Zum Inhalt springen
Qries Qries Qries Qries Qries Qries

Empfohlene Beiträge

 

 

وَبَشِّرِ الَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّاِلحَاتِ اَنَّ لَهُمْ جَنَّاتٍ َتجْرِى مِنْ َتحْتِهَا اْلاَنْهَارُ كُلَّمَا رُزِقُوا مِنْهَا مِنْ ثَمَرَةٍ رِزْقًا قَالُوا هذَا الَّذِى رُزِقْنَا مِنْ قَبْلُ وَاُتُوا بِهِ مُتَشَابِهًا وَلَهُمْ فِيهَا اَزْوَاجٌ مُطَهَّرَةٌ وَهُمْ فِيهَا خَالِدُونَ

 

Yani: "Ýman eden ve iyi iþler iþleyen mü'minlere beþaret ver ki, altýnda nehirler akan Cennetler onlarýndýr. O Cennetlerden bir meyve yedikleri zaman; bu, bundan evvel yediðimiz meyvedir derler. Birbirine benzer bir surette rýzýklarý getirilip verilir. Ve o Cennetlerde onlar için temiz kadýnlar vardýr. Ve onlar, o Cennetlerde de daimî bir þekilde kalacaklardýr."

 

Arkadaþ! Bu âyetin, evvelâ mâkabliyle olan irtibatýndan bahsedeceðiz. Þöyle ki:

 

Bu âyetin geçen âyetler ile mütefavit çok irtibatlarý vardýr. Yani mezkûr cümlelere doðru bu âyetten uzanýp giden muhtelif hatlar vardýr. Bakýnýz, Kur'an-ý Kerim'in bu âyetle iþaret ettiði netice, imanla amel-i sâlihin semeresi, surenin baþýnda mü'minlere yaptýðý medh ü senaya bakýyor.

 

Ve yine surenin baþýnda, kâfir ve münafýklara yaptýðý zemm ve tahkirlerden sonra tuttuklarý yolun onlarý ebedî bir þekavete sevkedeceðini beyan etmiþtir. Bu âyetle tasrih ettiði saadet-i ebediyenin nurunu göstererek, onlarýn bu büyük ni'metleri kaybettiklerinden çektikleri hasretleri tezyid ve arttýrmýþtýr.

 

 

 

sh: » (Ý: 140)

 

Ve yine يَا اَيُّهَا النَّاسُ اعْبُدُوا ile emrettiði bir kýsým dünya lezzetlerinin terkine bâis olan ibadetten neþ'et eden zahmet ve meþakkatlere karþý, bu âyetle Cennet'in kapýsýný açarak, Cennet'in lezaizini göstermekle mü'minlerin kalblerini tatmin ve temin etmiþtir.

 

Ve yine, teklifin esasý ve imanýn birinci rüknü olan tevhidi, evvelce isbat etmiþtir. Bu âyette dahi tevhidin semeresini ve rahmetin ünvanýný Cennet ve saadet-i ebediye ile göstermiþtir.

 

Ve yine, yukarýda nübüvvet-i Muhammediye (A.S.M.) اِنْ كُنْتُمْ فِى رَيْبٍ ilââhir âyetiyle iþaret edilen i'caz ile isbat edilmiþtir. Burada da, tebþir ve inzar gibi nübüvvet vazifelerine lisan-ý Kur'an ile iþaret edilmiþtir.

 

Ve yine, yukarýda îâd ve inzar; yani tahvif ve tehditler yapýlmýþtýr. Burada da vaadler, raðbetler, beþaretler yapýlmýþtýr. Bunlarýn arasýndaki münasebet, tezadî bir münasebettir.

 

Ve yine, nefsi ve vicdâný, aklýn hükümlerine itaatlerini devam ettiren tergib ve terhib, yani ümid ve korku hisleri lâzýmdýr. Bu hislerin vücud bulup devam etmeleri ancak tergib ve terhib yani ümidlendirmek ve korkutmakla olur. Tergib ve terhibin devamý ancak vicdanda mevcud tahrik edici bir âmirin vücudiyla olur. Ýþte bu âyetle, tergib hissi uyandýrýlmýþtýr. Evvelki âyetler ile de terhib hissi tahrik edilmiþtir. Bu itibarla aralarýnda tezadî bir münasebet vardýr. Ve yine geçen âyetlerde âhiretin bir þýkkýna, yani Cehennem'e iþaret yapýlmýþtýr. Bu âyette, ikinci þýkký olan Cennet'ten haber verilmiþtir. Bu itibarla, âhiretin her iki þýkký da zikredilmiþ bulunuyor.

 

Arkadaþ! Cennet ve Cehennem; þecere-i hilkatten ebede doðru uzanýp giden iki daldan tezahür eden iki semeredir ve kâinatýn teselsülen gelmekte olan silsilelerinin iki neticesidir ve ebede doðru akýp giden kâinat seylinin iki mahzeni ve iki havuzudur. Evet, Cenab-ý Hak gayr-i mütenahî hikmetler için bu âlemi, imtihana sahne yaptý; yine sonsuz hikmetler için tegayyürata, tahavvülâta, inkýlâblara mahal olmasýný irade etti; ve yine sonsuz gayeler için hayýr ile þerri, nef' ile zararý, hüsün ile kubhu, hülâsa iyilikle kötülüðü karýþýk bir þekilde Cennet ve Cehennem'e tohum olmak üzere kâinatýn þu mezraasýna serpti. Evet, madem ki bu âlem, nev-i beþerin imtihan meydanýdýr ve müsabaka yeridir; iyilikle kötülüðün birbirinden tefrik edilemiyecek derecede muhtelit ve karýþýk

