Zum Inhalt springen
Qries Qries Qries Qries Qries Qries

Empfohlene Beiträge

Beþinci Kýsým

 

Denizli Hayatý

 

 

 

Risale-i Nurun neþriyat ve fütuhat dairesi gittikçe geniþliyor... Ýþtiyakla Nurlarý okuyanlar, günden güne ziyadeleþiyor. Risale-i Nurdaki hârika kuvvet ve te'siratýn neticesini müþahede eden gizli Ýslâmiyet düþmanlarý, yine bir entrika çevirip Risale-i Nura ve müellifi Bediüzzamana sûikasdla: "Bediüzzaman gizli cemiyet kuruyor, halký hükûmet aleyhine çeviriyor, inkýlâblarý kökünden yýkýyor. Mustafa Kemale deccal, süfyan, din yýkýcýsý diyor, bunu Hadîslerle isbat ediyor." gibi bir sürü bahaneler ve planlarla ittiham edilerek Kastamonu'dan Denizli Aðýr Ceza mahkemesine, yüz yirmialtý talebesiyle beraber 1943 senesinde sevkediliyor. (Hâþiye) Sonra Risale-i Nur Külliyatýnda siyasî bir mevzu olup olmadýðýný tedkik için birkaç memurdan müteþekkil bir ehl-i vukuf teþkil edilerek, müsadere edilen Nur Risaleleri ve mektublar tedkike baþlanýnca, Bediüzzaman, "Bu vukufsuz ehl-i vukuf, Risale-i Nuru tedkik edemez. Ankarada yüksek, ilmî bir ehl-i vukuf, teþkil ettirilsin. Avrupadan feylesoflar getirilsin. Eðer onlar bir suç bulurlarsa, en aðýr cezaya razýyým." der. Bunun üzerine Risale-i Nur Külliyatý ve bütün mektublar Ankarada profesörler ve yüksek âlimlerden mürekkeb bir ehl-i vukufa satýr satýr tedkik ettirilir. Ehl-i vukuf tarafýndan, "Bediüzzaman'ýn siyasî bir faaliyeti yoktur. Onun mesleðinde cemiyetçilik ve tarikatçýlýk mevcud deðildir. Eserleri ilmî ve îmanîdir, Kur'an'ýn bir tefsiridir" diye rapor veriliyor. Mahkemeye veriliþindeki ittihamlar, delilsiz ve isbatsýz olduðu için, bir takým uydurma bahane ve tertiblerden ibaret olduðu anlaþýlýyor. Neticede, Bediüzzaman büyük bir müdafaa yapýyor. Nihayet, mahkeme ittifakla 16/6/944 tarih ve 199/136 sayýlý beraet kararýný veriyor. Yüzotuz parça Risale-i Nur

 

___________________

 

(Hâþiye): Denizli hapsinin yegâne sebebi, Risale-i Nurun Isparta ve Kastamonu merkez olarak sair vilâyetlerde intiþarý ve böylece din muhabbetinin gittikçe tezayüd etmesi idi. Hattâ, Denizli hapsinden az evvel, Yedinci Þua olan "Ayet-ül Kübra" Risalesi Ýstanbulda gizli tabedilmiþti. Ýman hakikatlarýný harika bir surette izah ve isbat eden bu eser de, îmansýzlarý telâþa düþürmüþ ve Denizli hâdisesine bir sebeb gösterilmiþti.

 

sh: » (T: 375)

 

Külliyatýnýn hepsine serbestiyet verip, sahiblerine tamamen iade ediyor. Beraet kararýný, Temyiz Birinci Ceza Dairesi, 30/12/1944 tarihli ilâmla ittifakla tasdik edip, Risale-i Nur dâvâsýnýn hakkaniyeti kaziyye-i muhkeme halini alýyor.

 

Bediüzzaman Said Nursî ve talebelerinden bir kýsmý, hapiste dokuz ay kaldýktan sonra beraet kararý üzerine tahliye ediliyor. Fakat Said Nursî Hazretlerini, hapishanede zehirliyorlar, ölüm tehlikesi geçiriyor. Cenab-ý Hakkýn inayetiyle kurtuluyorsa da, tarihte hiçbir kimseye yapýlmayan zulüm, iþkence ve ihanetlere mâruz býrakýlýyor. Bediüzzaman, gizli dinsiz münafýklarýn tahrikatýyla girdiði bütün mahkemelerde olduðu gibi, bu idam plânýyla verildiði mahkemede de hak ve hakikatý, pervasýzca ve ölümü hiçe sayarak haykýrýyor.

 

Üstad Bediüzzaman, Denizli hapsinde "Meyve Risalesi"ni te'lif etmiþtir. Bu risale, bilâhare Asa-yý Musa mecmuasýnýn baþýnda neþredilmiþtir. Meyve Risalesini, iki Cuma gününde te'lif etmiþtir. Hapishanede bulunan bütün Nur talebeleri ve diðer mahpuslar, Meyve Risalesini yazmýþlar, o risalenin hakikatlarýyla iþtigal etmiþlerdir. Hapishaneye kâðýt sokulmuyordu. O eser, gizlice yazýlmýþtýr. Hattâ kibrit kutularýna yazmýþlar ve bu gibi þartlar altýnda çalýþmýþlardýr. (Hâþiye)

 

BEDÝÜZZAMAN SAÝD NURSÎNÝN DENÝZLÝ

 

MAHKEMESÝNDE YAPTIÐI MÜDAFAADAN

 

BAZI KISIMLAR

 

Evet; biz bir cemiyetiz ve öyle bir cemiyetimiz var ki, her asýrda, üçyüz elli milyon dahil mensublarý var. Ve her gün beþ defa namazla, o mukaddes cemiyetin prensiplerine kemal-i hürmetle alâkalarýný ve hizmetlerini gösteriyorlar. اِنَّمَا الْمُؤْمِنُونَ اِخْوَةٌ

 

Kudsî programiyle birbirinin yardýmýna, dualariyle ve mâne-

 

 

 

___________________________

 

(Hâþiye): "On Mes'ele"den ibaret olan çok ehemmiyetli "Meyve Risalesi" nden nümune olmak üzere Altýncý ve Yedinci Mes'eleler, Denizli Hayatýnýn sonuna dercedilmiþtir, müracaat edilsin.

 

 

 

sh:» (T: 376)

 

 

 

vî kazançlariyle koþuyorlar. Ýþte biz bu mukaddes ve muazzam cemiyetin efradýndanýz ve hususî vazifemiz de, Kur'anýn îmanî hakikatlarýný tahkikî bir surette ehl-i îmana bildirip, onlarý ve kendimizi idam-ý ebedîden ve daimî, berzahî haps-i münferidden kurtarmaktýr. Sâir dünyevî ve siyasî ve entrikalý cemiyet ve komitelerle ve bizim medar-ý ittihamýmýz olan cemiyetçilik gibi asýlsýz ve mânâsýz gizli cemiyetle hiçbir münasebetimiz yoktur ve tenezzül etmeyiz.

 

.....................................................................

 

Dünyaya karýþmak arzusu bizde bulunsaydý, böyle sinek výzýltýsý gibi deðil, top güllesi gibi ses ve patlak verecekti. Divan-ý Harb-i Örfîde ve Mustafa Kemalin hiddetine karþý divan-ý riyasette þiddetli ve dokunaklý müdafaa eden bir adam, onsekiz sene zarfýnda kimseye sezdirmeden dünya entrikalarýný çeviriyor, diye onu ittiham eden elbette bir garazla eder. Bu mes'elede, benim þahsýmýn veya bazý kardeþlerimin kusuriyle Risale-i Nura hücum edilmez! O, doðrudan doðruya Kur'ana baðlanmýþ! Ve Kur'an dahi Arþ-ý Âzam ile baðlýdýr. Kimin haddi var, elini oraya uzatsýn, o kuvvetli ipleri çözsün.

 

 

 

Hem, bu memlekete maddî ve mânevî bereketi ve fevkalâde hizmeti, otuzüç Âyat-ý Kur'aniyenin iþârâtý ile Ýmam-ý Ali Radiyallahu Anhýn üç keramat-ý gaybiyesiyle ve Gavs-ý Âzamýn kat-i ihbariyle tahakkuk etmiþ olan Risale-i Nur, bizim âdi ve þahsî kusurumuzdan mes'ul olmaz ve olamaz ve olmamalý! Yoksa bu memlekete hem maddî, hem mânevî, telâfi edilmeyecek derecede zarar olacak. (Hâþiye) Bazý zýndýklarýn þeytanetiyle Risale-i Nura karþý çevrilen plânlar ve hücumlar, Ýnþâallah bozulacaklar. Onun þakirdleri baþkalara kýyas edilmez; daðýttýrýlmaz, vazgeçirilmez, Cenab-ý Hakkýn inayetiyle maðlûb edilmezler! Eðer maddî müdafaadan Kur'an menetmeseydi, bu milletin can damarý hükmünde, umumun teveccühünü kazanan ve her tarafta bulunan o þâkirdler, Þeyh Said ve Menemen Hâdiseleri gibi cüz'î ve neticesiz hâdiselerle bulaþmazlar; Allah etmesin eðer mecburiyet derecesinde onlara zulmedilse ve Risale-i Nura hücum edilse,

 

_______________________________

 

Hâþiye: Bu istida, Kastamonu zelzelesinden yirmi gün evvel yazýlmýþtý. Risale-i Nur bereketiyle her vilâyetten ziyade âfâttan mahfuz kalmýþtý. Þimdi âfât baþladý ve dâvamýzý tasdik etti!..

 

 

 

sh:» (T: 377)

 

elbette hükûmeti iðfal zýndýklar ve münafýklar bin derece piþman olacaklar!

 

 

 

Elhasýl; madem biz ehl-i dünyanýn dünyalarýna iliþmiyoruz, onlar da bizim Âhiretimize, îmanî hizmetimize iliþmesinler!

 

Mevkuf

 

SAÝD NURSÎ

 

 

 

* * *

 

 

 

بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ

 

 

 

Efendiler!

 

 

 

Size kat'î haber veriyorum ki: Buradaki zatlarýn, bizimle ve Risale-i Nurla münasebeti olmýyan veya az bulunanlardan baþka, istediðiniz kadar hakikî kardeþlerim ve hakikat yolunda hakikatlý arkadaþlarým var. Biz, Risale-i Nurun keþfiyat-ý kat'iyyesiyle iki kere iki dört eder derecesinde sarsýlmaz bir kanaatle bilmiþiz ki; ölüm bizim için, sýrr-ý Kur'an ile, idam-ý ebedîden terhis tezkeresine çevrilmiþ; ve bize muhalif ve dalâlette gidenler için o kat'î ölüm, ya idam-ý ebedi (Eðer Âhirete kat'î îmaný yoksa), veya ebedî ve karanlýklý haps-i münferiddir. (Eðer Âhirete inansa ve sefahet ve dalâletde gitmiþ ise). Acaba dünyada bu mes'eleden daha büyük, daha ehemmiyetli bir mes'ele-i insaniye var mý ki, bu ona âlet olsun? Sizden soruyorum! Madem yoktur ve olamaz, neden bizimle uðraþýyorusunuz? Biz, en aðýr cezanýza karþý kendimiz, âlem-i nura gitmek için bir terhis tezkeresini alýyoruz diye kemal-i metanetle bekliyoruz. Fakat bizi reddedip, dalâlet hesabýna mahkûm edenleri, sizi bu meclisde gördüðümüz gibi, idam-ý ebedî ile ve haps-i münferidle mahkûm ve pek yakýn bir zamanda o dehþetli cezayý çekeceklerini müþahede derecesinde biliyoruz, belki görüyoruz, onlara insaniyet damariyle cidden acýyoruz. Bu kat'î ve ehemmiyetli hakikatý isbat etmeye ve en mütemerridleri dahi ilzam etmeye hazýrým! Deðil vukufsuz garazkâr mâneviyatta behresiz ehl-i vukufa karþý belki en büyük âlim ve feylesoflarýnýza karþý gündüz gibi isbat etmezsem her cezaya razýyým! Ýþte yalnýz bir nümune olarak, iki Cuma gününde mahpuslar için te'lif edilen ve Risale-i Nurun umdelerini ve hülâsa ve esaslarýný beyan ederek

 

 

 

 

 

sh:» (T: 378)

 

 

 

Risale-i Nurun bir müdafaanamesi hükmüne geçen Meyve Risalesini ibraz ediyorum ve Ankara makamatýna vermek için yerin harflerle yazdýrmaya müþkilâtlar içinde gizli çalýþýyoruz. Ýþte onu okuyunuz, tam dikkat ediniz, eðer kalbiniz (nefsinize karýþmam) beni tasdik etmezse, bana þimdiki tecrid-i mutlak içinde her hakaret ve iþkenceyi de yapsanýz, sükût edeceðim!

 

 

 

Elhasýl: Yâ, Risale-i Nuru tam serbest býrakýnýz, veyahut bu kuvvetli ve zedelenmez hakikatý elinizden gelirse kýrýnýz! Ben þimdiye kadar sizi ve dünyanýzý düþünmüyordum ve düþünmiyecektim, fakat mecbur ettiniz, belki de sizi ikaz etmek lâzým idi ki, kader-i Ýlâhi bizi bu yola sevketti, Biz de,

 

مَنْ اَمَنَ بِالْقَدَرِ اَمَنَ مِنَ الْكَدَرِ düstur-u kudsîyi kendimize rehber edip, herbir sýkýntýlarýnýzý sabýr ile karþýlayacaðýz, diye azmettik.

 

 

 

Mevkuf

 

SAÝD NURSÎ

 

 

 

* * *

 

 

 

بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ

 

Zaman-ý Saadetten þimdiye kadar câri bir âdet-i Ýslâmiyeye ittibaen Risale-i Nurun hususî menbalarý olan yüzer Âyât-ý meþhûreyi, büyük bir en'âm gibi «Hizb-i Kur'anî» yaptýðýmýzý, «Dinde tahrifat yapýyor» diye muaheze etmiþler.

 

 

 

Hem, bir sene cezasýný çektiðim ve mahrem tutulan zabýtnamede kaydedildiði gibi odun yýðýnlarý altýndan çýkarýlan Tesettür Risalesiyle, bu sene yazýlmýþ ve neþredilmiþ gibi bizi ittiham etmek ister.

 

 

 

Hem, Ankarada hükûmetin riyasetinde bulunan birisine (Mustafa Kemal'e) söylediðim itirazlara ve aðýr sözlere mukabele etmeyip sükût eden ve o öldükten sonra onun yanlýþýný gösteren bir hakikat-ý hadîsiyeyi beyandaki fýtrî ve lüzumlu ve mahrem tenkidlerim, medar-ý mes'uliyet yapýlmýþ ölmüþ ve hükûmetten alâkasý kesilmiþ bir þahsýn hatýrý nerede? Ve hükûmetin ve mil-

 

 

 

 

 

sh:» (T: 379)

 

letin bir hâtýrasý ve Cenab-ý Hakkýn bir tecelli-i hâkimiyeti olan adaletleri, kanunlarý nerede?

 

Hem; biz, hükümet-i cumhuriye ve esaslarýndan en ziyade kendimize medar-ý istinad ve onun ile kendimizi müdafaa ettiðimiz «hürriyet-i vicdan» esasý, bizim aleyhimizde medar-ý mes'uliyet tutulmuþ, güya biz hürriyet-i vicdan esasýna muarýz gidiyoruz!

 

Hem, medeniyetin seyyiatýný ve kusurlarýný tenkid etmesinden hatýr ve hayalime gelmiyen birþeyi, zabýtnamelerde isnad ediyor. Gûya ben, radyo (Hâþiye 1), tayyare ve þimendiferin kullanýlmasýný kabul etmiyorum, diye terakkiyat-ý hâzýra aleyhinde bulunduðumla mes'ul ediyor.

 

Ýþte, bu nümunelerine kýyasen ne kadar hilâf-ý adalet bir muamele olduðunu, Ýnþâallah, insaflý adaletli olan Denizli müddeiumumisi ve mahkemesi göstererek, o zabýtnamelerin evhamlarýna ehemmiyet vermiyecekler.

 

Hem en acîbi budur ki; baþka mahkemenin müddeiumumisi benden sordu: "Mahrem Beþinci Þuada demiþsin; (Ordu, dizginini o dehþetli þahsýn elinden kurtaracak.) Muradýn, orduyu hükûmete karþý itaatsizliðe sevketmektir." Ben de dedim; "Maksadým; o kumandan ya ölecek veya tebdil edilecek, ordu onun tahakkümünden kurtulacak demektir. Acaba; hem gayet mahrem, sekiz senede yalnýz iki defa elime geçen ve ayný zamanda kaybedilen, hem âhirzamana ait bir Hadîsin mânâsýný küllî bir surette beyan eden, hem aslý eskiden te'lif edilen bir risale, hem bir tek nefer görmediði halde nasýl sebeb-i ittiham olur?" Maatteessüf, o insafsýzlarýn o acîb ittihamý iddianameye girmiþ.

 

Hem en garibi þudur ki, bir yerde demiþim: Cenab-ý Hakkýn büyük nimetleri olan tayyare, þimendifer ve radyoya büyük þükür ile mukabele lâzýmken, beþer þükür etmedi. Tayyareler ile baþlarýna bomba yaðdý. Ve radyo, öyle büyük bir nimet-i Ýlâhiyyedir ki, ona mukabil þükür ise; o radyo, milyonlar dilli bir küllî

 

_____________________________

 

Hâþiye 1: Radyo gibi azîm bir nimet-i Ýlâhiyyeye karþý azîm bir þükür olmak için, «Radyo, Kur'aný okuyup bütün zemin yüzündeki insanlara dinlettirip küre-i havanýn bir hâfýz-ý Kur'an olmasýdýr.» demiþtim.

 

 

 

sh: » (T: 380)

 

hâfýz-ý Kur'an olup, bütün zemin yüzündeki insanlara Kur'aný dinlettirsin (Hâþiye 2) ve Yirminci Sözde Kur'ânýn medeniyet harikalarýndan gaybî haber verdiðini beyan ederken, bir Âyetin iþareti olarak, "Kâfirler, þimendifer ile Âlem-i Ýslâmý maðlûb ederler." demiþim. Ýslâmý, bu harikalara teþvik ettiðim halde bir sebeb-i ittiham olarak, "Þimendifer ve tayyare ve radyo gibi terakkiyat-ý hâzýra aleyhinde" diye, iddianamenin âhirinde beni evvelki müddeiumumînin garazlarýna binaen ittiham eder.

 

Hem; hiçbir münasebeti olmadýðý halde bir adam, Risale-i Nurun ikinci bir ismi olan «Risalet-ün-Nur» tabirinden, «Kur'anýn nurundan bir risalettir, bir ilhamdýr» demiþ. Ýddianamede, baþka yerin verdikleri yanlýþ mâna ile, gûya «Risale-i Nur bir Resûldür.» diye benim için bir sebeb-i ittiham tutulmuþ.

