EMRE Geschrieben 21. Dezember 2008 Teilen Geschrieben 21. Dezember 2008 اَلَّذِينَ يُؤْمِنُونَ بِالْغَيْبِ : Bu cümlenin evvelki cümle ile nazmýný îcab ettiren münasebet vecihleri ise: Bu cümle, mü'minleri medheder, evvelki cümle de Kur'aný medheder. Þu her iki medh arasýnda bir insibab (dökülmek) vardýr ki; o onu ister, o onu ister. Çünkü ikinci medih, birinci medhin neticesidir ve birinci medhe bir bürhan-ý innîdir ve hidayetin semeresi ve þahididir. Ve ayný zamanda hidayete bir yardýmcý vazifesi görüyor. Çünkü mü'minleri medhetmekte imana gelmek için bir teþvik vardýr. Teþvik ise, bir nevi' hidayettir. اَلَّذِينَ ile مُتَّقِينَ arasýndaki münasebete gelince: Bunlarýn biri tahliye تَخْلِيَه, diðeri tahliye تَحْلِيَه dir. Tahliye تَخْلِيَه tathir etmek ve temizlemektir. Tahliye تَحْلِيَه ise, tezyin etmek ve süslendirmek mânasýnadýr. Bunlar birbiriyle arkadaþ olup burada olduðu gibi, daima birbirini takib ediyorlar. Onun için kalb, takva ile seyyiattan temizlenir temizlenmez hemen onun ardýnda iman ile tezyin edilmiþ ve süslendirilmiþtir. Kur'an-ý Kerim, tahliye-i seyyiatý üç mertebesiyle zikretmiþtir. Birincisi, þirki terk; ikincisi, maâsiyi terk; üçüncüsü, mâsivâullahý terk etmektir. Tahliye تَحْلِيَه ise, hasenat ile olur. Hasenat da, ya kalb sh: » (Ý: 41) ile olur veya kalýb ve beden ile olur veyahut mal ile olur. A'mal-i kalbînin þemsi, îmandýr. A'mal-i bedeniyenin fihristesi, namazdýr. A'mal-i maliyenin kutbu, zekattýr. S- اَلَّذِينَ يُؤْمِنُونَ بِالْغَيْبِ hal iktizasýna göre îcaz ise de, ayný manayý ifade eden اَلْمُؤْمِنُونَ kelimesine nazaran itnabdýr (uzundur). Evet (اَلْ) harfi اَلَّذِينَ ile; مُؤْمِنُونَ kelimesi يُؤْمِنُونَ fiiliyle tebdil edilmiþtir. Bu itnabýn îcaza tercih sebebi nedir? C- اَلَّذِينَ esma-i mübhemeden olduðundan, onu tayin ve temyiz eden yalnýz sýlasýdýr. Demek bütün kýymet, sýlasýna aittir. Baþka sýfatlarýnda hiç kýymet yoktur. Bu ise, burada sýlasý olan îmana büyük bir azamet vermekle insanlarý îman etmeye teþvik eder. Amma مُؤْمِنُونَ kelimesine bedel, fiil sîgasýyla يُؤْمِنُونَ nin tercihi; îman fiilini hayal nazarýna gösterip keyfiyetin tasvir edilmesine, dâhilî ve haricî delillerin tecellisiyle îmanýn istimrar ve devam ile teceddüd etmesine iþarettir. Evet delailin zuhuru nisbetinde îman ziyadeleþir, teceddüd eder. بِالْغَيْبِ Yani, nifaksýz ihlâs-ý kalb ile îman ediyorlar. Veya iman edilen þeyler gayb olmakla beraber îman ediyorlar. Veyahut gaibe veya âlem-i gayba iman ediyorlar. Îman, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm'ýn teblið ettiði zaruriyat-ý diniyeyi tafsilen ve zaruriyatýn gayrisini icmalen tasdik etmekten hasýl olan bir nurdur. S: Avâm-ý nâstan, hakaik-i diniyeyi tâbir eden ancak yüzde birdir? C: Tâbir etmemesi, bilmemesine delil olamaz. Evet çok defa lisan, sh: » (Ý: 42) insanýn