 

 

 

sh: » (Ý: 141)

 

olmalarý lâzýmdýr ki, insanlarýn dereceleri tezahür etsin. Ýmtihan ve tecrübe zamanlarý bittikten sonra, kötü insanlar: وَ امْتَازُوا الْيَوْمَ اَيُّهَا الْمُجْرِمُونَ "Ey mücrimler! Bir tarafa çekiliniz" diye olan tüy ürpertici, sâýka-vâri, þiddetli emr-i Ýlahîye maruz kalacaklarý gibi; iyi insanlar da فَادْخُلُوهَا خَالِدِينَ "Daimî kalmak üzere Cennet'e giriniz." diye olan Cenab-ý Hakk'ýn mün'imane, þefikane, lütufkârane emirlerine mazhar olacaklardýr. Ýnsanlar bu iki kýsma ayrýldýktan sonra, kâinat da tasfiye ameliyatýna uðrayacak. Kötülüðü, þerri, zararý tevlid eden maddelerin bir tarafa çekilmesiyle Cehennem'in; iyiliði, hayrý, nef'i doðuran maddelerin de diðer tarafa çekilmesiyle Cennet'in techizatlarý ikmal edilecektir.

 

 

 

sh: » (Ý: 142)

 

Mukaddeme

 

Bu âyet, mâkabliyle beraber kýyamete, haþre iþaret eder. Binaenaleyh bu mes'elede nazara alýnacak ''Dört nokta'' vardýr:

 

Birincisi: Âlemin imkân-ý harabiyetiyle ölümüdür. Ýkincisi: Harabiyetin vukua gelmesidir. Üçüncüsü: Tamir ve ihyasýdýr. Dördüncüsü: Tamirinin imkâný ve vukuudur.

 

Evvelâ: Harabiyet-i âlem imkân dairesinde olup olmadýðýndan bahsedeceðiz. Evet, âlemde tekâmül kanunu vardýr. Bu kanuna tâbi olan, neþv ü nema kanununa dâhildir. Bu kanuna dâhil olanýn bir ömr-ü tabiîsi vardýr. Ömr-ü tabiîsi olanýn, ecel-i fýtrîsi vardýr; ecelin pençesinden kurtulamaz. Evet, kâinatýn ihtiva ettiði enva'ýn ve bu enva'ýn ihata ettiði efradýn kýsm-ý ekserîsi bu kanunlara tâbidirler. Binaenaleyh , âlem-i sagîr denilen insan, ölümden ve harabiyetten kurtulamadýðý gibi; insan-ý kebir denilen âlemin de ölümden necatý yoktur. Ve keza, kâinatýn bir aðacý ölümden, daðýlmaktan halâs olmadýðý gibi, þecere-i hilkattan olan kâinat silsilesinin de harabiyetten kurtuluþu yoktur. Evet, eðer kâinat ömr-ü fýtrîsinden evvel haricî bir tahribata veya Sâni'i tarafýndan bir hedm ve kýyamete maruz kalmasa bile, fennî bir hesab ile kâinatýn öyle bir günü gelecektir ki;

 

اِذَا السَّمَاءُ انْشَقَّتْ * اِذَا الشَّمْسُ كُوِّرَتْ* اِذَا النُّجُومُ انْكَدَرَتْ *

 

gibi âyetlere mâsadak olacaktýr ve insan-ý kebir denilen koca kâinat, þu boþluðu sekeratýnýn baðýrtýlarýyla dolduracaktýr.

 

Ýkinci Nokta: Harabiyet-i âlemin vukua geleceðidir. Evet, bütün semavî dinler, âlemin harab olacaðýnda müttefiktirler. Hem herbir fýtrat-ý selime, âlemin öleceðine þehadet eder. Ve kâinatta gözle görünen þu kadar nev'î, ferdî, yevmî, þehrî, senevî tegayyürat, tahavvülât, inkýlablarýn yalnýz iþaretleriyle deðil, sarahatlarýyla, kýyametin geleceði sabittir. Eðer bu icmal ile kanaat hasýl edemediysen bir parça izahat verelim.

 

 

 

sh: » (Ý: 143)

 

Arkadaþ! Kâinat dediðimiz þu apartman-ý Ýlahî öyle ulvî, yüksek, derin, ince nizamlara tâbi ve öyle acib garib râbýtalara baðlýdýr ki, eðer bir duvarý veya bir taþý, "Yerinden çýk!" emrine hedef olsa; derhal âlem, ölüm hastalýðýna düþer, sekerata baþlar; yýldýzlar arasýnda müsademeler, ecram arasýnda muharebeler vukua gelir. Þu gayr-ý mütenahî boþluk; pek þiddetli sayhalar, pek dehþetli saýkalar, pek korkunç sesler, sadalar, gürültüler ve gümbürtülerle dolar. Evet insan-ý kebirin ölümü, küçük bir ölüm deðildir. Sekerata baþladýðý zaman, milyarlarca kürelerin çarpýþmasýndan husule gelen fýrtýnanýn; ne tasavvuru ve ne tarifi ve ne de görülmesi imkân dairesinde deðildir.

 

Ýþte bu þiddetli ölüm ile hilkat bayýlýr, kâinat yayýlýr, hilkatýn yaðý ayraný birbirinden ayrýlýr. Cehennem maddesiyle, aþiretiyle bir tarafa çekilir; Cennet de letafetiyle, lezaiziyle ve bütün güzel unsurlarýyla tecelli ve incilâ eder.