 

Hem, müdafaatýmda yirmi yerde kat'î bir surette hüccetler ile isbat etmiþiz ki: Bütün dünyaya karþý da olsa, din ve Kur'an ve Risale-i Nuru âlet edemeyiz ve edilmez! Ve biz, onlarýn bir hakikatýný dünya saltanatýna deðiþtirmeyiz ve bilfiil öyleyiz! Bu dâvânýn emareleri yirmi senede binlerdir. Madem böyledir, ben ve biz bütün kuvvetimizle deriz:

 

 

 

حَسْبُنَا اللَّهُ وَنِعْمَ الْوَكِيلُ

 

 

 

SAÝD NURSÎ

 

* * *

 

بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ

 

Ýddianâmeye karþý itiraznamenin tetimmesidir.

 

Bu itirazda muhatabým, Denizli mahkemesi ve müddeiumumisi deðil, belki baþta Isparta ve Ýnebolu müddeiumumileri olarak, yanlýþ ve nâkýs zabýtnameleriyle buradaki acîb iddianameyi aleyhimize verdiren garazkâr ve vehham memurlardýr.

 

______________________

 

(Hâþiye 2) Üstadýmýzýn senelerce evvel haber verdiði ve temennî ettiði bir hakikat memleketimizde de tahakkuk etmiþ bulunuyor. Elhamdülillâh, þimdi radyomuzda Kur'an okunuyor. Ýnþâallah öyle bir zaman gelecektir ki, Kur'an hakikatlarý olan Risale-i Nur, radyolarla ders verilecek, beþeriyet büyük istifadelere nail olacaktýr.

 

 

 

sh:» (T: 381)

 

Evvelâ, asl ve faslý olmayan ve hatýrýma gelmiyen bir siyâsî cemiyet nâmýný, mâsum ve siyasetle hiç alâkalarý olmayan Risale-i Nur talebelerine takýp ve o daire içine giren ve îman ve âhiretinden baþka hiçbir maksatlarý bulunmýyan bîçareleri, o cemiyetin nâþiri, ya faal bir rüknü veya mensubu veya Risale-i Nuru okumuþ veya okutmuþ veya yazmýþ diye suçlu sayýp mahkemeye vermek ne kadar adâletin mahiyetinden uzak olduðuna kat'î bir hücceti þudur ki: Kur'an aleyhinde yazýlan Doktor Duzinin ve sair zýndýklarýn o muzýr eserlerini okuyanlara «Hürriyet-i fikir ve hürriyet-i ilmiye» düsturiyle bir suç sayýlmadýðý halde, hakikat-ý Kur'aniyeyi ve îmaniyeyi, öðrenmeye gayet muhtaç ve müþtak olanlara güneþ gibi bildiren Risale-i Nur okumak ve yazmak bir suç sayýlmýþ. Ve hem, yüzer risale içinde, yanlýþ mânâ verilmemek için mahrem tuttuðumuz ve neþrine izin vermediðimiz iki üç risalede yalnýz birkaç cümlelerini bahane gösterip ittiham etmiþ. Halbuki o risaleleri (biri müstesna) Eskiþehir mahkemesi tetkik etmiþ, îcabýna bakmýþ. Ve müstesna ise, hem istidamda ve hem itiraznamemde gayet kat'î cevab verildiði.. ve «Elimizde nur var, siyaset topuzu yok!» diye Eskiþehir mahkemesinde yirmi vecihle kat'î isbat edildiði halde, o insafsýz müddeiler, üç mahrem ve neþrolmayan risalelerin üç dört cümlelerini bütün Risale-i Nura teþmil eder gibi, Risale-i Nuru okuyan ve yazaný suçlu ve beni de «Hükûmet ile mübareze eder» diye ittiham etmiþler.

 

 

 

Ben ve bana yakýn ve benim ile görüþen dostlarýmý iþhad ve kasemle temin ederim ki, bu on seneden ziyadedir ki, iki reisden ve bir meb'usdan ve Kastamonu valisinden baþka hükûmetin erkânýný, vükelâsýný; kumandanlarý, me'murlarý, meb'uslarý kimler olduðunu kat'iyyen bilmiyorum ve bilmeyi de merak etmemiþim. Acaba hiç imkâný var mý ki, bir adam mübareze ettiði adamlarý tanýmasýn ve bilmeye merak etmesin? Dost mu, düþman mý? Karþýsýndakini tanýmasýna ehemmiyet vermesin!

 

 

 

Bu hallerden anlaþýlýyor ki; bil'iltizam, her halde beni mahkûm etmek için gayet asýlsýz bahaneleri îcad ederler. Madem keyfiyet böyledir, ben de buranýn mahkemesine deðil, belki o insafsýzlara derim: Ben, sizin bana vereceðiniz en aðýr cezanýza da beþ para vermem! Ve hiç ehemmiyeti yok! Çünki ben, kabir kapýsýnda, yetmiþ yaþýndayým. Böyle mazlum ve mâsum bir iki sene hayatý, þehadet mertebesiyle deðiþtirmek benim için büyük saadettir.

 

 

 

sh:» (T: 382)

 

Risale-i Nurun binler hüccetleriyle kat'î îmaným var ki, ölüm bizim için bir terhis tezkeresidir. Eðer idam da olsa, bizim için bir saat zahmet, ebedî bir saadetin ve rahmetin anahtarý olur. Fakat siz, ey zýndýka hesabýna adliyeyi þaþýrtan ve hükûmeti bizimle sebebsiz meþgul eden insafsýzlar! Kat'î biliniz ve titreyiniz ki: Siz, idam-ý ebedî ile ve ebedî haps-i münferid ile mahkûm oluyorsunuz. Ýntikamýmýz sizden pek çok ve muzaaf bir surette alýnýyor görüyoruz; hattâ size acýyoruz. Evet, bu þehri yüz defa mezaristana boþaltan ölüm hakikatý, elbette hayattan ziyade bir istediði var. Ve onun idamýndan kurtulmak çaresi, insanlarýn her mes'elesinin fevkinde en büyük ve en ehemmiyetli ve en lüzumlu bir ihtiyac-ý zarurî ve kat'îsidir. Acaba bu çareyi kendine bulan Risale-i Nur þakirdlerini ve o çareyi binler hüccetler ile bulduran Risale-i Nuru âdi bahaneler ile ittiham edenler, ne kadar kendileri hakikat ve adâlet nazarýnda müttehem oluyor, divaneler de anlar.

 

 

 

Bu insafsýzlarý aldatan ve hiçbir münasebeti olmýyan bir siyâsî cemiyet vehmini veren üç maddedir:

 

 

 

Birincisi: Eskidenberi benim talebelerim, benim ile kardeþ gibi þiddetli alâkadar olmalarý; bir cemiyet vehmini vermiþ.

 

 

 

Ýkincisi: Risale-i Nurun bazý þâkirdleri, her yerde bulunan ve cumhuriyet kanunlarý müsaade eden ve iliþmiyen ve cemaat-i Ýslâmiye hey'etleri gibi hareket etmelerinden bir cemiyet zannedilmiþ. Halbuki, o mahdud üç-dört þâkirdin niyetleri cemiyet memiyet deðil, belki sýrf hizmet-i îmaniyede hâlis bir kardeþlik ve uhrevî tesanüddür.

 

 

 

Üçüncüsü: O insafsýzlar, kendilerini dalâlet ve dünyaperestlikte bildiklerinden ve hükûmetin bazý kanunlarýný kendilerine müsait bulduklarýndan, fikren diyorlar ki: «Herhalde Said ve arkadaþlarý, bizlere ve hükûmetin bizim medenice nâmeþru hevesatýmýza müsait kanunlarýna muhalifdirler. Öyle ise muhalif bir cemiyet-i siyasiyedirler.»

 

 

 

Ben de derim: Hey bedbahtlar! Dünya ebedî olsaydý ve insan, içinde dâimî kalsaydý; ve insanî vazifeler yalnýz siyaset bulunsaydý, belki bu iftiranýzda bir mânâ bulunabilirdi. Hem eðer ben siyasetle iþe girseydim, yüz risalede on cümle deðil, belki bin cümleyi, siyasetvârî ve mübarezekârâne bulacaktýnýz. Hem farz-ý muhal olarak, eðer biz dahi sizin gibi bütün kuvvetimizle dünya

 

sh:» (T: 383)

 

maksadlarýna ve keyflerine ve siyasetlerine çalýþýyoruz diye -ki, þeytan da bunu inandýrmaya çalýþamýyor ve kimseye kabul ettiremez- Haydi, böyle de olsa, madem bu yirmi senede hiçbir vukuatýmýz gösterilmiyor ve hükûmet ele bakar, kalbe bakamaz ve herbir hükûmette þiddetli muhalifler bulunur. Elbette yine adliye kanunu ile bizleri mes'ul etmezsiniz! Son sözüm:

 

حَسْبِىَ اللَّهُ لآاِلَهَ اِلاَّ هُوَ عَلَيْهِ تَوَكَّلْتُ وَهُوَ رَبُّ الْعَرْشِ الْعَظِيمِ

 

SAÝD NURSÎ

 

 

 

* * *

 

 

 

بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ

 

 

 

Eskiþehir mahkemesinde gizli kalmýþ, resmen zabta geçmemiþ ve müdafaatýmda dahi yazýlmamýþ bir eski hâtýrayý ve lâtif bir vâkýa-i müdafaayý beyan ediyorum.

 

 

 

Orada benden sordular ki: «Cumhuriyet hakkýnda fikrin nedir?» Ben de dedim: Eskiþehir mahkeme reisinden baþka, daha sizler dünyaya gelmeden, ben, dindar bir cumhuriyetçi olduðumu elinizdeki tarihçe-i hayatým isbat eder. Hülâsasý þudur ki; o zaman, þimdiki gibi, hâli bir türbe kubbesinde inzivada idim. Bana çorba geliyordu, ben de tanelerini karýncalara verirdim; ekmeðimi onun suyu ile yerdim. Ýþitenler benden soruyordular, ben de derdim: «Bu karýnca ve arý milletleri, cumhuriyetçidirler, o cumhuriyet-perverliklerine hürmeten tanelerini karýncalara verirdim.» Sonra dediler: «Sen, Selef-i Sâlihîne muhalefet ediyorsun?» Cevaben diyordum: «Hulefa-i Râþidîn; herbiri hem halife, hem reis-i cumhur idi. Sýddîk-ý Ekber (R.A.), Aþere-i Mübeþþereye ve Sahabe-i kirama elbette reis-i cumhur hükmünde idi. Fakat mânâsýz isim ve resim deðil, belki hakikat-ý adâleti ve hürriyet-i þer'iyyeyi taþýyan, mânâ-yý dindar cumhuriyetin reisleri idiler.»

 

 

 

Ýþte ey müddeimumi ve mahkeme âzâlarý! Elli seneden beri bende bulunan bir fikrin aksiyle beni ittiham ediyorsunuz. Eðer lâik cumhuriyet soruyorsanýz; ben biliyorum ki, lâik mânâsý, bîtaraf kalmak, yâni hürriyet-i vicdan düsturiyle dinsizlere ve sefahetçilere iliþmediði gibi, dindarlara ve takvacýlara da iliþmez bir

 

 

 

 

 

sh:» (T: 384)

 

 

 

hükûmet telâkki ederim. On senedir -þimdi yirmi sene oluyor- ki, hayat-ý siyasîye ve içtimaîyeden çekilmiþim. Hükûmet-i cumhuriye ne hal kesbettiðini bilmiyorum. El'iyazü billâh, eðer dinsizlik hesabýna, îmanýna ve âhiretine çalýþanlarý mes'ul edecek kanunlarý yapan ve kabul eden bir dehþetli þekle girmiþ ise, bunu size bilâperva ilân ve ihtar ederim ki: Bin caným olsa, îmana ve âhiretime feda etmeye hazýrým. Ne yaparsanýz yapýnýz! Benim son sözüm,

 

 

 

حَسْبَنَا اللَّهُ وَنِعْمَ الْوَكِيلُ olarak, siz beni idam ve aðýr ceza ile zulmen mahkûm etmenize mukabil derim: Ben, Risale-i Nurun keþf-i kat'îsi ile idam olmuyorum, belki terhis edilip nur âlemine ve saadet âlemine gidiyorum. Ve sizi, ey dalâlet hesabýna bizi ezen bedbahtlar! Ýdam-ý ebedî ile ve dâimî haps-i münferid ile mahkûm bildiðimden ve gördüðümden, tamamiyle intikamýmý sizden alarak, kemal-i rahat-ý kalble teslim-i ruh etmeye hazýrým!

 

 

 

Mevkuf

 

SAÝD NURSÎ

 

* * *

 

 

 

بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ

 

 

 

Efendiler! Çok emarelerle kat'î kanaatým gelmiþ ki; hükûmet hesabýna, «hissiyat-ý diniyeyi âlet ederek emniyet-i dahiliyeyi ihlâl etmek» için bize hücum edilmiyor. Belki bu yalancý perde altýnda, zýndýka hesabýna, bizim, îmanýmýz için ve îmana ve emniyete hizmetimiz için bize hücum edildiðine çok hüccetlerden bir hücceti þudur ki: Yirmi sene zarfýnda, Risale-i Nurun yirmibin nüshalarý ve parçalarýný yirmibin adamlar okuyup kabul ettikleri halde, Risale-i Nurun þâkirdleri tarafýndan emniyetin ihlâline dair hiçbir vukuat olmamýþ ve hükûmet kaydetmemiþ ve eski ve yeni iki mahkeme bulmamýþ. Halbuki, böyle kesretli ve kuvvetli propaganda, yirmi günde vukuatlar ile kendini gösterecekti. Demek, hürriyet-i vicdan prensibine zýd olarak, bütün dindar nasihatçýlara þâmil, lâstikli bir kanunun yüzaltmýþ üçüncü maddesi sahte bir maskedir. Zýndýklar, bazý erkân-ý hükûmeti iðfal ederek,

 

 

 

 

 

sh:» (T: 385)

 

 

 

adliyeyi þaþýrtýp, bizi herhalde ezmek istiyorlar.

 

 

 

Madem hakikat budur, biz de bütün kuvvetimizle deriz: Ey dinini dünyaya satan ve küfr-ü mutlaka düþen bedbahtlar! Elinizden ne gelirse yapýnýz. Dünyanýz baþýnýzý yesin.. ve yiyecek! Yüzer milyon kahraman baþlar feda olduklarý bir kudsî hakikata, baþýmýz dahi feda olsun! Her ceza ve idamýnýza hazýrýz! Hapsin harici, bu vaziyette, yüz derece dahilinden daha fenadýr. Bize karþý gelen böyle bir istibdad-ý mutlak altýnda hiçbir hürriyet; ne hürriyet-i ilmiye, ne hürriyet-i vicdan, ne hürriyet-i diniye; olmamasýndan ehl-i namus ve diyanet ve tarafdar-ý hürriyet olanlar ya ölmek veya hapse girmekten baþka çaresi kalmaz! Biz de,

 

اِنَّا لِلَّهِ وِاِنَّا اِلَيْهِ رَاجِعُونَ diyerek Rabbimize dayanýyoruz.

 

 

 

Mevkuf

 

SAÝD NURSÎ

 

 

 

* * *

 

 

 

بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ

 

Mahkeme reisi Ali Rýza Bey Efendi,

 

 

 

Hukukumu müdafaa etmek için ehemmiyetli bir talebim ve bir ricam var. Ben yeni harfleri bilmiyorum ve eski yazým da pek nâkýsdýr, hem beni baþkalarla görüþtürmüyorlar, âdeta tecrid-i mutlak içindeyim. Hattâ iddianame, onbeþ dakikadan sonra benden alýndý. Hem avukat tutmak iktidarým yok. Hattâ size takdim ettiðim müdafaâtýmýn, çok zahmetle, bir kýsmý gizli olarak ancak yeni harf ile bir suretini alabildim. Hem Risale-i Nurun bir nevi müdafaanamesi ve mesleðinin hülâsasý olan Meyve Risalesinin bir suretini müddeiumuma vermek için ve bir iki suretini Ankara makamatýna göndermek için yazdýrmýþtým. Birden onlarý elimden aldýlar, daha vermediler. Halbuki Eskiþehir adliyesi, bize bir makineyi hapse gönderdi. Biz müdafaâtýmýzý onda, yeni harfle bir iki nüsha yazdýk; hem o mahkeme dahi yazdý. Ýþte ehemmiyetli talebim: Ya bize bir makineyi siz veriniz veya bize müsaade ediniz, biz celbedeceðiz. Ta ki hem müdafaatýmý, hem Risale-i Nurun müdafaânamesi hükmündeki risaleyi yeni harfle iki-üç suretini alýp,

 

 

 

 

 

sh:» (T: 386)

 

 

 

hem Adliye Vekâletine, hem hey'et-i vekileye, hem meclis-i meb'usana, hem Þûra-yý devlete göndereceðiz. Çünki, iddianâmede bütün esas, Risale-i Nurdur ve Risale-i Nura ait dâva ve itiraz, cüz'i bir hâdise ve þahsî bir mes'ele deðil ki çok ehemmiyet verilmesin. Belki bu milleti ve memleketi ve hükûmeti ciddî alâkadar edecek ve dolayýsiyle Âlem-i Ýslâmýn nazar-ý dikkatini ehemmiyetli bir surette celbedecek bir küllî hâdise hükmünde ve umumî bir mes'eledir.

 

 

 

Evet, Risale-i Nura perde altýnda hücum eden, ecnebi parmaðýyle bu vatandaki milletin en büyük kuvveti olan Âlem-i Ýslâmýn teveccühünü ve muhabbetini ve uhuvvetini kýrmak ve nefret verdirmek için siyaseti dinsizliðe âlet ederek perde altýnda küfr-ü mutlaký yerleþtirenlerdir ki, hükûmeti iðfal ve adliyeyi iki defadýr þaþýrtýp, der: «Risale-i Nur ve þâkirdleri, dini siyasete âlet eder, emniyete zarar ihtimali var.»

 

 

 

Hey bedbahtlar! Risale-i Nurun, gerçi siyesetle alâkasý yoktur; fakat küfr-ü mutlaký kýrdýðý için, küfr-ü mutlakýn altý olan anarþiliði ve üstü olan istibdad-ý mutlaký esasiyle bozar, reddeder. Emniyeti, asayiþi, hürriyeti, adaleti te'min ettiðine yüzer hüccetlerden biri, bu müdafaanâmesi hükmündeki Meyve Risalesidir. Bunu, âli bir heyet-i ilmiye ve ictimaiye tedkik etsinler, Eðer beni tasdik etmezlerse, ben her cezaya ve iþkenceli idama razýyým!

 

 

 

Mevkuf

 

SAÝD NURSÎ

 

 

 

* * *

 

 

 

بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ

 

 

 

Reis Beyefendi;

 

 

 

Kararnamede üç madde esas tutulmuþ.

