EMRE Geschrieben 21. Dezember 2008 Teilen Geschrieben 21. Dezember 2008 وَ اِذْ قَالَ رَبُّكَ لِلْمَلئِكَةِ اِنِّى جَاعِلٌ فِى اْلاَرْضِ خَلِيفَةً قَالُوا اَتَجْعَلُ فِيهَا مَنْ يُفْسِدُ فِيهَا وَ يَسْفِكُ الدِّمَاءَ وَ نَحْنُ نُسَبِّحُ بِحَمْدِكَ وَ نُقَدِّسُ لَكَ قَالَ اِنِّى اَعْلَمُ مَالاَ تَعْلَمُونَ Yani: Düþün o zamaný ki, Rabb'in melaikeye hitaben: "Ben yerde bir halifeyi yaratacaðým!" dedi. Melâike de: "Yerde fesad yapacak, kan dökecek kimseleri mi yaratacaksýn! Halbuki biz, hamdinle seni tesbih ve takdis ediyoruz." dediler. Rabb'in de: "Sizin bilmediðinizi ben biliyorum!" diye onlara cevab verdi. Arkadaþ! Melâikenin vücudunu tasdik ve kabul etmek imanýn rükünlerinden biridir. Birkaç makamda bu rüknü isbat ve izah edeceðiz. Birinci Makam: Arz'ýn ecram-ý ulviyeye nisbeten pek küçük ve süflî olduðu halde canlý mahlûkatla dolu olduðunu görüp âlemin de nizam ve intizamýna dikkat eden insan, ecram-ý ulviyenin de o yüksek burçlarýnda, hayatlý sâkinleri olduðuna kat'î bir þekilde hükmeder. Evet, o burçlarda melaikenin vücudunu kabul etmeyen adamýn meseli þöyle bir adamýn meseline benzer: O adam, büyük bir þehre giderken, þehrin bir kenarýnda pek küçük bir binaya tesadüf eder. Bakar ki insanlarla doludur. Ve arsalarýna bakar ki, canlý mahlukatla dolu. Ve gýdalarýna bakar ki; nebatat, balýk vesaire gibi hayat þartlarý yerindedir. Sonra bakar ki; pek uzakta milyonlarca apartmanlar, köþkler var. Aralarýnda, uzun uzun meydanlar, tenezzühgâhlar bulunur. Fakat o küçük binadaki insanlarýn hayat þartlarý, o büyük binalarda bulunmadýðýndan; o yüksek, müzeyyen saraylarý, sâkinlerden boþ, hâlî olduðunu itikad eder. Melâikenin vücudunu tasdik eden adamýn meseli ise þöyle bir þahsýn meseli gibidir: O adam, o küçük hanenin insanlar ile dolu olduðunu görür görmez, bilâ-tereddüd o yüksek kasýrlarýn da hayat yeri ve onlarda sh: » (Ý: 197) da onlara münasib sâkinlerin bulunduðuna hükmeder. Ve o yüksek kasýrlara mahsus ve münasib hayat þartlarý vardýr. Fakat oralarýn sâkinleri pek uzak olduklarýndan görünmemeleri, yok olduklarýna delâlet etmez. Binaenaleyh arzýn zevilhayatla dolu olmasýndan kat'iyetle anlaþýlýyor ki; bu geniþ boþlukta durmakta olan semalarda, yýldýzlarda, burçlarda ve çok kýsýmlara münkasým ve müþtemil semavâtta, þeriatýn melaike ile tesmiye ettiði zîhayatlar mevcuddur. Ýkinci Makam: Bundan evvel isbat ve izah edildiði gibi; hayat, mevcudatýn keþþafýdýr, belki mevcudatýn neticesidir. Binaenaleyh bu geniþ fezanýn sâkinlerden ve þu yüksek semavatýn þenliklerden hâlî olduklarýnýn imkâný var mýdýr? Evet, bütün ukalâ-i akl u nakl, manevî bir icma' ve ittifakla melaikenin mana ve hakikatlarýna hükmetmiþlerdir; fakat tabirleri çeþit çeþittir. Meselâ: Meþaiyyun, enva'-ý mevcudatý idare eden ruhanî mahiyet-i mücerrede ile; Ýþrakiyyun ise, ukûl ve erbab-ül enva' ile; dinler dahi melek-ül cibal, melek-ül bihar, melek-ül emtar gibi tabirlerle tabir etmiþlerdir. Hattâ akýllarý kör gözlerinde bulunan maddiyyun taifesi de, melaikenin manasýný inkâr etmeye mecal bulamadýklarýndan, fýtratýn namuslarýna nüfuz eden kuvâ-yý sariye ile tâbir etmiþlerdir. S- Kâinatýn irtibatýný, hayatýný te'min için, hilkatte cereyan eden namuslar, kanunlar kâfi gelmez mi? C- Senin dediðin o sârî kanunlar, namuslar; itibarî ve vehmî emirlerdir. Muayyen vücudlarý, müþahhas hüviyetleri ancak onlarý temsil eden ve onlarýn ma'kesi bulunan ve onlarýn yularlarýný ele alan melaike ile sabit olur. Ve keza, teþekkül-ü ervaha münasebeti olmayan þu camid âlem-i þehadete vücudun münhasýr olmadýðýna, akýl ve nakil müttefikan hükmetmiþlerdir. Binaenaleyh ervaha münasib ve muvafýk çok âlemlere müþtemil olan âlem-i gayb, melaike ile dolu ve âlem-i þehadetin hayatýna mazhardýr. Hülâsa: Melâikenin mâna-yý hakikatý, bu izah edilen emirlerden tebarüz etti. Binaenaleyh, melâikenin sûretleri, eþkalleri arasýnda, ukûl-ü