve zâfiyete karþý kuvve-i mâneviyenin takviyesini istemelerine tam tevafuku.. ve bu geceler gibi þeâir-i Ýslâmiyeye karþý hürmetsizlik edenlerin hatâlarýna bir tekdir olarak "Kâinat bu gecelere hürmet eder, neden siz etmiyorsunuz?" diye mânasýnda kesretli rahmetle þeair-i Ýslâmiyeye karþý hattâ semavat ve fezâ-yý âlem hürmetlerini göstermekle tevafuk etmesi... Zerre mikdar insafý olan bilir ki, bu iþde hususî bir kasd ve irade ve ehl-i îmana hususî bir inayet ve merhamettir, hiçbir cihetle tesadüf ihtimali olamaz. Demek hakikat-ý mi'rac bir mu'cize-i Ahmediye (A.S.M.) ve keramet-i kübrâsý olduðu.. ve mi'rac merdiveni ile göklere çýkmasý ile Zât-ý Ahmediyenin (A.S.M.) semavat ehline ehemmiyetini ve kýymetini gösterdiði gibi, bu seneki mi'rac da zemine ve bu memleket ahalisine kâinatça hürmetini ve kýymetini gösterip bir keramet gösterdi. Duanýza muhtaç kardeþiniz Said Nursî --- sh:»(ST:209) ------------------------------------------------------------------------------------------- Aziz Sýddýk Kardeþlerim! Bizim kat'iyyen þek ve þüphemiz kalmadý ki: Bu hizmetimizin neticesi olan Risale-i Nurun serbestiyetini deðil yalnýz biz ve bu Anadolu ve âlem-i Ýslâm alkýþlýyor, takdir ediyor; belki kâinat dahi memnun olup cevv-i sema ve feza-yý âlem alkýþlýyor ki, üç-dört ayda bir yaðmura þiddet-i ihtiyaç varken gelmedi, yalnýz Ankara teslim kararýna tevafuk eden Leyle-i Regaibdeki emsalsiz ve gürültülü rahmetin gelmesi ve Denizlide Mahkemenin bilfiil teslimine karar vermesi, yine Leyle-i Mi'rac'da aynen Risale-i Nurun bir rahmet olduðuna iþareten Leyle-i Regaibe tevafuk ederek kesretle melek-i ra'd'ýn alkýþlamasiyle ve rahmetin Emirdaðýnda gelmesi o teslim kararýna tevafuk etmesi ve bir hafta sonra, demek Denizlide vekillerimizin eliyle alýnmasý hengâmlarýnda, yine aynen Leyle-i Mi'raca ve Leyle-i Regaibe tevafuk ederek aynen onlar gibi Þâbân-ý Þerifin bir cum'a gecesinde kesretli rahmet ve yaðmurun bu memlekette gelmesi onlara tevafuklarýyla kat'î kanaat verir ki; Risale-i Nurun müsaderesine ve hapsine dört zelzelelerin tevafuku küre-i arzca bir îtiraz olduðu gibi, bu Emirdaðý memleketinde dört ay zarfýnda yalnýz üç cum'a gecesinde ki, biri Leyle-i Regaib ve biri Leyle-i Mi'rac, biri de Þâban-ý Muazzamýn birinci cum'a gecesinde rahmetin kesretle gelmesi ve Risale-i Nurun da serbestiyetinin üç devresine tam tamýna tevafuk etmesi, küre-i havaiyenin bir tebriki, bir müjdesidir ve Risale-i Nur dahi mânevî bir rahmet, bir yaðmur olduðuna kuvvetli bir iþarettir. Ve en lâtif bir emare de þudur ki: Dün, birdenbire bir serçe kuþu pencereye geldi, pencereye vurdu. Biz uçurmak için iþaret ettik, gitmedi. Mecbur olduk, dedim: "Pencereyi aç, o ne diyecek?" Girdi, durdu.. tâ bu sabaha kadar; sonra o odayý ona býraktýk, yatak odama geldim. Bu sabah çýktým, kapýyý açtým; yarým dakikada döndüm, baktým, "kuddüs kuddüs" zikrini yapan bir kuþ odamda gördüm, gülerek dedim: "Bu misafir ne için geldi?" Tam bir saat bana baktý, uçmadý, ürkmedi. Ben de okuyordum. Bir saat bana baktý; ekmek býraktým, yemedi; yine kapýyý açtým, çýktým, yarým dakikada geldim; o misafir de kayboldu. Sonra bana hizmet eden çocuk geldi, dedi ki: "Ben bu gece gördüm ki, merhum Hâfýz Ali'nin (R.H.) kardeþi yanýmýza gelmiþ." Ben de dedim: "Hâfýz Ali ve Husrev gibi bir kardeþimiz buraya gelecek." Ayný günde iki saat sonra çocuk geldi, dedi: "Hâfýz Mustafa geldi. Hem Risale-i Nurun serbestiyetinin müjdesini, hem mahkemedeki --- sh:»(ST:210) ------------------------------------------------------------------------------------------- kitaplarýný da kýsmen getirdi. Hem serçe kuþunun ve benim rü'yamýn hem kuddüs kuþunun tâbirini isbat etti ki, tesadüf olmadýðýný gösterdi. Acaba emsâlsiz bir tarzda hem serçe kuþu acib bir surette, hem kuddüs kuþu garib bir surette gelip bakmasý, sonra kaybolmasý ve mâsum çocuðun rü'yasý tam tamýna çýkmasý, hem Risale-i Nurun Hâfýz Ali gibi bir zâtýn eliyle buraya gelmesinin ayný zamanýna tevafuku hiç tesadüf olabilir mi? Hiçbir ihtimali var mý ki bir beþaret-i gaybiye olmasýn? (Hâþiye) Evet, bu mes'ele küçük bir mes'ele deðil, kâinat ve hayvanat ile dahi alâkadardýr. Evet, Risale-in-Nur serbestiyetinden ben Risale-i Nurun bir þâkirdi olmak îtibariyle kendi hisseme düþen bu kâr ve neticeyi binler altun lira kadar kazancým var kanaat ediyorum. Baþka yüz binler Risale-i Nur þâkirdleri ve takviye-i îmana muhtaç ehl-i îmanýn istifadeleri buna kýyas edilsin. Evet, dinin ve þeriatýn ve Kur'anýn yüzden ziyade týlsýmlarýný, muammalarýný hall ve keþfeden ve en muannid dinsizleri susturup ilzam eden ve mi'rac ve haþr-i cismanî gibi sýrf akýldan çok uzak zannedilen Kur'an hakikatlarýný en mütemerrid ve en muannid feylesoflara ve zýndýklara karþý güneþ gibi isbat eden ve onlarýn bir kýsmýný îmana getiren Risale-i Nur eczalarý, elbette Küre-i Arzý ve küre-i havaiyeyi kendi ile alâkadar eder ve bu asrý ve istikbali kendi ile meþgul edecek bir hakikat-ý Kur'aniyedir ve ehl-i îman elinde bir elmas kýlýnçtýr. ]¬5@«A²7!ö«x;ö]¬5@«A²7«! Emirdaðýnda Kardeþiniz Said Nursî (Hâþiye): Hem bu kuþlarýn Risale-i Nur'la alâkadarlýklarýný te'yid eden çok emareler var. Ezcümle, o kuþlarýn alâkadarlýðýný gösteren mektup Milâs'a gittiði ayný vakitte garib bir tarzda kuddüs kuþu o mektubun meâlini vaziyetiyle te'yid ettiði gibi; ayný mektup Ýnebolu'da geceleyin okunurken büyük bir gece kuþu hârika bir tarzda pencereye gelip, kanadiyle vurup, durup dinlemesi; ayný mektup Sava'da okunurken bir def'a iki çekirge üstüne gelip, durup neticeye kadar durmalarý; bir def'a da serçe ve bülbül kuþlarý ayný mektubun okunmasýnda pervane gibi uçup alâkadarlýk göstermeleri ve Isparta'da Husrev'in evinde ayný mektup okunurken, bülbül kuþu hilâf-ý âdet salona gelmesi, alâkadarlýðýný göstermesi gibi çok emareler, bu keramet-i Nuriyyeyi te'yid ediyor. --- sh:»(ST:211) ------------------------------------------------------------------------------------------- RÝSALE-Ý NURUN KAHRAMANI HUSREV TARAFINDAN KALEME ALINMIÞTIR y«9@«E²A,ö¬y¬W²,@¬" Risale-in-Nur'un kerametlerindendir ki: Üstadýmýz Radýyallahü Anhü çok def'a risalelerde: "Ey mülhidler ve ey zýndýklar! Risalein-Nura iliþmeyiniz. Eðer iliþirseniz, yakýnda sizi bekliyen belâlar, sel gibi baþýnýza yaðacaktýr." diye on senedenberi kerratla söylüyorlardý. Bu hususta þahid olduðumuz felâketlerden: Birincisi: Dört sene evvel Erzincan'da ve Ýzmir civarýnda vukua gelen hareket-i arz olmuþtur. O vakitler münâfýklar, desiselerle Isparta mýntýkasýnda Sava ve Kuleönü ve civarý köylerdeki Risale-i Nur talebelerine iliþtiler. Otuz-kýrk kadar Risale-i Nur talebelerini "Camie gitmiyorsunuz, tâkiyye giyiyorsunuz, tarikat dersi veriyorsunuz." diye mahkemeye sevketmiþlerdi.Cenâb-ý Hak, Ýzmir civarýný ve Azerîleri ve civarýndaki halký dehþetler içinde býrakan zelzeleler ile Risale-i Nurun bir vesile-i def-i belâ olduðunu gösterdi. Bu zelzelelerden bir hafta sonra, mahkemeye sevkedilmiþ olan o kardeþlerimizin hepsi beraet ettirilerek kurtulmuþlardý. Ýkincisi: Yine vakit vakit Risale-i Nur talebelerinin arkalarýnda koþmakta devam eden mülhidler, hatt-ý Kur'an ile çocuk okuttuklarýný bahane ederek Ispartada müteveffa Mehmed Zühtü (Rahmetullahi Aleyh) ile Sava Karyesinden Hâfýz Mehmed (Rahmetullahi Aleyh) ismindeki iki Risale-in-Nur talebesine hücum etmiþler. Nur dersini okuyan çocuklarý, bu iki kardeþimizin evlerinden alýnan Risale-i Nur eczalariyle birlikte mahkemeye sevkedilmiþ. Merhum Mehmed Zühtü, para cezasiyle mahkûm edilmek istenilmiþ. Neticede, merkezi Erbaa ve Tokat'da vukua gelen ikinci bir korkunç zelzele ile Cenâb-ý Hak, Risale-in-Nur bir vesile-i def-i belâ olmakla þâkirdlerine yardým ederek üstadlarýnýn verdiði haberin sýhhatini tasdik etmek için o kardeþimizi beraet ettirmiþ ve alýnan bütün Risale-i Nur eczalarýný kendilerine iade ettirmiþtir. Üçüncüsü ise : Ýçinde bulunduðumuz Denizli Hapishanesindeki musibetin baþýmýza gelmesine sebep olan o münâfýklar; --- sh:»(ST:212) ------------------------------------------------------------------------------------------- rumî bin üçyüz ellidokuz senesinde tekrar baþta sevgili Üstadýmýz olduðu halde, bize ve Risale-in-Nura hücum ettiler. Bir kýsmýmýzý Ispartadan topladýlar, bir kýsmýný Çivrilden Isparta'ya getirdiler, sevgili Üstadýmýzý da yalnýz olarak Kastamonu'dan Isparta'ya sevkettiler. Daha baþka vilâyetlerden de arkadaþlarýmýz Isparta'ya getirilmiþti. Ehl-i garazýn iðfaline kapýlan Isparta adliyesi, Risale-in-Nurun gayesi haricinde bulunan cephelerde, bizce mânasý olmayan ithamlar altýnda bizi sýkýyordu. Bilhassa kýymetdar Üstadýmýzý daha çok tazyik ettikleri vakit, Üstadýmýza lüzumlu lüzumsuz bir çok sualler açan Isparta müddeiumumîsinin: "Bu belâlar dediðin nedir?" diye olan sualine cevaben: Evet demiþ, zýndýklar eðer Risale-in-Nura ve þâkirdlerine iliþseler, yakýnda bekliyen belâlarýn hareket-i arz suretiyle geleceðini.. söylemiþti. Daha sonra bizi Denizli'ye sevkettiler. Kastamonu, Ýstanbul, Ankara dahil olmak üzere on vilâyetten adliyelere sevkedilen yüzü mütecaviz Risale-i Nur talebelerinin bir kýsmý býrakýlmýþ, yetmiþ kiþiden ibaret olan bir diðer kýsmý da Denizli'de "Medrese-i Yûsufiye" namýný alan hapisde bulunuyordu. Bizim bütün müracaatlarýmýza sudan cevap veriliyor, sevgili Üstadýmýz daha çok tazyik ve sýkýntý içerisinde yaþattýrýlýyor, ufûnetli, rutûbetli, zulmetli, havasýz bir yerde bütün bütün konuþmaktan ve temastan men'edilmek suretiyle haps-i münferidde azap çektiriliyordu. Ýþte bu sýralarda Denizli zindanýnýn bu dehþetli ýztýrablarýný geçirmekte idik. Allah'tan baþka hiçbir istinatgâhlarý bulunmayan bu bîçârelerin bir kýsmý Kastamonu'dan, diðer bir kýsmý Ýnebolu'dan, diðer bir kýsmý da Ýstanbul'dan henüz gelmemiþlerdi. Þu vatanýn her köþesinde hak ve hakikat için çýrpýnan ve saf kalbleriyle necatlarý için Rabb-ý Rahîmlerine iltica eden pek çok mâsumlarýn semâvâtý delip geçen ve Arþ-ür-Rahmâna dayanan âhlarý boþa gitmedi. Allah-ü Zülcelâl Hazretleri, o mübarek üstadýmýzýn Isparta'da söylediði gibi, mâsumlarý Cennete götüren, zâlimleri Cehenneme yuvarlayan dehþetli bir diðer zelzeleyi gönderdi. Karþýsýnda Risale-in-Nur müdafaa vaziyetinde bulunmamasýndan çok haneler harab oldu, çok insanlar enkaz altýnda ezildi, çoklarý sokak ortalarýnda kaldý. Henüz memleketlerinin hapishanelerinde bulunan kardeþlerimizden Kastamonu'dan Mehmed Feyzi ve Sâdýk ve Emin ve Hilmi ve Ýnebolu'dan Ahmed Nazif, Denizli Hapishanesine sevkedildiklerinde þu malûmatý verdiler: --- sh:»(ST:213) ------------------------------------------------------------------------------------------- "Zelzele tam gece saat sekizde baþladý. Bütün arkadaþlar, Lâilâhe Ýllâllah zikrine devam ediyorduk. Zelzele bütün þiddetiyle devam etmekte idi. O sýrada hâtýrýmýza geldi: Risale-in-Nuru aþkla ve bir sâik ile üç-beþ def'a þefaatçý ederek Cenâb-ý Hak'dan halâs istedik. Elhamdülillâh, derhal sâkin oldu. Kastamonu'da ise, o gece kal'adan kopan çok büyük bir taþ, aþaðýya yuvarlanarak bir haneyi ezmiþ, birçok hanelerde yarýklar, çýkýklýklar olmuþ, birkaç ev çökmüþ, hükûmet binasý yarýlmýþ, daha bunun gibi hasârat ve zâyiat olmuþ. Fakat zelzele her gün olmak suretiyle bir müddet devam etmiþ. Tosya'da bin beþyüz ev harab olmuþ, ölü ve yaralý mikdarý çok fazla imiþ. Kargý ve Osmancýk tamamen, Lâdik ve sair mahallerde zayiat fazla mikdarda imiþ. Ýnebolu'da bir minarenin alemi eðrilmiþ, ufak tefek çatlaklýklar olmuþ, hasârat ve zayiat olmamýþ." Ahmed Nazif, Emin, Sâdýk, Mehmed Feyzi Üçüncü olan bu hareket-i arzdan sonra, yine Risale-in-Nura ve talebelerine ve müellifine hücum eden ehl-i garazýn sözünü dinliyen adliye, ayný tarzda bizi sýkmakta devam ediyordu. Zýndýka tarafdarlarý, mübarek Üstadýmýzýn ihbarlarý olan ve Risale-i Nurun büyük kerametlerinden olup zelzeleler eliyle gelen beliyyelere ehemmiyet vermek istemiyorlardý. Risale-in-Nurun Ýlâhî ve Kur'ânî hakikatlarýna karþý cephe alan bu zümrenin baþýna bir dördüncü tokat daha geldi. Garibi þu ki, biz þubatýn üçüncü günü mahkemeye çaðrýlmýþtýk. Iztýrab ve elemleri içinde yüreklerimizi aðlatan hastalýklý haliyle kendisinden sorulan suallere cevap vermek için altmýþbeþ kadar talebesinin önünde ayaða kalkan mübarek Üstadýmýzýn cevaplarý arasýnda "O zýndýklarýn dünyalarý baþlarýný yesin ve yiyecek!" kelimeleri, tekrar tekrar hey'et-i hâkimenin yüzlerine karþý aðzýndan dökülüyordu. Bir kaç def'a mahkemeye gidip geldikten sonra, 7 Þubat 1944 tarihli Ýstanbul'da münteþir "Hemþehri" ismindeki bir gazete elime geçti. Gazete okumaya ve radyo dinlemeye hevesli olmamaklýðýmla beraber, "yirminci asrýn medenileriyiz!." diyerek bu günkü terakkiyat-ý beþeriyeyi kendilerinden bilen, Allah'ý unutan, âhirete inanmayan insanlarýn baþlarýna --- sh:»(ST:214) ------------------------------------------------------------------------------------------- Cenâb-ý Hakkýn, motorlu vasýtalar eliyle nasýl ateþler yaðdýrdýðýný, o münkirlerin dünkü Cennet hayatlarýnýn bugünkü Cehennemî hâlât içinde nasýl geçmekte olduðunu bilmek ve Risale-in-Nurun bereketiyle Anadoluyu bu dehþetli ateþ yaðmurundan nasýl muhafaza etmekte olduðunu görmek ve þükretmek hâletinden gelen bir merak ile bazý bu gibi havadisleri sorardým ve dinlerdim. Ýþte bu gazetenin de harb boðuþmalarýna ait resimlerine bakýyordum. Nazarýma çarpan büyük yazý ile yazýlmýþ bir sütunda, Anadolunun yirmibir vilâyetini sarsan ve þubatýn birinci gününün gecesinde sabaha karþý herkes uykuda iken vukua gelen ve pek çok zayiata mâl olan dehþetli bir zelzeleyi haber veriyordu. Derhal, þubatýn üçünde mahkemede sevgili üstadýmýzýn hey'et-i hâkimeye "zýndýklarýn dünyalarý baþlarýný yesin ve yiyecek " diye tekrar tekrar söylediði sözleri hatýrladým. "Eyvah!" dedim, "Risale-i Nur ýslâh eder, ifsad etmez, îmar eder, harab etmez; mes'ud eder, perîþan etmez" diye söylerken, "Aksiyle