 

 

 

Birisi: Cemiyettir. Ben buradaki bütün Risale-i Nur þâkirdlerini ve benimle görüþenleri veya okuyan ve yazanlarýný ayniyle iþhad ediyorum, onlardan sorunuz ki, ben hiç birisine dememiþim; «Bir cemiyet-i siyasiye veya cemiyet-i nakþiye teþkil edeceðiz.» Daima dediðim budur: Biz, îmanýmýzý kurtarmaya çalýþacaðýz. Umum ehl-i îman dahil olduklarý ve üçyüz milyondan ziyade

 

 

 

 

 

sh:» (T: 387)

 

 

 

efradý bulunan bir mukaddes cemaat-i Ýslâmiyeden baþka mabeynimizde medar-ý bahs olmadýðýný ve Kur'ânda «Hizbullah» nâmý verilen ve umum ehl-i îmanýn uhuvveti cihetiyle kendimizi, Kur'âna hizmetimiz için Hizbül-Kur'ân, Hizbullah dairesinde bulmuþuz. Eðer kararnamede bu mâna murad ise, bütün ruhumuzla, kemal-i iftiharla itiraf ederiz. Eðer baþka mânâlar murad ise, onlardan haberimiz yoktur!

 

 

 

Ýkinci Madde: Kararnamenin itirafiyle, Kastamonu zâbýtasýnýn rapor ve tasdikiyle, hiç neþrolunmýyacak tarzda odun ve kömür yýðýnlarý altýnda ve mýhlý sandýklarda bulunan ve Eskiþehir Mahkemesinin tetkikinden ve tenkidinden geçen ve bir hafif cezayý çektiren ve kat'iyyen mahrem tutulan «Tesettür Risalesi» ve «Hücumat-ý Sitte ve Zeyli» risalesi gibi kitablardan bazý cümlelerine yanlýþ mânâ vererek, dokuz sene evvelki zamana bizi götürüp, cezasýný çektiðimiz suç ile mes'ul etmek estiyor.

 

 

 

Üçüncü Madde: Kararnamede kaç yerinde: «Devletin emniyetini ihlâl edebilir veya yapabilir.» gibi tâbirlerle imkânât, vukuat yerinde istimâl edilmiþ. Herkes, mümkündür ki bir katl yapsýn, bu imkân ile mes'ul olabilir mi?

 

 

 

Mevkuf

 

SAÝD NURSÎ

 

 

 

* * *

 

 

 

بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ

 

 

 

Reis Beyefendi!

 

 

 

Ankara makamâtýna, Reisicumhura istida suretinde gönderildiðim müdafaanâmemi ve baþvekâletin de bunu ehemmiyetle kabul ettiklerini gösteren cevabî mektubunu rabten sunuyorum, takdim ederim. Makam-ý iddianýn aleyhimizde beyan ettiði asýlsýz, ittihamkârâne evhamýn kat'î cevablarý bu müdafaâtýmda vardýr. Sâir yerlerin garazkârane ve sathî zabýtnamelerine bina edilen buranýn ehl-i vukuf raporunda hilâf-ý vâki ve mantýksýz çok sözler vardýr ki, onlara karþý da bu itiraznamem takdim edilmiþti. Ezcümle:

 

 

 

Size evvelce arzettiðim gibi Eskiþehir mahkemesine, 163' üncü

 

 

 

 

 

sh:» (T: 388)

 

 

 

madde ile beni mahkûm etmek istedikleri zaman demiþtim: Hükûmet-i Cumhuriyetin ikiyüz meb'usu içinde ayný rakam 163 meb'usun imzalariyle Vandaki Dârül-Fünunuma (medreseme) yüzelli bin banknot tahsisat kabul etmeleri ve onun ile hükûmet-i Cumhuriyenin bana karþý teveccühü, bu 163'üncü maddeyi hakkýmda hükümden iskat ediyor, dediðim halde, o ehl-i vukuf, «163 meb'us Said aleyhinde takibat yapmýþlar» diye tahrif etmiþ. Ýþte makam-ý iddia da, bu ehl-i vukufun böyle bütün bütün asýlsýz ittihamlarýna binaen bizi mes'ul tutuyor. Halbuki, meclisinizin karariyle, en yüksek hey'et-i ilmiye ve fenniyenin tetkikine ve tahkikine havale edilen Risale-i Nurun bütün eczalarý tetkikten sonra, bil'ittifak, hakkýmýzda: «Saidin ve Risale-i Nur þâkirdlerinin yazýlarýnda; dini, mukaddesatý âlet edip, devletin emniyetini ihlâle teþvik veya bir cemiyet kurmak ve hükûmete karþý bir su-i maksadý bulunmak kasdýnda olduðunu gösterir bir sarahat ve emare olmadýðýný ve Saidin þâkirdleri, muhaberelerinde hükûmete karþý kötü bir kasd beslemek, bir cemiyet kurmak veya tarikat gütmek fikriyle hareket etmedikleri anlaþýlmaktadýr diye müttefikan karar vermiþler.

 

 

 

Hem ehl-i vukuf, «Said Nursînin yüzde doksan risalesi; hem samimî, hem hasbî, hem ilim ve hakikat ve din esaslarýndan hiçbir cihetle ayrýlmamýþlar; bunlarda, dini âlet etmek veya cemiyet teþkil etmeye, emniyeti ihlâl hareketinin bulunmadýðý sarihtir. Þâkirdlerin birbiriyle ve Said Nursîyle muhabere mektublarý da bu nevidendirler. Beþ-on mahrem ve þekvalý ve gayr-ý ilmî olan risalelerden baþka bütün risaleleri herbiri bir Âyetin tefsiri ve bir Hadîs-i Þerifin hakikatýný nâmýna yazýlmýþlardýr. Din, îman, Allah, Peygamber, Âhiret akidelerini ve ibarelerini açýkça anlatmak için temsiller ile yazýlmýþ ve ilmî görüþleri ve ihtiyarlara ve gençlere ahlâkî öðütler ve hayat tecrübesinden alýnmýþ ibretli vak'alar ve faideli menkýbeleri ihtiva eden mevcudun yüzde doksanýný teþkil eden risalelerdir. Hükûmete ve idareye ve asayiþe iliþecek ciheti yoktur.» diye müttefikan karar vermiþler.

 

 

 

Ýþte, makam-ý iddia, bu yüksek ehl-i vukufun raporuna bakmayarak eski ve müþevveþ ve nâkýs rapora binaen acîb tarzlarda bizi ittiham etmesinden hakikaten fevkal-had müteessir bulunmaktayýz. Bu insaflý mahkemenin müsellem insaflarýna elbette yakýþtýr-

 

 

 

 

 

sh:» (T: 389)

 

 

 

mayýz. Hattâ (temsilde hata olmasýn) bir bektaþiye: «Ne için namaz kýlmýyorsun?» demiþler. O da:

 

 

 

«Kur'ânda لاَتَقْرَبُوا الصَّلاَةَ var» demiþ. Ona demiþler: «Bunun arkasýný, yâni وَاَنْتُمْ سُكَارَى yý da oku» denildiðinde: «Ben hâfýz deðilim.» demiþ olmasý kabilinden, Risale-i Nurun bir cümlesini tutup o cümleyi tâdil ve neticeyi beyan eden âhirini almýyarak aleyhimizde verilmektedir. Takdim edeceðim müdafaanâmemde, o iddianâmeye karþý mukayese edildiðinde bunun otuz-kýrk misali görülecektir. Bu nümunelerden lâtif bir vâkýayý beyan ediyorum:

 

 

 

Eskiþehir mahkemesinde makam-ý iddianýn nasýlsa bir sehiv neticesi, Risale-i Nurun îman derslerine «Halklarý ifsad ediyor» gibi bir tâbir ve sonradan o tabirden vazgeçtiði halde, Risale-i Nur þâkirdlerinden Abdürrezzak nâmýnda bir zat mahkemeden bir sene sonra demiþ:

 

 

 

«Hey bedbaht! Otuzüç Âyat-ý Kur'âniye iþârâtýnýn takdirine mazhar ve Ýmam-ý Alinin (R.A.) üç kerametinin ihbar-ý gaybisiyle ve Gavs-ý Âzamýn (K.S.) kuvvetli bir tarzda ihbariyle kýymet-i diniyesi tahakkuk eden ve bu yirmi sene zarfýnda idareye hiçbir zararý dokunmayan ve hiçkimseye hiçbir zarar vermemesi ile beraber binler vatan evlâdýný tenvir ve irþad eden ve îmanlarýný kuvvetlendiren ve ahlâklarýný düzelten Risale-i Nurun irþadlarýna «ifsâd» diyorsun. Allahtan korkmuyorsun, dilin kurusun!» demiþ.

 

 

 

Þimdi, bu þâkirdin haklý olarak bu sözünü makam-ý iddia gördüðü halde, «Said, etrafýna fesad saçmýþ» tâbirini insafýnýza, vicdanýnýza havale ediyorum.

 

 

 

Makam-ý iddia, Risale-i Nurun içtimaî derslerine iliþmek fikriyle, «Dinin tahtý ve makamý, vicdanýdýr; hükme kanuna baðlanmaz. Eskiden baðlanmasiyle içtimaî keþmekeþler olmuþtur» dedi. Ben de derim ki: «Din yalnýz îman deðil, belki amel-i sâlih dahi dini ikinci cüz'üdür. Acaba katl, sirkat, kumar, þarab gibi hayat-ý içtimaiyeyi zehirlendiren pek çok büyük günahlarý iþliyenleri onlardan menetmek için, yalnýz hapis korkusu ve hükümetin bir hafiyesinin görmesi tevehhümü kâfi gelir mi? O halde; her hanede, belki herkesin yanýnda daima bir polis, bir hafiye bulunmak lâzým gelir ki, serkeþ nefisler kendilerini o pisliklerden

 

 

 

 

 

sh:» (T: 390)

 

 

 

çeksinler. Ýþte Risale-i Nur, amel-i sâlih noktasýnda, îman cânibinden, herkesin baþýnda her vakit bir manevî yasakçýyý bulundurur. Cehennem hapsini ve gazab-ý Ýlâhîyi hatýrýna getirmekle fenalýktan kolayca kurtarýr.»

 

 

 

Hem, makam-ý iddia bir risalenin güzel ve fevkalâde kerametkârane ve tevafukunun imza edilmesiyle, «Bir cemiyet efradý» diye mânâsýz bir emare beyan etmiþ. Acaba esnaflarýn ve hancýlarýn defterlerinde bulunan bu nevi imzalara cemiyet ünvaný verilir mi? Eskiþehirde ayný böyle bir vehim oldu. Cevab verdiðim ve Mucizat-ý Ahmediye Risalesini gösterdiðim zaman taaccüble karþýladýlar. Eðer mâbeynimizde dünyevî bir cemiyet olsaydý, bu derece benim yüzümden zarar görenler, elbette kemal-i nefretle benden kaçacak idiler. Demek nasýl ben ve biz, Ýmam-ý Gazâli ile irtibatýmýz var, kopmuyor; çünki uhrevîdir, dünyaya bakmýyor aynen öyle de: Bu mâsum ve sâfi ve halis dindarlar, benim gibi bir bîçareye imân derslerinin hatýrý için bir kuvvetli alâka göstermiþler. Ondan bu asýlsýz, mevhum bir cemiyet-i siyasiye vehmini vermiþ. Son sözüm: حَسْبُنَااللَّهُ وَنِعْمَ الْوَكِيلُ

 

 

 

Haps-i menferidde mevkuf

 

SAÝD NURSÎ

 

 

 

* * *

 

 

 

BU GELEN KISIM ÇOK EHEMMÝYETLÝDÝR

 

 

 

بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ

 

 

 

Son Sözün Mühim Bir Parçasý

 

 

 

Efendiler! Reis Bey, dikkat ediniz! Risale-i Nuru ve þâkirdlerini mahkûm etmek, doðrudan doðruya küfr-ü mutlak hesabýna, hakikat-ý Kur'aniye ve hakaik-ý îmaniyeyi mahkûm etmek hükmüne geçmekle binüçyüz senedenberi her senede üçyüz milyon onda yürümüþ ve üçyüzmilyon müslümanlarýn hakikata ve saadet-i dareyne giden cadde-i kübrâlarýný kapatmaya çalýþmaktýr

 

 

 

 

 

sh:» (T: 391)

 

 

 

ve onlarýn nefretlerini ve itirazlarýný kendinize celbetmektir. Çünki o caddede gelip gidenler, gelmiþ geçmiþlere dualar ve hasenatlariyle yardým ediyorlar. Hem bu mübarek vatanýn baþýna bir kýyamet kopmaya vesile olmaktýr. Acaba, mahkeme-i kübrâda, bu üçyüz milyar dâvacýlarýn karþýsýnda sizden sorulsa ki: «Doktor Duzi'nin, baþdan nihayete kadar serâpa Ýslâmiyetiniz ve vatanýnýz ve dininiz aleyhinde ve frenkçe «Tarih-i Ýslâm» nâmýndaki eseri ki, zýndýklarýn kütübhanelerinizdeki eserlerine, kitablarýna ve serbest okumalarýna ve o kitablarýn þâkirdleri, kanununuzca cemiyet þeklini almalariyle beraber, dinsizlik ve komünistlik veya anarþistlik veya pek eski ifsad komitecilik gibi siyasetinize muhalif cemiyetlerine iliþmiyordunuz! Neden hiçbir siyasetle alâkalarý olmayan ve yalnýz îman ve Kur'an cadde-i kübrâsýnda giden ve kendilerini ve vatandaþlarýný idâm-ý ebedîden ve haps-i münferidden kurtarmak için Kur'anýn hakikî tefsiri olan Risale-i Nur gibi gayet hak ve hakikat bir eseri okuyanlara ve hiçbir siyâsî cemiyetle münasebeti olmayan o hâlis dindarlarýn birbiriyle uhrevî dostluk ve uhuvvetlerine cemiyet nâmý verip iliþmiþsiniz? Onlarý pek acib bir kanunla mahkûm ettiniz ve etmek istediniz!» dedikleri zaman ne cevab vereceksiniz? Biz de sizlerden soruyoruz ve sizi iðfal eden ve adliyeyi þaþýrtan ve hükûmeti bizimle vatana ve millete zararlý bir surette meþgul eyleyen muarýzlarýmýz olan zýndýklar ve münafýklar, istibdad-ý mutlaka «cumhuriyet» nâmý vermekle, irtidad-ý mutlaký rejim altýna almakla, sefahet-i mutlak'a «medeniyet» ismi vermekle, cebr-i keyfî-i küfrîye «kanun» ismini takmakla hem sizi iðfal, hem hükûmeti iþgal, hem bizi periþan ederek, hâkimiyet-i Ýslâmiyeye ve millete ve vatana ecnebi hesabýna darbeler vuruyorlar.

 

 

 

Ey efendiler! Dört senede dört defa dehþetli zelzeleler, tam tamýna dört defa Risale-i Nur þâkirdlerine þiddetli bir surette taarruz ve zulüm zamanlarýna tevafuku ve herbir zelzele dahi tam taarruz zamanýnda gelmesi; ve hücumun durmasiyle zelzelenin durmasý iþaretiyle, þimdiki mahkûmiyetimiz ile gelen semavî ve arzî belâlardan siz mes'ulsünüz!

 

 

 

Denizli hapishanesinde tecrid-i

 

mutlak ve haps-i münferidde

 

Mevkuf

 

SAÝD NURSÎ

 

 

 

* * *

 

sh:» (T: 392)

 

 

 

بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ

 

 

 

SON SÖZÜN BÝR KISMI

 

 

 

Efendiler! Þimdiki hayat-ý içtimaiyeyi bilemediðimden, makam-ý iddianýn gidiþatýna göre, sizce musammem mahkûmiyetimize bir bahane olmak için, pek musýrrane ileri sürdüðünüz cemiyetcilik ittihamýna karþý pek çok kat'î cevablarýmýzý Ankara ehl-i vukufunun dahi müttefikan tasdikleriyle beraber bu derece bu noktada ýsrarýnýza çok hayret ve taaccübde bulunurken kalbime bu mânâ geldi: Madem, hayat-ý içtimaîyenin bir temel taþý ve fýtrat-ý beþeriyenin bir hâcet-i zaruriyesi ve aile hayatýndan tâ kabile ve millet ve Ýslâmiyet ve insaniyet hayatýna kadar en lüzumlu ve kuvvetli rabýta ve her insanýn kâinatta gördüðü ve tek baþýna mukabele edemediði medar-ý zarar ve hayret ve insânî ve Ýslâmî vazifelerin îfasýna mâni maddî ve mânevî esbabýn tehacümatýna karþý bir nokta-i istinad ve medar-ý teselli olan dostluk ve kardeþâne cemaat ve toplanmak ve samimane uhrevî cemiyet ve uhuvvet, siyasî cephesi olmadýðý halde ve bilhassa hem dünya, hem din, hem âhiret saadetlerine kat'î vesile olarak îman ve Kur'an dersinde hâlis bir dostluk ve hakikat yolunda bir arkadaþlýk ve vatanýna ve milletine zararlý þeylere karþý bir tesanüd taþýyan Risale-i Nur þâkirdlerinin pek çok takdir ve tahsine þâyân ders-i îmanda toplanmalarýna, «cemiyet-i siyasiye» nâmýný verenler, elbette ve herhalde, ya gayet fena bir surette aldanmýþ veya gayet gaddâr bir anarþisttir ki, hem insaniyete vahþiyâne düþmanlýk eder, hem Ýslâmiyete nemrudane adâvet eder, hem hayat-ý içtimaiyeye anarþiliðin en bozuk ve mütereddi tavriyle husumet eder ve bu vatana ve millete ve hâkimiyet-i Ýslâmiyeye ve dinî mukaddesata karþý mürtedâne, mütemerridâne, anûdâne mücadele eder. Veya ecnebi hesabýna bu milletin can damarýný kesmeye ve bozmaya çalýþan El-Hannâs bir zýndýktýr ki, hükûmeti iðfal ve adliyeyi þaþýrtýr, tâ o þeytanlara, firavunlara, anarþistlere karþý þimdiye kadar istimal ettiðimiz mânevî silâhlarýmýzý, kardeþlerimize ve vatanýmýza çevirsin veya kýrdýrsýn.

 

 

 

Mevkuf

 

SAÝD NURSÎ

 

 

 

* * *

 

 

 

sh:» (T: 393)

 

 

 

Efendiler! Otuz-kýrk senedenberi ecnebi hesabýna ve küfür ve ilhâd nâmýna bu milleti ifsad ve bu vataný parçalamak fikriyle, Kur'an hakikatýna ve îman hakikatlarýna her vesile ile hücum eden ve çok þekillere giren bir gizli ifsad komitesine karþý, bu mes'elemizde kendilerine perde yaptýklarý insafsýz ve dikkatsiz memurlara ve bu mahkemeyi þaþýrtan onlarýn Müslüman kisvesindeki propagandacýlarýna hitaben, fakat sizin huzurunuzda zâhiren sizin ile birkaç söz konuþacaðýma müsaade ediniz...

 

 

 

(Fakat ikinci gün beraet kararý, o dehþetli konuþmayý geriye býraktý.)

