Zum Inhalt springen
Qries Qries Qries Qries Qries Qries

Empfohlene Beiträge

بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمنِ الرَّحِيمِ

 

اَلرَّحْمنُ عَلّمَ الْقُرْآنَ خَلَقَ اْلاِنْسَانَ عَلَّمَهُ الْبَيَانَ

 

فَنَحْمَدُهُ مُصَلّينَ عَلَى نَبِيِّهِ مُحَمَّدٍ الَّذِى اَرْسَلَهُ رَحْمَةً لِلْعَا لَمِينَ وَ جَعَلَ مُعْجِزَتَهُ الْكُبْرَى الْجَامِعَةُ بِرُمُوزِهَا وَ اِشَارَاتِهَا لِحَقَائِقِ الْكَائِنَاتِ بَاقِيَةً عَلَى مَرِّ الدُّهُورِ اِلَى يَوْمِ الدِّينِ وَ عَلَى آلِهِ عَامَّةً وَ اَصْحَابِهِ كَافَّةً

 

Evvelâ: Þu Ýþârât-ül Ý'caz adlý eserden maksadýmýz; Kur'anýn nazmýna, lafzýna ve ibaresine ait i'caz iþaretlerini ve remizlerini beyan etmektir. Çünki i'cazýn mühim bir vechi, nazmýndan tecelli eder. Ve en parlak i'caz, Kur'anýn nazmýndaki nakýþlardan ibarettir.

 

Sâniyen: Kur'andaki anâsýr-ý esasiye ve Kur'anýn takip ettiði maksadlar; Tevhid, Nübüvvet, Haþir, Adalet ile Ýbadet olmak üzere dörttür. Bu dört unsuru beyan edeceðiz.

 

Sual: Kur'anýn þu dört hedefe doðru yürüdüðü neden malûmdur?

 

Cevab: Evet benî-âdem, büyük bir kervan ve azîm bir kafile gibi mâzinin derelerinden gelip, vücut ve hayat sahrasýnda misafir olup, istikbalin yüksek daðlarýna ve müzeyyen baðlarýna müteveccihen kafile kafile müteselsilen yürümekte iken, kâinatýn nazar-ý dikkatini celbetti: "Þu garib ve acip mahluklar kimlerdir? Nereden geliyorlar? Nereye gidiyorlar?" diye ahvallerini anlamak üzere hilkat hükûmeti, fenn-i hikmeti karþýlarýna çýkardý. Ve aralarýnda þöyle bir muhavere baþladý:

 

Hikmet: Nereden geliyorsunuz? Nereye gidiyorsunuz? Bu dünyada iþiniz nedir? Reisiniz kimdir?

 

 

 

sh: » (Ý: 13)

 

Bu suale, benî-âdem namýna, emsali olan büyük peygamberler gibi, Muhammed-i Arabî Aleyhissalâtü Vesselâm, nev'-i beþere vekâleten karþýsýna çýkarak þöyle cevabta bulundu:

 

Ey hikmet! Bu gördüðün insanlar, Sultan-ý Ezelî'nin kudretiyle yokluk karanlýklarýndan ziyadar varlýk âlemine çýkarýlan mahluklardýr. Sultan-ý Ezelî, bütün mevcudatý içinde biz insanlarý seçmiþ ve emanet-i kübrâyý bize vermiþtir. Biz haþir yoluyla saadet-i ebediyeye müteveccihen hareket etmekteyiz. Dünyadaki iþimiz de, o saadet-i ebediye yollarýný temin etmekle, re's-ül malýmýz olan istidatlarýmýzý nemalandýrmaktýr. Ve þu azîm insan kervanýna, bundan sonra Sultan-ý Ezelî'den risalet vazifesiyle gelip riyaset eden benim. Ýþte o Sultan-ý Ezelî'nin risalet beratý olarak bana verdiði Kur'an-ý Azîmüþþân elimdedir. Þüphen varsa al, oku!

 

Muhammed-i Arabî Aleyhissalâtü Vesselâm'ýn verdiði þu cevablar, Kur'andan muktebes ve Kur'an lisanýyla söylenildiðinden; Kur'anýn anâsýr-ý esasiyesinin þu dört maksatta temerküz ettiði anlaþýlýyor.

 

S: Þu makasýd-ý erbaa, Kur'anýn hangi âyetlerinde bulunuyor?

 

C: O anasýr-ý erbaa, Kur'anýn heyet-i mecmuasýnda bulunduðu gibi; Kur'anýn surelerinde, âyetlerinde, kelâmlarýnda, hattâ kelimelerinde bile sarahaten veya iþareten veya remzen bulunmaktadýr. Çünkü Kur'anýn küllü, cüz'lerinde göründüðü gibi; cüz'leri de, Kur'anýn küllüne âyinedir. Bunun içindir ki, Kur'an müþahhas olduðu halde, efrad sahibi olan küllî gibi tarif edilir.

 

S: بِسْمِ اللّهِ ve اَلْحَمْدُ لِلّهِ gibi âyetlerde makasýd-ý erbaaya iþaretler var mýdýr?

 

C: Evet قُلْ kelimesi, Kur'anýn çok yerlerinde mezkûr veya mukadderdir. Bu mezkûr ve mukadder olan قُلْ kelimelerine esas olmak üzere بِسْمِ اللّهِ dan evvel قُلْ kelimesi mukadderdir. Yani, "Ya Muhammed! Bu cümleyi insanlara söyle ve tâlim et." Demek besmelede Ýlahî ve zýmnî bir emir var. Binaenaleyh þu mukadder olan قُلْ emri, risalet ve nübüvvete iþarettir. Çünkü; Resûl olmasaydý,

 

 

 

sh: » (Ý: 14)

 

teblið ve tâlime me'mur olmazdý. Kezalik hasrý ifade eden "câr ve mecrur'un takdimi", tevhide îmadýr. Ve keza اَلرَّحْمن nizam ve adalete, اَلرَّحِيم de haþre delalet eder. Ve keza اَلْحَمْدُ لِلّهِ daki ( ل ) ihtisasý ifade ettiðinden tevhide iþarettir. رَبِّ الْعَالَمِينَ adaletle nübüvvete remizdir. Çünki terbiye, resûller vasýtasýyla olur. مَالِكِ يَوْمِ الدِّينِ zaten sarahaten haþir ve kýyamete delâlet eder.