tasavvuratýndan incelerini tâbirden âciz olduðu gibi kalbindeki ve vicdanýndaki inceler de akla görünmez. Hattâ belâgat dâhîlerinden Sekkakî gibi bir zat; Ýmri-ül Kays veya baþka bir bedevinin ibraz ettiði belâgat incelerini kavramamýþtýr. Maahaza îmanýn var olup olmadýðý sorgu ile anlaþýlýr. Meselâ âmi bir adama, bütün cihetleriyle, eczasýyla kudretinde ve tasarrufunda bulunan Sâniin yarattýðý bu âlemin bir cihette Sânii olup olmadýðý hakkýnda bir sorgu yapýldýðý zaman, "Hiçbir cihette deðildir! Olamaz!" dese kâfidir. Çünki nefiy cihetinin yani Sâni'siz olamayacaðýnýn onun vicdanýnda sabit olduðuna delâlet eder. Îman, Sa'd-ý Taftazanî'nin tefsirine göre: "Cenab-ý Hakk'ýn istediði kulunun kalbine, cüz'-i ihtiyarýnýn sarfýndan sonra ilka ettiði bir nurdur." denilmiþtir. Öyle ise îman, Þems-i Ezelî'den vicdan-ý beþere ihsan edilen bir nur ve bir þuadýr ki, vicdanýn iç yüzünü tamamýyla ýþýklandýrýr. Ve bu sayede bütün kâinat ile bir ünsiyet, bir emniyet peyda olur. Ve herþeyle kesb-i muarefe eder. Ve insanýn kalbinde öyle bir kuvve-i maneviye husule gelir ki, insan o kuvvet ile her musibete, her hâdiseye karþý mukavemet edebilir. Ve öyle bir vüs'at ve geniþlik verir ki, insan o vüs'atle geçmiþ ve gelecek zamanlarý yutabilir. Ve keza îman, Þems-i Ezelî'den ihsan edilmiþ bir nur olduðu gibi; saadet-i ebediyeden de bir parýltýdýr. Ve o parýltý ile, vicdanýnda bulunan bütün emel ve istidadlarýnýn tohumlarý, bir þecere-i tuba gibi neþv ü nemaya baþlar, ebed memleketine doðru hareket eder, gider. وَ يُقِيمُونَ الصَّلَوةَ: Bu cümlenin evvelki cümle ile baðlýlýk ve münasebeti gün gibi aþikârdýr. Lâkin bedenî ibadet ve taatlardan namazýn tahsisi, namazýn bütün hasenata fihrist ve örnek olduðuna iþarettir. Evet, nasýlki Fatiha Kur'ana, insan kâinata fihristedir; namaz da hasenata fihristedir. Çünkü namaz; savm, hac, zekat ve sair hakikatlarý hâvi olduðu gibi, idrakli ve idraksiz mahlukatýn ihtiyarî ve fýtrî ibadetlerinin nümunelerine de þamildir. Meselâ: Secdede, rükûda, kýyamda olan melâikenin ibadetlerini, hem taþ, aðaç ve hayvanlarýn o ibadetlere benzeyen durumlarýný andýran bir ibadettir. S- يُقِيمُونَ nin fiil sîgasýyla zikrinde ne hikmet vardýr? C- Ruha hayat veren namazýn o geniþ hareketini ve âlem-i Ýslâma sh: » (Ý: 43) yayýlmýþ olan o intibah-ý ruhanîyi muhataba ihtar edip göstermektir. Ve o güzel vaziyeti ve o muntazam haleti hayale götürüp tasvir etmekle sami'lerin namaza meylini ikaz edip artýrmaktýr. Evet daðýnýk bir vaziyette bulunan efradý büyük bir sevinçle içtimaa sevkettiren malûm âletin sesi gibi, âlem sahrasýnda daðýlmýþ insanlarý cemaate davet eden ezan-ý Muhammedî'nin (A.S.M.) o tatlý sesiyle, ibadete ve cemaate bir meyl, bir þevk husule gelir. Link zu diesem Kommentar Auf anderen Seiten teilen Mehr Optionen zum Teilen...
Empfohlene Beiträge