selimenin kabul ettiði vecihle, þeriatýn izah ve beyan ettiði þekildir ki: Melekler mükerrem abddirler, emirlere muhalefetleri yoktur ve muhtelif kýsýmlara münkasým ve latif ve nuranî cisimlerdir. Üçüncü Makam: Arkadaþ! Melâike mes'elesi öyle mes'elelerdendir sh: » (Ý: 198) ki; bir cüz'ün sübutiyla, küll sabit olur; bir ferdin vücudiyla, nev' tahakkuk eder. Zira inkâr eden küllünü inkâr eder. Binaenaleyh zaman-ý Âdem'den þimdiye kadar bütün din adamlarý her asýrda icma' ve ittifakla melâikenin vücuduna ve aralarýnda muhaverenin sübutuna ve müþahedelerinin tahakkukuna ve onlardan edilen rivayetlerin nakline hükmettikleri halde melâikenin hiçbirisinin insanlara görünmediði veya vücudlarý hissedilmediði elbette muhaldir. Kezalik, beþerin akaidine karýþýp hiçbir zamanda, hiçbir inkýlâbda itirazlara maruz kalmayarak devam eden melâike itikadýnýn bir hakikata, bir asla dayanmamasý ve mebadi-i zaruriyeden tevellüd etmemesi muhaldir. Her halde beþerin bu umumî itikadý, mebadi-i zaruriyeden neþ'et eden ve müþahedat vakýalarýndan hasýl olan ve muhtelif emarelerden tevellüd eden hadsî bir hükmün neticesidir. Evet bu itikad-ý umumînin sebebi; kat'î bir surette manevî bir tevatür kuvvetini veren, pek çok defalar vukua gelen melâikenin müþahedelerinden hasýl olan zarurî ve kat'î delil ve emarelerdir. Çünkü melâike mes'elesi, beþerin malûmat-ý yakîniyesindendir. Eðer bunda þüphe olursa, beþerin yakîniyatýnda emniyet kalmaz. Hülâsa: Ruhanîlerden bir ferdin bir zamanda vücudu tahakkuk etse, bu nev'in vücudu tahakkuk eder. Nev'in vücudu tahakkuk etse, herhalde þeriatýn beyan ettiði gibi olacaktýr. Bu âyetin, sâbýk âyetle dört vecihle irtibatý vardýr: Birinci Vecih: Bu âyetler, beþere verilen büyük ni'metleri tadad ediyor. Birinci âyetle en büyük nimete iþaret edilmiþtir ki; beþer, hilkatýn neticesidir ve Arz'ýn müþtemilâtý ona teshîr edilmiþtir, istediði gibi tasarruf eder. Bu âyet ile de, beþerin arza hâkim ve halife kýlýnmýþ olduðuna iþaret edilmiþtir. Ýkinci Vecih: ......... Üçüncü Vecih: Evvelki âyetle, canlý mahlûkatýn meskenleri olan arz ve semavata iþaret edilmiþtir. Bu âyet ile de, o meskenlerin sâkinleri olan beþer ve melâikeye iþaret edilmiþtir. Ve keza o âyet, hilkatýn silsilesine; bu âyet ise, zevi-l -ervahýn silsilesine iþaret etmiþlerdir. Dördüncü Vecih: Evvelki âyette hilkatten maksad beþer olduðu ve Hâlýk'ýn yanýnda beþerin bir mevki sahibi bulunduðu tasrih edildiðinde sâmiin zihnine geldi ki: "Bu kadar fesad, þürur ve kötülüðü yapan beþere bu kadar kýymet neden verildi? Cenab-ý Hakk'a ibadet ve takdis için þu fesadcý beþerin vücuduna hikmetin iktizasý ve rýzasý var mýdýr?" Sâmi'in bu vesvesesini def' için þöyle bir iþarette bulundu ki: Beþerin o þürur ve fesadlarý, onda vedîa býrakýlan sýrra mukabele sh: » (Ý: 199) edemez, affolur. Ve Cenab-ý Hak onun ibadetine muhtaç deðildir. Ancak Allâm-ül Guyub'un ilmindeki bir hikmet içindir. Cümlelerin arasýndaki irtibata geldik: وَ اِذْ : Bu kelime, وَهُوَ بِكُلِّ شَيْءٍ عَلِيمٌ cümlesine atýftýr. Halbuki aralarýnda münasebet olmadýðý gibi( اِذْ ), diðer bir( اِذْ )i iktiza eder. Binaenaleyh, böyle bir takdire lüzum vardýr: اِذْ خَلَقَ مَا خَلَقَ مُنْتَظَمًا وَ اِذْ قَالَ رَبُّكَ ilââhir... Bu takdirde, ikinci اِذْ birincisine atf olur ve her iki cümle arasýnda da münasebet bulunur. اِنِّى جَاعِلٌ فِى اْلاَرْضِ خَلِيفَةً : Cenab-ý Hak, müþavere yolunu öðretmek ile beþerin hilafetindeki hikmetin sýrrýný melâikeye istifsar ettirmek üzere bu cümleyi söyledi. Sâmi'in zihni, üç noktayý nazara alarak harekete geçti: 1- Melaike ne dediler? 2- Taaccüble hikmeti sordular. 