 

Ve keza اِنَّا اَعْطَيْنَاكَ الْكَوْثَرَ sadefi de, o makasýd-ý erbaa cevherlerini tazammun etmiþtir.

 

بِسْمِ اللّهِ : Bu kelâm, güneþ gibidir. Yani, güneþ baþkalarýný gösterdiði gibi, kendini de gösterir; baþka bir güneþe ihtiyaç býrakmaz. بِسْمِ اللّهِ baþkalarýna yaptýðý vazifeyi, kendisine de yapýyor, ikinci bir بِسْمِ اللّهِ daha lâzým deðildir. Evet بِسْمِ اللّهِ öyle müstakil bir nurdur ki, bu nur hiçbir þeye baðlý deðildir. Hatta bu nurun "câr ve mecrur"u bile hiçbir þeye muhtaç deðildir. Ancak (ب) harfinden müstefad olan اَسْتَعِينُ veya örfen malûm olan اَتَيَمَّنُ veyahut mukadder olan قُلْ ün istilzam ettiði اِقْرَاْ fiillerinden birine mütealliktir.

 

Ýhtar: بِسْمِ اللّهِ daki "câr ve mecrur"a müteallik olarak

 

 

 

sh: » (Ý: 15)

 

mezkur olan fiiller, besmeleden sonra takdir edilir ki, hasrý ifade etmekle ihlâs ve tevhidi tazammun etsin.

 

اِسْمْ : Cenab-ý Hakk'ýn zâtî isimleri olduðu gibi, fi'lî isimleri de vardýr. Bu fi'lî isimlerin, Gaffar ve Rezzak, Muhyî ve Mümît gibi pekçok nevi'leri vardýr.

 

S- Bu fi'lî isimlerinin kesretle tenevvüü neden meydana geliyor?

 

C- Kudret-i Ezeliyenin kâinattaki mevcudatýn nevi'lerine, ferdlerine olan nisbet ve taallûkundan husule gelir. Bu itibarla, بِسْمِ اللّهِ kudret-i ezeliyenin taalluk ve tesirini celbeder. Ve o taallûk, abdin kesbine ve iþine yardým edici bir ruh gibi olur. Öyle ise hiç kimse, hiçbir iþini Besmelesiz býrakmasýn!

 

اَللّهُ lâfza-i celali, bütün sýfât-ý kemaliyeyi tazammun eden bir sadeftir. Çünki; lâfza-i celâl, Zât-ý Akdes'e delâlet eder; Zât-ý Akdes de, bütün sýfât-ý kemaliyeyi istilzam eder; öyle ise, o lâfza-i mukaddese, delâlet-i iltizamiye ile bütün sýfât-ý kemaliyeye delâlet eder.

 

Ýhtar: Baþka ism-i haslarda bu delâlet yoktur. Çünki baþka zâtlarda sýfât-ý kemaliyeyi istilzam etmek yoktur.

 

اَلرَّحْمنِ الرَّحِيمِ : Bu iki sýfatýn lâfza-i celâlden sonra zikirlerini icab eden münasebetlerden birisi þudur ki: Lâfza-i celâlden celâl silsilesi tecelli ettiði gibi, bu iki sýfattan dahi cemal silsilesi tecelli ediyor. Evet herbir âlemde emir ve nehiy, sevab ve azab, tergib ve terhib, tesbih ve tahmid, havf ve reca gibi pek çok füruat, celâl ve cemalin tecellisiyle teselsül edegelmektedir. Ýkincisi: Cenab-ý Hakk'ýn ismi, Zât-ý Akdes'ine ayn olduðu cihetle; lâfza-i celâl, sýfât-ý ayniyeye iþarettir. اَلرَّحِيمِ de, fi'lî olan sýfât-ý gayriyeye îmadýr. اَلرَّحْمَنِ dahi, ne ayn ne gayr olan sýfât-ý seb'aya remizdir. Zira Rahman, Rezzak mânasýnadýr. Rýzk, bekaya sebebdir. Beka, tekerrür-ü vücuttan ibarettir. Vücut

 

 

 

sh: » (Ý: 16)

 

ise; birincisi mümeyyize, ikincisi muhassýsa, üçüncüsü müreccihe olmak üzere "Ýlim, Ýrade, Kudret" sýfatlarýný istilzam eder. Beka dahi, semere-i rýzýk mahsulü olduðu için, "Basar, Sem', Kelâm" sýfatlarýný iktiza eder ki; merzuk istediði zaman, ihtiyacýný görsün, istediði zaman iþitsin, aralarýnda vasýta bulunduðu takdirde o vasýta ile konuþsun. Bu altý sýfat, þübhesiz birinci sýfatý olan hayatý istilzam ederler.

 

S- Rahman, büyük nimetlere; Rahîm, küçük nimetlere delalet ettikleri cihetle; Rahîm'in Rahman'dan sonra zikri, yukarýdan aþaðýya inmek manasýna olan "San'at-üt tedelli" kaidesine dâhildir. Bu ise, belâgatça makbul deðildir?

 

C- Evet kaþlar göze, gem ata mütemmim olduklarý ve onlarýn noksanlarýný ikmal ettikleri gibi; küçük ni'metler de, büyük ni'metlere mütemmimdirler. Bu itibarla mütemmim olan haddizatýnda küçük de olsa, faideyi ikmal ettiðinden, büyükten daha büyük olmasý icab eder. Ve keza büyükten beklenilen menfaat, küçüðe mütevakkýf ise; o küçük, büyük sýrasýna geçer; o büyük dahi, küçük hükmünde kalýr. Kilit ile anahtar, lisan ile ruh gibi.

 

Ve keza bu makam, ni'metlerin tâdâdý veya ni'metler ile imtinan makamý deðildir. Ancak insanlarý, gizli ve küçük ni'metlere tenbih ve ikaz etmek makamýdýr. Evvelki makamlardaki "tedellî", þu "tenbih" makamýnda terakki sayýlýr. Çünki gizli ve küçük nimetleri insanlara göstermek ve insanlarý onlarýn vücuduna ikaz etmek, daha lâyýk ve daha lâzýmdýr. Bu itibarla, þu mes'elemizde tedelli deðil, terakki vardýr.