bizi ve Risale-in-Nuru ittiham etmek, Hâlikýn hoþuna gitmiyor." dedim. Ýþte, merkezi Gerede, Bolu ve Düzce olan bu kanlý zelzele, Risale-in-Nurun dördüncü bir kerameti idi. Bu gazete þu malûmatý veriyor: Ankara, Bolu, Zonguldak, Çankýrý ve Ýzmit vilâyetlerinde fazla kayýplar varmýþ. Geredede ikibin ev yýkýlmýþ, yýkýlmýyan evler de oturulmýyacak derecede harab olmuþ, binden fazla ölü varmýþ, enkaz altýndan mütemadiyen ölü çýkartýlýyormuþ. Düzcede zarar çokmuþ, ölü ve yaralýlarýn mikdarý malûm deðilmiþ. Ankara'da yüz üç ölü ve bir o kadar da yaralý varmýþ. Bine yakýn ev yýkýlmýþ. Debbaðhanede iki ev çökmüþ, bâzý köylerde sarsýntýyý müteâkib yangýnlar olmuþ. Ýlk sarsýntý çok kuvvetli olmuþ, sarsýntýyý yer altýndan gelen bir takým gürültüler tâkib etmiþ. Bolu'dan ve diðer yerlerin köylerinden bir hafta geçtiði halde henüz malûmat alýnamýyormuþ. Diðer bir yerde ikiyüz ev yýkýlmýþ, onbir ölü varmýþ. Bolu ile telgraf ve telefon hatlarý kesilmiþ, zelzele mýntýkasýnda þiddetli bir kar fýrtýnasý hüküm sürüyormuþ. Ýzmitte zelzele olurken þimþekler çakmýþ, þehir birkaç saniye aydýnlýk içinde kalmýþ. Birçok yerlerde halk çýrýlçýplak sokaklara fýrlamýþ. Dünyanýn bütün rasathaneleri bu büyük Anadolu zelzelesini kaydetmiþ. Bir Ýngiliz rasathanesi sarsýntýnýn çok harab edici olduðunu bildirmiþtir. Sinop'da ayný günde çok korkunç bir fýrtýna olmuþ, gök gürültüleri ve þimþeklerle gittikçe þiddetini artýrmýþtýr. --- sh:»(ST:215) ------------------------------------------------------------------------------------------- Daha sonra baþka bir gazetede tamamlayýcý ve hayret verici þu malûmatlarý gördüm: Zelzeleden evvel kediler, köpekler üçer beþer olarak toplanmýþlar, düþünceli, hüzünlü gibi alýk alýk birbirine bakarak bir müddet beraber oturmuþlar, sonra daðýlmýþlar. Gerek zelzele olurken ve gerekse olmadan evvel ve olduktan sonra da bu hayvanlardan hiçbiri görünmemiþ, kasabalardan uzaklaþarak kýrlara gitmiþler. Bir garibi de þu ki: Bu hayvanlar isyanýmýzdan mütevellid olarak baþýmýza gelecek felâketleri lisan-ý halleriyle haber verdiklerini yazýyorlar da biz anlamýyoruz diyerek taaccüb ediyorlar. Ýþte Üstadýmýz Bediüzzaman, uzun senelerdenberi: "Zýndýklar Risale-in-Nura dokunmasýnlar ve þâkirdlerine iliþmesinler. Eðer dokunurlar ve iliþirlerse, yakýndan bekliyen felâketler onlarý yüz def'a piþman edecek!" diye Risale-in-Nur ile haber verdiði yüzler hâdisat içinde iþte zelzele eliyle doðruluðunu imza ederek gelen dört hakikatlý felâket daha. Cenâb-ý Hak bize ve Risale-in Nura taarruz edenlerin kalblerine îman ve baþlarýna hakikatý görecek akýl ihsan etsin, bizi bu zindanlardan, onlarý da bu felâketlerden kurtarsýn, âmin! Mevkuf Husrev * * * y#@«6«h«"ö«:ö¬yÁV7!ö^«W²&«*ö«:ö²vU²[«V«2ö•«ŸÅ,7«!öy«9@«E²A,ö¬y¬W²,@¬" Aziz, Sýddýk Kardeþlerim! Þimdiye kadar gizli münâfýklar, Risale-i Nura kanunla, adliye ile ve âsâyiþ ve idare noktasýndan hükûmetin bâzý erkânýný iðfal edip tecavüz ediyorlardý. Biz müsbet hareket ettiðimiz için, mecburiyet olduðu zaman tedâfüî vaziyetinde idik. Þimdi plânlarý akim kaldý. Bil'akis tecâvüzleri Risale-i Nurun dairesini geniþlettirdi. Bu def'a yeni hurufla "Asâ-yý Mûsâ"yý tab'etmek niyetimiz, ihtiyarýmýz olmadýðý halde, tecavüz vaziyeti Risale-i Nura veriliyor gibidir. Bu hâdisenin ehemmiyetli bir hikmeti þu olmak gerektir: --- sh:»(ST:216) ------------------------------------------------------------------------------------------- Risale-i Nur, bu mübarek vatanýn mânevî bir halâskârý olmak cihetiyle þimdi iki dehþetli mânevî belâyý def'etmek için matbuat âlemi ile tezahüre baþlamak, ders vermek zamaný geldi veya gelecek gibidir zannederim. O dehþetli belâdan birisi: Hýristiyan dînini maðlûb eden ve anarþiliði yetiþtiren þimalde çýkan dehþetli dinsizlik cereyaný bu vataný mânevî istilâsýna karþý Risale-in-Nur, sedd-i Zülkarneyn gibi bir sedd-i Kur'ânî vazifesini görebilir ve âlem-i Ýslâmýn bu mübarek vatanýn ahalisine karþý pek þiddetli îtiraz ve ittihamlarýný izale etmek için matbuat lisaniyle konuþmak lâzým gelmiþ diye kalbime ihtar edildi. Ben dünyanýn halini bilmiyorum. Fakat Avrupada istilâkârane hükmeden ve edyan-ý semâviyeye dayanmýyan dehþetli cereyanýn istilâsýna karþý Risale-i Nur hakikatlarý bir kal'a olduðu gibi, âlem-i Ýslâmýn ve Asya kýt'asýnýn hâl-i hâzýrdaki îtiraz ve ittihamýný izale ve eskideki muhabbet ve uhuvvetini iade etmeðe vesile olan bir mu'cize-i Kur'âniyedir. Bu memleketin vatanperver siyasîleri çabuk aklýný baþýna alýp Risale-i Nuru tab'ederek resmî neþretmeleri lâzýmdýr ki, bu iki belâya karþý siper olsun. Acaba bu yirmi sene zarfýnda îman-ý tahkikîyi pek kuvvetli bir surette bu vatanda neþreden Risale-i Nur olmasaydý, bu dehþetli asýrda acib inkýlâb ve infilâklarda bu mübarek vatan Kur'ânýný, îmanýný dehþetli sadmelerden tam muhafaza edebilir miydi? Her ne ise... Risale-i Nura daha vatana, idareye zararý dokunmak bahanesiyle tecavüz edilmez, daha kimseyi o bahane ile inandýramazlar; fakat cepheyi deðiþtirip, din perdesi altýnda bâzý saf-dil hocalarý veya bid'a tarafdarý veya enaniyetli sofi meþreblileri bâzý kurnazlýklarla Risale-i Nura karþý iki sene evvel Ýstanbul'da ve Denizli civarýnda olduðu gibi istimâl etmek ve Risale-i Nura ve þâkirdlerine ayrý bir cephede tecavüz etmeðe münafýklar çabalýyorlar. Ýnþâallah muvaffak olamazlar. Risale-i Nur þâkirdleri; tam ihtiyatla beraber, bir taarruz olduðu vakitte münakaþa etmesinler, aldýrmasýnlar. Aldanan ehl-i ilim ve îmansa, dost olsunlar, "Biz size iliþmiyoruz. Siz de bize iliþmeyiniz... Biz ehl-i îmanla kardeþiz." deyip yatýþtýrsýnlar. Sâniyen: Mübareklerin pehlivaný hem Abdurrahman, --- sh:»(ST:217) ------------------------------------------------------------------------------------------- hem Lütfi, hem Büyük Hâfýz Ali mânalarýný taþýyan büyük ruhlu Küçük Ali kardeþimiz bir sual soruyor. Halbuki o suâlin cevabý Risale-i Nurda yüz yerde var."Risale-i Nurun erkân-ý îmaniye hakkýnda bu derece kesretli tahþidatý ne içindir? Bir ümmî mü'minin îmaný büyük bir velînin îmaný gibidir, diye eski hocalar bize ders vermiþler?" diyor. Elcevap: Baþta "Âyet-ül-Kübrâ" merâtib-i îmaniye bahislerinde ve âhire yakýn müceddid-i elf-i sâni Ýmam-ý Rabbânî beyaný ve hükmü ki: Bütün tarîkatlarýn müntehasý ve en büyük maksadlarý, hakaik-ý îmaniyenin inkiþafýdýr. Ve bir mes'ele-i îmaniyenin kat'iyyetle vuzuhu, bin kerametlerden ve keþfiyatlardan daha iyidir." ve Âyetül-Kübrânýn en âhirdeki ve "Lâhika"dan alýnan o mektubun parçasý ve tamamýnýn beyanatý cevap olduðu gibi, "Meyve Risalesi"nin tekrarat-ý Kur'âniye hakkýnda Onuncu Mes'elesi, tevhid ve îman rükünleri hakkýnda tekrarlý ve kesretli tahþidat-ý Kur'aniyenin hikmeti, aynen bitamamiha onun hakikî tefsîri olan Risale-i Nurda cereyan etmesi de cevaptýr. Hem, îmanýn tahkikî ve taklidî ve icmâlî ve tafsilî ve îmanýn bütün tehâcümata ve vesvese ve þüphelere karþý dayanýp sarsýlmamasýný beyan eden Risale-i Nur parçalarýnýn izahatý, büyük ruhlu Küçük Ali'nin mektubuna öyle bir cevaptýr ki, bize hiçbir ihtiyaç býrakmýyor. Ýkinci Cihet: Îman, yalnýz icmâlî ve taklidî bir tasdika münhasýr deðil; bir çekirdekten, tâ büyük hurma aðacýna kadar ve eldeki âyinede görünen misâlî güneþten tâ deniz yüzündeki aksine, tâ güneþe kadar mertebeleri ve inkiþaflarý olduðu gibi, îmanýn o derece kesretli hakikatlarý var ki, binbir Esmâ-i Ýlâhiyye ve sair erkân-ý îmaniyenin kâinat hakikatlarýyla alâkadar çok hakikatlarý var ki, "Bütün ilimlerin ve mârifetlerin ve kemalât-ý insaniyenin en büyüðü îmandýr ve îman-ý tahkikîden gelen tafsilli ve bürhanlý mârifet-i kudsiyedir." diye ehl-i hakikat ittifak etmiþler. Evet, îman-ý taklidî, çabuk þüphelere maðlûb olur. Ondan çok kuvvetli ve çok geniþ olan îman-ý tahkikîde pek çok merâtip var. O merâtiplerden ilmelyakîn mertebesi, çok bürhanlarýnýn kuvvetleriyle binler þüphelere karþý dayanýr. Halbuki taklidî îman, bir þüpheye karþý bâzan maðlûb olur. --- sh:»(ST:218) ------------------------------------------------------------------------------------------- Hem îman-ý tahkikînin bir mertebesi de aynelyakîn derecesidir ki, pek çok mertebeleri var, belki esmâ-i Ýlâhiyye adedince tezâhür dereceleri var, bütün kâinatý bir Kur'an gibi okuyabilecek derecesine gelir. Hem bir mertebesi de hakkal-yakîndir. Onun da çok mertebeleri var. Böyle îmanlý zatlara þübehat ordularý hücum da etse bir halt edemez. Ve ulemâ-i ilm-i kelâmýn binler cild kitaplarý, akla ve mantýða istinaden te'lif edilip, yalnýz o mârifet-i îmaniyenin bürhanlý ve aklî bir yolunu göstermiþler. Ve ehl-i hakikatýn yüzer kitaplarý keþfe, zevke istinaden o mârifet-i îmaniyeyi daha baþka bir cihette izhar etmiþler. Fakat, Kur'anýn mu'cizekâr cadde-i kübrâsý, gösterdiði hakaik-ý imaniye ve marifet-i kudsiye; o ulemâ ve evliyanýn pek çok fevkinde bir kuvvet ve yüksekliktedir. Ýþte Risale-i Nur bu câmi' ve küllî ve yüksek mârifet caddesini tefsir edip, bin senedenberi Kur'an aleyhine ve Ýslâmiyet ve insâniyet zararýna ve adem âlemleri hesabýna tahribatçý küllî cereyanlara karþý Kur'an ve îman namýna mukabele ediyor, müdafaa ediyor. Elbette hadsiz tahþidata ihtiyacý vardýr ki, o hadsiz düþmanlara karþý dayanýp ehl-i îmanýn îmanýný muhafazasýna Kur'an nuriyle vesile olsun. Hadîs-i Þerifte vardýr ki: Bir adam seninle îmana gelmesi, sana sahra dolusu kýrmýzý koyunlardan daha hayýrlýdýr. Bâzan bir saat tefekkür, bir sene ibadetten daha hayýrlý olur. Hattâ Nakþîlerin hafî zikre verdiði büyük ehemmiyet, bu nevi tefekküre yetiþmek içindir. Umum kardeþlerime birer birer selâm ve dua ediyoruz. ]¬5@«A²7!ö«x;ö]¬5@«A²7«! Kardeþiniz Said Nursî *** --- sh:»(ST:219) ------------------------------------------------------------------------------------------- [Risale-i Nurun has þâkirdlerinden ve ehemmiyetli eski muallimlerden ve îmaný kuvvetli olan büyük muallimleri temsîl eden Hasan Feyzi'nin Sikke-i Tasdîk-i Gaybî'den aldýðý bir ilhamla Risale-i Nur hakkýnda ve o nurun menba'ý ve esasý olan Nur-u Muhammedî (A.S.M.) ve hakikat-ý Kur'an ve sýrr-ý îman târifinde bu kasideyi yazmýþ:] ¬v[¬&ÅI7!ö¬w´W²&ÅI7!ö¬yÁV7!ö¬v²K¬"ö «–:h¬4@«U²7!ö«˜¬h«6ö²x«7«:ö¬˜¬*x9öÇv¬B8öyÁV7!«:ö²v¬Z¬;!«x²4«@¬"ö¬yÁV7!ö«*x9ö!Îx¬S²O[¬7ö«–:G Ahmed yaratýlmýþ o büyük Nur-u Ehadden Her zerrede nurdur, o ezelden hem ebedden. Bir nur ki odur hem yüce hem lâyetenâhi Ol Fahr-i cihan Hazret-i Mahbub-u Ýlâhî. Parlattý cihaný bu güzel Nur-u Muhammed (A.S.M.) Halkolmasa, olmaz idi bir zerre ve bir ferd. Ol nuru ânýn, her yeri her zerreyi sarmýþ Baþtan baþa her dem bu kesif zulmeti yarmýþ. Bir nur ki odur sâde ve hem lâyetezelzel Âri ve berî cümleden üstün ve mükemmel. Bir nur ki bütün zerrede o nümâyân, Bir nur ki verir kalblere hem aþk ile îman. Bir nur ki eðer olmasa ol nur hele bir an Baþtan baþa zulmette kalýr hem de bu ekvan. Bir nur ki deðil öyle muhat, hem dahi mahsur.. Bir nur ki eder kalbi de pürnur, çeþmi de pürnur. --- sh:»(ST:220) ------------------------------------------------------------------------------------------- Bir lem'adýr andan, þu büyük þems ve kamerler. Hep iþte o nurdan bu acâib koca âlem, Halk oldu o nurdan yine Cennetle Cehennem. Þek yok ki o nurdur okunan Hazret-i Kur'an... Ol nur-u ezel hem sebeb-i hilkat-i insan.. Herþey'e odur mebde' ve asýl ve esas hem, Ondan görünür nev'-i beþer böyle mükerrem. Bir zerre deðil, bahr-i muhit o bahr-i münirden, Hem nasýl beþer hiç kalýyor hepsi de birden. Þek yok ki cihan, katre-i nurundan o nurun, Þek yok ki bu can, zerre-i nurundan o nurun. Sönsün diye üflense, o derya gibi kaynar, Söndürmeðe hem kimde aceb zerre mecâl var. Söndürmeðe kalkmýþtý asýrlar dolu küffar Kahreyledi her hepsini ol Hazret-i Kahhâr. Hep sönmüþ asýrlar, yanýyor sönmeden ol Tarihe sorun, kimdir o nur, hem kim imiþ menfur. Alnýnda yanan Nur-u Muhammed'di Halîl'in Yetmezdi gücü, bakmaða her çeþm-i alîlin. Görseydi Resûlün o güzel nurunu, Nemrud Yakmazdý o dem, nârýný ol kâfir-i matrud. Bir sivrisinek öldürüyor o þâh-ý cihâný, (!) Atmýþtý Halîl'i âteþe, çünki o câni. Bir perde açýp söyledi Hak gizli kelâmdan, Ol âteþe bahseyledi hem berd u selâmdan. --- sh:»(ST:221) ------------------------------------------------------------------------------------------- "Dostum ve Resûlüm yüce Ýbrahimi ey nâr. At âdetini, yakma bugün, sen onu zinhar!" Bir gizli hitap geldi de ol dem yine Haktan Bir abd-i mükerrem dahi kurtuldu býçaktan Ol nurdan için Yûnusu hýfzeyledi ol hût, Ol nur ile kahreyledi hem kavmini ol Lût. Ol hüsn-ü cemâl eyledi âlemleri hayran Nerden onu bulmuþ, acaba Yûsuf u Ken'an. Hikmet nedir, ol derdlere sabreyledi Eyyûb, Hem sýrrý nedir, Yûsuf için aðladý Ya'kub. Öldükçe dirildikçe neden duymadý bir his, Ol namlý nebi, þanlý þehid Hazret-i Cercis. Hasretle neden aðladýlar Âdem ve Havvâ Kimdendi bu yýllarca süren koskoca dâvâ. Hem âh, neden terkedilip Ravza-i Cennet, Bir dâr-ý karar oldu neden âlem-i mihnet. Nur þehri olan Tûr'da o dem Hazret-i Mûsa Esrâr-ý kelâm hep çözülüp buldu tecellâ. Bir parça Zebûrdan okusa Hazret-i Dâvud, Baþlardý hemen sanki büyük mahþer-i mev'ud. Bilmem ki neden, yel ve sular hep onu dinler, Bilmem ki neden, hep iþiten âh! diye inler. Mahlûku bütün kendine râmetti Süleyman, Nerdendi bu kuvvet, ona kimdendi bu ferman. Yellerle uçan þanlý büyük taht-ý mukaddes Esrâr-ý ezelden o da duymuþ yine bir ses. --- sh:»(ST:222) ------------------------------------------------------------------------------------------- Ol hangi acib sýr ki, çýkar göklere Îsâ, Kimdir çekilen çarmýha, kimdir yine Yûda. Nûr derdi için tahtýný terkeyledi Edhem, Bir baþkasýnýn tahtý olur derdine merhem. Çok þahs-ý velî, nur ile hem etti kanâat, Çok þahs-ý denî, nur ile hem buldu kerâmet. Her hepsi de pervanesi, üftadesi nûrun, Her hepsi muamma, gücü yetmez bu þuûrun. Þak etti kamer, Fahr-i beþer, ol yüce Server, Her yerde ve her anda onun nûru muzaffer. Kur'andý