3- Cinlere halife olmakla beraber, beþerde de kuvve-i gadabiye ve þeheviye halkedilmiþtir. Bunlar, cinlerden daha ziyade fesad yapacaklardýr. Ýþte Kur'an-ý Kerim قَالُوا اَتَجْعَلُ فِيهَا مَنْ يُفْسِدُ فِيهَا وَ يَسْفِكُ الدِّمَاءَ cümlesiyle o üç noktaya iþaret etmiþtir. Melaikenin sual-i taaccüb ve istifsarlarý bittikten sonra, sâmi', Cenab-ý Hak'dan verilecek cevabý beklerken Kur'an-ý Kerim قَالَ اِنِّى اَعْلَمُ مَالاَ تَعْلَمُونَ cümlesiyle cevab vermiþtir. Yani "Eþya ve ahkâm, sizin malûmatýnýza münhasýr deðildir. Adem-i ilminiz, onlarýn vücuda gelmeyeceklerine sebeb olamaz. Benim, beþerin hilkati hakkýnda bir hikmetim vardýr; o hikmetin hatýrasý için, fesadlarýný nazara almam." ferman etmiþtir. Cümlelerin heyet ve nüktelerine geldik: وَ اِذْ قَالَ رَبُّكَ ilââhir...: Atfý ifade eden bu (و), münasebet-i atfiyenin iktizasýna binaen وَ اِذْ قَالَ رَبُّكَ ilââhir cümlesine ma'tufunaleyh olmak üzere اِذْ خَلَقَ مَا خَلَقَ مُنْتَظَمًا cümlesinin takdirine iþarettir. sh: » (Ý: 200) Ve keza (اِذْ ) zaman-ý maziyi ifade ettiði cihetle, sanki zihinleri geçmiþ zamanlarýn silsilesine götürür veya o silsileyi bu zamana getirir, ihzar eder ki; zihinler, o zamanlarda vukua gelmiþ olan hâdiseleri görsünler. رَبُّكَ : Bu tâbir, melâikenin aleyhine bir hüccet ve bir delildir. Yani Allah seni terbiye etmiþtir, hadd-i kemale eriþtirmiþtir ve seni beþere mürþid kýlmýþtýr ki, fesadlarýný izale edesin. Demek nev'-i beþerin en büyük hasenesi sensin ki, onlarýn mefsedetlerini setrediyorsun. لِلْمَلئِكَةِ Cenab-ý Hakk'ýn müþavere þeklinde melâike ile yaptýðý muhavere, melâikenin beþer ile fazla bir irtibat ve alâka ve münasebetleri olduðuna iþarettir. Çünkü melâikenin bir kýsmý insanlarý hýfzediyor, bir kýsmý kitabet iþlerini görüyor. Demek insanlarla alâkalarý ziyade olduðundan, insanlarýn ahvâline ehemmiyet veriyorlar. اِنِّى : Melâikenin اَتَجْعَلُ ile yaptýklarý istifhamdan anlaþýlan tereddüdlerini reddetmekle, mes'elenin azamet ve ehemmiyetine iþarettir. اِنِّى : Burada ( ى )mütekellim-i vahde ile وَ اِذْ قُلْنَا da, mütekellim-i maalgayr zamirinin zikirlerinden þöyle bir iþaret çýkýyor ki: Cenab-ý Hakk'ýn halk ve icad fiilinde vasýtanýn bulunmadýðýna, kelâm ve hitabýnda vasýtalarýn bulunduðuna iþarettir. Bu nükteye delâlet eden baþka âyetler de vardýr. Ezcümle: اِنَّا اَنْزَلْنَا اِلَيْكَ الْكِتَابَ بِاْلحَقِّ لِتَحْكُمَ بَيْنَ النَّاسِ بِمَا اَرَيكَ اللّهُ âyet-i kerimesinde azamete delâlet eden (نَا) zamir-i cem'i, vahiyde vasýtanýn bulunduðuna iþaret olduðu gibi; بِمَا اَرَيكَ اللّهُ de müfred hükmünde olan (Lafza-i Celal), manalarý ilham etmekte vasýtanýn bulunmadýðýna iþarettir. جَاعِلٌ kelimesinin, خَالِقٌ kelimesine tercihen zikri: Melâikenin sh: » (Ý: 201) medar-ý þübhe ve mûcib-i istifsarlarý, halk ve icad fiili deðildir. Zira vücud hayr-ý mahzdýr, halk Allah'ýn fiilidir, Allah'ýn fiili lâyüs'eldir. Ancak melâikeyi þübheye davet eden ve istifsarlarýna mûcib olan جَعْلdir. Yani Cenab-ý Hakk'ýn beþeri arzýn tamirine tahsis etmesidir. فِى اْلاَرْضِ daki فِى nin عَلَى ya tercihi, beþerin yer üstünde olduðu, عَلَى kelimesinin manasýna muvafýk ve münasib iken tercihan فِى nin zikredilmesi; beþerin bir ruh gibi arzýn cesedine nefh ve nüfuz ettiðine ve beþerin ölüp inkýraz etmesiyle arzýn yýkýlmasýna iþarettir. خَلِيفَةٌ : Bu tâbir, Arz'ýn insanlarýn hayatýna elveriþli þerâiti hâiz olmazdan evvel arzda idrakli bir mahlukun bulunmuþ olduðuna ve o mahlukun hayatýna o zamandaki arzýn evvelki vaziyetleri muvafýk ve müsâid bulunduðuna iþarettir. خَلِيفَةٌ tâbirinin bu manaya delâleti, mukteza-yý hikmettir. Amma meþhur olan mânaya nazaran, o idrakli mahlûk, cinlerden bir nev' imiþ; yaptýklarý fesaddan dolayý insanlar ile mübadele edilmiþlerdir. قَالُوا اَتَجْعَلُ فِيهَا مَنْ يُفْسِدُ فِيهَا وَ يَسْفِكُ الدِّمَاءَ : Bu cümle, müste'nifedir. Bu isti'naftan anlaþýlýyor ki; Cenab-ý Hakk'ýn melâike ile olan hitabý, sâmi'i þöyle bir suale mecbur etmiþtir ki: "Acaba melâikeler komþuluklarýna gelecek insanlarý nasýl karþýlayacaklardýr? Hem onlar ile beraber olmaya ve komþu olmaya rýzalarý var mýdýr? Hem fikirleri