 

S: Mebde ve me'haz itibariyle rikkat-ül kalb mânasýný ifade eden bu iki sýfatýn Cenab-ý Hak hakkýnda kullanýlmasý caiz deðildir. Eðer mâna-yý hakikatlerinin lâzýmý ve neticesi olan in'am ve ihsan kasdedilirse, mecazda ne hikmet vardýr?

 

C: Bu iki sýfat, "yed" gibi mâna-yý hakikîleriyle, Cenab-ý Hak hakkýnda kullanýlmasý muhal olan müteþabihattandýr. Müteþabihatta, mâna-yý mecazînin mâna-yý hakikînin lafzýyla, üslûbuyla gösterilmesindeki hikmet, insanlarýn me'luf ve malûmlarý olmayan mânalarý ve hakikatlarý zihinlerine yakýnlaþtýrýp kabul ettirmekten ibarettir. Meselâ "yed"in mâna-yý mecazîsi insanlara me'nus olmadýðýndan, mana-yý hakikînin þekliyle, lafzýyla gösterilmesi zarureti vardýr.

 

اَلْحَمْدُ : Evvelâ bu kelimeyi mâkabline baðlattýran cihet-i münasebet; "Rahman" "Rahîm"in delâlet ettikleri ni'metlerin hamd ve þükür ile karþýlanmasý lüzumundan ibarettir.

 

 

 

sh: » (Ý: 17)

 

Sâniyen: Þu اَلْحَمْدُ لِلَّهِ cümlesi, herbiri niam-ý esasiyeden birine iþaret olmak üzere, Kur'anýn dört suresinde tekerrür etmiþtir. O nimetler de; Neþ'e-i ûlâ ile neþ'e-i ûlâda beka, neþ'e-i uhra ile neþ'e-i uhrada beka nimetlerinden ibarettir.

 

Sâlisen: Bu cümlenin Kur'anýn baþlangýcý olan Fâtiha Suresi'ne fâtiha yâni baþlangýç yapýlmasý neye binaendir?

 

C: Kâinatýn ve dolayýsýyla insanlarýn hilkatindeki hikmet ve gaye, وَ مَا خَلَقْتُ الْجِنَّ وَ اْلاِنْسَ اِلاَّ لِيَعْبُدُونِ ferman-ý Celilince, ibadettir. Hamd ise, ibadetin icmalî bir sureti ve küçük bir nüshasýdýr. اَلْحَمْدُ لِلّهِ ýn bu makamda zikri, hilkatin gayesini tasavvur etmeðe iþarettir.

 

Râbian: Hamdin en meþhur mânasý, sýfât-ý kemaliyeyi izhar etmektir. Þöyle ki: Cenab-ý Hak insaný kâinata câmi' bir nüsha ve onsekiz bin âlemi hâvi þu büyük âlemin kitabýna bir fihrist olarak yaratmýþtýr. Ve esma-i hüsnadan herbirisinin tecelligâhý olan herbir âlemden bir örnek, bir nümune, insanýn cevherinde vedia býrakmýþtýr. Eðer insan maddî ve manevî herbir uzvunu Allah'ýn emrettiði yere sarfetmekle hamdin þubelerinden olan þükr-ü örfîyi îfa ve þeriata imtisal ederse, insanýn cevherinde vedia býrakýlan o örneklerin herbirisi, kendi âlemine bir pencere olur. Ýnsan o pencereden, o âleme bakar. Ve o âleme tecelli eden sýfatla, o âlemden tezahür eden isme bir mir'at ve bir âyine olur. O vakit insan ruhuyla, cismiyle âlem-i þehadet ve âlem-i gayba bir hulâsa olur. Ver her iki âleme tecelli eden, insana da tecelli eder. Ýþte bu cihetle insan, sýfât-ý kemaliye-i Ýlahiyeye hem mazhar olur, hem müzhir olur.

 

Nitekim Muhyiddin-i Arabî, كُنْتُ كَنْزًا مَخْفِيًّا فَخَلَقْتُ الْخَلْقَ لِيَعْرِفُونِى Hadîs-i Þerifinin beyanýnda: "Mahlûkatý yarattým ki, bana bir âyine olsun ve o âyinede cemalimi göreyim." demiþtir.

 

لِلّهِ : burada ihtisas içindir. Hamdin Zât-ý Akdes'e has ve münhasýr

 

 

 

sh: » (Ý: 18)

 

olduðunu ifade eder. Bu (ل) ýn müteallaký olan ihtisas hazf olduktan sonra ona intikal etmiþtir ki, ihlâs ve tevhidi ifade etsin.

 

Ýhtar: Müþahhas olan bir þeyin umumî bir mefhum ile mülâhaza edildiðine binaen; Zât-ý Akdes de müþahhas olduðu halde, Vâcib-ül Vücud mefhumuyla tasavvur edilebilir.

 

رَبِّ : Yani herbir cüz'ü bir âlem mesabesinde bulunan þu âlemi bütün eczasýyla terbiye ve yýldýzlar hükmünde olan o cüz'lerin zerratýný kemal-i intizamla tahrik eder. Evet Cenab-ý Hak, herþey için bir nokta-i kemal tayin etmiþtir. Ve o noktayý elde etmek için o þeye bir meyil vermiþtir. Her þey, o nokta-i kemale doðru hareket etmek üzere, sanki mânevî bir emir almýþ gibi muntazaman o noktaya müteveccihen hareket etmektedir. Esna-yý harekette onlara yardým eden ve mânilerini def'eden, þüphesiz Cenab-ý Hakk'ýn terbiyesidir. Evet kâinata dikkatle bakýldýðý zaman, insanlarýn taife ve kabileleri gibi, kâinatýn zerratý münferiden ve müçtemian Hâlýklarýnýn kanununa imtisalen, muayyen olan vazifelerine koþmakta olduklarý hissedilir.'' Yalnýz bedbaht insanlar müstesna!''