 

 

 

Tecrid-i mutlakta ve haps-i münferidde

 

Mevkuf

 

SAÝD NURSÎ

 

 

 

* * *

 

 

 

Mühim Bir Suale Hakikatlý Bir Cevaptýr.

 

 

 

Büyük memurlardan bir kaç zât benden sordular ki: «Mustafa Kemal sana üçyüz lira maaþ verip, Kürdistana ve Vilâyet-i Þarkiyeye, Þeyh Sinûsî yerine vâiz-i umumî yapmak teklifini neden kabul etmedin? Eðer kabul etseydin, ihtilâl yüzünden kesilen yüzbin adamýn hayatlarýný kurtarmaya sebeb olurdun?» dediler.

 

 

 

Ben de onlara cevaben dedim ki: Yirmiþer-otuzar senelik hayat-ý dünyeviyeyi o adamlar için kurtarmadýðýma bedel, yüzbinler vatandaþa, herbirisine milyonlar sene uhrevî hayatý kazandýrmaya vesile olan Risale-i Nur, o zâyiâtýn yerine binler derece iþ görmüþ. Eðer o teklifi ben kabul etseydim, hiçbir þeye âlet olmayan ve tâbi olmayan ve sýrr-ý ihlâsý taþýyan Risale-i Nur meydana gelmezdi. Hattâ ben, hapiste muhterem kardeþlerime demiþtim: Eðer Ankaraya gönderilen Risale-i Nurun þiddetli tokatlarý için beni idama mahkûm eden zatlar, Risale-i Nur ile îmanlarýný kurtarýp idam-ý ebedîden necat bulsalar, siz þahid olunuz, ben onlarý da ruh u cânýmla helâl ederim!

 

 

 

Beraetimizden sonra Denizlide beni tarassutla taciz edenlere ve büyük âmirlerine ve polis müdüriyle müfettiþlere dedim: Risale-i Nurun kabil-i inkâr olmayan bir kerametidir ki; yirmi sene mazlumiyet hayatýmda, yüzer risale ve mektublarýmda ve binler þakirdlerde hiçbir cereyan, hiçbir cemiyet ile ve dâhilî ve haricî hiçbir ko-

 

 

 

 

 

sh:» (T: 394)

 

 

 

mite ile hiçbir vesika, hiçbir alâka dokuz ay tetkikatta bulunmamasýdýr. Hiçbir fikrin ve tedbirin haddi midir ki, bu hârika vaziyeti versin. Bir tek adamýn, birkaç senedeki mahrem esrarý meydana çýksa, elbette onu mes'ûl ve mahcub edecek yirmi madde bulunacak. Mâdem hakikat budur; ya diyeceksiniz ki: «Pek hârika ve maðlûb olmaz bir deha bu iþi çeviriyor» veya diyeceksiniz: «Gayet inayetkârâne bir hýfz-ý Ýlâhîdir.» Elbette böyle bir deha ile mübareze etmek hatâdýr, millete ve vatana büyük bir zarardýr; ve böyle bir hýfz-ý Ýlâhî ve inâyet-i Rabbâniyeye karþý gelmek Fir'avunane bir temerrüddür.

 

 

 

Eðer deseniz: «Seni serbest býraksak ve tarassut ve nezaret etmesek, derslerinle ve gizli esrarýnla hayat-ý içtimaiyemizi bulandýrabilirsin.»

 

 

 

Ben de derim: Benim derslerim, bilâ-istisna bütünü, hükûmetin ve adliyenin eline geçmiþ, bir gün cezayý mucib bir madde bulunmamýþ. Kýrk-ellibin nüsha risale, o derslerden milletin ellerinde dikkat ve merakla gezdiði halde, menfaatten baþka hiçbir zararý hiçbir kimseye olmadýðý, hem eski mahkememin, hem yeni mahkemenin mûcib-i mes'uliyet bir madde bulamamalarý cihetiyle, yenisi ittifakla beraetimize; ve eskisi, dünyaca bir büyüðün hatýrý için yüzotuz risaleden beþ-on kelime bahane edip, yalnýz kanaat-ý vicdaniye ile yüz yirmi mevkuf kardeþlerimden yalnýz onbeþ adama altýþar ay ceza verilmesi kat'î bir hüccettir ki, bana ve Risale-i Nura iliþmeniz, mânasýz bir tevehhümle çirkin bir zulümdür! Hem daha yeni dersim yok ve bir sýrrým gizli kalmadý ki nezaretle tâdilinize çalýþsanýz.

 

 

 

Ben þimdi hürriyetime çok muhtacým. Yirmi seneden beri lüzumsuz ve haksýz ve faidesiz tarassutlar artýk yeter! Benim sabrým tükendi. Ýhtiyarlýk vaziyetinden, þimdiye kadar yapmadýðým bedduayý yapmak ihtimali var. «Mazlumun âhý, ta Arþa kadar gider.» diye bir kuvvetli hakikattýr.

 

 

 

Sonra o zalim, dünyaca büyük makamlarda bulunan bedbahtlar dediler: «Sen, yirmi senedir bir tek defa takkemizi baþýna koymadýn, eski ve yeni mahkemelerin huzurunda baþýný açmadýn, eski kýyafetin ile bulundun. Halbuki onyedi milyon bu kýtafete girdi.»Bende dedim!On yedi milyon deðil, belki yedi milyon da deðil, belki rýzasiyle ve kalben kabuliyle ancak yedibin Avrupa-perest sarhoþlarýn kýyafetlerine ruhsat-ý þer'iyye ve

 

 

 

 

 

sh:» (T: 395)

 

 

 

cebr-i kanûnî cihetiyle girmektense; azîmet-i þer'iyye ve takva cihetiyle, yedi milyar zâtlarýn kýyafetlerine girmeyi tercih ederim. Benim gibi yirmibeþ senedenberi hayat-ý içtimaiyeyi terkeden adama «inâd ediyor; bize muhalifdir.» denilmez. Haydi inad dahi olsa, mâdem Mustafa Kemâl o inadý kýrmadý ve iki mahkeme kýramadý ve üç vilâyetin hükûmetleri onu bozmadý; siz neci oluyorsunuz ki, beyhude hem milletin hem hükûmetin zararýna, o inadýn kýrýlmasýna çabalýyorsunuz? Haydi siyasî muhalif de olsa, mâdem tasdikiniz ile yirmi senedir dünya ile alâkasýný kesen ve mânen yirmi senedenberi ölmüþ bir adam, yeniden dirilip, faidesiz kendine çok zararlý olarak hayat-ý siyasiyeye girerek sizin ile uðraþmaz; bu halde onun muhalefetinden tevehhüm etmek, divaneliktir. Divanelerle ciddi konuþmak dahi bir divanelik olmasýndan, sizin gibilerle konuþmayý terkediyorum. «Ne yaparsanýz minnet çekmem!» dediðim, onlarý hem kýzdýrdý, hem susturdu. Son sözüm:

 

 

 

حَسْبَنَا اللَّهُ وَنِعْمَ الْوَكِيلُ * حَسْبِىَ اللَّهُ لآاِلَهَ اِلاَّ هُوَ عَلَيْهِ تَوَكَّلْتُ وَهُوَ رَبُّ الْعَرْشِ الْعَظِيمِ

 

 

 

* * *

 

 

 

Ýslâmiyet düþmanlarý, Bediüzzaman Said Nursî ve Nur Talebelerini mahkemelere sevkederken, ortalýða korkular ve tehdidler yayarlar, resmî makamlara bütün bütün uydurma malûmatlar yazdýrýrlar, herkesi Bediüzzaman ve Risale-i Nurdan uzaklaþtýrmak için uðraþýrlar, Nur Talebelerinin aralarýna fesad sokarak tesanüdlerini bozmak için entrikalar çevirirler.

 

Bediüzzaman Said Nursî, Nur Talebelerinin menfî propagandalara aldanmamalarý.. ve hem de Nur Talebelerinin, sevgili Üstadlarýyla görüþmek iþtiyaký þiddetli olduðundan bu ruhî ihtiyacý tatmin için, sair zamanlarda olduðu gibi, Denizli hapsinde de yazdýðý mektublardan bir kýsmýný buraya dercediyoruz. Hapishanelerde

 

sh: » (T: 396)

 

yazýlan mektub ve eserleri Nur Talebeleri gizlice Üstadlarýndan getirmeyi temin ederler. Zira Hazret-i Üstad, her hapishanede tecrid-i mutlak içinde býrakýlmýþ ve baþkalarýyla görüþmesi yasak edilmiþtir.

 

* * *

 

«Bu Fýkra Bir Casus Vasýtasýyla Resmî Memurlarýn Eline Geçtiði Ýçin Lâhikaya Girmiþtir.»

 

بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ

 

Ramazan-ý Þerif'den birgün evvel, gizli zýndýk düþmanlarým tarafýndan verildiðine kuvvetli ihtimal verdiðimiz -doktorun tasdikiyle- bir zehirin hastalýðýyla hararetim kýrk dereceden geçmeye baþlamýþ iken, Kastamonu'da adliye müddeiumumileri ve taharrî komiserleri, menzilimi taharrî etmeye geldiler. Ben, o dakikadan sonra, baþýma gelen dehþetli taarruzu, bir hiss-i kablelvuku ile anlayarak ve "Þiddetli zehirli hastalýðým dahi ölüme gidiyor" diye Isparta Vilâyetinde kýymetdar kardeþlerimin kucaklarýnda teslim-i ruh edip o mübarek toprakta defnolmamý, kalben niyaz ettim. Hizb-ül Ekber-ül Kur'aný açtým. Birden bu Âyet-i Kerime

 

وَاصْبِرْ ِلحُكْمِ رَبِّكَ فَاِنَّكَ بِاَعْيُنِنَا وَسَبِّحْ بِحَمْدِ رَبِّكَ

 

karþýma çýktý, "Bana bak!" dedi. Ben de baktým, üç kuvvetli emare ile mânâ-yý iþarî bana ve bize teselli veriyor. Þimdi baþýmýza gelen bu musibeti bir cihette hiçe indirdi ve Ispartaya mevkufen beþinci nefyimi, o kalbî duamýn kabul olmasýna delil eyledi.

 

Birinci Emare: (Þeddeler sayýlýr) Hesab-ý ebcedî ile binüçyüz altmýþiki, bu senenin Arabî

 

 

 

ayný tarihine tevafuk edip, mânâsiyla der: "Sabreyle! Baþýna gelen kaza-yý Rabbâniyeye teslim ol! Sen inayet gözü altýndasýn, merak etme! Gecelerde tesbihat ve tahmidata devam eyle!"

 

Tahlil: Üç ر altýyüz; dört ن ikiyüz; bir س bir م yüz; bir ص bir ف bir م iki yüz on; dört ك bir ع yüz elli; üç ح bir و bir ى kýrk; bir ل dokuz ب bir د bir و dört ا

 

 

 

sh: » (T: 397)

 

altmýþ iki eder. Yekûnu binüçyüz altmýþiki ederek, bu senenin ayný tarihine ve baþýmýza gelen musibetin ayný dakikasýna tamý tamýna tevafuku, kuvvetli bir emaredir.

 

.........................................................................

 

Üçüncü emarenin beyanýna þimdilik lüzum olmadýðýndan yazdýrýlmadý.

 

SAÝD NURSÎ

 

 

 

***

 

 

 

بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ

 

 

 

Bu hâdise tesiriyle ben, kendimi mâsum kardeþlerime rýza-yý kalble feda etmeye kat'î azm ve cezmettiðim ve çaresini fikren aradýðým vakitte Celcelûtiyeyi okudum. Birden hatýra geldi ki: Ýmam-ý Ali (R.A.), «Yâ Rab! Eman ver.» diye dua etmiþ. Ýnþâallah o duanýn sýrriyle selâmete çýkarsýnýz. Evet Hazret-i Ali Radiyallahu Anhu, Kaside-i Celcelûtiyede iki suretle, Risale-i Nurdan haber verdiði gibi, «Âyetül-Kübra Risalesi» ne iþareten وَبِاْلاَيَاتِ الْكُبْرَى اَمِنِىِّ مِنَ الْفَجَتْ der. Ve bu iþarette îma eder ki: Âyetül-Kübra yüzünden ehemmiyetli bir musibet, Risale-i Nur Talebelerine gelecek... «Âyetül-Kübra hakký için o füc'et ve o musibetten þâkirdlerine eman ver!» diye niyaz eder. O risaleyi ve menbaýný þefaatcý yapar. Evet, Âyetül-Kübra Risalesinin tab'ý bahanesiyle gelen musibet, aynen o remz-i gaybîyi tasdik etti. Hem o kasidede Risale-i Nurun mühim eczalarýna tertibiyle iþaretlerin hâtimesinde mukabil sahifede der:

 

 

 

فَتِلْكَ حُرُوفُ النُّورِ فَاجْمَعْ خَوَاصَّهَا * وَحَقِّقْ مَعَانِيهَا بِهَا الْخَيْرُ تُمِّمَتْ

 

 

 

Yâni: «Sen, onlarýn hassalarýný topla ve mânâlarýný tahkik eyle, bütün hayýr ve saadet onlar ile tamam olur.» Harflerin mânâlarýný tahkik et, karinesiyle, mânâyý ifade etmiyen hecâi harfler murad olmayýp belki kelimeler mânâsýndaki Sözler namiyle risaleler muraddýr.

 

 

 

لاَيَعْلَمُ الْغَيْبَ اِلاَّ اللَّهُ * رَبَّنَا لاَتُؤَاخِذْنَآ اِنْ نَسِينَآ اَوْ اَخْطَاْنَا

 

 

 

 

 

sh:» (T: 398)

 

 

 

بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ

 

 

 

Aziz Sýddýk Kardeþlerim,

 

 

 

Geçen Leyle-i Kadrinizi ve gelen bayramýnýzý bütün mevcudiyetimle tebrik ve sizleri Cenab-ý Erhamürrâhimînin birliðine ve rahmetine emanet ediyorum. مَنْ اَمَنَ بِالْقَدَرِ اَمَنَ مِنَ الْكَدَرِ sýrrýyle sizi teselliye muhtaç görmemek ile beraber derim ki:

 

 

 

وَاصْبِرْ ِلحُكْمِ رَبِّكَ فَاِنَّكَ بِاَعْيُنِنَا وَسَبِّحْ بِحَمْدِ رَبِّكَ

 

 

 

Âyetinin mânâ-yý iþârisiyle verdiði teselliyi tamamiyle gördüm. Þöyle ki:

 

 

 

Dünyayý unutmak, Ramazanýmýzý âsude geçirmek düþünürken, hatýra gelmiyen ve bütün bütün tahammülün fevkinde bu dehþetli hâdise, hem benim, hem Risale-i Nurun, hem sizin, hem Ramazanýmýz, hem uhuvvetimiz için ayn-ý inâyet olduðunu ben müþahede ettim. Bana ait cihetinin ise, çok faidelerinden yalnýz iki-üçünü beyan ederim.

 

 

 

Birincisi: Ramazanda, çok þiddetli bir heyecan, bir ciddiyet, bir iltica, bir niyaz ile müdhiþ hastalýða galebe ederek çalýþtýrdý.

 

 

 

Ýkincisi: Herbirinize karþý bu sene de görüþmek ve yakýnýnýzda bulunmak arzusu þiddetli idi. Yalnýz birinizi görmek ve Ispartaya gelmek için bu çektiðim zahmeti kabul ederdim.

 

 

 

Üçüncüsü: Hem Kastamonu'da, hem yolda, hem burada, fevkalâde bir tarzda, bütün elîm hâletler birden deðiþiyor ve me'mûlün ve arzumun hilâfýna olarak bir dest-i inâyet görünüyor, اَلْخَيْرُ فِيمَا اخْتَارَهُ اللَّهُ dediriyor. En ziyade beni düþündü-

 

 

 

 

 

sh:» (T: 399)

 

 

 

ren, Risale-i Nuru, en gafil ve dünyaca büyük makamlarda bulunanlara da kemal-i dikkatle okutturuyor, baþka bir sahada fütûhata meydan açýyor. Ve en ziyade rikkatime dokunan ve kendi elemimden baþka herbirinizin sýkýntýsýndan baþýma toplanan bütün elemlere ve teessüflere karþý, Ramazanda bir saati yüz saat hükmüne getiren o þehr-i mübarekte, bu musibet dahi, o yüz sevabý, herbir saati on saat derecesinde ibadet yapmakla bine iblâð ettiðinden, Risale-i Nurdan tam ders alan ve dünyanýn fâni ve ticaretgâh olduðunu bilen ve herþeyi, îmaný ve âhireti için feda eden ve bu dershane-i Yusufiyedeki muvakkat sýkýntýlar, dâimî lezzetler ve faideler vereceklerine inanan sizin gibi ihlâslý zâtlara acýmak ve rikkatten aðlamak hâletini, tebrik ve sebatýnýzý gayet istihsan ve takdir etmek haletine çevirdi. Ben de,

 

 

 

اَلْحَمْدُ لِلَّهِ عَلَى كُلِّ حَالٍ سِوَى الْكُفْرِ وَالضَّلاَلِ

 

 

 

dedim. Bana ait bu faideler gibi hem uhuvvetimizin, hem Risale-i Nurun hem Ramazanýmýzýn, hem sizin, bu yüzde öyle fâideleri var ki, perde açýlsa, «Yâ Rabbena! Þükür.. bu kaza ve kader-i Ýlâhî, hakkýmýzda bir inayettir,» dedirtecek, kanaatým var.

 

 

 

Hâdiseye sebebiyet verenlere itâb etmeyiniz. Bu musibetin geniþ ve dehþetli plâný çoktan kurulmuþtu. Fakat mânen pek çok hafif geldi. Ýnþâallah çabuk geçer.

 

 

 

عَسَى اَنْ تَكْرَهُوا شَيْئًا وَهُوَ خَيْرٌ لَكُمْ

 

 

 

sýrriyle, me'yus olmayýnýz.

 

 

 

SAÝD NURSÎ

 

 

 

* * *

 

 

 

بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ

 

 

 

 

 

Aziz Kardeþlerim,

 

 

 

Yakýnýnýzda bulunmakla çok bahtiyarým. Sizin hayalinizle ara sýra konuþurum, müteselli olurum. Biliniz ki, mümkün olsaydý

 

 

 

 

 

sh:» (T: 400)

 

 

 

bütün sýkýntýlarýnýz kemal-i iftihar ve sevinçle çekerdim. Ben sizin yüzünüzden, Ispartayý ve havalisini, taþiyle topraðiyle seviyorum. Hatta, diyorum ve resmen de diyeceðim: Isparta hükûmeti bana ceza verse, baþka vilâyet beni beraet ettirse, yine burayý tercih ederim. Evet ben, üç cihetle Ispartalýyým. Gerçi tarihçe isbat edemiyorum, fakat kanatim var ki, Ýsparit Nahiyesinde dünyaya gelen Saidin aslý buradan gitmiþ. Hem, Isparta Vilâyeti, öyle hakikî kardeþleri bana vermiþ ki; deðil Abdülmecid ve Abdurrahman, belki Saidi onlarýn herbirisine maalmemnuniye feda eylerim.

