EMRE Geschrieben 21. Dezember 2008 Teilen Geschrieben 21. Dezember 2008 EMÝRDAÐ LÂHÝKASI - I (AFYON HAPSÝNE KADAR) Üstad Bediüzzaman Said Nursî, Denizli Hapishanesinde yetmiþ talebesiyle birlikte on ay mevkuf yattýktan sonra, Denizli Aðýr Ceza Mahkemesi'nin 1944 tarihli beraat karariyle tahliye olmuþlar ve iki ay kadar Denizli'nin Þehir Otelinde kaldýktan sonra Afyon'un Emirdaðý kazasýnda ikâmet edeceði kendisine bildirilmiþ ve Emirdaðý'na gelmiþtir. Bundan sonraki Lâhikalar, Emirdaðýnda ikâmeti esnasýnda yazýlmýþ olup, Isparta'ya ve Isparta vasýtasiyle Risale-i Nur'un müþtaklarýna gönderilen mektublardýr. Ýlk Emirdaðýnda bulunduðu dört sene içinde Risale-i Nur memleketin her tarafýna yayýlmýþ, bilâhere 1948 de yeniden Afyon Mahkemesinde muhâkeme olmuþlardýr. Sh: » (E: 3) بِسْمِهِ سُبْحَانَهُ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّهِ وَ بَرَكَاتُهُ اَبَدًا دَائِمًا EMÝRDAÐI'NDAKÝ KARDEÞLERÝME! Aziz, sýddýk kardeþlerim! Benim hakkýmda evham edenlere deyiniz ki: Biz, hizmet ettiðimiz bu adamýn yirmi senelik hayatýnýn bütün mahrem ve gayr-ý mahrem mektublarýný ve kitablarýný ve esrarýný hükûmet þiddetli taharriyatla elde etti. Dokuz ay hem Isparta, hem Denizli, hem Ankara adliyeleri tedkikten sonra, bir tek gün cezayý, bir tek talebesine vermeyi mûcib bir madde -beþ sandýk kitablarýnda ve evraklarýnda- bulunmadý ki; hem Ankara Ehl-i Vukufu, hem Denizli Mahkemesi ittifakla beraetine karar verdiler. Hem bu zarurî iþlerini ihtiyarlýðýna hürmeten gördüðümüz adam, mahkemece dava etmiþ ve bütün hazýr arkadaþlarýný þahid gösterip, tasdik ettirmiþ ki: Yirmi senedir hiçbir gazeteyi ve siyasî eserleri ne okumuþ, ne sormuþ, ne bahsetmiþ; ve on senedir, hükûmetin iki reisinden ve bir vali ve bir meb'usundan baþka hiç bir erkâný ve büyük memurlarýný bilmiyor ve tanýmýyor ve tanýmaða merak etmemiþ. Ve üç senedir harb-i umumîyi ne sormuþ, ne bilmiþ, ne merak etmiþ, ne radyo dinlemiþ. Ve intiþar eden yüzotuz te'lifatýndan, yirmi sene zarfýnda yüzbin adamýn dikkatle okuduklarý halde ne idareye, ne asayiþe, ne vatana, ne millete hiçbir zararý hükûmet görmemiþ. Beþ vilayetin dikkatli zabýtalarý ve taharri memurlarý ve mahkeme iþiyle iþtigal eden üç vilayetin ve merkez-i hükûmetin dört adliyelerinin aðýr ceza mahkemeleri en ufak bir suç bulmamýþ ki, tahliyelerine mecbur oldular. Eðer bu adamýn dünya iþtihasý ve siyasete meyli olsaydý; hiç imkâný var mý ki, bir tereþþuhatý ve emareleri bulunmasýn? Halbuki mahkeme safahatýnda hiçbir emare bulamadýlar ki, muannid bir müddeiumumî mecbur olup vukuat yerinde imkânatý istimal ederek mükerreren iddianamesinde "yapabilir" demiþ ve "yapmýþ" dememiþ. Yapabilir nerede? Yapmýþ nerede? Hattâ sh: » (E: 4) mahkemede Said ona demiþ: "Herkes bir katli yapabilir; bu iddianýz ile herkesi ve sizi mahkemeye vermek lâzým geliyor!" Elhasýl: Ya bu adam tam divanedir ki, bu derece dehþetli umûr-u dünyaya karþý lâkayd kalýyor veyahut bu vatanýn ve bu milletin en büyük bir saadetine ihlasla çalýþmak için, hiçbir þeye tenezzül etmez ve ehemmiyet vermez. Öyle ise bunu taciz ve tazyik etmek, vatan ve millete ve asayiþe bir nevi ihanettir. Ve onun hakkýnda bu çeþit evham etmek, bir divaneliktir. (MÜHÝM BÝR SUALE HAKÝKATLI BÝR CEVABDIR.) Büyük memurlardan birkaç zât benden sordular ki: "Mustafa Kemal sana üçyüz lira maaþ verip, Kürdistan'a ve vilayat-ý þarkýyeye, Þeyh Sünusî yerine vaiz-i umumî yapmak teklifini neden kabul etmedin? Eðer kabul etseydin, ihtilâl yüzünden kesilen yüzbin adamýn hayatlarýný kurtarmaya sebeb olurdun?" dediler. Ben de onlara cevaben dedim ki: Yirmiþer-otuzar senelik hayat-ý dünyeviyeyi o adamlar için kurtarmadýðýma bedel, yüzbinler vatandaþa, herbirisine milyonlar sene uhrevî hayatý kazandýrmaya vesile olan Risale-i Nur, o zayiatýn yerine binler derece iþ görmüþ. Eðer o teklifi ben kabul etseydim, hiçbir þeye âlet olamayan ve tâbi' olmayan ve sýrr-ý ihlasý taþýyan Risale-i Nur meydana gelmezdi. Hattâ ben hapiste muhterem kardeþlerime demiþtim: Eðer Ankara'ya gönderilen Risale-i Nur'un þiddetli tokatlarý için beni idama mahkûm eden zâtlar, Risale-i Nur ile imanlarýný kurtarýp idam-ý ebedîden necat bulsalar; siz þahid olunuz, ben onlarý da ruh u canýmla helâl ederim! Beraetýmýzdan sonra Denizli'de beni tarassud taciz edenlere ve büyük âmirlerine ve polis müdürüyle müfettiþlere dedim: Risale-i Nur'un kabil-i inkâr olmayan bir kerametidir ki; yirmi sene mazlumiyet hayatýmda, yüzer risale ve mektublarýmda ve binler þakirdlerde hiçbir cereyan, hiçbir cem'iyet ile ve dâhilî ve haricî hiçbir komite ile hiçbir vesika, hiçbir alâka, dokuz ay tedkikatta bulunmamasýdýr. Hiçbir fikrin ve tedbirin haddi midir ki, bu hârika vaziyeti versin. Birtek adamýn, birkaç senedeki mahrem esrarý meydana çýksa, elbette onu mes'ul ve mahcub edecek yirmi madde bulunacak. Madem hakikat budur; ya diyeceksiniz ki: "Pek hârika ve maðlub olmaz bir dehâ bu sh: » (E: 5) iþi çeviriyor" veya diyeceksiniz: "Gayet inayetkârane bir hýfz-ý Ýlahîdir." Elbette böyle bir dehâ ile mübareze etmek hatadýr, millete ve vatana büyük bir zarardýr. Ve böyle bir hýfz-ý Ýlahî ve inayet-i Rabbaniyeye karþý gelmek, firavunane bir temerrüddür. Eðer deseniz: "Seni serbest býraksak ve tarassud ve nezaret etmesek, derslerinle ve gizli esrarýnla hayat-ý içtimaiyemizi bulandýrabilirsin." Ben de derim: Benim derslerim bilâ-istisna bütünü, hükûmetin ve adliyenin eline geçmiþ; bir gün cezayý mûcib bir madde bulunmamýþ. Kýrk-elli bin nüsha risale, o derslerden milletin ellerinde dikkat ve merakla gezdiði halde, menfaatten baþka hiçbir zararý hiçbir kimseye olmadýðý, hem eski mahkemenin, hem yeni mahkemenin mûcib-i mes'uliyet bir madde bulamamalarý cihetiyle, yenisi ittifakla beraetimize; ve eskisi, dünyaca bir büyüðün hatýrý için yüzotuz risaleden beþ-on kelime bahane edip, yalnýz kanaat-ý vicdaniye ile yüzyirmi mevkuf kardeþlerimden yalnýz onbeþ adama altýþar ay ceza verebilmesi kat'î bir hüccettir ki, bana ve Risale-i Nur'a iliþmeniz, manasýz bir tevehhümle çirkin bir zulümdür. Hem daha yeni dersim yok ve bir sýrrým gizli kalmadý ki, nezaretle ta'diline çalýþsanýz. Ben þimdi hürriyetime çok muhtacým. Yirmi seneden beri lüzumsuz ve haksýz ve faidesiz tarassudlar artýk yeter! Benim sabrým tükendi. Ýhtiyarlýk za'fiyetinden, þimdiye kadar yapmadýðým bedduayý yapmak ihtimali var. "Mazlumun âhý tâ Arþ'a kadar gider" diye bir kuvvetli hakikattýr. Sonra o zalim, dünyaca büyük makamlarda bulunan bedbahtlar dediler: "Sen yirmi senedir birtek defa takkemizi baþýna koymadýn, eski ve yeni mahkemelerin huzurunda baþýný açmadýn, eski kýyafetin ile bulundun. Halbuki onyedi milyon bu kýyafete girdi." Ben de dedim: Onyedi milyon deðil, belki yedi milyon da deðil, belki rýzasýyla ve kalben kabulüyle ancak yedi bin Avrupaperest sarhoþlarýn kýyafetlerine ruhsat-ý þer'iye ve cebr-i kanunî cihetiyle girmektense; azimet-i þer'iye ve takva cihetiyle, yedi milyar zâtlarýn kýyafetlerine girmeyi tercih ederim. Benim gibi yirmibeþ seneden beri hayat-ý içtimaiyeyi terkeden adama "inad ediyor, bize muhaliftir" denilmez. Haydi inad dahi olsa, madem Mustafa Kemal o inadý kýramadý ve iki mahkeme kýrmadý ve üç vilayetin hükûmetleri onu bozmadý; siz neci oluyorsunuz ki, beyhude hem milletin, hem hükûmetin zararýna, o inadýn kýrýlmasýna çabalýyorsunuz? Haydi siyasî muhalif de olsa, madem tasdikiniz ile yirmi senedir dünya ile alâkasýný kesen ve manen yirmi seneden beri ölmüþ bir adam, yeniden dirilip, faidesiz, kendine çok zararlý olarak sh: » (E: 6) hayat-ý siyasiyeye girerek sizin ile uðraþmaz. Bu halde onun muhalefetinden tevehhüm etmek, divaneliktir. Divanelerle ciddî konuþmak dahi bir divanelik olmasýndan, sizin gibilerle konuþmayý terkediyorum, "Ne yaparsanýz minnet çekmem!" dediðim, onlarý hem kýzdýrdý, hem susturdu. Son sözüm: حَسْبُنَا اللّهُ وَنِعْمَ الْوَكِيلُ { نِعْمَ الْمَوْلَى وَ نِعْمَ النّصِيرُ * * * Aziz, sýddýk kardeþlerim! Bu parçayý sizler dahi Risale-i Nur'un makbuliyetine imza basan risaleler ve mektublar mecmuasýnýn baþýnda yazarsýnýz. Eðer mecmualar olmasa da Birinci Þua'ýn baþýnda yazarsýnýz. Beni merak etmeyiniz. Sevabýn ziyade olmasý, bana sýkýntýlarý bir cihette sevdirir ve Nurlarýn intiþarýna baþka sahalarda meydan açar. Umumunuza birer birer selâm... «Risale-i Nur'un makbuliyetine imza basan ve gaybî iþaretler ile ondan haber veren sekiz parçadan birinci parçadýr. Ayný mes'eleye, ayný davaya ittifaklarý sarahat derecesindedir. Vahdet-i mes'ele cihetiyle o emareler birbirine kuvvet verir, teyid eder. O sekizden üç tanesi, Ýmam-ý Ali'nin üç keramet-i gaybiyesiyle Risale-i Nur'dan haber vermesine dairdir. Bu sekiz parçayý Ankara ehl-i vukufu tedkik etmiþ, itiraz etmemiþler. Yalnýz demiþler: "Bu yazýlmamalý idi. Keramet sahibi, kerametini yazamaz." Ben de onlara cevab verdim ki: Bu, benim deðil, Risale-i Nur'un kerametidir. Risale-i Nur ise, Kur'anýn malýdýr ve tefsiridir dedim. Onlar sustular, demek kabul ettiler. Gerçi bu çeþit ikramlar yazýlmasaydý daha münasibdi, fakat bu kadar hadsiz muarýzlar ve çok kuvvetli ve kesretli düþmanlar karþýsýnda az ve fakir ve zaîf olan bizlere kuvve-i maneviye ve gaybî imdad ve teþci' ve sebat ve metanet vermek için mecburiyet-i kat'iye oldu, ben de yazdým. Benim benliðime bir hodfüruþluk verip sukutuma sebeb olsa da, ehemmiyeti yok. Bu hizmete, yani ehl-i imaný dalalet-i mutlakadan kurtarmaða -lüzum olsa- dünyevî hayat gibi, uhrevî hayatýmý da feda etmek bir saadet bilirim; binler dostlarým ve kardeþlerimin Cennet'e girmeleri için Cehennem'i kabul ederim.» * * * sh: » (E: 7) (ANKARA EHL-Ý VUKUFUNUN ÝTTÝFAKLA VERDÝKLERÝ RAPORUN SURETÝNDEN.) Dolu bulunan cem'an beþ sandýk kitab, tarafýmýzdan açýlarak okundu. (Haþiye) Said Nursî tarafýndan te'lif edilen basýlmýþ, basýlmamýþ Risale-i Nur eczalarý ve Risale-i Nur'a ekli Said Nursî ile bazý þakirdleri tarafýndan yazýlmýþ kýsmen ilmî ve dinî mektublarla, þakirdlerin birbiriyle ve Said Nursî ile âdi muhabere mektublarý ve kliþeler, inceleme mevzuu salahiyetimiz dâhilinde görülerek incelendi. Bunlarýn mahiyetini belirtmek için bu risale ve mektublarý iki nev'e ayýrmak gerektir: Risaleler: Bir âyetin tefsiri ve bir hadîsin þerhi maksadýyla yazýlmýþ olanlarýyla; din, iman, Allah, Peygamber, Kur'an ve âhiret akidelerini ve ibarelerini açýkça anlatmak için temsillerle yazýlmýþ ilmî görüþleri ve ihtiyarlarla gençlere hitab eden ahlâkî öðütler ve kýsmen hayat tecrübesinden alýnmýþ ibretli vak'alar ve esnafa ait faideli menkýbeleri ihtiva eden, mevcudun yüzde doksanýný teþkil eden risalelerdir ki; -bunlarda- bütün bu risalelerde müellif hem samimî, hem hasbî ve hem de ilim yolundan ve dinî esaslardan hiç ayrýlmamýþtýr. Bunlarda dini âlet etmek ve cem'iyet teþkil etmekle emniyeti ihlâl hareketinin bulunmadýðý sarihtir. Þakirdlerin birbiriyle ve Said Nursî ile âdi muhabere mektublarý da bu nevidendirler. 1- Said Nursî, Ýstanbul'da iken kazandýðý ehemmiyetli þan ü þerefin, kalýn bir uykudan ibaret sakil bir rü'ya, muvakkat bir sersemlik olduðunu söyler. Ve Ýstanbul'da bir-iki sene gafletle siyasete karýþtýðýndan, bunu dünyanýn ölümü diye tasvir eder. Bu münasebetle "Eski Said", "Yeni Said" diye iki þahsiyet bulunduðunu ve bu þahsiyetlerin birbirinden ayrý olduklarýný söyler. Sonra, dokuz aded birincide, yirmi kadar risale bulunan mecmuasýnýn sonunda, Isparta'da Risale-i Nur þakirdlerine yazýlan mektubun içinde, siyasete tenezzülün hata olduðunu söyler. 2- Said Nursî'nin, en mühim kitabý olan "Hüccet-ül Baliga" adlý kitabýn bir münacat kýsmýnda: "Bu dünya fânidir. En büyük dava, bâki olan âlemi kazanmaktýr. Ýnsanýn itikadý saðlam olmaz __________________________________ (Haþiye): Ehl-i vukuf raporundaki tenkid kýsmý, mahkemede kat'î cevablarý verildiðinden ve müdafaatýmýn âhirinde yazýldýðýndan, burada yazýlmadý. Zâten o tenkidler, üç-dört risalede yalnýz on cüz'î mes'eledir. Hem siyasî deðil, ilmîdirler. Hem o itirazlar, sehiv ve hata olduðu, senedlerle mahkemede isbat edilmiþtir. sh: » (E: 8) sa, davayý kaybeder. Hakikî dava budur. Bunun haricindeki davalara karýþmak zararlýdýr. Siyasetle meþgul olan, ehemmiyetli hizmetlerinden geri kalýr. Hem de siyaset boðuþmalarýna kapýlanlar, selâmet-i kalbini kaybeder." der. 3- "Yirmialtýncý Lem'a"da "Ýhtiyar dünyada, benim hakikî vazifem, neþr-i esrar-ý Kur'aniyedir." (Sahife: 45). Bu memleketle, hamiyet-i Ýslâmiye noktasýndan alâkadarým. Yoksa benim ne hanem var, ne evlâdým." (Sahife: 59). 4- "Yirmibirinci Lem'a"da kardeþlerine verdiði öðütlerden birinci düstur: "Amelinizde rýza-i Ýlahî olacak, maddî menfaat fikri olmayacak." Bu yazýlarda: "Ben sofî deðilim", "Mesleðimiz tarîkat deðildir" (Sahife: 8). "Hubb-u câh ve nazarý kendine celbetmek, ruhî bir marazdýr. Buna gizli bir þirk denir." "Eðer mesleðimiz þeyhlik olsaydý, makam bir olurdu; o makama çok namzedler olurdu. Mesleðimiz uhuvvettir. Kardeþ kardeþe peder olamaz, mürþid vaziyetini takýnamaz..." * * * (DENÝZLÝ MAHKEMESÝ'NÝN ÝTTÝFAKLA VERDÝÐÝ KARAR SURETÝNDEN) Þahidler ifadelerinde, maznunlara atf ve isnad olunan suçu iþledikleri hakkýnda adem-i malûmat beyan etmiþler; bilhassa Ankara Aðýr Ceza Mahkemesi'nden Emin Büke'nin riyaseti altýnda ehl-i vukuf intihab olunan Ankara Diyanet Ýþleri Müþavere Heyeti a'zasýndan ders-i âm ve profesör Yusuf Ziya Yörükhan ve Ankara Dil-Tarih Fakültesi Þarkiyat Enstitüsü Müdürü Necati Lügal ve Türk Tarih Kurumu ve Türk-Ýslâm Kitablarý Derleme Heyeti a'zasýndan Yusuf Aykut tarafýndan tanzim kýlýnan evrak arasýnda mevcud raporlarýnda: Said Nursî'nin yegân yegân tedkik olunan risale ve kitablarýnda halký; dini ve mukaddesatý âlet ederek devletin emniyetini ihlâle teþvik etmek veya cem'iyet kurmak kasdýnda olduðunu gösterir bir sarahat, emare olmadýðý mevkuflardan Said Nursî'nin mensublarýna gelince: Onlar Said Nursî'nin ilmî ve vâkýfane eserlerine; din mes'elelerini ve Kur'an hakikatlarýný öðreneceðiz diye peþine düþmüþler ve bunlar hüsn-ü niyet sahibi sh: » (E: 9) olup, sýrf dinî itikad yönünden Said'e ve okuduklarý risalelere baðlýlýk göstermiþler. Bu maksadla yaptýklarý muhabere mektublarýnýn münderecatýnda, hükûmete karþý kötü maksad beslemedikleri ve bir cem'iyet veya tarîkat kurmak fikriyle hareket etmedikleri anlaþýlmýþ olduðuna mütedair olduðu görülmüþ; ve her ne kadar evrak arasýnda mevcud sorgu hâkimliðince Denizli ehl-i vukuf raporunda Said Nursî'nin bazý âsârýndan istidlal tarîkýyla ve mesnedsiz olarak kendisinin ve mensublarýnýn hükûmete karþý kötü bir maksad besledikleri beyan olunmakta ise de, evrak-ý tahkikiye münderecatýnda ve þuhudun, maznunlara atfen ve isnad olunan ef'al hakkýnda adem-i malûmat beyan etmelerine ve Ankara Aðýr Ceza Mahkemesi'nce yaptýrýlan ehl-i vukuf raporu mahiyet ve münderecatýna göre þâyân-ý ihticac ve iltifat görülmemiþ; ve esasen maznunlarýn ekseriyet-i azamîsi okumak-yazmaktan âciz bulunmuþ, diðer kýsmý da kendilerini ibadet ü taata vermiþ olduklarý, binaenaleyh devletin emniyetini ihlâl edecek mahiyet arzedecek þerait ve evsafý haiz kimselerden olmadýklarý tezahür ve tahakkuk etmiþ ve mahkemenin kanaat-ý vicdaniyesi de bu merkezde tecelli ve tahassül etmiþ olmakla; müddeiumumînin tecziyeleri hakkýndaki mütalaasý, zikr ü ta'dad olunan delaile karþý gayr-ý varid görüldüðünden reddiyle, zan altýna alýndýklarý ef'alden BERAETLERÝNE, baþka sebeble mevkuf deðillerse tahliyelerine müttefikan karar verildi. 15.6.944 Aza Aza Reis Ali Rýza Rahmetullahi Aleyhi [Denizli Aðýr Ceza Mahkemesi, ittifakla beraetlerine kararlarýný hükmüyle imza ediyorlar.] * * * (KENDÝ KENDÝME BÝR HASBÝHALDÝR) [bu hasbihali Ankara makamatýna iþittirmeyi, ýslahtan sonra sizin tensibinize havale ederim.] Hâkim kendisi müddeî olsa, elbette "Kimden kime þekva edeyim, ben dahi þaþtým" benim gibi bîçarelere dedirtir. Evet þimdiki vaziyetim hapisten çok ziyade sýkýntýlýdýr. Bir günü, bir ay haps-i münferid kadar beni sýkýyor. Bu gurbet ve ihtiyarlýk ve has sh: » (E: 10) talýk ve yoksulluk ve za'fiyetle, kýþýn þiddeti içinde herþeyden men'edildim. Bir çocukla bir hastalýklý adamdan baþka kimse ile görüþmem. Zâten ben, tam bir haps-i münferidde yirmi seneden beri azab çekiyorum. Bu halden fazla bana tecrid ve tarassudlarýyla sýkýntý vermek ise, "gayretullah"a dokunup, bir belaya vesile olmasýndan korkulur. Mahkemede dediðim gibi, nasýlki dört defa dehþetli zelzeleler, bize zulmen taarruzun ayný zamanýnda gelmesi gibi pek çok vukuat var. Hattâ tahmin ederim ki; benim hukukumu muhafaza ve beni himaye etmek için çok güvendiðim Afyon Adliyesi, Denizli Mahkemesi'ndeki Risale-i Nur hakkýnda müracaatýma bilakis ehemmiyet vermedi, beni me'yus etti, adliyenin yangýnýna bir vesile oldu ihtimali var. Ben derim ki: Benim hakkýmda vicdanlý ve insaniyetli olan bu kazanýn hükûmeti, zabýta ve adliyesiyle beraber beni tam himaye etmek, en ehemmiyetli bir vazifesidir. Çünki yirmi senelik bütün eserlerimi ve mektublarýmý, üç adliye ve merkez-i hükûmet dokuz ay tedkikten sonra beraetimize ve tahliyemize karar verdi. Fakat ecnebi menfaati hesabýna ve bu millet ve bu vatanýn pek büyük zararýna çalýþan bir gizli komite, bizim beraetimizi bozmak için, her tarafta habbeyi kubbe yaparak bir kýsým memurlarý aleyhime evhamlandýrdýlar. Bir maksadlarý; benim sabrým tükensin, artýk yeter dedirtsinler. Zâten onlarýn þimdi benden kýzdýklarýnýn bir sebebi; sükûtumdur, dünyaya karýþmamaktýr. Âdeta ne için karýþmýyorsun, tâ karýþsýn maksadýmýz yerine gelsin diyorlar. Aleyhime hükûmetin bir kýsým memurlarýný evhamlandýrmakta istimal ettikleri bir-iki desiselerini beyan ediyorum. Derler: "Said'in nüfuzu var. Eserleri hem tesirli, hem kesretlidir. Ona temas eden, ona dost olur. Öyle ise, onu her þeyden tecrid etmek ve ihanet etmekle ve ehemmiyet vermemekle ve herkesi ondan kaçýrmakla ve dostlarýný ürkütmekle nüfuzunu kýrmak lâzýmdýr" diye hükûmeti þaþýrtýr, beni de dehþetli sýkýntýlara sokarlar. Ben de derim: Ey bu millet ve vataný seven kardeþler! Evet o münafýklarýn dedikleri gibi, nüfuz var. Fakat benim deðil, belki Risale-i Nur'undur. Ve o kýrýlmaz, ona iliþtikçe kuvvetleþir. Ve millet ve vatan aleyhinde hiçbir vakit istimal edilmemiþ ve edilmez ve edilemez. Ýki adliye, on sene fasýla ile þiddetli ve hiddetli yirmi senelik evrakýmý tedkikat neticesinde, bir hakikî sebeb cezamýza bulmamasý, bu davaya cerhedilmez bir þahiddir. Evet eserler tesirlidir. Fakat millet ve vatanýn tam menfaatine ve hiçbir zarar dokundurmadan yüzbin adama kuvvetli iman-ý tahkikî dersi vermekle, saadet ve hayat-ý ebediyelerine tam hizmette tesirlidir. Denizli hapishanesinde, kýsmen aðýr ceza ile mahkûm yüzler adam, yalnýz Meyve Risalesi'yle gayet uslu ve sh: » (E: 11) mütedeyyin suretine girmeleri; hattâ iki-üç adamý öldürenler, onun dersiyle daha tahta bitini de öldürmekten çekinmeleri ve o hapishane müdürünün ikrarýyla, hapishanenin bir terbiye medresesi hükmünü almasý, bu müddeaya reddedilmez bir seneddir, bir hüccettir. Evet beni herþeyden tecrid etmek, iþkenceli bir azab ve katmerli bir zulümdür ve bu millete gadirli bir hýyanettir. Çünki otuz-kýrk sene hayatýmý bu millet içinde geçirdiðim halde, temasýmdan hiç zarar görmediðine ve bu dindar millet çok muhtaç olduðu kuvve-i maneviye ve teselli ve kuvvet-i imaniye menfaatini gördüðüne kat'î bir delili; bu kadar aleyhimde olan þiddetli propagandalara bakmayarak, her tarafta Risale-i Nur'a fevkalâde teveccüh ve raðbet göstermeleri.. -hattâ itiraf ederim- yüz derece haddimden ziyade lâyýk olmadýðým büyük iltifat etmesidir. Ben iþittim ki; benim iaþeme ve istirahatime buradaki hükûmet müracaat etmiþ, kabul cevabý gelmiþ. Ben bunlarýn insaniyetine teþekkürle beraber, derim: En ziyade muhtaç olduðum ve hayatýmda en esaslý düstur olan hürriyetimdir. Asýlsýz evham yüzünden, emsalsiz bir tarzda hürriyetimin kayýdlar ve istibdadlar altýna alýnmasý, beni hayattan cidden usandýrýyor. Deðil hapis ve zindaný, belki kabri bu hale tercih ederim. Fakat hizmet-i imaniyede ziyade meþakkat ise ziyade sevaba sebeb olmasý bana sabýr ve tahammül verir. Madem bu insaniyetli zâtlar benim hakkýmda zulmü istemiyorlar, en evvel benim meþru' dairedeki hürriyetime dokundurmasýnlar. Ben ekmeksiz yaþarým, hürriyetsiz yaþayamam. Evet ondokuz sene bu gurbette yalnýz ikiyüz banknot ile, þiddetli bir iktisad ve kuvvetli bir riyazet içinde kendini idare ederek, hürriyetini ve izzet-i ilmiyesini muhafaza için kimseye izhar-ý hacet etmeyen ve minnet altýna girmeyen ve sadaka ve zekat ve maaþ ve hediyeleri kabul etmeyen bir adam, elbette iaþeden ziyade adalet içinde hürriyete muhtaçtýr. Evet emsalsiz bir tazyik altýndayým. Bir-iki cüz'î nümunesini beyan ediyorum: Birisi: Mahkemece, Risale-i Nur'un ilmî bir müdafaanamesi ve Ankara'nýn yedi makamatýna ve Reis-i Cumhur'a müdafaatýmla beraber gönderilen ve neticede Ankara Ehl-i Vukufunun takdiriyle beraetimize bir sebeb olan ve hapis arkadaþlarýmýn bana bir yâdigâr ve hatýra olmak üzere güzel yazýlarýyla birkaç nüshasý yazýlan ve elimde bulunan ve Denizli zabýtasý görüp iliþmeyen ve Afyon polishanesinde bir gece ve buranýn zabýtasýnda da açýk olarak bir gece kalan Meyve Risalesi ile Müdafaaname'yi, hergün endiþeler içinde, bunlarý da elimden almasýnlar diye saklýyordum. Belki beni taharri edecekler telaþý ile, bu gurbette tanýmadýðým sh: » (E: 12) adamlara, bunlarý sakla diyemediðimden çok üzülüyordum. Ýkincisi: Denizli Mahkemesi hiç iliþmediði ve Eskiþehir Mahkemesi yalnýz bir tek kelimesine iliþip, birtek harfle cevabýný alan Ýhtiyarlar Risalesi'ni, Ýstanbul'lu bir adam, burada bir adamdan alýp Ýstanbul'a götürmüþ. Her nasýlsa aleyhimdeki bir dinsizin eline geçmiþ. Habbeyi on kubbe yaparak vilayet zabýtasýný þaþýrtýp, "Kiminle görüþüyor, yanýna kimler gidiyor?" diye beni sýkmaða baþladýlar. Her ne ise.. bunlar gibi çok acý nümuneler var. Fakat en manasýzý budur ki; beni konuþturmamak için, hizmetimde bir çocukla bir hastalýklý adamdan baþka herkesi ürkütüp, benden kaçýrtmalarýdýr. Ben de derim: On adamýn benden çekinmeleri yerine; onbinler, belki yüzbinler Müslüman, Risale-i Nur'un dersine hiçbir manie ehemmiyet vermeyerek devam ediyorlar. Hem bu memlekette, hem hariç âlem-i Ýslâm'da çok kuvvetli hakikatlarý ve çok kýymetli faideleri için tam bir revaç ile intiþar eden Risale-i Nur'un binler nüshalarýndan herbiri, benim yerimde benden mükemmel konuþuyor. Benim susmamla, onlar susmaz ve susturulmazlar. Hem madem mahkemece isbat edilmiþ ki; yirmi seneden beri siyasetle alâkamý kestiðim ve hiçbir emare aksine zuhur etmediði halde, elbette benimle görüþenden tevehhüm etmek pek manasýzdýr. (Haþiye) _________________________________ (Haþiye): Garib ve acib bir hâdise: Bu ayda bir gün avluya indim, baktým. Gelen kar üstünde, Risale-i Nur'un eczalarýnda tevafukatýna iþaret eden boyalar, kýrmýzý-sarý mürekkebler misillü, o karýn üstünde serpilmiþ katreler ve noktalar var. Çok hayret ettim. Sair yerlere baktým, avlumdan baþka yerlerde yoktu. Endiþe ettim, kalben dedim: Risale-i Nur umum memleketle, belki Kur'an hesabýna küre-i arzla o derece alâkadardýr ki, onun baþýna gelen beladan, musibetten bulutlar dahi kan aðlýyorlar. Bir-iki adam çaðýrdým, onlar da hayret ettiler. Benim endiþe ve telaþýmý gören hane sahibinin biraderzadesi Mehmed Efendi zannetti ki, ben karýn çokluðundan yolu kapamasýndan telaþ ediyorum. Ben yukarý çýktýktan sonra, yolu açmak için o karý iki tarafa atýp o iþaretli manidar kýrmýzý-sarý hâdise-i cevviyeyi kapatmýþtý. Ona dedim: Kapatmasaydýn daha iyi idi. Ayný günde, Risale-i Nur aleyhinde üç hâdise zuhur eyledi: Birincisi: Afyon Adliyesiyle buradaki zabýta çavuþluðudur. Kitablarýmýn iadesine dair müracaatýma mukabil, "Daha temyizden tasdik gelmediðinden karýþmayýz" diye o cihetten benim ümidimi kýrdý. Ýkincisi: Ayný günde, benim ahvalimi tecessüs etmek için mahsus bir polisi, Afyon gönderdiðini öðrendik. Üçüncüsü: Ayný günde, Ýstanbul'da bir münafýk Ýhtiyar Risalesi'ni bahane ederek aleyhimizde propaganda etmiþ, adliyeye aksettirmiþ. Bu gibi hâdiselerden müþtaklar çekinmeye baþladýlar. Ben de لِكُلِّ مُصِيبَةٍ قَالُوا اِنَّا لِلّهِ وَ اِنَّا اِلَيْهِ رَاجِعُونَ dedim, "Hasbünallahü ve ni'melvekil" siperine girdim. * * * sh: » (E: 13) ''KENDÝ KENDÝME HASBÝHAL'' NAMINDAKÝ PARÇAYA LÂHÝKA OLARAK ADLÝYE VEKÝLÝYLE VE RÝSALE-Ý NUR'LA ALAKADAR MAHKEMELERÝN HAKÝMLERÝYLE BÝR HASBÝHALDÝR. Efendiler! Siz, ne için sebebsiz bizimle ve Risale-i Nur'la uðraþýyorsunuz! Kat'iyen size haber veriyorum ki: Ben ve Risale-i Nur, sizinle deðil mübareze, belki sizi düþünmek dahi vazifemizin haricindedir. Çünki Risale-i Nur ve hakikî þakirdleri, elli sene sonra gelen nesl-i âtîye gayet büyük bir hizmet ve onlarý büyük bir vartadan ve millet ve vataný büyük bir tehlikeden kurtarmaða çalýþýyorlar. Þimdi bizimle uðraþanlar, o zaman kabirde elbette toprak oluyorlar. Farz-ý muhal olarak o saadet ve selâmet hizmeti bir mübareze olsa da, kabirde toprak olmaða yüz tutanlarý alâkadar etmemek gerektir. Evet hürriyetçilerin ahlâk-ý içtimaiyede ve dinde ve seciye-i milliyede bir derece lâübalilik göstermeleriyle, yirmi-otuz sene sonra dince, ahlâkça, namusça þimdiki vaziyeti gösterdiði cihetinden; þimdiki vaziyette de, elli sene sonra bu dindar, namuskâr, kahraman seciyeli milletin nesl-i âtîsi, seciye-i diniye ve ahlâk-ý içtimaiye cihetinde, ne þekle girecek elbette anlýyorsunuz!.. Bin seneden beri bu fedakâr millet, bütün ruh u canýyla Kur'anýn hizmetinde emsalsiz kahramanlýk gösterdikleri halde, elli sene sonra o parlak mazisini dehþetli lekedar belki mahvedecek bir kýsým nesl-i âtînin eline elbette Risale-i Nur gibi bir hakikatý verip, o dehþetli sukuttan kurtarmak en büyük bir vazife-i milliye ve vataniye bildiðimizden; bu zamanýn insanlarýný deðil, o zamanýn insanlarýný düþünüyoruz. Evet efendiler! Gerçi Risale-i Nur sýrf âhirete bakar; gayesi rýza-yý Ýlahî ve imaný kurtarmak ve þakirdlerinin ise, kendilerini ve vatandaþlarýný idam-ý ebedîden ve ebedî haps-i münferidden kurtarmaya çalýþmaktýr. Fakat dünyaya ait ikinci derecede gayet ehemmiyetli bir hizmettir ve bu millet ve vataný anarþilik tehlikesinden ve nesl-i âtînin bîçareler kýsmýný dalalet-i mutlakadan kurtarmaktýr. Çünki bir müslüman baþkasýna benzemez. Dini terkedip Ýslâmiyet seciyesinden çýkan bir müslim; dalalet-i mutlakaya düþer, anarþist olur, daha idare edilmez. sh: » (E: 14) Evet eski terbiye-i Ýslâmiyeyi alanlarýn yüzde ellisi meydanda varken ve an'anat-ý milliye ve Ýslâmiyeye karþý yüzde elli lâkaydlýk gösterildiði halde; elli sene sonra, yüzde doksaný nefs-i emmareye tâbi' olup millet ve vataný anarþiliðe sevketmek ihtimalinin düþünülmesi ve o belaya karþý bir çare taharrisi, yirmi sene evvel beni siyasetten ve bu asýrdaki insanlarla uðraþmaktan kat'iyen men'ettiði gibi; Risale-i Nur'u, hem þakirdlerini, bu zamana karþý alâkalarýný kesmiþ; hiç onlarla ne mübareze, ne meþguliyet yok. Madem hakikat budur, adliyelerin deðil beni ve onlarý itham etmek; belki Risale-i Nur'u ve þakirdlerini himaye etmek en birinci vazifeleridir. Çünki onlar bu millet ve vatanýn en büyük bir hukukunu muhafaza ettiklerinden, onlarýn karþýsýnda, bu millet ve vatanýn hakikî düþmanlarý Risale-i Nur'a hücum edip, adliyeyi þaþýrtýp, dehþetli bir haksýzlýða ve adaletsizliðe sevkediyorlar. Küçücük iki nümunesini beyan ediyorum: Ezcümle: Hapisteki arkadaþlarýmdan, selâm-kelâmdan ibaret ve Arabî bir risalemin fiatý olan on banknotu, buradaki bir adama gönderip; tâ Isparta'da tab' masrafýný veren o nüshalar sahibine verilsin diyen mektubu yüzünden; hem adliye, hem hükûmet bana sýkýntýlar verip, hem vasýta olan adamý taharri etti. Bu sinek kanadý kadar ehemmiyeti olmayan bir âdi mektubu, hem altý ay zarfýnda bir tek âdi muhabereyi bu kadar büyük bir mes'ele suretine getirmek, elbette adliyenin þerefine, haysiyetine yakýþmaz. Ýkinci Nümune: Benim gibi garib, ihtiyar ve zaîf ve beraet etmiþ bir misafire, herkesi hattâ hizmetçilerini resmen propaganda ile ondan ürkütmek, kendini periþan bir vaziyete sokmak bu vilayetteki hükûmetin hamiyet-i milliyesine yakýþmadýðýndan, sinek kanadý kadar mevhum bir zarara dað gibi ehemmiyet verip aleyhimde resmen propaganda yapmak, "Kimin ile görüþüyor ve yanýna kim gidiyor?" diye herkese bir telaþ vermek.. hükûmetin hikmeti ve hâkimiyeti, bu acib halete elbette tenezzül etmemek gerektir. Her ne ise... Bu iki madde gibi, muttali olanlara hayret veren çok maddeler var. Efendiler! Dalalet ve fenalýklar cehaletten gelse, def'etmesi kolaydýr. Fakat fenden, ilimden gelen dalaletin izalesi çok müþkildir. Bu zamanda dalalet fenden, ilimden geldiði için, ancak onlarý izale etmeye ve nesl-i âtîden o belaya düþen kýsmýný kurtarmaða, karþýlarýnda dayanmaða Risale-i Nur gibi her cihetle mükemmel bir eser lâzýmdýr. Risale-i Nur'un bu kýymette olduðuna delil þudur ki: Yirmi seneden beri, benim þiddetli ve kesretli bulunan muarýzlarým ve sh: » (E: 15) þiddetli tokatlarýný yiyen feylesoflarýn hiçbirisi, Risale-i Nur'a karþý çýkmamýþ ve cerhedememiþ ve çýkamaz. Ve dokuz ay, üç adliye ve merkez-i hükûmet ehl-i