 

اَلْعَالَمِينَ : Bu kelimenin sonundaki ين yalnýz i'rab alâmetidir, عِشْرِينَ ثَلاَثِينَ gibi. Veya cem' alâmetidir. Çünki âlemin ihtiva ettiði cüz'lerin herbirisi bir âlemdir. Veyahut yalnýz manzume-i þemsiyeye münhasýr deðildir. Cenab-ý Hakk'ýn þu gayr-ý mütenahî fezada çok âlemleri vardýr. Evet

 

اَلْحَمْدُ لِلّهِ كَمْ لِلّهِ مِنْ فَلَكٍ { تَجْرِى النُّجُومُ بِهِ وَ الشَّمْسُ وَ الْقَمَرُ

 

رَاَيْتُهُمْ لِى سَاجِدِينَ de olduðu gibi, burada da ukalâya mahsus cem' sîgasýyla gayr-ý ukalâ cem'lendirilmiþtir. Bu ise, kavaide muhaliftir?

 

Evet âlemin ihtiva ettiði uzuvlarýn birer âkýl, birer mütekellim suretinde tasavvur edilmesi, belâgatýn en makbul bir prensibidir. Zira kâinatýn

 

 

 

sh: » (Ý: 19)

 

"âlem" ile tesmiyesi, kâinatýn Sâniine olan delâleti, þehadeti, iþareti içindir. Binaenaleyh kâinatýn uzuvlarý da Sânia olan delâletleri, þehadetleri için birer âlem olmalarý icabeder. Öyle ise Sâniin o uzuvlarý terbiyesinden ve o uzuvlarýn da Sânii i'lam etmelerinden anlaþýlýr ki; o uzuvlar birer hay, birer âkýl, birer mütekellim suretinde tasavvur edilmiþtir. Binaenaleyh bu cem'de, kavaide muhalefet yoktur.

 

اَلرَّحْمنِ الرَّحِيمِ : Mâkabliyle bu iki sýfatýn nazmýný îcab eden þöyle bir münasebet vardýr ki; biri menfaatleri celb, diðeri mazarratlarý def'etmek üzere terbiyenin iki esasý vardýr. Rezzak manasýna olanاَلرَّحْمنِ birinci esasa, Gaffar manasýný ifade eden اَلرَّحِيمِ de ikinci esasa iþaretleri için birbiriyle baðlanmýþtýr.

 

: مَالِكِ يَوْمِ الدِّينِ Mâkabliyle þu sýfatýn nazmýný iktiza eden sebeb þudur ki; þu sýfat, rahmeti ifade eden mâkabline neticedir. Zira kýyametle, saadet-i ebediyenin geleceðine en büyük delil, rahmettir. Evet rahmetin rahmet olmasý ve ni'metin ni'met olmasý ancak ve ancak haþir ve saadet-i ebediyeye baðlýdýr. Evet saadet-i ebediye olmasa, en büyük ni'metlerden sayýlan aklýn, insanýn kafasýnda yýlan vazifesini görmekten baþka bir iþi kalmaz. Kezalik en lâtif ni'metlerden sayýlan þefkat ve muhabbet, ebedî bir ayrýlýk düþüncesiyle, en büyük elemler sýrasýna geçerler.

 

S: Cenab-ý Hakk'ýn her þeye mâlik olduðu bir hakikat iken, burada haþir ve ceza gününün tahsisi neye binaendir?

 

C: Þu âlemin insanlarca hakir ve hasis sayýlan bazý þeylerine kudret-i ezeliyenin bizzât mübaþereti, azamet-i Ýlahiyeye münasib görülmediðinden, vaz'edilen esbab-ý zahiriyenin o gün ref'iyle, her þeyin þeffaf, parlak iç yüzüyle tecelli edip Sâniini, Hâlýkýný vasýtasýz göreceðine iþarettir. يَوْم tabiri ise, haþrin vukuunu gösteren emarelerden birine iþarettir. Þöyle ki:

 

Saniye, dakika, saat ve günleri gösteren haftalýk bir saatin millerinden birisi devrini tamam ettiði zaman, behemehal ötekiler de devirlerini

 

 

 

sh: » (Ý: 20)

 

ikmal edeceklerine kanaat hasýl olur. Kezalik yevm, sene, ömr-ü beþer ve ömr-ü dünya içinde tayin edilen manevî millerden birisi devrini tamam ettiðinde, ötekilerin de (velev uzun bir zamandan sonra olsun) devirlerini ikmal edeceklerine hükmedilir. Ve keza bir gün veya bir sene zarfýnda vukua gelen küçük küçük kýyametleri, haþirleri gören bir adam, saadet-i ebediyenin (haþrin tulû'-u fecriyle, þahsý bir nev' hükmünde olan) insanlara ihsan edileceðine þübhe edemez.

 

دِين kelimesinden maksad; ya cezadýr, çünkü o gün hayýr ve þerlere ceza verilecek bir gündür.. veya hakaik-i diniyedir. Çünkü hakaik-i diniye o gün tam mânasýyla meydana çýkar. Ve daire-i itikadýn, daire-i esbaba galebe edeceði bir gündür. Evet Cenab-ý Hak müsebbebatý esbaba baðlamakla, intizamý temin eden bir nizamý kâinatta vaz' etmiþ. Ve herþeyi, o nizama müraat etmeðe ve o nizamla kalmaya tevcih etmiþtir. Ve bilhassa insaný da, o daire-i esbaba müraat ve merbutiyet etmeðe mükellef kýlmýþtýr. Her ne kadar dünyada daire-i esbab daire-i itikada galib ise de; âhirette hakaik-i itikadiye tamamen tecelli etmekle, daire-i esbaba galebe edecektir. Buna binaen, bu dairelerin herbirisi için ayrý ayrý makamlar, ayrý ayrý hükümler vardýr. Ve her makamýn iktiza ettiði hükme göre hareket lâzýmdýr. Aksi takdirde daire-i esbabda iken tabiatýyla, vehmiyle, hayaliyle daire-i itikada bakan; Mu'tezile olur ki, tesiri esbaba verir. Ve keza daire-i itikadda iken ruhuyla, imanýyla daire-i esbaba bakan da; esbaba kýymet vermeyerek, Cebriye Mezhebi gibi tenbelcesine bir tevekkül ile nizam-ý âleme muhalefet eder.