 

 

 

Tahmin ederim, þimdi Küre-i Arzda, Risale-i Nur Þakirdlerinden, kalben ve ruhen ve fikren daha az sýkýntý çeken yoktur. Çünki, kalb ve ruh ve akýllarý, îman-ý tahkikî nurlariyle sýkýntý çekmezler. Maddî zahmetler ise, Risale-i Nur dersiyle hem geçici, hem sevablý, hem ehemmiyetsiz, hem hizmet-i îmaniyenin baþka bir mecrada inkiþafýna vesile olmasýný bilerek, þükür ve sabýrla karþýlýyorlar. Ýman-ý tahkikî, dünyada dahi medar-ý saadettir diye halleriyle isbat ediyorlar. Evet, «Mevlâ görelim neyler, neylerse güzel eyler» deyip, metînâne bu fâni zahmetleri bâki rahmetlere tebdile çalýþýyorlar. Cenab-ý Erhamürrâhimîn, onlarýn emsallerini çoðaltsýn. Bu vatana medar-ý þeref ve saadet yapsýn; ve onlarý da Cennetül-Firdevsde saadet-i ebediyeye mazhar eylesin, âmin...

 

 

 

SAÝD NURSÎ

 

 

 

* * *

 

 

 

 

 

بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ

 

 

 

Bayramýnýzý tekrar tebrikle beraber, sureten görüþmediðimize teessüf etmeyiniz. Bizler hakikaten dâima beraberiz. Ebed yolunda da Ýnþâallah bu beraberlik devam edecek. Ýmanî hizmetinizde kazandýðýnýz ebedî sevablar ve ruhî ve kalbî faziletler ve sevinçler, þimdiki geçici ve muvakkat gamlarý ve sýkýntýlarý hiçe indirir kanaatýndayým. Þimdiye kadar, Risale-i Nur þâkirdleri gibi, çok kudsî hizmette çok az zahmet çekenler olmamiþ. Evet Cennet ucuz deðil! Ýki hayatý imha eden küfr-ü mutlaktan kurtarmak, bu zamanda pek çok ehemmiyetlidir. Bir parça meþakkat olsa da,

 

 

 

 

 

sh:» (T: 401)

 

 

 

þevk ve þükür ve sabýrla karþýlamalý. Mâdem bizi çalýþtýran Hâlýkýmýz Rahîm ve Hakîmdir; baþa gelen her þeyi rýza ile, sevinç ile, rahmetine, hikmetine itimad ile karþýlamalýyýz.

 

 

 

SAÝD NURSÎ

 

 

 

* * *

 

 

 

 

 

BU DEFAKÝ KÜÇÜK MÜDAFAATIMDA DEMÝÞTÝM

 

 

 

Risale-i Nurdaki þefkat, hakikat, hak, bizi siyasetten menetmiþ. Çünki; mâsumlar belâya düþerler, onlara zulmetmiþ oluruz. Bazý zâtlar bunun izahýný istediler. Ben de dedim:

 

 

 

Þimdiki fýrtýnalý asýrda, gaddar medeniyetten neþ'et eden hodgâmlýk ve asabiyet-i unsuriye ve umumî harpten gelen istibdâdât-ý askeriye ve dalâletten çýkan merhametsizlik cihetinde öyle bir eþedd-i zulüm ve eþedd-i istibdâdât meydan almýþ ki, ehl-i hak, hakkýný kuvve-i maddiye ile müdafaa etse, ya eþedd-i zulüm ile, tarafgirlik bahanesiyle çok bîçareleri yakacak, o hâlette o da azlem olacak veyahut maðlûb kalacak. Çünkü, mezkûr hissiyatla hareket ve taarruz eden insanlar, bir-iki adamýn hatasiyle yirmi-otuz adamý, âdi bahanelerle vurur, periþan eder. Eðer ehl-i hak, hak ve adalet yolunda yalnýz vuraný vursa, otuz zâyiata mukabil yalnýz biri kazanýr, maðlûb vaziyetinde kalýr. Eðer mukabele-i bilmisil kaide-i zalimânesiyle o ehl-i hak dahi bir ikinin hatasiyle yirmi-otuz bîçareleri ezseler, o vakit, hak namýna dehþetli bir haksýzlýk ederler.

 

 

 

Ýþte, Kur'anýn emriyle, gayet þiddetle ve nefretle siyasetten ve idareye karýþmaktan kaçýndýðýmýzýn hakikî hikmeti ve sebebi budur. Yoksa bizde öyle bir hak kuvveti var ki, hakkýmýzý tam ve mükemmel müdafaa edebilirdik. Hem mâdem herþey geçici ve fânidir ve ölüm ölmüyor ve kabir kapýsý kapanmýyor ve zahmet ise rahmete kalboluyor; elbette biz, sabýr ve þükürle tevkkül edip sükût ederiz. Zarar ile, icbâr ile sükûtumuzu bozdurmak ise; insafa, adâlete, gayret-i vataniyeye ve hamiyet-i milliyeye bütün bütün zýttýr, muhaliftir.

 

 

 

 

 

 

 

sh:» (T: 402)

 

 

 

Hülâsa-i kelâm: Ehl-i hükûmetin ve ehl-i siyasetin ve ehl-i idarenin ve inzibatýn ve adliye ve zâbýtanýn bizimle uðraþacak hiçbir iþleri yoktur. Olsa olsa, dünyada hiçbir hükûmetin müdafaa edemediði ve aklý baþýnda hiçbir insanýn hoþlanmadýðý küfr-ü mutlak ve dehþetli bir tâun-u beþerî ve maddiyunluktan gelen zýndýkanýn taassubiyle, bir kýsým gizli zýndýklar þeytanetiyle bazý resmî memurlarý aldatarak evhamlanýdýrýp, aleyhimize sevketmek var. Biz de deriz: Deðil böyle birkaç vehhamý, belki dünyayý aleyhimize sevketseler, Kur'ânýn kuvvetiyle, Allahýn inayetiyle kaçmayýz. O irtidadkâr küfr-ü mutlaka ve o zýndýkaya teslim-i silâh etmeyiz!

 

 

 

SAÝD NURSÎ

 

 

 

* * *

 

 

 

 

 

بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ

 

 

 

Aziz Sýddýk Kardeþlerim,

 

 

 

Sizin sebat ve metanetiniz, masonlarýn ve münafýklarýn bütün plânlarýný akîm býrakýyor. Evet kardeþlerim, saklamaða lüzum yok; o zýndýklar, Risale-i Nuru ve Þâkirdlerini, tarikata ve bilhassa Nakþi Tarikatýna kýyas edip, o ehl-i tarikatý maðlûb ettikleri plânlar ile bizleri çürütmek ve daðýtmak fikriyle bu hücumu yaptýlar.

 

 

 

Evvelâ: Ürkütmek ve korkutmak ve o mesleðin su-i istimalâtýný göstermek.

 

 

 

Ve Saniyen: O mesleðin erkânlarýnýn ve müntesîbinin kusuratlarýný teþhir etmek.

 

 

 

Ve Salisen: Maddiyyun felsefesinin ve medeniyetinin câzibedar sefahet ve uyutucu lezzetli zehirleriyle ifsad etmekle mâbeynlerinde tesanüdü kýrmak. Ve üstadlarýný ihanetlerle çürütmek ve mesleklerini fennin, felsefenin bazý düsturlariyle nazarlarýndan sukut ettirmektir ki, Nakþilere ve ehl-i tarikata karþý istimal ettikleri ayný silâh ile bizlere hücum ettiler, fakat aldandýlar. Çünki, Risale-i Nurun meslek-i esasý, ihlâs-ý tam ve terk-i enaniyet ve zahmetlerde rahmeti ve elemlerde bâki lezzetleri hissedip aramak ve fâni ayný lezzet-i sefihanede elîm elemleri göstermek ve îmanýn bu dünyada dahi hadsiz lezzetlere medar olmasýný ve hiçbir felsefenin eli yetiþmediði noktalarý ve hakikatlarý ders vermek olduðundan, onlarýn plânlarýný Ýnþâallah tam akîm býrakacak ve

 

 

 

 

 

sh:» (T: 403)

 

 

 

«Meslek-i Risale-i Nur ise, tarikatlara kýyas edilmez!» diye onlarý susturacak.

 

 

 

SAÝD NURSÎ

 

 

 

* * *

 

 

 

بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ

 

 

 

Aziz Kardeþlerim,

 

 

 

Bu eski ve yeni iki medrese-i Yusufiyedeki þiddetli imtihanda sarsýlmayan ve dersinden vazgeçmeyen ve yakýcý çorbadan aðýzlarý yandýðý halde talebeliðini býrakmýyan ve bu kadar tehacüme karþý kuvve-i maneviyesi kýrýlmýyan zâtlarý, ehl-i hakikat ve nesl-i âti alkýþlayacaklarý gibi, melâike ve ruhaniler dahi alkýþlýyorlar, diye kanatým var. Fakat, içinizde hastalýklý ve nazik ve fakirler bulunmasiyle maddî sýkýntý ziyadedir. Ve buna karþý da, herbiriniz herbirisine birer tesellici ve ahlâkta ve sabýrda birer nümune-i imtisal ve tesanüd ve taltifte birer þefkatli kardeþ ve ders müzakeresinde birer zeki muhatab ve mucîb ve güzel seciyelerin in'ikâsýnda birer ayine olmanýz, o maddî sýkýntýlarý hiçe indirir, diye düþünüp, ruhumdan ziyade sevdiðim sizler hakkýnda teselli buluyorum.

 

 

 

Yüzyirmi yaþýnda bulunan Mevlâna Hâlid'in cübbesini size bir gün göndereceðim. O zât, onu bana giydirdiði gibi, ben de onun nâmýna sizin herbirinize teberrüken giydirmek için, hangi vakit isterseniz göndereceðim.

 

 

 

SAÝD NURSÎ

 

 

 

* * *

 

 

 

بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ

 

 

 

 

 

Aziz Sýddýk Kardeþlerim,

 

 

 

Kader-i Ýlâhî adâleti, bizleri Denizli Medrese-i Yusufiyesine sevketmesinin bir hikmeti; her yerden ziyade Risale-i Nuru ve þâkird-

 

 

 

sh:» (T: 404)

 

 

 

lerine, hem mahpuslarý, hem ahalisi, belki hem memurlarý ve adliyesi muhtaç olmalarýdýr. Buna binaen biz, bir vazife-i îmaniye ve uhreviye ile bu sýkýntýlý imtihana girdik. Evet, yirmi-otuzdan ancak bir ikisi tâdil-i erkân ile namazýný kýlan mahpuslar içinde, birden Risale-i Nur þâkirdlerinden kýrk-ellisi umumen bilâ-istisna mükemmel namazlarýný kýlmalarý, lisan-ý hal ve fiil diliyle öyle bir ders ve irþaddýr ki, bu sýkýntý ve zahmeti hiçe indirir, belki sevdirir. Ve þâkirdler, ef'alleriyle bu dersi verdikleri gibi, kalblerindeki kuvvetli tahkikî imanlariyle dahi buradaki ehl-i îmaný ehl-i dalâletin evham ve þübehatýndan kurtarmalarýna medar çelikten bir kal'a hükmüne geçeceðini, rahmet ve inayet-i Ýlâhiyyeden ümid ediyoruz.

 

 

 

Buradaki ehl-i dünyanýn, bizi konuþmaktan ve temastan men'leri, zarar vermiyor. Lisan-ý hal, lisan-ý kalden daha kuvvetli ve tesirli konuþuyor. Madem hapse girmek terbiye içindir; milleti seviyorlarsa, mahpuslarý Risale-i Nur Þâkirdleriyle görüþtürsünler. Tâ bir ayda, belki bir günde, bir seneden ziyade terbiye alsýnlar. Hem millete ve vatana, hem kendi istikballerine ve ahiretine menfaatli birer insan olsunlar. Gençlik Rehberi bulunsa idi çok faidesi olurdu. Ýnþâallah bir zaman girer.

 

 

 

SAÝD NURSÎ

 

 

 

 

 

* * *

 

بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ

 

 

 

Aziz Sýddýk Kardeþlerim,

 

 

 

Bugün, büyük ve merhum Kardeþim Molla Abdullah ile Ziyaeddin hakkýndaki malûmunuz muhavereyi tahattur ettim. Sonra sizi düþündüm. Kalben dedim: Eðer, perde-i gayb açýlsa, bu sebatsýz zamanda böyle sebat gösteren ve bu yakýcý, ateþli hallerden sarsýlmayan bu samimî dindarlar ve ciddî müslümanlar, eðer herbiri bir veli, hattâ bir kutub görünse, benim nazarýmda, þimdi verdiðim ehemmiyeti ve alâkayý pek az ziyadeleþtirecek. Ve eðer birer âmî ve âdî görünse, þimdi verdiðim kýymeti hiç noksan etmiyecek, diye karar verdim. Çünkü böyle pek aðýr þerait altýnda îman kurtarmak hizmeti, herþeyin fevkindedir. Þahsî makamlar ve hüsn-ü zanlarýn ilâve ettikleri meziyetler; böyle

 

 

 

sh:» (T: 405)

 

daðdaðalý, sarsýntýlý hallerde hüsn-ü zanlarýný kýrmakla, muhabbetleri azalýr. Ve meziyet sahibi dahi onlarýn nazarlarýnda mevkiini muhafaza etmek için tasannua ve tekellüfe ve sýkýntýlý vekara mecburiyet hisseder. Ýþte, hadsiz þükür olsun ki, bizler böyle soðuk tekellüflere muhtaç olmuyoruz.

 

 

 

SAÝD NURSÎ

 

 

 

* * *

 

 

 

.................................................................

 

 

 

Kardeþlerim, gerçi bu vaziyet, hem muvafýka ve bir kýsým memurlara, Risale-i Nura karþý bir çekinmek, bir ürkmek vermiþ; fakat bütün muhaliflerde ve dindarlarda ve alâkadar memurlarda bir dikkat, bir iþtiyak uyandýrýyor. Merak etmeyiniz, o Nurlar parlayacaklar!..

 

 

 

SAÝD NURSÎ

 

 

 

* * *

 

 

 

Aziz Kardeþlerim,

 

 

 

Ben tahmin ediyorum ki, hakikî ve en son müdafaanamemiz, Denizli hapsinin meyvesi olan risalecik olacak. Çünki evvelce bazý evham yüzünden, bir seneden beri ve aleyhimize geniþ bir tarzda çevrilen plânlar bunlardýr: Tarikatçýlýk, komitecilik ve dînî hissiyatý siyasete âlet etmek ve cumhuriyet aleyhinde çalýþmak ve idare ve asayiþe iliþmek gibi asýlsýz bahaneler ile bize hücum ettiler. Cenab-ý Hakka hadsiz þükür olsun ki, onlarýn plânlarý akîm kaldý. O kadar geniþ bir sahada, yüzer talebelerde, yüzler risalede, onsekiz sene zarfýndaki mektub ve kitablarda hakikat-ý imaniyeden ve Kur'aniyeden ve âhiretin tahkikinden ve saadet-i ebediyeye çalýþmaktan baþka birþey bulmadýlar. Plânlarýný gizlemek için, gayet âdî bahaneleri aramaða baþladýlar. Fakat, hükûmetin bazý erkânýný iðfal edip aleyhimize çeviren dehþetli ve gizli bir zýndýka komitesi þimdi doðrudan doðruya küfr-ü mutlak hesabýna bize hücum etmek ihtimaline karþý, Güneþ gibi zâhir ve þüphe býrakmaz ve dað gibi metin, sarsýlmaz olan «Meyve Risalesi» onlara karþý en kuvvetli bir müdafaa olup, onlarý susturacak diye bize yazdýrýldý zannediyorum.

 

 

 

SAÝD NURSÎ

 

 

 

 

 

Sh: » (T:406)

 

Aziz kardeþlerim,

 

Bu cuma gününde mühim bir hizb okurken siz hatýra geldiniz. "Bu musibetten kurtulmak için ne yapacaðýz?" lisan-ý hâl ile dediniz. Benim kalbime bu geldi: Sýký bir tesanüdle, el ele, omuz omuza veriniz. Çünki birbirinden ve Risale-i Nur'dan ve benden çekinmek ve inkâr etmek ve bizi ezmek isteyen gizli kuvvete dalkavukluk etmek gibi tedbirleri yapanlarýn zarardan baþka hiçbir menfaatleri yoktur. Sizi temin ederim; eðer bilseydim ki benden teberri etmekle kurtulacaksýnýz, beni tahkir ve ihanet ve gýybet etmeye izin verip helâl ederdim. Fakat, bizi ezmek isteyen gizli kuvvet sizi biliyor, aldanmýyor; za'fýnýzdan, teberrinizden cesaret alýr, daha ziyade ezer.

 

Hem mesleðimiz hýllet ve uhuvvet olduðundan, þahsiyet ve enaniyet cihetinden bir rekabet olmaz. Benim gibi çok kusurlu ve çok zaîf bir bîçarenin noksaniyetlerine deðil, belki Risale-i Nur'un kemalâtýna bakmalý.

 

Said Nursî

 

***

 

Aziz Sýddýk Kardeþlerim,

 

Bu dünyanýn hayatý pek çabuk deðiþmesine ve zevaline ve fenâ ve fâni akýbetsiz lezzetlerine ve firak, iftirak tokatlarýna karþý bir ehemmiyetli medar-ý teselli ise, samimî dostlar ile görüþmektir. Evet, bazan bir tek dostunu bir iki saat görmek için yirmi gün yol gider ve yüz lirayý sarfeder. Þimdi bu acîb, dostsuz zamanda, samimî kýrk-elli dostunu birden, bir iki ay görmek ve Lillâh için muhabbet etmek ve hakikî bir teselli alýp vermek elbette baþýmýza gelen bu meþakkatlar ve zayiat-ý mâliye, ona karþý pek ucuz düþer, ehemmiyeti kalmaz. Ben kendim, buradaki kardeþlerimden on sene firakdan sonra, bir tekini görmek için bu meþakkati kabul ederdim. Teþekki, kaderi tenkid ve teþekkür, kadere teslimdir.

 

SAÝD NURSÎ

 

* * *

 

sh:» (T: 407)

 

Aziz Ve Sýddýk Kardeþlerim,

 

Mâdem âhiret için, hayýr için, ibadet ve sevab için, îman ve âhiret için Risale-i Nur ile baðlanmýþsýnýz. Elbette bu aðýr þerait altýnda, her bir saati yirmi saat ibadet hükmünde ve o yirmi saat ise, Kur'an ve îman hizmetindeki mücahede-i mâneviye haysiyetiyle yüz saat kadar kýymetdar ve yüz saat ise, böyle herbiri yüz adam kadar ehemmiyetli olan hakiki mücâhid kardeþler ile görüþmek ve akd-i uhuvvet etmek, kuvvet vermek ve almak ve teselli etmek ve müteselli olmak ve hakikî bir tesanüd ile kudsî hizmete sebatkârâne devam etmek ve güzel seciyelerinden istifade etmek ve Medresetüz-Zehranýn þâkirdliðine liyakat kazanmak için açýlan bu imtihan meclisi olan þu medrese-i Yusufiyede tayinini ve kaderce takdir edilen kýsmetini almak ve mukadder rýzkýný yemek ve o yemekten sevab kazanmak için buraya gelmenize þükretmek lâzýmdýr. Bütün sýkýntýlara karþý mezkûr faideleri düþünüp sabýr ve tahammüle mukabele etmek gerektir.