 

S: Kâinat ilk yaratýlýþýnda ebede elveriþli olarak sabit bir þekilde yaratýlsaydý; böyle tagayyüratlý, inkýlâblý, mâil-i inhidam bir surette yaratýlýp, bilâhare tahribden sonra ebediyete kabil, metin bir þekilde yapýlmasýndan daha iyi ve daha kýsa olmaz mý idi?

 

C: Vaktâ ki Cenab-ý Hak, hikmet-i ezeliye ile inayet-i ezeliyenin iktizasýnca, insanlarýn kabiliyetlerinin tezahürünü ve istidadlarýnýn neþv ü nemasýný irade etmekle, nev-i beþeri imtihan ve tecrübeye tâbi tuttu, zararlarý menfaatlere kattý, þerleri hayýrlarýn içine attý, güzellikleri çirkinliklerle cem' etti; hepsini birbirine karýþtýrarak kâinatýn hamuru ile beraber yaratýlýþ teknesinde yoðurduktan sonra, kâinatý tagayyür, tebeddül, tekâmül kanunlarýna tâbi tuttu.

 

Vaktâ ki imtihan perdesi kapanýr ve tecrübe zamaný nihayet bulur ve kâinat tarlasýnýn vakt-i hasadý hulûl eder. Sâni'-i Hakîm inayetiyle, birbiriyle karýþýk yoðurduðu zýdlarý tasfiye eder, içlerinden tegayyürü doðuran esbabý ayýrýr ve ihtilaf maddelerini tefrik eder. Sonra Cehennem, ebede elveriþli olarak metin ve kavî bir cisimle teþekkül ederek, وَامْتَازُوا hitabýna hedef olur. Cennet ise, esasatýyla beraber ebedî ve muhkem bir þekilde tecelli eder ve münceli olur. Evet gerek Cehennem'i, gerek Cennet'i teþkil eden ecza ve maddeler arasýnda münasebet vardýr, zýddiyet yoktur. Münasebet, intizamýn þartýdýr; nizam da, devama sebebdir. Ve keza, bu iki menzilin halký da ebedî olduklarý için vücudlarýný teþkil eden ecza, tagayyüre mâruz deðildir. Çünkü dünyadaki cisimlerinin terkib ve tahlilleri arasýnda müvazene yoktur. Yani cisim bünyelerine girenlerin, çýkanlarýn

 

 

 

sh: » (Ý: 144)

 

arasýnda nisbet yoktur. Onun için inhilâle yüz tutarlar. Fakat âhiretteki cisimlerin yapýlýþý öyle deðildir. Eczalarý arasýnda tam manasýyla müvazene vardýr ki; inhilâle mahal kalmaz.

 

Üçüncü ve Dördüncü Noktalar: Yani dünyanýn ikinci tamiriyle haþrin vukuudur. Evet, tevhid ve nübüvvetin isbatlarý, yalnýz delil-i naklî ile sahih deðildir. Çünkü devir lâzým gelir. Evet, Kur'an ve Hadîsten ibaret olan naklî delillerin sýhhatý, nübüvvetin sýhhat ve sýdkýna baðlýdýr. Eðer nübüvvet de delil-i naklî ile isbat edilirse, muhal lâzým gelir. Bunun için, Kur'an-ý Kerim, tevhid ile nübüvveti delail-i akliye ile isbat etmiþtir. Amma haþir mes'elesinin hem aklî hem naklî deliller ile isbatý sahihtir.

 

Delil-i aklî ile isbatý, وَ بِاْلآخِرَةِ هُمْ يُوقِنُونَ âyet-i kerimesinin bahsinde beyan edilmiþtir. Hülâsasý: Vücudlarýnda þek ve þübhe olmayan nizam, rahmet ve nimet, ancak ve ancak haþrin gelmesiyle ve ikinci bir hayatýn tahakkuku ile nizam, rahmet, nimet olabilirler. Eðer haþir gelmezse ve ikinci bir hayat tahakkuk etmezse, bunlarý esma-ül ezdaddan addetmek lâzým gelir.

 

Delil-i naklî ise: Kur'an-ý Mu'ciz-ül Beyan ile bütün enbiya, haþrin geleceðine ittifak etmiþlerdir.

 

Aklî ve naklî deliller ise: Fahreddin-ür Râzî'nin tefsirinde bu kabil delilleri bildiren âyetler beyan edilmiþtir. Hülâsa: Bilhassa hayvanat ve nebatatta daima vukua gelen haþirlere dikkat edip teemmül eden adam, elde edeceði müteferrik emarelerle haþrin vukuuna, hads ile yani bir sür'at-i intikal ile hükmedecektir.

 

Þimdi bu âyetin cümlelerini birbirine baðlayan münasebetlere gelelim. Evet, bu âyetin cevherlerini nazmeden ve cümlelerinin silsilesine medar-ý bahs olan nokta, saadettir. Þöyle ki:

 

Saadet-i ebediye, iki kýsýmdýr:

 

Birinci ve en birinci kýsmý: Allah'ýn rýzasýna, lütfuna, tecellisine, kurbiyetine mazhar olmaktýr.

 

Ýkinci kýsmý ise, saadet-i cismaniyedir. Bunun esaslarý; mesken, ekl, nikâh olmak üzere üçtür. Ve bu üç esasýn derecelerine göre saadet-i cismaniye tebeddül eder. Ve bu kýsým saadeti ikmal ve itmam eden, hulûd ve devamdýr. Çünkü saadet devam etmezse, zýddýna inkýlab eder.

