Zum Inhalt springen
Qries Qries Qries Qries Qries Qries

Empfohlene Beiträge

وَ بِاْلآخِرَةِ هُمْ يُوقِنُونَ : Bu âyet, haþir mes'elesine iþarettir. Haþrin isbatý hakkýnda feyz-i Kur'andan fehmettiðim ve baþka bir risalede tafsilâtýyla zikrettiðim on bürhanýn hülâsasýna burada iþaret edeceðiz. Þöyle ki:

 

 

 

sh: » (Ý: 53)

 

Kasd ve iradeden doðan bir nizam-ý ekmel vardýr. Hilkat ve yaratýlýþta tam bir hikmet hükümfermadýr. Âlemde abes yok. Fýtratta israf yok. Bu þahidleri tezkiye eden, istikra-i tamdýr ki; her fen, mevzuu bulunduðu nev'in nizamýna bir þahid-i âdildir. Ve keza yevm ve sene vesaire gibi her nev'de, nev'î bir kýyamet-i mükerrere vardýr. Ve keza beþerdeki isti'dad, kýyamete bir remizdir. Ve keza beþerin gayr-ý mütenahî meyil ve emelleri, kýyameti ister. Ve keza Sâni'-i Hakîm'in rahmet hazinesinin mahall-i sarfý, ancak kýyamet ve haþirdir. Ve keza sýdk ve emanetle maruf Resul-ü Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm, sarahaten ilân ediyor. Ve keza Kur'an-ý Mu'ciz-ül Beyan وَ قَدْ خَلَقَكُمْ اَطْوَارًا * وَ مَا رَبُّكَ بِظَلاَّمٍ لِلْعَبِيدِ âyetleriyle ve bu âyetlerin emsaliyle haþrin vukuunu kat'iyetle isbat ediyor. Ýþte tam ona balið olan þahidler, saadet-i ebediyenin anahtarý olup, o Cennet'in kapýlarýný açarlar.

 

Birinci Bürhan: Evet, kâinat saadet-i ebediyeyi intac etmese, akýllarý hayrette býrakan, kâinatta görünen en bâriz, en mükemmel þu nizam, aldatýcý zaîf bir suretten ibaret kalýr. Ve bütün maneviyat ve alâkalar, rabýtalar ve nisbetler hep heba olur. Öyle ise o nizamýn nizam olmasý, ancak ve ancak saadet-i ebediyeyi intac etmekle olur. Yani o nizamdaki maneviyat ve nükteler, ancak âlem-i âhirette sünbüllenecektir. Yoksa bütün maneviyat söner, rabýtalar kesilir, nisbetler darmadaðýnýk olur, nizam da berheva olur. Halbuki o nizamda bulunan kuvvet, bütün kuvvetiyle o nizamýn berheva edilmeyeceðini ilân ediyor.

 

Ýkinci Bürhan: Herbir nevi'de, herbir fertte hikmetlere, maslahatlara riayet eden ve inayet-i ezeliyenin timsali olan hikmet-i tâmme, saadet-i ebediyenin gelmesini tebþir ediyor. Çünkü aksi halde, bedahetle ikrar ve tasdik ettiðimiz þu hikmetleri ve faideleri inkâr etmemiz lâzýmgelir. Çünkü o faidelerin, o hikmetlerin, o maslahatlarýn herbirisi zýddýna inkýlâb ederler. Bu hal ise, safsatadýr.

 

Üçüncü Bürhan: Ýkinci bürhaný tefsir eder. Fennin de þehadet ettiði gibi Sâni-i Hakîm her þeyde en kýsa yolu, en yakýn ciheti, en güzel ve en hafif sureti ihtiyar etmiþtir. Bu ihtiyar, kâinatta abesiyetin bulunmadýðýna delâlet eder. Bu ise ciddiyete delâlet eder. Ciddiyet ise, saadet-i ebediyenin gelmesiyle olur; yoksa bu varlýk adem sayýlýr ve herþey abesiyete tahavvül eder. Halbuki abes ve israf gibi bâtýldan pâk ve münezzeh olduðunu þu سُبْحَانَكَ مَا خَلَقْتَ هذَا بَاطِلاً kelâmýyla

 

 

 

sh: » (Ý: 54)

 

i'lam ve talim eden Zât-ý Zülcelal sözüne nasýl muhalefet eder?