kavli, nurdu yolu, ümmeti mutlu, Ümmet olanýn kalbi bütün nûr ile doldu. Çekmezdi keder, ol sözü cevher, özü kevser, Ol sûre-i Kevser dedi a'dâsýna "ebter!" Ol Þems-i Ezelden kaçýnan ol kuru baþlar Gayyâ-i Cehennemde bütün yakmýþ ateþler. Bitmiþti nefes, çýkmadý ses býktý da herkes Ol nûra varýp baþ eðerek hep dediler pes! Ýdrâki olan kafile ayrýldý Kureyþden.. Feyz almak için, doðmuþ olan þanlý güneþten. Ol kevser-i Ahmedden içip herbiri tas tas, Olmuþtu o gün sanki mücellâ birer elmas. Ol baþlara tâç, derde ilâç, mürþid-i âlem, Eylerdi nazar bunlara nûriyle demâdem.. Bunlardý o a'dâyý boðan bir alay arslan, Hak uðruna, nur uðruna olmuþ çoðu kurban. --- sh:»(ST:223) ------------------------------------------------------------------------------------------- Bunlardan o gün ehl-i nifak cümle kaçardý, Müþrik ise, ol aklý anýn kalmaz uçardý. Bunlardý o Peygamberin ashabý ve âli... Dünyada ve ukbâda da hem þanlarý âli. Tavsif ediyor bunlarý hep þöylece Kur'an: Sulh vakti koyun, kavgada kükrek birer arslan! Hep yüzleri pâk, sözleri hak, yollarý hakdý, Merkebleri yeller gibi Düldüldü, Burakdý. Bir cezbe-i "Yâ Hay!" ile seller gibi aktý, A'dâya varýp herbiri þimþek gibi çaktý. Bunlardý o gün halka-i tevhidi kuranlar, Bunlardý o gün baltalayýp küfrü kýranlar. Bunlardý mübarek yüce cem'iyyet-i þûra, Bunlardý o nurdan dizilen halka-i kübrâ. Bunlardý alan Suriye, Irak, ülke-i Kisrâ, Bunlarla ziyâdar o karanlýk koca sahrâ. Bunlardý veren hasta, alil gözlere bir fer, Bunlardý o tarihe geçen þanlý gazanfer. Her hepsi de bir zerre-i nûru o Habîbin, Her an görünür gözlere ondan nice yüzbin. Nûr altýna girmiþ bulunan türlü cemâat, Hem buldu beka, hem de bütün gördü adâlet. Derhal açýlýp gök yüzü hem parladý ol nurdan gelen Risale-in-Nur Hallâk-ý Rahîm eyledi mahlûkunu mesrûr. --- sh:»(ST:224) ------------------------------------------------------------------------------------------- Zulmet daðýlýp baþladý bir yepyeni gündüz, Bir neþ'e duyup sustu biraz aðlayan o göz. Bir dem bile düþmezken onun âhý dilinden, Kurtuldu, yazýk dertli beþer derdin elinden. Ol taze güneþ, ülkeye serptikçe ýþýklar, Hep þâd olacak, þevk bulacak kalbi kýrýklar. Her kalbe sürur, her göze nur doldu bu günden, Bir müjde verir sanki o bir þanlý düðünden, Arzeyleyelim ol yüce Allaha þükürler, Kalkar bu kahr, cehl u dalâl, þirk ve küfürler. Ol nûr-u hüdâ saldý ziya, kalbe safâ hem, Gösterdi beka, göçtü fenâ, buldu vefâ hem. Çýkmýþtý þakî, geldi nakî gördü adâvet, Eylerdi nefiy, oldu hafî nur-u hidâyet. Fýþkýrdý Risale-i Nur, ufuktan nur-u Risâlet Ol nur-u Risâlet verecek emn ü adâlet. Allaha þükür, kalkmada hep cümle karanlýk, Allaha þükür, dolmada hep kalbe ferahlýk. Allaha þükür, iþte bu gün perde açýldý, Âlemlere artýk yine bir neþ'e saçýldý. Artýk bu sönük canlara can üfledi cânan, Artýk bu gönül derdine ol eyledi derman. Bir fasl-ý bahar baþladý illerde bu günden, Bir sohbet-i gül baþladý dillerde bu günden. Benden bana ben gitmek için Risale-i Nur diye koþtum, Nur derdine düþtüm de denizler gibi coþtum. --- sh:»(ST:225) ------------------------------------------------------------------------------------------- Bir zerrecik olsun bulayým der de ararken Düþtüm yine derya gibi bir nura bugün ben. Verdim ona ben gönlümü baþtan baþa artýk. Mâþukum odur þimdi benim, ben ona âþýk. Ol nûr-u ezel hem kararan kalblere lâyýk. Ol nurdan alýr feyzini hem cümle halâyýk. Kahreyledi ol zulmeti Risale-i Nura akanlar, Nur kahrýna uðrar, ona hasmane bakanlar. Küfrün bütün alayý hücum etse de ey nur! Etmez seni dûr, kendi olur belki de makhur. Sensin yine hâzýr, yine sensin bize nâzýr Ey nûr-u Rahîm, ey ebedî bir cilve-i Kudret-i Fâtýr! Bir neþ'e duyurdun îmanla sýrr-ý ezelden Bir müjde getirdin bize ol namlý güzelden. Mâdemki içirdin bize ol âb-ý hayatdan Bir zerre kadar kalmadý havf þimdi mematdan. Hasret yaþadýk nuruna yýllarca bütün biz Mâsum ve alîl, türlü belâ çekti sebepsiz. Yýllarca akan, kan dolu göz yaþlarý dinsin, Zâlim yere batsýn, o zulüm bir yere sinsin. Yýllarca, asýrlarca bu nurun yine yansýn, Öksüz ve yetim, dul ve alîl hepsi de kansýn. Ey nur gülü, nur çehreni öpsem dudaðýndan, Kalb bahçesinin kalbine diksem budaðýndan. Her dem kokarak hem o güzel râyihasýndan Çýksam yine ben âlem-i fâni tasasýndan --- sh:»(ST:226) ------------------------------------------------------------------------------------------- Nur güllerin açsýn, yine miskler gibi tütsün, Sînemde bu can bülbülü tevhid ile ötsün. Sensin bize bir neþ'e veren ol gül-ü hâlis Sensin bize hem cümleden a'lâ, dahi muhlis Ey Nûr-u Risaletten gelen bir bürhan-ý Kur'an! Ey sýrr-ý Furkandan çýkan hüccet-i îman! Sendin bize matlub yine sendin bize mev'ud Sayende bugün herkes olur zinde ve mes'ud. Her an seni bekler ve sayýklardý bu dünya Hak kendini gösterdi bugün bitti o rü'yâ. Bin üçyüz senedir topraða dönmüþ nice milyar Mü'min ve muvahhid seni gözlerdi hep ey yâr! Her hepsi de senden yana söylerdi kelâmý Her hepsi de her an sana eylerdi selâmý. Nur çehreni açsan atarak perdeyi yüzden Söyler bana ruhum yine @®X[¬T« Vallah, ezelden bunu ben eyledim ezber: Risale-in Nurdur vallah o son müceddid-i ekber. Yüzlerce sened hem nice yüzlerce iþaret, Eyler bu mukaddes koca dâvaya þehadet.. En baþta gelen þâhid-i adl Hazret-i Kur'an Göstermiþ ayânen otuzüç yerde o bürhan. @®6¬*²G8ö@« Çok sýr ki, bilenler oluyor hep sana âgâh --- sh:»(ST:227) ------------------------------------------------------------------------------------------- ¬a²5«x²7!öÅ›¬*¬(@«5ö²w6 demiþ ol pîr-i muazzam Binlerce veli hem yine yapmýþ buna bin zam. Mu'cizdir o söz, hakdýr o öz görmedi her göz, Artýk bu muammalarý gel sen bize bir çöz. Altýncý Sözün aldý bütün fiil ve sýfâtý, Verdim de arýndým ona hem zat ve hayâtý. Müflis ve fakir bekliyordum þimdi kapýnda Tevhide eriþtir beni, gel vârýný sun da. Ben ben diye yazdýmsa da sensin yine ol ben, Hiçden ne çýkar, hem bana benlik yine senden. Afvet beni ey afvý büyük lûtfu büyük Risale-in Nûr! Bir dem bile hem eyleme senden beni yâ Rabbenâ mehcur! Nûr aþkýna, Hak aþkýna dost aþkýna ey nûr! Nûrunla ve sýrrýnla bugün kýl bizi mesrur. Ey Nûr-u Ezelden gelen Nûr-u Muhammed (A.S.M.) Ey sýrr-ý imandan gelen nur-u müebbed! Binlerce yetimin duyulan âhýný bir kes Sarsar o büyük arþý da Vallah bu çýkan ses. Vallah cemilsin yeter artýk bu celâlin! Göster bize ey Nûr-u Muhammed, bir kere cemâlin ! Dergâhýný aç, et bize ihsan yine ey nur-u Risâlet! Biz dertli kuluz, kýl bize derman, yine ey nûr-u hakikat! Emmâre olan nefsimizin emrine uyduk. Ver bizlere sen nur ile îkan yine ey Nûr-u Kur'an! Hýrs âteþi sönsün de gönül gülþene dönsün, Saç nurunu hem feyzini her an, yine ey nur-u îman ! Sen nûr-u Bedi', Nûr-u Rahimsin bize lûtfet, Hep isteðimiz aþk ile iman ey Nur-u Ýlâhi --- sh:»(ST:228) ------------------------------------------------------------------------------------------- Dînin çekilip, dev gibi saldýrmada vahþet, Rahmet bizi, garketmeye tûfan, yine ey Nûr-u Rahmânî! Pürnûra boyansýn bütün âfâk-ý cihânýn Her yerde okunsun da bu Kur'an, yine ey Nûr-u Sübhâni! Mahbûbuna uyduk, hepimiz ümmeti olduk, Aðlatma yeter, et bizi handân, yine Ey Nûr-u Rabbânî! Ol Ravza-i Pâk-i Ahmedi (A.S.M.) göster bize bir dem, Artýk olalým hep ona kurban, yine Ey Nûr-u Samedânî! Ýslâma zafer ver bizi kurtar, bizi güldür, A'dâmýzý et hâk ile yeksan yine ey Nûr-u Furkanî! Her belde-i Ýslâm ile, olsun bu yeþil yurd, Tâ haþre kadar cennet-i cânan yine ey Nûr-u îmânî! Ol Fahr-i Cihan, âl-i abâ hakký için hem yâ Rab! Hýfzet bizi âfât ve belâdan yâ Nûr-el Envâr, bihakký ismike-n-Nûr! y#@«6«h«"ö«:ö¬yÁV7!ö^«W²&«*ö«:ö²vU²[«V«2ö•«ŸÅ,7«! ˜¬G²W«E¬"öd±¬A«, Mübarek Üstadým Efendim! O büyük ve güzel has nurunun bu fakir ve bîçâre talebenize bu vâdide ve bu þekilde olan ihsan ve ikramatýný aynen huzur-u irfanýnýza sunuyor ve bu vesile ile mübarek ellerinizi ve dâmen-i pâkinizi bir daha öpmek þerefiyle müþerref oluyorum, kabûl buyurulmasýný Hazretinizden istirham ederim efendim. Aciz ve Biçare Talebeniz Hasan Feyzi «w[¬8´!ö¬}«=:I²T«W²7!ö«—ö¬}«"YB²U«W²7!ö¬u¬=@«,«*ö¬¿:I&ö¬…«G«Q¬"öyÁV7!öy«W¬&«* --- sh:»(ST:229) ------------------------------------------------------------------------------------------- Yirmisekizinci Mektub'dan Yedinci Mes'ele ¬v[¬&ÅI7!ö¬w´W²&ÅI7!ö¬yÁV7!ö¬v²K¬" «–xQ«W²D« Þu mes'ele "Yedi Ýþaret"tir. Evvelâ tahdis-i ni'met suretinde birkaç sýrr-ý inayeti izhar eden "Yedi Sebeb"i beyan ederiz. Birinci Sebep: Eski Harb-i Umumiden evvel ve evâilinde bir vâkýa-i sâdýkada görüyorum ki: Ararat Daðý denilen meþhur Aðrý Daðýnýn altýndayým. Birden o dað, müthiþ infilâk etti. Daðlar gibi parçalarý dünyanýn her tarafýna daðýttý. O dehþet içinde baktým ki merhum validem yanýmdadýr. Dedim: Ana korkma! Cenâb-ý Hakkýn emridir; O Rahîmdir ve Hakimdir. Birden o hâlette iken baktým ki mühim bir Zât bana âmirane diyor ki: Ý'câz-ý Kur'âný beyan et. Uyandým, anladým ki: Bir büyük infilak olacak. O infilâk ve inkýlâbdan sonra Kur'an etrafýndaki surlar kýrýlacak. Doðrudan doðruya Kur'an kendi kendini müdafaa edecek. Ve Kur'ana hücum edilecek; i'cazý, Onun çelik bir zýrhý olacak. Ve þu i'câzýn bir nev'i þu zamanda izharýna -haddimin fevkýnde olarak- benim gibi bir adam namzed olacak. Ve namzed olduðumu anladým. Mâdem Ý'caz-ý Kur'aný bir derece beyan, Sözlerle oldu. Elbette o i'cazýn hesabýna geçen ve onun reþehatý ve berekâtý nev'inden olan hizmetimizdeki inâyâtý izhar etmek, i'caza yardýmdýr ve izhar etmek gerektir. --- sh:»(ST:230) ------------------------------------------------------------------------------------------- Ýkinci Sebep: Mâdem Kur'an-ý Hakim mürþidimizdir, üstadýmýzdýr, imamýmýzdýr, herbir âdabda rehberimizdir; O, kendi kendini medhediyor. Biz de O'nun dersine ittibâan Onun tefsirini medhedeceðiz. Hem madem yazýlan Sözler onun bir nevi tefsiridir ve o risalelerdeki hakaik, Kur'anýn malýdýr ve hakikatlarýdýr. Ve madem Kur'an-ý Hakîm ekser surelerde, hususan ´h³7!ölarda, ³v´&ölerde kendi kendini kemal-i haþmetle gösteriyor, kemalâtýný söylüyor, lâyýk olduðu medhi kendi kendine ediyor. Elbette Sözlere in'ikâs etmiþ Kur'ân-ý Hakimin lemeât-ý i'caziyesinden ve o hizmetin makbûliyetine alâmet olan inâyât-ý Rabbaniyenin izharýna mükellefiz. Çünki o üstadýmýz öyle eder ve öyle ders verir. Üçüncü Sebep: Sözler hakkýnda tevâzu' suretinde demiyorum; belki bir hakikatý beyan etmek için derim ki: Sözlerdeki hakaik ve kemalât, benim deðil Kur'anýndýr ve Kur'andan tereþþuh etmiþtir. Hattâ Onuncu Söz, yüzer âyât-ý Kur'aniyeden süzülmüþ bâzý katarattýr. Sâir risaleler dahi umumen öyledir. Mâdem ben öyle biliyorum ve mâdem ben fâniyim, gideceðim; elbette bâki olacak birþey ve bir eser, benimle baðlanmamak gerektir ve baðlanmamalý. Ve madem ehl-i dalâlet ve tuðyan; iþlerine gelmiyen bir eseri eser sahibini çürütmekle eseri çürütmek âdetleridir, elbette Semâ-yý Kur'anýn yýldýzlariyle baðlanan risaleler, benim gibi çok itirazata ve tenkidata medar olabilen ve sukut edebilen çürük bir direk ile baðlanmamalý. Hem mâdem örf-i nâsda bir eserdeki mezâya o eserin masdarý ve menbaý zannettikleri müellifinin etvarýnda aranýlýyor ve bu örfe göre o hakaik-i âliyeyi ve o cevahir-i galiyeyi kendim gibi bir müflise ve onlarýn binde birini kendinde gösteremiyen þahsýma mâl etmek hakikata karþý büyük bir haksýzlýk olduðu için risaleler kendi malým deðil, Kur'anýn malý olarak, Kur'anýn reþahat-ý meziyyatýna mazhar olduklarýný izhar etmeye mecburum. Evet, lezzetli üzüm salkýmlarýnýn hâsiyetleri kuru çubuðunda aranýlmaz! Ýþte ben de öyle bir kuru çubuk hükmündeyim. Dördüncü Sebep: Bâzan tevâzu' küfran-ý ni'meti istilzam ediyor, belki küfran-ý ni'met olur. Bâzan da tahdis-i ni'met, --- sh:»(ST:231) ------------------------------------------------------------------------------------------- iftihar olur. Ýkisi de zarardýr. Bunun çâre-i yegânesi ne küfran-ý ni'met çýksýn, ne de iftihar olsun. Meziyyet ve kemalâtlarý ikrar edip fakat temellük etmiyerek, Mün'im-i Hakikinin eser-i in'âmý olarak göstermektir. Meselâ: Nasýlki murassa ve müzeyyen bir elbise-i fâhireyi biri sana giydirse ve onunla çok güzelleþsen, halk sana dese: "Mâþâallah çok güzelsin, çok güzelleþtin" Eðer sen tevâzu'kârane desen: "Hâþâ!.. Ben neyim hiç. Bu nedir; nerede güzellik?" O vakit küfran-ý ni'met olur ve hulleyi sana giydiren mâhir san'atkâra karþý hürmetsizlik olur. Eðer müftehirane desen: "Evet ben çok güzelim, benim gibi güzel nerede var, benim gibi birini gösteriniz..." O vakit maðrurane bir fahirdir. Ýþte, fahirden küfrandan kurtulmak için demeli ki: "Evet ben güzelleþtim, fakat güzellik libasýndýr ve dolayýsiyle libasý bana giydirenindir; benim deðildir." Ýþte bunun gibi ben de sesim yetiþse bütün küre-i arza baðýrarak derim ki: Sözler çok güzeldirler, hakikattýrlar; fakat benim deðiller; Kur'an-ý Kerim'in hakaikinden telemmu' etmiþ þualardýr. ¯GÅW«EW¬"ö]¬B«7@«T«8öa²&«G«8ö²w¬U´7ö«:ö]¬B«7@«T«W¬"ö!®GÅW«E8öa²&«G«8ö@«8ö«:ödüsturuyla derim ki: ¬–³~²hT²7@¬"ö]¬#@«W¬V«6öa²&«G«8ö²w¬U´7ö«:ö]¬#@«W¬V«U¬"ö«–³~²hT²7!