 

Birinci kýsým saadetin aksamý, tafsilden müstaðnidir veya gayr-ý kabildir.

 

 

 

sh: » (Ý: 145)

 

Ýkinci kýsým saadetin aksamý ise: Evet, "mesken"in en latifi, en cazibedar þekli; etraf-ý erbaasý türlü türlü gül ve çiçekler ile müzeyyen, bað ve bahçelerle muhat, altýnda sular, nehirler akan kasr ve köþklerdir. Evet, camid kalbleri aþk ve þevkle ihya eden, sönmüþ olan ruhlarý þen ve þad eden, þâirlere sermaye olarak þâirane teþbihleri, temsilleri, üslûblarý ilham eden; sular ile hazravat ve nebatattýr. Saadetin ikinci esasý olan "ekl" ise, me'kulat (yiyecek) kuvvet verdiði cihetle, en iyisi, en lezizi, me'luf olan kýsýmdýr. Yani; insana garib, vahþi olmayan þeylerdir. Çünkü ülfetle, o nimetin derece-i kýymeti bilinir; lezzet verdiði cihetle de lezzetin en büyük lezzeti, teceddüd ve tebeddülündedir. Ve keza ekl lezzetini ikmal eden esbabdan biri de, o rýzkýn kendi amelinin ücreti olduðunu bilmektir; ikinci bir sebeb de o rýzkýn menbaýnýn daima gözönünde hazýr bulunmasýdýr ki, kalbi mutmain olsun, rýzk için telaþ etmesin. Saadetin esaslarýndan "nikâh" ise: Evet, insanýn en fazla ihtiyacýný tatmin eden, kalbine mukabil bir kalbin mevcud bulunmasýdýr ki, her iki taraf sevgilerini, aþklarýný, þevklerini mübadele etsinler ve lezaizde birbirine ortak, gam ve kederli þeylerde de yekdiðerine muavin ve yardýmcý olsunlar. Evet bir iþte mütehayyir kalan veya birþeye dalarak tefekkür eden adam velev zihnen olsun, ister ki; birisi gelsin, kendisiyle o hayreti, o tefekkürü paylaþsýn. Kalblerin en latifi, en þefiki; kýsm-ý sânî ile tâbir edilen kadýn kalbidir. Fakat kadýn ile ruhî imtizacý (geçimi) ikmal eden, kalbî ünsiyet ve ülfeti itmam eden, sûrî ve zâhirî olan arkadaþlýðý samimîleþtiren; kadýnýn iffetiyle, ahlâk-ý seyyieden temiz ve pâk bulunmasý ve çirkin ârýzalardan hâlî olmasýdýr.

 

S- Yiyecek, içecek þahsî vücudu ibka etmek içindir. Çünkü vücuddan eriyip ayrýlan þeylerin yerini doldurup tamir etmek, yemek ve gýda ile olur. Nikâh da, nev'in bekasý içindir. Halbuki âhirette eþhas ebedî olduðundan, vücudlarýnda eriyip ayrýlan birþey yoktur ki gýdaya ihtiyaç olsun ve âhirette tenasül yoktur ki nikâha lüzum olsun.

 

C- Yemek, içmek ve nikâhýn faideleri, yalnýz bekaya ve tenasüle münhasýr deðildir. Evet þu elemli, kederli âlemde onlarda pek büyük lezzet ve faideler olsun da, lezzetler yeri olan âlem-i saadette ne için daha nezih lezzet ve faideleri olmasýn?

 

S- Bu âlemde lezzet, elemin def'inden hâsýl olur. Halbuki âhirette elem yoktur?

 

C- Elemin def'i, lezzetin sebeblerinden biridir. Yoksa lezzet, ona münhasýr deðildir. Ve keza âlem-i ebedînin bu âleme benzetilmesi, kýyas-ý maalfârýktýr. Yani, aralarýnda çok farklar bulunduðundan, birbirine benzemez.

 

Sh: » (Ý: 146)

 

Cennet ile Horhor Bahçesinin (Haþiye) arasýnda ne nisbet varsa, Cennet'in lezzetleriyle dünyanýn lezzetleri arasýnda da ayný o nisbet vardýr. Cennet'in Horhor Bahçesinden dereceleri ne kadar çok yüksek ise, uhrevî lezzetler de dünya lezzetlerine göre öyledir. Her iki âlem arasýnda bu büyük tefavüte, Ýbn-i Abbas لَيْسَ فِى الْجَنَّةِ اِلاَّ اَسْمَائُهَا cümlesiyle iþaret etmiþtir. Yani "Cennet'te, dünya meyvelerinin yalnýz isimleri vardýr." Yani; isimleri birdir, fakat lezzetleri ayrýdýr.

 

Cennet'te lezzetin devamý mes'elesi ise: Evet, lezzetin hakikî lezzet olmasý, zeval görmeyip devam etmesindendir. Zira elemin zevali lezzet olduðu gibi, lezzetin zevali de elemdir; hattâ zevalinin tasavvuru bile elemdir. Evet bütün mecazî âþýklarýn enînleri, baðýrýp çaðýrmalarý, bu kýsým elemdendir ve bütün divanlarýyla yaptýklarý aðlamalar, vaveylâlar, hep mahbublarýn firak ve zevallerinin tasavvurundan neþ'et eden elemdendir. Evet pek çok muvakkat lezzetler var ki, zevalleri daimî elemleri intac ettiði gibi; çok elemlerin zevali de, leziz lezzetlere bâis olur. Lezzet ve nimet ise, devam etmek þartýyla lezzet ve ni'met sayýlabilir.