 

Dördüncü Bürhan: Üçüncü Bürhaný izah eder. Bütün fenlerin þehadetiyle, fýtratta israf yoktur. Eðer insan-ý ekber denilen âlemdeki hikmetleri idrakten âciz isen, âlem-i asgar denilen insandaki nüktelere, hikmetlere dikkat et. Evet "Fenn-i Menafi-ül A'za"nýn þerh ve beyan ettiði vecihle, insanýn cisminde, herbirisi bir menfaat için takriben ikiyüz küsur kemik vardýr. Ve herbirisi bir faide için altý bin damar vardýr. Ve hüceyrata hizmet eden yirmidört bin mesame ve pencere vardýr. O hüceyratta cazibe, dafia, mümsike, musavvire, müvellide namýyla herbirisi bir maslahat için beþ kuvvet çalýþýyor. Âlem-i asgar böyle olsa, insan-ý ekber ondan geri kalýr mý? Ruha nisbeten ehemmiyetsiz olan cesed bu derece israftan uzak bulunsa, ne suretle cevher-i ruhla âsârýnda, emellerinde, efkârýnda ve maneviyatýnda israf olur. Çünkü saadet-i ebediye olmasa, bütün maneviyat kurur. O hakikatlar, israf memleketine kaçarlar. Acaba dünya kadar kýymetli olan bir cevhere mâlik olmakla, hem daima onun zarfýný ve gýlafýný muhafaza ettikten sonra, o cevheri birdenbire yere vurup kýrmak ihtimali var mýdýr? Hangi akýl kabul eder? Hem bir þahsýn bünyesindeki kuvvet, a'zasýndaki sýhhat, istidadýndaki kabiliyet, o þahsýn yaþayýþýna ve tekemmülüne delil olduðu gibi, kâinatýn ruhuna kadar nüfuz eden hakikat-ý sabite ve devam ile yaþayýþýný îma eden intizamýndaki kuvvet-i kâmile ve tekemmülüne giden nizamýndaki kemal acaba haþr-i cismanî yoluyla saadet-i ebediyeye delil olmaz mý? Zira intizamýný ihtilâlden ve bozulmaktan kurtaran, saadet-i ebediyedir. Ve tekemmüle vasýta olur. Ve o kuvveti inkiþaf ettiren odur.

 

Beþinci Bürhan: Evet her nevi' mahlûkatta bir nevi kýyametin ve bir çeþit haþrin tekrar ile vukua gelmekte olduðu, büyük kýyametin vukuuna ve geleceðine iþarettir. Buna bir misal: Evet haftalýk saate bak. O saatte saniyeleri, dakikalarý, saatleri, günleri sayan ibrelerden ve millerden saniyeleri sayan ibre, dakikalarý sayan ibrenin hareketini ihbar ediyor. Dakikalarý sayan ibre, saatleri sayan ibrenin hareketini ilân ediyor. Saatleri sayan ibre de, günleri gösteren ibrenin hareketini husule getiriyor ve i'lam ediyor. Ýþte birincinin hareketinin tamam olmasý, ikincisinin de hareketinin tamam olacaðýna ve ikincinin tamam-ý hareket etmesi, üçüncünün de itmam-ý hareket edeceðine iþarettir.

 

Kezalik Sâni-i Hakîm'in kâinat denilen büyük bir saati vardýr. Bu saatin milleri, feleklerin çeþit çeþit deveranýndan ibarettir. Ýþte bu deveranlar; günleri, seneleri, ömr-ü beþeri, dünyanýn beka müddetini gösteriyorlar.

 

 

 

sh: » (Ý: 55)

 

Binaenaleyh her geceden sonra sabahýn, her kýþtan sonra baharýn gelmesi gibi, haþrin sabahý, o büyük saatten doðacaðýna delil ve iþarettir.

 

Sual: Kâinatta görünen þu nev'î kýyametlerde eþya aynýyla iade edilmiyor. Halbuki büyük kýyamette neden ecsam aynýyla iade edilir?