nedir?" Kur'an-ý Kerim قَالُوا اَتَجْعَلُ cümlesiyle o suali cevablandýrmýþtýr. S- قَالُوا اَتَجْعَلُ ilââhir... cümlesi اِذْ قَالَ cümlesine ceza olduðuna nazaran, aralarýnda lüzum lâzýmdýr. Halbuki lüzum görünmüyor? C- Melâike arzýn müekkelleri bulunduklarý cihetle, arz onlarýn idaresinde olur. Bu itibarla, insanlarýn arza halife kýlýnmasý hakkýnda melâikenin fikirlerini izhar etmek lüzumu vardýr. sh: » (Ý: 202) قَالَ - قَالُوا tâbirleri, mukavele ve muhavere þeklinde müþavere üslûbunu insanlara öðretmek içindir. Yoksa Cenab-ý Hak müþavereden münezzehtir. Melâikenin اَتَجْعَلُ ile yaptýklarý istifhamdan maksad, جَعَلe itiraz, جَعَل i inkâr etmek deðildir. Çünkü Cenab-ý Hakk'ýn fiillerine itiraz etmeye ismetleri mânidir. Ancak جَعَل in sebebi mahfî olduðundan, taaccüble sebeb ve hikmetini sormuþlardýr. جَعَل tâbirinden anlaþýlýyor ki; insanýn ahvâli, vaziyetleri ne tabiatýn iktizasýdýr ve ne de fýtratýn îcabýdýr, ancak bir câilin ca'li iledir. S- فِيهَا : Mesafe pek kýsa olduðu halde, ikinci فِيهَا nin zikrine ne ihtiyaç vardýr? C- Birinci فِيهَا ile, beþerin bir ruh gibi arza nüfuz etmesiyle arzý ihya etmesine; ikinci فِيهَا ise, beþerin fesadý dahi Azrail gibi arzýn kalbine kadar pençesini sokup arzý imatesine iþarettir. Demek beþer, bir taraftan arzýn þifasý için bir ilâç iken, diðer taraftan ölümünü intac eden bir zehirdir. مَنْ : Beþerden kinayedir. Kinayenin tasrihe sebeb-i tercihi: Melâikenin maksadý, beþerin þahsiyeti olmayýp, ancak kendilerine sakîl, aðýr gelen bir mahlûkun Allah'a isyan etmesine iþarettir. يُفْسِدُ : Fesadýn "isyan"a bedel zikri, isyanlarýnýn nizam-ý âlemin fesadýna sebeb olacaðýna iþarettir. Devam ile teceddüdü ifade eden muzari sîgasýyla fesadýn zikredilmesi, melâikenin asýl istemedikleri ve inkâr ettikleri, ancak isyanlarýnýn devam ve istimrar ile vukua geleceðine ait olduðuna iþarettir. Melâike beþerin isyanlarýnýn devam ve istimrarýný, ya Cenab-ý Hakk'ýn i'lamýyla bilmiþlerdir veya Levh-i Mahfuz'a bakýp ondan almýþlardýr veyahut insanlardaki kuvve-i gazabiye ve þeheviyeden anlamýþlardýr. sh: » (Ý: 203) فِيهَا : Kuvve-i þeheviye ile arzda fesad hasýl olur, kuvve-i gazabiyenin tecavüzüyle katl ve kýtale mahal olur. Halbuki arz, takva üzerine tesis edilmiþ bir mescid hükmündedir. وَ : Fesad ile sefk gibi iki rezileyi birbirine atf ve cem'eder. Çünkü fesad, sefk-i dima'ya sebebdir. يَسْفِكُونَ nin يَقْتُلُونَ ye tercihan zikrinden anlaþýlýyor ki; sefk, zulmen yapýlan katldir. Bu ise fesada daha münasibdir. Çünki katlin ifade ettiði mana, katlin mübah kýsmýna da þamildir. Cihadda veya bir cemaatý kurtarmak için yapýlan katiller gibi ki; bu katl, fesada münasib olmaz. الدِّمَاءَ : Sefk kelimesinin delâlet ettiði ýrâka-i demdeki dem'i te'kiddir. وَ نَحْنُ نُسَبِّحُ بِحَمْدِكَ وَ نُقَدِّسُ لَكَ : Beþerin ca'lindeki hikmeti soran melâikeye, sanki þöyle bir itiraz varid olmuþtur: "Beþerin Allah'a yapacaðý ibadet ve takdis, onun ca'line sebeb-i kâfi gelmez mi ki, ca'linin hikmetini soruyorsunuz?" Ýþte "vav-ý haliye" ile zikredilen وَ نَحْنُ نُسَبِّحُ ilââhir cümlesi, güya o itirazý ref'etmeye iþarettir. نَحْنُ : Maâsiden ma'sum melâikenin cemaatlerinden kinayedir. Cümlenin cümle-i ismiye þeklinde zikredilmesi; tesbihin melâikeye bir seciye olduðuna ve melâikenin tesbihata mülâzým ve müdavim olduklarýna iþarettir. نُسَبِّحُ بِحَمْدِكَ : Bizler, bütün ibadetlerin sana mahsus olduðunu kâinata ilân ve Cenab-ý Ulûhiyetine lâyýk olmayan þeylerden münezzeh olduðuna iman ve bütün evsaf-ý azamet ve celâl ile muttasýf olduðuna itikad ediyoruz. وَ نُقَدِّسُ لَكَ : Bu (ل) ya sýladýr, bir manayý ifade etmez veya ta'lil sh: » (Ý: 204) ve sebebiyet içindir. Birinci ihtimale göre, نُقَدِّسُكَ takdirinde olur. Yani "Seni takdis ve tathir ediyoruz" demektir. Ýkinci ihtimale nazaran, نُقَدِّسُ ِلاَجْلِكَ takdirinde olur. Yani: ''Biz nefislerimizi, fiillerimizi