 

Hülâsa: Ýnsan, ebed için yaratýlmýþtýr. Onun hakikî lezzetleri, ancak marifetullah, muhabbetullah, ilim gibi umur-u ebediyededir.

 

Bu âyetin cümleleri arasýndaki rabýtalarý gördük. Þimdi cümlelerinin iþgal ettikleri yerler ile münasebetlerine bakacaðýz:

 

Evet, وَ بَشِّرِ الَّذِينَ آمَنُوا وَ عَمِلُوا الصَّالِحَاتِ bu cümlenin, bu mevki ile münasebeti: Evet Cenab-ý Hak ibadeti teklif etti ve nübüvveti isbat etti ve Peygamberimiz'i (A.S.M.) teblið-i umura me'mur yaptý ve dünyevî bazý lezzetlere cevaz vermeyen ve meþakkatlarý tazammun eden ibadete mü'minlerin imtisallerini temin etmek için, mü'minlere vaad buyurulan tebþirleri teblið etmeyi Resul-ü Ekrem'e (A.S.M.) emretti. Çünki o Hazret (A.S.M.) inzar ve tahvife (korkutma) me'mur olduðu gibi; Allah'ýn rýzasýný, lutfunu, kurbiyetini ve saadet-i ebediye gibi tebþiratýný da tebliðe memurdur.

 

اَنَّ لَهُمْ جَنَّاتٍ تَجْرِى : Ýnsanýn ihtiyâcât-ý zaruriyesi içinde en evvel lâzým olan, mekân ve meskendir. Mekânýn en güzeli, nebatat ve

 

__________________________

(Haþiye): Horhor, Van'da müellifin medresesinin adýdýr.

 

sh: » (Ý: 147)

 

eþcara müþtemil olan yerlerdir; ve en latifi, nebatlarý arasýnda sularýn mecrasý olan bahçelerdir; ve en kâmil kýsmý, aðaçlarýnýn arasýnda akan nehirlerinin çoklukla bulunmasýdýr. Kur'an-ý Kerim bu kýsma تَجْرِى مِنْ تَحْتِهَا اْلاَنْهَارُ cümlesiyle iþaret etmiþtir.

 

Meskenden sonra insanýn en fazla muhtaç olduðu; cismanî lezzetlerden yiyecek, içecektir. Bu kýsma da, نَهْرـ جَنّة kelimeleriyle iþaret edilmiþtir. Sonra rýzkýn en ekmeli, me'luf olan kýsýmdýr ki, derece-i kýymeti bilinsin. Meyvelerin lezzeti, teceddüd ve tebeddülündedir. Lezzetin en safisi, hazýr ve yakýn olanýdýr ve en lezizi, amelinin ücreti olduðunu bilmektir. Kur'an-ý Kerim bu kýsma da كُلَّمَا رُزِقُوا مِنْهَا مِنْ ثَمَرَةٍ رِزْقًا قَالُوا هذَا الَّذِى رُزِقْنَا مِنْ قَبْلُ cümlesiyle iþaret etmiþtir.

 

مِنْ قَبْلُ : Yani "Bundan önce yediðimiz meyvelerdir veya dünyada yediðimiz meyvelerdir." Çünkü Cennet'in meyveleri birbirine benzediði gibi, dünya meyvelerine de zâhiren benzerler.

 

وَ اُتُوا بِهِ مُتَشَابِهًا : Yani rýzýklarý birbirine müteþabih olarak getirilir. Hadîsde de varid olduðuna göre, Cennet'in meyveleri renkçe birdir; amma tatlarý, taamlarý bir deðildir. Bu cümlede meçhul sîgasýyla zikredilen اُتُوا kelimesinden anlaþýldýðý gibi, rýzkýn insana götürülmesi, büyük bir þeref ve keramete delâlet ettiðinden, büyük bir lezzeti intac ediyor.

 

وَ لَهُمْ فِيهَا اَزْوَاجٌ مُطَهَّرَةٌ : Mesken ve me'kelden sonra insanýn en ziyade muhtaç olduðu, eþidir. Bu ihtiyacýnýn Cennet'te temin edilmiþ olduðuna, bu cümle ile iþaret edilmiþtir. Evet insan, bir refikaya veya bir refike muhtaçtýr ki, tarafeyn aralarýnda, hayatlarýna lâzým olan þeyleri muavenet suretiyle yapabilsinler ve rahmetten neþ'et eden muhabbet iktizasýyla, yekdiðerinin zahmetlerini tahfif etsinler ve gamlý,

 

 

 

sh: » (Ý: 148)

 

kederli zamanlarýný, ferah ve sürura tebdil edebilsinler. Zaten dünyada insanlarýn tam ünsiyeti, ancak refikasýyla olur.

 

وَ هُمْ فِيهَا خَالِدُونَ : Ýnsan bir ni'mete veya bir lezzete mazhar olduðu zaman, en evvel fikrini bozan, vesvese veren; o ni'metin veya o lezzetin devam edip etmeyeceði düþüncesidir. Bu vesveseli düþünceye mahal kalmamak üzere, Kur'an-ý Kerim bu cümle ile onlarýn ezvacýyla, lezaiziyle beraber Cennet'te aleddevam kalacaklarýný tebþir etmekle, o kederli düþünceden kurtarmýþtýr.