 

Elcevab: Ýnsanýn bir ferdi, baþka mahlukatýn bir nev'i gibidir. Zira insandaki o nur-u fikir, emellerine, ruhuna öyle bir inkiþaf, öyle bir inbisat vermiþtir ki, bütün zamanlarý yutsa doymaz. Zira ondaki o yüksek fikir, insanýn mahiyetini ulvî, kýymetini umumî, nazarýný küllî, kemalini gayr-ý mahsur, lezzet ve elemini daimî kýlmýþtýr. Baþka nevi'lerin ferdleri ise, böyle deðildir. Onlarýn mahiyetleri cüz'î, kýymetleri þahsî, nazarlarý mahdud, kemalleri mahsur, lezzet ve elemleri ânîdir. Bundan anlaþýlýyor ki, insanýn bir ferdi, sair mahlukatýn bir nev'i hükmündedir. Binaenaleyh, o nev'lerde görünen þu kýyametlerin ve haþir ve neþirlerin keyfiyetleri nasýlsa, efrad-ý insaniye de öyledir.

 

Altýncý Bürhan: Saadet-i ebediyeye iþaret eden bürhanlardan biri de, insandaki gayr-ý mütenahî istidadlardýr. Evet, Cenab-ý Hak tarafýndan mükerrem kýlýnan insanýn cevher-i ruhunda ekilen ve rakamlara sýðmayan istidadlar var. Bu istidadlarýn altýnda, hesaba gelmeyen kabiliyetler var. Ve bunlardan neþ'et eden hadde gelmeyen meyiller var. Ve bunlardan husule gelen gayr-ý mütenahî efkâr ve tasavvurat var. Ýþte bunlarýn herbirisi haþr-i cismanînin arkasýndaki saadet-i ebediyeye, þehadet parmaklarýný uzatarak gösteriyorlar.

 

Yedinci Bürhan: Evet, Rahman ve Rahîm olan Sâni-i Hakîm'in rahmeti, rahmetlerin en büyüðü olan saadet-i ebediyenin geleceðini tebþir ediyor. Zîra rahmet, ancak saadet-i ebediye ile rahmet olur. Ve ni'met, ancak o saadet ile ni'met olur. Evet bütün ni'metleri nýkmetlere çeviren ebedî ayrýlmaktan doðan ve umumî matemlerden yükselen o belalardan, kâinatý bilhassa þuurlu olan mahlukatý kurtaran þey, saadet-i ebediyenin gelmesidir. Çünki bütün ni'metlerin, rahatlarýn, lezzetlerin ruhu olan saadet-i ebediye gelmezse, umum kâinatýn þehadetiyle sabit olan ve güneþ gibi parlayan rahmet ve þefkat-i Ýlahiyenin bedahetine karþý mükâbere ile inkâr lâzýmgelir.

 

Ey Habib-i Þefik ve ey Þefik-i Habib! Ey Said-i Mecid ve ey Mecid-i Said! Rahmet-i Ýlahiyenin en latifi, en zarifi, en lezizi olan muhabbet ve þefkatine bakýnýz. O muhabbet ve þefkati, firak-ý ebedî ve hicran-ý lâyezalî ile karþýladýðýnýz takdirde; vicdan, hayal ve ruh ne hale gireceklerdir. O muhabbet ve o þefkat en büyük, en tatlý bir ni'met iken,

 

 

 

sh: » (Ý: 56)

 

en azîm bir musibete, bir belâya inkýlâb eder. Acaba göz önünde bilbedahe görünen rahmet-i Ýlahiye, firak-ý ebedînin muhabbet ve þefkat aleyhine hücum etmesine müsaade eder mi? (Vallahi hayýr!..) لاَ وَاللّهِ Ancak o rahmetin þe'nindendir ki, firak-ý ebedîyi hicran-ý lâyezalîye, hicran-ý lâyezalîyi firak-ý ebedîye ve adem-i mutlaký da her ikisine musallat eder ki, o firaklarýn, o hicranlarýn kökleri ortadan kalksýn.

 

Sekizinci Bürhan: Bütün âlemce her hususta sýdký ve doðruluðu malûm ve müsellem olan Hazret-i Muhammed-i Arabî Aleyhissalâtü Vesselâm, parmaðýyla kameri þakkettiði gibi, lisanýyla de saadet-i ebediyenin kapýlarýný açmýþtýr. Ve bütün enbiya-yý izamýn bu hakikat üzerine icmalarý, bir hüccet-i katýadýr.