 

 

 

SAÝD NURSÎ

 

 

 

* * *

 

 

 

Aziz Sýddýk, Sebatkâr ve Vefadâr Kardeþlerim,

 

 

 

Sizi müteessir etmek veya maddî bir tedbir yapmak için deðil, belki þirket-i mâneviye-i duaiyenizden daha ziyade istifadem için ve sizin de daha ziyade itidal-i dem ve ihtiyat ve sabýr ve tahammül ve þiddetle tesanüdünüzü muhafaza için bir halimi beyan ediyorum ki; burada bir günde çektiðim sýkýntý ve azâbý, Eskiþehir'de bir ayda çekmezdim. Dehþetli masonlar, insafsýz bir masonu bana musallat eylemiþler; tâ hiddetimden ve iþkencelerine karþý, «Artýk yeter!» dememden bir bahane bulup, zâlimane tecavüzlerine bir sebep göstererek yalanlarýný gizlesinler. Ben, hârika bir ihsan-ý Ýlâhî eseri olarak þâkirane sabrediyorum ve etmeye de karar verdim. Madem biz kadere teslim olup, bu sýkýntýlarý, خَيْرُ الاُمُورِ اَحْمَزُهَا sýrriyle, ziyade sevab kazanmak cihetiyle mânevî bir nimet biliyoruz. Ve madem, geçici dünyevî musibetlerin sonlarý ekseriyetle ferahlý ve hayýrlý oluyor. Ve madem biz, hakkalyakîn derecesinde yakîni bir kat'î kanaatýmýz

 

 

 

 

 

sh:» (T: 408)

 

 

 

var ki, biz öyle bir hakikata hayatýmýzý vakfetmiþiz ki, Güneþten daha parlak ve Cennet gibi güzel ve saadet-i ebediye gibi þirindir. Elbette biz bu sýkýntýlý haller ile müftehirane, müteþekkirane «Bir mücahede-i mânevîye yapýyoruz» diye þekva etmemek lâzýmdýr.

 

 

 

Aziz kardeþlerim, evvel âhir tavsiyemiz: Tesanüdünüzü muhafaza; enaniyet, benlik, rekabetten tahaffuz ve itidal-i dem ve ihtiyattýr.

 

 

 

SAÝD NURSÎ

 

 

 

* * *

 

 

 

Aziz Sýddýk Kardeþlerim,

 

 

 

Bu müddeiumumun iddianamesinden anlaþýldý ki, hükûmetin bazý erkânýný iðfal edip aleyhimize sevkeden gizli zýndýklarýn plânlarý akîm kalýp yalan çýktý. Þimdi bahane olarak, cemiyetçilik ve komitecilik isnadiyle yalanlarýný setre çalýþýyorlar. Ve bunun bir eseri olarak benimle kimseyi temas ettirmiyorlar! Gûya temas eden, birden bizden olur. Hattâ büyük memurlar da çok çekiniyorlar ve bana sýkýntý verdirmekle kendilerini âmirlerine sevdiriyorlar.

 

 

 

SAÝD NURSÎ

 

 

 

* * *

 

 

 

Aziz Sýddýk Kardeþlerim,

 

 

 

Ben, gerçi sizinle sureten görüþemiyorum; fakat sizin yakýnýnýzda ve beraber bir binada bulunduðumdan çok bahtiyarým ve müteþekkirim. Ve ihtiyarým olmadan, bazan lüzumlu tedbirler ihtar edilir. Ezcümle: Birisi, yanýmdaki koðuþa masonlar tarafýndan hem yalancý, hem casus bir mahpus gönderilmiþ. Tahrip kolay olmasýndan -hususan böyle haylâz gençlerde- o herif bana çok sýkýntý vermesi ve o gençleri ifsad etmesi ile bildim ki; sizlerin irþâd ve ýslahlarýnýza karþý zýndýka ifsada, ahlâklarý bozmaða çalýþýyor. Bu vaziyete karþý gayet ihtiyat ve mümkün olduðu kadar eski mahpuslardan gücenmemek ve gücendirmemek ve ikiliðe mey-

 

 

 

 

 

sh:» (T: 409)

 

 

 

dan vermemek ve itidal-i dem ve tahammül etmek ve mümkün olduðu derecede bizim arkadaþlar, uhuvvetlerini ve tesanüdlerini tevazu ile ve mahviyetle ve terk-i enaniyetle takviye etmek gayet lâzým ve zarurîdir. Dünya iþleriyle meþgul olmak beni incitiyor. Sizin dirayetinize itimad edip zaruret olmadan bakamýyorum.

 

SAÝD NURSÎ

 

 

 

* * *

 

 

 

Kardeþlerim,

 

 

 

Her ihtimale karþý, bu sabah ihtar edilen bir mes'eleyi beyan etmek lâzým geldi.

 

 

 

Bizim, Kur'ân'dan aldýðýmýz hakikatlar, Güneþ, gündüz gibi þek ve þüphe ve tereddüdü kaldýrmadýðýný, yirmi senedenberi «Acaba zýndýk feylesoflar buna karþý ne diyecekler ve dayandýklarý nedir?» diye nefsim ve þeytaným çok araþtýrdýlar. Hiçbir köþede bir kusur bulamadýklarýndan sustular. Zannederim, çok hassas ve iþ içinde bulunan nefis ve þeytanýmý susturan bir hakikat, en mütemerridleri de susturur. Madem biz, böyle sarsýlmaz ve en büyük ve en ehemmiyetli ve fiat takdir edilmez derecede kýymettar ve bütün dünyasý ve caný ve cânâný pahasýna verilse yine ucuz düþen bir hakikatýn uðrunda ve yolunda çalýþýyoruz. Elbette bütün musibetlere ve sýkýntýlara, düþmanlara, kemal-i metanetle mukabele etmemiz gerektir. Hem, belki karþýmýza, aldanmýþ veya aldatýlmýþ bazý hocalar ve þeyhler ve zâhirde müttâkiler çýkarýlýr. Bunlara karþý vahdetimizi ve tesanüdümüzü muhafaza edip, onlar ile uðraþmamak lâzýmdýr, münakaþa etmemek gerektir.

 

 

 

SAÝD NURSÎ

 

 

 

* * *

 

 

 

Aziz Sýddýk Kardeþlerim,

 

 

 

Kastamonu'da, ehl-i takva bir zât, þekva tarzýnda dedi: «Ben sukut etmiþim, eski halimi ve zevkleri ve nurlarý kaybetmiþim.» Ben de dedim: «Belki terakkî etmiþsin ki, nefsi okþayan ve uhrevî meyvesini dünyada tattýran ve hodbinlik hissini veren zevkleri, keþifleri geri býrakýp daha yüksek makama mahviyet ve

 

 

 

sh:» (T: 410)

 

terk-i enaniyet ve fâni zevkleri aramamak ile uçmuþsun.» Evet, bir ehemmiyetli ihsan-ý Ýlâhî; ihsanýný, enaniyetini býrakmayana ihsas etmemektir. Ta ucb ve gurura girmesin!

 

Kardeþlerim, bu hakikata binaen, bu adam gibi düþünen veya hüsn-ü zannýn verdiði parlak makamlarý nazara alan zatlar, sizlere bakýp, içinizde mahviyet ve tevazu ve hizmetkârlýk kisvesiyle görünen þâkirdleri âdî, âmî adamlar görür ve der: «Bunlar mý hakikat kahramanlarý ve dünyaya karþý meydan okuyan?... Heyhat! Bunlar nerede, evliyalarý bu zamanda âciz býrakan bu kudsî hizmet mücahidleri nerede?» diyerek, dost ise inkisar-ý hayâle uðrar, muarýz ise kendi muhalefetini haklý bulur.

 

 

 

SAÝD NURSÎ

 

Bediüzzaman Hazretleri Denizli hapsinde iken, gayet mühim dokuz mes'eleyi ihtiva eden "Meyve Risalesi"ni iki Cuma gününde te'lif etmiþtir. Bu eser, Risale-i Nur'un hakikatlarýný hülâsaten cem'eden kýymettar bir risaledir. Hapis müddetinde Nur talebeleri bu Meyve Risalesi'ni müteaddid defalar yazmak ve okumak suretiyle meþgul olmuþlar. Ve ilk önce gayet gizli olarak kibrit kutularý içine yazýlýp koðuþlar arasýnda neþredilen Meyve Risalesi, bilâhare gayet kýymetli ve menfaatli ve hapislere tiryak gibi faydalý olduðu anlaþýlmasýyla serbest yazýlmýþ. Denizli Mahkemesine, Temyiz Mahkemesine ve Ankara makamlarýna Risale-i Nur'un hakikî müdafaasý olarak gönderilmiþtir.

 

Denizli hapsinde çok mühim tesiri olduðu ve taþýdýðý kudsî hakaik-i îmaniye itibariyle bir cihette Denizli beraetine vesile olduðu için, ehemmiyetine binaen bu Meyve Risalesi'nden Altýncý ve Yedinci Meselelerinin buraya derci münasib görülmüþtür.

 

* * *

 

MEYVE RÝSALESÝDEN ALTINCI MESELE

 

Risale-i Nur'un çok yerlerinde izahý ve kat'i hadsiz hüccetleri bulunan Ýman-ý Billâh rüknünün binler küllî bürhanlarýndan bir tek bürhana kýsaca bir iþarettir.

 

sh:» (T: 411)

 

Kastamonu'da Lise talebelerinden bir kýsmý yanýma geldiler. "Bize Hâlýkýmýzý tanýttýr, muallimlerimiz Allah'tan bahsetmiyorlar" dediler. Ben dedim: Sizin okuduðunuz fenlerden her fen, kendi lisan-ý mahsusiyle mütemadiyen Allah'tan bahsedip Hâliký tanýttýrýyorlar. Muallimleri deðil, onlarý dinleyiniz.

 

 

 

Mesela: Nasýl ki mükemmel bir eczahane ki, her kavanozunda hârika ve hassas mizanlarla alýnmýþ hayattar macunlar ve tiryaklar var; þüphesiz gayet maharetli ve kimyager ve hâkim bir eczacýyý gösterir. Öyle de, Küre-i Arz eczahanesinde bulunan dörtyüzbin çeþid nebatat ve hayvanat kavanozlarýndaki ziyahat macunlar ve tiryaklar cihetiyle, bu çarþýdaki eczahaneden ne derece ziyade mükemmel ve büyük olmasý nisbetinde- okuduðunuz fenn-i týp mikyasiyle- Küre-i Arz eczahane-i kübrasýnýn eczacýsý olan Hakîm-i Zülcelâl-i hattâ kör gözlere de gösterir, tanýttýrýr.

 

 

 

Hem, meselâ: Nasýl bir hârika fabrika ki, binler çeþit çeþit kumaþlarý basit bir maddeden dokuyor; þeksiz, bir fabrikatörü ve meharetli bir makinisti tanýttýrýr. Öyle de, Küre-i Arz denilen yüzbinler baþlý, her baþýnda yüzbinler mükemmel fabrika bulunan bu seyyar makine-i Rabbaniye ne derece bu insan fabrikasýndan büyükse, mükemmelse, o derece de - okuduðunuz fenn-i makine mikyasýyle- Küre-i Arz'ýn ustasýný ve sahibini bildirir ve tanýttýrýr.

 

 

 

Hem meselâ: Nasýlki, gayet mükemmel binbir çeþit erzak, etrafýndan celbedip içinde muntazaman istif ve ihzar edilmiþ depo ve iaþe anbarý ve dükkân, þeksiz bir fevkalâde iaþe ve erzak malikini ve sahibini ve mumurunu bildirir. Öyle de, bir senede yirmidört bin senelik bir dairede muntazaman seyehat eden ve yüzbinler ve ayrý ayrý erzak isteyen taifeleri içine alan ve seyehatiyle mevsimlere uðrayýp, baharý bir büyük vagon gibi, binler ayrý ayrý taamlarla doldurarak, kýþta erzaký tükenen biçare zîhayatlara getiren ve Küre-i Arz denilen bu Rahmani iaþe anbarý ve bu sefine-i Sübhâniyye ve binbir çeþit cihazatý ve mallarý ve konserve paketleri taþýyan bu depo ve dükkân-ý Rabbanî, ne derece o fabrikadan büyük ve mükemmel ise, -okuduðunuz veya okuyacaðýnýz fenn-i iaþe mikyasiyle- o kat'iyette ve o derecede Küre-i Arz deposunun sahibini, mutasarrýfýný, müdebbirini bildirir; tanýttýrýr, sevdirir.

 

 

 

Hem nasýlki: Dörtyüzbin millet içinde bulunan ve her milletin istediði erzaký ayrý ve istimal ettiði silâhý ayrý ve giydiði elbisesi ayrý ve talimatý ayrý ve terhisatý ayrý olan bir ordunun mû'cizekâr

 

 

 

 

 

 

 

 

 

sh:» (T: 412)

 

bir kumandaný, tek baþýyla bütün o ayrý ayrý milletlerin ayrý ayrý erzaklarýný ve çeþit çeþit eslihalarýný ve elbiselerini ve cihazatlarýný, hiçbirini unutmýyarak ve þaþýrmýyarak verdiði o acîp ordu ve ordugâh, þüphesiz, bedahetle o hârika kumandaný gösterir, takdirkârane sevdirir. Aynen öyle de, zemin yüzünün ordugâhýnda ve her baharda yeniden silâh altýna alýnmýþ bir yeni orduyu Sübhânide nebatat ve hayvanat milletlerinden dörtyüz bin nev'in çeþit çeþit elbise, erzak, esliha, tâlim, terhisleri gayet mükemmel ve muntazam ve hiç birini unutmýyarak ve þaþýrmýyarak bir tek kumandan-ý âzam tarafýndan verilen Küre-i Arzýn bahar ordugâhý, ne derece mezkûr insan ordu ve ordugâhýndan büyük ve mükemmel ise, -sizin okuyacaðýnýz fenn-i askerî mikyasiyle- dikkatli ve aklý baþýnda olanlara o derece Küre-i Arz'ýn Hâkimini ve Rabbini ve Müdebbirini ve Kumandan-ý Akdesini hayretler ve takdislerle bildirir. Ve tahmid ve tesbihle sevdirir.

 

 

 

Hem nasýlki: Bir hârika þehirde milyonlar elektrik lâmbalarý hareket ederek her yeri gezerler, yanmak maddeleri tükenmiyor bir tarzdaki elektirik lâmbalarý ve fabrikasý þeksiz, bedahetle elektiriði idare eden ve seyyar lâmbalarý yapan ve fabrikayý kuran ve iþtial maddelerini getiren bir mu'cizekâr ustayý ve fevkalâde kudretli bir elektrikçiyi hayretler ve tebriklerle tanýttýrýr;« Yaþasýnlar» ile sevdirir. Aynen yöle de, bu âlem þehrinde dünya sarayýnýn damýndaki yýldýz lâmbalarý, bir kýsmý kozmoðrafyanýn dediðine bakýlsa, Küre-i Arz'dan bin defa büyük ve top güllesinden yetmiþ def'a sür'atli hareket ettikleri halde, intizamýný bozmuyor; birbirine çarpmýyor sönmüyor, yanmak maddeleri tükenmiyor.

 

 

 

Okuduðunuz kozmoðrafyanýn dediðine göre, Küre-i Arz'dan bir milyon defadan ziyade büyük ve bir milyon seneden ziyade yaþayan ve bir misafirhane-i Rahmaniyyede bir lâmba ve soba olan güneþimizin yanmasýnýn devamý için her gün Küre-i Arz'ýn denizleri kadar gazyaðý ve daðlarý kadar kömür veya bin arz kadar odun yýðýnlarý lâzýmdýr ki sönmesin. Ve onu ve onun gibi ulvî yýldýzlarý gazyaðsýz, odunsuz, kömürsüz yandýran ve söndürmeyen ve beraber ve çabuk gezdiren ve birbirine çarptýrmayan bir nihayetsiz kudreti ve saltanatý, ýþýk parmaklariyle gösteren bu kâinat þehr-i muhteþemindeki dünya sarayýnýn elektirik lâmbalarý ve idareleri ne derece o misalden daha büyük, daha mükemmeldir. O derecede -sizin okuduðunuz veya okuyacaðýnýz fenn-i elektrik

 

 

 

sh:» (T: 413)

 

mikyasiyle- bu meþher-i âzam-ý kainatýn Sultanýný, Münevvirini, Müdebbirini, Sâniini, o nurani yýldýzlarý þahit göstererek tanýttýrýr. Tesbihatla, takdisatla sevdirir, perestiþ ettirir.

 

 

 

Hem Meselâ, nasýlki; bir kitap bulunsa ki: Bir satýrýnda bir kitap ince yazýlmýþ ve herbir kelimesinde ince kalemle bir sûre-i Kur'âniye yazýlmýþ, gayet mânidar ve bütün mes'eleleri birbirini te'yid eder ve kâtibini ve müellifini fevkalâde maharetli ve iktidarlý gösteren bir acîp mecmua, þeksiz, gündüz gibi kâtip ve musannifini kemâlâtýyla, hünerleriyle bildirir, tanýttýrýr. Mâþâallah, Bârekâllah cümleleriyle takdir ettirir. Aynen öyle de: Bu kâinat kitab-ý kebîri ki, bir tek sahifesi olan zemin yüzünde ve bir tek formasý olan baharda, üçyüzbin ayrý ayrý kitaplar hükmündeki üçyüzbin nebatî ve hayvanî taifeleri beraber, birbiri içinde, yanlýþsýz, hatâsýz, karýþtýrmayarak, þaþýrmýyarak, mükemmel, muntazam ve bazen aðaç gibi bir kelimede bir kasideyi; ve çekirdek gibi bir noktada bir kitabýn tamam bir fihristesini yazan bir kalem iþlediðini gözümüzle gördüðümüz bu nihayetsiz mânidar ve her kelimesinde çok hikmetler bulunan þu mecmua-i kâinat ve bu mücessem Kur'an-ý Ekber-i Âlem, mezkûr misaldeki kitaptan ne derece büyük ve mükemmel manidâr ise, o derecede -sizin okuduðunuz fenn-i hikmet-ül eþya ve mektepte bilfiil mübaþeret ettiðiniz fenn-i kýraat ve fenn-i kitabet geniþ mikyaslariyle ve dûrbin gözleriyle- bu kitab-ý kâinatýn Nakkaþýný, Kâtibini hadsiz kemâlâtýyla tanýttýrýr. «Allahü Ekber» cümlesiyle bildiri. «Sübhanâllah» takdisiyle tarif eder. «Elhamdülillâh» senâlarýyla sevdirir...