 

Bu âyetteki cümlelerin sadeflerinde bulunan cevherleri göstereceðiz:

 

وَ بَشِّرِ الَّذِينَ آمَنُوا وَ عَمِلُوا الصَّالِحَاتِ cümlesinin baþýnda bulunan (و) harf-i atftýr. Atfýn her iki tarafý arasýnda münasebet lâzýmdýr. Halbuki burada tebþir ile mâkabli arasýnda münasebet görünmüyor. Ancak mâkablinde inzar vardýr. Öyle ise bu tebþir, o mâkablinden tereþþuh eden inzara atftýr.

 

بَشِّرْ : "Beþaret" tabiri; Cennet'in, Cenab-ý Hakk'ýn fazl-ý kereminden bir hediye-i Ýlahiye olup, amelin ücreti mukabilinde vâcib bir hak olmadýðýna iþarettir. Çünkü hak ve ücretin verilmesi, beþaretle tabir edilemez. Buna binaen yapýlan ibadet, Cennet için olmamalýdýr. Tebþirin sîga-i emir kýyafetiyle zikri, tebliðin takdirine iþarettir. Çünkü Resul-ü Ekrem (A.S.M.) tebliðe memurdur, tebþire mükellef deðildir. Takdir-i kelâm: "Müjdeleyerek teblið et" demektir.

 

S- اَلَّذِينَ آمَنُوا وَ عَمِلُوا Bu sýla ve mevsule tâbiri, ism-i fâil sîgasý olan اَلْمُؤْمِنُونَ den daha uzun olduðu halde neye iþarettir?

 

C- Sûrenin baþýnda, tafsilen zikredilen اَلَّذِينَ يُؤْمِنُونَ ilââhir olan sýla ve mevsule iþarettir ki; orada yapýlan tafsil, burada yapýlan icmale beyan olsun.

 

S- Surenin baþýnda اَلَّذِينَ nýn sýla denilen dahil olduðu cümle,

 

 

 

sh: » (Ý: 149)

 

muzari sîgasýyla zikredildiði halde, burada mazi sîgasýyla zikredilmiþtir. Esbabý nedir?

 

C- Orada makam, iman ve amele teþvik ve medih makamýdýr. Buna münasib, muzari sîgasýdýr. Burada makam, mükâfat ve ücreti vermek makamýdýr. Buna da münasib, mazi sîgasýdýr. Çünkü ücret, hizmetten sonra verilir.

 

وَ عَمِلُوا : Bu (و)harf-i atftýr. Atfýn tarafeyni arasýnda münasebet lâzým olduðu gibi, mugayeret de lâzýmdýr. Burada aralarýnda bulunan mugayeret, Mezheb-i Ýtizal'in hilafýna, amelin imana dâhil olmadýðýna ve amelsiz imanýn da kâfi gelmediðine delâlet ettiði gibi;عمل tabiri de, tebþir edilenin ücret gibi olduðuna iþarettir.

 

اَلصَّالِحَاتِ : Bu kelime, birþey ile takyid ve tahsis edilmeyerek, mutlak ve mübhem býrakýlmýþtýr. Mýsýr Müftüsü Þeyh Muhammed Abdüh'ün telakkisine göre: "Ýyi þeyler manasýnda olan صَالِحَاتِ kelimesi, beynennâs meþhur ve ma'lûm olduðundan, mutlak býrakýlmýþtýr." Ben de diyorum ki: Surenin baþýna itimaden burada mübhem býrakýlmýþtýr. Çünki sure baþýnda zikredilen يُقِيمُونَ الصّلوَةَ وَمِمّا رَزَقْنَاهُمْ يُنْفِقُونَ âyeti, buradaki صَالِحَاتِ yi beyandýr.

 

اَنَّ لَهُمْ جَنَّاتٍ تَجْرِى مِنْ تَحْتِهَا اْلاَنْهَارُ : Bu âyetten maksad, mükâfattan neþ'et eden neþ'eli lezzet ve sürurdur. Bu maksadýn takviyesine iþaret eden kayýdlar:

 

1- (اَنَّ) nin te'kidi.

 

2- (ل) ýn ihtisasý.

 

3- (لَهُمْ) ün takdimi.

 

 

 

sh: » (Ý: 150)

 

4- Cennetin cem'iyle tenkiri.

 

5- Cereyanýn zikri.

 

6- (تَحْتَ) ile beraber (مِنْ) in zikri.

 

7- "Nehir" ta'biriyle ta'rifidir.

 

Bu kayýdlarýn o maksadýn tahakkukuna çalýþtýklarýna bir parça izahat vereceðiz. Þöyle ki:

 

Pek büyük birþey tebþir edildiði zaman, akýl tereddüd eder, inanamaz; inandýrmak için te'kide ihtiyaç olur. Ve keza, neþ'e ve sürur makamlarý, evhamdan hâlî olmalýdýr. Çünki edna bir vehimle, sürur zâil olur. Buna binaen burada o büyük tebþirat, اِنَّ ile te'kid edilmiþtir ki; hem akýl inansýn, hem o süruru izale edecek hiç bir evham kalmasýn. Ve keza, bu tebþiratýn yalnýz bir vaadden ibaret olmayýp, bir hakikat olduðuna iþarettir.

 

Ýhtisasý ifade eden لَهُمْ deki (ل)tebþir edilen þeyin onlara mahsus ve onlarýn mülkü ve onlarýn fazlî istihkaklarý olduðuna delâlet eder ki; lezzetleri tamam, sürurlarý müzdad olsun. Ve illâ bir padiþah, bir fakiri misafir ederse; madem o misafirlik ve o sohbet ebedî deðildir, kýymeti yoktur.