 

Dokuzuncu Bürhan: Onüç asýrdan beri yedi vecihle i'cazý tasdik edilen Kur'an-ý Mu'ciz-ül Beyan'ýn haþir hakkýndaki beyanatý, saadet-i ebediyenin geleceðine kâfi bir delil deðil midir? Baþka bir delile ihtiyaç var mýdýr?

 

Onuncu Bürhan: Bu bürhan, binlerce bürhanlarý müctemi'dir. Bu bürhanlarý, çok âyetler tazammun etmiþlerdir. Evet Kur'an-ý Kerim, çok âyetlerinden haþre nâzýr pencereler açmýþtýr. Ezcümle: وَ قَدْ خَلَقَكُمْ اَطْوَارًا âyetiyle, saadet-i ebediyeye yol açan bir kýyas-ý temsilîye iþaret etmiþtir. Kezalik وَ مَا رَبُّكَ بِظَلاَّمٍ لِلْعَبِيدِ Âyet-i Kerimesiyle, o saadeti gösteren bir kýyas-ý adlîye iþaret etmiþtir.

 

Birinci âyetle iþaret edilen kýyas-ý temsilî: Evvelâ insanýn vücuduna bak. Nasýl tavýrdan tavýra, yani nutfeden alakaya, alakadan mudgaya, mudgadan et ve kemiðe, et ve kemikten insan suretine bir kasd, bir irade ve bir ihtiyar altýnda mahsus kanunlarla, muayyen nizamlarla, muntazam hareketlerle intikal ettiðini ve kalýptan kalýba girip çýktýðýný gör. Sonra insanýn bekasýna dikkat et. Ýnsan, bu vücut libasýný her sene deðiþtirir. Bu vücut deðiþmesi, bedendeki hüceyratýn yýkýlýp yapýlmasýyla olur. Bu tamirat da, bütün a'zanýn erzak mahzeni hükmünde olan, Cenab-ý Hakk'ýn bir kanun-u mahsusla ihzar ettiði o madde-i latifeden alýnan ecza ile yapýlýr. Sonra o madde-i lâtifenin ahvaline bak. Nasýl a'zanýn ihtiyaçlarýna göre muayyen bir kanun ile taksim edilir ve bedenin her tarafýna mahsus bir nizam ile muntazaman daðýtýlýr. Yine þâyân-ý dikkattir ki; o madde-i lâtife, dört matbahda piþirildikten sonra ve dört

 

 

 

sh: » (Ý: 57)

 

inkýlâbdan geçtikten sonra ve dört süzgeçten tasfiye edildikten sonra rýzýk olarak taksim edilir. Hem yine þâyân-ý dikkattir ki; o madde-i lâtife, yemeklerin ruhu ve hülâsasýdýr. O yemekler, âlem-i anasýrda daðýnýk menbalardan muntazam bir düstur ile, mahsus bir nizam ile cem' ve tahsil edilirler.

 

Ýþte bütün bu nizamlar, bu kanunlar, bu intizamlar; hep bir kasd, bir irade, bir hikmetten çýkýyor. Evet meselâ Habib'in gözünde yerleþen bir zerrenin, unsur-u havadan veya unsur-u türabdan o garib, acip tavýrlarda, inkýlâblarda yaptýðý muntazam hareketinden anlaþýlýr ki; o zerre, toprakta iken Habib'in gözüne tayin edilmiþ ve bir memur gibi mahall-i memuriyetine muntazaman i'zam kýlýnmýþtýr (yükseltilmiþtir.)

 

Evet fennî bir nazarla dikkat edilirse anlaþýlýr ki, o zerrenin hareketi, körükörüne, tesadüf eseri deðildir. Çünkü o zerre, hangi mertebeye girerse, o mertebenin nizamýna tâbi olur. Ve hangi bir tavra intikal etmiþ ise, onun muayyen kanunuyla amel etmiþtir. Ve hangi bir tabakaya misafir gitmiþ ise, muntazam bir hareket ile sevkedilmiþtir.

 

Hülâsa: Neþ'e-i ûlâya dikkat edenin, neþ'e-i uhra hakkýnda tereddüdü kalmaz. Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâm'ýn emrettiði gibi: "Neþ'e-i ûlâyý gören adam, neþ'e-i uhrayý inkâr edebilir mi?" Çünkü: Ýkinci teþekkül, yani ikinci yapýlýþ; birinci teþekkülden daha kolaydýr. Bunu yapan, onu daha kolay yapar.