öa²&«G«8ö@«8ö«:öyani: "Kur'anýn hakaik-i i'cazýný ben güzelleþtiremedim, güzel gösteremedim; belki Kur'anýn güzel hakikatlarý, benim tabiratlarýmý da güzelleþtirdi, ulvîleþtirdi." Madem böyledir; hakaik-i Kur'anýn güzelliði namýna, Sözler namýndaki âyinelerinin güzelliklerini ve o âyinedarlýða terettüb eden inayat-ý Ýlahiyeyi izhar etmek, makbul bir tahdis-i nimettir. Beþinci Sebep: Çok zaman evvel bir ehl-i velâyetten iþittim ki; o zât eski velilerin gaybî iþaretlerinden istihrac etmiþ ve kanaatý gelmiþ ki: "Þark tarafýndan bir nur zuhur edecek bid'alar zulümatýný daðýtacak." Ben böyle bir nurun zuhuruna çok intizar ettim ve ediyorum. Fakat çiçekler baharda gelir. Öyle ise o kudsi çiçeklere zemin hazýr etmek lâzým gelir. Ve anladýk --- sh:»(ST:232) ------------------------------------------------------------------------------------------- ki, bu hizmetimizle o nuranî zatlara zemin ihzar ediyoruz. Mâdem kendimize ait deðil elbette Sözler namýndaki nurlara ait olan inâyât-ý Ýlâhiyyeyi beyan etmekte medar-ý fahr ve gurur olamaz; belki medar-ý hamd ve þükür ve tahdis-i ni'met olur. Altýncý Sebep: Sözler'in te'lifi vasýtasýyle Kur'anî olan hizmetimize bir mükâfat-ý âcile ve bir vasýta-i teþvik olan inâyât-ý Rabbaniye, bir muvaffakýyettir. Muvaffakýyet ise izhar edilir. Muvaffakiyetten geçse; olsa olsa bir ikrâm-ý Ýlâhî olur. Ýkram-ý Ýlâhi ise, izharý bir þükr-ü mânevidir. Ondan dahi geçse; olsa olsa hiç ihtiyarýmýz karýþmadan bir keramet-i Kur'aniyye olur. Biz mazhar olmuþuz. Bu nevi' ihtiyarsýz ve habersiz gelen bir kerametin izharý zararsýzdýr. Eðer âdi kerâmâtýn fevkýna çýksa o vakit olsa olsa Kur'anýn i'caz-ý mânevisinin þu'leleri olur. Mâdem i'caz izhar edilir; elbette i'caza yardým edenin dahi izharý i'caz hesabýna geçer, hiç medar-ý fahr ve gurur olamaz; belki medar-ý hamd ve þükrandýr. Yedinci Sebep: Nev'i insanýn yüzde sekseni ehl-i tahkik deðildir ki, hakikata nüfuz etsin ve hakikatý hakikat tanýyýp kabûl etsin. Belki sûrete, hüsn-ü zanna binaen makbûl ve mûtemed insanlardan iþittikleri mesâili takliden kabûl ederler. Hattâ kuvvetli bir hakikatý zaif bir adamýn elinde zaif görür; ve kýymetsiz bir mes'eleyi, kýymetdar bir adamýn elinde görse kýymetdar telâkki eder. Ýþte ona binaen benim gibi zaif ve kýymetsiz bir biçârenin elindeki hakaik-ý imaniye ve Kur'aniyenin kýymetini ekser nâsýn nokta-i nazarýnda düþürmemek için bilmecburiye ilân ediyorum ki: Ýhtiyârýmýz ve haberimiz olmadan birisi bizi istihdam ediyor; biz bilmiyerek bizi mühim iþlerde çalýþtýrýyor. Delilimiz de þudur ki: Þuurumuz ve ihtiyarýmýzdan hariç bir kýsým inâyâta ve teshilâta mazhar oluyoruz. Öyle ise o inâyetleri baðýrarak ilân etmeye mecburuz. Ýþte geçmiþ "Yedi Esbab"a binaen külli birkaç inâyet-i Rabbaniyeye iþaret edeceðiz. Birinci Ýþâret: Yirmisekizinci Mektub'un Sekizinci Mes'elesinin Birinci Nüktesinde beyan edilmiþtir ki "tevâfukat"týr. Ezcümle: Mu'cizat-ý Ahmediye Mektubatýnda, Üçüncü Ýþaretinden tâ Onsekizinci Ýþâretine kadar altmýþ sahife; habersiz bilmiyerek --- sh:»(ST:233) ------------------------------------------------------------------------------------------- bir müstensihin nüshasýnda iki sahife müstesna olmak üzere mütebaki bütün sahifelerde -kemâl-i müvâzenetle- ikiyüzden ziyade "Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm" kelimeleri birbirine bakýyorlar. Kim insaf ile iki sahifeye dikkat etse, tesadüf olmadýðýný tasdik edecek. Halbuki tesadüf olsa olsa bir sahifede kesretli emsâl kelimeler bulunsa yarý yarýya tevafuk olur; ancak bir iki sahifede tamamen tevafuk edebilir. O halde böyle umum sahifelerde Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm kelimesi; iki olsun üç olsun dört olsun veya daha ziyade olsun, kemal-i mizan ile birbirinin yüzüne baksa; elbette tesadüfi olmasý mümkin deðildir. Hem sekiz ayrý ayrý müstensihin bazamadýðý bir tevâfukât; kuvvetli bir iþaret-i gaybiye içinde olduðunu gösterir. Nasýl ki ehl-i belâðatýn kitablarýnda belâðatýn derecatý bulunduðu halde; Kur'an-ý Hakimdeki belâðat derece-i i'caza çýkmýþ. Kimsenin haddi deðil ki ona yetiþsin. Öyle de: Mu'cizat-ý Ahmediyenin bir âyinesi olan Ondokuzuncu Mektup ve Mu'cizat-ý Kur'aniyenin bir tercümaný olan Yirmibeþinci Söz ve Kur'anýn bir nevi' tefsiri olan Risale-i Nur eczalarýnda tevafukat umum kitaplarýn fevkýnde bir derece-i garâbet gösteriyor. Ve ondan anlaþýlýyor ki: Mu'cizat-ý Kur'aniye ve Mu'cizat-ý Ahmediyenin bir nevi' kerametidir ki, o âyinelerde tecelli ve temessül ediyor. Ýkinci Ýþâret: Hizmet-i Kur'aniyeye ait inâyât-ý Rabbaniyenin ikincisi þudur ki: Cenâb-ý Hak, benim gibi kalemsiz yarým ümmi, diyar-ý gurbette kimsesiz ihtilâttan men'edilmiþ bir tarzda kuvvetli ciddi, samimi, gayyûr, fedakâr ve kalemleri birer elmas kýlýnç olan kardeþleri bana muavin ihsan etti. Zaif ve âciz omuzuma çok aðýr gelen Vazife-i Kur'aniyeyi, o kuvvetli omuzlara bindirdi. Kemal-i kereminden yükümü hafifleþtirdi. O mübarek cemaat ise; Hulûsinin tâbiriyle -telsiz telgrafýn ahizeleri hükmünde ve- Sabrinin tâbiriyle -nur fabrikasýnýn elektriklerini yetiþtiren makineler hükmünde ayrý ayrý meziyetleri ve kýymetdar muhtelif hâsiyetleriyle beraber,- yine Sabri'nin tâbiriyle - bir tevafukat-ý gaybiye nev'inden olarak þevk ve sa'y ü gayret ve ciddiyette birbirine benzer bir surette esrâr-ý Kur'aniyeyi ve envar-ý îmaniyeyi etrafa neþretmeleri ve her yere de eriþtirmeleri ve þu zamanda (yâni hurufat deðiþmiþ matbaa yok herkes envar-ý imaniyeye muhtaç olduðu bir zamanda) hem fütur verecek ve þevki kýracak çok esbab varken bunlarýn fütursuz kemal-i þevk ve gayretle bu hizmetleri --- sh:»(ST:234) ------------------------------------------------------------------------------------------- doðrudan doðruya bir keramet-i Kur'aniye ve zâhir bir inâyet-i Ýlâhiyyedir. Evet, velâyetin kerameti olduðu gibi, niyet-i hâlisenin dahi kerameti vardýr. Samimiyetin dahi kerameti vardýr. Bâhusus LÝLLÂH için olan bir uhuvvet dairesindeki kardeþlerin içinde; ciddi, samimi tesanüdün çok kerametleri olabilir. Hattâ þöyle bir cemaatin þahs-ý mânevisi bir veliyy-i kâmil hükmüne geçebilir; inâyata mazhar olur. Ýþte ey kardeþlerim ve ey hizmet-i Kur'anda arkadaþlarým! Bir kal'ayý fetheden bir bölüðün çavuþuna bütün þerefi ve bütün ganimeti vermek nasýl zulümdür, bir hatâdýr; öyle de: Þahs-ý mânevinizin kuvvetiyle ve kalemleriniz ile hâsýl olan fütuhattaki inâyâtý benim gibi bir biçâreye veremezsiniz!.. Elbette böyle mübarek bir cemaatte tevâfukat-ý gaybiyeden daha ziyade kuvvetli bir iþaret-i gaybiye var ve ben görüyorum; fakat herkese ve umuma gösteremiyorum. Üçüncü Ýþâret: Risale-i Nur eczalarý bütün mühim hakaik-ý imaniye ve Kur'aniyeyi hattâ en muannide karþý dahi parlak bir surette isbatý çok kuvvetli bir iþaret-i gaybiye ve bir inayet-i Ýlahiyedir. Çünki: Hakaik-i imaniye ve Kur'aniye içinde öyleleri var ki; en büyük bir dâhi telâkki edilen Ýbn-i Sina; fehminde aczini itiraf etmiþ "Akýl buna yol bulamaz...." demiþ. Onuncu Söz Risalesi o zâtýn dehâsiyle yetiþemediði hakaiký; avamlara da çocuklara da bildiriyor. Hem meselâ: Sýrr-ý Kader ve cüz'-i ihtiyarinin halli için, koca Sa'd-ý Teftazani gibi bir allâme, kýrk elli sahifede - meþhur Mukaddemat-ý Ýsnâ Aþer nâmiyle Telvih nam kitabýnda - ancak hallettiði ve ancak havâssa bildirdiði ayný mesâili Kadere dâir olan Yirmialtýncý Sözde Ýkinci Mebhasýn ikinci sahifesinde tamamiyle hem herkese bildirecek bir tarzda beyaný eser-i inâyet olmazsa nedir? Hem bütün ukûlü hayrette býrakan ve hiçbir felsefenin eliyle keþfedilmemiþ ve sýrr-ý hilkat-i âlem ve týlsým-ý kâinat denilen ve Kur'an-ý Azimüþþanýn i'caziyle keþfedilen o týlsým-ý müþkil-küþâ ve o muamma-yý hayret-nümâ, Yirmidördüncü Mektup ve Yirmidokuzuncu Söz'ün âhirindeki remizli nüktede ve Otuzuncu Söz'ün tahavvülât-ý zerrâtýn altý adet hikmetinde keþfedilmiþtir. Kâinattaki --- sh:»(ST:235) ------------------------------------------------------------------------------------------- faaliyet-i hayretnümânýn týlsýmýný ve hilkat-i kâinatýn ve âkýbetinin muammasýný ve tahavvülât-ý zerrâtdaki harekâtýn sýrr-ý hikmetini keþf ve beyan etmiþlerdir; meydandadýr, bakýlabilir. Hem sýrr-ý Ehadiyet ile þeriksiz Vahdet-i Rububiyeti; hem nihayetsiz kurbiyet-i Ýlâhiyye ile nihayetsiz bu'diyetimiz olan hayretengiz hakikatlarý kemal-i vuzuh ile Onaltýncý Söz ve Otuzikinci Söz beyan ettikleri gibi; kudret-i Ýlâhiyyeye nisbeten zerrat ve seyyârat müsavi olduðunu; ve haþr-i a'zamda umum zîruhun ihyasý bir nefsin ihyasý kadar o Kudrete kolay olduðunu ve þirkin hilkat-ý kâinatta müdahalesi imtina derecesinde akýldan uzak olduðunu kemal-i vuzuh ile gösteren Yirminci Mektubdaki °h Hem hakaik-ý imaniye ve Kur'aniyede öyle bir geniþlik var ki en büyük zekâ-i beþeri ihâta edemediði halde; benim gibi zihni müþevveþ vaziyeti periþan müracaat edilecek kitap yokken sýkýntýlý ve sür'atle yazan bir adamda o hakaikýn ekseriyet-i mutlakasý dekaikýyle zuhuru; doðrudan doðruya Kur'an-ý Hakimin i'caz-ý mânevisinin eseri ve inâyet-i Rabbaniyenin bir cilvesi ve kuvvetli bir iþaret-i gaybiyedir. Dördüncü Ýþâret: Elli-altmýþ risaleler - þimdi yüzotuzdur - öyle bir tarzda ihsan edilmiþ ki; deðil benim gibi az düþünen ve zuhurata tebaiyyet eden ve tedkika vakit bulamýyan bir insanýn; belki büyük zekâlardan mürekkep bir ehl-i tedkikýn sa'y ve gayretiyle yapýlmýyan bir tarzda te'lifleri, doðrudan doðruya bir eser-i inayet olduklarýný gösteriyor. Çünki: Bütün bu risalelerde bütün derin hakaik temsilât vasýtasiyle en âmi ve ümmi olanlara kadar ders veriliyor. Halbuki o hakaikýn çoðunu büyük âlimler "Tefhim edilmez" deyip; deðil avâma belki havassa da bildiremiyorlar. Ýþte en uzak hakikatlarý en yakýn bir tarzda en âmi bir adama ders verecek derecede; benim gibi türkçesi az ve sözleri muðlak, çoðu anlaþýlmaz ve bâzan kýsaca mücmel yazdýðýndan zâhir hakikatlarý dahi müþkilleþtiriyor diye eskidenberi iþtihar bulmuþ ve --- sh:»(ST:236) ------------------------------------------------------------------------------------------- eski eserleri kýsmen o su'-i iþtiharý tasdik etmiþ bir þahsýn elinde bu hârika teshilât ve suhulet-i beyan; elbette bilâþüphe bir eser-i inâyettir ve onun hüneri olamaz ve Kur'an-ý Kerimin i'caz-ý mânevisinin bir cilvesidir ve temsilât-ý Kur'aniyenin bir temessülüdür ve in'ikâsýdýr. Beþinci Ýþâret: Risaleler umumiyetle pek çok intiþar ettiði halde, en büyük âlimden tut, tâ en âmi adama kadar ve ehl-i kalb büyük bir veliden tut, tâ en muannid dinsiz bir feylesofa kadar olan tabakat-ý nâs ve tâifeler o risaleleri gördükleri ve okuduklarý ve bir kýsmý tokatlarýný yedikleri halde tenkid edilmemesi; ve her taife derecesine göre istifade etmesi, doðrudan doðruya bir eser-i inâyet-i Rabbaniye ve bir keramet-i Kur'aniye olduðu gibi, çok tedkikat ve taharriyatýn neticesiyle ancak husûl bulan o çeþit risaleler, fevkalâde bir sür'atle, hem idrâkimi ve fikrimi müþevveþ eden sýkýntýlý inkýbaz vakitlerinde yazýlmasý dahi, bir eser-i inâyet ve bir ikrâm-ý Rabbânîdir. Evet, ekser kardeþlerim ve yanýmdaki umum arkadaþlarým ve müstensihler biliyorlar ki: Ondokuzuncu Mektubun beþ parçasý; birkaç gün zarfýnda, her gün iki-üç saatte ve mecmuu oniki saatte hiçbir kitaba müracaat edilmeden yazýlmasý.. hattâ en mühim bir parça ve o parçada lâfz-ý Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm kelimesinde zâhir bir hâtem-i Nübüvveti gösteren Dördüncü cüz; üç-dört saatte, daðda yaðmur altýnda ezber yazýlmýþ... ve Otuzuncu Söz gibi mühim ve dakik bir risale, altý saat içinde bir baðda yazýlmýþ. Ve Yirmisekizinci Söz, Süleyman'ýn bahçesinde bir nihayet iki saat içinde yazýlmasý gibi, ekser risaleler böyle olmasý.. ve eskidenberi sýkýntýlý ve münkabýz olduðum zaman, en zâhir hakikatlarý dahi beyan edemediðimi belki bilemediðimi yakýn dostlarým biliyorlar. Hususan o sýkýntýya hastalýk da ilâve edilse; daha ziyade beni dersten, te'liften men'etmekle beraber.. en mühim Sözler ve risaleler, en sýkýntýlý ve hastalýklý zamanýmda, en sür'atli bir tarzda yazýlmasý; doðrudan doðruya bir inâyet-i Ýlâhiyye ve bir ikram-ý Rabbânî ve bir keramet-i Kur'aniye olmazsa nedir? Hem hangi kitap olursa olsun (böyle hakaik-ý Ýlâhiyyeden ve îmaniyeden bahsetmiþ ise) -alâ külli hal- bir kýsým mesâili, bir kýsým insanlara zarar verir; ve zarar verdikleri için, her mes'ele --- sh:»(ST:237) ------------------------------------------------------------------------------------------- herkese neþredilmemiþ. Halbuki þu risaleler ise; þimdiye kadar hiç kimsede, -çoklardan sorduðum halde- sû-i te'sir ve aksül'amel ve tahdiþ-i ezhan gibi bir zarar vermedikleri, doðrudan doðruya bir iþâret-i gaybiye ve bir inâyet-i Rabbaniye olduðu bizce muhakkaktýr. Altýncý Ýþâret: Þimdi bence kat'iyyet peyda etmiþtir ki; ekser hayatým, ihtiyar ve iktidarýmýn þuur ve tedbirimin haricinde öyle bir tarzda geçmiþ ve öyle garib bir surette ona cereyan verilmiþ; tâ Kur'an-ý Hakîme hizmet edecek olan bu nevi' risaleleri netice versin. Âdeta bütün hayat-ý ilmiyyem, mukaddemât-ý ihzâriye hükmüne geçmiþ. Ve Sözler ile Ý'caz-ý Kur'anýn izharý, onun neticesi olacak bir surette olmuþtur. Hattâ þu yedi sene nefyimde ve gurbetimde ve sebepsiz ve arzumun hilâfýnda tecerrüdüm ve meþrebime muhalif yalnýz bir köyde imrar-ý hayat etmekliðim ve eskidenberi ülfet ettiðim hayat-ý içtimaiyenin çok rabýtalarýndan ve kaidelerinden nefret edip terketmekliðim; doðrudan doðruya bu hizmet-i Kur'aniyeyi hâlis, sâfi bir surette yaptýrmak için bu vaziyet verildiðine þüphem kalmamýþtýr. Hattâ çok def'a bana verilen sýkýntý ve zulmen bana karþý olan tazyikat perdesi altýnda, bir dest-i inâyet tarafýndan, merhametkârane Kur'anýn esrarýna hasr-ý fikr ettirmek ve nazarý daðýtmamak için yapýlmýþtýr kanaatindeyim. Hattâ eskide mütalâaya çok müþtak olduðum halde; bütün bütün sair kitaplarýn mütalâasýndan bir men' bir mücanebet ruhuma verilmiþti. Böyle gurbette medar-ý teselli ve ünsiyet olan mütalâayý bana terkettiren, -anladým ki- doðrudan doðruya âyât-ý Kur'aniyenin üstad-ý mutlak olmalarý içindir. Hem yazýlan eserler, risaleler; -ekseriyet-i mutlakasý- hariçten hiçbir sebep gelmiyerek, ruhumdan tevellüd eden bir hâcete binaen, âni ve def'î olarak ihsan edilmiþ. Sonra bâzý dostlarýma gösterdiðim vakit demiþler: "Þu zamanýn yaralarýna devadýr." Ýntiþar ettikten sonra ekser kardeþlerimden anladým ki, tam þu zamandaki ihtiyaca muvafýk ve derde lâyýk bir ilâç hükmüne geçiyor. Ýþte ihtiyar ve þuurumun dairesi haricinde, mezkûr hâletler ve sergüzeþt-i hayatým ve ulûmlarýn enva'larýndaki hilâf-ý âdet ve ihtiyarsýz tetebbuatým; böyle bir netice-i kudsiyeye müncer olmak için, kuvvetli bir inâyet-i Ýlâhiye ve bir ikram-ý Rabbânî olduðuna bende þüphe býrakmamýþtýr. --- sh:»(ST:238) ------------------------------------------------------------------------------------------- Yedinci Ýþâret: Bu hizmetimiz zamanýnda, beþ-altý sene zarfýnda, bilâmübalâða yüz eser-i ikram-ý Ýlâhî ve inâyet-i Rabbaniye ve keramet-i Kur'aniyeyi gözümüzle gördük. Bir kýsmýný, Onaltýncý Mektupta iþâret ettik; bir kýsmýný, Yirmialtýncý Mektubun Dördüncü Mebhasýnýn mesâil-i müteferrikasýnda; bir kýsmýný, Yirmisekizinci Mektubun Üçüncü Mes'elesinde beyan ettik. Benim yakýn arkadaþlarým bunu biliyorlar. Dâimî arkadaþým Barlalý Süleyman Efendi çoklarýný biliyor. Hususan, Sözlerin ve risalelerin neþrinde ve tashihatýnda ve yerlerine yerleþtirmekte ve tesvid ve tebyîzinde, fevkal-me'mûl kerametkârâne bir teshilâta mazhar oluyoruz. Keramet-i Kur'aniye olduðuna þüphemiz kalmýyor. Bunun misalleri yüzlerdir. Hem maiþet hususunda o kadar þefkatle besleniyoruz ki; en küçük bir arzu-yu kalbimizi, bizi istihdam eden sâhib-i inâyet tatmin etmek için fevkalme'mûl bir surette ihsan ediyor. Ve hâkezâ... Ýþte bu hal gayet kuvvetli bir iþâret-i gaybiyedir ki, biz istihdam olunuyoruz. Hem rýza dairesinde, hem inâyet altýnda bize hizmet-i Kur'aniye yaptýrýlýyor. ]±¬"«*ö¬u²N«4ö²w¬8ö!