 

اِيَّاكَ نَعْبُدُ : (كَ) zamirinde iki nükte vardýr. Birincisi: Mâkablinde zikredilen sýfât-ý kemaliyenin كَ zamirinde müstetir ve mutazammýn olduðuna iþarettir. Çünkü o sýfatlarýn birer birer tâdadýndan hasýl olan büyük bir þevk ile gaybdan hitaba, yani ism-i zâhirden þu كَ zamirine iltifat ve intikal olmuþtur. Demek ك zamirinin mercii, geçen sýfât-ý kemaliye ile mevsuf olan zâttýr. Ýkincisi: Elfaz okunurken mânalarýný düþünmek, belâgat mezhebinde vâcib olduðuna iþarettir. Çünki mânalar düþünülürse, nâzil olduðu gibi okunur ve o okuyuþ; tabiatýyla, zevkiyle hitaba incirar eder. Hattâ اِيَّاكَ نَعْبُدُ yu

 

 

 

sh: » (Ý: 21)

 

okuyan adam, sanki اُعْبُدْ رَبَّكَ كَاَنَّكَ تَرَاهُ cümlesindeki emre imtisalen okuyor gibi olur.

 

Cem' sîgasýyla zikredilen نَعْبُدُ deki zamir, üç taifeye iþarettir. Birincisi: Ýnsanýn vücudundaki bütün aza ve zerrata râcidir ki, bu itibarla þükr-ü örfîyi eda etmiþ olur. Ýkincisi: Bütün ehl-i tevhidin cemaatlerine aittir. Bu cihetle þeriata itaat etmiþ olur. Üçüncüsü: Kâinatýn ihtiva ettiði mevcudata iþarettir. Bu itibarla, þeriat-ý fýtriye-i kübraya tâbi olarak hayret ve muhabbetle kudret ve azametin arþý altýnda sâcid ve âbid olmuþ olur.

 

Bu cümlenin mâkabliyle vech-i nazmý, نَعْبُدُ nün اَلْحَمْدُ ye tefsir ve beyaný olmakla مَالِكِ يَوْمِ الدِّينِ e de bir netice ve bir lâzým olmasýdýr.

 

Ýhtar: اِيَّاكَ nin takdimi, ihlâsý vikaye etmek içindir ve zamir-i hitab da, ibadetin sebeb ve illetine iþarettir. Çünki hitaba incirar eden geçen sýfâtla muttasýf olan zât, elbette ibadete müstehaktýr.

 

وَ اِيَّاكَ نَسْتَعِينُ : نَسْتَعِينُ de müstetir zamir, نَعْبُدُ nun fâili gibi, o üç cemaatten herbirine râci'dir. Yani: Bizim vücudumuzun zerratý veya ehl-i tevhid cemaatý veyahut kâinat mevcudatý, bütün hacat ve maksadlarýmýza, bilhassa en ehemm olan ibadetimize, senden iane ve tevfik istiyoruz. اِيَّاكَ kelimesinin tekrarlanmasýndaki hikmetin birincisi, hitap ve huzurdaki lezzetin artýrýlmasýna; ikincisi, ayân makamýnýn bürhan makamýndan daha yüksek olduðuna; üçüncüsü, huzurda sýdk olup kizbin ihtimali olmadýðýna; dördüncüsü, ibadetle istianenin ayrý ve müstakil maksadlar olduklarýna iþarettir.

 

Bu iki fiili birbiriyle baðlayan münasebet, ücretle hizmet arasýndaki münasebettir. Zira ibadet, abdin Allah'a karþý bir hizmetidir. Ýane de, o hizmete karþý bir ücret gibidir. Veya mukaddeme ile maksud arasýndaki alâkadýr. Çünkü iane ve tevfik, ibadete mukaddemedir. اِيَّاكَ

 

 

 

sh: » (Ý: 22)

 

kelimesinin takdiminden doðan hasr, abdin Cenab-ý Hakk'a karþý yaptýðý ibadet ve hizmetle, vesait ve esbaba olan tezellülden kurtuluþuna iþarettir. Lâkin esbabý tamamen ihmal ve terketmek iyi deðildir. Çünkü o zaman, Cenab-ý Hakk'ýn hikmet ve meþietiyle kâinatta vaz'edilen nizama karþý bir temerrüd çýkar. Evet daire-i esbabda iken tevekkül etmek, bir nevi tenbellik ve atalettir.

 

اِهْدِنَا : Hidayeti taleb etmekle ianeyi istemek arasýnda ne münasebet vardýr?

 

Evet; biri sual, diðeri cevap olduklarýndan birbiriyle baðlanýlmýþtýr. Þöyle ki:

 

نَسْتَعِينُ ile iane taleb edilirken makam iktizasýyla "Ne istiyorsun?" diye varid olan mukadder sual, اِهْدِنَا ile cevablandýrýlmýþtýr.اِهْدِنَا ile istenilen þeylerin ayrý ayrý ve müteaddid olmasý, اِهْدِنَا manasýnýn da ayrý ayrý ve müteaddid olmasýný îcab eder. Sanki اِهْدِنَا, dört masdardan müþtaktýr. Meselâ: Bir mü'min hidayeti isterse, اِهْدِنَا sebat ve devam manasýný ifade eder. Zengin olan isterse, ziyade manasýný; fakir olan isterse, i'ta manasýný; zaîf olan isterse iane ve tevfik manasýný ifade eder. Ve keza "Her þeyi halk ve hidayet etmiþtir" manasýnda bulunan وَ خَلَقَ كُلَّ شَىْءٍ وَ هَدَى Âyet-i Celilesi hükmünce, zâhirî ve bâtýnî duygular, âfâkî ve haricî deliller, enfüsî ve dâhilî bürhanlar, Peygamberlerin irsaliyle, kitablarýn inzali gibi vasýtalar itibariyle de hidayetin manasý taaddüd eder.

 

Ýhtar: En büyük hidayet, hicabýn kaldýrýlmasýyla hakký hak, bâtýlý bâtýl göstermektir.

 

اَللّهُمَّ اَرِنَا الْحَقَّ حَقًّا وَ ارْزُقْنَا اِتِّبَاعَهُ وَ اَرِنَا الْبَاطِلَ بَاطِلاً وَ ارْزُقْنَا اِجْتِنَابَهُ آمِينَ

 

sh: » (Ý: 23)

 

اَلصِّرَاطَ الْمُسْتَقِيمَ : Sýrat-ý müstakim; þecaat, iffet, hikmetin mezcinden ve hülâsasýndan hasýl olan adl ve adalete iþarettir. Þöyle ki:

 

Tagayyür, inkýlab ve felâketlere maruz ve muhtaç þu insan bedeninde iskân edilen ruhun yaþayabilmesi için üç kuvvet ihdas edilmiþtir. Bu kuvvetlerin birincisi: Menfaatleri celb ve cezb için kuvve-i þeheviyye-i behimiyye. Ýkincisi: Zararlý þeyleri def' için kuvve-i sebuiyye-i gadabiyye. Üçüncüsü: Nef' ve zararý, iyi ve kötüyü birbirinden temyiz için kuvve-i akliyye-i melekiyyedir.