vukufu, yüz kitabdan ibaret eczalarýnda, bizi mes'ul edecek bir tek madde bulamamalarýdýr. Ve binler ehl-i dikkat olan Risale-i Nur þakirdlerine kanaat-ý kat'iye veren, "Ýþarat-ý Kur'aniye" ve "Ýhbarat-ý Gaybiye-i Aleviye ve Gavsiye"nin, bu asýrda Risale-i Nur'un ehemmiyetine ve makbuliyetine imza basmalarýdýr. Evet adliyeler hukuklarý muhafaza etmek ve haksýzlarý tecavüzden durdurmak, vazifeleri olmak cihetiyle; Risale-i Nur'un yüz risalesi, yirmi senede yüzbin adamýn saadetlerine hizmet ettiði sabit olmakla beraber; on seneden beri, iki mahkeme ve merkez-i hükûmet ve birkaç vilayetin zabýtalarý ve Denizli Mahkemesi münasebetiyle dokuz ay bütün mahrem ve gayr-ý mahrem evraklarýmýzda ve risalelerde millete ve vatana bir zararlý maddeyi ve mûcib-i ceza bir yanlýþ görmediðinden, elbette Risale-i Nur'un bu vatanda gayet küllî ve büyük hukuku var. Bu küllî ve çok ehemmiyetli hukuku nazara almayýp, âdi evraklar gibi müsadere ederek, millete ve takviye-i imana muhtaç bîçarelere pek büyük bir haksýzlýðý nazara almamak ve âdi bir adamýn cüz'î ve küçük bir hakkýný ehemmiyetle nazara almak; adliyenin mahiyetine ve adaletin hakikatýna hiçbir cihetle yakýþmaz, diye size hatýrlatýyoruz. Doktor Duzi'nin vesair zýndýklarýn eserlerine iliþmemek, Risale-i Nur'a iliþmek, gazab-ý Ýlahînin celbine bir vesile olabilir diye korkuyoruz. Cenab-ý Hak size insaf ve merhamet ve bize de sabýr ve tahammül ihsan eylesin. Âmîn! Gayr-ý resmî, fakat dehþetli bir tecrid-i mutlakta SAÝD NURSÝ * * * بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ وَ شَاوِرْهُمْ فِى اْلاَمْرِ emriyle, kardeþlerimle bir meþverete muhtacým. Aziz sýddýk kardeþlerim! Þimdi bir emr-i vâki' karþýsýnda bulunuyorum. Benim iaþem için her gün iki buçuk banknot, hem yeniden benim için bir hane sh: » (E: 16) (mobilyasýyla beraber ve istediðim tarzda) yaptýrmak için emir gelmiþ. Halbuki elli-altmýþ senelik bir düstur-u hayatým, bunu kabul etmemek iktiza eder. Gerçi Dâr-ül Hikmet-il Ýslâmiye'de bir-iki sene maaþý kabul ettim, fakat o parayý kitablarýmýn tab'ýna sarfederek ve ekserini meccanen millete verip, milletin malýný yine millete iade ettim. Þimdi eðer mecbur olsam ve size ve Risale-i Nur'a zarar gelmemek için kabul etsem, yine ileride millete iade etmek üzere saklayacaðým. Zaruret-i kat'iye derecesinde kendime yalnýz az bir parça sarfedeceðim. Ýþittim ki; eðer reddetsem onlar, hususan lehimde iaþem için çalýþanlar gücenecekler. Ve aleyhimde olanlar diyecekler: "Bu adam baþka yerden iaþe ediliyor." O bedbahtlar, iktisadýn hârikulâde bereketini bilmiyorlar ve iki günde beþ kuruþluk ekmek bana kâfi geldiðini görmemiþler ki, bütün bütün asýlsýz bir evhama kapýlýyorlar. Eðer kabul etsem, yetmiþ senelik hayatým gücenecek; ve bu zamandan haber verip tama' ve maaþ yüzünden bid'alara giren ve ihlasý kaybeden âlimleri tokatlayan Ýmam-ý Ali Radýyallahü Anh dahi benden küsecek ihtimali var; ve Risale-i Nur'un hakikî ve safi olan ihlasý beni de ihlassýzlýkla ittiham etmek ciheti var. Ben, hakikaten tahayyürde kaldým. Ben iþittim ki; eðer kabul etmesem, beni daha ziyade sýkacaklar ve belki Risale-i Nur'un tam serbestiyetine iliþecekler. Hattâ þimdiki tazyikleri, beni o iaþe tekliflerine mecbur etmek için imiþ. Madem hal böyledir. اِنَّ الضَّرُورَاتِ تُبِيحُ الْمَحْظُورَاتِ kaidesiyle, zaruret derecesinde olsa, inþâallah zarar vermez. Fakat ben reddettim; re'yinize havale ediyorum. Aziz kardeþlerim! Beni merak etmeyiniz. Ben her zahmette bir eser-i rahmet ve bir lem'a-i inayet gördüðümden, sýkýlmýyorum. Sizin gayret ve ciddiyetiniz ve yardýmýnýz, her sýkýntýyý izale eder, daimî sürur verir. Burada, Abdülmecid kardeþim hükmünde ve hanedaný da benim hanedaným olmasý cihetiyle en çalýþkan ve fedakâr Mustafa Acet, hem küçücük bir Hüsrev, hem küçücük bir Abdurrahman hükmünde Ceylân namýnda çok çalýþkan bir çocuk, Risale-i Nur'a tam hizmet ediyor. * * * Aziz, sýddýk kardeþlerim! Size melaikeye ait "Meyveler"in bir parçasýný daha gönderdim. Mahkeme reisi, kitablarýmý bana vereceðini söylemesi üzerine, De sh: » (E: 17) nizli'ye iki vekaletname gönderdim. Burada bana þiddetli bir tecrid ve tazyik verildiðine merak etmeyiniz; inayet-i Rabbaniye devam ediyor. Medar-ý ibrettir ki, burada Risale-i Nur serbest okunup yazýlýrken -hilaf-ý âdet- baþta bu kýþ, yaz gibi gittiðini çok adamlardan iþittim. Ne vakit bana ve Risale-i Nur'a hücum edildi, yazdýrýlmadý, ta'til oldu; gayet þiddetli bir kýþ baþladýðý gibi, Afyon'a þekva suretinde yazýlan hasbihal ve zelzeleleri Risale-i Nur'un ta'tiliyle münasebetdar gösterdiði cihetini inanmayanlara güya inandýrmak için ayný taarruz zamanýnda baþlayýp þimdiye kadar arasýra hafifçe sarsar, ikaz ediyor diye iþittim. Hem ne vakit Risale-i Nur'a iliþilmiþse, bir nevi umumî korku baþlamýþ görüyoruz. Demek bu vatanýn belalardan muhafazasý için Risale-i Nur bir kat'î vesiledir. Madem böyledir, millet ve vataný sevenler Risale-i Nur'u serbest býraksýnlar ve okusunlar ve okutsunlar. Ýaþe için tahsisatlarýndan, yalnýz masraf borçlarý vermek için bir tek defa sekiz günlük tayinatý kabul ettim, daha istemem dedim. * * * Aziz, sýddýk tam metin kardeþlerim! Þehid merhumun berzahta okumasýyla mesrurane meþgul olduðu Nur Risaleleri'ni dünyada kendi yerinde çalýþmak ve beni de çalýþtýrmak için yazýlmýþlar gibi tam vaktinde yetiþti ve Medrese-i Yusufiye'nin üç tatlý meyvesini ve Kur'anýn kudsî ve Firdevsî binler meyveler veren üç hizbini beraber getirdi. Ýki kahraman mübarek, yazdýklarý güzel iki Meyvelerinin tarzýnda ve kýt'asýnda Onbirinci Mes'elesini dahi yazýp dört-beþ nüsha Hizb-i Nuriye varsa ve beþ-altý Hizb-i Kur'aniye ile beraber gönderilse münasibdir. Ve Hüsrev'in fýkrasý, Onbirinci Mes'elenin âhirinde kaydedilsin. Size bu defa Âyet-ül Kürsî'nin arkadaþý ve tetimmesi iki-üç âyetin bir nükte-i i'caziyelerine dair bir parça gönderdim; daha tamamlamaða bir ihtar almadým, noksan kaldý; pek acelelikle yazýldý. Ehemmiyetli sýrlar göründü, fakat dünyaya bakmamak için tamam ve açýk yazdýrýlmadý. Eðer hoþunuza gitse, Onbirinci Mes'elenin Haþiyesinin bir lâhikasý olarak kaydedersiniz ve Ý'caz-ý Kur'an Risalesi'nin zeyillerinde hem El-Felak nüktesini, hem bunu yazarsýnýz. Kardeþlerim! Hiç merak etmeyiniz. Kat'î kanaatým geldi, bizler bir inayet altýnda, gayet ehemmiyetli bir hizmette ve ihtiyar ve ik sh: » (E: 18) tidarýmýz haricinde bir dest-i gaybî tarafýndan istihdam ediliyoruz. Çok defa عَسَى اَنْ تَكْرَهُوا شَيْئًا وَهُوَ خَيْرٌ لَكُمْ sýrrýna mazhar oluyoruz. Bu çalýþmada zahmet pek az, ücret pek çok. * * * Aziz, sýddýk kardeþlerim! Sizin gayet mübarek ve Cennet meyveleri gibi þirin hediyelerinizi ve Denizli cihetindeki beþaretinizi aldým. Þimdi bu dakikada pek çok iþler beni uzun konuþturmayacak, kýsa kesmeye mecbur oldum. Çünki hediyeyi getiren çabuk gidecek diye acele yazdým. Evvelâ: Son parçada, baþta بِالْعُرْوَةِ الْوُثْقَى 1344 sehivdir. Eðer okunmayan iki hemze ve medde sayýlmazlarsa sehiv deðil; hem çok manidardýr. Doðrusu 1347'dir ki, parçanýn âhirinde tekrar doðru yazýlmýþ. Hem bâki kalan kýsmý hem ehemmiyetli, hem dünyaya baktýðý için ve "Alak"taki اِنَّ اْلاِنْسَانَ لَيَطْغَى o parçadaki taguta baktýðýndan þimdilik yazdýrýlmadý. Ve sâniyen: Fihriste'de Âyet-i Hasbiye olan "Dördüncü Þua"ýn fihristesi, "Ýhtiyar Lem'asý"nýn Ondördüncü Ricasý yerinde yazýlsýn. Hakikaten münasib görünüyor, tam bir ricadýr. Sâlisen: Yirmisekizinci Lem'anýn Yirmisekizinci Nüktesinin ayný (fihristesi deðil), Onbeþinci Söz'ün âhirinde yazýlsýn. Çünki ikisi ayný hakikatten bahsediyor. Râbian: Merhum Hâfýz Ali'nin Lem'alarýný tashih ettim. Yakýnda inþâallah gönderilecek. Bugünlerde mübarek kahramanlarýn Firdevsî ve Yusufî meyvelerini tashih ederken o risale bana o derece kuvvetli ve kýymetli göründü ki, baðýrarak dedim: Bütün çektiðimiz hapis sýkýntýlarý yüz misli ziyade olsa da, yine bu Meyve Risalesi, yüz derece daha fazla iþ görmüþ. En muannidleri de imana getirerek geniþ dairelerde kendini zevkle okutturuyor. Ey bana sýkýntý veren bedbahtlar! Bana ne yaparsanýz yapýnýz, beþ para vermem. Baþýmýza ne gelse ucuzdur, ayn-ý inayettir ve mahz-ý rahmettir, diye tam teselli buldum. Umum Risale-i Nur talebelerine selâm ve selâmetlerine dua ederiz. Said Nursî * * * sh: » (E: 19) BU ÝSTÝDA, ÜÇ MAKAMATA GÖNDERÝLMÝÞTÝR. ORADAKÝ KARDEÞLERÝME BÝR ME'HAZ OLMAK ÝÇÝN GÖNDERÝLDÝ. Yirmi seneden beri sabredip sükût eden bir mazlumun þekvasýný dinlemenizi istiyorum. Hürriyetin en geniþ suretini veren Cumhuriyet Hükûmetinde herbir hürriyetten men'edilmekle beraber, düþmanlarým benim aleyhime her cihetle serbest olarak beni eziyorlar. Hürriyet-i vicdan ve hürriyet-i fikr-i ilmiyeyi temin eden Cumhuriyet Hükûmeti, ya beni tam himaye edip, garazkâr, evhamlý düþmanlarýmý sustursun veyahut bana, düþmanlarým gibi hürriyet-i kalem verip, müdafaatýma yasak demesin. Çünki resmen, perde altýnda her muhabereden men'im için postahanelere gizli emir verilmiþ. Su ve ekmeðimi getiren birtek çocuktan baþka kimse ile beni görüþtürmemek için tenbihat verildiði bir zamanda, eskiden beri benim muarýzlarým fýrsat bulup, tam Mahkeme-i Temyiz'in beraetimizi tasdik ederek, mahkemedeki ehl-i vukufun tahsin ettikleri kitablarýmý almayý beklerken; o düþmanlarým, hiç münasebetim olmayan bir-iki mahrem risalelerimi verdirip, sonra meslekçe benim aleyhimde bir-iki ehl-i vukufun eline geçirip, aleyhimde fena bir rapor hazýrladýklarýný iþittim. Daha sabýr ve tahammülüm kalmadý. Ben Hükûmet-i Cumhuriyenin bütün erkânlarýna, belki dünyaya ilân ediyorum ki: Kur'an-ý Hakîm'in sýrr-ý hakikatýyla ve i'cazýnýn týlsýmýyla, benim ve Risale-i Nur'un proðramýmýz ve mesleðimiz ve bilfiil semeresini gördüðümüz ve çalýþtýðýmýz ve gaye-i hareketimiz ve hedefimiz, ölümün idam-ý ebedîsinden iman-ý tahkikî ile bîçareleri kurtarmak ve bu mübarek milleti de her nevi anarþilikten muhafaza etmektir. Ýþte Risale-i Nur, üç ehl-i vukuf heyetinin ve üç mahkemenin incelemesinden geçtiði halde, bu iki vazife-i kudsiyeden baþka, kasdî olarak dünyaya, idareye, asayiþe dokunacak ciheti olmadýðýna, yirmi senelik hayatým ve yüzotuz Risale-i Nur meydanda cerhedilmez bir hüccettir. Evet mahkemece dava ettiðim ve benimle münasebetdar bütün dostlarýmýn tasdiki altýnda, yirmi seneden beri hiçbir gazeteyi okumayan, dinlemeyen ve bu kadar muhtaç olduðu halde istirahatý için hiç müracaat etmeyen ve on seneden beri hükûmetin erkânlarýný -birkaçý müstesna olarak- bilmeyen ve dört seneden beri dünya harbinden ve hâdisatýndan hiç haber almayan ve merak etmeyen bu bîçare mazlum Said, hiç imkâný var mý ki, ehl-i siyasetle sh: » (E: 20) uðraþsýn ve idareye iliþsin ve asayiþin ihlâline meyli bulunsun? Eðer zerre mikdar bulunsaydý; "Karþýmda kimler var, dünyada neler oluyor, bana kim yardým edecek?" diye soruþturacaktý, merak edecekti, karýþacaktý, hilelerle büyüklere hulûl edecekti. En elîm cüz'î bir hâdise þudur ki: "Bir tecrid-i mutlak içinde her muhabereden kesilmiþ vaziyetimden kurtulmak için hapse girmeye bir bahane bulunuz ki; beni hapse alsýnlar, bu azabdan kurtulayým" diye bazý dostlarýma bir gizli mektub elden göndermiþtim. Tâ, benim hayatýmýn sermayesi ve neticesi ve gayet zînetli bir surette tezyin edilmiþ Risale-i Nur'dan, Denizli'de mahkemede bulunan kitablarýma yakýn olayým ve teslim almaya çalýþayým. Maatteessüf aleyhime olan oradaki ehl-i vukuftan birtek adam beni müdafaa ederken, o dahi mektubumu görüp, hapse girmem için aleyhime hüküm vermeye mecbur olmuþ. Beni hapislere sokan muarýzlarýmýn bir bahaneleri de -o mahkemede ondan beraet kazandýðým- "tarîkatçýlýk"týr. Halbuki Risale-i Nur'da daima dava edip demiþim: "Zaman tarîkat zamaný deðil, belki imaný kurtarmak zamanýdýr. Tarîkatsýz Cennet'e gidenler çoktur, imansýz Cennet'e giden yoktur." diye bütün kuvvetimizle imana çalýþmýþýz. Ben hocayým, þeyh deðilim. Dünyada bir hanem yok ki, nerede tekkem olacak? Bu yirmi sene zarfýnda, bir tek adam yok ki; çýksýn desin: "Bana tarîkat dersi vermiþ." Ve mahkemeler ve zabýtalar bulmamýþlar. Yalnýz eskiden yazdýðým tarîkatlarýn hakikatlarýný ilmen beyan eden Telvihat Risalesi var ki, bir ders-i hakikattýr ve yüksek bir ders-i ilmîdir, tarîkat dersi deðildir. Hürriyet-i vicdaný esas tutan Hükûmet-i Cumhuriyenin, elbette bu milletin milyarlar ecdadýnýn ruhlarý baðlandýðý bir hakikata ve onun yolunda dünyaya meydan okuduklarý ve iman-ý tahkikîyi galibane felsefeye karþý isbat eden bir eseri ve hâdimlerini himaye etmek, ehemmiyetli bir vazifesidir. Yoksa o zaîf hâdimin ellerini baðlayýp, binler düþmanlarýný ona saldýrtmaya, hiçbir vecihle o cumhuriyetin düsturlarý müsaade etmez. Cumhuriyet beni dinleyecek diye þekvamý yazdým. Evet حَسْبُنَااللَّهُ وَنِعْمَ اْلوَكِيلُHasbünallahü ve ni'melvekil" derim. * * * (HEYET-Ý VEKÝLE'YE VE MÝLLETVEKÝLLERÝ RÝYASETÝNE CÜZ'خ FAKAT EHEMMÝYETLÝ BÝR MARUZATIMDIR.) Otuz seneden beri hayat-ý siyasiyeden çekildiðim halde, bu sh: » (E: 21) sýrada bir defaya mahsus olarak, vatanî ve millî ve asayiþî bir mes'eleyi beyan ediyorum. Þöyle ki: Çok emarelerle kat'î kanaatýmýz geldi ki; anarþilik hesabýna bana ve bu Emirdað kasabasýna ve dolayýsýyla bu vatana bir sû'-i kasd var ki, bir habbeyi kubbeler ve bir sinek kanadý kadar ehemmiyeti olmayan bir hâdiseyi dað gibi gösterip, sükûnete muhtaç olan bu vatanda beni bahane edip, anarþilik hesabýna ve bir ecnebi plânýyla bize, yani bîçare vatandaþlarýmýzý idam-ý ebedîden ve þübehat-ý uhreviyeden kurtarmaða çalýþan Nur þakirdlerine, bütün bütün kanunsuz ve keyfî hücum edildi. Pek zâhir bir garaz ile, evham yüzünden, baruta ateþ atmak gibi, bu vatana ve asayiþe beni bahane edip sû'-i kasd edildi. Þöyle ki: Üç mahkeme, yirmi senelik mektublarýmý ve kitablarýmý ve hallerimi inceden inceye tedkikten sonra, bize ve kitablarýma beraet verdiði halde; ve üç seneden beri te'lifatý terkettiðim ve haftada ancak bir mektub yazabildiðim ve mecbur olmadan herbiri bir gün nöbetle zarurî hizmetimi yapan üç-dört terzi çýraðýndan baþka kimseyi kabul etmediðim halde ve serbestiyet verildiði ve memleketime gitmediðim halde, hiç ömrümde görmediðim bir tarzda ve resmî bir surette beni hiddete getirip bir hâdise çýkarmak için, tahkir ve ihanet kasdýyla, kanunsuz ve garazla, beni taharri ile kapýmýn kilidini kýrýp, Kur'anýmý ve Arabî levhalarýmý evrak-ý muzýrra gibi alýp götürmekle beraber, adliyenin mühim bir memuru, resmen buradaki memurlara âmirane demiþ ki: "Said'i iki jandarma ile teþhir suretinde çýkarýp, zorla baþýna þapka giydirip, öylece ifadeye getirmeli idiniz. Hem ona yanaþanlarý tutunuz." diye, ehemmiyetli bir mecliste ve ayn-ý hakikat olan ifademi okuduklarý vakit söylemiþ. Bunda þekk ve þübhe kalmadý ki; beni tahkir ve ihanet edip, hiddete getirip, asayiþi bozmak garazý takib ediliyor. Cenab-ý Hakk'a hadsiz þükür olsun ki: Binler haysiyet ve þerefimi bu vatandaki bîçarelerin istirahatýna ve onlardan belalarýn def'ine feda etmek için bana bir halet-i ruhiyeyi ihsan eylemiþ ki; ben de, onlarýn yaptýðý ve niyetinde bulunduklarý tahkirat ve ihanetlere karþý tahammüle karar vermiþim. Bu milletin asayiþine, hususan masum çocuklarýn ve muhterem ihtiyarlarýn ve bîçare hastalarýn ve fakirlerin dünyevî istirahatlarýna ve uhrevî saadetlerine binler hayatýmý ve binler þerefimi feda etmeye hazýrým. Ýþte sinek kanadýný dað gibi yaptýklarýnýn bir emaresi þu ki; benim gibi gurbette, hasta, ihtiyar, zaîf, tek baþýna bulunduðum sh: » (E: 22) halde on gün zarfýnda beþ defa Afyon Valisi ve Emniyet Müdürü ve iki defa Afyon Müddeiumumîsi benim için buraya gelmesi ve iki günde, her bir günde beþ tayyare benim gezdiðim yerlerde beni nezaret altýna almasý ve beþ polis hafiyesinin burada bana tarassud edenlere ilâve edilip, ahvalimi tecessüs etmek için gönderilmesi ve postahanelere, bana ait mektublarýn müsaderesi için resmen emir verilmesi gösteriyor ki, Þeyh Said ve Menemen hâdisesinin on misli bir hâdiseyi evhamla düþünmüþler. Habbeyi kubbe söylemiþler ki, böyle bir vaziyet alýyorlar. Benim eski hayatýmý zannedip, ihanetle hiddete gelecek tahmin etmiþler. Bilakis aldandýlar. Biz, bütün kuvvetimizle anarþiliðe bir sedd-i Zülkarneyn gibi bir sedd-i Kur'anî tesisine çalýþýyoruz. Bize iliþenler, anarþilik ve belki komünistliðe zemin ihzar ediyorlar. Evet eðer eski hayatým gibi, izzet-i ilmiyeyi muhafaza etmek için hiçbir hakareti kabul etmemek olsaydý ve vazife-i hakikiyesi, sýrf âhiret ve ölümün idam-ý ebedîsinden müslümanlarý kurtarmak vazifesi olmasaydý ve bana iliþenler gibi sýrf dünyaya ve menfî siyasete çalýþmak olsaydý, on Menemen, on Þeyh Said Hâdisesi gibi bir hâdiseye, o anarþilik hesabýna çalýþanlar sebebiyet vereceklerdi. Hem üç mahkeme ve yirmi senede kaç vilayetin zabýtalarý, kýyafetime kanunca iliþmedikleri ve mazuriyetim ve inzivama binaen, tebdil-i kýyafetime hiçbir ihtar olmadýðý halde, böyle keyfî, kanunsuz, cebren, ahali içinde baþýma þapkayý giydirmeye çalýþmak, kýrk seneden beri bu vatanda, hususan iman-ý tahkikî dersinde kardeþane alâkadar olan yüzbinler adam, pek büyük bir heyecan içinde zemini hiddete getirip, emsalsiz aðlamaða vesile olacaktý. Zâten ecnebi parmaðýyla, güya hakkýmda teveccüh-ü ammeyi kýrmak fikriyle damarlarýma dokunacak kanunsuz muamelelerin mezkûr maksad için yapýldýðýna, çok emarelerle kat'î kanaatýmýz geldi. Fakat Cenab-ý Hakk'a hadsiz þükür olsun ki; benim gibi kabir kapýsýnda, alâkasýz, dünyadan usanmýþ, hürmetten, teveccüh-ü âmmeden kaçmýþ ve þân ü þeref ve hodfüruþluk gibi riyakârlýklara hiçbir meyli kalmamýþ bir vaziyette iken, bunlarýn bana karþý kanunsuz ihanetlerinin hiçbir ehemmiyeti kalmadý; Cenab-ý Hakk'a havale ediyorum. Bana lüzumsuz evham yüzünden eziyet edenlerin yakýnda ölümle idam-ý ebediyeye giriftar olacaklarýný düþünüp, hakikaten acýyorum. Ya Rabbî, onlarýn imanýný Risale-i Nur'la kurtar! Ýdam-ý ebedîden, sýrr-ý Kur'anla terhis tezkeresine çevir! Ben de onlara hakkýmý helâl ediyorum! Said Nursî * * * sh: » (E: 23) بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ (ANA HÝZMET EDEN KÜÇÜCÜK BÝR RÝSALE-Ý NUR TALEBESÝNÝN ÇOKLAR NAMINA SORDUÐU SUALÝNE CEVABDIR.) Sual: Üstadým, yaðmur duasý ve namazýn neticesi görünmedi, faidesiz kaldý; iki-üç defa bulut toplandý, yaðmur vermeden daðýldý. Neden? Elcevab: Yaðmursuzluk, bu çeþit dua ve namazýn vaktidir, illeti ve hikmeti deðil. Nasýlki güneþ ve ayýn tutulmasý zamanýnda küsuf ve husuf namazý kýlýnýr ve güneþin gurubuyla akþam namazý kýlýnýr; öyle de yaðmursuzluk, kuraklýk, yaðmur namazýnýn ve duasýnýn vaktidir. Ýbadet ve duanýn sebebi ve neticesi, emir ve rýza-i Ýlahîdir; faidesi, uhrevîdir. Eðer namazdan, ibadetten dünyevî maksadlar niyet edilse, yalnýz onlar için yapýlsa, o namaz battal olur. Meselâ: Akþam namazý güneþin batmamasý için ve husuf namazý ayýn açýlmasý için kýlýnmaz. Öyle de: Bu nevi ibadet, yaðmuru getirmek için kýlýnsa, yanlýþ olur. Yaðmuru vermek, Cenab-ý Hakk'ýn vazifesidir. Biz vazifemizi yaptýk, onun vazifesine karýþmayýz. Gerçi yaðmur namazýnýn zâhir neticesi yaðmurun gelmesidir, fakat asýl hakikî, en menfaatli neticesi ve en güzel ve tatlý meyvesi þudur ki: Herkes o vaziyetle anlar ki, onun tayinini veren, babasý, hanesi, dükkâný deðil; belki onun tayinini ve yemeðini veren, koca bulutlarý sünger gibi ve zemin yüzünü bir tarla gibi tasarrufunda bulunduran bir zât, onu besliyor, rýzkýný veriyor. Hattâ en küçücük bir çocuk da -daima aç olduðu vakit validesine yalvarmaða alýþmýþken- o yaðmur duasýnda küçücük fikrinde büyük ve geniþ bu manayý anlar ki: Bu dünyayý bir hane gibi idare eden bir zât; hem beni, hem bu çocuklarý, hem validelerimizi besliyor, rýzýklarýný veriyor. O vermese, baþkalarýnýn faidesi olmaz. Öyle ise ona yalvarmalýyýz der, tam imanlý bir çocuk olur. Bu münasebetle kýsacýk altý nokta beyan edilecek. Birinci Nokta: Nimet ve rahmet-i Ýlahiyenin fiatý, þükürdür. Biz, þükrü hakkýyla vermedik. Evet rahmetin fiatýný þükürle vermediðimiz gibi; zulmümüzle, isyanýmýzla gazabý celbediyoruz. Þimdi zemin yüzünde zulüm ve tahribat, küfür ve isyan ile nev'-i beþer, tam tokada kendini müstehak etti ve dehþetli tokatlar yedi. Elbette bir parça hissemiz de olacak. Ýkinci Nokta: Hadîste var ki: "Hattâ deniz dibindeki balýklar dahi günahkâr ve zalimlerden þekva ediyorlar ki; onlarýn yüzünden yaðmur kesilir, hattâ bizim de nafakamýz azalýr" derler. Evet bu zamanlarda öyle günahlar, zulümler oluyor ki; rahmet is sh: » (E: 24) temeye yüzümüz kalmýyor; masum hayvanlar da azab çekerler. Üçüncü Nokta: Âyette vardýr: Öyle musibetten kaçýnýz ki; geldiði vakit zalimlere mahsus kalmaz, masumlar ve mazlumlar da içinde yanar." Çünki musibet-i âmmeden masumlar hârika bir tarzda yangýn içinde selâmette kalsalar, hikmet-i diniye bozulur. Çünki din bir imtihan, bir tecrübedir. O vakit, Ebu Cehil gibi fenalar, aynen Ebu Bekir-i Sýddýk Radýyallahü Anh gibi tasdik ederler. Onun için, musibet-i âmmede masumlar da bela çekerler. Dördüncü Nokta: Þimdi malda ve rýzýkta hileler ile, sû'-i istimal ile, rüþvetle çok haram karýþtýðý ve ekinciler kendi malýna hakkýyla sahib olmadýðý ve on adamdan iki-üçü tam rahmete müstehak ise, ekincilerin malýndan istifade edenlerden beþ-altýsý ya zulüm ile -haram karýþtýrmakla- ya þükürsüzlükle rahmete istihkakýný kaybediyor. Beþinci Nokta: Risale-i Nur, bu Anadolu memleketine belalarýn def'ine ehemmiyetli bir vesiledir. Sadaka nasýl belayý def'ediyor, onun intiþarý ve okunmasý küllî bir sadaka nev'inde semavî ve arzî belalarýn def'ine çok emareler ve çok hâdiselerle tebeyyün etmiþ. Hattâ Kur'anýn iþaretiyle tahakkuk etmiþ. Ve yazmasýný ve intiþarýný men'etmek zamanlarýnda dört defa zelzelelerin baþlamasý ve intiþarýyla durmalarý ve Anadolu'da ekser okunmasý, Ýkinci Harb-i Umumî'nin Anadolu'ya girmemesine bir vesile olduðu Sure-i وَ الْعَصْرِ iþaret ettiði, bu iki ay kuraklýk zamanýnda mahkemenin Risale-i Nur'un beraetine ve vatana menfaatli olduðuna dair kararýný Mahkeme-i Temyiz tasdik ederek tam bir serbestiyetle Risale-i Nur'un intiþar ve okunmasýný beklerken, bütün bütün aksine olarak men'edilmesi ve mahkemedeki risalelerin sahiblerine iade edilmemesi ve bizi de o cihetle konuþmaktan men'etmeleri cihetiyle, belalarýn def'ine vesile olan bu küllî sadaka-i maneviye karþý çýkamadý, günahýmýz neticesi kuraklýk baþladý. Altýncý Nokta: Yaðmursuzluk bir musibettir ve ceza-yý amel bir azabdýr. Buna karþý aðlamakla ve hüzün ve kederle, niyaz ve hazînane yalvarmakla ve pek ciddî nedamet ve tövbe ve istiðfar ile karþýlamak ve sünnet-i seniye dairesinde, bid'alar karýþmadan, þeraitin tayin ettiði tarzda dergâh-ý Ýlahiyeye iltica etmek ve dua ve o hale mahsus ubudiyetle mukabele etmektir. Hem böyle umumî musibetler, ekser nâsýn hatasýndan geldiði cihetle, o insanlarýn ekseri, -kýsm-ý azamý- tövbe ve nedamet ve istiðfar etmekle def'olur. Biz Risale-i Nur þakirdleri dünyaya çok ehemmiyet verme sh: » (E: 25) diðimizden, dünyaya yalnýz Risale-i Nur için baktýðýmýzdan, bu yaðmursuzlukta dahi o noktadan bakýyoruz. Ýþte Denizli'de mahkemeye verilen cüz'î bir kýsým Risale-i Nur, sahiblerine iadesinin ayný zamanýnda, burada dahi bir kýsým zâtlar yazmaða baþlamalarý ayný vaktinde, bu yaðmursuzlukta bir derece rahmet yaðdý, fakat Risale-i Nur'un serbestiyeti cüz'î olmasýndan, rahmet dahi cüz'î kaldý. Ýnþâallah yakýnda benim de risalelerim iade edilecek, tam serbest ve intiþarý küllîleþecek ve rahmet dahi tam olacak. * * * Aziz, sýddýk kardeþlerim! Hizb-ül Kur'an-ül Muazzam'ýn hem fevkalâde ehemmiyeti, hem faideleri; hem okumasýnda hiçbir vesvesenin gelmemesi, hem bütün Kur'an'ýn en sevablý âyetlerinin ihtivasý, hem Risale-i Nuriye'nin bütün esaslarýný ve hakikatlarýný cem'etmesi, hem herkese, hususan her vakit bütün Kur'aný okumaða fýrsat bulamayan ve hâfýz olmayanlara tamam Kur'anýn bir nümune-i kudsîsi; hem tamam Kur'anýn tevafuklu tab'ýnda bir misal-i musaggarý ve müjdecisi; hem maddî ve lafzî ve manevî parlak bir i'caz göstermesi gibi, pek çok hasiyetleri var ve bu þuhur-u mübarekedeki pek çok bereketlere ve nurlara ve sevablara medardýr ve onun tab'ýna ve neþrine çalýþmýþlara çok büyük hayýrlar kazandýrýr. Risale-i Nur'un iki parlak ve kudsî istinad noktasý ve âb-ý hayat çeþmesi olan شَهِدَ اللّهُ اَنَّهُ لاَ اِلهَ اِلاَّ هُوَ وَاْلمَلاَئِكَةُ âyetiyle قُلِ اللّهُمَّ مَالِكَ اْلمُلْكِ âyeti, her nasýlsa sehven Sure-i Âl-i Ýmran'dan alýnan âyetlerde yazýlmamýþlar. O iki âyeti de yazýp içine koyunuz. Bugünlerde onikinci sahifeyi okurken birden اِنَّ اْلمُنَافِقِينَ فِى الدَّرْكِ اْلاَسْفَلِ مِنَ النَّارِ âyeti gözüme iliþti. Mâkabline baktým وَمَنْ اَحْسَنُ دِينًا ِممَّنْ اَسْلَمَ وَجْهَهُ لِلّهِ ilâ âhir gördüm. Arka sahifesine baktým, gördüm ki; Risale-i Nur'a iþaret eden dört âyet var ve onlar Birinci Þua'da izah edilmiþ. Kalbime geldi: Herhalde bu dehþetli âyet, bu dehþetli ve zulümatlý ve nifaký kuvvetli asrýmýza da hususî bakar. Dikkat ettim, kanaatým sh: » (E: 26) geldi. Bir emaresi þudur ki: اِنَّ اْلمُنَافِقِينَ فِى الدَّرْكِ اْلاَسْفَلِ مِنَ النَّارِ cifir ve ebced hesabýyla, tam tamýna nifakýn dört mertebesinin tarihlerine tevafuk ile parmak basýyor. Þöyle ki: Þeddeler sayýlýr, eðer okunmayan hemzeler ve فِى deki okunmayan ى sayýlmazsa, tam tamýna 1362 ederek bu seneye parmak basar. Eðer مِنَ النَّارِ deki þedde bir nun bir lâm-ý aslî hesab olsa 1342 ederek Birinci Harb-i Umumî'nin dehþetli nifaklarý netice veren tarihine tam tamýna tevafukla haber verir. Eðer þedde iki nun sayýlsa, okunmayan hemzeler ve ى de sayýlsa 1376 ederek, bu zulümatlý nifakýn sukut mertebesine ve çok âyetlerde "Nur" ile karþýlaþtýrýlan الظُّلُمَاتِ kelimesinin makam-ý cifrîsi olan 1372'ye dört farkla tevafuk ederek haber verir. Eðer okunmayanlar sayýlsa ve النَّارِ daki þedde lâm-ý aslî olsa, tam tamýna 1306 ederek küfür ve nifakýn dehþetli fýrtýnalarýnýn tarihine tevafukla parmak basar gördüm. Evet, iki "ra" 400; üç "fa" , iki "lâm" 300; bir "kaf" , iki þeddeli "nun" lar 300; bir "mim" bir "sin" 100; diðer "mim", bir "ye", bir "nun" o da 100, iki "nun" o da 100; yekûnu 1300. Bir "lâm", bir "kef" 50, þeddeli "dal" 8 ve iki medde, iki hemze 4; mecmuu 1362 eder. Öteki üç adedi de kýyas edilsin. Hem onikinci ve onüçüncü sahifelere dikkatle baktým, gördüm ki: Risale-i Nur'a ve þakirdlerine ve muarýzlarýna o derece mutabýk geliyor ki; deðil yalnýz bir mana-yý iþarî ile bir remizdir; belki bu asra bakan mana-yý sarihiyle hususî bakar, küllî manasýna mümtaz bir ferd olarak dâhil eder diye kat'î anladým, hadsiz þükrettim. Bu hizmet-i nuriyede þimdiye kadar baþýmýza gelen belalar yüz derece ziyade olsa yine ucuzdur; biz kazanýyoruz. O belalar, ehemmiyetsiz fâni þiþelerimizi ve cam parçalarýmýzý kýrmalarýyla, bâki ve uhrevî elmaslarý bize kazandýrýyorlar diye sabýr içinde þükretmeliyiz ve sevinmeliyiz bildim. Hem beni bu sekizinci defadaki zehirlendirmeleri dahi yine akîm kaldýðýný size beþaret veriyorum. فَاِنَّكَ مَحْرُوسٌ بِعَيْنِ الْعِنَايَةِ sh: » (E: 27) Gavs-ý Azam'ýn teminatý, yine tahakkuk eyledi. Umum kardeþlerime birer birer selâm ve dua eder ve dualarýný bu mübarek þuhur-u selâsede isterim. Ve daire-i nuriyede kesretli bulunan masumlarýn ve elleri boþ dönmeyen mübarek ihtiyarlarýn masumane dualarýný bütün ruhumla arzu eden kardeþiniz Said Nursî * * * Aziz kardeþlerim! Size iki puslayý Leyle-i Regaib'den altý saat evvel yazdým. "Hizb-ün Nuriye" kâðýd ile teslimden sonra, kat'iyen benim kanaatimde bir nevi mu'cize-i Ahmediye olarak, iki aydan beri mütemadiyen kuraklýk ve yaðmursuzluk, her tarafta daima namazlardan sonra pek çok dualarýn akîm kaldýðý ve herkes me'yusiyetten derd-i maiþet endiþesiyle kalben aðlarken, birden Leyle-i Regaib -bütün ömrümde hiç mislini iþitmediðim ve baþkalar da iþitmediði- üç saatte yüz defa, belki fazla tekrar ile melek-i ra'dýn yüksek ve þiddetli tesbihatýyla öyle bir rahmet yaðdý ki; en muannide dahi Leyle-i Regaib'in kudsiyetini ve Hazret-i Risalet'in bir derece, bir cihette âlem-i þehadete teþrifinin umum kâinatça ve bütün asýrlarda nazar-ý ehemmiyette ve Rahmeten lil'âlemîn olduðunu isbat etti ve kâinat o geceyi alkýþlýyor diye gösterdi. Acaba, dualarýmýzda Isparta bu memleketle beraberdi, bu yaðmurda hissesi var mý, merak ediyorum. Þimdiye kadar çok emarelerle Risale-i Nur bir vesile-i rahmet olmasýndan, bu rahmet îma eder ki, her halde ehemmiyetli bir fütuhatý perde altýnda vardýr ve belki serbestiyetine bir iþarettir. Hem burada "Lem'alar"ýn verdiði iþtiyak cihetiyle yazýcýlarýn çoðalmasý, inþâallah bir nevi makbul dua hükmüne geçti. * * * sh: » (E: 28) Aziz, sýddýk, sarsýlmaz kardeþlerim ve vârislerim! Bana karþý þimdiki tazyikatýn üç sebebi var: Birincisi: Heyet-i Vekile'nin kararýyla, iaþem için her gün iki buçuk banknot ve sair masraflar için de bir tahsisat ve istediðim tarzda bir haneyi inþa edip bana vermek hakkýnda buraya emir gelmiþti. Ben de kabul etmedim. Yalnýz yol masrafý için Denizli'de sevkiyatým için verilen bir kýsmý kabul ettim. Onlar da kýzdýlar, tarassuda baþladýlar. Ýkinci Sebeb: Denizli havalisindeki ahali Risale-i Nur hesabýna bana karþý haddimden pek çok ziyade hüsn-ü