«H´;ö¬yÁV¬7öG²W«E²7«! v[¬U«E²7!öv[¬V«Q²7!ö«a²9«!ö«tÅ9¬!ö@«X«B²WÅV«2ö@«8öŬ!ö@«X«7ö«v²V¬2ö«ö«t«9@«E²A, ®š!«(«!ö¬y±¬T«E¬7ö«:ö®š@«/¬*ö«t«7ö–xU«#ö®?«Ÿ«.ö¯GÅW«E8ö@«9¬G±¬[«,ö]«V«2ö±¬u«.öÅvZÁV7«! «w[¬8³~ö!®h[¬C«6ö@®W[¬V²,«#ö²v±¬V«,ö«:ö¬y¬A²E«.ö«:ö¬y¬7³~ö]«V«2ö«:ö ö«t¬B« «w[¬8´!ö«w[¬8´!ö«w[¬8´!ö«t¬9@«5²I4ö¬€@«8!«I«6«: --- sh:»(ST:239) ------------------------------------------------------------------------------------------- MAHREM BÝR SUALE CEVAPTIR Þu sýrr-ý inâyet; eskiden mahremce yazýlmýþ, Ondördüncü Söz'ün âhirine ilhak edilmiþti. Her nasýlsa ekser müstensihler unutup yazmamýþlardý. Demek münasip ve lâyýk mevkii burasý imiþ ki, gizli kalmýþ. Benden sual ediyorsun : "Neden senin Kur'andan yazdýðýn Sözlerde öyle bir kuvvet, bir te'sir var ki, müfessirlerin ve âriflerin sözlerinde nâdiren bulunur. Bâzan bir satýrda, bir sahife kadar kuvvet var; bir sahifede, bir kitap kadar te'sir bulunuyor?.." Elcevap : Güzel bir cevaptýr. Þeref i'caz-ý Kur'âna ait olduðundan ve bana ait olmadýðýndan, bilâ-perva derim: "Ekseriyet îtibariyle öyledir." Çünkü : Yazýlan Sözler tasavvur deðil tasdiktir; teslim deðil, îmandýr; mârifet deðil, þehadettir, þuhuddur; taklid deðil tahkikdir; iltizam deðil, iz'andýr; tasavvuf deðil hakikattýr; dâva deðil, dâva içinde bürhandýr. Þu sýrrýn hikmeti budur ki: Eski zamanda esâsât-ý îmaniye mahfuzdu, teslim kavî idi. Teferruatta âriflerin mârifetleri delilsiz de olsa beyanatlarý makbûl idi, kâfi idi. Fakat þu zamanda dalâlet-i fenniye elini esâsâta ve erkâna uzatmýþ olduðundan, her derde lâyýk devayý ihsan eden Hakîm-i Rahîm olan Zât-ý Zülcelâl, Kur'an-ý Kerîmin en parlak mazhar-ý i'cazýndan olan temsilâtýndan bir þu'lesini; acz ve zaafýma, fakr ve ihtiyacýma merhameten hizmet-i Kur'ana ait yazýlarýma ihsan etti. Felillâhilhamd, sýrr-ý temsil dürbünüyle, en uzak hakikatlar gayet yakýn gösterildi. Hem sýrr-ý temsil cihetülvahdetiyle, en daðýnýk mes'eleler toplattýrýldý. Hem sýrr-ý temsil merdiveniyle, en yüksek hakaika kolaylýkla yetiþtirildi. Hem sýrr-ý temsil penceresiyle; hakaik-ý gaybiyeye, esâsât-ý Ýslâmiyeye þuhuda yakýn bir yakîn-i îmanî hâsýl oldu. Akýl ile beraber vehim ve hayâl, hattâ nefs ve hevâ teslime mecbur olduðu gibi, þeytan dahi teslim-i silâha mecbur oldu. Elhâsýl: Yazýlarýmda ne kadar güzellik ve te'sir bulunsa, ancak temsilât-ý Kur'aniyenin lemeâtýndandýr. Benim hissem, yalnýz þiddet-i ihtiyacýmla talebdir ve gayet aczimle tazarruumdur. Derd benimdir, devâ Kur'anýndýr. Said Nursî * * * --- sh:»(ST:240) ------------------------------------------------------------------------------------------- ¬˜¬G²W«E¬"öd±¬A«K @®W¬=!«(ö!®G«"«!öy#@«6«h«"ö«:ö¬yÁV7!ö^«W²&«*ö«:ö²vU²[«V«2ö•«ŸÅK7«! Aziz Sýddýk Kardeþlerim! Evvelâ geçen mübarek Leyle-i Berâtýnýzý ve gelecek ramazan-ý þerifinizi tebrik ederiz. Bu sene, Berat Gecesini, Nurcular hakkýnda çok bereketli ve kerametli olduðuna bir emaresini hayretle gördük. Þöyle ki: Ben, Berat gecesinden az evvel "Asâ-yý Mûsa" tashihiyle meþgul iken, bir güvercin pencereye geldi, bana baktý. Ben dedim: "Müjde mi getirdin?" Ýçeriye girdi. Güya eskiden dost idik gibi hiç ürkmedi, "Asâ-yý Mûsa" üstüne çýktý, üç saat oturdu. Ekmek, pirinç verdim; yemedi. Tâ akþama kaldý, sonra gitti. Tekrar geldi. Tâ sabaha kadar yanýmda kaldý. Ben yatarken baþýma geldi, Allah'a ýsmarladýk nev'inden baþýmý okþadý, sonra uçtu, gitti. Ýkinci gün ben teessüf ederken yine geldi, bir gece daha kaldý. Demek bu mübarek kuþ, hem Asâ-yý Mûsa, hem Berâtýmýzý tebrik etmek istedi. Said Nursî * * * y«9@«E²A,ö¬y¬W²,@¬" @®W¬=!«(ö!®G«"«!öy#@«6«h«"ö«:ö¬yÁV7!ö^«W²&«*ö«:ö²vU²[«V«2ö•«ŸÅ,7«! Evvelâ: Þimdi tam tahakkuk etti ki; zelzele, Risale-in Nur ile alâkadardýr. Husrev'in müdafaatýmda yazýlan dört zelzele mes'elesini tasdik eden bu geceki þiddetli dört def'a zelzele, bana ve Nurlara ve bu memlekete kat'î bir su'-i kasd eseri olarak hükûmet içerisinde hizmetçime baðýrarak bana tahkirkârane ihanet ve þetmedip "Git ona söyle!" diyen ve kaymakamýn emr-i cebrî ile "Hasta da olsa buraya getiriniz!" Bekçilere ve jandarmalara emir veren ve Afyonun perde altýndaki büyük me'mura dayanan Emirdað zabýtasý, hem Nur þâkirdlerinin þevklerine, hem Nurlarýn burada yazýlmasýna, hem bana ehemmiyetli sýkýntý vermesi, ayný vakitte böyle burada görülmiyen bu þiddetli zelzelenin gelmesi gösteriyor ki; Risale-i Nur, bir vesile-i def'-i belâdýr.. tatile uðradýkça belâ fýrsat bulup gelir. Said Nursî --- sh:»(ST:241) ------------------------------------------------------------------------------------------- Zekâi'nin bir manzumesi Bu Nur eser, tefsîridir o semavî kitabýn, Ýlân eder hakikatý, emr-i hakký bildirir. Ýsyanlara, zulümlere mâruz olan cihanýn Bu asýrda göz yaþýný, nur saçarak dindirir. Bu eserdir muzdarib gönüllere teselli, Bu kararsýz âlemin her buhranýnda nur saçar. Bu eserdir her zulmette selâmet rehberi, Ehl-i îman bu sâyede bu eserle hür yaþar. Mâsumlara bir öðüddür, gençlerin de rehberi, Her mazluma "Aðlama" der, "güleceksin yarýn sen!" Tesellisi çok yücedir, ibretlidir dersleri, Beli bükük ihtiyara müjde verir derinden. Bu Nur eser, her bilginin, her mü'minin sertâcý, Derdlilerin dermanýdýr, her münkiri tokatlar. Þirklerin hem hedimidir, hem her kaygý ilâcý, Zýndýk zâlim iliþirse baþýna volkan patlar. Bu eserdir insanlarý dehþetlerden dûr eden, Kudret eli hâmisidir, hayret-efza hükmü var. Muannidler teslim olur, hükmüne maðrur iken, Her serseri feylesofu meftun eden nuru var. Ey güç yetmez, dehþet veren hâletlerden aðlayan, Fânilere aldanarak kýrýldýkça baðýrma. Ey zâilden, âcizlerden meded umup baðlanan, Gir bu Nûrun âlemine, fânileri çaðýrma. Ayýl artýk, gaflet sarhoþluðundan durma uyan, Hevesatýn bir ejderhadýr kalbini kemirecek. Yarýn mes'ud olacaktýr yoklukta Hakký bulan, Nûra ver nakd-i ömrü, yarýn sana verilecek, Huzûruna uhrâda ihtiþamlar serilecek... Risale-i Nûrun Kusurlu Hâdimi Z e k â i --- sh:»(ST:242) ------------------------------------------------------------------------------------------- ¬v[¬&ÅI7!ö¬w´W²&ÅI7!ö¬yÁV7!ö¬v²K¬"ö «w[¬W«7@«Q²V¬7öÈ}«W²&«*öŬ!ö«¾@«X²V«,²*«!ö@«8«: [Âyetinin veraset-i Ahmediye (A.S.M.) cihetinde mâna-yý iþârî noktasýnda bu asýrda o Rahmet-en-lil'âleminin bir âyinesi ve hakikat-ý Kur'aniyenin bir hakikî tefsiri olan Risale-i Nur, o küllî rahmetin bir cilvesi, bir nümunesi olmasýndan; hakikat-ý Muhammediyenin (A.S.M.) bir kýsým evsafýný, mâna-yý mecâzî ile cüz'î bir varisine verilebilir diye bu parlak kasideye iliþmedim. Yalnýz hakikat-ý Ahmediye (A.S.M.) ile âyinesinin farkýna iþareten bâzý kelimeler ilâve edildi.] Said Nursî Huzur bulur bu gün seninle âlem Ey bu asýrda rahmet-i âlem Risalet-ün-Nur. Sürur bulur bugün seninle âdem Ey bir rahmet-i âlem Risalet-ün-Nur! Bu hasta gönüller çoktan periþan, Varsa sende eðer Lokman'dan niþan, Bir þifa sun, gel ey mahbub-u zîþan Ey cilve-i rahmet-i âlem Risalet-ün-Nur! Gelmez mi sonu bu uzun hecenin, Geçmez mi gamý bu yaslý gecenin, Zâri arttý, sabrý bitti nicenin Ey cilve-i rahmet-i âlem Risalet-ün-Nur! Fahr-i âlem arþdan bu yere indi, Þâh-ý velâyet gelip düldüle bindi, Zülfikara bugün artýk "Nur" dendi Ey bu zamanda rahmet-i âlem Risalet-ün-Nur! --- sh:»(ST:243) ------------------------------------------------------------------------------------------- Yolumuz, bu Nurun bu nurlu yolu, Olduk hepimiz O Nûrun bir kulu, Nur yolunda yürüyen hem ne mutlu Ey nümune-i rahmet-i âlem Risalet-ün-Nur! Nurs'un nur çýkan nurlu daðýnda, Bülbül öter bahçesinde baðýnda, Tozu olsak onun pâk ayaðýnda Ey rahmet-i âlem cilvesi Risalet-ün-Nur! Dertlere dermansýn, mahbub-u cansýn, Hem câmi-ül-Esma vel'Kur'ansýn Hem de nur-u Hakdan bize ihsansýn Ey bir rahmet-i âlem Risalet-ün-Nur! Bu âlemde madde deðil bir özsün, Her zerreden bakan bütün bir gözsün; Kâinatý hayran eden bütün bir yüzsün Ey misâl-i rahmet-i âlem Risalet-ün-Nur! Asl-ý evvelisin balýn, þekerin, Deryasýsýn cümle ilmin, hünerin, Gelmedi, cihana böyle eser benzerin Ey mir'ât-ý rahmet-i âlem Risalet-ün-Nur! Sen, aylardan, güneþlerden üstünsün, Nihayetsiz, sonu gelmez bütünsün, Nur cemâlin bütün bütün görünsün Ey mazhar-ý rahmet-i âlem Risalet-ün-Nur! Boyun büküp acý acý melerdik, Göz yaþýný kanlar ile silerdik, Görsek diye seni Hakdan dilerdik Ey bir temsil-i rahmet-i âlem Risalet-ün-Nur! Çünki sensin, bu asýrda Rahmet-en-lil'âlemînin cilvesi Çünki sensin þimdi Þefi'-ül-Müznibîn'in vârisi, Agisna ya gýyas-el-müstagîsîn bir duasý Ey þu'le-i rahmet-i âlem Risalet-ün-Nur! --- sh:»(ST:244) ------------------------------------------------------------------------------------------- Þifa bulsun þimdi biraz yaramýz, Revaç bulsun, geçmez olan paramýz, Saç nurunu, aka dönsün karamýz Ey ziyâ-yý rahmet-i âlem Risalet-ün-Nur! Cürmümüzle külhan gibi pürnârýz, Derd elinden hem her gün zâr u zârýz, Afvet bizi mâdem sana hep yârýz Ey nur-u rahmet-i âlem Risalet-ün-Nur! Meylimiz yok yalancý bir dünyaya, Son verdik biz bid'alara, riyaya, Kapýlmayýz öyle kuru hülyaya, Ey bir hakikat-ý rahmet-i âlem Risalet-ün-Nur! ' Yok bizde cemiyet kurma hülyasý, Yok baþka bir yola gitme sevdasý, Olduk ancak nurun dertli þeydasý Ey dertlilere rahmet-i âlem Risalet-ün-Nur! Yollarda býraktýk geçtik derviþi, Attýk gönüllerden öyle teþviþi, Kâfi bu parlayan nurun güneþi Ey ma'kes-i rahmet-i âlem Risalet-ün-Nur! Geçmiþiz hep medihlerden senadan, Yüz çevirdik servetlerden gýnadan, Nur isteriz geçmeden bu fenadan Ey bu asýrda rahmet-i âlem Risalet-ün-Nur! Nur elinden içeli biz þarabý, Çevirmiþiz tatlýlýða azâbý, Bir mahbûbun biz de olduk türâbý Ey bize rahmet-i âlem Risalet-ün-Nur! Âþýklarýn arþa çýkan feryâdý, Aðlatýyor o pâk ruhlu ecdâdý. Allah için eyle bize imdâdý Ey muhtaçlara rahmet-i âlem Risalet-ün-Nur! --- sh:»(ST:245) ------------------------------------------------------------------------------------------- Gökler saldý belâ, yer verdi belâ, Sarsdý âfâký bir acý vâveylâ, Rahmet et âleme ey Nur-u Mevlâ Ey cilve-i rahmet-i âlem Risalet-ün-Nur! Bir yanda sel var, bir yanda kan akar, Bu belâ âteþi âlemi yakar, Aðlayan bu beþer hep sana bakar Ey nümune-i rahmet-i âlem Risalet-ün-Nur! Çevrildi âteþle bu koca dünya, Bir Cehennem gibi kaynadý derya, Yetiþ imdada ey þâh-ý evliya! Ey bu zamanda rahmet-i âlem Risalet-ün-Nur! Her yangýný senin nurun söndürür, Her bir yeri bir gülþene senin nurun döndürür, Deccâlý da bir gün gelir elbette öldürür Ey nur-u rahmet-i âlem Risalet-ün-Nur! Zýndýkaya küfre karþý saldýrdýn, Gönüllerden kederleri kaldýrdýn, Bizi nurun deryasýna daldýrdýn Ey bîçârelere rahmet-i âlem Risalet-ün-Nur! Kaldýramaz sana asla kimse el, Baðlýyoruz bizler sana candan bel, Dünyalara sensin ümid ve emel Ey ziya-yý rahmet-i âlem Risalet-ün-Nur! Sen ordu kurmazsýn erle uþakla, Savaþmazsýn öyle topla býçakla.. Nurunla þu asrý tutup kucakla Ey þimdi rahmet-i âlem Risalet-ün-Nur! Bitsin de bu korkunç tufan-ý þedid, Açýlsýn yep yeni bir devr-i mes'ud, Onsekiz bin âlem eylesin hep iyd Ey ehl-i Kur'ana rahmet-i âlem Risalet-ün-Nur! --- sh:»(ST:246) ------------------------------------------------------------------------------------------- Geliyor þu karþýdan gerçi bir zulmet, Fakat sensin bugün atâ-yý rahmet... Boðacaksýn onu nurunla elbet Ey bir rahmet-i âlem Risalet-ün-Nur! Kýzýl ejder yuvamýza girmesin, Zehirli eli yakamýza ermesin, Karþý durup nurun fýrsat vermesin Ey seyf-i rahmet-i âlem Risalet-ün-Nur! Kara duman üstümüzden daðýlsýn Kýzýl alev sönüp âlem ayýlsýn, Bu zaferin haþre kadar anýlsýn Ey zülfikar-ý rahmet-i âlem Risalet-ün-Nur! O soydandýr nice canlar yakanlar, O soydandýr evler, barklar yýkanlar, O soydandýr sana kinle bakanlar Ey hüccet-i rahmet-i âlem Risalet-ün-Nur! Mâsumlarýn kanlarýný içerler, Ebu Cehl'i Nemrudlarý geçerler, Ölümlerden ölümleri seçerler 0Ey þimdi bir rahmet-i âlem Risalet-ün-Nur! Bir mikrop ki ciðerleri diþliyor, Kanýmýzla kendisini besliyor, Temiz yurdu telvis edip pisliyor Ey bir eczahane-i rahmet-i âlem Risalet-ün-Nur! Gazilerin, fâtihlerin konaðý, Seyyidlerin, serverlerin otaðý, Bu vatandýr þehidlerin yataðý Ey cilve-i rahmet-i âlem Risalet-ün-Nur! O þehidin ala dönmüþ kefeni, Miskler kokar güle benzer bedeni Öper Melekler de nurlu na'þýný, Ey nümune-i rahmet-i âlem Risalet-ün-Nur! --- sh:»(ST:247) ------------------------------------------------------------------------------------------- Kur'an diyor ölmemiþtir diridir, Her birisi Hakkýn arslan eridir, Türbeleri yürekleri titretir Ey âyine-i rahmet-i âlem Risalet-ün-Nur! Armaðansýn çünki asîl millete Düþmeyelim bir gün bile zillete, Götür bizi þanlý büyük devlete Ey misâl-i rahmet-i âlem Risalet-ün-Nur! Eyleyeler nurun ile hep savlet, Zaferlerle þanlar bulur bu millet, Þarka garba ziya salsýn bu devlet Ey bizlere rahmet-i âlem Risalet-ün-Nur! Nurdan kanadýn, hem saðlam kolun var, Nurdan senin Hakka giden yolun var, Kabûl et bir kemter Feyzi kulun var Ey bu asýrda rahmet-i âlem Risalet-ün-Nur! y#@«6«h«"ö«:ö¬yÁV7!