 

Meselâ: Bir fýrka askerin ilk teþekkülünde, efradýn birbiriyle ünsiyetleri, muarefeleri olmadýðýndan ve talim ve terbiye görmemeleri yüzünden, yontulmamýþ taþlar gibi olduklarýndan, o efrad o fýrkanýn bünyesinde yerleþtirilinceye kadar çok zahmetler vardýr. Fakat ba'd-et teþekkül terhis edilip de bir daha taht-ý silâha davet edildiði zaman, pek kolay içtima eder ve fýrkayý teþkil ederler. Bu teþekkül, evvelki teþekkülden daha kolay olur.

 

Kezalik birbiriyle ülfet peyda eden ve herbirisi yerini tanýyan ve bir derece yontulmuþ taþlar gibi kesb-i letafet eden bedenin zerratý, ölüm ile daðýldýktan sonra, haþirde Hâlýk'ýn izniyle, Ýsrafil'in borusuyla o zerrat-ý asliye ve esasiye içtimaa davet edildikleri zaman, pek kolay içtima ederler ve beden-i insanîyi yine eskisi gibi teþkil ederler. Maahaza kudret-i ezeliyeye nisbeten en büyük, en küçük gibidir; hiçbir þey o kudrete aðýr gelemez.

 

Arkadaþ! Zâhire nazaran, haþirde ecza-yý asliye ile ecza-yý zâide birlikte iade edilir. Evet cünüb iken týrnaklarýn, saçlarýn kesilmesi mekruh ve bedenden ayrýlan herbir cüz'ün bir yere gömülmesi sünnet olduðu

 

 

 

sh: » (Ý: 58)

 

ona iþarettir. Fakat tahkike göre, nebatatýn tohumlarý gibi "Acb-üz zeneb" tabir edilen bir kýsým zerreler, insanýn tohumu hükmünde olup, haþirde o zerreler üzerine beden-i insanî neþv ü nema ile teþekkül eder.

 

Ýkinci âyetle iþaret edilen delil-i adlî ise: Evet görüyoruz ki; alelekser gaddar, fâcir zalimler lezzetler, nimetler içinde pek rahat yaþýyorlar. Yine görüyoruz ki; masum, mütedeyyin, fakir mazlumlar zahmetler, zilletler, tahkirler, tahakkümler altýnda can veriyorlar. Sonra ölüm gelir, ikisini de götürür. Bu vaziyetten bir zulüm kokusu gelir. Halbuki kâinatýn þehadetiyle, adalet ve hikmet-i Ýlahiye zulümden pâk ve münezzehtirler. Öyle ise, adalet-i Ýlahiyenin tam manasýyla tecelli etmesi için haþre ve mahkeme-i kübraya lüzum vardýr ki; biri cezasýný, diðeri mükâfatýný görsün.

 

وَ بِاْلآخِرَةِ هُمْ يُوقِنُونَ : Bu cümledeki kelimelerin arasýnda bulunan nazm ve nizam:

 

1- Bu cümlenin mâkabliyle baðlanmasýný ifade eden (و) bu rükn-ü imaniyenin burada sarahaten zikredilmesi için âmm olarak zikredilen evvelki cümleden bu cümlenin tahsis lüzumuna binaen atf yapýlmýþtýr.

 

2- Takdimiyle hasrý ifade eden بِاْلآخِرَةِ kelimesi, bazý ehl-i kitab'ýn iman ettikleri âhiret hakikî bir âhiret olmadýðýna ta'rizdir. Çünki onlarýn لَنْ تَمَسَّنَا النَّارُ اِلاَّ اَيَّامًا مَعْدُودَةً âyet-i kerimesinin hikâye ettiði gibi: "Cehennem ateþi, bizi daima yakacak deðil ya! Ancak birkaç gün yakacaktýr." gibi sözleriyle ve bir cihette lezaiz-i cismaniyeyi nefy ve inkâr ettiklerinden anlaþýldýðýna göre, bildikleri âhiret, mecazî bir âhiret imiþ.