 

لَهُمْ ün takdimi hasrý ifade ettiðinden, beyn-en-nâs Cennet'in onlara tahsis kýlýndýðýna ve dolayýsýyla ehl-i nârýn da periþan hallerini onlarýn gözleri önüne götürmeye sebeb olduðuna delâlet eder. Ve bu itibarla Cennet'in lezzeti artar ve kýymeti tezahür eder.

 

Cennet'in cem'i, Cennetlerin taaddüdüne ve amellere göre Cennet'in mertebelerine iþarettir. Ve keza Cennet'in her bir cüz'ü, Cennet gibi bir Cennet olduðuna ve her bir mü'mine düþen kýsým, büyüklüðüne nazaran tam bir Cennet gibi göründüðüne iþarettir.

 

Cennet'in tenkîri ise, güzelliðinin kabil-i târif ve tavsif olmadýðýna veya sâmi'lerin iþtiha ve istihsanlarýnýn fevkalâdeliðine iþarettir.

 

تَجْرِى : Bahçelerin en güzeli, içinde suyu bulunanlardýr. Bunlarýn da

 

 

 

sh: » (Ý: 151)

 

en güzeli, içlerinden sularý akanlardýr. Bunlarýn da en iyisi, akýntýsý devamlý olanlardýr. Ýþte cereyanýn sîga-i muzari kýyafetinde zikredilmesi, o cereyanlarý tasvir etmekle, devamlý olduðuna iþarettir.

 

مِنْ تَحْتِهَا : Hadravat (yeþillik) ve nebatat içinde cereyan eden sularýn en iyisi; nebean suretiyle bahçenin içinden çýkmakla yüksek köþklerin altýndan kendine mahsus terennümatýyla geçen, eþcar ve nebatata daðýlan sulardýr. مِنْ تَحْتِهَا kelimesi, bu kýsým sulara iþarettir.

 

اْلاَنْهَارُ : Sularýn çokluðu, bahçelere daha ziyade menfaat, revnak ve güzellik verir. Kezalik küçük küçük arklardan tecemmu' eden nehirler, daha güzel manzaralarý teþkil eder. Bilhassa sularý berrak, zülâl, tatlý, soðuk olursa; fevkalâde bir kýymet, bir lezzet veriyor. Ýþte اْلاَنْهَارُ kelimesi cem'iyle, ta'rifiyle, maddesiyle bu çeþit sulara iþaret eder.

 

كُلَّمَا رُزِقُوا مِنْهَا مِنْ ثَمَرَةٍ رِزْقًا قَالُوا هَذَا الَّذِى رُزِقْنَا مِنْ قَبْلُ : Bu büyük cümle, çok küçük küçük cümleleri tazammun etmiþtir. Evet bu cümle mâkabliyle baðlý deðildir, müste'nifedir; vazifesi mukadder bir suali cevablandýrmaktýr. Mukadder sual ise, sekiz sualin memzuc ve macunudur. Þöyle ki: Vakta ki iman edenler ve amel-i sâlih iþleyenler, Cennet gibi yüksek bir meskenle tebþir edildiler, birdenbire sâmiin zihnine geldi: "Acaba o meskende rýzýk olacak birþey var mýdýr? Varsa, o rýzýk nereden hasýl olur ve nereden gelir? O rýzýklar o Cennet'ten hasýl olduðu takdirde, nesinden neþ'et ediyor? Semeratýndan meydana gelirse, dünya semeratýna benzerler mi? Benzediði takdirde, birbirine de benzerler mi? Birbirine müþabih olurlarsa, tatlarý bir midir, yoksa ayrý ayrý mýdýr? Tatlarý muhtelif olduðu takdirde, koparýldýklarý zaman yerleri boþ mu kalýr, yoksa derhal dolar mý? Tebeddül ettikleri takdirde, devamlý mýdýrlar? Devamlý iseler, onlarý yiyenler sevinirler mi? Sevindikleri zaman ne derler?.." Arkadaþ! Bu sualleri avucuna koy. Ben de bu cümleleri açar, içlerine bakarým. Sen de dikkat et, bakalým mutabýk olacak mýdýr?

 

كُلَّمَا kelimesi, devam ve tahkike delâlet eder.

 

 

 

sh: » (Ý: 152)

 

رُزِقُوا sîga-i mâzisiyle vukuunun tahakkukuna delâlet ettiði gibi, maddesiyle de dünyadaki rýzýklarýný ihtar eder. Ve bina-i meçhul sîgasýyla zikri, o rýzýkda meþakkatýn bulunmamasýna ve onlarýn (aðalar ve beyler gibi) rýzýklarý ayaklarýna geldiðine delâlet eder.

 

مِنْهَا مِنْ ثمَرَةٍ denilmektense مِنْ ثَمَرَاتِهَا denilmiþ olsaydý, daha muhtasar ve daha güzel olurdu. Fakat mezkûr suallerden iki suale cevab olduðundan, مِنْهَا ayrý مِنْ ثمَرَةٍ ayrý söylemek îcab etmiþtir.

 

مِنْ ثمَرَةٍ deki tenkir, tamimi ifade ettiði cihetle, Cennet'in bütün semereleri rýzýk olmaya þâyân olduðuna iþarettir.

 

رِزْقًا kelimesinin tenkiri ise, açlýðý gidermek için yediðiniz gördüðünüz rýzýk olmadýðýna iþarettir.

 

قَالُوا tefâul babýnýn mânasý olan þirketi andýrýyor. Yani "O rýzkýn acib keyfiyetinden ettikleri taaccüb ve istiðrabý birbirine söylemeye baþladýlar."