ö^«W²&«*ö«:ö²vU²[«V«2ö•«ŸÅ,7«! Üstadým Efendim Hazretleri! «w[¬W«7@«Q²V¬7öÈ}«W²&«*öŬ!ö«¾@«X²V«,²*«!ö@«8«: âyetinin nurlarýndan nurun sayesinde alabildiðim bir zerreyi bu þekilde yazdým ve huzur-u irfanýnýza sundum. Kabûlünü rica ederim. Selâmlarýmýzý sunar ve mübarek ellerinizi öperiz efendimiz. Bîçâre talebeniz Hasan Feyzi _®W¬=@«(ö~®G«"«!ö¬y²[«V«2ö¬yÁV7!^«W²&«* *** --- sh:»(ST:248) ------------------------------------------------------------------------------------------- ÜNÝVERSÝTEDEKÝ NUR ÞAKÝRDLERÝNÝN NUR HAKÝKATININ FEN DAÝRESÝNDE FEVKALÂDE KIYMETÝNÝ TAKDÝR ETTÝKLERÝNE BÝR NÜMUNEDÝR. ¬˜¬G²W«E¬"öd±¬A«K @®W¬=!«(ö!®G«"«!öy#@«6«h«"ö«:ö¬yÁV7!ö^«W²&«*ö«:ö²vU²[«V«2ö•«ŸÅK7«! Þu kâinat semasýnýn gurubu olmayan mânevî güneþi olan Kur'an-ý Kerîm; þu mevcudat kitâb-ý kebîrinin âyât-ý tekvîniyesini okutturmak, mahiyetini göstermek için þuâlarý hükmünde olan envarýný neþrediyor. Ukûl-ü beþeri tenvir ile sýrat-ý müstakimi gösteriyor. Beþeriyet âleminde her ferd, hilkatindeki makasýdý ve fýtratýndaki metâlibi ve istikametindeki gayesini o hidayet güneþinin nuru ile görür, anlar ve bilir. O hidayet nurunun tecellisine mazhar olanlar, kalb kabiliyeti nisbetinde ona âyinedarlýk ederek kurbiyet kesbeder. Eþya ve hayatýn mahiyeti o nur ile tezahür ederek, ancak o nur ile görülür, anlaþýlýr ve bilinir. Þems-i Ezeliyenin mânevî hidayet nurlarýný temsil eden Kur'an-ý Kerîm, kalb gözüyle hak ve hakikatý görmeyi te'min eder. Onun için, onun nurundan uzakta kalanlar, zulümatta kalýrlar. Zira herþey nur ile görülür, anlaþýlýr ve bilinir. Ýþte þu kitab-ý kebîrin mânevî ve sermedî güneþi olan Kur'an-ý Kerîmin nur-u tecellisine bu asrýmýzda "Nur" ismiyle müsemma olan Risale-i Nur'un þahs-ý mânevîsi mazhar olmuþtur. O Nurlar ki; zulümattan ayrýlmak istemiyen yarasa tabiatlý, gaflet uykusu ile gündüzünü gece yapan sefahetperest, aklý gözüne inmiþ, zulümatta kalarak gözü görmez olanlara ve yolunu þaþýranlara karþý projeksiyon gibi nurlarýný îman hakikatlarýna tevcih ederek sýrat-ý müstakîmi büsbütün kör olmayanlara gösteriyor. Nur topuzunu ehl-i küfr ve münkirlerin baþýna vurup "Ya aklýný baþýndan çýkar at hayvan ol, yahut da aklýný baþýna alarak insan ol!" diyor. Ýlim bir nevi nur olduðuna göre, Risale-i Nurun ilme olan en derin vukufunu gösterecek bir-iki deliline kýsa iþaret ederiz. Evvelâ: Þunu hatýrlamalýyýz ki: Risale-i Nur, baþka kitaplarý deðil, belki yalnýz Kur'an-ý Kerîmi üstad olarak tanýmasý ve --- sh:»(ST:249) ------------------------------------------------------------------------------------------- ona hizmet etmesi îtibariyle; makbûliyeti hakkýnda bizim bu mevzuda söz söylememize hâcet býrakmýyor. Biz, ancak ilim erbabý mabeyninde Risale-i Nurun deðerini tebârüz ettirmek için ilâveten deriz ki: Risale-i Nur, þimdiye kadar hiç bir ilim adamýnýn tam bir vuzuhla isbat edemediði en muðlak mes'eleleri gayet basit bir þekilde, en âmi avam tabakasýndan tut, tâ en âlî havas tabakasýna kadar herkesin isti'dadý nisbetinde anlýyabileceði bir tarzda, þüphesiz ikna edici ve yakinî bir þekilde îzah ve isbat etmesidir. Bu hususiyet hemen hemen hiç bir ilim adamýnýn eserinde yoktur. Ýkincisi: Bütün Nur eserleri Kur'an-ý Kerîm'in bir kýsým âyetlerinin hakikî tefsiri olup, onun mânevî i'cazýnýn lem'alarý olduðunu her hususta göstermesidir. Üçüncüsü: Ýnsanlarýn en derin ihtiyaçlarýna kat'î delil ve bürhanlarla ilmî mahiyette cevap vermesidir. Meselâ: Vâcib-ül-Vücudun varlýðý ve âhiret ve sair îman rükünlerini, bir zerrenin lisan-ý hal ve kal suretinde tercümanlýðýný yaparak isbat etmesi. En meþhur Ýslâm feylesoflarýndan Ýbn-i Sîna, Fârâbî, Ýbn-i Rüþd bu mesleklerde bütün mevcudatý delil olarak gösterdikleri halde; Risale-i Nur, o hakikatlarý aynen bir zerre veya bir çekirdek lisaniyle isbat ediyor. Eðer Risale-i Nurun ilmî kudretini þimdi onlara göstermek mümkin olsaydý, onlar hemen diz çöküp Risale-i Nurdan ders alacaklardý. Dördüncüsü: Risale-i Nur; insanýn senelerce uðraþarak elde edemeyeceði bilgileri, komprime hulâsalar nev'inden kýsa bir zamanda te'min etmesidir. Beþincisi: Risale-i Nur; ilmin esas gayesi olan rýza-yý Ýlâhîyi tahsile sebep olmasý ve dünya menfaatine ilmi hiçbir cihetle âlet etmeyerek tam mânasiyle insaniyete hizmet gibi en ulvî vazifeyi temsil etmesidir. Altýncýsý: Risale-i Nur; kuvvetli ve kudsî ve îmanî bir tefekkür semeresi olup bütün mevcudatýn lisan-ý hal ve kal suretinde tercümanlýðýný yapar. Ayný zamanda îman hakikatlarýný ilmelyakîn ve aynelyakîn ve hakkalyakîn derecelerinde inkiþaf ettirir. --- sh:»(ST:250) ------------------------------------------------------------------------------------------- Yedincisi: Risale-i Nur; bütün ilimleri câmi' oluþudur. Âdetâ ilim iplikleriyle dokunmuþ müzeyyen kumaþ gibidir. Ve þimdiye kadar hiçbir ilim erbabý tarafýndan söylenmemiþ ve her ilme olan en derin vukufunu tebarüz ettiren vecizeler mecmuasýdýr. Misâl olarak birkaçýný zikrederek, hey'et-i mecmuasý hakkýnda bir fikir edinmek isteyenlere Risale-i Nur bahrine müracaat etmesini tavsiye ederiz. "Sivrisineðin gözünü halkeden, güneþi dahi o halketmiþtir." "Bir kelebeðin midesini tanzim eden, Manzume-i Þemsiyeyi dahi o tanzim etmiþtir." "Bir zerreyi îcad etmek için, bütün kâinatý îcad edecek bir kudret-i gayr-ý mütenahî lâzýmdýr. Zira þu kitab-ý kebîr-i kâinatýn herbir harfinin, bâhusus zîhayat herbir harfinin, herbir cümlesine müteveccih birer yüzü ve nâzýr birer gözü vardýr." "Tabiat; misalî bir matbaadýr, tâbi' deðil.. nakýþdýr, nakkaþ deðil.. mistardýr, masdar deðil.. nizamdýr, nâzým deðil.. kanundur, kudret deðil.. þeriat-ý iradiyedir, hakikat-ý hariciye deðil." "Sabit, daim, fitrî kanunlar gibi ruh dahi âlem-i emirden, sýfat-ý iradeden gelmiþ ve kudret ona vücud-u hissî giydirmiþtir.. bir seyyâle-i lâtifeyi o cevhere sadef etmiþtir..." Ve hâkezâ.. binler vecizeler var. ]¬5@«A²7!ö«x;ö]¬5@«A²7«! Üniversite Nurcularý namýna duanýza çok muhtaç Mustafa Ramazanoðlu *** --- sh:»(ST:251) ------------------------------------------------------------------------------------------- Halil Ýbrahim' in Manzumesidir ¬˜¬G²W«E¬"öd±¬A«K @®W¬=!«(ö!®G«"«!öy#@«6«h«"ö«:ö¬yÁV7!ö^«W²&«*ö«:ö²vU²[«V«2ö•«ŸÅK7«! Zerremizi fart-ý þefkatinle þems-i envârýna düþürdün, Cehlimizle enaniyetimizi diyâr-ý irfanýna düþürdün. Mâden-i nühasýmýzý pota-i Fürkana düþürdün, Hayfâ ki, o potada zünnar-ý inkârýmýzý düþürdün. Sarây-ý Kâbe-i ulyâya erip tûl-ü emelimizi düþürdün, Makam-ý nûr-u tevhîde varýp hâb-ý hayâlimizi düþürdün. Haremgâh-ý Ýlâhîde süveyda hücresine yükümüzü düþürdün, Hey'et-i suretinin derunundaki mânaya gönlümüzü düþürdün. Tâ ezel sabahýnda vahdet naðmesini iþittin, Leylâ yý zaman Kays ile bir demde görüþtün. Dost ikliminin lâlesinin baðlarýna eriþtin, Vahdet-i sâki midadýný ²vZ[«T«, kevserine düþürdün. Olmasaydýn ey Risale-i Nur bize sen armaðan; Câh-ý mâsiva, nefs-i tâðutla bel'ederdi bizi heman. Dalâletten geçemez, küfür benliðinde kalýrdýk üryan, Hamden Lillâh katremizi bahr-i envârýna düþürdün. Sendeki esrâr-ý Hak ]¬X Gül vechindeki Lâhut benini þerh ve beyan eylesem. Nur-u Hudâ, mü'mine hedâ, dalâlete seyfi hemta mý desem; Zülfikar ve Asâ-yý Mûsa ile münkirleri girdaba düþürdün. Âþina-yý bezm-i Hakdýr Risale-i Nur talebeleri; Nur-u Yezdan, Feyz-i Kur'andýr cümlesinin rehberi. Bu âciz nâtuvan onlarýn bir hakir kemteri, Halil Ýbrahime "hâk-i der-i âl-i abâ" tam düþürdün. ]¬5@«A²7!ö«x;ö]¬5@«A²7«! Duanýza çok muhtaç günahkâr Kardeþiniz Hâk-i der-i Âl-i Abâ --- sh:»(ST:252) ------------------------------------------------------------------------------------------- Hüve Nüktesi ¬˜¬G²W«E¬"öd±¬A«K @®W¬=!«(ö!®G«"«!öy#@«6«h«"ö«:ö¬yÁV7!ö^«W²&«*ö«:ö²vU²[«V«2ö•«ŸÅK7«! Aziz ve Sýddýk Kardeþlerim! [Kardeþlerim, «x;öŬ!ö«y´7¬!ö«öve yÁV7!ö«x;ö²u5ödeki «x;ölafzýnda yalnýz maddî cihette bir seyahat-ý hayaliye-i fikriyede hava sahifesinin mütalaasýyla âni bir surette görünen bir zarif nükte-i tevhidde; meslek-i imaniyenin hadsiz derece kolay ve vücub derecesinde sühuletli bulunmasýný ve þirk ve dalaletin mesleðinde hadsiz derecede müþkilatlý, mümteni' binler muhal bulunduðunu müþahede ettim. Gayet kýsa bir iþaretle o geniþ ve uzun nükteyi beyan edeceðim.] Evet, nasýl ki bir avuç toprak yüzer çiçeklere nöbetle saksýlýk eden kabýnda eðer tabiata, esbaba havale edilse lâzým gelir ki; ya o kabda küçük mikyasda yüzer, belki çiçekler adedince mânevî makineler, fabrikalar bulunsun veyahud o parçacýk toprakdaki herbir zerre bütün o ayrý ayrý çiçekleri, muhtelif hâsiyetleriyle ve hayatdar cihâzâtiyle yapmalarýný bilsin, âdeta bir ilâh gibi hadsiz ilmi ve nihayetsiz iktidarý bulunsun... Aynen öyle de: Emr ve iradenin bir arþý olan havanýn, rüzgârýn herbir parçasý ve bir nefes ve týrnak kadar olan «x; lâfzýndaki havada, küçücük mikyasta bütün dünyada mevcut telefonlarýn, telgraflarýn, radyolarýn ve hadsiz ve muhtelif konuþmalarýn merkezleri, santrallarý, âhize ve nâkileleri bulunsun ve o hadsiz iþleri beraber ve bir anda yapabilsin. Veyahut o «x; deki havanýn, belki unsur-u havanýn herbir parçasýnýn --- sh:»(ST:253) ------------------------------------------------------------------------------------------- herbir zerresi, bütün telefoncular ve ayrý ayrý umum telgrafcýlar ve radyo ile konuþanlar kadar mânevî þahsiyetleri ve kabiliyetleri bulunsun ve onlarýn umum dillerini bilsin ve ayný zamanda baþka zerrelere de bildirsin, neþretsin. Çünki, bilfiil o vaziyet kýsmen görünüyor ve havanýn bütün eczasýnda o kabiliyet var. Ýþte ehl-i küfrün ve tabiiyyun ve maddiyyunlarýn mesleklerinde deðil bir muhal, belki zerreler adedince muhaller ve imtinâlar ve müþkilâtlar âþikâre görünüyor. Eðer Sâni-i Zülcelâle verilse, hava bütün zerratiyle onun emirber neferi olur. Bir tek zerrenin muntazam bir tek vazifesi kadar kolayca hadsiz küllî vazifelerini Hâlikýnýn izniyle ve kuvvetiyle ve Hâlika intisab ve istinad ile ve Sâniinin cilve-i kudretiyle bir anda þimþek sür'atinde ve «x; telâffuzu ve havanýn temevvücü suhuletinde yapýlýr. Yâni kalem-i kudretin hadsiz ve hârika ve muntazam yazýlarýna bir sahife olur ve zerreleri o kalemin uçlarý ve zerrelerin vazifeleri dahi kalem-i kaderin noktalarý bulunur; bir tek zerrenin hareketi derecesinde kolay çalýþýr. Ýþte ben «x;öŬ!ö«y´7¬!ö«öve yÁV7!ö«x;ö²u5ödeki hareket-i fikriye ile seyahatimde, hava âlemini temâþâ ve o unsurun sahifesini mütalâa ederken bu mücmel hakikatý tam vâzýh ve mufassal aynelyakîn müþahede ettim ve «x; nin lâfzýnda, havasýnda böyle parlak bir bürhan, bir lem'a-i vâhidiyet bulunduðu gibi.. mânasýnda ve iþâretinde gayet nurânî bir cilve-i Ehadiyet ve çok kuvvetli bir hüccet-i tevhid ve «x; zamîrinin mutlak ve mübhem iþareti hangi zâta bakýyor iþâretine bir karine-i taayyün o hüccette bulunmasý içindir ki; hem Kur'an-ý Mu'ciz-ül-Beyan, hem ehl-i zikir makam-ý tevhidde bu kudsî kelimeyi çok tekrar ederler diye ilmelyakîn ile bildim. Evet, meselâ: Bir nokta beyaz kâðýtta, iki üç nokta konulsa karýþtýðý ve bir adam muhtelif çok vazifeleri beraber yapmasiyle --- sh:»(ST:254) ------------------------------------------------------------------------------------------- þaþýracaðý ve bir küçük zihayata çok yükler yüklenmesiyle altýnda ezildiði ve bir lisan ve bir kulak, ayný anda müteaddid kelimelerin beraber çýkmasý ve girmesi intizamýný bozup karýþacaðý halde; aynelyakîn gördüm ki: «x; nin anahtarý ile ve puslasiyle fikren seyahat ettiðim hava unsurunda, herbir parçasý hattâ herbir zerresi içine muhtelif binler noktalar, harfler, kelimeler konulduðu veya konulabileceði halde karýþmadýðýný ve intizamýný bozmadýðýný; hem ayrý ayrý pek çok vazifeler yaptýðý halde hiç þaþýrmadan yapýldýðýný ve o parçaya ve zerreye pek çok aðýr yükler yüklendiði halde hiç zaaf göstermiyerek, geri kalmýyarak intizam ile taþýdýðýný; hem binler ayrý ayrý kelime, ayrý ayrý tarzda, mânada o küçücük kulak ve lisanlara kemal-i intizamla gelip çýkýp, hiç karýþmayarak, bozulmayarak o küçücük kulaklara girip, o gayet incecik lisanlardan çýktýðý ve o her zerre ve her parçacýk, bu acib vazifeleri görmekle beraber kemal-i serbestiyetle cezbedarane hal diliyle ve mezkûr hakikatin þehadeti ve lisaniyle x;öŬ!ö«y´7¬!ö«ö ve yÁV7!ö«x;ö²u5ödeyip gezer ve fýrtýnalarýn ve þimþek ve berk ve gök gürültüsü gibi havayý çarpýþtýrýcý dalgalar içerisinde intizamýný ve vazifelerini hiç bozmuyor ve þaþýrmýyor ve bir iþ diðer bir iþe mâni' olmuyor.. ben, aynelyakîn müþahede ettim. Demek, ya herbir zerre ve herbir parça havada; nihayetsiz bir hikmet ve nihayetsiz bir ilmi, iradesi ve nihayetsiz bir kuvveti, kudreti ve bütün zerrâta hâkim-i mutlak bir hâssalarý bulunmak lâzýmdýr ki, bu iþlere medar olabilsin. Bu ise, zerreler adedince muhal ve bâtýldýr. Hiçbir þeytan dahi bunu hatýra getiremez. Öyle ise bu sahife-i havanýn; hakkalyakîn, aynelyakîn, ilmelyakîn derecesinde bedahetle Zât-ý Zülcelâlin hadsiz gayr-i mütenahî ilmi ve hikmetle çalýþtýrdýðý kalem-i kudret ve kaderin mütebeddil sahifesi ve bir Levh-i Mahfuzun âlem-i tegayyürde ve mütebeddil þuûnatýnda bir levh-i mahv u isbat namýnda yazar - bozar tahtasý hükmündedir. Ýþte hava unsurunun yalnýz nakl-i asvat vazifesinde mezkûr cilve-i vahdaniyeti ve mezkûr acaibi gösterdiði ve dalâletin hadsiz muhaliyetini --- sh:»(ST:255) ------------------------------------------------------------------------------------------- izhar ettiði gibi, unsur-u havaînin sair ehemmiyetli vazifelerinden biri de elektrik, cazibe, dâfia, ziya gibi sair letâifin naklinde þaþýrmadan muntazaman asvat naklindeki vazifeyi gördüðü ayný zamanda bu vazifeleri dahi gördüðü ayný zamanýnda bütün nebatat ve hayvanata teneffüs ve telkîh gibi hayata lüzumlu bulunan levazýmatý kemal-i intizam ile yetiþtiriyor, emir ve irade-i Ýlâhiyyenin bir Arþ'ý olduðunu kat'î bir surette isbat ediyor ve serseri tesadüf ve kör kuvvet ve saðýr tabiat ve karýþýk, hedefsiz esbab ve âciz, camid, cahil maddeler bu sahife-i havaiyenin kitabetine ve vazifelerine karýþmasý hiçbir cihetle ihtimal ve imkâný bulunmadýðýný aynelyakîn derecesinde isbat ettiðini kat'î kanaat getirdim ve herbir zerre ve herbir parça lisan-ý hal ile x;öŬ!