 

Ýþte bu fenlere kýyasen, yüzer fünundan herbir fen, geniþ mikyasiyle ve hususî aynasiyle ve dûrbinli gözüyle ve ibretli nazariyle bu kâinatýn Hâlik-i Zülcelâlini esmasiyle bildirir. Sýfâtýný, kemâlâtýný tanýttýrýr.

 

 

 

Ýþte bu muhteþem ve parlak bir bürhan-ý Vahdâniyet olan mezkûr hücceti ders vermek içindir ki; Kur'an-ý Mûcizü'l-beyan çok tekrar ile en ziyade خَلَقَ السَّمَوَاتِ وَالاَرْضِ ve رَبُّ السَّمَوَاتِ وَالاَرْضِ âyetleriyle Hâlikýmýzý bize tanýttýrýyor; diye o mektepli gençlere dedim. Onlar dahi tamamiyle kabul edip tasdik ederek «Hadsiz þükür olsun Rabbimize ki; tam kudsi ve ayn-ý hakikat bir ders aldýk. Allah senden razý olsun." dediler!

 

 

 

sh:» (T: 414)

 

Ben de dedim: Ýnsan binler çeþit elemler ile müteellim ve binler nev'i lezzetler ile mütelezziz olacak bir zîyahat makine ve gayet derece acziyle beraber hadsiz, maddî mânevî düþmanlarý ve nihayetsiz fakriyle beraber hadsiz zâhiri ve bâtini ihtiyaçlarý bulunan ve mütemadiyen zeval ve firak tokatlarýný yiyen bir bîçare mahluk iken, birden îman ve ubûdiyetle böyle bir Padiþah-ý Zülcelâle intisab edip bütün düþmanlarýna karþý bir nokta-i istinat ve bütün hâcatýna medar bir nokta-i istimdat bularak herkes mensup olduðu efendisinin þerefiyle, makamiyle iftihar ettiði gibi, o da böyle nihayetsiz Kadîr ve Rahîm bir Pâdiþâha îman ile intisab etse ve ubûdiyetle hizmetine girse ve ecelin idam ve ilânýný kendi hakkýnda terhis tezkeresine çevirse ne kadar memnun ve minnettar ve ne kadar müteþekkirâne iftihar edebilir kýyas ediniz.

 

O mektepli gençlere dediðim gibi musibetzede mahpuslara da tekrar ile derim: Onu tanýyan ve itaat eden zindanda dahi olsa bahtiyardýr. Onu unutan saraylarda da olsa zindandadýr, bedbahttýr. Hattâ bir bahtiyar mazlum idam olunurken bedbaht zalimlere demiþ: "Ben idam olmuyorum. Belki terhis ile saadete gidiyorum. Fakat, ben de sizi idam-ý ebedi ile mahkûm gördüðümden sizden tam intikamýmý alýyorum." لآاِلَهَ اِلاَّ اللَّهُ diyerek sürur ile teslim-i ruh eder.

 

سُبْحَانَكَ لاَ عِلْمَ لَنَا اِلاَّ مَا عَلّمْتَنَا اِنَّكَ اَنْتَ الْعَلِيمُ الْحَكِيمُ

 

* * *

 

sh:» (T: 415)

 

 

 

 

 

MEYVE RÝSALESÝDEN YEDÝNCÝ MESELE

 

)Denizli hapsinde bir Cuma gününün meyvesidir.)

 

بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ

 

وَمَآ اَمْرُ السَّاعَةِ اِلاَّ كَلَمْحِ الْبَصَرِ اَوْ هُوَ اَقْرَبُ . مَا خَلَقَكٌمْ وَلاَ بَعْثُكُمْ اِلاَّ كَنَفْسٍ وَاحِدَةٍ . فَانْظُرْ اِلىَ اَثَارِ رَحْمَةِ اللَّهِ كَيْفَ يُحْىِ الاَرْضَ بَعْدَ مَوْتِهَا اَنَّ ذَالِكَ لَمُحْيِى الْمَوْتَى وَهُوَ عَلَى كُلِّ شَىْءٍ قَدِيرٌ

 

 

 

Bir zaman Kastamonu'da "Hâlýkýmýzý bize tanýttýr." diyen lise talebelerine sâbýk Altýncý Mes'elede mektep fünununun dilleriyle verdiðim dersi, Denizli Hapishanesinde benimle temas edebilen mahpuslar okudular. Tam bir kanaat-ý îmâniye aldýklarýndan âhirete bir iþtiyak hissedip, "Bize âhiretimizi de tam bildir; tâ ki: Nefsimiz ve zamanýn þeytanlarý bizi yoldan çýkarmasýn, daha böyle hapislere sokmasýn." dediler. Ve Denizli hapsindeki Risale-i Nur Þâkirdlerinin ve sâbýkan Altýncý Mes'eleyi okuyanlarýn arzularý ile, âhiret rüknünün dahi bir hulâsasýnýn beyaný lâzým geldi. Ben de Risale-i Nur'dan bir kýsacýk hulâsa ile dedim:

 

 

 

Nasýlki Altýncý Mes'elede biz Hâlikýmýzý Arzdan, Semavattan sorduk; onlar fenlerin dilleri ile Halýkýmýzý bize güneþ gibi tanýttýrdýlar. Aynen biz de âhiretimizi baþta O bildiðimiz Rabbimizden, sonra Peygamberimizden, sonra Kur'anýmýzdan, sonra sair Peygamberler ve mukaddes kitaplardan, sonra melâikelerden, sonra kâinattan soracaðýz.

 

 

 

Ýþte, evvela birinci mertebede âhireti Allah'tan soruyoruz. O da bütün gönderdiði elçileriyle ve fermanlariyle ve bütün isimleriyle ve sýfatlariyle:"Evet âhiret var ve sizi oraya sevk ediyorum." ferman ediyor. Onuncu Söz, oniki parlak ve kat'i "Hakikat"lar ile Esma-i Husnâdan bir kýsým isimlerin âhirete dair cevaplarýný isbat ve izah eylemiþ. Burada, o izaha iktifâen gayet kýsa bir iþaret ederiz.

 

Evet, madem hiçbir saltanat yoktur ki, o saltanata itaat edenlere mükâfatý ve isyan edenlere mücâzatý bulunmasýn. Elbette Rububiyyet-i Mutlaka mertebesinde bir Saltanat-ý Sermediyyenin, o saltanata

 

sh:» (T: 416)

 

îmân ile intisab ve itâat ile fermanlarýna teslim olanlarýna mükâfatý ve o izzetli saltanatý, küfür ve isyanla inkâr edenlere de mücâzâtý, o Rahmet ve Cemale, o Ýzzet ve Celâle lâyýk bir tarzda olacak diye Rabbü'l-Âlemin ve Sultanü'd-Deyyan isimleri cevap veriyorlar.

 

 

 

Hem mâdem güneþ gibi, gündüz gibi, zemin yüzünde bir umumi rahmeti ve ihâtalý bir þefkat ve kerem gözümüzle görüyoruz. Mesela: O rahmet, her baharda umum aðaçlarý ve meyveli nebatlarý; Cennet hûrileri gibi giydirip, süslendirip, ellerine her çeþit meyveleri verip bizlere uzatýp "Haydi alýnýz, yeyiniz." dediði gibi; bir zehirli sineðin eliyle bizlere þifalý, tatlý balý yedirdiði ve elsiz bir böceðin eliyle en yumuþak ipeði bizlere giydirdiði gibi, bir avuç kadar küçücük çekirdeklerde, tohumcuklarda binler batman taamlarý bizim için saklayan ve ihtiyat zahiresi olarak o küçücük depolarda yerleþtiren bir rahmet, bir þefkat; elbette hiç þüphe olamaz ki, bu derece nâzeninâne beslediði bu sevimli ve minnettarlarý ve perestiþkârlarý olan mü'min insanlarý îdam etmez! Belki; onlarý daha parlak rahmetlere mazhar etmek için hayat-ý dünyeviye vazifesinden terhis eder diye Rahim ve Kerîm isimleri sualimize cevap veriyorlar; "El-Cennetü Hakkun" diyorlar.

 

 

 

Hem mâdem biz gözümüzle görüyoruz ki: Umum mahlûklarda ve zemin yüzünde öyle bir hikmet eli iþliyor ve öyle bir adalet ölçüleriyle iþler dönüyor ki; akl-ý beþer onun fevkinde düþünemiyor. Mesela: Ýnsanýn bin cihâzâtýna takýlan hikmetlerinden yalnýz bir küçük çekirdek kadar kuvve-i hâfýzasýnda bütün tarihçe-i hayatýný ve ona temas eden hadsiz hâdisatý o kuvvecikde yazýp, onu bir kütüphâne hükmüne getirip ve insanýn haþirde mahkemesi için neþir olacak olan defter-i âmâlinin bir küçük senedi olarak her vakit hatýrlatmak sýrrý ile her insanýn eline vererek dimaðýnýn cebine koyan bir ezelî hikmet; ve bütün masnuatta gayet hassas mizanlar ile âzâlarýný yerleþtiren, ve mikroptan gergedana, sinekten simurga kuþuna, bir çiçekli nebattan milyarlarla, trilyonlarla çiçekler açan bahar çiçeðine kadar, israfsýz ölçülerle bir tenâsüp, bir muvazene, bir intizam ve bir cemâl içinde masnuatý bir hüsn-ü san'at yapan ve her zîyahatýn hukuk-u hayatýný kemâl-i mizanla veren; iyiliklere güzel neticeler ve fenalýklara fena neticeler verdiren ve Âdem (A.S) zamanýndan beri tâði ve zalim kavimlere vurduðu tokatlarla kendini pek kuvvetli ihsas ettiren bir adâlet-i

 

sh:» (T: 417)

 

sermediye, elbette ve hiç bir þüphe getirmez ki: Güneþ gündüzsüz olmadýðý gibi, o hikmet-i Ezelîye, o adâlet-i Sermediyede, âhiretsiz olmazlar ve ölümde en büyük zalimler ve en biçare mazlumlarýn bir tarzda gitmelerindeki âkibetsiz dehþetli bir haksýzlýða, ve adâletsizliðe ve hikmetsizliðe hiçbir veçhile müsaade etmezler diye Hakîm ve Hakem ve Adl ve Âdil isimleri bizim sualimize kat'i cevap veriyorlar.

 

 

 

Hem mâdem bütün zîyahat mahlûklarýn, elleri yetiþmediði ve iktidarlarý dairesinde olmayan bütün hâcatlarýný, bütün fýtrî matlablarýný bir nevi dua bulunan istidad_ý fýtrî ve ihtiyac-ý zarurî dilleriyle istedikleri vakitte, gayet Rahîm ve iþitici ve þefkatli bir dest-i gaybî tarafýndan verildiðinden ve ihtiyarî olan daavât-ý insâniyenin husûsan havaslarýn ve nebilerin dualarýnýn on adetten altý yedisi hilaf-ý âdet makbul olmasýndan kat'i anlaþýlýyor ki: Her dertlinin âhýný, her muhtacýn duasýný iþiten ve dinleyen bir Semî-i Mucib perde arkasýnda var, bakar ki; en küçük bir zîyahatýn en küçük bir ihtiyacýný görür ve en gizli bir âhýný iþitir, þefkat eder, fiilen cevap verir, memnun eder.

 

 

 

Elbette ve her halde hiçbir þüphe ihtimâli kalmaz ki: Mahlûklarýn en ehemmiyetlisi olan nev'i insanýn en ehemmiyetli olan ve umumî ve umum kâinatý ve umum esmâ ve sýfât-ý Ýlâhiyyeyi alâkadar eden beka-i uhreviyeye ait dualarýný içine alan ve nev'i insanýn güneþleri ve yýldýzlarý ve kumandanlarý olan bütün peygamberleri arkasýna alýp onlara, duasýna "âmin, âmin" dedirten ve ümmetinden her gün her ferd-i mütedeyyin hiç olmazsa kaç defalar ona selâvat getirmekle onun duasýna âmin âmin diyen ve belki bütün mahlûkat o duasýna iþtirâk ederek "Evet yâ Rabbenâ!..Ýstediðini ver;biz de onun istediðini istiyoruz."diyorlar. Ýþte Bütün bu reddedilmez þerâit altýnda beka-i uhreviye ve saadeti ebediyye için haþrin hadsiz esbab-ý mucibesinden Muhammed (A.S.M) yalnýz tek duasý, Cennet'in vücuduna ve baharýn icadý kadar kudretine kolay olan âhiretin icadýna kâfi bir sebeptir, diye Mucib ve Semi' ve Rahîm isimleri bizim sualimize cevap veriyorlar.

 

Hem mâdem gündüz, bedahetle güneþi gösterdiði gibi¸zemin yüzünde, mevsimlerin tebeddülünde, küllî ölmek ve dirilmekte perde arkasýnda bir mutasarrýf; gayet intizamla koca Küre-i Arzý bir bahçe, belki bir aðaç kolaylýðýnda, ve intizamýnda ve azametli

 

sh:» (T: 418)

 

baharý bir çiçek suhuletinde ve mizanlý zînetinde, ve zemin sahifesinde üçyüzbin haþir ve neþrin numune ve misallerini gösteren üçyüz bin kitap hükmündeki nebatat ve hayvanat taifelerini zeminin yüzünde yazar beraber ve birbiri içinde þaþýrmýyarak, karýþýk iken karýþtýrmayarak, birbirine benzemekle beraber iltibassýz, sehivsiz, hatâsýz, mükemmel, muntazam, mânidar yazan bir Kalem-i Kudret; bu azameti içinde hadsiz bir rahmet, nihayetsiz bir hikmet ile iþlediði gibi; koca kâinatý bir hânesi misillü insana musahhar ve müzeyyen edip tefriþ etmek ve o insaný halife-i zemin ederek; ve daðlarýn ve göklerin ve yerin tahammülünden çekindikleri emânet-i kübrayý ona vermesi ve sair zîhayatlar bir derece zâbitlik mertebesi ile mükerrem etmesi ve hitâbât-ý Sübhâniyyesine ve sohbetine müþerref etmekle ile fevkalâde bir makam verdiði ve bütün semavi fermanlarda ona saadet-i ebediyyeyi ve beka-i uhreviyye kat'î vaad ve ahdettiði halde, elbette ve hiç þüphe olmaz ki: Bahar kadar kudretine kolay gelen dâr-ý saadeti o mükerrem ve müþerref insanlar için açacak ve yapacak ve haþir ve kýyameti getirecek diye Muhyî ve Mümît ve Hayy ve Kayyûm ve Kadîr ve Alîm isimleri, Hâlikýmýzdan sormamýza cevap veriyorlar.

 

 

 

Evet, her baharda bütün aðaçlarý ve otlarýn köklerini aynen ihya ve nebatî ve hayvanî üçyüzbin nevi' haþrin ve neþrin nûmunelerini icad eden bir kudret, Muhammed ve Mûsa Aleyhimessalâtü Vesselâmlarýn her birinin ümmetinin geçirdiði bin senelik zaman, karþý karþýya hayalen getirilip bakýlsa, haþrin ve neþrin bin misâlini ve bin delilini ikibin baharda (*) gösterdiði görülecek. Ve böyle bir kudretten haþr-i cismâniyi uzak görmek, bin derece körlük ve akýlsýzlýktýr.

 

 

 

Hem mâdem nev'i beþerin en meþhurlarý olan yüzyirmidört bin peygamberler ittifak ile saadet-i ebediyyeyi ve beka-yý uhrevîyi Cenâb-ý Hakk'ýn binler vaad ve ahidlerine istinaden ilân edip mu'cizeleri ile doðru olduklarýný ispat ettikleri gibi, hadsiz ehl-i velâyet keþf ile ve zevk ile ayni hakikata imza basýyorlar: Elbette o hakikat güneþ gibi zâhir olur. Þüphe eden divâne olur.

 

 

 

Evet bir fende ve bir san'ata mütehassýs bir iki zâtýn o fen ve o san'ata ait hükümleri ve fikirleri, o fende ihtisasý olmayan bin adamýn,

 

_____________

 

(*) Sâbýk her bir bahar, kýyameti kopmuþ, ölmüþ ve karþýsýndaki bahar onun haþri hükmündedir.

 

 

 

sh:» (T: 419)

 

-hattâ baþka fenlerde âlim ve ehl-i ihtisas da olsalar- muhalif fikirlerini hükümden iskat ettikleri gibi; bir mes'elede, meselâ: Ramazan hilâlini yevm-i þekte ispat etmek, ve "Süt konservelerine benzeyen ceviz-i hindi bahçesi rûy-i zeminde var." diye dâva etmekte iki ispat edici, bin inkâr edici ve nefyedicilere galebe edip dâvayý kazanýyorlar. Çünki: Ýspat eden yalnýz bir ceviz-i hindîyi veyahut yerini gösterse, kolayca dâvayý kazanýr. Onu nefiy ve inkâr eden, bütün rûy-i zemini aramak, taramakla hiçbir yerde bulunmadýðýný göstermekle dâvâsýný ispat edebildiði gibi; Cenneti ve dâr-ý saadeti ihbar ve ispat eden, yalnýz bir izini, ve sinemadaki gibi keþfen bir gölgesini, bir tereþþuhunu göstermekle dâvayý kazandýðý halde; onu nefy ve inkâr eden, bütün kâinatý ve ezelden ebede kadar bütün zamanlarý görmek ve göstermekle ancak inkârýný ve nefyini ispat ile davayý kazanabilir. Ve bu ehemmiyetli sýrdandýr ki,« hususi bir yere bakmayan ve îmanî hakikatlar gibi umum kâinata bakan nefiyler, inkârlar -zatýnda mûhal olmamak þartý ile- ispat edilmez» diye ehl-i tahkik ittifak edip bir düstur-u esâsî kabul etmiþler.

 

Ýþte bu kat'i hakikata binaen; binler feylesoflarýn muhalif fikirleri böyle îmanî mesêlelerde bir tek muhbir'i sâdýka karþý hiçbir þüphe hatta hiçbir vesvese vermemek lâzým iken, yüzyirmidört bin ispat edici ehl-i ihtisas ve muhbir-i sâdýkýn ve hadsiz ve nihayetsiz müsbit ve mütehassýs ehl-i hakikat ve ashab-ý tahkikýn ittifak ettikleri Erkân-ý Îmaniyyede; aklý gözüne inmiþ, kalbsiz, ve mâneviyattan uzaklaþmýþ, körleþmiþ, bir kaç feylesofun inkârlarý ile þüpheye düþmek ne kadar ahmaklýk ve divânelik olduðunu kýyas ediniz.