günahlardan temizlemekle beraber, kalblerimizi mâsivândan çeviriyoruz''. demektir. Bu (و)ise, iki rezileyi cem' ve birbirine atfeden يَسْفِكُ deki (و)ýn aksine ve inadýna olarak, biri takdis, diðeri tesbih iki fazileti cem' ve birbirine atfediyor. قَالَ اِنِّى اَعْلَمُ مَالاَ تَعْلَمُونَ : Bu cümle, melâikenin istifsarýndan sonra acaba Cenab-ý Hak istifsarlarýna nasýl cevab verdi ve taaccüblerini ne ile izale etti ve beþerin onlara tercihindeki hikmet nedir diye sâmi'in kalbine gelen suale icmalî bir cevabdýr, tafsili sonra gelecektir. اِنِّى اَعْلَمُ deki اِنَّ , tahkiki ifade etmekle tereddüd ve þübheyi def'etmek içindir. Bu ise, müsellem olmayan nazarî hükümlerde olur. Halbuki burada Allah'ýn, halkýn bilmediklerini bilmesi müsellem ve bedihî bir hükümdür; hâþâ melâikenin bu hükümde tereddüdleri yoktur. Binaenaleyh burada bu اِنَّ , Kur'an-ý Kerim'in îcaz için ihtisaren icmal ettiði birkaç cümleye iþarettir: 1- Beþerdeki maslahatlar ve beþerin hayr-ý kesîre nisbeten mefsedetleri, þerr-i kalildir. Þerr-i kalil için hayr-ý kesîri terketmek, hikmete muhaliftir. 2- Beþerin hilafete olan sýrr-ý liyakatý, melâikece mechul, Hâlikça malûmdur. 3- Beþerin onlara tercih hakkýný veren hikmet, melâikece meçhuldür. 4- اِنَّ nin ifade ettiði tahkik, bazan sarih hükme deðil, cümlenin bir kaydýndan istifade edilen zýmnî bir hükme raci' olur. Burada اِنَّ nin tahkiki, لاَ تَعْلَمُونَ kaydýndan istifade edilen hükm-ü zýmnîye raci'dir. sh: » (Ý: 205) Yani "Sizler, muhakkak bilmiyorsunuz ve keza Allah'ýn ilmi lâzým, beþerin vücudu melzumdur." Bu cümlede ilm-i Ýlahînin vücuduna delâlet eden اَعْلَمُ den, beþerin vücuda geleceði tebarüz eder. Çünkü اَعْلَمُ nün delâletine göre, Ýlm-i Ýlahî taallûk ve tahakkuk etmiþtir. Öyle ise beþerin vücudu herhalde olacaktýr. Melâikeye verilen o icmalî cevabýn tahkiki hakkýnda اِنَّ اللّهَ عَلِيمٌ حَكِيمٌ âyetinden þöyle bir izahat alýnabilir ki: Cenab-ý Hakk'ýn ef'ali hikmetlerden, maslahatlardan hâlî deðildir. Öyle ise mevcudat, halkýn malûmatýnda münhasýr deðildir. Öyle ise melâikenin adem-i ilimleri, beþerin adem-i vücuduna delil olamaz. Ve keza, Cenab-ý Hak hayr-ý mahz olarak melâikeyi yaratmýþtýr, þerr-i mahz olarak da þeytaný yaratmýþtýr, hayýr ve þerden mahrum olarak behaim ve hayvanatý halketmiþtir. Hikmetin iktizasýna göre, hayýr ve þerre kadir ve câmi' olarak dördüncü kýsmý teþkil eden beþerin yaratýlmasý da lâzýmdýr ki; beþerin þeheviye ve gazabiye kuvvetleri kuvve-i akliyesine münkad ve maðlub olursa, beþer mücahedesinden dolayý melâikeye tefevvuk eder. Aksi halde, hayvanattan daha aþaðý olur; çünkü özrü yoktur. sh: » (Ý: 206) وَعَلَّمَ آدَمَ اْلاَسْمَاءَ كُلَّهَا ثُمَّ عَرَضَهُمْ عَلَى اْلمَلاَئِكَةِ فَقَالَ اَنْبِئُونِى بِاَسْمَاءِ هَؤُلاَءِ اِنْ كُنْتُمْ صَادِقِينَ قَالوُا سُبْحَانَكَ لاَ عِلْمَ لَنَا اِلاَّ مَا عَلَّمْتَنَا اِنَّكَ اَنْتَ الْعَلِيمُ اْلحَكِيمُ * قَالَ يَا آدَمُ اَنْبِئْهُمْ بِاَسْمَائِهِمْ فَلَمَّا اَنْبَاَهُمْ بِاَسْمَائِهِمْ قَالَ اَلَمْ اَقُلْ لَكُمْ اِنِّى اَعْلَمُ غَيْبَ السَّموَاتِ وَاْلاَرْضِ وَاَعْلَمُ مَا تُبْدُونَ وَمَا كُنْتُمْ تَكْتُمُونَ Cenab-ý Hak, bütün eþyanýn isimlerini Âdem'e (A.S.) öðretti. Sonra o eþyayý melâikeye göstererek dedi ki: "Eðer iddianýzda sâdýk iseniz, bunlarýn isimlerini bana söyleyiniz." Melâike dediler ki: "Seni her nekaisten tenzih ve bütün sýfât-ý kemaliye ile muttasýf olduðunu ikrar ederiz. Senin bize öðrettiðin ilimden baþka bir ilmimiz yoktur, herþeyi bilici ve her kimseye liyakatýna göre ilim ve irfan ihsan edici sensin." Cenab-ý Hak dedi ki: "Yâ Âdem! Bunlarýn isimlerini onlara söyle." Vaktâ ki Âdem, isimlerini onlara söyledi. Cenab-ý Hak dedi ki: "Size demedim mi semavat ve arzýn gaybýný bilirim ve sizin Âdem hakkýnda lisanla izhar ettiðinizi ve kalben gizlediðinizi bilirim." Mukaddeme Bu talim-i esma mes'elesi ya Hazret-i Âdem Aleyhisselâm'ýn melaikenin