ö«y´7¬!ö«öve yÁV7!ö«x;ö²u5ödediklerini bildim ve bu x;öanahtarý ile havanýn maddî cihetindeki bu acaibi gördüðüm gibi hava unsuru da bir x;öolarak âlem-i misâl ve âlem-i mânaya bir anahtar oldu. Mütebakisi þimdilik yazdýrýlmadý. Umuma binler selam. Kardeþiniz Said Nursî *** --- sh:»(ST:256) ------------------------------------------------------------------------------------------- YÝRMÝDOKUZUNCU MEKTUBUN BEÞÝNCÝ RÝSALE OLAN BEÞÝNCÝ KISMI ¬v[¬&ÅI7!ö¬w´W²&ÅI7!ö¬yÁV7!ö¬v²K¬" ¬Œ²*«²!«:ö¬€!«x´WÅK7!ö*x9öyÁV7«! âyet-i pür-envârýnýn çok envar-ý esrarýndan bir nûrunu Ramazan-ý Þerifte bir hâlet-i rûhaniyede hissettim, hayal meyal gördüm. Þöyle ki: Veyselkaraninin: ÕÕÕe7!ö»:+²h«W²7!ö@«9«!ö«:ö»!Å+Åh7!ö«a²9«!ö«:ö»xV²F«W²7!ö_«9«!ö«:ös¬7@«F²7!ö«a²9«!ö«:öG²A«Q²7!ö@«9«!ö«:ö]±¬"«*ö«a²9«!ö|¬Z´7¬! münâcât-ý meþhuresi nev'inden bütün mevcudat, zevilhayat, Cenâb-ý Hakka karþý ayný münâcâtý ettiklerini ve onsekiz bin âlemin herbirinin ýþýðý birer ism-i Ýlâhî olduðunu, bana kanaat verecek bir vâkýa-i kalbiye-i hayaliyeyi gördüm. Þöyle ki: Birbirine sarýlý çok yapraklý bir gül goncasý gibi þu âlem, binler perde perde içinde sarýlý, birbiri altýnda saklý âlemleri bu âlem içinde gördüm. Herbir perde açýldýkça diðer bir âlemi görüyordum. O âlem ise; âyet-i nûrun arkasýndaki ö°‚²x«8ö¬y¬5²x«4ö²w¬8ö°‚²x«8öy[«L²R« ˜«G« ¯*x9ö²w¬8öy«7ö@«W«4ö!®*x9öy«7öyÁV7!ö¬u«Q²D« âyeti tasvir ettiði gibi bir zulümat, bir vahþet, bir dehþet karanlýðý içinde bana görünüyordu. Birden bir ism-i Ýlâhînin cilvesi bir nûr-u azîm gibi görünüp ýþýklandýrýyordu. Hangi perde akla karþý açýlmýþsa, hayâle karþý baþka bir âlem, fakat gafletle karanlýklý bir âlem görünürken güneþ gibi bir ism-i Ýlâhî tecelli eder, baþtan baþa o âlemi tenvir eder ve hakezâ... Bu seyr-i kalbî ve seyahat-i hayâliye çok devam etti. --- sh:»(ST:257) ------------------------------------------------------------------------------------------- Ezcümle: Rýzka muhtaç hayvanat âlemini gördüðüm vakit; hadsiz ihtiyacat, þiddetli açlýklariyle beraber zaaf ve aczleri, o âlemi bana çok karanlýklý ve hazin gösterdi. Birden "Rahman" ismi "Rezzak" burcunda, yâni mânasýnda bir þems-i tâban gibi tulû etti, o âlemi baþtan baþa rahmet ziyasiyle yaldýzladý. Sonra o âlem-i hayvanat içinde etfal ve yavrularýn zaaf ve acz ve ihtiyaç içinde çýrpýndýklarý hazîn ve herkesi rikkate getirecek bir karanlýk içinde diðer bir âlemi gördüm. Birden "Rahîm" ismi "Þefkat" burcunda tulû etti. O kadar güzel ve þirin bir surette o âlemi ýþýklandýrdý ki þekva ve rikkat ve hüzünden gelen yaþ damlalarýmý ferah ve sürur ve þükrün lezzetinden gelen damlalara çevirdi. Sonra sinema perdesi gibi bir perde daha açýldý. Âlem-i insanî bana göründü. O âlemi o kadar zulümatlý, o kadar karanlýklý, dehþetli gördüm ki; dehþetimden feryad ettim, "Eyvah!" dedim. Çünki, gördüm ki: Ýnsanlardaki ebede uzanýp giden arzularý, emelleri ve kâinatý ihâta eden tasavvurat ve efkârlarý ve ebedî beka ve saadet-i ebediyeyi ve Cenneti gayet ciddî isteyen himmetleri ve istidatlarý ve hadsiz makasýda ve metâlibe müteveccih fakr u ihtiyaçlarý ve zaaf ve aczleriyle beraber, hücuma mâruz kaldýklarý hadsiz musibet ve a'dâlariyle beraber gayet kýsa bir ömür, gayet daðdaðalý bir hayat, gayet periþan bir maiþet içinde kalbe en elîm ve en müdhiþ hâlât olan mütemadî zeval ve firak belâsý içinde -ehl-i gaflet için- zulümat-ý ebedî kapýsý suretinde görülen kabre ve mezaristana bakýyorlar... Birer birer ve taife taife o zulümat kuyusuna atýlýyorlar!.. Ýþte, bu âlemi bu zulümat içinde gördüðüm anda, kalb ve ruh ve aklým ile bütün letâif-i insaniyem, belki bütün zerrât-ý vücudum feryad ile aðlamaya hazýr iken.. birden Cenâb-ý Hakkýn "Âdil" ismi "Hakîm" burcunda "Rahman" ismi "Kerîm" burcunda, "Rahim" ismi "Gafûr" burcunda yâni mânasýnda "Bâis" ismi "Vâris" burcunda, "Muhyî" ismi "Muhsin" burcunda, "Rab" ismi "Mâlik" burcunda tulû' ettiler. O âlem-i insanî içindeki çok âlemleri tenvir ettiler, ýþýklandýrdýlar ve nuranî âhiret âleminden pencereler açýp, o karanlýklý insan dünyasýna nurlar serptiler. Sonra bir muazzam perde daha açýldý. Âlem-i Arz göründü. Felsefenin --- sh:»(ST:258) ------------------------------------------------------------------------------------------- karanlýklý kavânîn-i ilmiyeleri, hayâle dehþetli bir âlem gösterdi. Yetmiþ def'a top güllesinden daha sür'atli bir hareketle yirmi beþ bin sene mesafeyi bir senede devreden ve her vakit daðýlmaya ve parçalanmaya müstaid ve içi zelzeleli, ihtiyar ve çok yaþlý Küre-i Arz içinde, âlemin hadsiz fezasýnda seyahat eden bîçâre nev-i insan vaziyeti, bana vahþetli bir karanlýk içinde göründü. Baþým döndü, gözüm karardý... Birden Hâlik-ý Arz ve Semâvâtýn "Kadîr", "Alîm", "Rab", "Allah" ve ¬Œ²*«²!«:ö¬€!«Y´WÅK7!ö±Æ«* ve ¬h«W«T²7!«:ö¬j²W«±L7!öh¬±F«K8 isimleri rahmet, azamet, rububiyet burcunda tulû' etti. O âlemi öyle nurlandýrdýlar ki; o hâlette bana Küre-i Arz gayet muntazam, musahhar, mükemmel, hoþ, emniyetli bir seyahat gemisi.. tenezzüh ve keyf ve ticaret için müheyya edilmiþ bir þekilde gördüm. Elhâsýl: Bin bir ism-i Ýlâhînin kâinata müteveccih olan o esmadan herbiri bir âlemi ve o âlem içindeki âlemleri tenvir eder bir güneþ hükmünde ve sýrr-ý Ehadiyet cihetiyle herbir ismin cilvesi içinde sâir isimlerin cilveleri dahi bir derece görünüyordu. Sonra kalb, her zulümat arkasýnda ayrý bir nuru gördüðü için, seyahata iþtihasý açýlýyordu.. hayâle binip semaya çýkmak istedi. O vakit gayet geniþ bir perde daha açýldý. Kalb semavat âlemine girdi. Gördüm ki: O nurânî, tebessüm eden suretinde görülen yýldýzlar; Küre-i Arzdan daha büyük ve ondan daha sür'atli bir surette birbiri içinde geziyorlar, dönüyorlar. Bir dakika birisi yolunu þaþýrtsa, baþkasiyle müsademe edecek, öyle bir patlak verecek ki; kâinatýn ödü patlayýp, âlemi daðýtacak. Nur deðil ateþ saçarlar; tebessüm deðil, vahþetle bana baktýlar. Hadsiz büyük, geniþ, hâli, boþ dehþet, hayret zulümatý içinde semâvâtý gördüm. Geldiðime bin piþman oldum. Birden ¬ƒ:Çh7!ö«:ö¬^«U¬=«Ÿ«W²7!öÇÆ«*ö¬Œ²*«²!ö«:ö¬€!«x´WÅ,7!öÇÆ«*öun esma-i hüsnasý, «h«W«T²7!ö«:ö«j²WÅL7!ö«hÅF«,ö«: «d[¬"@«M«W¬"ö@«[²9ÇG7!ö«š@«WÅ,7!ö@ÅXÅ --- sh:»(ST:259) ------------------------------------------------------------------------------------------- üstüne çökmüþ olan yýldýzlar, o envar-ý azîmeden birer lem'a alýp, o yýldýzlar adedince elektrik lâmbalarý yakýlmýþ gibi, o âlem-i semâvat nurlandý. O boþ, hâlî tevehhüm edilen semâvat dahi; melâikelerle, ruhanîlerle doldu, þenlendi. Sultân-ý Ezel ve Ebedin hadsiz ordularýndan bir ordu hükmünde hareket eden güneþler ve yýldýzlar, bir manevra-i ulvî yapýyor tarzýnda o Sultan-ý Zülcelâlin haþmetini ve þa'þaa-i Rububiyetini gösteriyor gibi gördüm. Bütün kuvvetimle ve mümkin olsaydý bütün zerratýmla ve beni dinleselerdi, bütün mahlûkatýn lisanlariyle diyecektim. Hem umum onlarýn nâmýna dedim: °`«6²x«6ö@«ZÅ9«@«6ö^«%@«%Çi7«!ö¯^«%@«%+ö]¬4öƒ@«A²M¬W²7«!ö°ƒ@«A²M¬8ö@«Z[¬4ö¯?@«U²L¬W«6ö¬˜¬*x9öu«C«8ö¬Œ²*«²!«:ö¬€!«x´WÅ,7!ö*x9öyÁV7«! ö¯^Å[¬"²h«3ö««:ö¯^Å[¬5²h«-ö«ö¯^«9xB² š@«L« âyetini okudum, döndüm, indim, ayýldým. ¬–´!²IT²7!«:ö¬–@«W Said Nursî *** --- sh:»(ST:260) ------------------------------------------------------------------------------------------- Na'büdü Nüktesi Bu mânayý tenvir için, kendi baþýmdan geçmiþ nurlu bir hâli ve hakikatlý bir hayâli söylüyorum. Þöyle ki: Bir vakit w[¬Q«B²K«9ö«¾@Å --- sh:»(ST:261) ------------------------------------------------------------------------------------------- içinde; hayret-engiz, zâhiren ve keyfiyeten küçük, hakikaten ve vazifeten ve kemmiyeten büyük bir küçük âlemi gördüm ki, zerrât-ý vücûdiyemden tâ havass-ý zâhiriyeme kadar taife taife vazife-i ubudiyetle ve þükrâniye ile meþgul bir cemaat gördüm. Bu dairede, kalbimdeki lâtife-i Rabbaniyem, w[¬Q«B²K«9ö«¾@Å Elhâsýl: fA²Q«9 Nûn'u, þu üç cemaate iþâret ediyor. Ýþte bu hâlette iken, birden Kur'an-ý Hakîmin tercümaný ve mübelliði olan Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmýn -Medine-i Münevvere denilen mânevî minberinde- þahsiyet-i mâneviyesi, haþmetiyle temessül ederek, ²vU«±"«*ö!—GA²2!ö‰@«±X7!ö_«Z± Mâdem bütün âlemlerin Rabbi, insanlarý muhatab ittihaz edip umum mevcudatla konuþur.. ve þu Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm, o hitab-ý izzeti nev'-i beþere, belki umum zîruha ve zîþuura teblið ediyor; elbette bütün mâzi ve müstakbel, zaman-ý hâzýr hükmüne geçti.. bütün nev'-i beþer, bir mecliste, saflarý muhtelif bir cemaat þeklinde olarak o hitab, o suretle onlara ediliyor. O vakit herbir âyât-ý Kur'aniye; gayet haþmetli ve vüs'atli bir makamdan, gayet kesretli ve muhtelif ve ehemmiyetli muhatabýndan, nihayetsiz azamet ve celâl sahibi Mütekellim-i Ezelîden ve makam-ý mahbûbiyet-i uzmâ sahibi Tercüman-ý Âlîþânýndan aldýðý bir kuvvet-i ulviyet, cezalet ve belâðat içinde.. parlak, hem pek parlak bir nur-u i'cazý içinde gördüm. O vakit, deðil umum Kur'an; ya bir sure veyahut bir âyet, belki herbir kelimesi birer mu'cize --- sh:»(ST:262) ------------------------------------------------------------------------------------------- hükmüne geçti; ¬–´!²IT²7!«:ö¬–@«W Kalb ve hayâl, o Nûn-u fA²Q«9 den çýktýktan sonra akýl karþýlarýna çýktý, dedi: – Ben de hisse isterim, sizin gibi uçamam. Ayaklarým delildir, hüccettir, ayný fA²Q«9 ve w[¬Q«B²K«9 de, Mâbud ve Müsteân olan Hâlika giden yolu göstermek lâzýmdýr ki, sizinle gelebileyim." O vakit kalbe þöyle geldi ki: De o mütehayyir akla: Bak kâinattaki bütün mevcudâta!.. Zîhayat olsun, câmid olsun, kemal-i itâat ve intizam ile vazife suretinde ubudiyetleri var. Bir kýsmý þuursuz, hissiz olduklarý halde; gayet þuurkârâne, intizamperverâne ve ubûdiyetkârâne vazife görüyorlar. Demek bir Mâbud-u bilhak ve bir âmir-i mutlak vardýr ki, bunlarý ibadete sevkedip istihdam ediyor. Hem bak bütün mevcudata, hususan, zîhayat olanlara.. herbirinin gayet kesretli ve gayet mütenevvi' ihtiyacatý var ve vücud ve bekasýna lâzým pek kesretli, muhtelif matlublarý var; en küçüðüne elleri ulaþamaz, kudretleri yetiþmez. Halbuki o hadsiz matlablarý, ummadýðý yerden, vakt-i münasibde, muntazaman onlarýn ellerine veriliyor ve bilmüþâhede görünüyor. Ýþte, þu mevcûdâtýn bu hadsiz fakr ve ihtiyacatý ve bu fevkalâde iânât-ý gaybiye ve imdâdât-ý Rahmaniye bilbedâhe gösterir ki: Bir Ganiyy-i Mutlak, Kerîm-i Mutlak ve Kadîr-i Mutlak olan bir Hâmi ve Râzýklarý vardýr ki; herþey ve her zîhayat, Ondan istiâne eder.. meded bekliyor. Mânen w[¬Q«B²K«9ö«¾@Å -Âmennâ ve saddaknâ dedi. Said Nursî *** --- sh:»(ST:263) ------------------------------------------------------------------------------------------- RÝSALE-Ý NUR NEDÝR, BEDÝÜZZAMAN KÝMDÝR? Her asýr baþýnda Hadîsce geleceði tebþir edilen dînin yüksek hâdimleri, emr-i dinde mübtedi' deðil, müttebi'dirler. Yâni, kendilerinden ve yeniden birþey ihdâs etmezler, yeni ahkâm getirmezler. Esâsat ve ahkâm-ý dîniyeye ve sünen-i Muhammediyeye (A.S.M.) harfiyyen ittiba' yoluyla dîni takvim ve tahkim ve dinin hakikat ve asliyetini izhar ve ona karýþtýrýlmak istenilen ebâtýlý ref' ve ibtal ve dîne vâki tecavüzleri red ve imhâ ve evâmir-i Rabbaniyeyi ikame ve ahkâm-ý Ýlâhiyyenin þerafet ve ulviyetini izhar ve ilân ederler. Ancak, tavr-ý esâsîyi bozmadan ve ruh-u aslîyi rencide etmeden yeni îzah tarzlariyle zamanýn fehmine uygun yeni ikna usulleriyle ve yeni tevcihat ve tafsilât ile îfa-yý vazife ederler. Bu me'murîn-i Rabbaniye, fiiliyatlariyle ve amelleriyle de me'muriyetlerinin musaddýký olurlar. Salâbet-i îmaniyelerinin ve ihlâslarýnýn âyinedarlýðýný bizzat îfa ederler, mertebe-i îmanlarýný fiilen izhar ederler. Ve ahlâk-ý Muhammediyenin (A.S.M.) tam âmili ve miþvar-ý Ahmediyenin (A.S.M) ve hilye-i Nebeviyenin hakikî lâbisi olduklarýný gösterirler. Hulâsa; amel ve ahlâk bakýmýndan ve sünnet-i nebeviyeye ittiba' ve temessük cihetinden, ümmet-i Muhammed'e tam bir hüsn-ü misâl olurlar ve nümune-i iktida teþkil ederler. Bunlarýn, Kitâbullah'ýn tefsiri ve ahkâm-ý dîniyenin îzahý ve zamanýn fehmine ve mertebe-i ilmine göre tarz-ý tevcihi sadedinde yazdýklarý eserler; kendi tilka-i nefislerinin ve karîha-i ulviyelerinin mahsulü deðildir, kendi zekâ ve irfanlarýnýn neticesi deðildir.. Bunlar, doðrudan doðruya menba'-ý vahy olan zât-ý pâk-i Risâletin mânevî ilham ve telkinatýdýr. "Celcelûtiye" ve "Mesnevî-i Þerif" ve "Fütuh-ül-Gayb" ve emsâli âsâr, hep bu nev'idendir. Bu âsâr-ý kudsiyeye o zevât-ý âlîþan ancak tercüman hükmündedirler. Bu zevât-ý mukaddesenin o âsâr-ý bergüzidenin tanziminde ve tarz-ý beyanýnda bir hisseleri vardýr. Yâni bu zevât-ý kudsiye; o mânanýn mazharý, mir'atý ve ma'kesi hükmündedirler. --- sh:»(ST:264) ------------------------------------------------------------------------------------------- Risale-i Nur ve tercümanýna gelince : Bu eser-i âlîþanda þimdiye kadar emsâline rastlanmamýþ bir feyz-i ulvî ve bir kemal-i nâmütenâhi mevcut olduðundan ve hiçbir eserin nail olmadýðý bir þekilde meþ'ale-i Ýlâhiyye ve þems-i hidâyet ve neyyir-i saadet olan Hazret-i Kur'an'ýn füyûzatýna vâris olduðu meþhud olduðundan; onun esasý nur-u mahz-ý Kur'an olduðu ve evliyaullahýn âsârýndan ziyade feyz-i envar-ý Muhammediyeyi hâmil bulunduðu ve zât-ý pâk-i Risaletin ondaki hisse ve alâkasý ve tasarruf-u kudsîsi evliyaullahýn âsârýndan ziyade olduðu ve onun mazharý ve tercümaný olan mânevî zâtýn mazhariyeti