teveccüh göstermesiyle ve buralarda dahi ayný hal baþlamasý, garazkârlarýn evhamýna dokunmasýdýr. Üçüncüsü: Malûm ölmüþ adamýn hesabýna benden intikamýný almak için Afyon Valisinin garazkârane bahaneleridir. Fakat kader-i Ýlahî, onlarýn bu zulümlerini hakkýmýzda merhametlere ve maslahatlara çeviriyor. Siz merak etmeyiniz. Bir maslahat þudur ki: Onlar, yalnýz Risale-i Nur yerinde beni susturuyorlar. Halbuki benim bedelime Risale-i Nur yüzer dillerle ve þakirdleri binler lisanlarýyla mükemmel konuþuyorlar; bu Nurlarý, zulmetli kafalara ders veriyorlar. En büyük memurlarýn onlara gönderilen Risale-i Nur'un müdafaasý olan "Meyve"nin tesiriyle baþka risaleleri de -bilhassa "Hüccetullah-il Baliga Mecmuasý"ný kemal-i merakla tedkik etmeðe baþlamalarý, onlarýn inadlarýný kýrdýðýna çok emareler var. Evet nasýlki onlar þahsýmla meþgul olmalarý Risale-i Nur'un bir derece serbestiyetine ve intiþarýna faidedir, öyle de kardeþlerimle görüþtürmemek dahi ehemmiyetli bir maslahattýr. Hattâ bir defa görüþmek için yüz lirasýný sarfedip buraya kadar gelen bir kardeþimizin görüþmeden geri gitmesi; tam bir maslahat oldu. Eðer kapý açýlsa, her taraftan ziyaretçi tehacümüyle hem garazkâr ve vehhamlarýn evhamýna dokunmak ihtimali, hem sýrr-ý ihlasa ve mesleðimiz olan prensibimize zararý bulunmasý cihetiyle bu tecridim, hakkýmýzda bir inayettir. Bu þuhur-u mübarekede kazanç bire yüzdür. Mübarek kardeþlerim ricalen ve nisaen ve masumlar ve muhterem ihtiyarlar dualarýyla bize yardým etmelerine pek ziyade ihtiyacýmýz var. Ýnþâallah daha hiçbir fýrtýna sizleri sarsmayacak, çelik gibi metanetiniz kýrýlmayacak. * * * sh: » (E: 29) ِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّهِ وَ بَرَكَاتُهُ Aziz, sýddýk kardeþlerim! [Hem manevî, hem maddî birkaç cihette sorulan bir suale mecburiyet tahtýnda bir cevabdýr.] Sual: Neden ne dâhilde, ne hariçte bulunan cereyanlara ve bilhassa siyasetli cemaatlara hiçbir alâka peyda etmiyorsun? Ve Risale-i Nur ve þakirdlerini mümkün olduðu kadar o cereyanlara temastan men' ediyorsun. Halbuki eðer temas etsen ve alâkadar olsan, birden binler adam Risale-i Nur dairesine girip parlak hakikatlarýný neþredeceklerdi; hem bu kadar sebebsiz sýkýntýlara hedef olmayacaktýn! Elcevab: Bu alâkasýzlýk ve içtinabýn en ehemmiyetli sebebi: Mesleðimizin esasý olan "ihlas" bizi men'ediyor. Çünki bu gaflet zamanýnda, hususan tarafgirane mefkûreler sahibi, herþeyi kendi mesleðine âlet ederek, hattâ dinini ve uhrevî harekâtýný da o dünyevî mesleðe bir nevi âlet hükmüne getiriyor. Halbuki hakaik-i imaniye ve hizmet-i nuriye-i kudsiye, kâinatta hiçbir þeye âlet olamaz. Rýza-yý Ýlahîden baþka bir gayesi olamaz. Halbuki þimdiki cereyanlarýn tarafgirane çarpýþmalarý hengâmýnda bu sýrr-ý ihlasý muhafaza etmek, dinini dünyaya âlet etmemek müþkilleþmiþ. En iyi çare, cereyanlarýn kuvveti yerine, inayet ve tevfik-i Ýlahiyeye dayanmaktýr. Ýçtinabýmýzýn çok sebeblerinden bir sebebi de; Risale-i Nur'un dört esasýndan birisi olan "þefkat etmek", zulüm ve zarar etmemektir. Çünki, وَ لاَ تَزِرُ وَازِرَةٌ وِزْرَ اُخْرَى Yani "Birisinin hatasýyla, baþkasý veya akrabasý hatakâr olmaz; cezaya müstehak olmaz" olan düstur-u irade-i Ýlahiyeye karþý, bu zamanda اِنَّ اْلاِنْسَانَ لَظَلُومٌ كَفّارٌ sýrrýyla þedid bir zulüm ile mukabele eder. Tarafgirlik hissiyle, bir caninin hatasýyla, deðil yalnýz akrabasýna, belki taraftarlarýna dahi adavet eder. Elinden gelse zulmeder. Elinde hüküm varsa, bir adamýn hatasýyla bir köye bomba atar. Halbuki bir masumun hakký, yüz cani için feda edilmez; onlarýn yüzünden ona zulmedilmez. Þimdiki vaziyet, yüz masumu birkaç cani için zararlara sokar. Meselâ: Hatalý bir adama müteallik, bîçare ihtiyar valide ve pederi ve masum çoluk-çocuklarý ezmek, periþan etmek, tarafgirane adavet etmek, þefkatin esasýna zýddýr. Müslümanlar içinde tarafgirane cereyanlar yüzünden, böyle masumlar zulümden kurtulamýyorlar. Hususan ihtilale sebebiyet veren vaziyetler, bütün bütün zulmü daðýtýr, geniþletir. Cihad-ý dinîde olsa, kâfirlerin sh: » (E: 30) çoluk-çocuklarýnýn vaziyetleri aynýdýr. Ganîmet olabilir; Müslümanlar, onlarý kendi mülküne dâhil edebilir. Fakat Ýslâm dairesinde birisi dinsiz olsa; çoluk-çocuðuna hiçbir cihetle temellük edilmez, hukukuna müdahale edilmez. Çünki o masumlar, Ýslâmiyet rabýtasýyla dinsiz pederine deðil, belki Ýslâmiyet'le ve cemaat-ý Ýslâmiye ile baðlýdýr. Fakat kâfirin çocuklarý, gerçi ehl-i necattýrlar; fakat hukukta, hayatta pederlerine tâbi' ve alâkadar olmasýndan, cihad darbesinde o masumlar memlûk ve esir olabilirler. Umum kardeþlerime birer birer selâm ve kârý binler olan Leyle-i Mi'racýnýzý tebrik ederim. Merhum Hacý Ýbrahim'in, Re'fet Bey gibi müteallikatlarýna benim tarafýmdan ta'ziye edip, deyiniz ki: "O merhum, Risale-i Nur talebeleri dairesi içindedir; daima onlara olan dualara mazhardýr. Biz de hususî ona dua ederiz." Said Nursî * * * Aziz, sýddýk kardeþlerim! Sual: "Tevafukla bu keramet nasýl kat'î sabit oluyor?" diye kardeþlerimizden birisinin sualine küçük cevabdýr. Elcevab: Bir þeyde tevafuk olsa, küçük bir emare olur ki; onda bir kasd var; bir irade var; rastgele bir tesadüf deðil. Ve bilhassa tevafuk birkaç cihette olsa, o emare tam kuvvetleþir. Ve bilhassa yüz ihtimal içinde iki þeye mahsus ve o iki þey birbiriyle tam münasebetdar olsa, o tevafuktan gelen iþaret sarih bir delalet hükmüne geçer ki; bir kasd ve irade ile ve bir maksad için o tevafuk olmuþ, tesadüfün ihtimali yok. Ýþte bu mes'ele-i Mi'raciye de aynen böyle oldu. Doksandokuz gün içinde yalnýz Leyle-i Regaib ve Leyle-i Mi'raca yaðmur rahmetinin tevafuku ve o iki gece ve güne mahsus olmasý, daha evvel ve daha sonra olmamasý ve ihtiyac-ý þedidin tam vaktine muvafakatý ve Mi'raciye Risalesi'nin burada çoklar tarafýndan þevk ile kýraat ve kitabet ve neþrine rastgelmesi ve o iki mübarek gecenin birbiriyle birkaç cihette tevafuk etmesi ve mevsimi olmadýðý için acib gürültülerle, söylenmeyecek maddî manevî zemin gürültüleriyle feryadlarýna tehdidkârane ve tesellidarane tevafuk etmesi ve ehl-i imanýn me'yusiyetinden teselli aramalarýna ve dalaletin savletinden gelen vesvese ve za'fiyetine karþý kuvve-i maneviyenin takviyesini istemelerine tam tevafuku, bu geceler gibi þeair-i Ýslâmiyeye karþý hürmetsizlik edenlerin hatalarýna bir tekdir olarak, kâinat bu gecelere hürmet eder, neden siz etmiyorsunuz? diye manasýnda, kesretli rahmetle þeair-i Ýslâmiyeye karþý, hattâ semavat ve feza-yý âlem hürmetlerini göstermekle tevafuk sh: » (E: 31) etmesi, zerre mikdar insafý olan bilir ki; bu iþde hususî bir kasd ve irade ve ehl-i imana hususî bir inayet ve merhamettir, hiçbir cihetle tesadüf ihtimali olamaz. Demek hakikat-ý Mi'rac, bir mu'cize-i Ahmediye (A.S.M.) ve keramet-i kübrasý olduðu ve Mi'rac merdiveni ile göklere çýkmasý ile Zât-ý Ahmediye'nin (A.S.M.) semavat ehline ehemmiyetini ve kýymetini gösterdiði gibi; bu seneki Mi'rac da zemine ve bu memleket ahalisine kâinatça hürmetini ve kýymetini gösterip bir keramet gösterdi. * * * Aziz, sýddýk kardeþlerim! Ýþarat-ý Gaybiye-i Gavsiye ve Aleviye'de, altmýþdörtte Risale-i Nur te'lifçe tamam olur. Demek o tarihten sonra, yalnýz izahat ve haþiyeler ve tetimmeler olacak. Bu münasebetle iki nokta ihtar etmek kalbime geldi: Birincisi: Risale-i Nur'un fýtraten ve zamanýn vaziyetine göre talebesi olacak, baþta masum çocuklardýr. Çünki bir çocuk küçüklüðünde kuvvetli bir ders-i imanî alamazsa, sonra pek zor ve müþkil bir tarzda Ýslâmiyet ve imanýn erkânlarýný ruhuna alabilir. Âdeta gayr-ý müslim birisinin Ýslâmiyeti kabul etmek derecesinde zor oluyor, yabani düþer. Bilhassa peder ve validesini dindar görmezse ve yalnýz dünyevî fenlerle zihni terbiye olsa, daha ziyade yabanilik verir. O halde o çocuk, dünyada peder ve validesine hürmet yerinde istiskal edip çabuk ölmelerini arzu ile onlara bir nevi bela olur. Âhirette de onlara þefaatçi deðil, belki davacý olur. Neden imanýmý terbiye-i Ýslâmiye ile kurtarmadýnýz? Ýþte bu hakikata binaen en bahtiyar çocuklar onlardýr ki; Risale-i Nur dairesine girip dünyada peder ve validesine hürmet ve hizmet ve hasenatý ile onlarýn defter-i a'maline vefatlarýndan sonra hasenatý yazdýrmakla ve âhirette onlara derecesine göre þefaat etmekle bahtiyar evlâd olurlar. Risale-i Nur'un ikinci kýsým talebeleri: Fýtraten Risale-i Nur'a muhtaç, bir derece de dünyadan ürkmüþ veyahut küsmüþ kadýnlardýr. Hususan bir derece yaþlý da olsa, Risale-i Nur ona hakikî bir gýda-yý manevîdir. Çünki Risale-i Nur'un dört esasýndan birisi þefkattir ki, ism-i Rahîm'in mazhariyetinden gelmiþ. Kadýnlarýn da en esaslý hassalarý ve fýtrî vazifelerinin mayasý, þefkattir. Üçüncü kýsým: Fýtrî olmasa da, vaziyeti itibariyle Risale-i Nur'a sh: » (E: 32) ekmek ve ilâç gibi muhtaç olan hastalar ve ihtiyarlardýr. Çünki Risale-i Nur hayat-ý bâkiyeyi güneþ gibi gösterdiðinden ve dünyevî hayatýn fânilik cihetinde mahiyetini tam gösterdiðinden; dünyevî hayatlarýna ya hastalýk veya ihtiyarlýkla darbe gelen ve gaflet veya dalalet cihetiyle ölümü idam tevehhüm eden hastalar ve ihtiyarlar Risale-i Nur'a o derece muhtaçtýrlar ve öyle bir teselli, bir nur alýrlar ki; onlarýn hastalýk ve ihtiyarlýðýný sýhhat ve gençliðe tercih ettiriyor. Ýhtar Edilen Ýkinci Nokta: Madem Arabîce altmýþdörde girdik, iþaret-i gaybiye gelmesiyle Risale-i Nur tekemmül etmiþ olur. Eðer Rumî tarihi olsa, daha iki senemiz var. Halbuki çok mühim yerde yazýlmayan ve te'hir edilen risaleler kalmýþ. Meselâ: Otuzuncu Mektub ve Otuzikinci Mektub ve Otuzikinci Lem'alar gibi ehemmiyetli mertebeler boþ kalmýþ. Kalbime ihtar edilmiþ ki: Eski Said'in en mühim eseri ve Risale-i Nur'un fatihasý, Arabî ve matbu' olan Ýþarat-ül Ý'caz Tefsiri, Otuzuncu Mektub olacak ve olmuþ. Eski Said'in en son te'lifi ve yirmi gün ramazanda te'lif edilen, kendi kendine manzum gelen Lemaat Risalesi, Otuzikinci Lem'a olmasý ve Yeni Said'in en evvel hakikattan þuhud derecesinde kalbine zâhir olan ve Arabî ibaresinde Katre, Habbe, Þemme, Zerre, Hubab, Zühre, Þu'le ve onlarýn zeyillerinden ibaret büyükçe bir mecmua Otuzüçüncü Lem'a olmasý ihtar edildi. Hem "Meyve" Onbirinci Þua' olduðu gibi, Denizli Müdafaanamesi de, Onikinci Þua' ve hapiste ve sonra Küçük Mektublar Mecmuasý Onüçüncü Þua' olmasý ihtar edildi. Ben de aziz kardeþlerimin tensiblerine havale ediyorum. Demek birkaç mertebede kapý açýktýr, bizlere daha iyi tetimmeler yazdýrýlabilir. Aziz kardeþlerime birer birer selâm ediyorum. Kastamonu ve civarýndaki kardeþlerimi de -eski zamanda olduðu gibi- daima beraber görüyorum. Hiç merak etmesinler; Risale-i Nur tevakkuf etmiyor, perde altýnda büyük fütuhatý var. Sýkýntýlarýmýzýn neticeleri, Risale-i Nur'un derslerine daha ziyade nazar-ý dikkati celbedip geniþ bir dairede kendini okutturuyor. Onun için gayet çalýþkan iki kardeþimiz olan baba ve oðlu; ve babasý ziyade sýkýntý çekmelerinde iftihar etsinler, orada muvakkat tevakkuftan müteessir olmasýnlar. Benim ve bizim nazarýmýzda onlar, eski mevkilerini tam muhafaza ediyorlar. Baþta Risale-i Nur'un fýtrî talebeleri masum çocuklar demiþtik. Ýþte bir nümunesi; bu mektubumu rahatsýzlýktan kendim yazamadýðým için ben söyleyip yeni hurufla yazan Ceylân, biri de ona mektub yazan masum Küçük Ali, biri de bu defa bana kâmilane ve müdakkikane mektub yazan Medrese-i Nuriye'nin küçük þakirdi sh: » (E: 33) Küçük Mehmed'dir. Ben de onlara "Bârekâllah bahtiyar çocuklar" derim, peder ve validelerini de tebrik ederim. * * * بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّهِ وَ بَرَكَاتُهُ Aziz, sýddýk kardeþlerim! [bir suale mecburî cevabýn tetimmesidir.] Bu yaz mevsimi, gaflet zamaný ve derd-i maiþet meþgalesi hengâmý ve þuhur-u selâsenin çok sevablý ibadet vakti ve zemin yüzündeki fýrtýnalarýn silâhla deðil, diplomatlýkla çarpýþmalarý zamaný olduðu cihetle; gayet kuvvetli bir metanet ve vazife-i nuriye-i kudsiyede bir sebat olmazsa, Risale-i Nur'un hizmeti zararýna bir atalet, bir fütur ve tevakkuf baþlar. Aziz kardeþlerim, siz kat'î biliniz ki: Risale-i Nur ve þakirdlerinin meþgul olduklarý vazife, rûy-i zemindeki bütün muazzam mesailden daha büyüktür. Onun için dünyevî merak-aver mes'elelere bakýp, vazife-i bâkiyenizde fütur getirmeyiniz. Meyve'nin Dördüncü Mes'elesini çok defa okuyunuz, kuvve-i maneviyeniz kýrýlmasýn. Evet ehl-i dünyanýn bütün muazzam mes'eleleri, fâni hayatta zalimane olan düstur-u cidal dairesinde gaddarane, merhametsiz ve mukaddesat-ý diniyeyi dünyaya feda etmek cihetiyle; kader-i Ýlahî onlarýn o cinayetleri içinde, onlara bir manevî cehennem veriyor. Risale-i Nur ve þakirdlerinin çalýþtýklarý ve vazifedar olduklarý fâni hayata bedel, bâki hayata perde olan ölümü ve hayat-ý dünyeviyenin perestiþkârlarýna gayet dehþetli ecel celladýnýn, hayat-ý ebediyeye birer perde ve ehl-i imanýn saadet-i ebediyelerine birer vesile olduðunu, iki kerre iki dört eder derecesinde kat'î isbat etmektedir. Þimdiye kadar o hakikatý göstermiþiz. Elhasýl: Ehl-i dalalet, muvakkat hayata karþý mücadele ediyorlar. Bizler, ölüme karþý nur-u Kur'an ile cidaldeyiz. Onlarýn en büyük mes'elesi -muvakkat olduðu için-, bizim mes'elemizin en küçüðüne -bekaya baktýðý için- mukabil gelmiyor. Madem onlar divanelikleriyle bizim muazzam mes'elelerimize tenezzül edip karýþmýyorlar; biz, neden kudsî vazifemizin zararýna onlarýn küçük mes'elelerini merakla takib ediyoruz. Bu âyet لاَ يَضُرُّكُمْ مَنْ ضَلَّ اِذَا اهْتَدَيْتُمْ ve usûl-ü Ýslâmiyenin ehemmiyetli bir düsturu olan اَلرَّاضِى بِالضَّرَرِ لاَ يُنْظَرُ لَهُ Yani: "Baþkasýnýn dalaleti sizin hidayetinize zarar etmez. Siz sh: » (E: 34) ler lüzumsuz onlarýn dalaletleriyle meþgul olmazsanýz." Düsturun manasý: "Zarara kendi razý olanýn lehinde bakýlmaz. Ona þefkat edip acýnmaz." Madem bu âyet ve bu düstur bizi, zarara bilerek razý olanlara acýmaktan men'ediyor; biz de bütün kuvvetimiz ve merakýmýzla vaktimizi kudsî vazifeye hasretmeliyiz. Onun haricindekileri malayani bilip, vaktimizi zayi' etmemeliyiz. Çünki elimizde nur var; topuz yoktur. Biz tecavüz edemeyiz. Bize tecavüz edilse, nur gösteririz. Vaziyetimiz bir nevi nuranî müdafaadýr. Bu tetimmenin yazýlmasýnýn sebeblerinden birisi: Risale-i Nur'un bir talebesini tecrübe ettim. Acaba bu heyecan, þimdiki siyasete karþý ne fikirdedir diye boðazlar hakkýnda bir boþboðazlýðý münasebetiyle bir-iki þey sordum. Baktým, alâkadarane ve bilerek cevab verdi. Kalben "yazýk" dedim. Bu vazife-i Nuriyede zararý olacak. Sonra þiddetle ikaz ettim. "Eûzü billahi mineþþeytani vessiyase" bir düsturumuz vardýr. Eðer insanlara acýyorsan, geçmiþ düstur onlara merhamete liyakatini selbediyor. Cennet adamlar istediði gibi, Cehennem de adam ister. (Beþinci Þua'ýn yine kýsmen verdiði haberler tezahür ediyor.) Said Nursî * * * Denizli tüccarý aslý Burdur'lu Hâfýz Mustafa'ya hitabdýr. بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّهِ وَ بَرَكَاتُهُ بِعَدَدِ حُرُوفَاتِ رَسَائِلِ النُّورِ Aziz, sýddýk kardeþim ve hizmet-i Kur'aniye'de muvaffakýyetli arkadaþým! Sen binler safalarla geldin, beni ebedî minnetdar ettin ve sadýk arkadaþlarýnla Risale-i Nur'un serbestiyetine hizmetiniz o derece büyük ve kýymetlidir, deðil yalnýz bizi ve Risale-i Nur'un þakirdlerini, belki bu memleketi, belki âlem-i Ýslâm'ý manen minnetdar ettiniz ki; ehl-i imanýn imdadýna yetiþmeye Risale-i Nur'un yolunu serbestçe açtýnýz. Ben, bir seneden beri seni ve seninle beraber bu serbestiyetine çalýþanlarý, Merhum Hâfýz Ali ve Hüsrev gibi Risale-i Nur'un kahramanlarýyla beraber manevî kazançlarýma, dualarýma þerik etmiþim; hem devam edecek. Buraya kadar herbir dakika yoldaki, bir gün Risale-i Nur'un hizmetinde bulunduðun gibi beni minnetdar eyledin. Hâkim-i âdil namýný alan malûm zâtý sh: » (E: 35) ve lehimizde onunla beraber çalýþanlarý, bu hakikî adalete hizmetleri için âhir ömrüme kadar unutmayacaðým. Altý-yedi aydýr onlarý da aynen manevî kazançlarýma þerik ediyorum. Bana teslim ettikleri Risale-i Nur'un bir kýsmýný, kardeþlerime cevab vereceðim, bütününü yazsýnlar, onlara hediye edeceðim. Çünki onlar, Risale-i Nur'un bundan sonraki hizmetine tam hissedardýrlar. Bu mes'elede ben Denizli þehrini kendi karyeme arkadaþ edip bütün emvatýný ve ehl-i imanýn hayatta olanlarýný hem kendim, hem Risale-i Nur'un talebeleri, manevî kazançlarýmýza hissedar etmeðe karar verdik. Denizli hapishanesini de, bir imtihan medresemiz telakki ediyoruz. Ve bizimle alâkadar hem Denizli'de, hem hapiste umumuna ve hususan tam adaletini gördüðümüz mahkeme heyetine çok selâm ve dualar ederiz. * * * Aziz, sýddýk kardeþlerim! Kat'iyen þekk ve þübhemiz kalmadý ki; bu hizmetimizin neticesi olan Risale-i Nur'un serbestiyetini deðil yalnýz biz ve bu Anadolu ve âlem-i Ýslâm alkýþlýyor, takdir ediyor; belki kâinat memnun olup cevv-i sema, feza-yý âlem alkýþlýyor ki; üç-dört ayda yaðmura þiddet-i ihtiyaç varken gelmedi ve Denizli'de mahkemenin bilfiil teslimine karar vermesi, yine Leyle-i Mi'rac'da aynen Risale-i Nur'un bir rahmet olduðuna iþareten Leyle-i Regaib'e tevafuk ederek kesretli melek-i ra'dýn alkýþlamasýyla ve rahmetin Emirdaðý'nda gelmesi, o teslim kararýna tevafuk etmesi ve bir hafta sonra demek Denizli'de vekillerin eliyle alýnmasý hengâmlarýnda yine aynen Leyle-i Mi'rac'a ve Leyle-i Regaib'e tevafuk ederek aynen gecesinde kesretli rahmet ve yaðmurun bu memlekette gelmesi o tevafuklarýyla kat'î kanaat verdi ki; Risale-i Nur'un müsaderesine ve hapsine dört zelzelelerin tevafuku Küre-i Arz'ca bir itiraz olduðu gibi, bu Emirdaðý memleketinde dört ay zarfýnda yalnýz üç cuma gecesinde -biri Leyle-i Regaib, biri Leyle-i Mi'rac, biri de Þaban-ý Muazzam'ýn birinci cuma gecesinde onlar gibi Cuma - rahmetin kesretli gelmesi ve Risale-i Nur'un da serbestiyetinin üç devresine tam tamýna tevafuk etmesi; küre-i havaiyenin bir tebriki, bir müjdesidir ve Risale-i Nur'un da manevî bir rahmet ve yaðmur olduðuna kuvvetli bir iþarettir. Ve en latif bir emare þudur ki; dün birdenbire bir serçe kuþu pencereye geldi, vurdu. Biz uçurmak için sh: » (E: 36) iþaret ettik, gitmedi. Mecbur oldum, Ceylân'a dedim: "Pencereyi aç, o ne diyecek?" Girdi durdu, tâ bu sabaha kadar; sonra odayý ona býraktýk, yatak odama geldim. Bu sabah çýktým, kapýyý açtým; yarým dakikada döndüm. Baktým "Kuddüs Kuddüs" zikrini yapan bir kuþ odamda gördüm. Gülerek dedim: "Bu misafir ne için geldi?" Tam bir saat bana baktý, uçmadý, ürkmedi. Ben de okuyordum; ekmek býraktým, yemedi. Yine kapýyý açtým çýktým, yarým dakikada geldim; o misafir kayboldu. Sonra bana hizmet eden çocuk geldi, dedi ki: "Ben bu gece gördüm ki, Hâfýz Ali'nin kardeþi yanýmýza gelmiþ." Ben de dedim: Hâfýz Ali ve Hüsrev gibi bir kardeþimiz buraya gelecek. Ayný günde, iki saat sonra çocuk geldi dedi: "Hâfýz Mustafa geldi." Hem Risale-i Nur'un serbestiyetinin müjdesini, hem mahkemedeki kitablarýmý da kýsmen getirdi; hem serçe kuþunun ve senin, hem kuddüs kuþunun tabirini isbat etti -ki, tesadüf olmadýðýný isbat etti.- Acaba emsalsiz bir tarzda hem serçe kuþu acib bir surette, hem kuddüs kuþu garib bir surette gelip bakmasý, sonra kaybolmasý ve masum çocuðun rü'yasý tam tamýna çýkmasý, Risale-i Nur'un Hâfýz Ali gibi bir zâtýn eliyle buraya gelmesinin ayný zamanýna tevafuku hiç tesadüf olabilir mi? Hiçbir ihtimali var mý ki, bir beþaret-i gaybiye olmasýn? Evet bu mes'ele, küçük bir mes'ele deðil; kâinat ve hayvanat ile alâkadardýr. Ben Risale-i Nur'un bir þakirdi olmak itibariyle, kendi hisseme düþen bu kâr ve neticeyi, binler altun lira kadar kazancým var kanaat ediyorum. Baþka yüzbinler Risale-i Nur þakirdleri ve takviye-i imana muhtaç ehl-i imanýn istifadeleri buna kýyas edilsin. Evet dinin, þeriatýn ve Kur'an'ýn yüzden ziyade týlsýmlarýný, muammalarýný hall ve keþfeden ve en muannid dinsizleri susturup ilzam eden ve Mi'rac ve haþr-i cismanî gibi sýrf akýldan çok uzak zannedilen Kur'an hakikatlarýný en mütemerrid ve en muannid feylesoflara ve zýndýklara karþý güneþ gibi isbat eden ve onlarýn bir kýsmýný imana getiren Risale-i Nur eczalarý, elbette Küre-i Arz ve küre-i havaiyeyi kendi ile alâkadar eder ve bu asrý ve istikbali kendi ile meþgul edecek bir hakikat-ý Kur'aniyedir ve ehl-i iman elinde bir elmas kýlýnçtýr. * * * Aziz kardeþim! Risale-i Nur'un avukatý Ziya'yý bizim tarafýmýzdan hem çok teþekkür, hem tebrik ediniz. Çoktan beri ruhuma ihtar edilmiþ ki; sh: » (E: 37) Ziya namýnda birisi, Risale-i Nur namýna büyük bir hizmet edecek. Bu mes'ele gösterdi ki; o Ziya, bu Ziya'dýr. Bizleri ebede kadar minnetdar eyledi. Mahkemede zabýt kâtibi ve a'zadan Hasnâ haným ve sorgu hâkimi gibi vicdanlý zâtlara teþekkür ederiz. Ve onlarý unutmayacaðýmý; bilhassa baþta Müftü Osman, Hasan Feyzi olarak çok ehemmiyetli kardeþlerime selâmýmýzý ve minnetdarlýðýmýzý bildiriniz. Ve hâkim-i âdil olan zâta, Risale-i Nur'un ekser eczalarýný ona hediye etmek için yazdýrmayý karar verdiðimi söyleyiniz. Ve Risale-i Nur'un fahrî avukatý Ziya'ya; kýsm-ý mühimmini yazdýrýp ona hediye etmek niyetindeyim. Tab' olunan Âyet-ül Kübra Risalesinin beþyüz matbu' nüshalarý da tab'edenlere verilecek mi? Merak ediyorum. Biri de, Ýstanbul'da müsadere edilen ne kadar Risale-i Nur varsa bana aittir. Ýçinde yirmi risale bulunan mecmua bana çok ehemmiyeti var. Hem Denizli'den müfarakat ederken, emanet Mu'cizat-ý Ahmediye Risalesini, orada bazýlarýna býrakmýþtým, o da bana çok lâzýmdýr, belki Hoca Musa Efendi biliyor. * * * Risale-i Nur'un zaîf veya yeni þakirdlerini vesveseden kurtarmak için beyan ediyorum ki: Gizli bir komitenin desisesiyle safdil bazý hocalar veyahut bid'a tarafdarlarý bazý muarýzlar, Risale-i Nur'un hiç zedelenmez bazý hakikatlarýna karþý gelmek için, benim çok kusurlu ve -itiraf ediyorum- çok hatalý þahsýmýn noksanlarýný ve hatalarýný iþaa etmek ve beni onlar ile çürütmekle Risale-i Nur'a iliþmek ve darbe vurmak istediklerinin bu yirmi senedir yirmi ehemmiyetli hâdisesi var. Hattâ iki defa hapsimize de bir nevi vesilesi olduðundan, dostlarýma ve Risale-i Nur'un þakirdlerine ilân ediyorum ki: Ben, Cenab-ý Hakk'a þükrediyorum ki; nefsimi kendime beðendirmemiþ ve kusurlarýmý kendime bildirmiþ. Deðil kendimi satmak, hodfüruþluk etmek, belki kemal-i mahcubiyetle Risale-i Nur'un mübarek þakirdleri içinde onlarýn samimiyet ve ihlasý ile kendimi afvettirmek ve onlarýn manevî þefaatýyla günahlarýma bir keffaret aramaktýr. Bana itiraz edenler, gizli ayýblarýmý bilmiyorlar. Yalnýz zâhirî bazý hatalarýmý bahane edip ve yanlýþ olarak Risale-i Nur'u benim malým zannedip Risale-i Nur'un nurlarýna perde çekmek, intiþarýna rekabet etmek için derler: "Said cuma cemaatine gelmiyor, sakal býrakmýyor" sh: » (E: 38) gibi tenkidleri var. Elcevab: Ben, çok kusurlarý kabul ile beraber derim: Bu iki mes'elede büyük mazeretlerim var. Evvelâ: Ben Þafiîyim. Þafiî Mezhebinde cumanýn bir þartý; kýrk adam imam arkasýnda Fatiha okumaktýr. Daha baþka þartlar da var. Onun için burada bana cuma farz deðil. Ben, mezheb-i Azamîyi takliden, bazan sünnet olarak kýlýyordum. Sâniyen: Yirmi senedir haksýz olarak beni insanlarla görüþtürmekten men'ettikleri için, -hem bu âhirde, resmen dört ay evvel perde altýnda insanlarla temas ettirmemek için tenbihat olmuþ- hem yirmibeþ senedir ben münzevi yaþadýðým için, kalabalýk yerlerde huzur bulamýyorum ve herkesin arkasýnda mezhebimce iktida edip namaz kýlamýyorum ve okumakta yetiþemiyorum ve daha Fatiha'nýn yarýsýný okumadan, imam rükua gidiyor. Bizde Fatiha okumak farzdýr. Sakal mes'elesi ise: Bu bir sünnettir, hocalara mahsus deðil. Bu millette yüzde doksan sakalsýz olanlarýn içinde küçükten beri sakalsýz bulundum. Bu yirmi senedir bana resmî hücumlarda bazý arkadaþlarýmýn sakallarýný kestirmeleriyle, benim sakal býrakmadýðým bir hikmet, bir inayet-i Ýlahiye olduðunu isbat etti. Eðer sakal olsaydý traþ edilseydi, Risale-i Nur'a büyük bir zarardý. Çünki ölecektim, dayanamayacaktým. Bazý âlimler "Sakalý traþ etmek caiz deðildir" demiþler. Muradlarý sakalý býraktýktan sonra traþ etmek haramdýr demektir. Yoksa hiç býrakmayan, bir sünneti terketmiþ olur. Fakat bu zamanda, dehþetli pek çok günah-ý kebireden çekinmek için, bu terk-i sünnete mukabil, Risale-i Nur'un irþadýyla, yirmi sene haps-i münferid hükmünde iþkenceli bir hayat geçirdik; inþâallah o sünnetin terkine bir keffarettir. Hem bunu kat'iyen ilân ediyorum ki: Risale-i Nur, Kur'anýn malýdýr. Benim ne haddim var ki, sahib olayým; tâ ki kusurlarým ona sirayet etsin. Belki o Nur'un kusurlu bir hâdimi ve o elmas mücevherat dükkânýnýn bir dellâlýyým. Benim karmakarýþýk vaziyetim ona sirayet edemez, ona dokunamaz. Zâten Risale-i Nur'un bize verdiði ders de, hakikat-ý ihlas ve terk-i enaniyet ve daima kendini kusurlu bilmek ve hodfüruþluk etmemektir. Kendimizi deðil, Risale-i Nur'un þahs-ý manevîsini ehl-i imana gösteriyoruz. Bizler, kusurumuzu görene ve bize bildirene -fakat hakikat olmak þartýyla- minnetdar oluyoruz, Allah razý olsun deriz. Boynumuzda bir akrep bulunsa, ýsýrmadan atýlsa, nasýl memnun oluruz; kusurumuzu, -fakat garaz ve inad olmamak þartýyla ve bid'alara ve dalalete yardým etmemek kaydý ile- kabul edip minnetdar oluyoruz. * * * sh: » (E: 39) Aziz kardeþlerim! Hazret-i Ali Radýyallahü Anh وَ بِاْلآيَةِ الْكُبْرَى اَمِنِّى مِنَ الْفَجَتْ fýkrasýnda "Âyet-ül Kübra" yüzünden þakirdleri bir musibete düþüp ve onun berekâtýyla emniyet ve selâmete çýkacaklarýný kerametkârane haber verdiði gibi, Âyet-ül Kübra Risalesi Nurlar içinde yüzer matbu' nüshasýyla serbestiyet noktasýnda daha ziyade mevki almasý cihetiyle bu memlekete üç büyük yaðmur rahmetine birinci vesile olduðu gibi; ben dünya halini bilmiyorum, fakat eskiden beri boðazýmýzý sýkan ve daima bizi istila etmeye fýrsat bekleyen ve dehþetli kuvvet alan ve taraftarlar bulan ve bizi istinadsýz zannýyla fýrsat bekleyenin istilasýndan ve esaretinden Âyet-ül Kübra ve arkadaþlarýnýn serbestiyeti çok hâdise ve emarelerle þimdiye kadar Risale-i Nur -sadaka gibi- belalarýn def'ine bir vesile olduðundan, bu da bu belaya karþý vesiledir denilebilir. Ve Ýmam-ý Ali Radýyallahü Anhu'nun وَ اسْمُ عَصَا مُوسَى بِهِ الظُّلْمَتُ انْجَلَتْ fýkrasýnda bir vecihte Âyet-ül Kübra Risalesi maksud olduðu gibi, Denizli Meyvesinin onbir mes'elesi, "Hüccet-ül Baliga" onbir hüccetiyle aynen asâ-yý Musa'nýn onbir mu'cizesine tevafuk edip, bu fýkrada aynen Âyet-ül Kübra Risalesi gibi Ýmam-ý Ali'nin (R.A.) medar-ý nazarý olduðu kalbime ihtar edildi. Demek Meyve Risalesi asâ-yý Musa gibi çok firavunlarý susturur, maðlub eder. "Âyet-ül Kübra"yý tab'eden kahraman ve mübarek kardeþlerimiz, pek büyük bir hizmet-i Nuriye yapmýþlar. Merhum Hâfýz Ali'nin (R.H.) hizmet-i Nuriyesi, bununla da devam ediyor. * * * Aziz, sýddýk kardeþlerim! "Âyet-ül Kübra"nýn matbu nüshalarý perde altýnda çok hizmet görmüþler. Baþtaki ihtarýn âhirinde -beyaz yerde- bir haþiye olarak size altý satýr suretini gönderdik; siz münasib görürseniz yazdýrýrsýnýz, hem ýslah ve tashih edersiniz. Benim kat'î kanaatým geldi ki: Bu defa, "Âyet-ül Kübra"yý dikkatle ve muarýzlarý nazara alýp okudum. Þübhem kalmadý ki, Risale-i Nur'un çok þiddetli darbelerine karþý muarýzlar zaîf bahaneler ve sinek kanadý kadar ehemmiyetsiz kusurlarý medar-ý mes'uliyet gördükleri halde; bu dehþetli darbeleri nazara almayýp hem beraetimizi, hem Risale-i Nur'un serbestiyetini kabul etmelerinin sebebi: Baþta "Âyet-ül sh: » (E: 40) Kübra" olarak Risale-i Nur'un "Meyve" ve "Hüccet-ül Baliga" gibi eczalarýndaki hârikulâde ve sarsýlmaz hakikatlar, onlarýn dehþetli inadlarýný kýrmasýdýr. Çaresiz mecburiyetle serbestiyetini; beraetimizi resmen kabul etmiþler. Fakat yine gizli zendeka komitesi, elinden geldiði kadar nazar-ý millette kendilerini lanetten, nefretten bir derece kurtarmak için, kusurlarýmýzý arýyorlar ve hükûmeti iðfal etmeðe çalýþýyorlar. Onun için biz; eskisi gibi ihtiyatýmýzý elden býrakmamalýyýz. (Haþiye) Umum kardeþlerimizin gelecek mübarek Ramazan-ý Þerifinizi ve geçmiþ Berat gecelerinizi bütün ruh u canýmýzla tebrik ediyoruz. Cenab-ý Hak, onlarýn ve bizlerin hakkýmýzda bu Ramazan'daki Leyle-i Kadrimizi bin aydan hayýrlý ve bin ay kadar medar-ý sevab eylesin, ümmet-i Muhammediyeye saadet ve selâmet versin, âmîn! Hem cümlenize birer birer selâm eden kardeþiniz Said Nursî * * * Aziz, sýddýk, metin, sarsýlmaz, sebatkâr, fedakâr, vefâdar kardeþlerim! Bilirsiniz ki Ankara ehl-i vukufu Risale-i Nur'a ait kerametleri ve iþaret-i gaybiyeleri inkâr edememiþler. Yalnýz, yanlýþ olarak o kerametlerde beni hissedar zannedip itiraz ederek, "Böyle þeyler kitabda yazýlmamalý idi; keramet izhar edilmez." diye hafif bir tenkide mukabil müdafaatýmda onlara cevaben demiþtim ki: Onlar bana ait deðil ve o kerametlere sahib olmak benim haddim deðil. Belki Kur'anýn mu'cize-i maneviyesinin tereþþuhatý ve lem'alarýdýr ki hakikî bir tefsiri olan Risale-i Nur'da kerametler þeklini alarak (þakirdlerinin kuvve-i maneviyelerini takviye etmek için) ikramat-ý Ýlahiye nev'indendir. Ýkram ise, izharý bir þükürdür, caizdir, hem makbuldür. Þimdi ehemmiyetli bir sebebe binaen cevabý bir parça izah ________________________________ (Haþiye): Âyet-ül Kübra'nýn baþýndaki ihtarýn âhirinde, nazar-ý dikkati celbetmiþ cümlesine haþiyedir: Evet Ýmam-ý Ali'nin (R.A) Âyet-ül Kübra hakkýnda verdiði haberi, tam tamýna Denizli hâdisesi tasdik etti. Çünki bu risalenin gizli tab'ý hapsimize bir vesile oldu. Ve onun kudsî ve çok kuvvetli hakikatý galebesiyle, beraet ve necatýmýza ehemmiyetli bir sebeb oldu. Ýmam-ý Ali'nin (R.A.) keramet-i gaybiyesini körlere de gösterdi. وَ بِاْلآيَةِ الْكُبْرَى اَمِنِّى مِنَ الْفَجَتْ hakkýmýzdaki duasýnýn kabulünü isbat etti. sh: » (E: 41) edeceðim. Ve "Ne için izhar ediyorum ve ne için bu noktada bu kadar tahþidat yapýyorum ve ne için birkaç aydýr bu mevzuda çok ileri gidiyorum. Ekser mektublar o keramete bakýyor?" diye sual edildi. Elcevab: Risale-i Nur'un hizmet-i imaniyesinde bu zamanda binler tahribatçýlara mukabil yüzbinler tamiratçý lâzýmgelirken, hem benimle lâakall yüzer kâtib ve yardýmcý bulunmak ihtiyaç varken, deðil çekinmek ve temas etmemek, belki millet ve ehl-i idare takdir ile ve teþvik ile yardým ve temas etmek zarurî iken ve o hizmet-i imaniye hayat-ý bâkiyeye baktýðý için hayat-ý fâniyenin meþgalelerine ve faidelerine tercih etmek, ehl-i imana vâcib iken, kendimi misal alarak derim ki: Beni herþeyden ve temastan ve yardýmcýlardan men'etmek ile beraber aleyhimizde olanlar bütün kuvvetleriyle arkadaþlarýmýn kuvve-i maneviyelerini kýrmak ve benden ve Risale-i Nur'dan soðutmak ve benim gibi ihtiyar, hasta, zaîf, garib, kimsesiz bir bîçareye, binler adamýn göreceði vazifeyi (baþýna) yüklemek ve bu tecrid ve tazyiklerde maddî bir hastalýk nev'inde insanlar ile temas ve ihtilattan çekilmeðe mecbur olmak, hem o derece tesirli bir tarzda halklarý ürküttürmek ki, en ziyade merbut görülen bazý dostlarýn bana selâm vermemek, hattâ bazý namazý da terketmek derecesinde ürkütmek ile kuvve-i maneviyeyi kýrmak cihetleriyle ve sebebleriyle, ihtiyarým haricinde bütün o manilere karþý Risale-i Nur þakirdlerinin kuvve-i maneviyelerinin takviyesine medar ikramat-ý Ýlahiyeyi beyan ederek Risale-i Nur etrafýnda manevî bir tahþidat yaptýrmak ve Risale-i Nur kendi kendine, tek baþýyla (baþkalarýna muhtaç olmayarak) bir ordu kadar kuvvetli olduðunu göstermek hikmetiyle bu çeþit þeyler bana yazdýrýlmýþ. Yoksa hâþâ kendimizi satmak ve beðendirmek ve temeddüh etmek ve hodfüruþluk etmek ise; Risale-i Nur'un ehemmiyetli bir esasý olan ihlas sýrrýný bozmaktýr. Ýnþâallah Risale-i Nur kendi kendine, hem kendini müdafaa ettiði, hem kýymetini tam gösterdiði gibi, bizi de manen müdafaa edip kusurlarýmýzý afvettirmeðe vesile olacaktýr. * * * Aziz kardeþlerim! Risale-i Nur'un zuhurundan kýrk sene evvel, geniþ bir hiss-i kablelvuku', acib bir tarzda; hem bende, hem bizim köyde, hem nahiyemizde tezahür ettiðini þimdi bir ihtar-ý manevî ile kat'î kanaatým gelmiþ. Þefik ve kardeþim Abdülmecid gibi eski talebelerime bu sýrrý fâþetmek isterdim. Þimdi Cenab-ý Hak sizlerde çok Abdülmecid'leri ve çok Abdurrahman'larý verdiði için, size beyan sh: » (E: 42) ediyorum: Ben on yaþýnda iken, büyük bir iftihar, hattâ bazan temeddüh suretinde bir haletim vardý; istemediðim halde pek büyük bir iþ ve büyük bir kahramanlýk tavrýný takýnýyordum. Kendi kendime der idim: Senin beþ para kýymetin yok. Bu temeddühkârane hususan cesarette çok fazla gösteriþin ne içindir? Bilmiyordum, hayret içinde idim. Bir-iki aydýr o hayrete cevab verildi ki; Risale-i Nur, kablelvuku' kendini ihsas ediyordu. Sen âdi odun parçasý gibi bir çekirdek iken, o firdevs salkýmlarýný bilfiil kendi malýn gibi hiss-i kablelvuku' ile hissedip hodfüruþluk ederdin. Bizim Nurs köyümüz ise; hem eski talebelerim, hem hemþehrilerim biliyorlar ki; bizim köyümüz, fevkalâde gösteriþ ve cesarette ileri göstermek için temeddühü çok severdiler, güya büyük bir memleketi fetheder gibi kahramanane bir tavýr almak istiyordular. Ben hem kendime, hem onlara çok hayret ederdim. Þimdi hakikî bir ihtar ile bildim ki: O masum Nurslu insanlar, Nurs Karyesi Risale-i Nur'un nuruyla büyük bir iftihar kazanacak; o vilayetin, nahiyenin ismini iþitmeyen, Nurs Köyü'nü ehemmiyetle tanýyacak diye bir hiss-i kablelvuku' ile o nimet-i Ýlahiyeye karþý teþekkürlerini temeddüh suretinde göstermiþler. Hem o nahiyemiz olan Hizan Kazasý'na tâbi' Isparta'da, birdenbire meþhur Seyda namýnda Þeyh Abdurrahman-ý Tagî himmetiyle o kadar çok talebeler ve hocalar ve âlimler çýktýlar ki, bütün Kürdistan onlar ile iftihar eder bir þekil aldýðý zaman, içlerinde münazara-i ilmiye ve pek büyük bir himmetle ve pek geniþ bir daire-i ilim ve tarîkat içinde öyle bir vaziyet hissediyordum ki, güya rûy-i zemini fethedecek bu hocalardýr. Eski meþhur ülema ve evliyalar ve allâmeler ve kutublar, onlarýn medar-ý bahsi oldukça ben de dokuz-on yaþýnda iken dinliyordum. Kalbime geliyordu ki; bu talebeler, âlimler ilimde, dinde büyük bir fütuhat yapmýþlar gibi vaziyet alýyorlardý. Bir talebenin bir parça ziyade zekâveti olsa idi, büyük bir ehemmiyet verilirdi. Münazarada, bir mes'elede birisi galebe çalsa büyük bir iftihar alýrdý. Ben de hayret ediyordum; o hissiyat bende de vardý. Hattâ tarîkat þeyhleri ve dairelerinde medar-ý hayret bir müsabaka; hem nahiye, hem kaza, hem vilayetimizde vardý. O haletleri baþka memleketlerde o derece göremedim. Þimdi bir ihtar ile kat'î kanaatým geldi: O talebe arkadaþlarým, o üstadlar hükmünde hocalarým, o mürþidlerim, evliya ve þeyhlerim; bir hiss-i kablelvuku' ile ruhu hissedip akýl bilmeyerek -ki en lüzumlu bir zamanda- o talebeler içinde ve o hocalarýn þakirdleri içinde ve o mürþidlerin müridleri içinde parlak bir nur çýkacak, ehl-i imanýn imdadýna gelecek diye o istikbaldeki nimet-i Ýlahiyeye gayet aðýr ve acib þerait içinde ve hadsiz sh: » (E: 43) muarýzlarýn karþýsýnda ve bin seneden beri kuvvet bulan dalaletin mukabilinde ve gayet vehham ve garazkâr düþmanlarýmýzýn desiselerinin ihatasýnda ve iki dehþetli mahkemenin uzun tedkikatýnda Risale-i Nur'un bu fevkalâde galebesi ve hârikulâde perde altýnda tenviratý ve düþmanlarýný mecbur edip serbestiyetini kazanmasý gösteriyor ki; o mevkiine lâyýktýr ki, kablelvuku' Ýmam-ý Ali Radýyallahü Anhu ve Gavs-ý Azam (Kuddise sýrruhu) ondan haber verdikleri gibi, bunlar köy ve nahiye ve vilayetim, benimle beraber þuursuz olarak geleceðini hissedip mesrur olmuþlar. (Haþiye) Sizi eski talebelerim ve eski arkadaþlarým ve kardeþim ve biraderzadem Abdülmecid ve Abdurrahman'lar bildiðimden, bu mahrem sýrrý size açtým. Evet ben yirmidört saat evvel hassasiyetimle ve asabýmýn rutubetten tesiriyle rahmet ve yaðmurun gelmesini hissettiðim gibi, aynen öyle de; ben ve köyüm ve nahiyem, kýrkdört sene evvel Risale-i Nur'daki rahmet yaðmurunu bir hiss-i kablelvuku' ile hissetmiþiz demektir. Umum kardeþlerimize ve hemþirelerimize selâm ve dua ederiz ve dualarýný rica ederiz. * * * (HÝSS-Ý KABLELVUKUUN TETÝMMESÝ) Aziz, sýddýk kardeþlerim! Risale-i Nur'un zuhuru hiss-i kablelvuku' ile küllî bir surette hissedilmesi gibi; Risale-i Nur'un has talebelerinin bir kýsmýnýn itirafýyla ve bir kýsmýnýn tarz-ý hayatý Risale-i Nur gibi bir hizmete namzedliðini gösterdiði cihetle bu tetimmeyi yazýyorum: Evet hiss-i kablelvuku' herkeste cüz'î-küllî vardýr, hattâ hayvanatta dahi vardýr. Hattâ rü'ya-yý sadýkanýn ehemmiyetli bir kýsmý, bu hiss-i kablelvukuun nev'indendir; hattâ bazýlarda hassasiyet cihetiyle keramet derecesine çýkar. Benim asabýmdaki hassasiyetle ___________________________ (Haþiye): Evet Risale-i Nur'un tercümaný hem fakir, hem âdi iken; þansýz ve âmi bir haneden olduðu halde, tarihçe-i hayatýnda yazýldýðý gibi; fevkalâde istiðna ve hediye ve sadakalarý kabul etmemek ve emsalsiz bir izzet-i ilmiye namýyla kimseye baþ eðmemek ve tenezzül etmemek ve haddinden bin derece ziyade iþlere giriþmek gibi haller, bu mezkûr sýrdan ileri gelmiþtir. sh: » (E: 44) yaðmurdan yirmidört saat evvelki rutubet-i havaiye ile yaðmurun gelmesini hissetmem, bir cihette hiss-i kablelvuku' sayýlabilir ve bir cihette sayýlmaz. Ben Risale-i Nur'a ehemmiyetli hizmet eden kardeþlerimin tarz-ý hayatlarýna dikkat ettim, gördüm ki; ayný benim güzeran-ý hayatým gibi, Risale-i Nur gibi bir neticeye göre techiz edilip sevkedilmiþ. Evet Hüsrev, Feyzi, Hâfýz Ali, Nazif gibi çok kardeþlerimizin geçen tarz-ý hayatlarý bu hizmet-i nuriyeye göre bir vaziyet verildiðini onlar hissettikleri gibi; ben de çok has kardeþlerimde, hattâ burada aynen tarz-ý hayatým gibi böyle bir nuranî meyveyi vermek için tanzim edilmiþ görüyorum. Hissetmeyen kýsmý, dikkat etseler hissedecekler. Ben kendim, bütün hayatýmýn hârika kýsmýný, evvelce Gavs-ý Azam'ýn bir silsile-i kerameti telakki ediyordum; þimdi Risale-i Nur'un bir silsile-i kerameti olduðu tebeyyün etti. Ezcümle: Ben hürriyetten evvel Ýstanbul'a gelirken yolda -bir-iki mühim- Ýlm-i Kelâm'a ait kitablar elime geçti. Dikkatle mütalaa ettim. Ýstanbul'a geldikten sonra, sebebsiz olarak hem ülemayý, hem mekteb muallimlerini münazaraya "Kim ne isterse benden sorsun" diye ilân ettim. Medar-ý hayrettir ki; münazaraya gelenlerin bütün sorduklarý sualler, yolda mütalaa ettiðim ve hâfýzamda kaldýðý mes'elelerdi. Hem feylesoflarýn sorduklarý sualler, hâfýzamda bulunan mes'elelerdi. Þimdi anlaþýldý ki; o fevkalâde muvaffakýyet ve benim de haddimden çok ziyade o hodfüruþluk ve manasýz izhar-ý fazilet ise, ileride Risale-i Nur'un Ýstanbul'ca ve ülemaca makbuliyetine ve ehemmiyetine zemin hazýr etmek imiþ. Ýkincisi: Hattâ ben, fakir ve muhtaç olduðum ve zâhid ve sofî ve riyazetçi olmadýðým ve büyük bir þeref ve haysiyet ve hanedanlýk haysiyetinden, þan ü þerefinden hissedar olmadýðým halde, -tarihçe-i hayatýmda yazýldýðý gibi- küçükten beri halklarýn mallarýný, hediyelerini kabul edemiyordum; ihtiyacýmý izhara tenezzül edemiyordum. Beni bilenler gibi, ben de çok hayret ederdim. Þimdi hassaten birkaç sene zarfýnda anlaþýldý ki, Risale-i Nur'un dehþetli bir mücahedesinde, tama' ve mal yüzünden maðlub olmamak ve itiraz gelmemek için o halet-i ruhiye bize ihsan edilmiþti. Yoksa düþmanlarým, o cihetten büyük bir darbe indirecektiler. Hem ezcümle: Eski Said siyasette çok ileri gittiði halde, Yeni Said de taraftar bulmak için çok muhtaç olduðu zamanda bütün insanlarý meþgul eden bu beþ-altý senedeki beþer tufanlarý, siyaset fýrtýnalarý içinde kat'â ve aslâ beni meþgul etmedi ve merakla sh: » (E: 45) maðlub etmedi ve beþ sene, bilmeyi merak etmedim. Beni bilenler gibi, ben de bu hale çok hayret ederdim. Hattâ kendi kendime der idim: "Acaba ben mi divane olmuþum ki, bütün dünyayý kendiyle meþgul eden bu hâdisata bakmýyorum, ehemmiyet vermiyorum. Yoksa insanlar mý divane olmuþlar?" diye hayret içinde idim. Þimdi hem manevî ihtarla, hem mezkûr hiss-i kablelvuku' ile, hem meydandaki Risale-i Nur'un galebe ve serbestiyeti ile tahakkuk etti ki: Risale-i Nur'daki hakikat-ý ihlas, rýza-yý Ýlahîden baþka hiçbir þeye âlet ve tâbi' olamaz ve Kur'andan baþka hiçbir nokta-i istinadý olmadýðýný isbat etmek için o acib halet-i ruhiye verilmiþ. Said Nursî * * * Aziz, sýddýk kardeþlerim! Meyve'nin Dördüncü Mes'elesindeki bir hakikatýn izahýný Eski Said'in âfâka bakmak damarýyla ve bana hizmet eden kâtibin Ramazan baþlarýnda bayram alâmetini þarkta bir hâdisenin tesiriyle heyecanla demesi ve bu Ramazan-ý Þerif'teki kýymetdar vakitleri radyonun malayaniyatýyla zayi' etmemesi için manen kalbime kaç defa ihtar edildi ki; o geniþ ve karýþýk fýrtýnalý hakikatýn kýsaca zararlarýný beyan eyle. Ben de gayet muhtasar bazý iþaretler nev'inde, Risale-i Nur þakirdlerinin meraklarýný ta'dil etmek niyetiyle beyan ediyorum. Fakat hem mes'ele çok geniþ, vaktim de dar, hâlim de periþan olmasýndan, anlamasýnda zahmet çekeceksiniz, zekâvetinize güveniyorum. Meyve'nin o Dördüncü Mes'elesinde denilmiþ ki: "Dünya siyasetine karýþmadýðýmýn sebebi: O geniþ ve büyük dairede vazife az ve küçük olmakla beraber, cazibedarlýk cihetiyle meraklýlarý kendiyle meþgul eder; hakikî ve büyük vazifelerini onlara unutturur veya noksan býraktýrýr; hem her halde bir tarafgirlik meylini verir, zalimlerin zulümlerini hoþ görür, þerik olur" mealinde orada denilmiþtir. Þimdi ben de derim ki: Merak yüzünden ve âfâkî hâdisatýn verdiði sarhoþane gafletten zevk alan bîçareler! Eðer insanýn fýtratýndaki merak, insaniyet damarýyla sizin farz ve lâzým vazifeniz zararýna, o hâdise o geniþ boðuþmalara sevkediyor. Bu da bir ihtiyac-ý manevîdir, fýtrîdir derseniz ben de derim: Kat'iyen biliniz ki: Ýnsanýn çok mu'cizatlý hilkatine merak etmeyip, dikkat etmeyerek iki baþlý veya üç ayaklý bir insan görse sh: » (E: 46) kemal-i merakla temaþasýna daldýðý gibi, aynen bu asýrda nev'-i beþerin muvakkat ve fâni, tahribçi geniþ hâdiseleri ve zemin yüzünde yüzbin millet ve insan nev'i gibi çok hâdisat-ý acibeye mazhar o milletlerden her baharda yalnýz birtek arý milletine ve üzüm taifesine baksan, bu nev'-i beþerdeki hâdisatýn yüz defa daha mûcib-i merak ve ruhanî, manevî zevklere medar hâdiseler var. Bu hakikî zevklere ehemmiyet vermeyip beþerin zararlý, þerli, ârýzî hâdiselerine bu kadar merak ve zevk ile baðlanmak; dünyada ebedî kalmak ve o hâdiseler daimî olmak ve herkese o hâdiseden bir menfaat veya zarar gelmek ve o hâdiseye sebebiyet verenlerin hakikî fâil ve mûcid olmak þartýyla olabilir. Halbuki havanýn fýrtýnalarý gibi geçici hallerdir. Sebebiyet verenlerin tesirleri pek cüz'î. Ondaki zarar ve menfaati o vaziyet þarktan, Bahr-i Muhit'ten sana göndermez. Senden sana daha yakýn ve senin kalbin onun tasarrufunda ve senin cismin onun tedbir ve icadýnda olan bir Zât-ý Akdes'in rububiyetini ve hikmetini nazara almayýp, tâ dünyanýn nihayetinden zarar ve menfaati beklemek, ne derece divanelik olduðu tarif edilmez! Hem iman ve hakikat noktasýnda bu çeþit meraklarýn büyük zararlarý var. Çünki gaflet verecek ve dünyaya boðduracak ve hakikî vazife-i insaniyeti ve âhireti unutturacak olan en geniþ daire ise, siyaset dairesidir. Hususan böyle umumî ve mücadele suretindeki hâdiseler, kalbi de boðuyor. Güneþ gibi bir iman lâzým ki; her þeyde, her vaziyette, her bir harekette kader-i Ýlahî ve kudret-i Rabbaniyenin izini, eserini görsün, tâ o zulm-ü zulmette kalb boðulmasýn, iman sönmesin; akýl, tabiat ve tesadüfe saplanmasýn. Hattâ ehl-i hakikat, hakikat ve marifetullahý bulmak için kesret dairelerini unutmaða çalýþýyorlar, tâ kalb daðýlmasýn ve lüzumlu ve kýymetli þeye sarfetmek lâzým gelen meraký, zevki, þevki lüzumsuz fâni þeylerde telef olmasýn. Hattâ bu ehemmiyetli sýrdandýr ki, din düsturlarýnýn bir hâdimi olmak cihetinde (güneþ gibi imanlar taþýyan bir kýsým sahabeler ve onlara benzeyen mücahidînden, selef-i sâlihînden baþka) siyasetçi, ekserce tam müttaki dindar olamaz. Tam ve hakikî dindar, müttaki olanlar siyasetçi olmazlar. Yani maksad-ý aslî siyasetini yapanlarda, din ikinci derecede kalýr, tebeî hükmüne geçer. Hakikî dindar ise; "bütün kâinatýn en büyük gayesi ubudiyet-i insaniyedir" diye siyasete aþk-ý merak ile deðil; ikinci üçüncü mertebede onu dine ve hakikata âlet etmeye -eðer mümkünse- çalýþabilir. Yoksa bâki elmaslarý, kýrýlacak âdi þiþelere âlet yapar. Elhasýl: Nasýlki sarhoþluk, hakikî vazifelerden gelen elemleri ve ihtiyaçlarý sarhoþlukla muvakkaten unutturduðu cihetle, menhus ve kýsa bir zevk verir; öyle de: Böyle fâni boðuþmalarý ve sh: » (E: 47) hâdiseleri merakla takib etmek, bir nevi sarhoþluktur ki; hakikî vazifelerden gelen ihtiyacat ve yapmamaktan gelen teellümatý muvakkaten unutturduðu için, menhus bir zevk verir veya tehlikeli bir ye'se düþüp لاَ تَقْنَطُوا مِنْ رَحْمَةِ اللّهِ âyetindeki emr-i Ýlahîye muhalefet eder, tokada müstehak olur. Veya وَلاَ تَرْكَنُوا اِلَى الَّذِينَ ظَلَمُوا فَتَمَسَّكُمُ النَّارُ olan þiddetli tehdid-i Ýlahî tokadýna mazhar olur; zalimlerin zulümlerine hasbî olarak manen iþtirak eder; bil'istihkak cezasýný da dünyada, âhirette çeker. Yalnýz ehemmiyetli bir endiþe ve bir teselli kalbime geliyor ki; bu geniþ boðuþmalarýn neticesinde eski harb-i umumîden çýkan zarardan daha büyük bir zarar, medeniyetin istinadý, menbaý olan Avrupa'da deccalane bir vahþet doðurmasýdýr. Bu endiþeyi teselliye medar; Âlem-i Ýslâm'ýn tam intibahýyla ve Yeni Dünya'nýn, Hristiyanlýðýn hakikî dinini düstur-u hareket ittihaz etmesiyle ve Âlem-i Ýslâmla ittifak etmesi ve Ýncil, Kur'ana ittihad edip tâbi' olmasý, o dehþetli gelecek iki cereyana karþý semavî bir muavenetle dayanýp inþâallah galebe eder. Umum kardeþlerime birer birer selâm. Gelen veya geçen Leyle-i Kadirlerinizi tebrik ederiz. * * * Aziz, sýddýk kardeþlerim! Denizli'nin bir Hüsrev'i Hasan Feyzi'nin uzunca, tafsilatlý bir mektubunu vasýtanýzla aldým. Ve bildim ki; nasýl bir dane toprak altýna konulur tâ çok daneleri sünbül versin, aynen öyle de: Þehid merhum Hâfýz Ali o tarlada, toprak altýna girdi, otuz-kýrk Hâfýz Ali'leri sünbül verdi ve verecek kanaatým geldi. Siz, benim tarafýmdan ona ve Risale-i Nur'un hizmetine çalýþanlara yazýnýz ki: Bir-iki sene zarfýnda Denizli kahramanlarý, yirmi sene kadar Risale-i Nur'a hizmet ettiklerinden, biz Risale-i Nur þakirdleri ebede kadar onlarýn bu iyiliklerini unutmayýz ve Denizli, nazarýmýzda ikinci bir Isparta hükmüne geçtiði gibi, hapishanesini dahi bir Medrese-i Nuriye manasýnda biliyoruz. Feyzi'nin mektubunda isimleri bulunan ve bilhassa hâkim-i âdil ile beraber hakikî adalete çalýþanlar (Ç.H.M.) ve Avukat Ziya sh: » (E: 48) gibi bütün o zâtlar, deðil yalnýz bizi, belki Anadolu'yu ve âlem-i Ýslâmý manen minnetdar eylemiþler. Onlar, bizim gibi Risale-i Nur'a sahibdirler. Eðer lüzum olsa, elime teslim edilen bir kýsým mecmualarý da onlara emaneten okutmak için göndereceðim. Orada kalan kitablar, lüzumu varsa, muattal kalmamak þartýyla kalabilirler. Büyük mecmua elinde bulunan, muattal býrakmamak ve okutmak ve mümkün ise hapishaneyi teþrik etmek þartýyla onun elinde kalsýn. Daha isterse, daha baþkalarý da ona ve oraya göndereyim. Ben Denizli gibi, az bir zamanda, bize ve Risale-i Nur'a metin kahraman sahibleri ve kardeþleri verdiði için, elimden gelse, kemal-i sürur ve sevinçle onlarýn mübarek hapishanesinde bâkiye-i ömrümü geçirmek istiyorum. Bizimle çok alâkadar ve hapishanede görüþtüðümüz veya bana hizmet eden Beylerbey'li Süleyman ve Tavas'lý Mehmed Çavuþ gibi ne kadar dostlar varsa, hepsine çok selâm ediyorum ve her vakit manevî kazançlarýmýza ve dualarýmýza dâhildirler. Ve Feyzi'nin mektubunda isimleri bulunan zâtlara -bilhassa- birer birer selâm ve umumunun Ramazan'larýný ve Leyle-i Kadir'lerini ruh u canýmýzla tebrik ediyoruz. Milas'lý Halil Ýbrahim, hakikaten Risale-i Nur'un demir gibi metin ve sarsýlmaz bir þakirdidir. O kasaba onunla iftihar etmeli. Hem o zâtýn, hem Hasan Feyzi'nin haddimden yüz derece ziyade hüsn-ü zanlarý neticesinde yazdýklarý parlak manzum iki parçayý; Risale-i Nur'a hitab ediyorlar ve benim ehemmiyetsiz þahsýmý perde ve ârýzî bir ünvan olarak yapmýþlar diye kabul ediyorum. Yoksa benim ne haddim var ki o meziyetlere sahib olayým. Hem ona, hem Risale-i Nur'un avukatý Ahmed Feyzi'ye ve arkadaþlarýna ve eski kahraman kardeþlerimizden Þefik'e çok selâm ve dua ediyoruz. Kardeþlerim! Âyet-ül Kübra Ramazan'da zuhur ettiði gibi; zannýmca Ramazan'da da matbaadan çýktýðýný, Isparta'ya geldiðini ve Ramazan'da serbestiyetle okunmasý ve câmilere okutmak için girmesi gibi, bu Ramazan-ý Þerif'te Âyet-ül Kübra'dan çýkan ve bir saat tefekkür bir sene ibadet manasýný taþýyan Hizb-i Nuriye Âyet-ül Kübra'dan çýktýðý misillü, bizim tesbihatýmýzda otuzüç defa لآَاِلَهَ اِلاَّاللَّهُ"Lâ ilahe illâllah" Âyet-ül Kübra'nýn berekâtý ve feyziyle on dakikada ayný hakikat-ý tevhidi veren iki sahife kadar Ramazan'ýn nuruyla kalbe ihtar edildi. Ben de on dakikada Âyet-ül Kübra'nýn tamamýný okuyor gibi ve herbir mertebede, mukaddemesinde denildiði gibi Küre-i Arz'ýn küllî dili benim hayalen lisaným olup لآَاِلَهَ اِلاَّاللَّهُ"Lâ ilahe illâllah" der; ve denizler ve daðlar, o unsurlarýn ve sh: » (E: 49) insan tabakatlarýnýn lisan-ý halleri benim dillerim olup لآَاِلَهَ اِلاَّاللَّهُ ilahe illâllah" der diye, ben de herbir لآَاِلَهَ اِلاَّاللَّهُ"Lâ ilahe illâllah" dedikçe, ya bilisan-ý arz, ya bilisan-ý semavat, ya bilisan-ý cevv, ya bilisan-ý anasýr derim.. gibi. Ýnþâallah, sonra size gönderilecek. اَلْبَاقِى هُوَ الْبَاقِى Kardeþiniz Said Nursî * * * ÝKRAMI ÝZHAR MEKTUBUNUN TETÝMMESÝ [Ýþarat-ý Kur'aniyenin baþýnda yazdýk.] Risale-i Nur'un makbuliyetine imza basan ve gaybî iþaretlerle ondan haber veren sekiz parçadan birinci parçadýr. Ayný mes'eleye bu risalede yirmidokuz iþaret var. Sair parçalar ile beraber bine yakýn iþaretler, rumuzlar, îmalar, emareler ayný mes'eleye, ayný davaya bakmalarý sarahat derecesindedir. Vahdet-i mes'ele cihetiyle, o emareler birbirine kuvvet verir, teyid eder. O sekizden üç tanesi, "Ýmam-ý Ali Radýyallahü Anh" üç keramet-i gaybiyesiyle Risale-i Nur'dan haber vermiþ. Bu sekiz parçayý Ankara ehl-i vukufu tedkik etmiþ, itiraz etmemiþler. Yalnýz demiþler: "Keramet sahibi, kerametini yazmaz." Ben de onlara cevab verdim ki: Bu benim deðil, Risale-i Nur'un kerametidir. Risale-i Nur ise, Kur'anýn malýdýr ve tefsiridir dedim, onlar sustular; demek kabul ettiler. Gerçi bu çeþit ikramlar yazýlmasaydý daha münasib olurdu; fakat bu hadsiz ve kuvvetli ve kesretli düþmanlar karþýsýnda az ve zaîf ve fakir olan bizlere kuvve-i maneviye ve gaybî imdad ve teþci' ve sebat ve metanet vermek için mecburiyet-i kat'iye oldu, ben de yazdým. Benim benliðime bir hodfüruþluk verip sukutuma sebeb olsa da, ehemmiyeti yok. Bu hizmete, yani ehl-i imaný dalalet-i mutlakadan kurtarmaða lüzum olsa dünyevî hayat gibi, uhrevî hayatýmý da feda etmek bir saadet bilirim; binler dostlarým ve kardeþlerim Cennet'e girmeleri için Cehennem'i kabul ederim. * * * sh: » (E: 50) Aziz, sýddýk kardeþlerim! Þimdi bir halimi size beyan etmek lâzým geliyor; tâ baþka sebebler sizi müteessir etmesin. O hal de þudur: Bu yirmi sene tazyik neticesi, ehemmiyetli ve müzmin bir hastalýk bana ârýz olmuþ. Zâten eskiden beri o hastalýðýn esasý bende vardý ki; ona merdümgirizlik yani insanlardan çekinmek, temas etmemek, temastan müteessir olmak... Hattâ þimdi en hafif ruhlu bir kardeþim, bir þakirdimle görüþmeyi -fakat Risale-i Nur hizmetine ait olmamak þartýyla- ruhum kaldýrmýyor. Hattâ dostane bakmaktan cidden müteessir oluyorum. Bu ehemmiyetli halde insanlarýn bana karþý zulüm ve cinayetleri bir vesile olduðu gibi; inayet-i Ýlahiye ve kaderin adaleti ve hizmet-i imaniyedeki ihlasýn muhafazasý en ehemmiyetli bir sebebdir ki; hem zulm-ü cinayet-i beþeriyeyi hiçe indiriyor; hem bu hastalýðý tam bana sevdiriyor, sabýr ve tahammül verir. Nasýlki insanlar evham yüzünden beni temastan men' ede ede asabýma dokundurdular; inayet-i Ýlahiye dahi, hizmet-i imaniyedeki ihlasý kýrmamak ve tasannukârane hodfüruþluk vaziyetine girmeye mecbur etmemek ve ziyade hüsn-ü zan edenlerin karþýsýnda beni tekellüflere ve gösteriþlere mecbur etmemek ve bu zamanda çok tesir eden þahsýma karþý teveccüh, muhabbet ve hizmete zarar veren kendini makam sahibi göstermek vaziyetinden kurtarmak ve Kur'andan gelen Risale-i Nur'un elmas gibi hakikatlarýný bana mal etmekle cam parçalarýna indirmemek hikmetleriyle, Cenab-ý Erhamürrâhimîn bana bu hastalýðý vermiþtir. Ben, Cenab-ý Hakk'a þükrediyorum. Siz de müteessir olmayýnýz, memnun olunuz. Fakat fýtrî teellümlere karþý tahammülüm için duanýza muhtacým. Aziz kardeþlerim! Bize teslim olunan kitablarýmýn -yaldýzlý kaplý büyük mecmualardan- bir kýsmýna baktým, gördüm ki: Nur, gül fabrikalarýnýn elmas kalemleriyle yazdýklarý risaleler, o yaldýzlý kaplar içinde bazan onbeþ-yirmi risale içinde bulunan mecmualar o kadar güzel birer elmas kýlýnç hükmünde düþmanlarýna karþý kendilerini büyük makamlarca ve mahkemelerde müdafaa etmek hikmetiyle; hiçbir sebeb yokken, birdenbire Risale-i Nur'u büyük mecmualar tarzýnda yaptýrmaða hapsimizden beþ ay evvel baþladýk. Bunda büyük bir inayet-i Ýlahiye olduðuna þübhem kalmadý ve feylesoflarýn maðlubiyetinin hikmetini anladýk. Çünki içtimada, eczalarýn kuvvetinden çok ziyade bir kuvvet, hususan müdafaa vaktinde içtima ve tesanüdden ileri geliyor. sh: » (E: 51) Kardeþlerim! Çoktan size söylemek lâzým gelirken unutmuþtum; kerametli Yirmidokuzuncu Söz o Söz'ün yalnýz birinci makamýdýr. O Söz'ün ikinci makamý ise, ehemmiyetine binaen ki, bir vecihte ona da "Âyet-ül Kübra" namýný Ýmam-ý Ali (R.A.) vermiþ olan Yirmidokuzuncu Lem'a-i Arabiye'dir ki, "Allahü Ekber" gibi sair tesbihatýn mertebelerindeki nurlarý beyan ediyor ve Hizb-i Nuriye'nin de bir me'hazýdýr. Umum kardeþlerime birer birer selâm ve dua ederim. Gizli olan her gecede muhtemel bulunan Leyle-i Kadirlerinizi tebrik ederim. Kardeþiniz Said Nursî * * * Aziz, sýddýk kardeþim! Bilmukabele biz de Ramazanýnýzý tebrik ediyoruz. Rü'yalarýnýz pek çok mübarektirler. Ýnþâallah, Cenab-ý Hak sizi büyük ihsanlara mazhar eyleyecek, diye bir iþarettir. Bu zamanda en büyük bir ihsan, bir vazife, imanýný kurtarmaktýr, baþkalarýn imanýna kuvvet verecek bir surette çalýþmaktýr. Sakýn, benlik ve gurura medar þeylerden çekin. Tevazu, mahviyet ve terk-i enaniyet, bu zamanda ehl-i hakikata lâzým ve elzemdir. Çünki bu asýrda en büyük tehlike, benlikten ve hodfüruþluktan ileri geldiðinden; ehl-i hak ve hakikat, mahviyetkârane daima kusurunu görmek ve nefsini itham etmek gerektir. Sizin gibilerin aðýr þerait içinde kahramancasýna imanýný ve ubudiyetini muhafaza etmesi, büyük bir makamdýr. Senin rü'yalarýnýn bir tabiri de, bu noktadan seni tebþir etmektir. Risale-i Nur eczalarýnda tarîkat hakikatýna dair Telvihat-ý Tis'a namýndaki risaleyi elde edip bakýnýz. Hem zâtýnýz gibi metin ve imanlý ve hakikatlý zâtlar, Risale-i Nur dairesine giriniz. Çünki bu asýrda Risale-i Nur, bütün tehacümata karþý maðlub olmadý. En muannid düþmanlarýna da, serbestiyetini resmen teslim ettirdi. Hattâ iki seneden beridir büyük makamatlar ve adliyeler, tedkikat neticesinde Risale-i Nur'un serbestiyetini tasdik ve mahrem ve gayr-ý mahrem bütün eczalarýný sahiblerine teslime karar verdiler. Risale-i Nur'un mesleði, sair tarîkatlar, meslekler gibi maðlub olmayarak belki galebe ederek pek çok muannidleri imana getirmesi; pek çok hâdisatýn þehadetiyle, bu asýrda bir mu'cize-i maneviye-i Kur'aniye olduðunu isbat eder. O dairenin haricinde, ekseriyetle bu memlekette bu hususî ve cüz'î ve yalnýz þahsî hizmet; veya maðlubane perde altýnda veya sh: » (E: 52) bid'alara müsamaha suretinde ve tevilat ile bir nevi tahrifat içinde hizmet-i diniye tam olamaz diye, hâdisat bize kanaat vermiþ. Madem sizde büyük bir himmet ve kuvvetli bir iman var; tam bir ihlas ve tam bir mahviyetle, sebatkârane Risale-i Nur'a þakird ol. Tâ binler, belki yüzbinler þakirdlerin þirket-i maneviye-i uhreviyelerine hissedar ol. Tâ senin hayýrlarýn, iyiliklerin cüz'iyetten çýkýp küllîleþsin, âhirette tam kârlý bir ticaret olsun. Said Nursî * * * Aziz, sýddýk kardeþlerim! Ýki sene tedkikattan sonra mahkeme tarafýndan bana teslim olunan mecmualardan bugün, masumlar taifesinin ve ümmî ihtiyarlar cemaatinin bana yadigâr olarak gönderdikleri parçalarý hâvi büyük ve yaldýzlý cildli bir mecmua gördüm. Bu mecmuanýn baþýnda tâ Kastamonu'ya yazdýðým bir fýkrayý size göndermek hatýrýma geldi. Belki de eskiden bir sureti size gönderilmiþ. Bunda kanaatým geldi ki: Feylesoflara ve muannidlere karþý masumlar ve ümmîlerin masumane ve hâlisane olan bu elimdeki mecmuasý, en büyük bir vasýta-i galebedir; inadlarý kýrýp insafsýzlarý insafa getirmiþtir. Ýþte çok yerlerden bana gönderilen mecmualar ve ümmîlerin parçalarýný üç mecmua içinde cem'etmiþtik. Ve mecmuanýn baþýnda, bu gelen parça yazýlý gördüm, size de gönderiyorum. Hem bununla, Risale-i Nur'un makbuliyetine delalet eden sekiz parçadan mürekkeb yaptýðýmýz bir mecmua ve Keramet-i Gavsiye ve Aleviye ve Ýþaret-i Kur'aniyeden baþka, lâhika vesaireden üç-dört parça daha ilâve edilen mecmuanýn baþýnda yazýlmaða lâyýk bir parçayý leffen beraber gönderiyorum. Umum kardeþlerime, bilhassa masum ve ümmîlere selâm ve dua eder ve dualarýný istiyoruz. Ve bin mâþâallah ve bârekâllah onlara deriz. Onlarýn yazýlarýný kimler görüyorsa, takdirkârane meftun olur. Risale-i Nur'un küçük ve masum þakirdlerinden elli-altmýþ talebenin yazdýklarý nüshalarý bize göndermiþler, o parçalarý üç cild içinde cem'ettik. Ýþte bu mecmuadaki parçalarý yazanlarýn nümune olarak bir kýsmý þunlardýr: sh: » (E: 53) Ömer 15, Mustafa 13, Hâfýz Nebi 14, Hicret 15, Hüseyin 11, Ahmed Zeki 13, Ayþe 11, Hâfýz Ahmed 12, Mustafa 14, Bekir 9, Ali 12, Ayþe 11 Ýþte bu mecmuadaki risaleler, bu masum çocuklarýn Risale-i Nur'dan ders aldýklarý ve yazdýklarýnýn bir kýsmýdýr. Onlarýn bu zamanda bu ciddî çalýþmalarý gösteriyor ki: Risale-i Nur'da öyle bir manevî zevk ve cazibedar bir nur var ki; mekteblerde çocuklarý okumaða þevkle sevketmek için icad ettikleri her nevi eðlence ve teþviklere galebe edecek bir lezzet, bir sürur, bir þevk Risale-i Nur veriyor ki çocuklar böyle hareket ediyorlar. Hem bu hal gösteriyor ki; Risale-i Nur kökleþiyor. Ýnþâallah, daha hiçbir þey onu koparamýyacak, ensal-i