 

3- Malûm ve mâhud olan þeye iþaret için vaz'edilen (ال) edatý, bütün kütüb-ü semaviyenin lisanlarýnda deveran eden mâhud âhirete iþarettir. Veyahut mezkûr delail-i fýtriye ile akýllarýn gözleri önünde hazýr olan ve âhiret ile anýlan hakikata iþarettir.

 

4- Mukadder bulunan neþ'enin sýfatýna âhiret tâbiri, zihinleri neþ'e-i

 

 

 

sh: » (Ý: 59)

 

ûlâya çevirip, ondan neþ'e-i uhraya bil'intikal imkân yolunu göstermek için ihtiyar edilmiþtir.

 

5- Yakîn ile beraber tasdiki birlikte ifade eden يُؤْمِنُونَ kelimesine bedel يُوقِنُونَ tabiri, haþir mes'elesi þek ve þüphelere bir mahþer ve bir mecma' olduðu için, tasdikten fazla îkan ve yakîn daha ehemmiyetli olduðuna iþarettir. Veya ehl-i kitabýn iddia ettikleri îman, yakînden hâlî olduðundan, onlarýn îmaný, îman olmadýðýna iþarettir.

 

َاُولئِكَ عَلَى هُدًى مِنْ رَبِّهِمْ: Bu cümledeki nüktelere iþaret eden me'hazlar þunlardýr:

 

1- Evvelki cümle ile bu cümlenin nazmý. 2- اُولئِكَ ile iþaret-i hissiye. 3- اُولئِكَ deki uzaklýk. 4- عَلَى daki ulviyet. 5- هُدًى deki tenkir. 6- مِنْ 7- رَبِّهِمْ deki terbiyeden ibaret yedi me'hazdir.

 

Birincisi: Bu cümleyi mâkabliyle baðlayan münasebetlerdir.

 

Birinci münasebet: Bu cümle mâkablinden neþ'et eden üç suale cevabdýr.

 

Birincisi: Hidayetten neþ'et eden o güzel vasýflarý lâbis olarak hidayet tahtý üstünde oturan o þahýslarý görmek isteyen sâile cevabdýr.

 

Ýkincisi: "O adamlarýn hidayete istihkak ve ihtisaslarý nedendir?" diye sual eden sâmie cevabdýr. Yani illet sebeb, اُولئِكَ ile iþaret edilen vasýflardýr.

 

S- Sâbýkan mezkûr vasýflarýn tafsilen zikirleri, اُولئِكَ kelimesindeki icmalden daha vâzýh bir surette sebebi gösteriyor?

 

C- Ýcmal, bazan tafsilden daha vâzýh olur. Bilhassa matlub birkaç þeyden mürekkeb olduðu zaman, sâmiin gabaveti veya nisyaný dolayýsýyla

 

 

 

sh: » (Ý: 60)

 

o mürekkebin eczasýný mezcetmekle sebebi çýkarmak müþkül olur.

 

Üçüncüsü: "Hidayetin neticesi, semeresi ve hidayetteki lezzet ve nimet nedir?" diye sual eden sâile cevabdýr. Yani hidayette saadet-i dareyn vardýr. Hidayetin neticesi, nefs-i hidayettir. Hidayetin semeresi, ayn-ý hidayettir. Zira hidayet haddizâtýnda büyük bir nimettir ve vicdanî bir lezzettir ve ruhun cennetidir. Nasýl ki dalâlet, ruhun cehennemidir. Öyle de وَ بِاْلآخِرَةِ âhiretin felâh ve saadetini intac eder.

 

Ýkinci me'haz: اُولئِكَ ile yapýlan iþaret-i hissiye. Bir þeyin müteaddid sýfatlarýný zikretmek, o þeyin zihinlerde tecessüm etmesine ve akýlda hazýr ve hayalde mahsus olmasýna sebeb olduðuna iþarettir. Maahâza sâbýkan zikirlerinden bir ma'hudiyet çýkar. Bu mâhudiyet-i zikriye, ma'hudiyet-i hariciyelerine kapý açar. Haricî olan mâhudiyetlerinden, mümtaz ve müstesna insanlar olduklarý tebarüz eder ki, nev'-i beþer içinde gözünü açýp bakanlarýn gözlerine en evvel onlarýn parýltýlarý çarpar.