ve kemâlâtý ise, o nisbette âli ve emsâlsiz olduðu güneþ gibi âþikâr bir hakikattýr. Evet, o zat daha hâl-i sabavette iken ve hiç tahsil yapmadan zevâhiri kurtarmak üzere üç aylýk bir tahsil müddeti içinde, ulûm-u evvelîn ve âhirîne ve ledünniyat ve hakaik-ý eþyaya ve esrar-ý kâinata ve hikmet-i Ýlâhiyyeye vâris kýlýnmýþtýr ki; þimdiye kadar böyle mazhariyet-i ulyâya kimse nâil olmamýþtýr.. bu hârika-i ilmiyenin eþi asla mesbuk deðildir. Hiç þüphe edilemez ki; tercüman-ý Nur, bu hâliyle baþtan baþa iffet-i mücesseme ve þecaat-ý hârika ve istiðna-yý mutlak teþkil eden hârikulâde metanet-i ahlâkýyesi ile bizzat bir mucize-i fýtrattýr, tecessüm etmiþ bir inâyettir ve bir mevhibe-i mutlakadýr. O zât-ý zîhavârýk; daha hadd-i bülûða ermeden, bir allâme-i bîadil hâlinde bütün cihan-ý ilme meydan okumuþ, münazara ettiði erbab-ý ulûmu ilzam ve iskât etmiþ, her nerede olursa olsun vâki' olan bütün suallere mutlak bir isabetle ve asla tereddüt etmeden cevap vermiþ, ondört yaþýndan îtibaren üstadlýk payesini taþýmýþ ve mütemadiyen etrafýna feyz-i ilim ve nur-u hikmet saçmýþ, îzahlarýndaki incelik ve derinlik ve beyanlarýndaki ulviyet ve metanet ve tevcihlerindeki derin feraset ve basiret ve nur-u hikmet, erbab-ý irfaný þaþýrtmýþ ve hakkýyle "Bediüzzaman" ünvan-ý celîlini bahþettirmiþtir. Mezâyâ-yý âliye ve fezâil-i ilmiyesiyle de, dîn-i Muhammedînin neþrinde ve isbatýnda bir kemal-i tam hâlinde rûnümâ olmuþ olan böyle bir zat, elbette Seyyid-ül-Enbiya Hazretlerinin en yüksek iltifatýna mazhar ve en âli himaye ve himmetine nâildir. --- sh:»(ST:265) ------------------------------------------------------------------------------------------- Ve þüphesiz o Nebiyy-i Akdesin emir ve fermaný iIe yürüyen ve tasarrufu ile hareket eden ve onun envar ve hakaikýna vâris ve ma'kes olan bir zât-ý kerîm-üs-sýfattýr. Envâr-ý Muhammediyeyi ve maarif-i Ahmediyeyi ve füyuzat-ý þem'-i Ýlâhîyi en müþa'þa bir þekilde parlatmasý ve Kur'anî ve Hadisî olan iþârât-ý riyaziyenin kendisinde müntehi olmasý ve hitâbât-ý Nebeviyeyi ifade eden âyât-ý celilenin riyazî beyanlarýnýn kendi üzerinde toplanmasý delâletleriyle o zât, hizmet-i îmâniye noktasýnda Risaletin bir mir'ât-ý mücellâsý ve þecere-i Risaletin bir son meyve-i münevveri ve lisan-ý Risaletin irsiyet noktasýnda son dehan-ý hakikatý ve þem'-i Ýlâhînin hizmet-i îmâniye cihetinde bir son hâmil-i zîsaâdeti olduðuna þüphe yoktur. Üçüncü Medrese-i Yûsufiyenin Elhüccetüzzehra ve Zühretünnur olan tek dersini dinleyen Nur Þâkirdleri namýna Ahmed Feyzi, Ahmed Nazif, Salâhattin, Zübeyr, Ceylan, Sungur, Tabancalý Benim hissemi haddimden yüz derece ziyade vermeleriyle beraber, bu imza sahiplerinin hatýrlarýný kýrmaða cesaret edemedim. Sükût ederek o medhi Risale-i Nur Þakirdlerinin þahs-ý mânevisi namýna kabûl ettim. Said Nursî * * * --- sh:»(ST:266) ------------------------------------------------------------------------------------------- MÜELLÝFÝN VASÝYETNÂMESÝ MÜNASEBETÝYLE HALÝL ÝBRAHÝM'ÝN RÝSALE-Ý NUR HAKKINDA NUR ÞÂKÝRDLERÝ NAMINA YAZDIÐI BÝR FIKRASININ BÝR PARÇASIDIR. y«9@«E²A,ö¬y¬W²,@¬" Risale-i Nur, nurdan bir ibriþimdir ki; kâinat ve kâinattaki mevcudatýn tesbihatlarý onda dizilmiþtir. Risale-in-Nur, âhize ve nâkile ile mücehhez bir radyo-i Kur'aniye'dir ki; onun tel ve lâmbalarý ve âyine ve bataryalarý hükmündeki satýrlarý, kelimeleri, harfleri öyle intizamkârâne ve i'cazdârâne bast edilmiþtir ki, yarýn her ilim ve fen adamlarý ve her meþrep ve meslek sahipleri, ilim ve iktidarlarý miktarýnca âlem-i gayb ve âlem-i þehadetten ve ruhâniyat âleminden ve kâinattaki cereyan eden her hâdisattan haberdar olabilir. Zîra Risale-in-Nur, menþur-u Kur'andýr. Risale-in-Nur, mü'minlere hedâyâ-yý hidâyet, vesile-i saadet, mazhar-ý þefaat ve feyyaz-ý Rahmandýr. Risale-in-Nur, kâinata nevbaharýn feyzini veren bir âb-ý hayat ve ayn-ý rahmet ve mahz-ý hakikat ve bir gülzar-ý gülistandýr. Risale-in-Nur; lûtf-i Yezdan, kemal-i îman, iþârât-ý Kur'an ve bereket-i ihsandýr. Risale-i Nur; kâfire hüsran, münkire tokat, dalâlete düþmandýr. Risale-i Nur; bir kenz-i mahfî, bir sandukça-i cevahir ve menba'-i envardýr. Risale-in-Nur, hakikat-ý Kur'an ve mi'rac-ý îmandýr. Risale-in-Nur; sertâc-ý evliya, sultan-ül-eser ve zübdet-ül-meânî ve atâyâ-yý Ýlâhî ve hedâyâ-yý Sübhânîdir. Risale-i Nur, bir bahr-i hakaik ve bir sýrr-ý dekaik ve kenz-ül-maârif ve bahr-ül-mekârimdir. Risale-i Nur hastalara þifahâne-i hikmet ve mâ-i zemzem, saðlara maiþet-i hakikat ve rîh-i reyhan ve misk-i anberdir. Risale-i Nur, mev'id-i Ahmedî (A.S.M.) ve müeyyed-i Haydarî (R.A.) ve teâvün-ü Gavsî (K.S.) ve tavsiye-i Gazâlî (K.S.) ve ihbar-ý Fârûkîdir ( K.S.). Risale-in-Nur: Þems-i Kur'an-ý Mu'ciz-ül-Beyânýn elvan-ý seb'asý, Risale-in-Nurun menþur-u hakikatýnda tam tecellî ettiðinden.. hem bir kitab-ý þeriat, hem bir kitab-ý dua, hem bir kitab-ý hikmet, hem bir kitab-ý ubudiyet, hem bir kitab-ý emr ve dâvet, hem bir kitab-ý zikir, hem bir kitab-ý fikir, hem bir kitab-ý ledünniyat, hem bir kitab-ý tasavvuf, hem bir kitab-ý mantýk, hem bir kitab-ý ilm-ül-kelâm, hem bir kitab-ý ilm-i Ýlâhiyat, hem bir kitab-ý --- sh:»(ST:267) ------------------------------------------------------------------------------------------- teþvik-i san'at, hem bir kitab-ý belâðat, hem bir kitab-ý isbat-ý vahdaniyet ve muarýzlarýna bir kitab-ý ilzam ve iskâttýr. Risale-i Nur eczalarý, bir sema-i mâneviyenin güneþleri ve aylarý ve yýldýzlarýdýr. Nasýlki zâhiren perde-i esbab olan güneþten, kamerden ve kevâkibten bütün kâinat tenevvür ve tezeyyün ve bütün eþya neþv-ü nemâ ve hayat buluyor. Ýþte Risale-i Nur dahi bu asýrda bütün âlem-i beþeriyete hayat-ý câvidân ve âdeme kâmil-i insan ve kulûbe neþ'e-i îman ve ukule yakîn-i itmi'nan ve efkâra inkiþaf ve nüfusa teslim-i rýza ve can þuâlarýný Kur'an-ý Mu'ciz-ül-Beyandan alýp saçmaktadýr. O semâ-i mâneviyyeyi bâzan ve zâhiren bihasbil-hikmeti âfâký bir bulut kütlesi kaplar. O celâlli semadan öyle bir bârân-ý feyz ve rahmet takattur eder ki istidadlar; tohumlar, çekirdekler, habbeler gibi o sýkýcý ve o dar âlemde gerçi biraz muzdarip olurlar, fakat tâ o sýkýlmaktan üzerlerindeki kýþýrlarý çatlar ve yýrtýlýr, o anda bulutlar da ufuklara çekilip nöbetçi vaziyetinde beklemesi bir imtihan-ý Rabbânî ve bir inkiþaf-ý feyzânî ve bir rahmet-i nûrânîdir ki; evvelce bir habbe, bir çekirdek yeniden taze bir hayata atýlýr. Ýþtiyakla ve neþ'e-i inkiþafla meyvedar koca bir aðaç suretini alýr. Ve ¯€@«X«,«&ö²v¬Z¬#@«±¬[«,öyÁV7!öı¬G«A Evet, yirmi senedir devam eden þu mevsim-i þitâ inþâallahü teâlâ nihayet bulmuþ ola, dünyaya yeni bir feyizli bir fasl-ý nevbahar gele ve âlemin yüzü Nur ile güle. Risale-in-Nur Kur'an-ý Mu'ciz-ül-Beyanýn taht-ý tasarrufunda olduðundan, ona uzanan ve iliþmek isteyen her el kýrýlýr ve her dil kurur. Umum Nur þâkirdleri nâmýna Halil Ýbrahim Medreset-üz-Zehrâ'nýn erkânlarý namýna biz de iþtirâk ediyoruz. Osman, Rüþdü, Re'fet, Husrev, Said, Hilmi, Muhammed, Halil Ýbrahim, Mehmed Nuri. --- sh:»(ST:268) ------------------------------------------------------------------------------------------- MEDÝNE-Ý MÜNEVVERE'DE BULUNAN VE NUR'UN HAKÝKATINI TAM ANLAYAN VE ÝSLÂMÝYETE HÝZMET EDEN BÝR ÂLÝMÝN MEKTUBUDUR Gönüller fâtihi pek muhterem ve mükerrem Üstadýmýz Hazretleri! Mübarek ellerinizden öper, bütün aziz ve sadakatli talebelerinizle beraber sýhhat ve selâmette daim olmanýzý Bârigâh-ý Kibriyâdan niyaz eylerim. Müslümanlar için en büyük bir bayram diye ancak vasýflandýrýlabilen beraetiniz, bütün Nurcularý þâd ve handân eylediði gibi, bendenizi de dünyalar kadar memnun ve mesrûr eylemiþtir. Nasýl memnun etmesin ki, sizin eserlerinizle birlikte beraetiniz demek; ruhun maddiyata, nurun zulmete, îmanýn küfre, hakkýn bâtýla, tevhidin þirke ve irfanýn cehle galip gelmesi demektir. Yýllardan beri önüne sýradaðlar gibi engeller, korkunç uçurumlar gibi mâniler konulan Nur çaðlýyaný; en sonunda mu'cizevî bir þekilde bütün sedleri yýkmýþ, mânileri aþmýþ, nur ile bütün zulmetleri târumar eylemiþtir. "Mu'cizevî hârikalarla doðan Ýlâhî tecellilerin vasfýnda kalemler kýrýlýr, fikirler gürülder, ilhamlar yanar kül olur." derlerdi. Hakikaten bendeniz, þimdi bu müstesna zaferin karþýsýnda ayni aczi bütün varlýðýmla hissediyorum. Zira tefekkür ve ilhamýma nihayetsiz bir ufuk açýlýyor... Cihan, muhteþem bir Nur ma'bedini andýrýyor... Civarýmdaki herþey, heryer derin vecd ve istiðraklarla gaþyolmuþ bir halde... Her zerrede ¬˜¬G²W«E¬"öd±¬A«, Binaenaleyh bilmiyorum, bu mes'ud hâdiseyi; þanlý bir zafer, þâhâne bir fetih, Ýlâhî bir kurtuluþ, cihanþümul bir bayram diye mi vasýflandýrayým? Zira, kudsî dâvanýn kazanmýþ olduðu bu Ýlâhî zafer, bütün Ýslâm ve insanlýk dünyasýndaki mücahitlerin azimlerine kuvvet, ruhlarýna can, îmanlarýna hýz ve heyecan vermiþtir. --- sh:»(ST:269) ------------------------------------------------------------------------------------------- Evet, azim ve îmanlarý, aþk ve emelleri henüz kemale ermemiþ olan birçok müslümanlar; maalesef acýklý bir yeis içinde idiler. Böyle bir zaferin tahakkukunu, hayal ve muhal görüyorlardý. Fakat bütün feyiz ve nurunu insanlýðý tenvir ve irþad için Ýlâhî bir güneþ hâlinde Arþ-ý A'zamýn pürnur ufuklarýndan inen Kur'an-ý Kerîm'den alan nur neþriyatý, durgun gölleri andýran gönülleri deryalar gibi coþturmuþ, kasvet ve hicran yýllarýnýn ümit ve emellere vurduðu müthiþ zincirleri kýrmýþtýr. O nur kaynaðýndan fýþkýran o serâpâ feyiz ve hikmetler saçan eserler; hislerin, fikirlerin ve bilhassa alevler içinde yanan ruh ve vicdanlarýn ezelî ve ebedî ihtiyaçlarýna cevap verdiði gibi; onlarý dalga dalga boðucu karanlýklar muhitinden, tertemiz ve pýrýl pýrýl nur ufuklarýna çýkarmýþtýr. Yýllarca devam eden uzun bir sükût, derin bir gaflet ve boðucu bir zulmetten sonra Ýlâhî bir güneþ hâlinde parlýyan bu kudsî zafer, nur için yol aramakta olan periþan beþeriyetin yakýn bir gelecekte uyanacaðýný müjdelemektedir. Çünki; din ihtiyacý sýrf müslümanlarýn deðil, bil'umum insanlarýn ezelî ve ebedî ihtiyacýdýr. Bugün bedbaht insanlýk din ni'metinden mahrum olmanýn sürekli hicran ve felâketlerini baðrý yanarak çekmektedir. Bu acýklý buhranýn korkunç neticesidir ki, çeyrek asýr zarfýnda iki büyük harbe girmiþ ve üçüncüsünün de kapýsýný çalmak çýlgýnlýðýný göstermektedir. Artýk bütün insanlarý kardeþ yaparak yemyeþil cennetlerin nurlu ufuklarýndan esen refah ve saadet, huzur ve âsâyiþ rüzgâriyle dalgalanan âlem-þümûl bir bayrak altýnda toplayacak olan yegâne kuvvet, Ýslâmdýr. Zîra beþeriyetin bugünkü hâli, týpký Ýslâmdan evvelki insan cem'iyyetlerinin acýklý hâlidir. Bunun için insanlýðý o günkü ebedî felâketten kurtaran Ýslâm, bu gün de kurtarabilir... Evet, milyonlarýn, milyarlarýn kalbinde asýrlardanberi kanamakta olan o derin yarayý saracak yegâne müþfik el; Ýslâmdýr. Her ne kadar ufuklarda zaman zaman bâzý uydurma ýþýklar görülüyorsa da.. müstakbel, bütün nur ve feyzini güneþlerden deðil, bizzat Rabb-ül-Âlemîn'den alan ezelî ve ebedî "Yýldýz"ýndýr. O yýldýz, dünyalar durdukça duracak ve onu söndürmek isteyenleri yerden yere vuracaktýr. --- sh:»(ST:270) ------------------------------------------------------------------------------------------- Cihan-kýymet Üstadým! Malûm-u fâzýlâneleridir ki; son günlerde mukaddes dâvaya hizmet eden bâzý tenvir ve irþad hareketleri doðmuþ, fakat maalesef hiç birisi "Risale-i Nur" külliyatýnýn gördüðü mühim iþi görememiþ ve ihraz ettiði Ýlâhî zaferi kazanamamýþtýr. Zîra bu yol; Peygamberlerin, velîlerin, âriflerin, salihlerin ve bilhassa canýný cânana seve seve fedâ eden ve sayýsý milyonlara sýðmayan kahraman þehidlerin mukaddes yoludur. Artýk bu çetin yolda yürümek isteyenler, her an karþýlarýna dikilecek olan müthiþ mânialarý daima göz önünde tutmalarý lâzýmdýr. Evet, bu yolda yürüyecek olanlarýn; sizdeki sarsýlmak bilmeyen îmanla, yüksek ve Ýlâhî irfanla ve bilhassa hârikulâde ihlas ve feragatla mücehhez olmalarý gerektir. Çünki; bu mühim vâdide Nur dâvasýnýn tâkip ettiði teblið, tenvir ve irþad usûlü bambaþka hususiyetler taþýmaktadýr. Artýk insanýn his ve fikrine, ruh ve vicdanýna bambaþka ufuklar açacak olan bu derin bahsi, dua buyurun da müstakil ve mufassal bir eserde aziz din ve gönüldaþlarýmýza arzetmek þerefine nâil olayým. Çünki, bu nurlu bahis o kadar derin ve o derece mühimdir ki, böyle birkaç sahifelik mektup ve makalelerle asla ifade edilemez. Ýman ve Kur'an nûru ile tertemiz gönlünü fethettiðiniz gençlik, Ýlâhî zaferinizin en parlak delilini teþkil eden en mühim varlýk ve en kýymetli cevherdir... "Nurdan Sesler"in hemen her mýsraýnda, asîl ve þuurlu ruhuna hitap ettiðim tertemiz gençlik, iþte bu hak ve hakikatýn baðrý yanýk âþýðý olan gençliktir. Nurlu dâvanýn kazanmýþ olduðu bu son zaferin verdiði vecdle dolu bir ilhamla yazdýðým þu manzumeyi (*) takdim ediyorum. Kabulünü rica ve istirham eylerim. Tekrar tekrar ellerinizden öper, kýymetli dualarýnýzý beklerim, pek muhterem Üstadým Hazretleri. Mânevî Evlâtlarýnýzdan Ali Ulvi * * * (*): (Gönüller Fâtihi Büyük Üstada) baþlýklý olan bu manzume Mektubatýn ve Ýhlâs Risalelerinin âhirindedir. --- sh:»(ST:271) ------------------------------------------------------------------------------------------- ‰:±G5@« Ýsm-i a'zamýn hakkýna ve Kur'an-ý Mu'ciz-ül-Beyanýn hürmetine ve Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmýn þerefine bu mecmuayý bastýran Risale-i Nur talebelerini Cennet-ül-Firdevsde saadet-i ebediyeye mazhar eyle.. âmin. Ve hizmet-i îmaniye ve Kur'aniyede daima muvaffak eyle.. âmin. Ve defter-i hasenatlarýna Sikke-i Tasdîk-ý Gaybî'nin herbir harfine mukabil bin hasene yazdýr.. âmin. Ve nurlarýn neþrinde sebat ve devam ve ihlâs ihsân eyle.. âmin. «w[¬W¬&!«±I7!ö«v«&²*«!@« Umum Nur Þâkirdleri Nâmýna Said Nursî Link zu diesem Kommentar Auf anderen Seiten teilen Mehr Optionen zum Teilen...
Empfohlene Beiträge