 

هذَا الَّذِى رُزِقْنَا مِنْ قَبْلُ : Bu cümlede mübhem býrakýlýp, beyan edilmeyen "rýzýk" kelimesinin dört mânaya ihtimali vardýr:

 

Birincisi: Rýzýktan maksad, amel-i sâlihtir. Yani "Bu dâr-ý dünyada rýzýk olarak bize nasib kýlýnan amel-i sâlih, yani þimdi yediðimiz rýzýklar dünyada yaptýðýmýz amel-i sâlihin neticesidir." Yani amel ile ceza arasýnda o kadar ittisal (baðlýlýk) vardýr ki; sanki dünyadaki amel, âhirette tecessüm edip sevab kesilmiþtir. Onlarýn sevinçleri, bu noktadan hasýl olmuþtur.

 

Ýkincisi: Rýzýktan maksad, dünyanýn taam ve yemekleridir. Yani: "Dünyada rýzýk olarak bize verilen taamlar, bunlardýr. Amma zevkleri, tatlarý arasýnda daðlar kadar fark vardýr." Ýþte onlarýn istiðrablarý bu noktadandýr.

 

Üçüncüsü: Bu semereler, biraz evvel yediðimiz semereler gibidir, amma

 

 

 

sh: » (Ý: 153)

 

suretleri bir, mânâlarý, tatlarý ayrýdýr. Demek sureten, þeklen bir olduklarýndan, ülfet lezzetini veriyor; tatlarýnýn ayrý olmasýyla da teceddüd lezzeti hasýl oluyor. Ýþte sevinçleri bu noktadandýr.

 

Dördüncüsü: Hemen þimdi yediðimiz meyveler, bu dallardaki meyvelerdir. Demek bir meyve koparýldýðý zaman, yeri boþ kalmýyor, derhal yerine bir meyve peyda olur. Ýþte bundandýr ki, Cennet'in meyvelerinde noksaniyet olmuyor.

 

وَ اُتُوا بِهِ مُتَشَابِهًا : Bu cümle, itiraziyedir. Yani; yeni bir hükmü ifade etmek için zikrine lüzum olmadýðý halde, هذَا الَّذِى رُزِقْنَا مِنْ قَبْلُ cümlesindeki hükmü tasdik ve illetini beyan etmek üzere, evvelki cümleye bir zeyl ve bir fezleke olarak zikredilmiþtir.

 

Bina-i meçhul sîgasýyla اُتُوا nün zikredilmesi, ehl-i Cennet'in iþleri, hademeleri tarafýndan görülmekte olduðuna iþarettir.

 

مُتَشَابِهًا : Yani zâhiren ve þeklen bir olduðundan, ülfet lezzetini veriyor; bâtýnen ve taamen de ayrý olduðu cihetle, teceddüd lezzetini veriyor. Bu itibarla مُتَشَابِهًا kelimesi, her iki lezzeti îma ediyor.

 

وَ لَهُمْ فِيهَا اَزْوَاجٌ مُطَهَّرَةٌ : Bu cümle, لَهُمْ جَنَّاتٍ تَجْرِى ilââhir cümlesine atftýr. Atfýn tarafeyni arasýnda lâzým olan münasebetin iktizasýnca takdir-i kelâm þöyle olsa gerektir: "Onlar, kendi cisimleri için bir meskene muhtaç olduklarý gibi, kadýnlarý için de bir meskene muhtaçtýrlar."

 

لَهُمْ kelimesi ihtisasý ifade ettiði cihetle, o ezvacýn, onlarýn mülkü ve onlara mahsus olduklarýna delâlet ettiði gibi, dünya kadýnlarýndan baþka حُورٌ عِينٌ ile tâbir edilen bir kýsým kadýnlar da onlar için yaratýlmýþ olduðunu îmaen gösteriyor.

 

 

 

sh: » (Ý: 154)

 

فِيهَا : Cennet o kadýnlara zarf ve mesken olduðundan anlaþýlýr ki, o kadýnlar o yüksek Cennet'e lâyýktýrlar ve ayný zamanda, Cennet derecelerinin yüksekliði nisbetinde onlarýn hüsünleri de yükseliyor. Ve keza, Cennet'in de onlar ile müzeyyen olduðuna gizli bir îma vardýr.

 

مُطَهَّرَةٌ tef'il babýndan ism-i mef'ul olduðundan, herhalde tathir edici bir fâil vardýr. O fâil de, ancak yed-i kudrettir. Binaenaleyh, yed-i kudretin tathir ve tenzih ettiði kadýnlarýn tavsifleri kabil deðildir. Ve keza مُطَهَّرَةٌ kelimesi müteaddi olduðuna nazaran, o kadýnlarýn taharetleri kendilerinden olmayýp, baþkasýndan onlara sirayet etmiþ olduðu anlaþýlýr. Binaenaleyh, dünya kadýnlarý da Cennet'e girdikten sonra bir tetahhur ve tasfiye ve tasaykul ameliyatýyla güzellikte hurilerin derecelerine çýkacaklarýna delâlet eder.

 

وَ هُمْ فِيهَا خَالِدُونَ : Yani: Onlar da, ezvaçlarý da, Cennet de, Cennet'in lezâizi de hep ebedîdirler.

 

 

Link zu diesem Kommentar
Auf anderen Seiten teilen

Gast
Dieses Thema wurde nun für weitere Antworten gesperrt.
×
×
  • Neu erstellen...