 

Üçüncü me'haz: Uzaklýðý ifade eden اُولئِكَ : Onlarýn filcümle yakýn olduklarý halde uzak gösterilmeleri, ulüvv-i mertebelerine mecazî bir iþaret olduðuna iþarettir. Çünkü uzakta bulunanlara bakýldýðý zaman, boyca en uzunlarý görünür. Maahâza zamanî ve mekânî olan bu'd-u hakikî kasdedilirse, belâgata daha uygun olur. Çünkü bütün asýrlar asr-ý saadet gibi bu âyeti zikrediyorlar. Öyle ise, اُولئِكَ ile yapýlan iþaret, saflarýn evvellerine iþarettir. Ve bu itibarla bu'd, hakikî olur, mecazî deðildir. Binaenaleyh onlarýn hakikaten zaman ve mekânca uzak olduklarý halde iþaret-i hissiye ile gösterilmeleri, azametlerine ve ulüvv-i mertebelerine iþarettir.

 

Dördüncü me'haz: Ulviyeti ifade eden عَلَى kelimesidir.

 

Arkadaþ! Eþya ve þeyler arasýnda öyle münasebetler vardýr ki; onlarý âyine gibi yapýyor. Herbirisi, ötekisini gösteriyor. Birisine bakýldýðý zaman, ötekisi görünür. Meselâ: Bir parça cam, büyük bir sahrayý gösterdiði gibi, bazan olur ki; bir kelime, uzun ve hayalî bir macerayý sana

 

 

 

sh: » (Ý: 61)

 

gösterir. Bir kelime, pek acib bir vukuatý senin gözünün önüne getirir, temessül ettirir. Yahut bir kelâm, zihnini alýr, misalî âlem-i misallere kadar götürür, gezdirir. Meselâ: بَارَزَ kelimesi, muharebe meydanýný; ثَمَرَةٌ kelimesi, büyük bir meyve bahçesini insanýn fikrine getirir. Buna binaen buradaki عَلَى kelimesi, temsilî bir üslûba pencere açar, gösterir kasdýyla zikredilmiþtir. Þöyle ki:

 

Sanki hidayet-i Ýlahî, bir burak olup mü'minlere gönderilmiþtir. Mü'minler tarîk-i müstakimde ona binerek arþ-ý kemalâta yürürler.

 

Beþinci me'haz: هُدًى deki tenkirdir. Bir nekre, marife olarak mükerreren zikredilirse; o marife, o nekrenin ayný olur. Fakat o nekre, nekre olarak zikredildiði takdirde, alelekser birbirinin ayný olamaz. Bu kaideye göre, nekre olarak tekerrür eden هُدًى evvelki هُدًى in ayný deðildir. Ancak evvelki هُدًى masdardýr. Ýkincisi, hasýl-ý bil'masdardýr ve birincisinin semeresi hükmünde mahsus ve sâbit bir sýfattýr.

 

Altýncý me'haz: Hidayetin Allah'tan olduðunu ifade eden مِنْ kelimesinden burada bir cebr hissedilmekte ise de, hakikatte cebir deðildir. Çünkü onlarýn cüz'-i ihtiyarlarýyla hasýl-ý bil'masdar olan hidayete yürümeleri üzerine, Cenab-ý Hak o sýfat-ý sâbite olan hidayeti halk ve ihsan etmiþtir. Demek ihtida, yani hidayete doðru yürümek, onlarýn kesb ve ihtiyarlarý dâhilindedir. Fakat sýfat-ý sâbite olan hidayet, Allah'tandýr.

 

Yedinci me'haz: Terbiyeyi ifade eden رَبِّ kelimesidir. Bu kelimenin burada ihtiyar edilmesi; onlarýn rýzk ile terbiyeleri Rububiyetin þe'ninden olduðu gibi, hidayetle de tagaddileri Rububiyetin þe'ninden olduðuna iþarettir.

 

وَ اُولئِكَ هُمُ اْلمُفْلِحُونَ : Bu cümledeki nüktelerin me'hazleri:

 

 

 

sh: » (Ý: 62)

 

1- (و) ile atf. 2- اُولئِكَ nin tekrarý. 3- Zamir-ül fasl olan هُمْ 4- اَلْ edatý. 5- Felah yollarýnýn adem-i zikriyle مُفْلِحُونَ nin âmm ve mutlak býrakýlmasý gibi "Beþ Me'haz"dan ibarettir.