inkârlarýna karþý mu'cizesi olup, melâikeyi inkârdan ikrara icbar etmiþtir; yahud melaikenin, hilafetine itiraz ettikleri nev'-i beþerin hilafete liyakatýný melaikeye kabul ettirmek için izhar ettiði bir mu'cizedir. Ey arkadaþ! Herþeyin Kitab-ý Mübin'de mevcud olduðunu tasrih eden وَلاَ رَطْبٍ وَلاَ يَابِسٍ اِلاَّ فِى كِتَابٍ مُبِينٍ Âyet-i Kerimesinin sh: » (Ý: 207) hükmüne göre: Kur'an-ý Kerim zâhiren ve bâtýnen, nassen ve delâleten, remzen ve iþareten her zamanda vücuda gelmiþ veya gelecek herþeyi ifade ediyor. Buna binaen, gerek enbiyanýn kýssa ve hikâyeleri, gerek mu'cizeleri hakkýnda Kur'an-ý Kerim'in iþaratýndan fehmettiðime göre,(Haþiye) mu'cizat-ý enbiyadan iki gaye ve hikmet takib edilmiþtir: Birincisi: Nübüvvetlerini halka tasdik ve kabul ettirmektir. Ýkincisi: Terakkiyat-ý maddiye için lâzým olan örnekleri nev'-i beþere göstererek, o mu'cizelerin benzerlerini meydana getirmek için nev'-i beþeri teþvik ve teþci' etmektir. Sanki Kur'an-ý Kerim, enbiyanýn kýssa ve hikâyeleriyle terakkiyatýn esaslarýna, temellerine parmakla iþaret ederek: "Ey beþer! Þu gördüðün mu'cizeler, bir takým örnek ve nümunelerdir. Telâhuk-u efkârýnýzla, çalýþmalarýnýzla þu örneklerin emsalini yapacaksýnýz." diye ihtar etmiþtir. Evet mazi, istikbalin âyinesidir; istikbalde vücuda gelecek icadlar, mâzîde kurulan esas ve temeller üzerine bina edilir. Evet þu terakkiyat-ý hâzýra tamamýyla dinlerden alýnan iþaretlerden, vecizelerden hasýl olan ilhamlar üzerine vücuda gelmiþlerdir. Evet: 1- Ýlk saat ve sefine, mu'cize eliyle beþere verilmiþtir. 2- Kâinatýn ihtiva ettiði bütün nevi'lerin isimlerini, sýfatlarýný, hassalarýný beyan zýmnýnda; beþerin telahuk-u efkârýyla meydana gelen binlerce fünun sayesinde وَ عَلَّمَ آدَمَ اْلاَسْمَاءَ كُلَّهَا âyetiyle iþaret edilen Hazret-i Âdem'in mu'cizesine mazhar olmuþtur. 3- Bütün san'atlarýn medarý olan demirin yumuþatýlýp kullanýlmasý sayesinde icad edilen bu kadar terakkiyatla nev'-i insan, وَ اَلَنَّا لَهُ الْحَدِيدَ âyetiyle iþaret edilen Hazret-i Davud'un mu'cizesine mazhardýr. 4- Yine telâhuk-u efkâr ile, tayyare gibi icad edilen terakkiyat-ý havâiye sayesinde nev'-i beþer, غُدُوُّهَا شَهْرٌ وَ رَوَاحُهَا شَهْرٌ âyetiyle __________________________ (Haþiye): Eðer müellifin, tenzil'in nazmýndan çýkardýðý letâifte þüphen varsa ben derim ki: Ýbn-ül Fârýd kitabýndan tefe'ül ederken þu beyit çýktý: كَاَنَّ كِرَامَ الْكَاتِبِينَ تَنَزَّلُوا عَلَى قَلْبِهِ وَحْيًا بِمَا فِى صَحِيفَةٍ Habib sh: » (Ý: 208) sür'ati beyan edilen Hazret-i Süleyman'ýn mu'cizesine yaklaþýyor. 5- Kýraç ve kumlu yerlerden sularý çýkartan santrafüj âleti, اَنِ اضْرِبْ بِعَصَاكَ الْحَجَرَ âyetiyle iþaret edilen Hazret-i Musa'nýn (A.S.) asâsýndan ders almýþtýr. 6- Tecrübeler sayesinde ve telâhuk-u efkâr ile husule gelen terakkiyat-ý týbbiye, Hazret-i Ýsa'nýn (A.S.) mu'cizesinin ilhamatýndandýr. Hakikaten þu mu'cizeler ile bu terakkiyat arasýnda pek büyük münasebet ve muvafakat vardýr. Evet dikkat eden adam, bilâ-tereddüd o mu'cizeler bu terakkiyata birer mikyas ve nümunelerdir diye hükmeder. Ve keza يَا نَارُ كُونِى بَرْدًا وَ سَلاَمًا âyet-i kerimesinin delaletine göre, Hazret-i Ýbrahim ateþe atýldýðý zaman, ateþin harareti bürudete inkýlab etmesi; beþerin keþfettiði yakýcý olmayan mertebe-i nâriyeye örnek ve me'hazdir. 7- لَوْلاَ اَنْ رَآ بُرْهَانَ رَبِّهِ âyet-i kerimesinin -bir kavle göre- iþaret ettiði gibi, Hazret-i Yusuf'un (A.S.) Kenan'da bulunan babasýnýn timsalini görür görmez Zeliha'dan geri çekilmesi; ve kervanlarý Mýsýr'dan avdet ettiðinde Hazret-i Ya'kub'un اِنِّى َلاَجِدُ رِيحَ يُوسُفَ yani "Ben Yusuf'un kokusunu alýyorum" demesi; ve bir ifritin Hazret-i Süleyman'a "Gözünü açýp yummazdan evvel Belkýs'ýn tahtýný getiririm" demesine iþaret eden اَنَا آتِيكَ بِهِ قَبْلَ اَنْ يَرْتَدَّ اِلَيْكَ طَرْفُكَ Âyet-i kerimesi; pek uzak mesafelerden celb-i savt, suret vesaire gibi beþerin keþfettiði veya edeceði icâdata nümune ve me'hazdirler. 