âtiyede devam edecek gidecek. Aynen bu masum çocuk þakirdler gibi, Risale-i Nur'un cazibedar dairesine giren ümmî ihtiyarlarýn dahi kýrk-elli yaþýndan sonra Risale-i Nur'un hatýrý için yazýya baþlayýp yazdýklarý kýrk-elli parça, iki-üç mecmua içinde dercedildi. Bu ümmî ihtiyarlarýn ve kýsmen çoban ve efelerin bu zamanda, bu acib þerait içinde herþeye tercihan Risale-i Nur'a bu surette çalýþmalarý gösteriyor ki: Bu zamanda Risale-i Nur'a ekmekten ziyade ihtiyaç var ki; harmancýlar, çiftçiler, çobanlar, yörük efeleri hacat-ý zaruriyeden ziyade bir hacat-ý zaruriyeyi, Risale-i Nur'un hakaikýný görüyorlar. Bu cildde az ve sair altý cild-i âherde masumlarýn ve ihtiyar ümmîlerin yazýlarýnýn tashihinde çok zahmet çektim; vakit müsaade etmiyordu. Hatýrýma geldi ve manen denildi ki: Sýkýlma! Bunlarýn yazýlarý çabuk okunmadýðýndan, acelecileri yavaþ yavaþ okumaða mecbur ettiðinden, Risale-i Nur'un gýda ve taam hükmündeki hakikatlarýndan hem akýl, hem kalb, hem ruh, hem nefis, hem his, hisselerini alabilir. Yoksa yalnýz akýl cüz'î bir hisse alýr, ötekiler gýdasýz kalabilirler. Risale-i Nur, sair ilimler ve kitablar gibi okunmamalý. Çünki ondaki iman-ý tahkikî ilimleri, baþka ilimlere ve maariflere benzemez. Akýldan baþka çok letaif-i insaniyenin kut ve nurlarýdýr. Elhasýl: Masumlarýn ve ümmî ihtiyarlarýn noksan yazýlarýnda iki faide var: Birincisi: Teenni ve dikkatle okunmaða mecbur etmektir. Ýkincisi: O masumane ve hâlisane ve samimî ve tatlý dillerinden, derslerinden Risale-i Nur'un þirin ve derin mes'elelerini lezzetli bir hayretle dinlemek ve ders almaktýr. اَلْبَاقِى هُوَ الْبَاقِى Kardeþiniz Said Nursî * * * sh: » (E: 54) Elhamdülillah, bu sene Isparta'daki talebelerinizi dünyevî meþagil daha çok gaflete sokmadý. Hizmet-i Nuriyedeki gayretlerimiz ciddî bir surette devam ediyor. Herbirimizin kalblerimizdeki Nur'a karþý incizab, sîmalarýmýzda okunuyor. Sanki bu talebelerinizin kalbleri sevinçle doludur. Evet sevgili Üstadýmýz, bütün talebeleriniz hep birden diyorlar: Liyakatsizliðimiz, hiçliðimiz ile beraber sâfiyane istihdam edildiðimiz bu hizmet-i Nuriyede bedi' bir Üstada hem talebe, hem kâtib, hem muhatab, hem naþir, hem mücahid, hem halka nâsih, hem Hakk'a âbid olmak gibi cihandeðer güzelliklerin hepsini birden bize veren Hazret-i Allah'a ne kadar þükretsek azdýr. Ve bu yapmak istediðimiz þükürler dahi, Hâlýkýmýzýn fazlý ile kalbimize gelen bir ihsan olduðunu tahattur eden biz talebelerinizin kalblerini sürur ve sevinç dolduruyor. Masum Nurs'lularýn Üstadýmýzýn küçüklüðünde geçirdikleri hayatýn müteþekkirane bir tarzý, hal ve etvarýmýzda okunuyor. Hududsuz þükürler, nihayetsiz senalar olsun o Zât-ý Zülcelal'e ki; bizleri cehl-i mutlak derelerinden, isyan ve küfran bataklýklarýndan lütf u keremiyle çýkarýp, gözleri kamaþtýran en parlak bir nura talebe etmiþtir. Eðer sevgili üstadýmýz, "iktiran" tabir edilen iki nimetin beraber geldiðini daha evvelden bize izah etmeseydi, çok minnetdarlýklarýmýzý kalblerimize tercüman olan kalemlerimizden okuyacaklardý. Evet sevgili üstadýmýz! Biz kendimize bakýyoruz, Risale-i Nur'a muhatab olamýyoruz. Buna raðmen, ihtiyaç þiddetlendikçe, Hâlýk-ý Rahîm'in merhametli tecellilerini müþahede ediyoruz. Kalb-i üstad parlak bir âyine, bir mazhar, bir ma'kes.. lisan-ý üstad âlî bir mübelllið, bir muallim, bir mürþid.. hâl-i üstad tecessüm etmiþ en güzel bir örnek, bir nümune, bir misal oluyor. Tavaif-i beþerin ihtiyaçlarý yazýlýyor, gösteriliyor. Ýþte yedi seneden beri ateþ püsküren zalim beþerin hâli, bugün daha çok ýzdýrablý bir hale girmiþ bulunuyor. Her bir zîidrak, acaba yarýn ne olacak düþüncesiyle kulaklarýný radyolarýn aðýzlarýna koymuþlar, mütehayyir duruyorlar. Þarkta Japonlarýn maðlub olmasýyla, dünyanýn salah-ý selâmete ve emn ü emana kavuþmasý beklenirken; deccalane bir hareket þimalde kendini gösterdiði görülüyor. Þu vaziyet herkesi heyecana, endiþeye sevkediyor. Ýstikbalin zulmetlerine gittiði zannýyla, merakla radyolarý takibe koþturuyor. Lillahilhamd Risale-i Nur, âlî beyanatý ile ruhlarýmýzý teskin sh: » (E: 55) ediyor, hakikî dersleriyle kalblerimizi tatmin ediyor. Ýþte, bu günde meydana çýkan bu dehþetli cereyaný, ancak ve ancak Hristiyanlýk âleminin Müslümanlýkla ittihadý; yani Ýncil, Kur'an ile ittihad ederek ve Kur'ana tâbi' olmasý neticesi elde edilecek semavî bir kuvvetle maðlub edileceði iþ'ar buyuruluyor ki, Hazret-i Ýsa Aleyhisselâm'ýn da vüruduna intizar etmek zamanýnýn geldiðini mana-yý iþarî ile ihtar ediyor. Mesmuata göre; bugünkü Amerika, aktar-ý âleme tedkikat için gönderdiði dört heyetten birisini, bugünkü beþeriyetin saadetini temin edecek sâlim bir din taharrisine memur etmiþtir. Bu ise, müceddidliðini mahkeme lisanýyla her tarafa ilân eden Risale-i Nur, bu muzdarib, periþan beþeriyetin en büyük bir saadeti olacaðýna imanýmýz pek kuvvetlidir. Sevgili üstadýmýz baþýmýzda ve en âlî hakikatlarý taþýyan ve Kur'anýn en yüksek ve mübarek tefsiri bulunan Risale-i Nur elimizde oldukça, sevinçlerimiz hadd ü hududa alýnmaz. Ýþte bu hakikatlarýn herbir cüz'ü, saha-i faaliyete çýksa, her tarafta merakla, zevkle kendini okutturuyor. Buna bâriz deliller pek çok var. Hususuyla, inkâr-ý haþr mefkûresini maðlub eden Onuncu Söz matbu' nüshalarý; ve bilhassa gizli tab'edildiði halde kendini serbest okutan ve takviye-i imanda pek yüksek hârikalarý taþýyan Âyet-ül Kübra risaleleri; ve inkâr-ý uluhiyet mefkûresini zîr ü zeber eden Külliyat-ý Nur Hüccet-ül Baliga ve Meyve gibi eczalarý meydanda... Ýnþâallah Kur'anýn etrafýna çevrilmek istenilen imansýzlýðýn emansýz sûr'unu, Risale-i Nur temelinden kaldýracak, imansýzlýðýn emansýz ateþini söndürüp, âb-ý hayat bahþeden þarab-ý kevserini, bütün dünyaya emanlý iman vermekle içirecektir. اَلْبَاقِى هُوَ الْبَاقِى Çok kusurlu talebeniz Hüsrev * * * Zâtýnýzýn þahsýma karþý haddimden pek çok ziyade hüsn-ü zannýnýzý, Risale-i Nur'un þahs-ý manevîsi namýna kabul edebilirim; yoksa kendimi o makamlarda görmek benim haddim deðil. Hem "Risale-i Nur'un mesleði tarîkat deðil, hakikattýr; sahabe mesleðinin bir cilvesidir. Bu zaman, tarîkat zamaný deðil, imaný kurtarmak zamanýdýr." Risale-i Nur, bu hizmeti lillahilhamd en müþkil ve aðýr zamanlarda yapmýþ ve yapýyor. Risale-i Nur dairesi, Hazret-i Ali ve Hasan ve Hüseyn'in (R.A.) ve Gavs-ý Azam'ýn (K.S.) -ihbarat-ý gaybiyeleriyle- þakirdlerinin bu zamanda bir daire sh: » (E: 56) sidir. Çünki Hazret-i Ali, üç keramet-i gaybiyesiyle Risale-i Nur'dan haber verdiði gibi; Gavs-ý Azam (K.S.) da kuvvetli bir surette Risale-i Nur'dan haber verip tercümanýný teþci' etmiþ. Bu mahrem dört risale, Keramet-i Aleviye ve Gavsiyeye ait dört risale inþâallah bir vakit size gönderilebilir. Mahkeme ehl-i vukufu onlara itiraz edememiþ, yalnýz "Bu yazýlmamalý idi" diye küçük bir tenkid etmiþler. Ben de cevab verdim, onlar sustular. Zâten Üveysî bir surette doðrudan doðruya hakikat dersimi Gavs-ý Azam'dan (K.S.) ve Zeynelâbidîn (R.A.) ve Hasan Hüseyin (R.A.) vasýtasýyla Ýmam-ý Ali'den (R.A.) almýþým. Onun için, hizmet ettiðimiz daire onlarýn dairesidir. Cenab-ý Hakk'a hadsiz þükür olsun ki; duanýzýn himmetiyle, onbeþ günden ziyade þiddetli bir hararet içinde tehlikeli ve zehirli hastalýðýn, iki gündür tehlikesi geçti. Hastalýkla bir saat ibadet bir gün kadar olmasý cihetiyle, inþâallah yapamadýðým çok hayratýn yerini bu hastalýk doldurmuþ ve çok kusuratýma da keffaret olmuþ. Fakat za'fiyet ve hastalýk devam ediyor. Latif ve manidar bir tevafuktur ki; dünkü gün masumlarýn mecmuasý elime geçti, açtým. O mecmuanýn baþýnda, o masumlarýn bir kumandaný hükmünde ve Medrese-i Nuriye'nin kahramanlarýndan Marangoz Ahmed'in gayet zînetli ve nakýþlý ve dikkatli yazdýðý Küçük Sözler baþýnda dercedilmiþ gördüm. Mâþâallah Marangoz Ahmed dedim, masumlarýn çavuþu olmuþ. Ayný günde bir mektubu elime geçti, açtým. Marangoz Ahmed'in gönderdiðimiz mektublarý arkadaþlara gecede okumak zamanýnda, iki çekirge mektubun baþýna gelip tâ bitinceye kadar dinlemelerini gördüm. Birkaç gün evvel biz mektubu yazarken, iki güvercin, mektubun makbuliyetini ve müjdeci serçe ve kuddüs kuþlarýnýn müjdelerini tasdik ettikleri gibi; Marangoz'un iki çekirgeleri ve güvercinleri ve müjdeci kuþlarý tasdik ederek, biz dahi Risale-i Nur'u tanýyoruz diye, lisan-ý halleri ifade ediyor diye latif ve manidar tevafuk olmuþ. Bu münasebetle, o mecmua içinde mübarek kahramanlardan Küçük Ali'nin biraderzadesi masum ve küçük bir Abdurrahman olan Hâfýz Ahmed'in yazdýðý Sekizinci Þua'ýn Sekizinci Remzinden bir sahife evvel bir fýkra nazarýma deðdi. Bir-iki aydýr size Risale-i Nur'un makbuliyetine dair yazýlan mektublarda þahsýmýn hisse-i þerefi ve hüneri olmadýðýný ve sýrf bir ikram-ý Ýlahî olmasýna dair yazýlan parçayý bu fýkrayý, o fýkraya alâkadar gördüm, size gönderiyorum. Onlara münasib bir yerde ilhak edersiniz. O fýkra, Celcelutiye'nin fevkalâde Risale-i Nur'a verdiði ehemmiyetten þahsýmýn bir lem'asý, bir hüneri olmadýðýna dairdir. Þöyle ki; ______________________________ sh: » (E: 57) Orada demiþtim: Hem ben itiraf ediyorum ki: Böyle makbul bir eserin mazharý olmak, hiçbir vecihle o makama liyakatým yoktur. Fakat küçük ehemmiyetsiz bir çekirdekten, koca dað gibi bir aðacý halketmek; kudret-i Ýlahiyenin þe'nlerindendir ve âdetidir ve azametine delildir. Ben kasemle temin ederim ki: Risale-i Nur'u senadan maksadým, Kur'anýn hakikatlarýný ve imanýn rükünlerini teyid ve isbat ve neþirdir. Hâlýk-ý Rahîmime hadsiz þükrolsun ki; kendimi kendime beðendirmemiþ, nefsimin ayýblarýný ve kusurlarýný bana göstermiþ ve o nefs-i emmareyi baþkalara beðendirmek arzusu kalmamýþ. Evet kabir kapýsýnda bekleyen bir adam, arkasýndaki fâni dünyaya riyakârane bakmasý, acýnacak bir hamakattýr ve dehþetli bir hasarettir. Cenab-ý Hak beni böyle hasaretlerden muhafaza eylesin, âmîn! Umum kardeþlerime birer birer selâm ve dua eder ve dualarýný rica ederiz. * * * Aziz, sýddýk, mübarek kardeþlerim! Sizin mübarek Ramazanýnýzý ve Leyle-i Kadrinizi ve bayramýnýzý bütün ruh u canýmýzla tebrik ve tes'id ediyoruz. Cenab-ý Erhamürrâhimîn, emsal-i kesîresiyle sizleri müþerref eylesin, âmîn! Bu Ramazan-ý Þerifte gerçi bir tesmim neticesinde ziyade sýkýntý ve ýzdýrab çektimse de Cenab-ý Hakk'a hadsiz þükür olsun ki, sabýr ve tahammül ihsan eyledi. Ve hastalýðýn ehemmiyetli sevabý da ýzdýrabýn verdiði gaflet noktalarýný izale eyledi. Dualarýnýz berekâtýyla, bu defa da o tesmimden tam kurtuldum. Fakat verdiði za'fiyet ve sarsýntý, arasýra sýkýntý verir. Size yazmýþtým ki: Nasýl "Hizb-i Nuriye" Risale-i Nur'un ve Âyet-ül Kübra'nýn bir hülâsasýdýr; öyle de on dakika zarfýnda Hizb-i Nuriye'nin bir hülâsasý, bu Ramazan-ý Þerif'in feyzinden ve Ramazan'da te'lif edilen ve yeni intiþar eden Ramazaniye Risalesi olan Âyet-ül Kübra'nýn otuzüç mertebe-i vücub u vücud ve tevhid otuzüç elsine-i külliye ile tezahür ettiði gibi; ruh ve hayal ve kalb o noktadan öyle bir inbisat ve inkiþaf etti ki, herbir mertebenin söylediði لآَاِلَهَ اِلاَّاللَّهُ"Lâ ilahe illâllah" þehadetini dediðim vakit, o sh: » (E: 58) küllî lisan benim oluyor gibi azametli bir tevhid hissettiðimden, "Âyet-ül Kübra" güneþ gibi iman nurlarýný ruhlara telkin edebilir. Þeksiz þübhesiz kanaat ettim ve gördüm ve Ýmam-ý Ali'nin (R.A.) ona verdiði ehemmiyetin sýrrýný bildim. Bu defa Isparta umum þakirdlerinin hissiyatý ile Risale-i Nur kahramaný Hüsrev'in yazdýðý mektub, gerçi hakkým olmayarak bana ziyade hisse vermiþ, fakat Isparta ve civarý kahraman þakirdlerinin tam derece-i irtibatlarýný ve Risale-i Nur'un tam kýymetini gösterdiðinden ve mektublarým içinde ve Lâhika'ya, hem daha münasib gördüðünüz makamlarda yazmaða lâyýktýr. Size bir sureti yeni hurufla gönderiliyor. Pek çok alâkadar olduðum Kastamonu ve içindeki ehemmiyetli kardeþlerim, Isparta þakirdleriyle vasýta-i irtibat Mustafa Osman, hakikaten az bir zamanda çok ehemmiyetli bir iþ görmesinden, birinci saftaki haslar içine girmeðe hak kazanmýþ. Demek ihlasý tamdýr ki, az bir zamanda çok zaman iþini gördü. Cenab-ý Hak onun emsalini o havalide çoðaltsýn ve selâmet versin, âmîn. Umum kardeþlerime ve hemþirelerime birer birer selâm ve tebrik ve dua ediyorum. Said Nursî * * * [Gayet ehemmiyetli iki mes'eleyi; sizlere -zekâvetinize itimaden- Risale-i Nur'da müteferrikan parçalarý bulunmalarýna binaen, gayet muhtasar konuþacaðým.] Birincisi: Risale-i Nur'un hakikî ve hakikatlý bir þakirdi bulunan ve Kur'an-ý Mu'ciz-ül Beyan'ýn kâtibi, bu defa yazdýðý mektubda, haddimden bin derece ziyade hüsn-ü zannýna istinaden, bir hakikat soruyor. Risale-i Nur'un þahs-ý manevîsinin gayet ehemmiyetli ve kudsî vazifesini ve hilafet-i nübüvvetin de gayet ulvî vazifelerinden bir vazifesini benim âdi þahsýmda, üstadý noktasýndan bir cilvesini gördüðünden, bana o hilafet-i maneviyenin bir mazharý nazarýyla bakmak istiyor. Evvelâ: Bâki bir hakikat, fâni þahsiyetler üstüne bina edilmez. Edilse, hakikata zulümdür. Her cihetle kemalde ve devamda bulunan bir vazife, çürümeye ve çürütülmeye maruz ve mübtela þahsiyetlerle baðlanmaz; baðlansa, vazifeye ehemmiyetli zarardýr. Sâniyen: Risale-i Nur'un tezahürü, yalnýz tercümanýnýn fikriyle veyahut onun ihtiyac-ý manevî lisanýyla Kur'andan gelmiþ, yalnýz o tercümanýn istidadýna bakan feyizler deðil; belki o tercümanýn muhatablarý ve ders-i Kur'anda arkadaþlarý olan hâlis ve metin ve sh: » (E: 59) sadýk zâtlarýn o feyizleri ruhen istemeleri ve kabul ve tasdik ve tatbik etmeleri gibi çok cihetlerle o tercümanýn istidadýndan çok ziyade o Nurlarýn zuhuruna medar olduklarý gibi, Risale-i Nur'un ve þakirdlerinin þahs-ý manevîsinin hakikatýný onlar teþkil ediyorlar. Tercümanýnýn da içinde bir hissesi var. Eðer ihlassýzlýkla bozmazsa, bir tekaddüm þerefi bulunabilir. Sâlisen: Bu zaman, cemaat zamanýdýr. Ferdî þahýslarýn dehasý, ne kadar hârika da olsalar, cemaatýn þahs-ý manevîsinden gelen dehasýna karþý maðlub düþebilir. Onun için, o mübarek kardeþimin yazdýðý gibi, âlem-i Ýslâmý bir cihette tenvir edecek ve kudsî bir dehanýn nurlarý olan bir vazife-i imaniye; bîçare, zaîf, maðlub, hadsiz düþmanlarý ve onu ihanetle, hakaretle çürütmeye çalýþan muannid hasýmlarý bulunan bir þahsa yüklenmez. Yüklense, o kusurlu þahýs ihanet darbeleriyle düþmanlarý tarafýndan sarsýlsa; o yük düþer, daðýlýr. Râbian: Eski zamandan beri çok zâtlar, üstadýný veya mürþidini veya muallimini veya reisini kýymet-i þahsiyelerinden çok ziyade hüsn-ü zan etmeleri, dersinden ve irþadýndan istifadeye vesile olmasý noktasýnda o pek fazla hüsn-ü zanlar bir derece kabul edilmiþ, hilaf-ý vakýadýr diye tenkid edilmezdi. Fakat þimdi, Risale-i Nur þakirdlerine lâyýk bir üstada muvafýk bir ulvî mertebe ve fazileti; bîçare, kusurlu bu þahsýmda kabul ettikleri sebebiyle gayret ve þevkleriyle çalýþmalarý, bu noktada haddimden ziyade hüsn-ü zanlarý kabul edilebilir. Fakat Risale-i Nur'un þahs-ý manevîsinin malý olarak elimde bulunuyor diye bilmek gerektir. Fakat baþta zýndýklar ve ehl-i dalalet ve ehl-i siyaset ve ehl-i gaflet, hattâ safi-kalb ehl-i diyanet þahsa fazla ehemmiyet verdikleri cihetinde, haksýzlar o þahsý çürütmekle hakikatlara darbe vurmak ve o Nurlara, benim gibi bir bîçareyi maden zannederek bütün kuvvetleriyle beni çürütüp, o nurlarý söndürmeye ve safi-kalblileri de inandýrmaya çalýþýyorlar. Ezcümle, Ýkinci Mes'elede bir hâdise bu hakikatý gösteriyor. Ýkinci Mes'ele: Bayramýn ikinci gününde, teneffüs için kýrlara çýktýðým zaman, ehemmiyetli bir memur tarafýndan beþ vecihle kanunsuz bir taarruza maruz kaldým. Cenab-ý Hak rahmet ve keremiyle, belime, baþýma yüklenen Risale-i Nur eczalarýný ve ruhuma ve kalbime yüklenen þakirdlerinin haysiyet ve izzet ve rahatlarýný muhafaza için, fevkalâde bir tahammül ve sabýr ihsan eyledi. Yoksa bir plân neticesinde beni hiddete getirip Risale-i Nur'un, bahusus "Âyet-ül Kübra"nýn fütuhatýna karþý bir perde çekmek olduðu tahakkuk etti. Sakýn, sakýn hiç kederlenmeyiniz, merak etmeyiniz, hem telaþ etmeyiniz, hem bana acýmayýnýz. Þeksiz sh: » (E: 60) þübhesiz inayet-i Ýlahiye perde altýnda bizi muhafaza etmekle عَسَى اَنْ تَكْرَهُوا شَيْئًا وَهُوَ خَيْرٌ لَكُمْ âyetine mazhar etsin. Onlarýn o plânlarý da yine akîm kaldý. Fakat bu vilayette, doðrudan doðruya büyük bir makamdan kuvvet alýp þahsýmla uðraþanlar var. Eðer mümkün olsa, buranýn havasýyla hiç imtizaç edemediðim cihetini vesile edip, münasib bir yere naklime, Denizli mahkemesini ve Ankara Temyiz Mahkemelerini vasýta yapýp çalýþmak lâzým geliyor. Ben kendim yapamadýðým için, benden bana daha ziyade alâkadar Denizli dostlarý teþebbüs etseler iyi olur. Hiç olmazsa oranýn hapsine, bir daha bahane ile beni alsýnlar. Said Nursî * * * Aziz, sýddýk, çok mübarek, çok faal, çok hâlis, çok kýymetdar kardeþim Hüsrev! Senin bayramýn ikinci gününde elime geçen mektubun bir güvercin haber veriyor gibi geldiði ayný günde beni çok müteessir eden hâdise-i taarruziyeden neþ'et eden elemlerime, kederlerime bir merhem, bir ilâç hükmüne geçti; bu manayý hatýra getirdi: "Sana ihanet eden ehemmiyetsiz adamlara karþý, Gül ve Nur fabrikasýnýn kahramanlarýnýn hârikulâde hürmet ve ihtiramlarý varken böyle bir-iki vicdansýzýn hakaretine deðil, milyonlarca düþmanlarýn ihanetlerine karþý gelebilir ve hükümden iskat edebilir" diye kalbime geldi. Fakat kendi þahsýma baktým ki; kurumuþ, çürümüþ, vazifesi bitmiþ bir hurma çekirdeði hükmünde iken, Risale-i Nur bahçesinde bir derece o çekirdekten tezahür eden meyvedar, muhteþem koca bir aðaç nazarýyla baktýðýnýzý gördüm. Sizin fevkalâde hüsn-ü zannýnýz o aðaçtan ileri geldiðini ve çekirdeðin de bir cihette, bir nevi vesile olduðu cihetinde hüsn-ü zanna mazhar olmuþ gördüm. O mektubun birinci sahifesi güzeldir; ben de iþtirak ediyorum. Ýkinci sahifede birkaç yerde kalem karýþtýrdým, ta'dil ettim. Ezcümle: Hazret-i Hasan Radýyallahü Anh'ýn altý aylýk hilafeti ile beraber Risale-i Nur'un CEVÞEN-ÜL KEBÝR'den ve CELCELغTÝYE'den aldýðý bir kuvvet ve feyizle vazife-i hilafetin en ehemmiyetlisi olan neþr-i hakaik-i imaniye noktasýnda Hazret-i Hasan Radýyallahü Anh'ýn kýsacýk müddetini sh: » (E: 61) uzun bir zamana çevirerek tam beþinci halife nazarýyla bakabiliriz. Çünki adalet-i hakikiye ile bu asýrda insanlarý mes'ud edebilir bir istidadda bulunan, Risale-i Nur'dur ve onun þahs-ý manevîsi, Hazret-i Hasan Radýyallahü Anh'ýn bir muavini, bir mütemmimi, bir manevî veledi hükmündedir diye senin mektubunu ta'dil ettim. Buna kýyasen, sana vekaleten bir-iki yerde kalem karýþtýrdým. Fakat ayný günde mahkeme, kitablarým içinde bana teslim ettikleri mektublar müsveddeleri ve onlarýn üstünde yeþil kalemle iþaretlerine göre çok ehemmiyet verdikleri o müsveddeler içinde bu size yazdýðým noksan bir parçayý gördüm; fesübhanallah dedim. Mektubuna benimle cevab ver diye manasýný aldým. Belki bu parça Lahika'ya girmiþ, ben de size aynýný yazýyorum. Parça budur: "Benim çok kusurlu þahsýma hüsn-ü zan ile verdiðiniz makamlar cihetinde deðil; belki vazifeye, hizmete bakýp o noktada bakmalýsýnýz. Perde açýlsa, benim baþtan aþaðýya kadar kusurat ile âlûde mahiyetim, benden kaçmaða bir vesile olur. Sizi kardeþliðimden kaçýrmamak, piþman etmemek için, þahsiyetime karþý haddimin pek fevkinde tasavvur ettiðiniz makamlara irtibatýnýzý baðlamayýnýz. Ben size nisbeten kardeþim, mürþidlik haddim deðil. Üstad da deðilim, belki ders arkadaþýyým. Ben sizin, kusuratýma karþý þefkatkârane dua ve himmetinize muhtacým. Benden himmet beklemeniz deðil, bana himmet etmenize istihkakým var. Cenab-ý Hakk'ýn ihsan ve keremiyle sizlerle gayet kudsî ve gayet ehemmiyetli ve gayet kýymetdar ve her ehl-i imana menfaatli bir hizmette, taksim-i mesaî kaidesiyle iþtirak etmiþiz. Tesanüdümüzden hasýl olan bir þahs-ý manevînin fevkalâde ehemmiyet ve kýymeti ve üstadlýðý ve irþadý bize kâfidir. Madem bu zamanda her þeyin fevkinde hizmet-i imaniye bir kudsî vazifedir; hem kemmiyet, keyfiyete nisbeten ehemmiyeti azdýr; hem muvakkat ve mütehavvil siyaset daireleri ebedî, daimî, sabit hizmet-i imaniyeye nisbeten ehemmiyetsizdir, mikyas olmaz. Risale-i Nur'un talimatý dairesinde bize bahþettiði feyizli makamlara kanaat etmeliyiz. Haddimden fazla fevkalâde hüsn-ü zan ile müfritane âlî makam vermek yerine, fevkalâde sadakat ve sebat ve müfritane irtibat ve ihlas lâzýmdýr. Onda terakki etmeliyiz." Elhak, bunda tam terakki etmiþsiniz. (Parça bitti) * * * sh: » (E: 62) Aziz, sýddýk, sebatkâr, muhlis kardeþlerim! Hem maddî hem manevî, hem nefsim hem benimle temas edenler gayet ehemmiyetli benden sual ediyorlar ki: "Neden herkese muhalif olarak -hiç kimsenin yapmadýðý gibi- sana yardým edecek çok ehemmiyetli kuvvetlere bakmýyorsun? Ýstiðna gösteriyorsun? Ve herkes müþtak ve talib olduðu ve Risale-i Nur'un intiþarýna, fütuhatýna çok hizmet edeceðine o Risale-i Nur þakirdlerinin haslarý müttefik olduklarý ve senden kabul ettikleri büyük makamlarý kabul etmiyorsun? Þiddetle çekiniyorsun? Elcevab: Bu zamanda ehl-i iman öyle bir hakikata muhtaçtýrlar ki; kâinatta hiçbir þeye âlet ve tâbi' ve basamak olamaz ve hiç bir garaz ve maksad onu kirletemez ve hiçbir þübhe ve felsefe onu maðlub edemez bir tarzda iman hakikatlarýný ders versin. Umum ehl-i imanýn bin seneden beri teraküm etmiþ dalaletlerin hücumuna karþý imanlarý muhafaza edilsin. Ýþte bu nokta içindir ki, dâhilî ve haricî yardýmcýlara ve ehemmiyetli kuvvetlerine, Risale-i Nur ehemmiyet vermiyor, onlarý arayýp tâbi' olmuyor.. tâ avam-ý ehl-i imanýn nazarýnda, hayat-ý dünyeviyenin bazý gayelerine basamak olmasýn ve doðrudan doðruya hayat-ý bâkiyeden baþka hiçbir þeye âlet olmadýðýndan, fevkalâde kuvveti ve hakikatý, hücum eden þübheleri ve tereddüdleri izale eylesin. "Amma manevî ve makbul ve zararsýz ve bütün ehl-i iman ve hakikatýn istedikleri nuranî makamlar ve uhrevî rütbelerden, hâlis kardeþlerimizden hüsn-ü zanla verilen ve ihlasýnýza zarar gelmediði halde, eðer kabul etsen reddedilmeyecek derecede senedler, hüccetler bulunduðu halde; sen deðil tevazu ve mahviyetle, belki þiddet ve hiddetle ve o makamý sana veren kardeþlerinin hatýrýný kýrmakla o rütbelerden ve makamlardan kaçýyorsun?" Elcevab: Nasýlki ehl-i hamiyet bir insan, dostlarýn hayatýný kurtarmak için kendini feda eder; öyle de ehl-i imanýn hayat-ý ebediyelerini tehlikeli düþmanlardan muhafaza etmek için, lüzum olsa -hem lüzum var- kendim deðil yalnýz lâyýk olmadýðým o makamlarý, belki hakikî hayat-ý ebediyenin makamlarýný dahi feda etmeye, Risale-i Nur'dan aldýðým ders-i þefkat cihetiyle terkederim. Evet her vakit, hususan bu zamanda ve bilhassa dalaletten gelen gaflet-i umumiyede, siyaset ve felsefenin galebesinde ve enaniyet ve hodfüruþluðun heyecanlý asrýnda, büyük makamlar herþeyi kendine tâbi' ve basamak yapar. Hattâ dünyevî makamlar için dahi mukaddesatýný âlet eder. Manevî makamlar olsa, daha ziyade âlet eder. Umumun nazarýnda kendini muhafaza etmek ve o ma sh: » (E: 63) kamlara kendini yakýþtýrmak için bazý kudsî hizmetlerini ve hakikatlarý basamak ve vesile yapýyor diye itham altýnda kalýp, neþrettiði hakikatlar dahi tereddüdler ile revacý zedelenir. Þahsa, makama faidesi bir ise, revaçsýzlýkla umuma zararý bindir. Elhasýl: Hakikat-ý ihlas, benim için þan ü þerefe ve maddî ve manevî rütbelere vesile olabilen þeylerden beni men'ediyor. Hizmet-i Nuriyeye gerçi büyük zarar olur; fakat kemmiyet keyfiyete nisbeten ehemmiyetsiz olduðundan, hâlis bir hâdim olarak, hakikat-ý ihlas ile, herþeyin fevkinde hakaik-i imaniyeyi on adama ders vermek, büyük bir kutbiyetle binler adamý irþad etmekten daha ehemmiyetli görüyorum. Çünki o on adam, tam o hakikatý herþeyin fevkinde gördüklerinden sebat edip, o çekirdekler hükmünde olan kalbleri, birer aðaç olabilirler. Fakat o binler adam, dünyadan ve felsefeden gelen þübheler ve vesveseler ile, o kutbun derslerini hususî makamýndan ve hususî hissiyatýndan geliyor nazarýyla bakýp, maðlub olarak daðýlabilirler. Bu mana için hizmetkârlýðý, makamatlara tercih ediyorum. Hattâ bu defa bana beþ vecihle kanunsuz, bayramda, düþmanlarýmýn plânýyla bana ihanet eden o malûm adama þimdilik bir bela gelmesin diye telaþ ettim. Çünki mes'ele þaþaalandýðý için, doðrudan doðruya avam-ý nâs bana makam verip hârika bir keramet sayabilirler diye, dedim: "Ya Rabbi, bunu ýslah et veya cezasýný ver. Fakat böyle kerametvari bir surette olmasýn." Bu münasebetle bir þeyi beyan edeceðim. Þöyle ki: Bu defa mahkemeden bana teslim olunan talebelerin mektublarý içinde, çok imzalar üstünde bulunan bir mektub gördüm; belki Lâhika'ya girmiþ. Risale-i Nur'un þakirdlerinin maiþet cihetindeki bereketine ve bazýlarýn tokatlarýna dairdi. Burada, aynen Kastamonu'daki tokat yiyenler gibi þübhe kalmamýþ; beþ adam, aynen burada da tokat yediler. (*) Risale-i Nur'un bir kâtibi dedi ki: "Neden dostlarýn kusuratýna tokat gelir. Hücum eden düþmanlara bu tarzda gelmiyor?" Elcevab: Memur olmayan veya hususî, þahsý itibariyle hýyanet eden, hususî tokat yer. Bu nevi vukuat pek çoktur; ve tam sadakat edenlerde, maiþetindeki bereket ve kalbindeki rahat cihetinde ikramlara mazhar olanlar dahi pek çoktur. Eðer memur ise, kanun namýna kanunsuz hýyanet eden, iliþen; o memlekete, o bîçare ahaliye bir umumî tokada vesile olur. Ya zelzele, ya yaðmursuzluk, ya hastalýk, ya fýrtýna gibi umumî belalara bir vesile olur. Kendisi, zâhiren hususî tokat yememiþ gibi görünüyor. _____________________________ (*) Evet biz gözümüzle gördük, hiç þübhemiz kalmadý. Buranýn talebeleri namýna Ceylân, Ýbrahim sh: » (E: 64) Hem eðer dinsizlik hesabýna, imanî hizmetimize iliþenler olsa اَلظُّلْمُ لاَ يَدُومُ وَالْكُفْرُ يَدُومُ kaidesince, küfür derecesine giren öylelerin zulümleri -büyük olduðu için- âhirete te'hir edilir; ekseriyetçe küçük zulümler gibi cezalarý dünyaca tacil edilmez. اَلْبَاقِى هُوَ الْبَاقِى Said Nursî * * * ANKARA'DA BULUNAN EMNÝYET-Ý UMUMÝYE MÜDÜRÜ BEY'E! [Yirmi senedir gayr-ý resmî, hem haps-i münferid, hem tecrid-i mutlak içinde bulunduðu ve sebebsiz evham yüzünden emsalsiz tazyik gördüðü halde sükût eden bir bîçare ile resmî deðil, hakikî ve ciddî görüþmek istersen az sizinle konuþacaðým.] Evvelâ: Ýki sene, iki mahkeme, yirmi sene hayatýmýn eserlerini, mektublarýný tedkikten sonra, idare ve asayiþ aleyhinde hiçbir madde bulunmadýðýna ve bulmadýklarýna delil; mahrem ve gayr-ý mahrem bütün kitablarýmý beraetimle beraber iade etmeleri cerhedilmez bir hüccettir, bir seneddir. Yirmi seneden evvelki hayatým ise, bu vatan ve millet lehinde fedakârane sarfolunduðuna delil, eski harb-i umumîde gönüllü alay kumandaný olarak baþkumandanýn takdiratý altýnda hizmetlerimle ve harekât-ý milliyede fevkalâde hizmetimi Ankara'daki hükûmet reisleri takdir ile ve Meclis-i Meb'usan beni orada görmekle alkýþlamasýdýr. Demek bu yirmi senede bana verilen azab, bütün bütün kanunsuz ve keyfî bir muameledir. Bu yirmi sene kýrk bayramýmý münzevi, yalnýz geçirdim. Artýk yeter! Kabir kapýsýndayým, beni dünyaya baktýrmayýnýz. Hem emniyet-i umumiye reisi olduðunuz cihetle, benim hizmetime taraftar olmanýz lâzým. Çünki mahkemelerce sabit olduðu gibi, Risale-i Nur'un dersleri, dünyaya baktýðý vakit bütün kuvvetleriyle asayiþin temellerini muhafaza etmek, korumak ve fesad ve ihtilâllerin önünü kesmek olmasýndan, kudsî ve manevî inzibat komiserleri hükmünde olduðuna delil, üç vilayet zabýtalarý anlamýþlar. Bu âhirde pek ziyade, ahaliyi memurlar benimle görüþmekten sh: » (E: 65) ürkütmek cihetiyle anladým ki, hakkýmda haddimden fazla ve lâyýk olmadýðým teveccüh-ü ammeyi kýrmak için imiþ. Ben de size bunu kat'iyen beyan edip ve has kardeþlerime mahremce yazdýðým mektublarda teveccüh-ü ammeyi kat'iyen -mesleðimize ve ihlasýmýza muhalif olduðu için- þahsýma kabul etmiyorum ve reddediyorum. Ve o hususta, çok has kardeþlerimin de hatýrlarýný kýrmýþým. Yalnýz Kur'an-ý Hakîm'in hakikatýný emsalsiz bir surette tefsir eden Risale-i Nur'un kýymetini gösteren eski zâtlarýn gaybî haberlerini kabul edip yazmýþým. Ve kendim âdi bir hizmetkâr olduðumu isbat etmiþim. Farz-ý muhal olarak bu teveccüh-ü ammeye taraftar olsam da, asayiþ lehinde hizmet edecek ve sizin gibi asayiþ memurlarýna faidesi dokunacak. Madem ölüm öldürülmüyor; hayattan çok ziyade ehemmiyetli bir mes'eledir. Yüzde doksaný bu hayatýn selâmetine çalýþýyorlar; biz Risale-i Nur þakirdleri de, herkesin baþýna muhakkak gelecek olan ölümün dehþetli hücumuna karþý mücadele ediyoruz. Hadsiz þükür olsun ki; þimdiye kadar o ölüm idam-ý ebedîsini, yüzbinler adam hakkýnda terhis tezkeresine Risale-i Nur ile çevirdiðine yüzbinler þahid gösterebiliriz. Bu hakikat noktasýný sizin gibi vatanperver, milliyetperverlerin bizi teþviklerle alkýþlamasý lâzým gelirken, evhamlarla ittiham altýna alýp tarassudlarla taciz etmek, ne kadar insaftan ve hamiyetten uzak olduðunu insafýnýza havale ediyorum. Gayr-ý resmî tecrid ve haps-i münferidde Said Nursî * * * AFYON EMNÝYET MÜDÜRLÜÐÜNE! Ben sizin insaniyet ve vicdanýnýza itimaden, mahrem iþlerimi size beyan ediyorum. Hem vazife itibariyle siz, bizimle pek çok alâkadarsýnýz. Çünki Risale-i Nur'un asayiþ noktasýnda yirmi seneden beri