 

Lâkin insandaki bu kuvvetlere þeriatça bir had ve bir nihayet tayin edilmiþ ise de, fýtraten tayin edilmemiþ olduðundan bu kuvvetlerin herbirisi tefrit, vasat, ifrat namýyla üç mertebeye ayrýlýrlar. Meselâ: Kuvve-i þeheviyyenin tefrit mertebesi humuddur ki; ne helâle ve ne de harama þehveti, iþtihasý yoktur. Ýfrat mertebesi fücurdur ki; namuslarý ve ýrzlarý pâyimal etmek iþtihasýnda olur. Vasat mertebesi ise iffettir ki; helâline þehveti var, harama yoktur.

 

Ýhtar: Kuvve-i þeheviyyenin; yemek, içmek, uyumak ve konuþmak gibi füruatýnda da bu üç mertebe mevcuttur.

 

Ve keza kuvve-i gadabiyyenin tefrit mertebesi cebanettir ki, korkulmayan þeylerden bile korkar. Ýfrat mertebesi tehevvürdür ki, ne maddî ve ne manevî hiç bir þeyden korkmaz. Bütün istibdadlar, tahakkümler, zulümler bu mertebenin mahsulüdür. Vasat mertebesi ise þecaattýr ki; hukuk-u diniye ve dünyeviyesi için canýný feda eder, meþru olmayan þeylere karýþmaz.

 

Ýhtar: Bu kuvve-i gadabiyyenin füruatýnda da þu üç mertebenin yeri vardýr.

 

Ve keza kuvve-i akliyyenin tefrit mertebesi gabavettir ki, hiç bir þeyden haberi olmaz. Ýfrat mertebesi cerbezedir ki; hakký bâtýl, bâtýlý hak suretinde gösterecek kadar aldatýcý bir zekâya mâlik olur. Vasat mertebesi ise hikmettir ki; hakký hak bilir imtisal eder, bâtýlý bâtýl bilir içtinab eder.

 

وَ مَنْ يُؤْتَ الْحِكْمَةَ فَقَدْ اُوتِىَ خَيْرًا كَثِيرًا

 

 

 

sh: » (Ý: 24)

 

Ýhtar: Bu kuvvetin þu üç mertebeye inkýsamý gibi; füruatý da, o üç mertebeyi hâvidir. Meselâ: Halk-ý ef'al mes'elesinde Cebr mezhebi ifrattýr ki, bütün bütün insaný mahrum eder. Ý'tizal mezhebi de tefrittir ki, tesiri insana verir. Ehl-i Sünnet mezhebi vasattýr. Çünki bu mezheb beyne-beynedir ki; o fiillerin bidayetini irade-i cüz'iyeye, nihayetini irade-i külliyeye veriyor. Ve keza itikadda da ta'til ifrattýr; teþbih; tefrittir; tevhid, vasattýr.

 

Hülâsa: Þu dokuz mertebenin altýsý zulümdür, üçü adl ve adalettir. Sýrat-ý müstakimden murad þu üç mertebedir.

 

صِرَاطَ الَّذِينَ اَنْعَمْتَ عَلَيْهِمْ : Kur'anýn inci gibi lafýzlarýnýn dizilmesi; bir hayta, bir çeþite, bir nakþa münhasýr deðildir. Belki zuhurca, hafâca, yakýnlýkça, uzaklýkça mütefavit çok tenasüblerden hasýl olan pek çok nakýþlar üzerine dizilmiþlerdir, nazmedilmiþlerdir. Zâten i'cazýn esasý, ihtisardan sonra ancak böyle nakýþlardadýr. Evet صِرَاطَ الَّذِينَ اَنْعَمْتَ عَلَيْهِمْ ile mâkablindeki herbir kelime arasýnda bir münasebet vardýr. Meselâ: اَلْحَمْدُ لِلّهِ ile münasebeti vardýr. Çünkü ni'met, hamde delil ve karinedir. رَبِّ الْعَالَمِينَ ile münasebetdardýr. Çünkü, terbiyenin kemali, nimetlerin tevali ve teakubu ile olur. اَلرَّحْمنِ الرَّحِيمِ ile alâkadardýr. Çünkü اَلَّذِينَ den irade edilen "enbiya, þüheda, suleha, ulema" rahmettirler. مَالِكِ يَوْمِ الدِّينِ ile alâkasý vardýr. Çünkü nimet-i kâmile, ancak dindir. نَعْبُدُ ile alâkasý var. Çünkü, ibadette imamlar, bunlardýr. نَسْتَعِينُ ile var. Çünkü, tevfike

 

 

 

sh: » (Ý: 25)

 

ve ianeye mazhar bunlardýr. اِهْدِنَا ile var. Çünkü, hidayette mukteda-bih onlardýr. صِرَاطَ الْمُسْتَقِيمَ ile vardýr. Çünkü, doðru yol, ancak onlarýn mesleðidir.

 

"Tarîk" veya "Sebil" kelimelerine "Sýrat" kelimesinin tercihi, mesleklerinin etrafý mahdud ve iþlek bir cadde olduðuna ve o caddeye girenlerin bir daha çýkmamalarýna iþarettir.

 

Mahud ve mâlûm olan þeylerde kullanýlmasý usûl ittihaz edilen esma-i mevsuleden اَلَّذِينَ tabiri, onlarýn zulümat-ý beþeriye içinde elmas gibi parladýklarýna iþarettir ki; onlarý taharri ve taleb etmeye ve aramaya lüzum yoktur. Onlar, herkesin gözü önünde hazýr olduklarýný temin eden bir ulüvv-ü þâna mâliktirler. Cem' sîgasýyla اَلَّذِينَ nin zikri, onlara iktida ve tâbi olmak imkânýnýn mevcudiyetine ve onlarýn mesleklerinde butlan olmadýðýna iþarettir. Çünkü ferdî olmayan bir meslekte tevatür vardýr; tevatürde, butlan yoktur.