8- Hazret-i Süleyman'a kuþ dilini öðrettik manasýnda عُلِّمْنَا مَنْطِقَ الطَّيْرِ olan âyet-i kerime; beþerin keþfiyatýndan radyo, papaðan, güvercin gibi âlât ve hayvanlarýn konuþmalarýna ve mühim iþlerde kullanýlmasýna me'hazdir. Ve hakeza, beþerin henüz keþfedemediði sh: » (Ý: 209) çok mu'cizeler vardýr, istikbalde yavaþ yavaþ keþfine muvaffak olur. Bu âyetin nazmýnda dahi, emsali gibi ''üç vecih'' vardýr: Birinci Vecih: Evvelki âyetle irtibatýdýr. Þöyle ki: 1- Ýnsanýn hilkati hakkýnda melaikenin itirazlarýna, evvelki âyette umumî, fehmi kolay, ikna' edici bir cevab verilmiþtir. Bu âyetle, avam ve havassý ikna' eden tafsilâtlý bir cevab verilmiþtir. 2- Evvelki âyette, beþerin hilafet mes'elesi tasrih edilmiþtir; bu âyette ise, nev'-i beþerin melâikeye karþý gösterdiði mu'cize ile, dava-yý hilafeti isbat edilmiþtir. 3- Evvelki âyette, beþerin melâikeye tereccüh etmesine iþaret edilmiþtir; bu âyette, tereccuhunun illetine iþaret edilmiþtir. 4- Beþerin arzda hilafet-i kübraya mazhar olmasýna evvelki âyetle delâlet edilmiþtir; burada ise, bütün tecelliyata mazhar bir nüsha-i câmia olarak gösterilmiþtir. Bu da, ayrý ayrý istidatlara mâlik ve ilim ve istifadelerinin yollarý çok olduðundandýr. Evet beþer, zâhir ve bâtýn havas ve duygularýyla, bilhassa derinliðine nihayet olmayan vicdanýyla kâinatý ihata etmiþ bir kabiliyettedir. Ýkinci Vecih: Cümlelerin birbiriyle irtibatlarýdýr. Þöyle ki: وَعَلَّمَ آدَمَ اْلاَسْمَاءَ cümlesi, اِنِّي اَعْلَمُ مَا لاَ تَعْلَمُونَ cümlesinin mazmununu tahkik ve icmalini tafsil ve ibhamýný tefsirdir. Ve keza, Cenab-ý Hakk'ýn arzýnda beþerin halife olmasý, Allah'ýn hükümlerini icra ve kanunlarýný tatbik etmesi içindir. Bu ise, tam bir ilme mütevakkýftýr. Ve keza, birinci âyette, kelâmýn sevkiyatý iktizasýnca þöyle bir takdir olacaktýr: Âdem'i halketti, tesviye etti, cesedine nefh-i ruh etti, terbiye etti, sonra esmayý tâlim etti ve hilafete namzed kýldý. Sonra vakta ki Âdem'i melâikeye tercih etmekle rüchan mes'elesinde ve hilafet istihkakýnda ilm-i esma ile mümtaz kýldý; makamýn iktizasý üzerine, eþyayý melâikeye arz ve onlardan muarazayý taleb etti; sonra melâike aczlerini hissetmekle Cenab-ý Hakk'ýn hikmetini ikrar ettiler. Kur'an-ý Kerim buna iþareten, ثُمَّ عَرَضَهُمْ عَلَى اْلمَلاَئِكَةِ فَقَالَ اَنْبِئُونِى بِاَسْمَاءِ هَؤُلاَءِ اِنْ كُنْتُمْ صَادِقِينَ dedikten sonra, sh: » (Ý: 210) قَالُوا : Evvelce iblisin enaniyet ve kibrine kanarak yaptýklarý istifsardan piþman olarak, سُبْحَانَكَ لاَ عِلْمَ لَنَا اِلاَّ مَا عَلَّمْتَنَا اِنَّكَ اَنْتَ الْعَلِيمُ الْحَكِيمُ dediler. Sonra vaktâ ki istidatlarýnýn adem-i câmiiyetinden dolayý melâikenin aczi zâhir oldu; makamýn iktizasý üzerine Âdem'in iktidarýnýn beyaný îcab etti ki, muaraza tamam olsun. Bunun için, قَالَ يَا آدَمُ اَنْبِئْهُمْ بِاَسْمَائِهِمْ hitabýyla Âdem'e ferman etti. Sonra vakta ki mes'ele tebeyyün etti ve hikmetin sýrrý zâhir oldu; geçen cevab-ý icmalînin bu tafsilâta netice kýlýnmasý makamýn iktizasýndan olduðuna binaen, قَالَ اَلَمْ اَقُلْ لَكُمْ اِنِّى اَعْلَمُ غَيْبَ السَّموَاتِ وَاْلاَرْضِ وَاَعْلَمُ مَا تُبْدُونَ وَمَا كُنْتُمْ تَكْتُمُونَ yani "Sizin ketmettiðiniz þeyi bilirim." Þu mukavele ve mükâlemeden anlaþýlýyor ki; iblisin enaniyeti, kibri, melâikeye sirayet etmiþtir ve yaptýklarý istifsara, bir taifenin itirazý da karýþmýþtýr. Üçüncü Vecih: Cümlelerin hey'et ve nükteleri: وَ عَلَّمَ آدَمَ اْلاَسْمَاءَ كُلَّهَا Yani: Cenab-ý Hak Âdem'i (A.S.) bütün kemalâtýn mebadisini tazammun eden âlî bir fýtratla tasvir etmiþtir ve bütün maâlînin tohumlarýna mezraa olarak yüksek bir istidat ile halketmiþtir ve mevcudatý ihata eden ulvî bir vicdan ve ihatalý on duygu ile teçhiz etmiþtir; ve bu üç meziyet sayesinde, bütün hakaik-i eþyayý öðretmeye hazýrlamýþtýr, sonra bütün