yüzbin þakirdinden hiç bir vukuat olmadýðý gibi; pek çok zabýta memurlarýnýn itiraflarýyla ve bir þey aleyhimizde kaydetmemeleriyle, bunu isbat eder. Buraya, Ankara emniyet-i umumiye müdürü geldiðini bir çocuktan iþittim. Her halde benim halimi soracak diye bir þey kaleme aldým ki, rahatsýzlýðým münasebetiyle ona konuþmak yerinde takdim edeyim. Birden gittiðini iþittim. Size leffen onu gönderiyorum; münasib görseniz, bera-yý malûmat ona gönderirsiniz. Ben dünya iþlerini bilmiyorum, halklar ile sh: » (E: 66) görüþemiyorum. Senden baþka burada kimsem yok ki re'yini alayým. Benim þahsýma ait mes'ele gerçi çok ehemmiyetsizdir, cüz'îdir; fakat Risale-i Nur'a ait mes'ele; bu vatan ve millette pek çok ehemmiyeti var. Size kat'iyen ve çok emarelerle ve kat'î kanaatýmla beyan ediyorum ki; gelecek yakýn bir zamanda, bu vatan, bu millet ve bu memleketteki hükûmet, âlem-i Ýslâm'a ve dünyaya karþý gayet þiddetle Risale-i Nur gibi eserlere muhtaç olacak; mevcudiyetini, haysiyetini, þerefini, mefahir-i tarihiyesini onun ibrazýyla gösterecektir. Said Nursî * * * Aziz, sýddýk kardeþlerim! Aliköyü'nde Risale-i Nur þakirdlerinden Ali Efendi, münafýklar hakkýnda bir âyet-i kerimeyi soruyor. Þimdi zamaným izaha müsaid olmadýðý için kýsaca bir-iki cümle beyan ediyorum. "Münafýk öldükten sonra namazý kýlýnmaz" mealindeki âyet, o zamandaki ihbar-ý Ýlahî ile bilinen kat'î münafýklar demektir. Yoksa zan ile, þübhe ile, münafýk deyip namaz kýlmamak olmaz. Madem لآَاِلَهَ اِلاَّاللَّهُ"Lâ ilahe illâllah" der, ehl-i kýbledir. Sarih küfür söylemese veyahut tövbe etse, namazý kýlýnabilir. O Aliköy'de Alevîler çok olduðunu ve bir kýsmý Râfýzîliðe kadar gidebilmesi nazarýyla, onlarýn en fenasý da, münafýk hakikatýna dâhil olmamak lâzým gelir. Çünki münafýk itikadsýzdýr, kalbsizdir ve vicdansýzdýr, Peygamber (A.S.M.) aleyhindedir. (Þimdiki bazý zýndýklar gibi.) Alevî ve Þiîlerin müfritleri ise; deðil Peygamber (A.S.M.) aleyhinde, belki Âl-i Beyt'in muhabbetinden, ifratkârane muhabbet besliyorlar. Münafýklarýn tefritlerine mukabil, bunlar ifrat ediyorlar. Hadd-i Þeriattan çýktýklarý vakit, münafýk deðil ehl-i bid'a oluyorlar, fâsýk oluyorlar; zendekaya girmiyorlar. Hazret-i Ali Radýyallahü Anh yirmi sene hürmet ettiði ve onlara þeyhülislâm mertebesinde onlarýn hükmünü kabul ettiði Ebu Bekir, Ömer, Osman (Radýyallahü Anhüm)e iliþmeseler, Hazret-i Ali Radýyallahü Anh o üç halifeye hürmet ettiði gibi, onlar da hürmet etseler, farz namazýný kýlsalar yeter. sh: » (E: 67) Hem madem Risale-i Nur þakirdlerinin en büyük üstadý, Peygamber'den (A.S.M.) sonra Celcelutiye'nin þehadetiyle Ýmam-ý Ali Radýyallahü Anhu'dur; onun muhabbetini dava eden Þiîler, Alevîler, Risale-i Nur'un derslerini Sünnîlerden ziyade dinlemeseler, Âl-i Beyt'e muhabbet davalarý yanlýþ olur. Zâten kaç sene evvel, o Alevî köyünde üç Ali'nin himmetiyle masumlar Risale-i Nur'u þevk ile yazmalarýný iþittim. Hattâ o zamanda, o köyü de duama dâhil etmiþtim. Ýnþâallah yine orada imam olmak istenilen kardeþimiz Ali'nin himmetiyle ve Hâfýz Ali'nin (R.H.) vârisi Küçük Ali gibi kardeþlerimizin gayretiyle, onlarýn hakkýndaki dualarým boþ gitmeyecek; o köydeki iki kýsým Sünnî, Alevî ittifak edecek. * * * Geçen hâdise-i ihanetten merak etmeyiniz. O hâdise söndü, plânlarý akîm kaldý. O yapan adam da, þimdi kendini nefret-i umumîden kurtarmak için yeminler ile inkâr ediyor. Ben onu, o olduðunu bilmedim. Yoksa iliþmezdim. Zâten iliþtiði yoktur. Elini uzattý, baþýmdaki mendili açtý; hem de buraya Ankara emniyet-i umumîsi mühim memurlar ile buraya gelmesini haber aldýðý için o ihanete cesaret etti. O büyük memurlar buraya geldiler. Benim aleyhimde olan vali Rumelili olmasýndan benimle görüþtürmedi. Ben de size gönderdiðim konuþmak parçasýný Afyon Emniyet Müdürü vasýtasýyla Ankara'da ona göndermek için, bunun ile melfuf pusla ile Afyon emniyeti dairesine gönderdim. Ben de kat'iyen müteessir deðilim. Zâten ehemmiyeti de kalmadý. Siz de hiç merak etmeyiniz. Hem her þeyde olduðu gibi, bunda da kader-i Ýlahî benim hakkýmda onlarýn o zulmünü ehemmiyetli bir merhamete çevirdiðini kat'iyen gördüm, Allah'a þükrettim. Dünkü gün, bayramdan sonra bana göndereceðiniz emanetleri beklerken, mektubunuzu aldým; "Bir iþ'ar olmazsa, on gün sonra takdim edeceðiz." cümlesini gördüm. Demek telaþ etmiþsiniz, onun için göndermediniz. Endiþe edilecek bir þey yok. Fakat buraya ehemmiyetli memurlar geldikleri zamanda göndermemek, emanet buraya gelmemek, ihtiyarsýz bir güzel ihtiyat olmuþ. * * * sh: » (E: 68) Salahaddin'in pek uzun ve on mektub kadar beni memnun eden ve sadakatine ve sebatýna bu fýrtýnalar hiç tesir etmediðini ve daima bir Abdurrahman hükmünde bulunduðunu ve o havalideki kardeþlerimiz fütursuz çalýþtýklarýný bildiren mektubunu aldým, mâþâallah dedim. Baba ve oðlu Isparta kahramanlarý gibi sarsýlmýyorlar. Fakat þimdi Risale-i Nur'un tab' suretiyle intiþarý, hakikî bir ihlas ve kuvvetli bir tesanüd ve birbirinin kusuruna bakmamak lâzým geldiðinden, Kastamonu Vilayetindeki kardeþlerimiz, Isparta'lýlara ihlas ve tesanüdde benzemeye mecburdurlar. Ýnþâallah onlar dahi, þahsî hissiyatlarýný bu kudsî hizmetin zararýna istimal etmeyecekler. Hem gerçi Risale-i Nur, parlak ve kuvvetli hakikatlarýyla serbestiyetini kazanmýþ ve düþmanlarýný bir cihette maðlub etmiþ, fakat eskiden ziyade ihtiyata ihtiyacýmýz var. Çünki münafýk düþmanlar durmuyorlar, bahaneler arýyorlar, hükûmeti iðfale çalýþýyorlar. Salahaddin hususî, kendine ait bir mes'eleyi soruyor. Dünya, hayat-ý içtimaiyeye baðlanmak istiyor. Madem o haslar içindedir, kat'iyen Risale-i Nur'un hizmetine zararý varsa, girmeyecek. Eðer bilse ki; o refika-i hayatýný bazý has kardeþlerimiz gibi Risale-i Nur'un hizmetinde yardýmcý olarak çalýþtýrsa, o hayata girebilir. Çünki haslarýn hayatý, Risale-i Nur'a aittir ve þahs-ý manevîsini temsil eden þakirdlerinin tensibiyle kayýd altýna girebilir. Peder ve validesinin reyleri de varsa, inþâallah zararý olmaz. * * * Aziz, sýddýk kardeþlerim! Merak etmeyiniz, telaþ edilecek bir þey yok. Yalnýz bayramdan sonra Ankara emniyet-i umumî müdürü, mühim memurlarla buraya gelmeleri ve bir cihette benimle de gizli alâkadar bir surette gelmesinden evvel bir kumandan, onlarýn gelmesinden cesaret alýp hafifçe bana iliþti. Fakat sonra piþman oldular. O büyük memurlar geldikten sonra, mûcib-i endiþe birþey olmadý. Tahminimce, bana ait mes'ele bir derece kardeþlerime sirayet etmesi cihetiyle, Feyzi'ye zâhiren hafifçe iliþilmiþ. Fakat ben merak ediyorum, onu taharri etmekte neyi bahane etmiþler? Neyi aramýþlar? Tafsilâtý nedir? Madem iki sene tedkikattan sonra üç mahkeme kitab sh: » (E: 69) ve mektublarýmýzý bilâistisna bize iade etmiþ, biz de dünya siyasetiyle alâkadar olmadýðýmýz onlarca tahakkuk etmiþ, daha ne arayabilirler? Olsa olsa hususî, belki kýskançlýk eseri veyahut garaz veyahut gizli zýndýklarýn tahrikiyle böyle bazý kanunsuzluklar kanun namýna yapýlýyor. Bu hallere mukabil, tam metanet ve tesanüd ve sarsýlmamak ve telaþ etmemek lâzýmdýr. * * * Aziz, sýddýk kardeþim! Câmide az görüþtük; lüzumlu bazý þeyler söyleyeceðim, hatýrýnda kalsýn. Evvelâ: Bedre'deki yüz senelik vazifeyi on sene zarfýnda gören Sabri kardeþimizin samimî dostlarý olan Hakký, Hulusi, بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ Mehmed ve Barla'da Þamlý, Süleyman, Bahri gibi kýymetdar kardeþlerimize benim tarafýmdan çok selâm ediyorum. Sâniyen: Küçük Ali'nin büyük kardeþi mübarek Mustafa'nýn Abdurrahman'dan irsiyet aldýðý vazifesini, kahraman kardeþi ve mübarek mahdumu o vazifeyi tamamýyla görüyorlar. Onun vazifesi ve hizmeti devam ediyor, merak etmesin. Hâfýz Mustafa, elhak merhum Hâfýz Ali'nin zamanýnda onunla beraber ektikleri nuranî tohumlarýn çok mübarek mahsulâtý var. Hem Hâfýz Ali'nin (R.H.) vefatýndan sonra hapiste onun yerinde bana hizmeti, her vakit onu, benim hatýrýma getiriyor. Merhum Lütfü'nün ehemmiyetli vârislerinden Abdullah Çavuþ, kahraman Tahirî ile Atabey'i Nurs karyem hükmüne getirmiþler. Ýslâmköy'lü Abdullah, Hâfýz Ali (R.H.) zamanýnda Risale-i Nur'a çok hizmet etmiþ. Onlara umumen selâm ediyorum. Mübarek Tahirî'nin küçücük bir Medrese-i Nuriye hükmünde hanesindeki mübareklere dua ediyorum. Yeni bir Hâfýz Ali (R.H.) nümunesini gösteren ve Milas'lý Halil Ýbrahim'in sadakatýný andýran Ýslâmköy'lü Halil Ýbrahim ve orada ona benzeyen kardeþlerime de pek çok selâm; ve bilhassa Isparta'da kahraman Rüþdü'nün kahraman kardeþi Burhan bizi çok minnetdar ettiðini ve az bir iþle bize ve Risale-i Nur'a pek çok iþ gördüðünü söyleyiniz. Zâten sana þifahen söylemiþtim, unutma, hususî Zekâi'yi de gör ve de ki: "Cenab-ý Hakk'a þükrediyorum. Yine Zekâi namýnda ve suretinde biraderzadem Abdurrahman'ý yine bana verdi." Daha þifahen söylediklerimi sen bilirsin, sen benim mektubumsun. * * * sh: » (E: 70) Aziz, sýddýk kardeþlerim! Sizin bu defa neþ'eli güzel mektublarýnýz, Risale-i Nur'un serbestiyeti ve matbaa kapýsýyla intiþarý hakkýnda beni çok mesrur eyledi; ve kahraman Tahirî'nin yine bu ehemmiyetli iþde çalýþmasý için buraya gelmesi, beni þiddetle dünyaya bakmaða sevketti. Kalben dedim: Madem kardeþlerim bu derece istiyorlar, çaresini arayacaðýz. Gecede kalbime geldi ki: Ýki ehemmiyetli sebebden, inayet-i Ýlahiye tam serbestiyet ve eski harflerle tamamýný tab'etmek tam müsaade etmiyor. Birinci sebeb: Ýmam-ý Ali'nin (R.A.) iþaret ettiði gibi, perde altýnda her müþtak, kendi kalemi ile veyahut baþka kalemi çalýþtýrmasýyla büyük bir ibadet ve âhirette þehidlerin kanýyla racihane müvazene edilen mürekkep ile mücahede hükmündeki kitabetle envar-ý imaný neþretmektir. Eðer tab'edilse, herkes kolayca elde ettiði için, kemal-i merakla ona çalýþamaz, bilfiil neþrine hizmet vazifesini kaybeder. Ýkinci sebeb: Risale-i Nur'un mühim bir vazifesi, âlem-i Ýslâmýn ekseriyet-i mutlakasýnýn yazýsý ve hattý olan huruf-u Arabiyeyi muhafaza etmek olduðundan, tab' yoluyla iþe giriþilse, þimdi ekser halk yalnýz yeni hurufu bildikleri için, en çok risaleleri yeni hurufla tab'etmek lâzým gelecek. Bu ise Risale-i Nur'un yeni hurufa bir fetvasý olup, þakirdleri de o kolay yazýyý tercih etmeðe sebeb olur. Onun için þimdiye kadar pek çok müstehak ve lâyýk iken, Risale-i Nur'a serbestiyet verilmemiþti. Lillahilhamd þimdi hakikatlarýnýn kuvvetiyle serbestiyeti kazandý. Hattâ eski harfle tab' yasak iken, Âyet-ül Kübra'yý bize teslim ettirip, bir keramet-i ekber gösterdi. Biz þimdi gayet mühim ve herkese lâzým Meyve ile Hüccet-ül Baliga'yý ikisi bir cild olarak yeni hurufla tab'etmek için Tahirî ile Ýstanbul'a gönderdim. Yalnýz Meyve'nin Onuncu ve Onbirinci Mes'elelerini vakit bulamayýp tashihsiz ona verdim. Þayet tab'edilse, o iki mes'eleyi tam tashih edip ona gönderirsiniz. Hem o iki risale; dâhilde, ya hariçte, aþikâre veya gizli, Ýstanbul'da veya dýþarýda eski harflerle tab'etmek lâzýmdýr. Hem Mu'cizat-ý Kur'aniye zeyilleriyle ve Mu'cizat-ý Ahmediye (A.S.M.) dahi zeyilleriyle beraber ikisi bir cild içinde eski harflerle imkân dairesinde ya Ýstanbul veya baþka yerde eski harflerle, tevafuklu Hizb-ün Nuriye, Hizb-ül Kur'an gibi sh: » (E: 71) tab'etmesine çalýþmak lâzýmdýr ki; Kur'an-ý Mu'ciz-ül Beyan'ýn göze görünen tevafuk mu'cizesinin muhafaza ile tab'edilmesine mukaddeme olsun. Fakat teenni ile, meþveret ile, ihtiyat ile bu kudsî mes'eleye çalýþmak lâzýmdýr. Umum kardeþlerime birer birer selâm ve selâmetlerine dua ederiz. Cenab-ý Hakk'a hadsiz þükür olsun, en eski þakirdlerden olan Kâtib Osman ve Halil Ýbrahim, hiç sarsýlmadan, deðiþmeden sadakatlerinde demir gibi devam edip çoklara da hüsn-ü misal oluyorlar. * * * YÝRMÝYEDÝNCÝ MEKTUB'UN LAHÝKASININ ZEYLÝ اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّهِ وَ بَرَكَاتُهُ Aziz, sýddýk kardeþlerim! Bu defa þehid merhum Hâfýz Ali'nin ehemmiyetli bir vârisi ve Denizli talebelerinin yüksek bir mümessili ve Denizli þehrinin Risale-i Nur'a karþý fevkalâde teveccühünün bir tercümaný kardeþimiz Hasan Feyzi'nin edibane, Risale-i Nur hakkýnda fevkalâde senakârane pek uzun bir mektubunu aldým. Risale-i Nur'un bana teslim olmasý münasebetiyle, kardeþimiz Hâfýz Mustafa'nýn çalýþmasý hakkýnda yazdýðým mektubun içinde Risale-i Nur'un çok ehemmiyetli kýymetini muhtasar bir surette beyanatýma ve hiss-i kablelvuku' mektublarýmdaki ehemmiyetli davalarýma bu uzun mektub tam bir izah ve Denizli þehrinin Risale-i Nur lehinde bir kuvvetli þehadeti ve bir þahidi olmak cihetiyle, hem bu zât mekteb fenlerinde çok zaman alâkadar olup kýdemli bir muallim ve âlim olmasý haysiyetiyle, Risale-i Nur hakkýndaki bu parlak þehadeti çok ehemmiyetli gördüm. Yalnýz, bana bakan kýsýmlarý ya tayy veya ta'dil etmeyi münasib gördüm. Bir, iki, üç yerde de herkese göstermek münasib görmediðimden, çizgi altýna aldým ve sizlere de Yirmiyedinci Mektub'un veya lâhikasýnýn bir zeyli olarak gönderdim. Bu parça mektubumu, onun mektubunun baþýnda yazabilirsiniz. Hasan Feyzi kardeþimiz, onun bazý cümlelerini tayyetmemden gücenmesin. Çünki umum talebelere o tayyolunan kýsým lâzým deðil, hususî bazýlarda kalabilir. Bu zât, doðrudan doðruya hakaik-i imaniye ve Kur'aniyeyi bir þahs-ý manevî mahiyetinde, Risale-i Nur þahs-ý manevîsinin cese sh: » (E: 72) dine girmiþ ve eczalarýnýn libasýný giymiþ bir tarzda, fevkalâde bir sena ile ona hitab ediyor. Ben baktýkça, birden itirazkârane "hüsn-ü zanný pek ziyadedir" tahattur ettiðim dakikada, hakikat-ý Kur'aniye manen dedi: "Cesede, libasa bakma; bana bak. O, benim hakkýmda konuþuyor. Doðru söylemiþ." Ben daha iliþmedim. Yalnýz Risale-i Nur tercümaný hakkýnda sarihan veya iþareten veya kinayeten onun haddinden pek fazla senakârane tabiratý ta'dil etmeye lüzumu var. Baþkalar, hususan ehl-i tenkid insanlar nazarýnda bîçare þahsýma bu nevi hüsn-ü zannýný kabul etmemek mesleðimize lâzým geliyor; ta'dilime gücenmesin. * * * O (Bediüzzaman), Nur'un hâdimidir. Eðer dünyayý istese ve dileseydi, kendisine sunulan hediye ve behiyeleri, zekat ve sadakalarý ve bu teberru' ve terekeleri alsaydý, bugün bir milyoner olurdu. Fakat o, týpký Cenab-ý Ömer'in (R.A.) dediði gibi: Sýrtýma fazla yük alýrsam, nefs-i nâtýka-i kâinatýn kalbi ve Allah'ýn habibi Muhammed-i Arabî Aleyhissalâtü Vesselâm'a ve yârâný olan kâmil ve vâsýllara yetiþemem ve yarý yolda kalýrým diyor. "Bütün eþya ve eflâki senin için yarattým habibim" fermanýna, "Ben de senin için onlarýn hepsini terk ve feda ettim" diye verilen cevab-ý Hazret-i Risaletpenahî'ye ittiba ve imtisalen, o da dünya ve mâfîhayý ve muhabbet ve sevdasýný terk ve hattâ terki de terk ederek bütün hizmet ve himmetini ve þu ömr-ü nazeninini envar-ý Kur'aniyenin intiþarýna sarf ve hasretmiþtir. Ýþte bunun için, þimdi çektiði bütün zahmetler rahmet, yaptýðý hizmetler hikmet olmuþ. Celali yüzünden cemalini de gösterip, âlem, bir gülzar-ý kemal bulmuþtur. "Lütf u kahrý þey-i vâhid bilmeyen çekti azab, Ol azabdan kurtulup sultan olan anlar bizi." Niyazi-i Mýsrî gibi diyen bu tercüman, her þeyi hoþ görerek, katreyi umman, âdemi insan ve nurunu âleme sultan eylemiþtir. Ona "Kürdî" denilmesi ve Kaside-i Hazret-i Ýmam-ý Ali'de (R.A.) görülen يَا مُدْرِكًا kelimesinin hazf ve kalbiyle "Kürd" îma ve iþaretinin bulunmasý, gerçekten Kürdlüðüne delalet etmez ve onun manevî silsile-i þerafet ve siyadetten tenzil ve teb'idini îcab ettirmez. Bu isnad ve izafe, Kürdistan'da doðup büyüyen ve bu lakabla maruf ve meþhur olan bu zâtýn Risalet-in Nur'un tercümaný olduðunu sýrf âleme ilân etmek içindir; yoksa sh: » (E: 73) Kürdlüðünü isbat etmek için deðildir. Kürdçe bilmesi, o kýyafete girmesi ve öyle görünmesi, kendini setr ü ihfa için olup, hakikî hüviyet ve milliyetini ihlâl ve inkâr mana ve maksadýyla deðildir diye düþünüyorum. Âlem-i Ýslâmiyet ve insaniyete ve Haremeyn-i Þerifeyn'e asýrlarca hizmet eden bu kahraman Türk Milletini onun çok sevmesinde ve hayatýnýn mühim bir kýsmýný hep Türklerle meskûn olan bu havalide geçirmesinde büyük hikmetler, mana ve mülahazalar olsa gerektir. Âb-ý rûy-i Habib-i Ekrem için Kerbelâ'da revan olan dem için Þeb-i firkatte aðlayan göz için Râh-ý aþkýnda sürünen yüz için Risale-i Nur'a ve Üstada ve Ýslâm'a zafer ver ya Rabbî!.. Âmîn! Ey Risale-i Nur! Seni söndürmek isteyen bedbahtlarýn necm-i istikbali sönsün. Ýzzet ve ikbali ve þan ü þerefi aksine dönsün. Sen sönmez ve ölmez bir nursun. Boyun bâlâ, gözün þehlâ, gören mecnun seni leylâ Sözün ferþte, gözün Arþ'ta, gönül meftun sana cânâ Nikabýn nur, nigâhýn nur, kitabýn nur senin ey nur Baðýn Nursî, huyun munis, özün idris ferd-i yekta Açýlmýþ gül, öter bülbül, yüzünde var zarif bir tül Yazýlmýþ üstüne nurdan قَابَ قَوْسَيْنِ اَوْ اَدْنَى Sana cânýn feda etmez mi senden hem görenler hak Sözün hak, hem özün hak, hem mesleðin hak, hem makamýn Kâ'be-tül Ulya. يُرِيدُونَ لِيُطْفِؤُا نُورَ اللّهِ بِاَفْوَاهِهِمْ وَاللّهُ مُتِمُّ نُورِهِ وَلَوْ كَرِهَ الْكَافِرُونَ Üstadým Efendim Hazretleri! Ben, bu yazýlarý Risalet-in Nur'un eli ve kalemi ve dili ile bu hakir kalbime ondan sýçrayan küçük bir kývýlcým parçasýyla yazdým. Kabulünü ve imdad ve ilhamýn kesilmemesini rica eder ve hürmetle ellerinizden öper ve dualarýnýzý beklerim efendim. Duanýza muhtaç talebeniz Hasan Feyzi (Rahmetullahi Aleyh) * * * Aziz, sýddýk kardeþlerim! Size dört mes'eleyi beyan etmek kalbime ihtar edildi: Birincisi: Hem lisan-ý hal, hem lisan-ý kal ile ve baþka tezahüratlarla sorulan bir suale cevabdýr. sh: » (E: 74) Deniliyor ki: Madem Risale-i Nur hem kerametlidir, hem tarîkatlardan ziyade iman hakikatlarýnýn inkiþafýnda terakki veriyor ve sadýk þakirdleri kýsmen bir cihette velayet derecesindeler. Neden evliyalar gibi manevî zevkler ve keþfiyatlara ve maddî kerametlere mazhariyetleri görülmüyor; hem onun talebeleri de öyle þeyler aramýyorlar. Bunun hikmeti nedir? Elcevab: Evvelâ sebebi, sýrr-ý ihlastýr. Çünki dünyada muvakkat zevkler, kerametler tam nefsini maðlub etmeyen insanlara bir maksad olup, uhrevî ameline bir sebeb teþkil eder, ihlasý kýrýlýr. Çünki amel-i uhrevî ile dünyevî maksadlar, zevkler aranýlmaz. Aranýlsa sýrr-ý ihlasý bozar. Sâniyen: Kerametler, keþfiyatlar, tarîkatta sülûk eden âmi ve yalnýz imaný taklidî bulunan ve tahkik derecesine girmeyenlere, bazan zaîf olanlarý takviye ve vesveseli þübhelilere kanaat vermek içindir. Halbuki Risale-i Nur'un imanî hakikatlarýna gösterdiði hüccetler, hiç bir cihette vesveselere meydan vermediði gibi, kanaat vermek cihetinde kerametlere, keþfiyatlara hiç ihtiyaç býrakmýyor. Onun verdiði iman-ý tahkikî, keþfiyat, zevkler ve kerametlerin çok fevkinde olmasýndan, hakikî þakirdleri öyle keramet gibi þeyleri aramýyorlar. Sâlisen: Risale-i Nur'un bir esasý, kusurunu bilmekle mahviyetkârane yalnýz rýza-i Ýlahî için rekabetsiz hizmet etmektir. Halbuki keramet sahibleri ve keþfiyattan zevklenen ehl-i tarîkatýn mabeynindeki ihtilaf ve bir nevi rekabet ve bu enaniyet zamanýnda ehl-i gafletin nazarýnda onlara sû'-i zan edip o mübarek zâtlarý, benlik ve enaniyetle ittiham etmeleri gösteriyor ki; Risale-i Nur'un þakirdleri þahsý için keramet ve keþfiyatlar istememek, peþinde koþmamak lâzým ve elzemdir. Hem onun mesleðinde þahsa ehemmiyet verilmiyor. Þirket-i maneviye ve kardeþler birbirinde tefani noktasýnda Risale-i Nur'un mazhar olduðu binler keramet-i ilmiye ve intiþar-ý hizmetteki teshilât ve çalýþanlarýn maiþetindeki bereket gibi ikramat-ý Ýlahiye umuma kâfi gelir; daha baþka þahsî kemalât ve kerameti aramýyorlar. Râbian: Dünyanýn yüz bahçesi, fâni olmak haysiyetiyle âhiretin bâki olan bir aðacýna mukabil gelemez. Halbuki hazýr lezzete meftun kör hissiyat-ý insaniye fâni hazýr bir meyveyi, bâki uhrevî bir bahçeye tercih etmek cihetiyle, nefs-i emmare bu halet-i fýtriyeden istifade etmemek için Risale-i Nur þakirdleri ezvak-ý ruhaniyeyi ve keþfiyat-ý maneviyeyi dünyada aramýyorlar. Risale-i Nur þakirdlerine bu noktada benzeyen eskiden bir zât, haremiyle beraber büyük bir makamda bulunduklarý halde, maiþet müzayakasý yüzünden haremi demiþ zevcine: "Ýhtiyacýmýz þediddir." Birden, altundan bir kerpiç yanlarýnda hazýr oldu. Hare sh: » (E: 75) mine dedi: "Ýþte Cennet'teki bizim kasrýmýzýn bir kerpicidir." Birden o mübarek haným demiþ ki: "Gerçi çok muhtacýz ve âhirette de çok böyle kerpiçlerimiz var; fakat fâni bir surette bu zayi' olmasýn, o kasrýmýzdan bir kerpiç noksan olmasýn. Dua et, yerine gitsin; bize lâzým deðil." Birden yerine gitti. Keþf ile gördüler diye rivayet edilmiþ. Ýþte bu iki kahraman ehl-i hakikat, Risale-i Nur þakirdlerinin dünyaya ait ezvak-ý kerametlere koþmadýklarýna bir hüsn-ü misaldir. Ýkinci Mes'ele: Tevafuk eðer müteaddid tarzda ve ayrý ayrý cihette birbirini takviye edecek surette olsa, kat'iyet ve sarahat derecesinde kanaat verebilir. Ýþte hapisten sonra yazýlan bir kýsým mektublarýmýz hem makbul, hem çok ehemmiyetli, hem bu zamanda halk onlara çok muhtaç olduðuna bir emare olarak, yazdýðýmýz zaman -hilaf-ý âdet bir tarzda- serçe kuþunun ve kuddüs kuþunun ve güvercinlerin garib bir tarzda odama gelmeleri ve birbirine tevafuk etmesi ve Milas'ta ehemmiyetli bir kardeþimiz Halil Ýbrahim'in, kuddüs kuþu bahsi bulunan mektubu aldýklarý zaman, aynen, hilaf-ý âdet, kilitli bir odasýný açarken kuddüs kuþu oda içerisinde uçmaða çalýþmasý, hem içinde bulunan mektubu, hem bizim kuþlarýmýza tevafuku; ve Medrese-i Nuriye'deki þakirdlerin o mektublarýmýzý okumak zamanýnda iki çekirge mektubun baþýna gelip dinlemeleri, sâbýk kuþlarda tevafukatýna bu küçük kuþlar dahi hem tasdik, hem tevafuk ettikleri gibi; Ýnebolu'daki sadýk kardeþlerimizin imzalarýyla yine mektubumuzu gecede okuduklarý zaman gayet heyecanlý bir tarzda bir gece kuþu onlarý korkutup, pencereye el atýp iki kanadý ile pencereyi döðerek lisan-ý hal ile ben de o mektubla alâkadarým, bizi alâkasýz zannetmeyiniz diye yine sâbýk ayný mes'eleye ve sâbýk kuþlarýn alâkadarlýklarýna, büyük kuþ da tam tevafuk ve tasdik ediyor. Ayný mes'eleye bu kadar tevafukat (Haþiye) hem mektublardaki mücmelen bahsedilen hakikatlarýn çok ehemmiyetli olmasýndan ve nev'-i beþerin bu asýrdaki vaziyetine bakmasý noktasýnda, acaba kâinat kitabýnýn hâdisat ve mes'eleleri birbiriyle münasebetdarlýðýný düþünen ve hayali geniþ bir ehl-i kalb ve fikir böyle dese, hakký yok mu ki: Güya beþer gayet kesretli tayyareleriyle ve insan kuþlarýyla, kuþlarýn âlemi olan cevv-i havadaki kuþlarý hem korkutup, hem kuþlar âleminde acib bir heyecanla nev'-i beþerin gidiþatýna karþý kuþlar dahi ciddî alâkadarlýk gösterip, in _____________________________ (Haþiye): Bu mektubu Üstadýmýzdan yeni almýþtýk. Ben yani Hüsrev, okuyordum, arkadaþým Tahirî yazýyordu. Gül kahraman kuþu odamýzýn penceresine konup Hüsrev'in baþýný görmekle býrakýp gitti. Hüsrev, Tahirî sh: » (E: 76) sanlarýn bu zalim, tahribatçý canavar kuþlarýna karþý kimler mukabele edip onlarý zulümden, tahribden vazgeçirip beþerin menfaatinde ve saadetinde çalýþtýrmasýna çalýþan kimlerdir diye Risale-i Nur mes'elelerine alâkadarlýk gösteriyorlar denilse, yeri yok mu? Ýhtimal verilmez mi? Manasýz bir hayal denilebilir mi? Üçüncü Mes'ele: Geçen üç sene evvel Ramazan'da te'lif edilen ve yine bu sene Ramazan'da serbest intiþar eden Âyet-ül Kübra'nýn bir hülâsasý olan Hizb-i Nuriye'yi okudum. Fakat bir saatten fazla çekerdi. Birden o hülâsanýn da bir hülâsasý, on veya onbeþ dakika ayný Ramazan'da tezahür etti. Onu okuduðum zaman, bütün Âyet-ül Kübra'yý okuyorum gibi bir inkiþafat-ý imaniye ve تَفَكُّرُ سَاعَةٍ خَيْرٌ مِنْ عِبَادَةِ سَنَةٍ sýrrýna mazhar iki veya üç sahifelik arabiyy-ül ibare okuyorum. Vakit bulamýyorum, kendi kalemimle size yazayým. Ýnþâallah bir zaman size yazacaðým. O parçayý benim gibi anlayanlar, kendisine mahsus nüshalarýndan ya Âyet-ül Kübra'ya, ya Hizb-ün Nuriye'nin âhirinde yazar, tesbihattan ve duadan sonra otuzüç defa لآَاِلَهَ اِلاَّاللَّهُ"Lâ ilahe illâllah" tesbihatýmýzýn yerinde -yalnýz sabah tesbihatýnda- manasýný düþünerek onu okuyabilir. Dördüncüsü: Ýki noktadýr: Birincisi: Isparta kardeþlerimiz, hususan Gül Nur kahramaný Hüsrev, benim bu kýþ münasebetiyle maddî hacetlerimi merak ediyorlar, yardým etmek istiyorlar. Ben de onlara teþekkürle beraber derim ki: Onlarýn Risale-i Nur'a hizmeti, her þakirdin saadet-i ebediyesine menfaati gibi, benim de hakikî kýþým suretinde olan kabrimden sonraki kýþta ihtiyacatýma o derece mükemmel yardým ediyorlar ki; bu fâni, muvakkat kýþýn hacatýna yardýmdan binler derece ziyadedir. Eðer benim elimden gelse idi, bütün ruh u canýmla, kemal-i iþtiyak ile bütün onlarýn hacat-ý maddiyesini temine çalýþýrdým. Beni merak etmeyiniz. Ýktisad ve kanaat, bana iki hazinedir; tükenmez bitmez. Ýkinci Nokta: Bir zaman Küçük Isparta namýný alan ve her yerden ziyade, geçen mes'elemizde hapis musibetini çeken Ýnebolu ve civarý kardeþlerimin gayet güzel ve samimane mektublarý, beni çok mesrur eyledi. Yalnýz, Risale-i Nur'un kahramanlarýndan baba-oðulun meþrebleri ayrý ayrý olduðundan, birbiriyle tam imtizaç edemediklerinden endiþe ediyorum. Baba ne kadar haksýz da olsa, sh: » (E: 77) oðul onun rýzasýný tahsil etmeye mecburdur. Oðul da ne kadar serkeþ de olsa, baba þefkat-i fýtriyesini ona karþý esirgemez ve esirgememeli. Deðil böyle baba ve evlâd ve mümtaz seciyeli ve Risale-i Nur'un baþ þakirdleri, belki birbirinden çok uzak ve düþman da olsalar Risale-i Nur'un hatýrý için Risale-i Nur þakirdlerinin mabeynindeki tefani, birbirini tenkid etmemek, kusurunu afvetmek düsturu ile bu iki kardeþim, dünyevî ve cüz'î ve hissî þeyleri medar-ý münakaþa etmesinler. Pederlik ve veledliðin iktiza ettiði hürmet ve þefkatle beraber, Nur'un þakirdliði iktiza ettiði kusura bakmamak ve afvetmek ve benim çok sevdiðim iki kardeþim -benim hatýrým için- birbirini tenkid etmemek lâzým geliyor. Umum kardeþlerime birer birer selâm ve dua ediyoruz. * * * Aziz, sýddýk kardeþlerim! [Manen maruz kaldýðým iki þýklý bir sualin cevabýdýr:] Birincisi: "Neden en ziyade senin þahsýn hakkýnda hüsn-ü zan eden ve sana büyük bir makam veren ve Risale-i Nur'la çok kuvvetli irtibatý bulunan ve sen de onlarý çok sevdiðin halde, hizmet-i Nuriyenin haricinde senin þahsýn ile temaslarýný istemiyorsun ve senin hakkýnda fazla hüsn-ü zan beslemeyeni sohbette tercih ediyorsun, daha ziyade iltifat gösteriyorsun, nedendir?" Elcevab: Otuzüçüncü Söz'ün Ýkinci Mektub'unda dediðim gibi: Bu zamanda insanlar, ihsanýný, muhtaçlara çok -u uhreviyede hýrs ve kanaatsizlik bir cihette makbuldür, fakat mesleðimizde pahalý satarlar. Meselâ: Benim gibi bir bîçareyi, sâlih veya veli zannedip, sonra bir ekmek verir ve mukabilinde makbul bir dua ister. Bu kadar fiat vermekten ise, bu ihsaný istemiyorum, diye hediyelerin adem-i kabulüne bir sebeb gösterdiðim gibi; -Risale-i Nur'un has þakirdleri müstesna olarak- baþkalarý beni büyük bir makamda bilmekle, kuvvetli bir alâka ve hizmet gösterir. Hem mukabilinde, dünyada, ehl-i velayet gibi nuranî neticeleri ister. Sonra bize hizmeti ile ve alâkasý ile manevî ihsan eder. Böylelerin bu nevi ihsanlarýna karþý, istediði fiata sahib olamadýðým için mahcub oluyorum. Onlar da ehemmiyetsizliklerimi bildikleri vakit inkisar-ý hayale uðrarlar, belki hizmette fütura düþerler. Gerçi umûrve hizmetimizde -bazý ârýzalar ile- inkisar-ý hayal cihetiyle, þükür yerine, me'yusiyetle þekva etmeðe sebeb olur; belki de hizmetten vazgeçer. Onun için mesleðimizde kanaat, daima þükrü ve metaneti ve sebatý netice verdiði için; ihlas dairesinde, hizmet nok sh: » (E: 78) tasýnda çok hýrs ve kanaatsizlik gösterdiðimiz halde, neticelerine ve semeratýna karþý kanaatla mükellefiz. Meselâ: Risale-i Nur hizmetiyle Isparta ve civarýnda binler ehl-i imana fevkalâde kuvvet-i imaniyeyi temin etmek olan bu netice, bizim fevkalâde hizmetimize kâfidir. On kutub derecesinde biri çýksa, bin adamý derece-i velayete sevketse, yine bu neticeyi aþaðýya düþürtmez. Nur'un hakikî þakirdleri, bu gibi neticelere kanaat ediyorlar. O büyük kutbun müridlerinin kanaat-ý kalbiyelerini temin eden üstadlarýnýn fevkalâde makamý ve mes'elelerde hükümleri yerine, Risale-i Nur'un sarsýlmaz hüccetleri -o müridlerinin kanaatlerinden çok ziyade- þakirdlerine kanaat verdiði gibi; bu halet ve itikad baþkasýna da sirayet eder, menfaat verir. O müridlerin kanaati ise, hususî ve þahsî kalýr. Hattâ Ýlm-i Mantýk'ta "kaziye-i makbule" tabir ettikleri; yani büyük zâtlarýn delilsiz sözlerini kabul etmektir. Mantýkça yakîn ve kat'iyeti ifade etmiyor; belki zann-ý galible kanaat verir. Ýlm-i Mantýk'ta bürhan-ý yakînî, hüsn-ü zanna ve makbul þahýslara bakmýyor, cerhedilmez delile bakar ki; bütün Risale-i Nur hüccetleri, bu bürhan-ý yakînî kýsmýndandýr. Çünki ehl-i velayetin amel ve ibadet ve sülûk ve riyazetle gördüðü hakikatlar ve perdeler arkasýnda müþahede ettikleri hakaik-i imaniye, aynen onlar gibi Risale-i Nur ibadet yerinde, ilim içinde hakikata bir yol açmýþ; sülûk ve evrad yerinde, mantýkî bürhanlarla ilmî hüccetler içinde hakikat-ül hakaika yol açmýþ; ve ilm-i tasavvuf ve tarîkat yerinde, doðrudan doðruya Ýlm-i Kelâm içinde ve Ýlm-i Akide ve Usûl-üd Din içinde bir velayet-i kübra yolunu açmýþ ki; bu asrýn