 

Mâzi sîgasýyla اَنْعَمْتَ nin zikri; tekrar ni'meti taleb etmeye bir vesile olduðuna ve Allah'a raci olan zamiri de, bir yardýmcý ve bir þefaatçý vazifesini gördüðüne iþarettir. Yani: "Ey Rabbim! Mademki in'am senin fiilindir ve evvelce de in'amý yapmýþsýn; istihkakým olmadýðý halde in'amý tekrarlamak, senin þe'nindir."

 

عَلَيْهِمْ deki عَلَى enbiyaya yükletilen risalet ve teklif yükünün pek aðýr olduðuna ve sahralarý faydalandýrmak için yaðmur, kar ve fýrtýnalarýn þedaidine maruz kalan yüksek daðlar gibi, peygamberlerin de ümmetlerini feyizlendirmek için risalet zahmetlerine maruz kaldýklarýna iþarettir.

 

Ýhtar: Baþka bir surede zikredilen

 

 

 

sh: » (Ý: 26)

 

فَاُولئِكَ مَعَ اَلَّذِينَ اَنْعَمَ اللّهُ عَلَيْهِمْ مِنَ النَّبِيِّينَ وَ الصِّدِّيقِينَ وَ الشُّهَدَاءِ وَ الصَّالِحِينَ olan âyet-i kerime, buradaki الَّذِينَ اَنْعَمْتَ عَلَيْهِمْ âyet-i celilesini beyan eder. Zâten Kur'anýn bir kýsmý, bir kýsmýný tefsir eder.

 

S: Peygamberlerin meslekleri birbirine uymadýðý gibi, ibadetleri de birbirine muhaliftir. Bunun esbabý nedir?

 

C: Ýtikad ve amelde, usûl ve ahkâm-ý esasiyede peygamberlerin hepsi daimdirler, sabittirler, müttehiddirler. Ýhtilaf ve tefavütleri, ancak füruattadýr. Zâten, zamanlarýn tebeddülüyle, füruatýn da tebeddül ve tegayyürü tabiî bir þeydir. Evet, mevasim-i erbaada tedavi ve telebbüs gibi çok þeyler tebeddüle uðrar. Meselâ, kýþýn giyilen kalýn elbise yazýn tebeddüle uðrar; veya kýþýn güzel tesiri olan bir ilâcýn, yazýn fena tesiri olur, kullanýlmaz. Kezalik, kalb ve ruhlarýn gýdasý olan ahkâm-ý diniyenin füruatý da, ömr-ü beþerin devreleri itibariyle tebeddüle uðrar.

 

غَيْرِ الْمَغْضُوبِ عَلَيْهِمْ : Havf ve firar makamý olan þu sýfatýn mâkablindeki makamlarla münasebatý ise: Bu makamýn hayret ve dehþet nazarýyla celâl ve cemal ile muttasýf olan makam-ý rububiyete baktýrmasý; ve iltica ve dehalet nazarýyla نَعْبُدُ deki makam-ý ubudiyete baktýrmasý; ve acz nazarýyla نَسْتَعِينُ deki tevekkül makamýna baktýrmasý; ve teselli nazarýyla refik-i daimî olan makam-ý recaya baktýrmasýdýr. Çünkü, korkunç bir þeyi gören adam, korku ve hayret içinde kalýr; sonra firar etmeye meyleder. Âciz olduðu takdirde tevekkül eder, sonra teselli yollarýný arar.

 

S- Cenab-ý Hak, Ganiyy-i Mutlak'týr; âlemde bu kadar dalâletleri ve pek çirkin fena þeyleri yapan nev'-i beþerin yaratýlýþýnda ne hikmet vardýr?

 

 

 

sh: » (Ý: 27)

 

C- Kâinatta maksud-u bizzat ve küllî ve þümullü olarak yaratýlan ancak kemaller, hayýrlar, hüsünlerdir. Þerler, kubuhlar, noksanlar ise; hüsünlerin, hayýrlarýn, kemallerin arasýnda görülmeyecek kadar daðýnýk ve cüz'iyet kabilinden tebeî olarak yaratýlmýþlardýr ki; hayýrlarýn, hüsünlerin, kemallerin mertebelerini, nevi'lerini, kýsýmlarýný göstermeye vesile olsunlar ve hakaik-i nisbiyenin vücuduna veya zuhuruna bir mukaddeme ve bir vâhid-i kýyasî olsunlar.

 

S- Hakaik-i nisbiyenin ne kýymeti var ki, onun için þerler istihsan edilecek?

 

C- Hakaik-i nisbiye denilen þeyler, kâinatýn eczasý arasýnda bulunan rabýtalardýr. Ve kâinattaki nizam, ancak hakaik-i nisbiyeden doðmuþtur. Ve hakaik-i nisbiyeden kâinatýn enva'ýna bir vücud-u vâhid in'ikas etmiþtir. Hakaik-i nisbiye, büyük bir ölçüde hakaik-i hakikiyeden çoktur. Hattâ bir zâtýn hakaik-i hakikiyesi yedi ise, hakaik-i nisbiyesi yediyüzdür. Binaenaleyh kubh ve þerde þer varsa da kalildir.

 

Malûmdur ki, þerr-i kalil için hayr-ý kesîr terkedilmez. Terkedilirse, þerr-i kesîr olur. Zekat ve cihadda olduðu gibi.

 

Evet اِنَّمَا تُعْرَفُ اْلاَشْيَاءُ بِاَضْدَادِهَا meþhur kaziyeden maksad, bir þeyin zýddý, o þeyin hakaik-i nisbiyesinin vücud veya zuhuruna sebebdir. Meselâ: Kubh olmasaydý ve hüsünlerin arasýna girmeseydi, hüsnün gayr-ý mütenahî olan mertebeleri tezahür etmezdi.

 

S- اَنْعَمْتَ fiil, مَغْضُوبِ ism-i mef'ul, ضَالِّينَ ism-i fâil olarak zikirlerinde ve keza üçüncü fýrkanýn sýfatýný ve ikinci fýrkanýn sýfatýna terettüb eden âkýbetini ve birinci fýrkanýn ünvan-ý sýfatýný aynen zikretmekte ne gibi bir hikmet vardýr?