esmayý kendisine öðretmiþtir. Demek bu cümlenin evvelindeki (و), þu mukadder olan üç cümleye iþarettir. عَلَّمَ : Bu kelimenin ihtiyar edilmesi, ilmin ulüvv-ü kadrine ve kadrinin yüksek derecesine ve hilafete mihver olduðuna iþarettir. Ve keza,esmanýn tevkifine, yani Þâri' tarafýndan bildirilmiþ olduðuna remizdir. Zâten esma ile müsemmeyat arasýnda takib edilen münasebat-ý vaz'iyye, sh: » (Ý: 211) bunu te'yid ediyor. Ve keza, mu'cizenin vâsýtasýz Allah'ýn fiili olduðuna îmadýr. Fakat felasifeye göre hârikalar, ervah-ý hârikanýn fiilidir. آدَمَ : Hilafeti irade edilen ve Âdem ismiyle tesmiye edilen küre-i arzýn sahibi þahs-ý mâhuddur. Ýsminin tasrihi, teþrif ve teþhiri içindir. اَْلاَسْمَاءَ : Ýsim ve sýfat ve hâsiyet gibi eþyayý birbirinden ayýrýp temyiz ve tayin eden alâmet ve niþanlardýr; yahud insanlar arasýnda münkasým olan lügatlardýr. عَرَضَهُمْ : Arzedilen eþya olduðu halde zamirin esmaya rücuundan; ismin ayn-ý müsemmâ olduðuna kail olan Ehl-i Sünnet'in mezhebine iþarettir. كُلَّهَا : Âdem'in melâikeden cihet-i imtiyazý ve melâikenin muarazadan sebeb ve medar-ý aczi, esmanýn hey'et-i mecmuasý olduðuna iþarettir. Yoksa esmanýn bir kýsmýný, belki kýsm-ý azamýný melekler de bilirler. ثُمَّ عَرَضَهُمْ عَلَى اْلمَلاَئِكَةِ فَقَالَ اَنْبِئُونِى بِاَسْمَاءِ هَؤُلاَءِ اِنْ كُنْتُمْ صَادِقِينَ ثُمَّ : Terahi ve bu'd-ü mesafeyi ifade ettiði cihetle, þöyle bir takdire iþarettir: هُوَ اَكْرَمُ مِنْكُمْ وَ اَحَقُّ بِالْخِلاَفَةِ Yani: Âdem, sizden daha kerim ve hilafete daha müstehak ve lâyýktýr. عَرَضَهُمْ : Müþterilere gösterilmek üzere kumaþ toplarýnýn açýlýp arzedildiði gibi, eþyanýn enva'ý da bastedilerek enzar-ý melâikeye gösterilmiþtir. Bu tâbirden þöyle bir iþaret çýkýyor ki: Mevcudat, müdrik ve âlimin malýdýr. Ýlim ile alýr, isimle ahzeder, suretlerinin temessülüyle temellük eder. هُمْ , müzekker ve âkýllar cemaatinden kinayedir. Burada müzekkerin müennese ve âkýlýn gayr-ý âkýla taglib ve teþmiliyle, sh: » (Ý: 212) mecazen envâ-ý eþyaya irca' edilmiþtir. Bu itibarla, هُمْ kelimesinde bir mecaz, iki taðlib vardýr. Bu mecaz ile o taðlibleri icbar eden esbab, عَرَضَ kelimesinin iþaret ettiði üslûbdur. Çünkü melâikeye envâ'-ý eþyanýn arzý, manevî bir resm-i geçit manzarasýný andýrýyor. Malûm ya, resm-i geçitleri yapan, müzekker ve âkýl insanlardýr. Bunun için, burada iki taðlibe ve dolayýsýyla bir mecaza mecburiyet hasýl olmuþtur. عَلَى : Arz edilenin levh-i a'lâda nakþedilen suretler olduðuna iþarettir. سُبْحَانَكَ لاَ عِلْمَ لَنَا اِلاَّ مَا عَلَّمْتَنَا اِنَّكَ اَنْتَ الْعَلِيمُ الْحَكِيمُ وَ آخِرُ دَعْوَيهُمْ اَنِ الْحَمْدُ لِلّهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ (Haþiye) _________________________ (Haþiye): Ýntihabým olmayarak, ihtiyarsýz bir tarzda, âdeta umum Sözlerin ve Mektublarýn âhirlerinde þu âyet سُبْحَانَكَ لاَ عِلْمَ لَنَا اِلاَّ مَا عَلَّمْتَنَا اِنَّكَ اَنْتَ الْعَلِيمُ الْحَكِيمُ bana söylettirilmiþ. Þimdi anladým ki; tefsirim de, þu âyet ile hitam buluyor. Demek inþâallah bütün Sözler, hakikî bir tefsir ve þu âyetin bahrinden birer cedveldir. En-nihayet yine o denize dökülüyorlar. Þu tefsirin hitamýnda, güya her Söz, mânen þu âyetten baþlýyor. Demek o zamandan beri yirmi senedir daha þu âyeti tefsir ediyorum; bitiremedim ki tefsirin ikinci cildini yazayým. Said Nursî Allah'ýn avn ü inayetiyle ümidimin, iktidarýmýn fevkinde þu tercümeyi iyi kötü yaptým; noksanlarý çoktur, müellifçe ýslahlarý lâzýmdýr. Zaten onun himmetiyle bu kadarýný ancak yapabildim. Yoksa nazm-ý Kur'andaki îcazlý olan i'cazý, kýsa ve veciz olarak beyan eden bu tefsiri sönük, kör bir fikirle tercüme etmek, Abdülmecid'in iþi deðildir. Yine onun fart-ý þefkatinden himmeti yetiþti, ikmaline muvaffak oldum. Müellifin küçük kardeþi ve Nur talebesi Abdülmecid Link zu diesem Kommentar Auf anderen Seiten teilen Mehr Optionen zum Teilen...
Empfohlene Beiträge