hakikat ve tarîkat cereyanlarýna galebe çalan felsefî dalaletlere galebe ediyor, meydandadýr. Teþbihte hatâ olmasýn, nasýlki Kur'anýn gayet kuvvetli ve mantýkî hakikatý, sair dinleri felsefe-i tabiiyenin savletinden ve galebesinden kurtarýp onlara bir nokta-i istinad oldu; taklidî ve aklýn haricindeki usûllerini de bir derece muhafaza etti. Aynen öyle de: Bu zamanda onun bir mu'cizesi ve nuru olan Risale-i Nur dahi, felsefe-i maddiyeden gelen dehþetli dalalet-i ilmiyeye karþý avam-ý ehl-i imanýn taklidî olan imanlarýný, o dalalet-i ilmiyenin savletinden kurtarýp, umum ehl-i imana bir nokta-i istinad ve yakýn ve uzaklarda olanlara dahi, zabtedilmez bir kal'a hükmüne geçmiþtir ki; bu emsalsiz dehþetli dalaletler içinde, yine avam-ý mü'minin imanýný þübhelerden ve Ýslâmiyetini hakikatsýzlýk vesveselerinden muhafaza ediyor. Evet her tarafta, hattâ Hind ve Çin'de ehl-i iman, bu zamanýn çok dehþetli dalaletinin galebesinden; acaba Ýslâmiyet'te bir hakikatsýzlýk mý var ki, sarsýlmýþ diye þübheye ve vesveseye düþtüðü vakit birden iþitir ki; bir risale çýkmýþ, imanýn bütün hakikatlarýný kat'î isbat eder, felsefeyi maðlub edip zendekayý susturuyor, diye sh: » (E: 79) anlar. Birden o þübhe ve vesvese zâil olup imaný kurtulur ve kuvvet bulur. Sualin ikinci þýkký: "Sen, bir mektubunda, þâirane bir latifeyi -yani kuþlarýn, mektublarýný yazmak ve okumak zamanýnda yanýnýza ve þakirdlerin yanýna gelmelerini o latifeyi- ciddî bir tarzda kardeþlerine yazdýn. Halbuki o kuþlar, hal-i âlemi ve Risale-i Nur'un hâdisata karþý faidesini bilecek mahiyetinden uzaktýrlar?" Elcevab: Emir ve izn-i Ýlahî ve havl ve kuvvet-i Rabbaniye ile, umum hayvanatýn melaikeden bir çobaný, bir nâzýrý olduðu gibi; kuþ taifesinin de bir çobaný var. Onlar bilmese de, emr-i Ýlahî ile ve ilham-ý Rabbanî ile çobanlarý onlarý sevkeder. O sevk-i fýtrî ise, kuþlara gelen ilhama dayanýr. Kuþlar, ilhama mazhardýrlar ki; yaþý bir günlük bir arý yavrusu, havada bir gün mesafede gider; o ilham-ý fýtrî ile, o sevk-i Rabbanî ile yolunu þaþýrmadan dönüp, gelip yuvasýna girer. Evet nasýlki küre-i arz, Risale-i Nur ve þakirdlerine gelen zulme itiraz etti ve cevv-i hava yaðmursuzlukla ve soðukla Risale-i Nur'a gelen tazyikat ve müsadereyi tenkid etti ve bulutlar serbestiyetini yaðmurlarla alkýþladý; elbette kuþ nev'i de alâkadar olabilir. Evet insanýn bir kýsým sun'î kuþlarýnýn bir bomba yumurtasý ile bir köyü harab edip bin adamý mahveden cinayetine ve cehennemî zakkum yumurtalarý taþýyan o insanî kuþlarýn tahribçi kýsmýný; hem küre-i arza, hem nev'-i beþere müstebidane, merhametsiz tahribatýna karþý, bu hayvanî kuþlar, tesirli bir surette istikbali tenvir eden Risale-i Nur'u elbette manen tebrik edip alkýþlar, diye suretindeki hâdise, gerçi çok tatlý bir latifedir, fakat çok ince bir hakikat dahi içinde var. * * * Kardeþlerim! Bu defa Meyve Risalesi'nin tam kýymetini bilen ve kendine Meyveci namýný veren Risale-i Nur santralcýsýnýn yazdýðý mektub, beni çok memnun eyledi. Çünki Hulusi, Hakký gibi yirmi seneye yakýn bir zamandan beri mabeynlerinde olan samimane dostluk ve kardeþlik tam devam ve sebat ettiði gibi; onlarýn Risale-i Nur'a karþý alâka ve irtibat ve sadakatlarý, aynen mabeynlerindeki hâlisane münasebetleri gibi hem devam ediyor, hem metanet kesbediyor, ârýzalarla sarsýlmýyor. Cenab-ý Hakk'a þükrediyorum ki; böyle hâlis, muhlis ve baþkalara hüsn-ü misal olan sadýk þakirdleri Risale-i Nur'a vermiþ ki, daimî hakta hulûs ile ve Nur hizmetinde sabýr içinde þükrediyorlar. O meyvecinin civarýnda is sh: » (E: 80) mini söylemediðim malûm ve çok alâkadar olduðum kardeþlerim, hususan Barla sýddýklarý, beni çok defa hayalen eski zamana ve o memlekete celbediyorlar. Barla ve daðlarýnda gezdiriyorlar. Ben onlarla ve o yerleriyle çok alâkadarým, unutmuyorum. Onlara binler selâm ediyorum. Kozca hatibi Hasan Þükrü'nün mektubu beni memnun eyledi; selâm ederim. Masumlar, ümmîler, hemþireler ve kaleme çalýþanlar baþta olarak umum kardeþlerime birer birer selâm ve dua ediyoruz. اَلْبَاقِى هُوَ الْبَاقِى Kardeþiniz Said Nursî * * * Mahkeme tarafýndan bana iade edilen, daha elime geçmeden postadan müsadere edilen mübarekler heyetinin pehlivaný Küçük Ali'nin bir mektubunu gördüm ki; her iki sene bir defa bütün Risale-i Nur'u yazmaða karar vermiþ, yapmýþ. Bu kahramanlýðý ile benim, Risale-i Nur'un birinci þakirdi olan büyük Mustafa'da hakikî bir Abdurrahman'ý ve arkasýnda çok Abdurrahman'larý göreceðim diye keþfiyatýmý tam tasdik etmiþ ve o mübarek Mustafa'nýn vazifesini tam yapmýþ. Ve Hâfýz Mustafa dahi, Hâfýz Ali zamanýnda tam bir muavini ve vefatýndan sonra tam bir vârisi olduðunu hapiste gösterdi. Demek mübarek heyet-i âlîsinde, onsekiz sene evvel ümid ettiðim hizmet-i Nuriyeyi tam yapmýþlar ve yapýyorlar. Ektikleri tohumlar, onlar çalýþmasalar da, onlarýn bedeline mahsulât veriyor. Umum kardeþlerimize birer birer selâm ve dua ediyoruz. * * * Aziz, sýddýk kardeþlerim! Evvelâ: Sizin leyali-i aþere olan mübarek o geçmiþ gecelerinizi ve kudsî bayramýnýzý ruh u canýmýzla tebrik ediyoruz. Cenab-ý Hak, rahmet ve keremiyle ve hýfz u himayetiyle ve tevfik ve hidayetiyle, Risale-i Nur'un tab' ve intiþarýna ve Kur'an-ý Mu'ciz-ül Beyan'ýn tevafuklu tab'ýna sizleri muvaffak eylesin, âmîn! Sâniyen: Risale-i Nur'un bir hülâsasý olan Âyet-ül Kübra ve Hizb-i Nuriye'nin bir hülâsat-ül hülâsasý hükmünde otuzüç kelime-i tevhidin namaz tesbihatýndaki eskiden beri okuduðum ve Risale-i Nur'un ekser hakikatlarý namaz tesbihatýnda inkiþaf etmesiyle hayalim fazla tevessü' ederek, o otuzüç ke sh: » (E: 81) lime-i tevhid herbirisini kâinatýn bir tabaka-i mahlukatýnýn lisan-ý haliyle söylediði o kelimeyi ben o lisan ile söylüyorum gibi o küllî lisan-ý hal benim cüz'î lisan–ý kalimin ayný olur. Ben, kemal-i zevk ile okuyorum. Size de suretini gönderiyorum. Benim þübhem kalmadý ki: .تَفَكُّرُ سَاعَةٍ ilâ âhir sýrrýný taþýyan Hizb-i Nuriye'nin onbeþ dakika zarfýnda bu hülâsat-ül hülâsasý dahi ayný sýrrý taþýyor. Arabî bilmeyenler Âyet-ül Kübra'nýn mertebelerini güzelce anlasalar, bu Arabî parça tam anlaþýlýr. Arabî bilmeyen birkaç defa ikisine baksa, tam anlayacak. Bunu ben yirmidört saatte bir defa, ya sabah namazýnýn tesbihatýnda veya baþka vakitte en ziyade usandýðým ve sýkýntý zamanýnda okuyorum. Bana ulvî bir inþirah verir, usancý izale eder. Âyet-ül Kübra ve Hizb-i Nuriye'nin âhirinde yazýlsa, münasib olur. Manidardýr ki; Âyet-ül Kübra ve Risale-i Nur'un ekser hakikatlarý, Ramazan'da ve tesbihatýnda zuhuru gibi; bu Hülâsat-ül Hülâsa, aynen Ramazan'da ve tesbihatta zuhur etti. Sâlisen: Bugünlerde haber aldým ki; heyet-i vekile, benim nüfusumu Kastamonu'dan alýp Emirdaðý'na nakletmeðe karar vermiþler. Anlaþýlýyor ki; Risale-i Nur'a ve talebelerine iliþmeðe bahane bulamýyorlar.. yalnýz ehemmiyetsiz þahsýma ehemmiyet veriyorlar, kayýdlar altýna alýyorlar. Ben de size bütün kuvvetimle temin ediyorum ki; ben ruh u canýmla, onlarýn Risale-i Nur ve talebelerine iliþmeðe bedel, bana iliþmelerini iftihar ile kabul ediyorum. Güya baþka yerlerde birden bana iltihak ediyorlar ve men'ine çare bulamýyorlar; fakat burada tam çare bulmuþlar zannedip böyle muamele oluyor, siz hiç müteessir olmayýnýz. Benim bu vaziyetim, Risale-i Nur þakirdlerinin fütuhatlarýna bir vesiledir. Ýnayet-i merhamet-i Ýlahiye, hakkýmda ehl-i dünyanýn haksýzlýklarýný büyük bir hayra çevirecek kanaatýndayým. Zâten mesleðimizde zaman, mekân sohbetimize mani' olamaz. Þarkta, garbda, hattâ âhirette, berzahta olsa da beraberiz. Meselâ; berzahta Hâfýz Ali (R.H.), hergün manen yanýmýzdadýr. Bu hakikata binaen, sûrî ayrýlmaða, hattâ ölüme ehemmiyet vermemeliyiz. Râbian: Medrese-i Nuriye kahramanlarýndan Marangoz Ahmed'in bülbülü, gül fabrikasýnýn mübarek gülcü kâtibinin bülbülünü tasdik etmesi pek latif olmuþ. Zâten baharda umum kuþlar namýna nebatat kafilelerinin erzak-ý hayvaniyeyi getirmelerine karþý bülbüller bir hatibdir ki; onlarý, kuþlar namýna alkýþlýyor. Ri sh: » (E: 82) sale-i Nur'un kuþlar tarafýndan alâkadarlýklarý içinde elbette yine baþta bülbül görünmek lâzým geliyor ki, göründü. Safranbolu'lu muhlis, metin kardeþimiz Mustafa Osman, buradaki kardeþlerime bir-iki mektub gönderdim diyor; mektublarýn cevabýný alamadýðýndan telaþ etmiþ. Etmesin. Ýhtiyata binaen ve Isparta vasýtasýyla muhabereye itimaden ona ayrý mektub yazýlmamýþ; merak etmesinler. Kastamonu'lu kardeþlerimiz de telaþ etmesinler. Nüfusumun buraya nakli, Kastamonu ve onlarla alâkamý gevþetmez; bilakis daha kuvvetli beni onlarla baðlýyor. Ben, ekser vakitte hayalen ve manen kendimi Kastamonu'nun mübarek daðlarýnda ve o kardeþlerimin yanýnda buluyorum. * * * Aziz, sýddýk kardeþlerim ve hakikî vârislerim! Bayram tebriklerine ait çok mektublarý aldým. Herbirine cevab vermeye vaktim, halim müsaade etmiyor. Herbir mektubu, çok kardeþlerimi temsil ederek bir has kardeþimiz yazmýþ. O mektublarda, tebrikten baþka bazý ehemmiyetli noktalar da var; beni mesrur, minnetdar eyledi. Ezcümle: Gül ve Nur fabrikasý namýna Hüsrev'in tebrik mektubu, beni sevinçle aðlattýrdý. Zâten Hüsrev'in mümtaz bir hasiyeti budur ki; þimdiye kadar bana gelen bütün mektublarýnýn hiçbirisi beni incitmiyor.. elîm zamanlarýmda da yumuþak geliyor, ruhumu okþuyor. Bu cihette dahi ona þahsým itibariyle çok minnetdarým. Hulusi-i sâni Sabri'nin, malûm kardeþleri hesabýna tebriknamesi beni derinden derine sevindirdi. O has kardeþimizin takdir ve tahsin noktasýnda ileri olmasý, Hüsrev ve Hasan Feyzi hakkýnda çok güzel takdiratý, beni cidden müferrah eyledi. Hasan Feyzi'nin Denizli þakirdlerinin hesabýna tebriki dahi onun yüksek irtibatýný, kuvvetli alâkasýný gösterdi. Kastamonu fedakârlarý namýna Kastamonu'nun Hüsrev'i ve Rüþdü'sü olan Feyzi ve Emin'in tebrikli mektubu ve Feyzi'nin malûm hâdisede hiçbir endiþe verecek bir hal vuku' bulmadýðýný, bilakis bir teþvik kamçýsý hükmüne geçtiðini yazmasý, bizim endiþemizi izale etti. Nazif'in o havalideki kardeþlerimizin namýna tebriki ve Nazif'in sarsýlmaz sadakat ve irtibatý ve kuvvetli ümidleri bize tam bir nefes aldýrdý. Onun hususî rakibleri bulunduðu için telaþlý sh: » (E: 83) idim. Sadakatý hârika olduðu gibi, cesareti de o nisbette olan Halil Ýbrahim'in (R.H.) doðrudan doðruya benim adresime gönderdiði tebrikini aldým. Onu ve Nur'un dikkatli avukatý baþta olarak onlarýn umumuna selâm ve bayramlarýný tebrik ederiz. Medrese-i Nuriye kahramanlarýndan Þükrü Efe'nin, kuþlarýn ve serçelerin alâkadarlýklarýný gösteren mektubu, kahraman marangozun teyidini teyid etti, bizi de memnun etti. Atabey kardeþlerimizden, Lütfü vârislerinden Ali Osman'ýn mektubundaki sualine cevab vermeðe vakit bulamadýk. Ýþte bu mezkûr kardeþlerimizin her biri temsil ettikleri kendilerine ve arkadaþlarýna ayrý ayrý ruh u canýmýzla maddî ve manevî bayramlarýný tebrik ediyoruz ve büyük Re'fet kardeþimize, binler safalar ile geldin deriz. Umum kardeþlerime ki, içinde masumlar taifesi ve ümmî ihtiyarlar ve fedakâr hemþireler taifeleri olarak birer birer üçüncü olarak bayramlarýnýzý tebrik ve selâm ve selâmet ve saadetlerine dua ederek hatm-i mekal ediyorum. * * * Aziz, sýddýk kardeþlerim! Merhum þehid Hâfýz Ali'nin (R.H.) kitablarýyla beraber bana gelen mübareklerin pehlivaný ve Abdurrahman'larýn kahramaný büyük ruhlu Küçük Ali'nin "Sikke-i Tasdik-i Gaybî" namýndaki mecmuasý çok güzel ve münasibdir. Fakat Lâhika'da ve bilhassa Emirdaðý parçasýnda, Risale-i Nur'un kerametlerine alâkadar zelzele ve yaðmur ve kuþlar bahisleri gibi daha münasib gördüðünüz mektublar o Sikke'nin âhirine girse, daha güzel olur. Bu münasebetle, Mübarekler Heyeti'nin bayramlarýný tekrar tebrik ile Küçük Ali'ye bin bârekâllah derim. Safranbolu bahadýrý fedakâr Mustafa Osman'ýn buradaki þakirdlere gönderdiði güzel mektubu okudum. Bu zât dahi Hasan Feyzi gibi fevkalâde sadakatini ve hüsn-ü zannýný edibane yazmýþ; fakat Risale-i Nur'un þahs-ý manevîsi yerine bana haddimden çok ziyade makam vermiþ. Üstadýný kendi parlak âyinesinde çok parlak görmüþ. Ben de onun o hüsn-ü zannýný bir manevî dua yerinde kabul ettim. Hem onun, hem civarýndaki kardeþlerimizin bayramlarýný tebrik ederiz. * * * sh: » (E: 84) Muhterem, sevgili, mübarek kardeþlerim Risale-i Nur talebelerine beyan ediyorum ki: Risale-i Nur nurdan bir ibriþimdir ki, kâinat ve kâinattaki mevcudatýn tesbihatlarý onda dizilmiþtir. Risale-i Nur âhize ve nâkile ile mücehhez bir radyo-yu Kur'aniyedir ki; onun tel ve lâmbalarý, âyine; tel ve bataryalarý hükmündeki satýrlarý, kelimeleri, harfleri öyle intizamkârane ve îcazdarane bastedilmiþtir ki; yarýn her ilim ve fen adamlarý ve her meþreb ve meslek sahibleri ilim ve iktidarlarý mikdarýnda âlem-i gayb ve âlem-i þehadetten ve ruhaniyat âleminden ve kâinattaki cereyan eden her hâdisattan haberdar olabilir. Risale-i Nur mü'minlere; Kur'an'dan hedaya-yý hidayet, kevneyn–i saadet, mazhar-ý þefaat ve feyz-i Rahman'dýr. Risale-i Nur kâinata, baharýn feyzini veren bir âb-ý hayat ve ayn-ý rahmet ve mahz-ý hakikat ve bir gülzar-ý gülistandýr. Risale-i Nur lütf-u Yezdan, kemal-i iman, tefsir-i Kur'an ve bereket-i ihsandýr. Risale-i Nur kâfire hazan, münkire tufan, dalalete düþmandýr. Risale-i Nur bir kenz-i mahfî ve bir sandukça-i cevher ve menba-i envardýr. Risale-i Nur hakaik-i Kur'an ve mi'rac-ý imandýr. Risale-i Nur Kur'an ve Hadîs'ten sonra sertac-ý evliya, sultan-ül eser ve zübdet-ül meâni ve atâyâ-yý Ýlahî ve hedaya-yý Sübhanî ve feyyaz-ý Rahmanî'dir. Risale-i Nur bir bahr-ý hakaik ve bir sýrr-ý dekaik ve kenz-ül maarif ve bahr-ül mekârimdir. Risale-i Nur hastalara þifahane-i hikmet ve mâ-i zemzem, saðlara maiþet-i hakikat ve rîh-ý reyhan ve misk-i anberdir. Risale-i Nur mev'id-i Ahmedî (A.S.M.) ve müjde-i Haydarî (R.A.) ve beþaret ve teavün-ü Gavsî (K.S.) ve tavsiye-i Gazalî (K.S.) ve ihbar-ý Farukî (K.S.)dir. Risale-i Nur Þems-i Kur'an-ý Mu'ciz-ül Beyan'ýn elvan-ý seb'asý, Risale-i Nur'un menþur-u hakikatýnda tam tecelli ettiðinden, hem bir kitab-ý þeriat, hem bir kitab-ý dua, hem bir kitab-ý hikmet, hem bir kitab-ý ubudiyet, hem bir kitab-ý emr ü davet, hem bir kitab-ý zikir, hem bir kitab-ý fikir, hem bir kitab-ý hakikat, hem bir kitab-ý tasavvuf, hem bir kitab-ý mantýk, hem bir kitab-ý Ýlm-i Kelâm, hem bir kitab-ý Ýlm-i Ýlahiyat, hem bir kitab-ý teþvik-i san'at, hem bir kitab-ý belâgat, hem bir kitab-ý isbat-ý vahdaniyet; muarýzlarýna bir kitab-ý ilzam ve iskâttýr. Risale-i Nur Kur'an semalarýndan bir sema-yý maneviyenin güneþleri, aylarý ve yýldýzlarýdýr. Nasýlki zâhiren, perde-i esbab olan Güneþ'ten, Kamer'den ve kevkeb-i münirden bütün kâinat tenevvür ve tezeyyün ve bütün eþya neþv ü nema ve hayat buluyor. Ýþte Risale-i Nur da Kur'an-ý Mu'ciz-ül Beyan'dan alýp saçtýðý þualarla bütün âleme hayat ve âdeme kâmil insan ve kulûbe sh: » (E: 85) neþ'e-i iman ve ukûle yakîn bir itminan ve efkâra inkiþaf-ý iman ve nüfusa teslim-i rýza ve candýr. O sema-yý maneviyeyi bazan ve zâhiren bihaseb-il hikmet âfâkî bir bulut kütlesi kaplar. O celalli sehabdan öyle bir baran-ý feyz-i rahmet takattur eder ki; sünbüllenmeye müstaid tohumlar, çekirdekler, habbeler o sýkýcý ve dar âlemde gerçi muzdarib olurlar, o sýkýlmaktan üzerlerindeki kýþýrlarý çatlar ve yýrtarlar; o anda bulutlar da ufuklara çekilip nöbetçi vaziyetinde beklemesi bir imtihan-ý Rabbanî ve bir inkiþaf-ý feyezanî ve bir rahmet-i nuranîdir ki; evvelceki bir habbe; bir çekirdek yeniden taze bir hayata iþtiyakla ve neþ'e-i inkiþafla meyvedar koca bir aðaç suretini alýr ve يُبَدِّلُ اللّهُ سَيِّئَاتِهِمْ حَسَنَاتٍ sýrrýna mazhar olurlar. Evet yirmi senedir devam eden þu mevsim-i þita, inþâallahü teâlâ nihayet bulmuþ ola... Dünyaya yeni ve feyizli bir fasl-ý nevbahar gele ve âlemin yüzü nur ile güle... Risale-i Nur Kur'an-ý Mu'ciz-ül Beyan'ýn taht-ý tasarrufunda olduðundan, ona uzanan, iliþmek isteyen her el kýrýlýr ve her dil kurur. Kur'an-ý Mu'ciz-ül Beyan'ýn وَمَا اَرْسَلْنَا مِنْ رَسُولٍ اِلاَّ بِلِسَانِ قَوْمِهِ kavl-i þerifinin îma ve iþaratýndan þu devrede Türk lisanýnýn sadmeler geçirmesine bakýlýrsa, "Risale-i Nur", Türkçe'de, lisan üzerinde de imam olacaðýna; yani yarýn hâlis Türkçe olan Risale-i Nur'un kesb-i imtiyaz edip diðerlerini terkedeceklerine dair iþaret-i Kur'aniyedendir demiþ olsam hata etmemiþ olurum zannederim. Baþta Üstadýmýz olduðu halde bilumum kardeþlerimize samimî selâmlarýmla arz ve hürmetler eyler, mübarek bayramlarýný tebrik ve tes'id eylerim. Üstadým hakkýnda bir þey yazamadým. Çünki veraset-i Muhammediye (A.S.M.) makamýnda olan bir zât-ý âlî-kadr hakkýnda ne diyebilirim? Ona Hasan Feyzi Efendi kardeþimizin sözlerini tekrar etmekten baþka bir þey bilmem. Milas ve havalisi Risale-i Nur talebeleri namýna duanýza muhtaç Halil Ýbrahim (R.H.) [Halil Ýbrahim'in Risale-i Nur hakkýndaki parlak fýkrasýnýn sonunda kaydedilip, ikisi beraber Emirdaðý mektublarýnýn âhirlerinde kaydedersiniz. Bu zât, Risale-i Nur'un çok eski ve çok sadýk ve çok fedakâr bir þakirdidir, Risale-i Nur'a hitab ederek bu mektubu yazmýþ. هذَا مِنْ فَضْلِ رَبِّى ] Said Nursî * * * sh: » (E: 86) Risale-i Nur Mazhar-ý esma u sýfât-ý Bediüzzaman'dýr bu Mev'ûd-u risaletten bizlere fazl-ý ihsandýr bu Kenz-i mahfîde muhit-i mekteb-i irfandýr bu Hava-i zulmette iþrak eden þems-i tâbândýr bu Miþkât-ý misbahtan menþur-u hakikat-ý Kur'andýr bu Mevsim-i âsârda yekta bir gülistandýr bu Ýrþad-ý feth-i keþifte serencam-ý hidayettir bu Sefine-i necatta sýrr-ý menzile vusule kaptandýr bu Leyle-i zulmet-i cehilde nur-u çýrað-ý Yezdan'dýr bu Gamgin gönüllerde behçet-i ferah, feza-yý þâdümandýr bu Þems-i Kur'andan akseden nur-u irfandýr bu Sultan-ül eser ve zübdet-ül meâni-i tefsir-i Furkan'dýr bu Þeref-i Ehl-i Beyt ve teþci-i Gavs-ý Azam'dýr bu Etba-i Ehl-i Sünnet ve iklim-i marifette sultandýr bu Maden-i marifet ve ibraz-ý þefkatte ümm-ül enamdýr bu Cism-i velayette evliyaya ruh-u feza-yý candýr bu Kevkeb-i muhakkikînde mü'minlere atâ-yý Sübhan'dýr bu Vahdet-i mevcud ve râhýnýn semasýnda kehkeþandýr bu Ýlm ü marifet bahrinde dürr-i yekta-yý mercandýr bu Ýlm ü hakikatta þu'ledar mâhitab-ý âhirzamandýr bu Müstaðrak-ý envar-ý safada gelen bahardandýr bu Teslim-i rýza ve nezahet-i istiðnada ayný iz'andýr bu Risale-i Nur talebelerine hakikat-ý kýble-i imandýr bu!.. Halil Ýbrahim (R.H.) sh: » (E: 87) RÝSALE-Ý NUR Bu Nur eser tefsiridir o semavî kitabýn Ýlân eder hakikatý, emr-i hakký bildirir Ýsyanlara, zulümlere maruz olan cihanýn Bu asýrda gözyaþýný nur saçarak dindirir. Bu eserdir muzdarib gönüllere teselli Bu kararsýz âlemin her buhranýnda nur saçar Bu eserdir her zulmette selâmetin rehberi Ehl-i iman bu sayede, bu eserle hür yaþar... Masumlara bir öðüttür, gençlerin de rehberi Her mazluma "Aðlama" der, güleceksin yarýn sen Tesellisi çok yücedir, ibretlidir dersleri Beli bükük ihtiyara müjde verir derinden! Bu eserdir insanlarý dehþetlerden dûr eden Kudret eli hâmisidir, hayret-feza hükmü var Muannidler teslim olur hükmüne maðrur iken Her serseri feylesofu meftun eden nuru var! Bu nur eser her bilginin, her mü'minin sertacý Derdlilerin dermanýdýr, her münkiri tokatlar Þirklerin hem hedimidir, hem her kaygu ilâcý Zýndýk, zalim iliþirse baþýnda volkan patlar! Ey güç yetmez dehþet veren haletlerden aðlayan Fânilere aldanarak kýrýldýkça baðýrma Ey zâilden, âcizlerden meded umup baðlanan Gir bu Nur'un âlemine, fânileri çaðýrma... Ayýl artýk gaflet sarhoþluðundan, durma uyan Hevesatýn bir ejderdir, kalbini kemirecek Yarýn mes'ud olacaktýr yoklukta Hakk'ý bulan Nur'a ver nakd-i ömrü, yarýn sana verilecek Huzuruna uhrada ihtiþamlar serilecek. Risale-i Nur'un kusurlu hâdimi Zekâi sh: » (E: 88) Aziz, sýddýk kardeþlerim! Þimdiye kadar gizli münafýklar, Risale-i Nur'a kanunla, adliye ile ve asayiþ ve idare noktasýndan hükûmetin bazý erkânýný iðfal edip tecavüz ediyorlardý. Biz müsbet hareket ettiðimiz için, mecburiyet olduðu zaman tedafüî vaziyetinde idik. Þimdi plânlarý akîm kaldý. Bilakis tecavüzleri Risale-i Nur'un dairesini geniþlettirdi. Bu defa yeni hurufla Asâ-yý Musa'yý tab'etmek niyetimiz, ihtiyarýmýz olmadýðý halde, tecavüz vaziyeti Risale-i Nur'a veriliyor gibidir. Bu hâdisenin ehemmiyetli bir hikmeti þu olmak gerektir: Risale-i Nur bu mübarek vatanýn manevî bir halaskârý olmak cihetiyle þimdi iki dehþetli manevî belayý def'etmek için matbuat âlemiyle tezahüre baþlamak, ders vermek zamaný geldi veya gelecek gibidir zannederim. O dehþetli beladan birisi: Hristiyan dinini maðlub eden ve anarþiliði yetiþtiren þimalde çýkan dehþetli dinsizlik cereyaný, bu vataný manevî istilasýna karþý Risale-in Nur, sedd-i Zülkarneyn gibi bir sedd-i Kur'anî vazifesini görebilir. Ve âlem-i Ýslâmýn bu mübarek vatanýn ahalisine karþý pek þiddetli itiraz ve ittihamlarýný izale etmek için matbuat lisanýyla konuþmak lâzým gelmiþ diye kalbime ihtar edildi. Ben dünyanýn halini bilmiyorum, fakat Avrupa'da istilakârane hükmeden ve edyan-ý semaviyeye dayanmayan dehþetli cereyanýn istilasýna karþý Risale-i Nur hakikatlarý bir kal'a olduðu gibi; âlem-i Ýslâmýn ve Asya kýt'asýnýn hal-i hazýrdaki itiraz ve ittihamýný izale ve eskideki muhabbet ve uhuvvetini iade etmeðe vesile olan bir mu'cize-i Kur'aniyedir. Bu memleketin vatanperver siyasîleri çabuk aklýný baþýna alýp Risale-i Nur'u tab'ederek resmî neþretmeleri lâzýmdýr ki, bu iki belaya karþý siper olsun. Acaba bu yirmi sene zarfýnda iman-ý tahkikîyi pek kuvvetli bir surette bu vatanda neþreden Risale-i Nur olmasaydý, bu dehþetli asýrda acib inkýlab ve infilâklarda bu mübarek vatan, Kur'anýný, imanýný dehþetli sadmelerden tam muhafaza edebilir miydi? Her ne ise... Risale-i Nur'a, daha vatana, idareye zararý dokunmak bahanesiyle tecavüz edilmez, daha kimseyi o bahane ile inandýramazlar. Fakat cepheyi deðiþtirip, din perdesi altýnda bazý safdil hocalarý veya bid'a tarafdarý veya enaniyetli sofî-meþreblileri bazý kurnazlýklarla Risale-i Nur'a karþý -iki sene evvel Ýstanbul'da ve Denizli civarýnda olduðu gibi- istimal etmek ve Risale-i Nur'a ve þakirdlerine ayrý bir cephede tecavüz etmeðe münafýklar çabalýyorlar. Ýnþâallah muvaf sh: » (E: 89) fak olamazlar. Risale-i Nur þakirdleri, tam ihtiyatla beraber, bir taarruz olduðu vakitte münakaþa etmesinler, aldýrmasýnlar. Aldanan ehl-i ilim ve imansa, dost olsunlar. "Biz size iliþmiyoruz. Siz de bize iliþmeyiniz. Biz ehl-i imanla kardeþiz." deyip yatýþtýrsýnlar. Sâniyen: Mübareklerin pehlivaný hem Abdurrahman, hem Lütfü, hem Büyük Hâfýz Ali manalarýný taþýyan büyük ruhlu Küçük Ali kardeþimiz bir sual soruyor. Halbuki o sualin cevabý Risale-i Nur'da yüz yerde var. "Risale-i Nur'un erkân-ý imaniye hakkýnda bu derece kesretli tahþidatý ne içindir? Bir âmî mü'minin imaný büyük bir velinin imaný gibidir, diye eski hocalar bize ders vermiþler?" diyor. Elcevab: Baþta Âyet-ül Kübra meratib-i imaniye bahislerinde ve âhire yakýn müceddid-i elf-i sâni Ýmam-ý Rabbanî beyaný ve hükmü ki: "Bütün tarîkatlarýn müntehasý ve en büyük maksadlarý, hakaik-i imaniyenin inkiþafýdýr. Ve bir mes'ele-i imaniyenin kat'iyetle vuzuhu, bin kerametlerden ve keþfiyatlardan daha iyidir." ve Âyet-ül Kübra'nýn en âhirdeki ve Lâhika'dan alýnan o mektubun parçasý ve tamamýnýn beyanatý cevab olduðu gibi, Meyve Risalesi'nin tekrarat-ý Kur'aniye hakkýnda Onuncu Mes'elesi, tevhid ve iman rükünleri hakkýnda tekrarlý ve kesretli tahþidat-ý Kur'aniyenin hikmeti, aynen bitamamiha onun hakikî tefsiri olan Risale-i Nur'da cereyan etmesi de cevabdýr. Hem iman-ý tahkikî ve taklidî ve icmalî ve tafsilî ve imanýn bütün tehacümata ve vesveseler ve þübhelere karþý dayanýp sarsýlmamasýný beyan eden Risale-i Nur parçalarýnýn izahatý, büyük ruhlu Küçük Ali'nin mektubuna öyle bir cevabdýr ki, bize hiçbir ihtiyaç býrakmýyor. Ýkinci Cihet: Ýman, yalnýz icmalî ve taklidî bir tasdike münhasýr deðil. Bir çekirdekten, tâ büyük hurma aðacýna kadar ve eldeki âyinede görünen misalî güneþten tâ deniz yüzündeki aksine, tâ güneþe kadar mertebeleri ve inkiþaflarý olduðu gibi, imanýn o derece kesretli hakikatlarý var ki, binbir esma-i Ýlahiye ve sair erkân-ý imaniyenin kâinat hakikatlarýyla alâkadar çok hakikatlarý var ki: "Bütün ilimlerin ve marifetlerin ve kemalât-ý insaniyenin en büyüðü imandýr ve iman-ý tahkikîden gelen tafsilli ve bürhanlý marifet-i kudsiyedir" diye ehl-i hakikat ittifak etmiþler. Evet iman-ý taklidî, çabuk þübhelere maðlub olur. Ondan çok kuvvetli ve çok geniþ olan iman-ý tahkikîde pek çok meratib var. O meratiblerden ilmelyakîn mertebesi, çok bürhanlarýnýn kuvvetleriyle binler þübhelere karþý dayanýr. Halbuki taklidî iman bir sh: » (E: 90) þübheye karþý bazan maðlub olur. Hem iman-ý tahkikînin bir mertebesi de aynelyakîn derecesidir ki, pek çok mertebeleri var. Belki esma-i Ýlahiye adedince tezahür dereceleri var. Bütün kâinatý bir Kur'an gibi okuyabilecek derecesine gelir. Hem bir mertebesi de hakkalyakîndir. Onun da çok mertebeleri var. Böyle imanlý zâtlara þübehat ordularý hücum da etse, bir halt edemez. Ve ülema-i Ýlm-i Kelâm'ýn binler cild kitablarý, akla ve mantýða istinaden te'lif edilip, yalnýz o marifet-i imaniyenin bürhanlý ve aklî bir yolunu göstermiþler. Ve ehl-i hakikatýn yüzer kitablarý keþfe, zevke istinaden o marifet-i imaniyeyi daha baþka bir cihette izhar etmiþler. Fakat Kur'anýn mu'cizekâr cadde-i kübrasý, gösterdiði hakaik-i imaniye ve marifet-i kudsiye; o ülema ve evliyanýn pek çok fevkinde bir kuvvet ve yüksekliktedir. Ýþte Risale-i Nur bu câmi' ve küllî ve yüksek marifet caddesini tefsir edip, bin seneden beri Kur'an aleyhine ve Ýslâmiyet ve insaniyet zararýna ve adem âlemleri hesabýna tahribatçý küllî cereyanlara karþý Kur'an ve iman namýna mukabele ediyor, müdafaa ediyor. Elbette hadsiz tahþidata ihtiyacý vardýr ki, o hadsiz düþmanlara karþý dayanýp ehl-i imanýn imanýný muhafazasýna Kur'an nuruyla vesile olsun. Hadîs-i Þerif'te vardýr ki: "Bir adam seninle imana gelmesi, sana sahra dolusu kýrmýzý koyunlardan daha hayýrlýdýr." "Bazan bir saat tefekkür, bir sene ibadetten daha hayýrlý olur." Hattâ Nakþîlerin hafî zikre verdiði büyük ehemmiyet, bu nevi tefekküre yetiþmek içindir. Umum kardeþlerime birer birer selâm ve dua ediyoruz. اَلْبَاقِى هُوَ الْبَاقِى Kardeþiniz Said Nursî * * * Aziz, sýddýk kardeþlerim! "Ýhlas" ve mektublarýn suretlerinin hafiyeler tarafýndan alýnmasý, sizi müteessir etmesin. Zâten o mektublarý ve "Ýhlas" ve Ýhbar-ý Aleviye'yi onlara okutmak, Risale-i Nur hesabýna ve fütuhatýna lâzým idi. Hem bu hâdise zamanýnda Ýstanbul'da bolþevizm aleyhindeki nümayiþ hâdisesi, Risale-i Nur'a karþý perde altýnda hücum eden iki kuvvet birbirine vaziyet almaða baþladýðý cihetle, Risale-i Nur fütuhatýna büyük bir vesiledir. Muvakkat bize karþý bazý iliþmeler olsa da, hiç ehemmiyeti yok. Çünki sh: » (E: 91) bolþevizmin, müslümanlar içinde anarþilik mahiyetinde küfr-ü mutlak ve fikr-i tabiatla yerleþtirilmesine mukabil, ancak ve ancak Risale-i Nur'un fevkalâde kuvvetli hakikatlarý çýkabilmesinden, milliyetperver ve vatanperver ve siyasetçiler ve dindarlar, Risale-i Nur'un arkasýna girmeðe ve onunla barýþmaða ve onunla siper almaða bir yol açýlýyor nazarýyla bakýyoruz. Said Nursî * * * Afyon Emniyet Müdürlüðü'ne! Zâtýnýzý tanýmadan bir defa gördüðüm vakit insaflý ve adaletli gördüðümden herkesten evvel, alâkadar olduðum bir hakikatý size beyan ediyorum. O hakikatý alâkadar makamata vazifeniz itibariyle bildirmeyi, size býrakýyorum. O hakikat da þudur: Benim þimdiki vaziyetim, tarihte emsali yoktur. Herþeyden tecrid-i mutlak içinde, herkesten hattâ câmideki cemaat adamlarýndan ve temastan memnu' olduðum halde; ihtiyarlýk, hastalýk, yoksulluk içinde birden kalbime geldi ki: Madem ben de bu vatanýn bir evlâdýyým, bu vatanýn saadetine hizmet etmek benim için farzdýr. Maddî cihette elimden hiçbir þey gelmiyor. Yalnýz Kur'andan anladýðým ve kaleme aldýðým Meyve Risalesi ile Hüccet-ül Baliga'yý yeni hurufla tab'etmek için bazý kardeþlerime izin verdim. O iki risaleyi iki seneye yakýn alâkadar Ankara makamatý ve ehl-i vukufu, hem Denizli Mahkemesi tedkikten sonra mûcib-i mes'uliyet hiçbir þey bulamayarak bize resmen teslim ettiler. Hem cevab gönderdim ki; sansüre ve büyük muharrirlere göstersinler, sonra tab'etsinler. Hem tab'dan sonra resmen hükûmetin oniki makamatýna vermek bir usûldür. Sonra da Ýhlas Risalesi ile Ýktisad Risalesi'ni de o iki risalenin âhirine ilhak edip yeni hurufla tab'edilsin. Kat'iyen size beyan ediyorum ki benim maksadým, bunun tab'ýnda, bu mübarek milleti ve vataný manevî ve maddî anarþilikten muhafaza etmek ve asayiþ ve inzibata manevî yardým etmek ve anarþiliði uyandýran haricî bir cereyanýn istilâsýna manevî sed çekmek ve âlem-i Ýslâm'ýn bize karþý itiraz ve ittihamýný izaleye ve eski muhabbet ve uhuvvetini celbetmeye çalýþmaktýr. Fakat maatteessüf ben dünya ile alâkadar olmadýðýmdan ve ehl-i idare ile de görüþmediðimden ve dünya halini bilmediðimden ve kanunsuz iliþmek belasýna maruz kaldýðýmdan, eskiden beri perde altýnda bana husumet eden bazý insanlar, fýrsat bulup zabýtayý, ya adliyeyi evhamlandýrýyorlar. sh: » (E: 92) Ezcümle: Acib bir tesadüfle