 

C- Ni'met ünvaný, nefsin daima meylettiði bir lezzet olduðundan ihtiyar edilmiþtir. Fiil-i mazi olarak zikrindeki sebeb, evvelce beyan edilmiþtir. Ýkinci fýrka ise, kuvve-i gadabiyenin galebe ve tecavüzüyle tecavüz ederek ahkâmýn terkiyle zulüm ve fýska düþmüþlerdir. Yahudilerin temerrüdü gibi. Zulüm ve fýskta hasis ve hayýrsýz bir lezzet görüldüðünden, onlardan nefis teneffür etmez. Kur'an-ý Kerim o zulmün akibeti olan gazab-ý Ýlahîyi zikretmiþtir ki, nefisleri o zulüm ve fýsktan tenfir ettirsin. Ýstimrar ve devam þe'ninde olan isimlerden ism-i mef'ul

 

 

 

sh: » (Ý: 28)

 

olarak zikredilmesi ise, þerr ve isyanlarýn devam edip, tevbe ve afv ile inkýta etmedikleri takdirde kat'ileþeceðine ve silinmez bir damga þekline geçeceðine iþarettir. Üçüncü fýrka ise, vehim ve heva-yý nefsin akýl ve vicdanlarýna galebesiyle, bâtýl bir itikada tâbi' olarak nifaka düþen bir kýsým nasara'dýr. Dalâlet, nefisleri tenfir ve ruhlarý inciten bir elem olduðundan; Kur'an-ý Kerim o fýrkayý ayný o sýfatla zikretmiþtir. Ve ism-i fâil olarak zikrindeki sebeb ise; dalâletin dalâlet olmasý, devam etmesine mütevakkýf olup, inkýtaa uðradýðý zaman afva dâhil olacaðýna iþarettir.

 

Ey arkadaþ! Bütün lezzetler imanda olduðu gibi, bütün elemler de dalâlettedir. Bunun izahý ise; bir þahýs, kudret-i ezeliye tarafýndan, adem zulümatýndan þu korkunç dünya sahrasýna atýlýrken gözünü açar, bakar. Bir lütuf beklediði zaman, birdenbire düþmanlar gibi hastalýklar, elemler, belalar hücum etmeye baþlarlar. Bir meded, bir yardým için müsterhimane tabiata ve anasýra baktýðý vakit, kasavet-i kalble, merhametsizlikle karþýlaþýr. Ecram-ý semaviyeden istimdad etmek üzere baþýný havaya kaldýrýr. O ecram, atom bombalarý gibi dehþetli ve heybetli halleriyle gözüne görünür. Hemen gözünü yumar, baþýný eðer, düþünmeye baþlar. Bakar ki, hayatî hacetleri baðýrýp çaðýrmaya baþlarlar. Bütün bütün tevahhuþ ederek hemen kulaklarýný týkar, vicdanýna iltica eder; bakar ki: Vicdaný, binler âmâl (emeller) ve emanî ile dolu gürültülerinden cinnet getirecek bir hale gelir. Acaba hiçbir cihetten hiçbir teselli çaresini bulamayan o zavallý þahýs, mebde ile meâdi, Sâni' ile haþri itikad etmezse, onun o vaziyetinden Cehennem daha serin olmaz mý?

 

Evet o bîçare havf ve heybetten, acz ve ra'þetten, vahþet ve gönül darlýðýndan, yetimlikle me'yusiyetten mürekkeb bir vaziyet içinde olup kudretine bakar, kudreti âciz ve nâkýs.. hâcetlerine bakar, def'edilecek bir durumda deðildir. Çaðýrýp yardým istese, yardýmýna gelen yok. Herþeyi düþman, herþeyi garib görür. Dünyaya geldiðine bin defa nedamet eder, lanet okur. Fakat o þahsýn sýrat-ý müstakime girmekle kalbi ve ruhu nur-u imanla ýþýklanýrsa, o zulmetli evvelki vaziyeti nuranî bir hâlete inkýlâb eder. Þöyle ki:

 

O þahýs, hücum eden belalarý, musibetleri gördüðü zaman, Cenab-ý Hakk'a istinad eder, müsterih olur. Yine o þahýs, ebede kadar uzanýp giden emellerini, istidatlarýný düþündüðü zaman, saadet-i ebediyeyi tasavvur eder. O saadet-i ebediyenin mâ-ül hayatýndan bir yudum içer, kalbindeki emellerini teskin eder. Yine o þahýs, baþýný kaldýrýp semaya ve etrafa bakar; herþeyle ünsiyet peyda eder. Yine o þahýs, semadaki ecrama bakar; hareketlerinden dehþet deðil, ünsiyet ve emniyet peyda

 

 

 

sh: » (Ý: 29)

 

eder.. ve onlarýn o hareketlerini, ibret ve hayretle tefekkür eder. Yine o þahýs, ecram-ý ulviye ile öyle bir kesb-i muarefe eder ki, hangi bir cirme bakarsa baksýn, o cirmlerden: "Ey arkadaþ! Bizden tevahhuþ etme! Hareketlerimizden korkma! Hepimiz bir Hâlýkýn memurlarýyýz" diye, me'nus ve emniyet verici sesleri kalben iþitmeye baþlar.

 

Hülâsa: O þahýs, evvelki vaziyetinde, vicdanýndaki o dehþetli ve vahþetli ve korkunç âlâm-ý þedideden kurtulmak için teselliler ile hissini ibtal ve sarhoþlukla o halleri unutmak ister. Ýkinci haletinde ise, ruhunda yüksek lezzetleri ve saadetleri hisseder; kalbini ikaz, vicdanýný tahrik edip ruhunu ihsas ettikçe, o saadetler ziyadeleþir ve ona manevî Cennetlerin kapýlarý açýlýr.

 

اَللّهُمَّ بِحُرْمَةِ هَذِهِ السُّورَةِ اجْعَلْنَا مِنْ اَصْحَابِ الصِّرَاطِ الْمُسْتَقِيمِ آمِينَ

Link zu diesem Kommentar
Auf anderen Seiten teilen

Gast
Dieses Thema wurde nun für weitere Antworten gesperrt.
×
×
  • Neu erstellen...