 

Birincisi: (و) ile yapýlan atf, her iki cümle arasýnda bulunan münasebete binaen yapýlmýþtýr. Zira birinci اُولئِكَ saadet-i âcile (عَاجِلَهْ) olan hidayet semeresine iþarettir. Ýkinci اُولئِكَ hidayetin semere-i âcilesine (آجله) iþarettir.

 

Evet herbir اُولئِكَ mâkabline bir fezleke, bir icmaldir. Fakat erkân-ý Ýslâmiye me'haz tutulmakla, birinci اُولئِكَ yi birinci اَلَّذِينَ ye rabtý ve ikisinin de ümmî mü'minlere tahsisi; ve keza erkân-ý imaniye ile yakîn me'haz tutulmakla ikinci اُولئِكَ yi ikinci اَلَّذِينَ ye rabtý ve ikisinin de ehl-i kitab mü'minlere ircaý daha evlâdýr.

 

Ýkincisi: اُولئِكَ nin tekrarý, her iki saadetin gerek hidayete, gerek onlarýn medih ve senalarýna müstakil ve ayrý ayrý gayeler ve sebebler olduklarýna iþarettir. Fakat ikinci اُولئِكَ nin hükmüyle beraber, birinci اُولئِكَ ye iþareti daha evlâdýr.

 

Üçüncüsü: Zamîr-ül-fasl olan( هُمْ ), ehl-i kitabdan olup Hazret-i Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm'a iman etmeyenlere bir ta'riz olmak üzere bu cümle ile yapýlan hasrý te'kid etmek ile beraber, güzel bir nükteyi tazammun etmiþtir. Þöyle ki:

 

 

 

sh: » (Ý: 63)

 

Mübteda ile haber arasýnda bulunan( هُمْ) zamiri, mübtedayý çok haberlere mübteda yapar. Ve bu gibi haberlerin tayinini de hayale havale eder. Yani haberlerin mahdud ve muayyen olmadýðýný hayale arzetmekle; hayali, münasib haberleri taharri etmeye teþvik eder. Nasýlki Zeyd'i ele almakla "Zeyd âlimdir, Zeyd fâzýldýr, Zeyd güzeldir." gibi Zeyd'in sýfatlarýndan çok hükümleri dizebilirsin. Kezalik اُولئِكَ den sonra gelen (هُمْ) zamiri hayali harekete getirmekle "Onlar ateþten kurtulurlar." "Onlar Cennet'e girerler." "Onlar rü'yete mazhar olurlar..." ve daha bu gibi sýfatlarýna münasip çok hükümleri ve cümleleri hayale yaptýrýr.

 

Dördüncüsü: اَلْمُفْلِحُونَ kelimesindeki(اَلْ ), hakikatý tasvire iþarettir. Sanki lisan-ý haliyle diyor ki: "Eðer müflihlerin hakikatýný görmek istersen, اُولئِكَ nin âyinesine bak, sana temessül edecektir." Yahut onlarýn tayin ve temyizlerine iþarettir. Sanki diyor: "Ehl-i felâh olanlarý tanýmak istersen, اُولئِكَ ye bak. Ýçindedirler." Veya hükmün zâhir ve bedihî olduðuna iþarettir.

 

Beþincisi: Felâh ve necat yollarýný tâyin etmeyen اَلْمُفْلِحُونَ kelimesindeki ýtlak, ta'mim içindir. Þöyle ki:

 

Kur'ana muhatab olan, matlublarý ve istekleri muhtelif pek çok tabakalardýr ki; bir kýsmý, ateþten necat istiyorlar; bir kýsmý, Cennet'e girmek istiyorlar; bir kýsmý, rü'yete mazhar olmak istiyorlar. Ve bunlar gibi o tabakalarýn pek çok dilekleri vardýr. Kur'an-ý Kerim اَلْمُفْلِحُونَ kelimesini âmm ve mutlak býrakmýþtýr ki, herkes istediðini takip etsin.

 

 

Link zu diesem Kommentar
Auf anderen Seiten teilen

Gast
Dieses Thema wurde nun für weitere Antworten gesperrt.
×
×
  • Neu erstellen...