iþittim ki; dört risalem ile bu iki sene zarfýnda yazdýðým mektublarýn suretini taharri memurlarý þimendiferde tutmuþlar. O risalelerin ikisi, "Ýhlas"týr. Gerçi bir derece mahremdir, fakat mahkeme, hem Ankara ehl-i vukufu tedkikten sonra zararsýz görmüþler ki, bize iade ettiler. Hem sansüre ve büyük muharrirlere göstermek için Ýstanbul'a gönderilmiþ "Ýktisad" ise, bu zamanda herkese lâzýmdýr. Onsekizinci Lem'a olan Keramet-i Aleviye ise, yanlýþlýkla onlara, beraber gönderilmiþ. Deðil o risaleyi tab'etmek, belki en mahrem kardeþlerime de ancak okumasýna izin veriyorum. Hem o, dünyaya bakmýyor. Hem ehl-i vukuf ve mahkeme, tedkik etmiþ, bize iade etmiþler. Hem, on sene evvel Eskiþehir Hapishanesi'nde çok sýkýntýlý bir zamanýmda ve teselliye çok muhtaç olduðum bir zamanda bir müjde-i manevî kalbime geldi, ben de kaleme aldým. Amma benim bu iki sene, belki dört-beþ senede yazdýðým mektublarýn suretleri, deðil o risaleler ile beraber tab' ve neþretmek; belki mahrem bir-iki dostumun arzusu ile okunmasýný merak edip beraber gönderilmiþ. Bu mektublarý kendim yazdýðýmýn sebebi, benim yüzümden hapiste sýkýntý çekenlere bir teselli, bir musahabe ve bu vatan ve millete dünya ve âhiretlerine yirmi seneden beri büyük menfaatý görülen Risale-i Nur hakkýnda bir müdavele-i efkâr etmek içindir. Hem zâtýnýza, hem Ankara makamatýna yazdýðým bazý hasbihaller, belki içinde bulunmuþ. Ýþte bu mahiyetteki risaleler ve mektublar, taharri memurlarý tarafýndan alýnmýþ; belki size de gelmiþ veya gelecek ihtimaliyle size bu hakikatý beyan ediyorum. Benim þimdi pek aðýr beþ-altý cihetteki sýkýntýlarýma evham yüzünden kanunsuz bana iliþtirmeðe meydan vermemenizi, sizin vazifeperverliðinizden ve ciddiyetinizden ümid ediyorum. * * * (Ýstanbul'da hâdiseyi gören Risale-i Nur talebelerinin mektubundan bir parçadýr.) Aziz kardeþlerimiz! "Lehülhamdü velminne" dün, Nur'un manevî bir fütuhatý, bütün azamet ve dehþetiyle Ýstanbul'da görüldü. Küfr-ü mutlaký dünyaya, hususan âlem-i Ýslâm'a yerleþtirmek isteyen bir cem'iyet ve onun naþir-i efkârý ve mürevvic-i âmâli olan bir-iki gazete matbaasý ve kütübhanesi darmadaðýn edilerek; dinsiz yaptýk, komünist yaptýk zannedilen gençlik ve mekteblilerin aðzýyla ve harekâtýyla ve fiilleriyle protesto edildi. "Kahrolsun komünistlik" sh: » (E: 93) diye beddualar edildi. Bu cem'iyetin binler lira maddî, milyonlar lira da manevî zararý oldu. Ve üzülen bizlere, kalbimiz ve ruhumuzla çok alâkadar bir þahs-ý manevî: Ey Nurcular! Þimdi maddî imkân hasýl olmuyor diye üzülmeyiniz. Nur'un fütuhatý geniþ bir sahada devam ediyor. Küllî bir muvaffakýyet hasýl oluyor. Vesaire vesaire diye baðýrdý. هذَا مِنْ فَضْلِ رَبِّى * * * Aziz, sýddýk kardeþlerim! Size, manidar ve acib ve Risale-i Nur'un talebeleriyle ve Risale-i Nur'a ve Âyet-ül Kübra'nýn kerametiyle ve ehl-i dünyanýn iliþmek niyetleriyle alâkadar, karþýmda eskiden belediye bulunan hükûmet dairelerinden birisi, hiçbir þey kurtulmayarak, hiç görmediðimiz acib bir parlamakla gecenin en soðuk bir vaktinde üç saat Cehennem gibi yandýðý halde; tam bitiþiðinde, Risale-i Nur'un Çalýþkanlarýndan bir talebesi, yine iki kardeþinin, masum Ceylân'ýn sermayelerinin kýsm-ý azamý bulunan büyük maðazalarý, o yangýn yeri ile iki küçük dükkân fasýla ile o dehþetli yangýn bütün þiddetiyle maðazaya doðru gelirken bîçare Ceylân yanýma geldi, dedi: "Biz yanýyoruz, mahvolduk." Ben de iki gün evvel maðazalarýnda bulunan Âyet-ül Kübra'nýn bir kýsým matbu' nüshalarýný yanýma getirmek için söyledim, fakat getirmedi. Demek o ateþi söndürmek için orada kalmýþtý. Ben de Risale-i Nur'u ve Âyet-ül Kübra'yý þefaatçý yapýp: "Ya Rabbi kurtar" dedim. Üç saat o dehþetli yangýn hücumunda bütün o büyük daireyi mahvetti. Altýnda ve bitiþiðindeki dükkânlarý bütün yaktý, yýktýrdý. Risale-i Nur'un ve Âyet-ül Kübra'nýn hýfzýnda olan maðazaya kat'iyen iliþmedi ve altýndaki þakirdin dükkâný da müstesna olarak saðlam kaldý. Yalnýz ahali camlarýný kýrdýlar. Eðer ahali iliþmeseydi, eþyalarýný almasaydýlar, hiçbir zarar olmayacaktý. Ýþte Isparta halýcýhanesinin yangýný ile, Risale-i Nur'un derslerine köþklerini tahsis eden zâtlarýn o dehþetli yangýnla bitiþik iki kardeþinin iki hanesinin kurtulmasý Risale-i Nur'un bir kerameti olduðu gibi; Kastamonu'da aynen bu Emirdaðý yangýný gibi, orada karþýmdaki dehþetli bir yangýnýn ittisalindeki Risale-i Nur þakirdlerinden Hâfýz Ahmed'in evi hârika bir surette kurtulmasý ve hemþiresinin üçüncü kat yangýn içinde hârika bir tarzda, hem elmas ve altun mücevheratýný, hem canýný Risale-i Nur'un berekâtýyla kurtarmasý misillü; burada da bu yangýn da, Risale-i Nur'un sh: » (E: 94) çalýþkan talebelerinden ve Çalýþkan Hanedanýndan üç kardeþi olarak dört zâtýn o dehþetli yangýndan kurtulmasý, Risale-i Nur'un ve Âyet-ül Kübra'nýn bir kerameti olduðuna hem benim, hem onlarýn, hem sair kardeþlerimizin kat'î kanaatýmýz geldi. Burada eksik olmayan az bir rüzgâr esseydi, o çarþý dükkânlarýnýn ekserisini yandýrabilirdi. Hattâ Âyet-ül Kübra maðazasýndan on-onbeþ dükkân tâ uzakta eþyalarýný çýkarýp kaçýrdýlar. Bazý emarelerle, Sandýklý'da, hem Afyon, Kütahya ortasýnda, Risale-i Nur'a ve yeni mektublarýmý elde etmeleriyle bana karþý bir iliþmek emareleri göründü. O iki hâdisede, Ýstanbul hâdiseleriyle tokat yediler. Bu defa, niyetlerinde bana iliþmek cezasý olarak bu tokat geldi, inþâallah o niyetten onlarý vazgeçirdi ve korkutup susturdu. Kardeþlerim! Sizin zekâvetiniz ve tedbiriniz, benim tesanüdünüz hakkýnda nasihatýma ihtiyaç býrakmýyor. Fakat bu âhirde hissettim ki, Risale-i Nur þakirdlerinin tesanüdlerine zarar vermek için birbirinin hakkýnda sû'-i zan verdiriyorlar, tâ birbirini ittiham etsin. Belki filan talebe bize casusluk ediyor, der; tâ bir inþikak düþsün. Dikkat ediniz; gözünüzle görseniz dahi perdeyi yýrtmayýnýz. Fenalýða karþý iyilikle mukabele ediniz. Fakat çok ihtiyat ediniz, sýr vermeyiniz. Zâten sýrrýmýz yok, fakat vehhamlar çoktur. Eðer tahakkuk etse, bir talebe onlara hafiyelik ediyor; ýslahýna çalýþýnýz, perdeyi yýrtmayýnýz. Sizin, hususan Isparta medresesindeki tesanüdünüz; hem Risale-i Nur'u, hem þakirdlerini, hem bu memleketin yüzünü ak etmiþ. Ve her tarafta Risale-i Nur'a çalýþtýran ehemmiyetli bir sebeb, tesanüdünüzdür ve þevk ve gayretinizdir. Cenab-ý Hak sizleri bu hizmet-i imaniyede daim ve muvaffak eylesin, âmîn âmîn. Umum kardeþlerime taife taife, birer birer selâm ve dua; ve dualarýný rica ediyoruz. Said Nursî Yangýn hakkýnda Üstadýmýzýn yazdýðý hakikata kat'î kanaatýmýz geldi, gözümüzle gördük. Osman, Mehmed, Hasan, Ceylân ve yardým eden Ýbrahim * * * Aziz kardeþim! Senin mektublarýný iyi gördüm. Fakat þimdiki gazeteciler ve baþtakiler, hakikatlarý tam takdir edemiyorlar. Hem Risale-i Nur sh: » (E: 95) yalvarmaz, onlar yalvarmalý ve aramalý; ve kýymetini takdir edip müþteri olduktan sonra onlarýn yardýmýný kabul eder. Hem þimdi nazar-ý dikkati Risale-i Nur þakirdlerine celbetmemek münasibdir diye düþünüyorum. Fakat yedi sene harb-i umumîye bakmayan ve yirmibeþ sene gazeteleri okumayan, dinlemeyen bu kardeþinizin fikri, bu mes'elede sorulmaz. Asýl fikir sahibi, sizler ve Risale-i Nur'un has þakirdleri ve müdakkik naþirleri meþveretle, hususan Ispartadakiler ile, maslahat ne ise yaparsýnýz. Senin bu güzel mektubunu Lâhika'ya yazdýk. Risale-i Nur'un Lâhika Risalesi'nde Feyzi ile Emin ehemmiyetli mevki kazanmýþlar; acaba ne haldedirler? O ehemmiyetli mevkie muvafýk vaziyete muvaffak oluyorlar mý? Kederleri yok mu? Hem hapishanede hakikaten merdane ve fedakârane istirahatýma çalýþan ve on sene þahsýma hizmet kadar beni minnetdar eden Taþköprü'lü Sadýk ve Hilmi ve Ýhsan ne haldedirler? Ve o civarda, hususan Ýnebolu'daki kardeþlerimi unutamýyorum; beni merak etmesinler. Risale-i Nur'un -bazý arasýra- bazý yerlerde tevakkufuna mukabil, pek tesirli ve ehemmiyetli bir tarzda perde altýnda fütuhatý var. Telaþ etmesinler; ihtiyat ile beraber sebat, metanet ve yazýda devam etsinler. Umuma binler selâm ve dua ediyoruz. * * * Aziz, sýddýk kardeþlerim! Evvelâ: Sizleri, birinci vazife-i Nuriyeyi, Asâ-yý Musa'ya ait hizmete baþlamanýzý tebrik ve Isparta'nýzý diyanette ve âdâb-ý Ýslâmiyede geri deðil, ileri gitmesini ruh u canýmýzla tahsin ve tebrik ediyoruz. Sâniyen: Denizli'nin Hüsrev'i Hasan Feyzi'nin Risale-i Nur hakkýnda ve Risale-i Nur'un aslý ve esasý ve madeni olan hakikat-ý Kur'aniye ve sýrr-ý iman ve nur-u Ahmedî tarifinde yazdýðý manzum fýkrasý, içinde tam bir samimiyet ve metin bir kanaat-ý imaniye bulunduðundan; hem her þeyi çabuk kabul etmeyen ve delilsiz teslim olmayan âlim, hususan muallim olduðu halde Risale-i Nur'un hakkaniyetini hem kendi namýna, hem etrafýndaki rüfekasýnýn þahs-ý manevîsi hesabýna bir derece fevkalâde, hâlisane tarif etmesinden Sikke-i Tasdik-i Gaybî âhirinde, Lâhika'dan alýnan parçalarýn sonunda yazýlmasýný, hem ayrýca sh: » (E: 96) Lâhika'da da kaydedilmesini ve Halil Ýbrahim'in de son Risale-i Nur hakkýndaki tavsifnamesini dahi bunun gibi Sikke-i Tasdik-i Gaybî'nin arkasýnda yazýlmasýný münasib gördük ve burada da öyle yaptýk. Çünki bu kadar kuvvetli ve samimî bir kanaat, Sikke-i Gaybî'deki îmalar nev'inde hakkaniyetine bir îma, bir emare olabilir. Sâlisen: Hasan Feyzi'nin mektubunda bahsettiði bütün oradaki kardeþlerimize pek çok selâm, tebrik ediyoruz. Hapishaneleri bir dershane-i Nuriye olduðu gibi, inþâallah Denizli Vilayeti de bir nevi Medreset-üz Zehra hükmüne geçecek. Ve çoklarýn yüzünü ak eden ve Nur'u zulümlerden kurtarmaða çalýþan ve Nur'un þakirdlerinin her birisine ona hediye edilen risalelerden ziyade hediye vermiþ hükmünde manen bizlere hediyesi var. Bu Nur'un tebriki, umum ona minnetdar olanlarýn hatýralarýdýr. Yüzer misli mukabili alýnmýþ bir hatýra-i adalettir. Râbian: Ýþaret-i gaybiye ile, altmýþdörtte Risale-i Nur te'lifçe tamam olur diye haber-i gaybiyeyi iki hal tasdik ediyor: Birincisi: Çok mühim noktalar hatýra geldiði halde, risaleyi te'lif cihetine sevkedilmiyor. Ýkincisi: Risale-i Nur'un hýfz ve neþrine ve sahabet ve himayetine çalýþmak için hayat isterdim. Fakat hadsiz þükür olsun ki, bir bîçare ihtiyar Said yerinde çok genç Said'ler o vazifeyi yapýyorlar. Hususan Hüsrev'ler, Feyzi'ler, Ahmed'ler, Mehmed'ler, biraderzadem gibi çok Abdurrahman'lar ve hakeza Hâfýz Ali'yi kabrinde mesrur, müferrah ettikleri gibi, inþâallah kabrimde de öyle mesrur edecekler. Umum kardeþlerime, masumlara, ümmiler, hemþireler gibi her taifenin herbirisine birer birer selâm ve dua ediyoruz. Çalýþkanlarýn da Risale-i Nur'un bereketiyle o yangýndan ziyanlarý yoktur, sizlere arz-ý hürmet ve selâm edip ellerinizden öperler. * * * Aziz, sýddýk kardeþlerim! Birkaç aydan beri aleyhime çevrilen desiseleri meydana çýktý. Hýfz-ý Ýlahî ile o musibet, yirmiden bire indi. Hâlî zamanda câmiye gidiyordum. Haberim olmadan, talebeler beni üþütmemek için, mahfelde bir kulübecik yapmýþtýlar. Ben de sh: » (E: 97) dört-beþ gündür kendi kendime karar verdim, daha gitmeyeceðim. O malûm zabit adam vasýta olup kulübeciði kaldýrdýlar. Bana da resmen teblið ettiler ki: "Daha câmiye gitmeyeceksin." Fakat manasýz habbeyi kubbe yapýp bir heyecan verdiler. Hiç ehemmiyeti yok, hiç de merak etmeyiniz. Tahminimce, her tarafta haddimden pek fazla teveccüh-ü ammeyi kýrmak için, bana böyle bazý bahanelerle ihanet ediyorlar. Eski zamanýmý düþünüp güya tahammül etmeyeceðim. Halbuki -Risale-i Nur'un selâmet ve intiþarýna halel gelmemek þartýyla- her gün bin ihanet ve tazibler de gelse, Allah'a þükrederim. Ben ehemmiyet vermediðim gibi, buradaki talebeler de hiç sarsýlmýyorlar. Çoktan beri beklediðimiz bu hâdise de, inayet-i Ýlahiye ile hafif geçti. Umum kardeþlerimize birer birer selâm ve dua ediyoruz. * * * Aziz, sýddýk kardeþlerim! Nur-u Muhammedîye ve sahabeye bakan dört sahife çok güzeldir. Âhirinde, Risale-i Nur'a ve dolayýsýyla bize bakan kýsýmlar Hasan Feyzi'nin hüsn-ü zanný pek fazla gitmiþ. Gerçi o âhir-i kasidesinde Risale-i Nur'un hakikatýný ve þahs-ý manevîsini murad etmiþ. Yine ta'dile muhtaç gördüm. Bazý kelimeleri ilâve ve birkaçýný tebdil ettiðim halde, yine ondan benim hisseme düþen, bin derece haddimden ziyadedir diye titredim. Fakat madem þakirdleri þevke ve gayrete getiriyor, size havale ediyorum. Siz, hem bu zamandaki vehhamlýlarý, hem mesleðimizin muktezasý olan mahviyet ve ihlas ve terk-i enaniyet noktalarýný nazara alýnýz; münasib gördüðünüz kelimeleri ta'dil ediniz. Bu fütur zamanýnda ehemmiyetli bir kamçý-yý teþviktir, arkadaþlara gönderebilirsiniz. Hem o kýymetli kardeþimiz, merhum Hâfýz Ali'nin (R.H.) vârisi ve halefi yerinde Risale-i Nur'a fevkalâde irtibat ve sadakatla baðlýdýr. Benim ta'dilimden gücenmesin. Gayet samimî bir kanaatla ve kuvvetli bir itimad ile ve derin bir ilimle ve parlak bir iman ile Risale-i Nur'un mahiyetini iki defadýr tarif eden Risale-i Nur'un has þakirdlerinden ve ehemmiyetli eski muallimlerinden Hasan Feyzi'nin Sikke-i Tasdik-i Gaybî'den aldýðý bir ilham ile Risale-i Nur hakkýnda ve o nurun menbaý ve esasý olan Nur-u Muhammedî (A.S.M.) ve hakikat-ý Kur'an ve sýrr-ý iman tarifinde bu kasideyi yazmýþtýr. sh: » (E: 98) بِسْمِ اللّهِ الرّحْمنِ الرّحِيمِ يُرِيدُونَ لِيُطْفِؤُا نُورَ اللّهِ بِاَفْوَاهِهِمْ وَاللّهُ مُتِمُّ نُورِهِ وَلَوْ كَرِهَ الْكَافِرُونَ Ahmed yaratýlmýþ o büyük Nur-u Ehad'den Her zerrede nurdur, o ezelden hem ebedden Bir nur ki odur hem yüce hem lâyetenahî Ol Fahr-i Cihan Hazret-i Mahbub-u Ýlahî Parlattý cihaný bu güzel Nur-u Muhammed (A.S.M.) Halkolmasa, olmaz idi bir zerre ve bir ferd Ol nuru ânýn, her yeri her zerreyi sarmýþ Baþtan baþa her dem bu kesif zulmeti yarmýþ Bir nur ki odur sade ve hem lâyetezelzel Âri ve berî cümleden üstün ve mükemmel Bir nur ki bütün zerrede ancak o nümâyân Bir nur ki verir kalblere hem aþk ile iman Bir nur ki eðer olmasa ol nur hele bir an Baþtan baþa zulmette kalýr hem de bu ekvan Bir nur ki deðil öyle muhat, hem dahi mahsur Bir nur ki eder kalbi de pürnur, çeþmi de pürnur Bir lem'adýr andan, þu büyük þems ve kamerler Hep iþte o nurdan bu acaib koca âlem Halk oldu o nurdan yine Cennet'le Cehennem Þekk yok ki o nurdur okunan Hazret-i Kur'an Ol nur-u ezel hem sebeb-i hilkat-ý insan Her þeye odur mebde' ve asýl ve esas hem Ondan görünür nev'-i beþer böyle mükerrem sh: » (E: 99) Bir zerre deðil, bahr-i muhit o bahr-i münirden Hem nasýl beþer hiç kalýyor hepsi de birden Þekk yok ki cihan, katre-i nurundan o nurun Þekk yok ki bu can, zerre-i nurundan o nurun Sönsün diye üflense, o derya gibi kaynar Söndürmeðe hem kimde aceb zerre mecal var Söndürmeðe kalkmýþtý asýrlar dolu küffar Kahreyledi her hepsini ol Hazret-i Kahhar Hep sönmüþ asýrlar, yanýyor sönmeden ol Tarihe sorun, kimdir o nur, hem kim imiþ menfur Alnýnda yanan Nur-u Muhammed'di Halil'in Yetmezdi gücü, bakmaða her çeþm-i alilin Görseydi Resul'ün o güzel nurunu, Nemrud Yakmazdý o dem, nârýný ol kâfir-i matrud Bir sivrisinek öldürüyor o þah-ý cihaný (!) Atmýþtý Halil'i ateþe çünki o cani Bir perde açýp söyledi Hak gizli kelâmdan Ol ateþe bahseyledi hem berd ü selâmdan "Dostum ve Resulüm yüce Ýbrahim'i ey nâr At âdetini, yakma bugün, sen onu zinhar!" Bir gizli hitab geldi de ol dem yine Hak'tan Bir abd-i mükerrem dahi kurtuldu býçaktan Ol nurdan için Yunus'u hýfzeyledi ol hut Ol nur ile kahreyledi hem kavmini ol Lut sh: » (E: 100) Ol hüsn-ü cemal, eyledi âlemleri hayran Nerden onu bulmuþ, acaba Yusuf-u Ken'an Hikmet nedir, ol derdlere sabreyledi Eyyub Hem sýrrý nedir, Yusuf için aðladý Ya'kub Öldükçe dirildikçe neden duymadý bir his Ol namlý nebi, þanlý þehid Hazret-i Cercis Hasretle neden aðladýlar Âdem ve Havva Kimdendi bu yýllarca süren koskoca dava Hem âh, neden terkedilip Ravza-i Cennet Bir dâr-ý karar oldu neden âlem-i mihnet Nur þehri olan Tur'da o dem Hazret-i Musa Esrar-ý kelâm hep çözülüp buldu tecella Bir parça Zebur'dan okusa Hazret-i Davud Baþlardý hemen sanki büyük mahþer-i mev'ud Bilmem ki neden, yel ve sular hep onu dinler Bilmem ki neden, hep iþiten âh! diye inler Mahluku bütün kendine râmetti Süleyman Nerdendi bu kuvvet, ona kimdendi bu ferman Yellerle uçan þanlý büyük taht-ý mukaddes Esrar-ý ezelden o da duymuþ yine bir ses Ol hangi acib sýr ki, çýkar göklere Ýsa Kimdir çekilen çarmýha, kimdir yine Yuda Nur derdi için tahtýný terkeyledi Edhem Bir baþkasýnýn tahtý olur derdine merhem sh: » (E: 101) Çok þahs-ý veli, nur ile hem etti kanaat Çok þahs-ý denî, nur ile hem buldu keramet Her hepsi de pervanesi, üftadesi nurun Her hepsi muamma, gücü yetmez bu þuurun Fillerle varýp Kâbe'ye hem Ebrehe zalim Ýsterdi ki yapsýn nice bin türlü mezalim Ýsterdi ki o beyt yýkýlýp þöhreti sönsün Halk Kâbe'yi terkederek kiliseye dönsün Ýsterdi ki çeksin doðacak nura bir sed Hem doðmadan ölsün diye Mahbub-u Müebbed Günlerce gidip Kâbe'ye hem yaklaþan ordu Birdenbire bir tehlike sezmiþ gibi durdu Sür'atle gelip bir sürü kuþ, semt-i bahirden Taþ harbine baþlar pek acib hepsi birden Ýndikçe havadan o muamma gibi taþlar Cansýz yýkýlýp yerlere yatmýþ nice baþlar Þahýyla beraber kocaman orduyu Mevlâ Olsun diye Mahbub'a niþan, eyledi mevta Hem kavm-i Kureyþ, söndürelim derken o nuru Erkek ve kadýn, cümlesinin kaçtý huzuru Müþrik ve muvahhid, iki fýrka olup urban Yýllarca dökülmüþ yine üstüne bir kan Þakk etti Kamer, Fahr-i Beþer, ol yüce Server Her yerde ve her anda onun nuru muzaffer sh: » (E: 102) Kur'andý kali, nurdu yolu, ümmeti mutlu Ümmet olanýn kalbi bütün nur ile doldu Çekmezdi keder, ol sözü cevher, özü kevser Ol Sure-i Kevser, dedi a'dasýna "ebter!" Ol Þems-i Ezel'den kaçýnan ol kuru baþlar Gayya-i Cehennem'de bütün yakmýþ ateþler Bitmiþti nefes, çýkmadý ses, býktý da herkes Ol nura varýp baþ eðerek hem dediler pes Ýdraki olan kafile ayrýldý Kureyþ'ten Feyz almak için doðmuþ olan þanlý güneþten Ol kevser-i Ahmed'den içip herbiri tas tas Olmuþtu o gün sanki mücella birer elmas Ol baþlara taç, derde ilâç, mürþid-i âlem Eylerdi nazar bunlara nuruyla demadem Bunlardý o a'dayý boðan bir alay arslan Hak uðruna, nur uðruna olmuþ çoðu kurban Bunlardan o gün ehl-i nifak cümle kaçardý Müþrik ise, ol aklý anýn kalmaz uçardý Bunlardý o Peygamberin ashabý ve âli Dünyada ve ukbada da hem þanlarý âlî Tavsif ediyor bunlarý hep þöylece Kur'an: Sulh vakti koyun, kavgada kükrek birer arslan Hep yüzleri pâk, sözleri hak, yollarý haktý Merkebleri yeller gibi Düldül'dü, Burak'tý sh: » (E: 103) Bir cezbe-i "Yâ Hayy!" ile seller gibi aktý A'daya varýp herbiri þimþek gibi çaktý Bunlardý o gün halka-i tevhidi kuranlar Bunlardý o gün baltalayýp küfrü kýranlar Bunlardý mübarek yüce cem'iyet-i þûra Bunlardý o nurdan dizilen halka-i kübra Bunlardý alan Suriye, Irak, ülke-i Kisra Bunlarla ziyadar o karanlýk koca sahra Bunlardý veren hasta, alîl gözlere bir fer Bunlardý o tarihe geçen þanlý gazanfer Her hepsi de bir zerre-i nuru o Habib'in Her an görünür gözlere ondan nice yüzbin Nur altýna girmiþ bulunan türlü cemaat Hem buldu beka, hem de bütün gördü adalet Ecdad-ý izamýn o büyük ruhlarý küskün Zira ne küfürler okunur onlara her gün Yaðmýþtý o gün âh ne kederler, ne elemler Âciz onu hep yazmaða, eller ve kalemler Binlerce yetimin yýkýlan kalbini sen yap Afvet yeter artýk, o Habib aþkýna ya Rab!.. Derken yeter artýk, bizi afvet güzel Allah Sarsýldý cihan, öldü de bir gümgüme nâgâh Buz parçasý halinde bulut, bir yere düþmüþ Erkek ve kadýn hepsi de ol semte üþüþmüþ sh: » (E: 104) Derhal açýlýp gökyüzü hem parladý ol nurdan gelen Risale-in Nur Hallak-ý Rahîm eyledi mahlukunu mesrur Zulmet daðýlýp baþladý bir yepyeni gündüz Bir neþ'e duyup sustu biraz aðlayan o göz Bir dem bile düþmezken onun âhý dilinden Kurtuldu, yazýk dertli beþer derdin elinden Ol taze güneþ, ülkeye serptikçe ýþýklar Hep þâd olacak, þevk bulacak kalbi kýrýklar Her kalbe sürur, her göze nur doldu bu günden Bir müjde verir sanki o bir þanlý düðünden Arzeyleyelim ol yüce Allah'a þükürler Kalkar bu kahr u cehl ü dalal, þirk ü küfürler Ol nur-u Hüda saldý ziya, kalbe safa hem Gösterdi beka, göçtü fena, buldu vefa hem Çýkmýþtý þakî, geldi nakî gördü adavet Eylerdi nefiy, oldu hafî nur-u hidayet Fýþkýrdý Risale-i Nur, ufuktan nur-u Risalet Ol nur-u Risalet verecek emn ü adalet Allah'a þükür, kalkmada hep cümle karanlýk Allah'a þükür, dolmada hep kalbe ferahlýk Allah'a þükür, iþte bugün perde açýldý Âlemlere artýk yine bir neþ'e saçýldý Artýk bu sönük canlara can üfledi canan Artýk bu gönül derdine ol eyledi derman Bir fasl-ý bahar baþladý illerde bu günden Bir sohbet-i gül baþladý dillerde bu günden sh: » (E: 105) Benden bana ben gitmek için Risale-i Nur diye koþtum Nur derdine düþtüm de denizler gibi coþtum Bir zerrecik olsun bulayým der de ararken Düþtüm yine derya gibi bir nura bugün ben Verdim ona ben gönlümü baþtan baþa artýk Maþukum odur þimdi benim, ben ona âþýk Ol nur-u ezel hem kararan kalblere lâyýk Ol nurdan alýr feyzini hem cümle halâyýk Kahreyledi ol zulmeti Risale-i Nur'a akanlar Nur kahrýna uðrar, ona hasmane bakanlar Küfrün bütün alayý hücum etse de ey nur Etmez seni dûr, kendi olur belki de makhur Sensin yine hazýr, yine sensin bize nâzýr Ey nur-u Rahîm, ey ebedî bir cilve-i kudret-i Fâtýr Bir neþ'e duyurdun imanla sýrr-ý ezelden Bir müjde getirdin bize ol namlý güzelden Madem ki içirdin bize ol âb-ý hayattan Bir zerre kadar kalmadý havf þimdi memattan Hasret yaþadýk nuruna yýllarca bütün biz Masum ve alîl, türlü bela çekti sebebsiz Yýllarca akan, kan dolu gözyaþlarý dinsin Zalim yere batsýn, o zulüm bir yere sinsin Yýllarca, asýrlarca bu nurun yine yansýn Öksüz ve yetim, dul ve alîl hepsi de kansýn sh: » (E: 106) Ey nur gülü, nur çehreni öpsem dudaðýndan Kalb bahçesinin kalbine diksem budaðýndan Her dem kokarak hem o güzel rayihasýndan Çýksam yine ben âlem-i fâni tasasýndan Nur güllerin açsýn, yine miskler gibi tütsün Sinemde bu can bülbülü tevhid ile ötsün Sensin bize bir neþ'e veren ol gül-ü hâlis Sensin bize hem cümleden a'lâ, dahi muhlis Ey Nur-u Risalet'ten gelen bir bürhan-ý Kur'an Ey sýrr-ý Furkan'dan çýkan hüccet-i iman Sendin bize matlub, yine sendin bize mev'ud Sayende bugün herkes olur zinde ve mes'ud Her an seni bekler ve sayýklardý bu dünya Hak kendini gösterdi, bugün bitti o rü'ya Bin üçyüz senedir topraða dönmüþ nice milyar Mü'min ve muvahhid seni gözlerdi hep ey yâr Her hepsi de senden yana söylerdi kelâmý Her hepsi de her an sana eylerdi selâmý Nur çehreni açsan, atarak perdeyi yüzden Söyler bana ruhum yine مَا ازْدَدْتُ يَقِينًا Vallah, ezelden bunu ben eyledim ezber Risale-in Nur'dur vallah o son müceddid-i ekber Yüzlerce sened, hem nice yüzlerce iþaret Eyler bu mukaddes koca davaya þehadet En baþta gelen þahid-i adl Hazret-i Kur'an Göstermiþ ayânen otuzüç yerde o bürhan يَامُدْرِكًا nin kalbine gömmüþ Esedullah Çok sýr ki, bilenler oluyor hep sana âgâh sh: » (E: 107) كُنْ قَادِرِىَّ الْوَقْتِ demiþ ol pîr-i muazzam Binlerce veli hem yine yapmýþ buna bin zam Mu'cizdir o söz, haktýr o öz, görmedi her göz Artýk bu muammalarý gel sen bize bir çöz Altýncý Söz'ün aldý bütün fiil ü sýfâtý Verdim de arýndým ona hem zât u hayatý Müflis ve fakir bekliyordum þimdi kapýnda Tevhide eriþtir beni, gel varýný sun da Ben ben diye, yazdýmsa da sensin yine ol ben Hiçten ne çýkar, hem bana benlik yine senden Afvet beni ey afvý büyük, lütfu büyük Risale-in Nur Bir dem bile hem eyleme senden beni ya Rabbena mehcur Nur aþkýna, Hak aþkýna, dost aþkýna ey nur Nurunla ve sýrrýnla bugün kýl bizi mesrur Ey Nur-u Ezel'den gelen Nur-u Muhammed (A.S.M.) Ey sýrr-ý imandan gelen nur-u müebbed Binlerce yetimin duyulan âhýný bir kes Sarsar o büyük arþý da vallah bu çýkan ses Vallah cemilsin, yeter artýk bu celalin Göster bize ey Nur-u Muhammed, bir kerre cemalin Dergâhýný aç, et bize ihsan, yine ey nur-u Risalet Biz dertli kuluz, kýl bize derman, yine ey nur-u hakikat Emmare olan nefsimizin emrine uyduk Ver bizlere sen nur ile îkan, yine ey Nur-u Kur'an Hýrs ateþi sönsün de gönül gülþene dönsün Saç nurunu, hem feyzini her an, yine ey nur-u iman Sen nur-u Bedi', Nur-u Rahîm'sin bize lütfet Hep isteðimiz aþk ile iman, yine ey Nur-u Ýlahî Dinin çekilip, dev gibi saldýrmada vahþet Rahmet bizi garketmeye tufan, yine ey Nur-u Rahmanî sh: » (E: 108) Pürnura boyansýn bütün âfâk-ý cihanýn Her yerde okunsun da bu Kur'an, yine ey Nur-u Sübhanî Mahbubuna uyduk, hepimiz ümmeti olduk Aðlatma yeter, et bizi handan, yine Ey Nur-u Rabbanî Ol Ravza-i Pâk-i Ahmed'i (A.S.M.) göster bize bir dem Artýk olalým hep ona kurban, yine Ey Nur-u Samedanî Ýslâm'a zafer ver, bizi kurtar, bizi güldür A'damýzý et hâk ile yeksan, yine ey Nur-u Furkanî Her belde-i Ýslâm ile, olsun bu yeþil yurd Tâ haþre kadar cennet-i canan, yine ey Nur-u imanî Ol Fahr-i Cihan, Âl-i Abâ hakký için ya Rab Hýfzet bizi âfât u beladan, ya Nur-el Envar, bihakký ismike-n Nur! Âciz, bîçare talebeniz Hasan Feyzi (Rahmetullahi Aleyh) * * * sh: » (E: 109) Aziz, sýddýk kardeþlerim! Gayet ehemmiyetli bir mes'eleyi -bundan evvel size icmalen beyan ettiðim mes'eleyi- tekrar size söylememe kuvvetli, manevî bir ihtar aldým. Þöyle ki: Perde altýndaki düþmanýmýz münafýklar, þimdiye kadar yaptýklarý gibi, adliyeyi ve siyaset ve idareyi zâhirî dinsizliðe âlet edip, bize hücumlarý akîm kaldýðý; ve Risale-i Nur'un fütuhatýna menfaati olan eski plânlarýný býrakýp, daha münafýkane ve þeytaný da hayrette býrakacak bir plân çevirdiklerine dair buralarda emareleri göründü. O plânlarýn en mühim bir esasý; has, sebatkâr kardeþlerimizi soðutmak, fütur vermek, mümkün ise Risale-i Nur'dan vazgeçirmektir. Bu noktada o kadar acib yalanlarý ve desiseleri istimal ediyorlar ki, Isparta ve havalisi, gül ve nur fabrikasýnýn kahraman þakirdleri gibi, çelik ve demir gibi bir sebat ve sadakat ve metanet lâzým ki dayanabilsin. Bazý da dost suretinde hulûl edip, korkutmak mümkünse, habbeyi kubbe edip evham veriyorlar. "Aman, aman Said'e yanaþmayýnýz! Hükûmet takib ediyor" diye zaîfleri vazgeçirmeye çalýþýyorlar. Hattâ bazý genç talebelere, hevesatlarýný tahrik için, bazý genç kýzlarý musallat ediyorlar. Hattâ Risale-i Nur erkânlarýna karþý da, benim þahsýmýn kusuratýný, çürüklüðünü gösterip; zâhiren dindar ehl-i bid'adan bazý þöhretli zâtlarý gösterip; "Biz de müslümanýz, din yalnýz Said'in mesleðine mahsus deðil" deyip, bize karþý perde altýnda cephe alan zýndýklara ve anarþilik hesabýna o safdil ehl-i diyanet ve hocalarý âlet edip istimal ediyorlar. Ýnþâallah bunlarýn bu plânlarý da akîm kalacak. Böyle heriflere dersiniz: "Biz, Risale-i Nur'un þakirdleriyiz. Said de, bizim gibi bir þakirddir. Risale-i Nur'un menbaý, madeni, esasý da Kur'andýr. Yirmi senedir emsalsiz tedkikat ve takibatla beraber, kýymetini ve galebesini en muannid düþmana da isbat etmiþtir. Onun tercümaný ve bir hizmetkârý olan Said ne halde olursa olsun, hattâ Said de -El'iyazübillah- Risale-i Nur'un aleyhine dönse, bizim sadakatýmýz ve alâkamýzý inþâallah sarsmayacak." deyip, o kapýyý kaparsýnýz. Fakat mümkün olduðu kadar Risale-i Nur'la meþgul olmak, elinden gelirse yazmak ve mübalaðalý propagandalara hiç ehemmiyet vermemek ve eskisi gibi tam ihtiyat etmek gerektir. Umum kardeþlerimize birer birer selâm ve dua ediyoruz. Said Nursî * * * sh: » (E: 110) Bu vatandaki milletin en büyük kuvveti olan âlem-i Ýslâm'ýn teveccühünü ve hamiyetini ve uhuvvetini kýrmak ve nefret verdirmek için, siyaseti dinsizliðe âlet ederek, perde altýnda küfr-ü mutlaký yerleþtirmek isteyenler, hükûmeti iðfal ve adliyeyi iki defadýr þaþýrtýp der: "Risale-i Nur þakirdleri, dini siyasete âlet eder; emniyete zarar vermek ihtimali var." Halbuki, bu memlekete maddî ve manevî bereketi ve fevkalâde hizmeti ve umum âlem-i Ýslâm'a taalluk edecek hakaiký câmi' olduðu, otuzüç âyât-ý Kur'aniyenin iþaretiyle ve Ýmam-ý Ali'nin (R.A.) üç keramet-i gaybiyesiyle ve Gavs-ý Azam'ýn kat'î ihbarýyla tahakkuk etmiþ olan Risale-i Nur'un, siyasetle alâkasý yoktur. Fakat küfr-ü mutlaký kýrdýðý için, küfr-ü mutlakýn altý olan anarþilik ve üstü olan istibdad-ý mutlaký esasýyla bozar, reddeder. Emniyeti ve asayiþi ve hürriyeti ve adaleti temin eder. Risale-i Nur'a daha vatana, idareye zararý dokunmak bahanesiyle tecavüz edilmez. Daha kimseyi o bahane ile inandýramazlar. Fakat cepheyi deðiþtirip, din perdesi altýnda bazý safdil hocalarý veya bid'a taraftarlarý veya enaniyetli sofî-meþreblileri, bazý kurnazlýklar ile, Risale-i Nur'a karþý iki sene evvel Ýstanbul'da ve Denizli civarýnda olduðu gibi istimal etmeye münafýklar belki çabalayacaklar. Ýnþâallah muvaffak olamazlar. * * * Kardeþlerim! Þimdi tam tahakkuk etti ki; resmen bana ihanet ve hakaret etmek, onunla teveccüh-ü ammeyi hakkýmda kýrmak için gizli bir tedbir kurulmuþ. Benim bütün dostlarýmý -perde altýnda- soðutmak ve ürkütmeye çalýþýyorlar. Halbuki Sikke-i Tasdik-i Gaybî onlarýn bütün propagandalarýný zîr ü zeber ediyor. Gerçi böyle dinsizlik hesabýna bana olan hakaret, bir derece beni sýkýyor; Eski Said'den kalma bazý damarlarýma dokunuyor. Fakat Risale-i Nur'un hârika fütuhatý ve þakirdlerinin ehl-i Link zu diesem Kommentar Auf anderen Seiten teilen Mehr Optionen zum Teilen...
Empfohlene Beiträge