 

 

 

Hem mâdem, gözümüzle gündüz gibi, hem nefsimizde, hem etrafýmýzda bir rahmet-i âmme ve bir hikmet-i þâmile ve bir inâyet-i dâime müþâhede ediyoruz. Ve dehþetli bir saltanat-ý Rubûbiyyet ve dikkatli bir adâlet-i âliyye ve izzetli icraat-ý Celâliyyenin âsârýný ve cilvelerini görüyoruz. Hattâ bir aðacýn meyveleri ve çiçekleri sayýsýnca o aðaca hikmetler takan bir hikmet, ve her bir insanýn cihâzâtý ve hissiyyâtý ve kuvveleri adedince ihsanlar, in'amlar ona baðlamýþ bir Rahmet, ve Kavm-i Nûh ve Hûd ve Salih Aleyhimüsselâm ve Kavm-ý Âd ve Semûd ve Fir'avun gibi âsî milletlere tokatlar vuran, ve en küçük bir zîyahatýn hakkýný muhafaza eden izzetli ve inâyetli bir Adâlet; ve

 

sh:» (T: 420)

 

وَمِنْ اَيَآتِهِ اَنْ تَقُومَ السَّمآءُ وَالاَرْضُ بِاَمْرِهِ ثُمَّ اِذَا دَعَاكُمْ دَعْوَةً مِنَ الاَرْضِ اِذَآ اَنْتُمْ تَخْرُجُونَ Âyeti, azametli bir icaz ile der.

 

 

 

Nasýlki; iki kýþlada yatan ve duran muti askerler bir kumandanýn çaðýrmasýyle bir boru sesiyle silâh baþýna ve vazife baþýna gelmeleri gibi; aynen öyle de, bu iki kýþlanýn misâlinde ve emre itaatýnda koca semavat ve Küre-i Arz, Sultan-ý Ezelînin askerlerine iki muti kýþla gibi ne vakit Hazret-i Ýsrâfil Aleyhisselâm'ýn borusu ile o kýþlalarda ölüm ile yatanlar çaðrýlsa, derhal cesed libaslarýný giyip dýþarý fýrlamalarýný isbat edip gösteren her baharda arz kýþlasý içindekiler, Melek-i Ra'dýn borusuyla ayný vaziyeti göstermesiyle nihâyetsiz azameti anlaþýlan bir saltanat-ý Rubûbiyet; elbette ve her halde ve hiç þüphe getirmez ki, (Onuncu Sözde isbat edildiði gibi ) o rahmet ve hikmet ve inâyet ve adâlet ve Saltanat-ý Sermediyyenin gayet kat'i istedikleri dâr-ý âhiret ve dâire-i haþir ü neþrin açýlmamasýyle o nihâyetsiz Cemâl-i Rahmet, nihâyetsiz bir çirkin merhametsizliðe inkýlâb etmesine, ve o hadsiz kemâl-i hikmet, hadsiz kusurlu abesiyete ve faydasýz israfata dönmesine; ve o gayet þirin inâyet, gayet acý ihânetlere çevrilmesi, ve o gayet mizanlý ve hakkaniyetli adâlet, gayet þiddetli zulümlere kalb olmasýna, ve o gayet derecede haþmetli ve kuvvetli Saltanat-ý sermediye sukut etmesine, ve haþrin gelmemesiyle bütün haþmeti kaybolmasýna ve Kemâlât-ý Rubûbiyyeti acz ve kusur ile lekedar olmasýna; hiçbir cihet-i imkâný yok! hiçbir akýl bu vaziyette ihtimal vermez, yüz muhal birden içinde bulunur. Hem dâire-i imkân haricinde bâtýl ve mümteni'dir. Çünki nâzenin ve nâzdar beslediði ve akýl ve kalb gibi cihâzatla saadet-i ebediyeye ve âhirette beka-i dâimîye iþtiyak hissini verdiði halde onu ebedi idam etmek, ne kadar gadirli bir merhametsizlik, ve onun yalnýz dimaðýna yüzer hikmetli ve faydalar taktýðý halde onu diriltmemek üzere bütün cihâzâtýný ve binler faideleri bulunan istidâdâtýný âkibetsiz bir ölümle faidesiz, neticesiz, hikmetsiz, bütün bütün israf etmek ne derece hilâf-ý hikmet ve binler vaad ve ahidlerini yerine getirmemekle -hâþâ- aczini ve cehlini göstermek; ne kadar o haþmet-i Saltanata ve o kemâl-i

 

sh:» (T: 421)

 

Rubûbiyyete zýt olduðunu... her zîþuur anlar. Bunlara kýyasen inâyet ve adâleti tatbik eyle. Ýþte Hâlýkýmýzdan sorduðumuz âhirete dâir sualimize Rahman, Hakîm, Âdl, Kerîm ve Hâkim isimleri mezkûr hakikatlerle cevap veriyorlar; þeksiz þüphesiz, güneþ gibi âhireti isbat ediyorlar.

 

Hem mâdem biz gözümüzle görüyoruz öyle ihâtalý ve azametli bir hafîziyyet hükmeder ki, zîyahat her þeyin ve her hâdisenin çok sûretlerini ve gördüðü fýtrî vazifesinin defterini Esmâ-i Ýlâhiyeye karþý lisân-ý hal ile tesbihatýna dair sahife-i amâlini misâli levhalarda ve çekirdeklerinde ve tohumcuklarýnda ve levh-i mahfuzun nümunecikleri olan kuva-yý hâfýzalarýnda ve bilhassa insanýn dimaðýndaki manen pek büyük ve sureten pek küçük kütüphanesi olan kuvve-i hâfýzasýnda ve sair maddî ve manevî in'ikâs âyinelerinde kaydeder, yazdýrýr; zabtederek muhafaza altýna alýr. Sonra mevsimi geldikçe bütün o mânevi yazýlarý maddi bir tarzda da gözümüze gösterip milyonlar misaller ve deliller ve nümuneler kuvvetiyle وَاِذَا الصُّحُفُ نُشِرَتْ Âyetindeki en acib bir hakikat-ý haþriyeyi, kudretin bir çiçeði olan her bahar, kendi çiçek-i ekberinde milyarlar dil ile kâinata ilân eder. Ve baþta nev'i insan olarak bütün zîyahatlar ve bütün eþya, fenâya düþmek ve ademe sukut etmek ve hiçlikte mahvolmak ve yoklukta idam edilmek için yaratýlmamýþlar. Belki bekaya terakki ederek devama tasaffi ile ve sermedî vazifeye istidadi ile girmek için halkolunduklarýný gayet kuvvetli isbat eder.

 

Evet, her baharda müþahede ediyoruz ki: Güz mevsimi kýyametinde vefat eden hadsiz nebatat, bahar haþrinde herbir aðaç, herbir kök, herbir çekirdek, herbir tohum وَاِذَا الصُّحُفُ نُشِرَتْ Âyetini okuyup bir mânasýný, bir ferdini kendi diliyle, geçmiþ senelerde gördüðü vazifenin misâlleriyle tefsir ederek o azametli hafîziyyete þehadet eder.

 

 

 

هُوَ الاَوَّلُ وَالاَخِرُ وَالظَّاهِرُ وَالْبَاطِنُ Âyetindeki dört muazzam hakikatleri her þeyde gösterip hafîziyyeti âzami derecede, ve haþri bahar kolaylýðýnda ve kat'iyetinde bizlere ders verir.

 

 

 

sh:» (T: 422)

 

Evet, bu dört ismin cilveleri en cüz'îden en külliye kadar cereyan ederler. Meselâ: Nasýlki, bir aðacýn menþei olan bir çekirdek اَلاَوَّلُ ismine mazhariyetle o aðacýn gayet mükemmel proðramýný ve icadýnýn noksansýz, cihâzâtýný ve teþekkülünün bütün þerâitini câmi bir kutucuktur ki: Hafîziyyetin azametini isbat eder.

 

 

 

وَالاَخِرُ ismine mazhar olan meyvesi ise, çekirdekleriyle o aðacýn iþlediði bütün fýtrî vazifelerinin fihristesini ve amellerinin listesini ve hayat-ý saniyesinin düsturlarýný ihtiva eden bir sandukçadýr ki, âzami derecede Hafîziyyete þehadet eder.

 

وَالظَّاهِرُ ismine mazhar olan o aðacýn sûret-i cismaniyesi ise, öyle tenasüplü ve san'atlý ve süslü bir hulle, bir libas ve ayrý ayrý nakýþlar ve zînetler ve yaldýzlý niþanlar ile tezyin edilmiþ, güya yetmiþ renkli bir hurî elbisesidir ki, Hafîziyyet içinde azamet-i Kudret ve Kemâl-i Hikmet ve Cemâl-i Rahmeti gözlere gösterir.

 

وَالْبَاطِنُismine âyine olan o aðacýn içindeki makinesi ise; öyle muntazam ve mükemmel ve mu'cizatlý bir fabrika, bir tezgâh, bir kimyahane ve hiçbir dalý ve meyveyi ve yapraðý gýdasýz býrakmayan mizanlý bir kazan-ý erzaktýr ki: Hafîziyyet içinde Kemâl-i Kudret ve Adâleti ve Cemâl-i Rahmet ve Hikmeti güneþ gibi isbat eder.

 

Aynen öyle de: Küre-i Arz, senevi mevsimler cihetinde bir aðaçtýr. Ýsm-i Evvel cilvesiyle güz mevsiminde Hafîziyyete emânet edilen bütün tohumlar ve çekirdekler, bahar çarþafýný giyen zemin yüzünün milyarlar dal-budak, meyve, veren ve çiçek açan aðacýnýn teþkilâtýna dâir Ýlâhi emirlerin mecmuacýklarý ve kaderden gelen düsturlarýn listeleri ve geçen yazýn iþlediði vazifelerin küçücük sahife-i amelleri ve defter-i hidemâtlarýdýr ki, bilbedâhe, bir Hafîz-i Zülcelâl-i Vel'ikrâm'ýn; hadsiz kudret, adâlet, hikmet, rahmet ile iþ gördüðünü gösteriyor.

 

Ve senevi zemin aðacýnýn âhiri ise; ikinci güzde o aðacýn gördüðü bütün vazifelerini, ve Esmâ-i Ýlâhiyyeye karþý ettiði bütün fýtrî tesbihatlarýný ve gelecek bahar haþrinde neþir olabilen bütün sahâif-i a'mallerini, zerrecik ve küçücük kutucuklarýn içine koyup Hafîz-i

 

sh:» (T: 423)

 

Zülcelâl'in dest-i hikmetine teslim eder, هُوَ اْلاَخِرُ ismini hadsiz dillerle kâinat yüzünde okur.

 

Ve bu aðacýn zâhiri ise, haþrin üçyüz bin misâllerini ve emârelerini gösteren üçyüz bin küllî ve çeþit çeþit çiçekler açýp hadsiz Rahmâniyet ve Rezzakýyyet ve Rahîmiyyet ve Kerîmiyyet sofralarýný sererek zîyahatlara ziyâfetler vermekle هُوَ اْلظَّاهِرُ ismini meyveleri, çiçekleri, taamlarý sayýsýnca lisanlariyle zikredip medh ü senâ eder, gündüz gibi وَاِذَاالصُّحُفُ نُشِرَتْ hakikatýný gösterir.

 

 

 

Bu haþmetli aðacýn bâtýný ise, had ve hesaba gelmez muntazam makineleri ve mîzanlý fabrikalarý kemâl-i dikkat ve intizamla iþlettiren öyle bir kazan ve öyle bir tezgâhtýr ki, bir dirhemden binler batman taamlarý izhar eder piþirir, açlara yetiþtirir. Ve öyle bir mîzan dikkatle iþler ki, zerre kadar tesadüfün karýþmasýna bir yer býrakmaz. هُوَ اْلْبَاطِنُ ismini zeminin iç yüzüyle yüzbinler dil ile tesbih eden bazý melâike gibi yüzbin tarzlarda ilân edip isbat eder.

 

Hem arz; senevi hayatý haysiyyetiyle bir aðaç olduðu ve o dört isim içinde Hafîziyyeti, ve keza o dört ismi haþir kapýsýna bir anahtar yaptýðý gibi, aynen öyle de, dehrî ve dünya hayatý cihetiyle yine meyveleri âhiret pazarýna gönderilen bir muntazam aðaçtýr. Ve o dört isme öyle bir mazhar, bir âyine, ve âhirete giden bir yol açar ki; geniþliðini ihâtaya ve tâbire aklýmýz kâfi gelmiyor. Yalnýz bu kadar deriz: Nasýlki bir saatýn saniyeleri ve dakikalarý ve saatleri; ve günleri sayan haftalýk saatin milleri birbirine benzer; birbirini isbat eder. Saniyelerin hareketini gören, sair çarklarýn hareketlerini tasdik etmeðe mecbur olur. Aynen öyle de; semavat ve Arzýn Hâlýk-ý Zülcelâlinin bir saat-ý ekberi olan bu dünyanýn saniyelerini sayan günler ve dakikalarýný hesap eden seneler, ve saatlerini gösteren asýrlar ve günlerini bildiren devirler birbirine benzer, ve birbirini isbat eder. Ve bu gecenin sabahý ve bu kýþýn baharý kat'iyetinde fâni dünyanýn karanlýklý kýþýnýn bâki bir baharý ve sermedî bir sabahý geleceðini hadsiz emârelerle haber verir diye,

 

sh:» (T: 424)

 

Hafîz ismi ile هُوَ اْلاَوَّلُ وَاْلاَخِرُ وًالظَّاهِرُ وَاْلْبَاطِنُ isimleri, Hâlikýmýzdan sorduðumuz haþir mes'elesine mezkur hakikatle cevap veriyorlar.

 

Hem, madem gözümüzle görüyoruz ve aklýmýzla anlýyoruz ki: Ýnsan, þu kâinat aðacýnýn en son ve en cem'iyetli meyvesi; ve hakikat-ý Muhammediye Aleyhissalâtü Vesselâm cihetiyle çekirdek-i aslîsi; ve kâinat Kur'anýnýn âyet-i kübrasý; ve Ýsm-i A'zamý taþýyan âyetü'l-kürsîsî; ve kâinat sarayýnýn en mükerrem misafiri; ve o saraydaki sair sekenelerde tasarrufa me'zun en faal me'muru; ve kâinat þehrinin zemin mahallesinin bahçesinde ve tarlasýnda vâridat ve sarfiyatý ve zer' edilmesine ( ekilmesine) nezârete me'mur ve yüzer fenlerle ve binler san'atlarla techiz edilmiþ en gürültülü ve mes'uliyetli nâzýrý; ve kâniat ülkesinin arz memleketinde Pâdiþâh-ý Ezel ve Ebedin gayet dikkat altýnda bir müfettiþi; ve bir nevi' halife-i arzý; ve cüz'i ve küllî bütün harekâtý kaydedilen bir mutasarrýfý; ve semâvat ve Arz ve cibalin kaldýrmasýndan çekindikleri emanet-i kübrayý omuzuna alan ve önüne iki acib yol açýlan, birinci yolda zîyahatýn en bedbahtý ve ikinci yolda en bahtiyarý, çok geniþ bir ubûdiyetle mükellef bir abd-i küllî; ve kâinat sultanýnýn ism-i A'zamýna mazhar ve bütün esmasýna en câmi' bir âyinesi; ve hitâbât -ý sübhâniyyesine ve konuþmalarýna en anlayýþlý bir muhatab-ý hâssý ;ve kâinatýn zîhayatlarý içinde en ziyade ihtiyaçlýsý; ve hadsiz fakriyle ve aczi ile beraber ,hadsiz maksatlarý ve arzularý ve nihâyetsiz düþmanlarý ve onu inciten zararlý þeyleri bulunan bir bîçare zîhayatý; ve istidatça en zengini ve lezzet-i hayat cihetinde en müteellimi; ve lezzetleri dehþetli elemlerle âlûde ve bekaya en ziyade müþtak ve muhtaç, ve en çok lâyýk ve müstehâk; ve devamý ve saadet-i ebediyeyi hadsiz dualarla istiyen ve yalvaran ve bütün dünya lezzetleri ona verilse onun bekaya karþý arzusunu tatmin etmeyen; ve ona ihsanlar eden Zâtý perestiþ derecesinde seven ve sevdiren ve sevilen çok hârika bir mu'cize-i Kudret-i Samedaniyye ve bir acûbe-i hilkat; ve kâinatý içine alan ve ebede gitmek için yaratýldýðýna, bütün cihâzât-ý insâniyyesi þehadet eden; böyle yirmi küllî hakikatler ile Cenâb-ý Hakk'ýn Hak ismine baðlanan; ve en küçük zîyahatýn en cüz'i ihtiyacýný gören ve niyazýný iþiten ve fiilen cevap veren Hafîz-i Zülcelâl'in, Hafîz ismiyle

 

sh:» (T: 425)

 

mütemadiyen amelleri kaydedilen, ve kâinatý alâkadar edecek ef'alleri o ismin kâtîbîn-i kiramlarýyle yazýlan ve her þeyden ziyade o ismin nazar-ý dikkatine mazhar bulunan bu insanlar, elbette ve elbette ve herhalde ve hiçbir þüphe getirmez ki; bu yirmi hakikatýn hükmiyle, insanlar için bir haþir ve neþir olacak. Ve «Hak» ismiyle evvelki hizmetlerinin mükâfatýný, ve kusuratýnýn mücâzâtýný çekecek. Ve «Hafîz» ismiyle cüz'î-küllî kayd altýna alýnan hem amelinden muhasebeye ve sorguya çekilecek. Ve dâr-ý bekada saadet-i ebediye ziyafetgâhýnýn, ve þekâvet-i dâime hapishânesinin kapýlarý açýlacak. Ve bu âlemde çok taifelere kumandanlýk yapan ve karýþan ve bazan karýþtýran bir zabit, topraða girip istediði amellerinden sual olunmamak ve uyandýrýlmamak üzere yatýp saklanmayacaktýr!...

 

 

 

Yoksa, sineðin sesini iþitip hakk-ý hayatýný vermekle fiilen cevap verdiði halde, gök gürültüsü kuvvetinde bekaya ait hadsiz hukuk-u insaniyenin, mezkûr yirmi hakikatlar lisanlarý ile edilen, ve arþ ve ferþi çýnlatan dualarýný iþitmemek ve o hadsiz hukuku zâyi etmek ve sinek kanadýnýn intizamý þehadetiyle, sinek kanadý kadar israf etmeyen bir hikmet, bütün o hakikatlarýn baðlandýklarý insanî istidâdatý ve ebede uzanan emelleri ve arzularý ve o istidat ve arzularý besleyen kâinatýn pek çok rabýtalarýný ve hakikatlarýný bütün bütün israf etmek; öyle bir haksýzlýktýr ve öyle imkân haricindedir ve öyle zâlimane bir çirkinliktir ki: Hak ve Hâfiz ve Hakîm ve Cemîl ve Rahîm isimlerine þehadet eden bütün mevcudat onu reddederler: yüz derece muhal ve bin vecihle mümteni'dir derler.

 

 

 

Ýþte biz Hâlikýmýzdan haþre dair sorduðumuz suale Hak, Hafîz, Hakîm, Cemîl, Rahîm isimleri cevap verip derler: "Biz hak ve hakikat olduðumuz gibi ve hem bize þehadet eden mevcudatýn tahakkuku misillû, haþir haktýr ve muhakkaktýr."

 

 

 

Hem mâdem.. Daha yazacaktým, fakat güneþ gibi mâlum olmasýndan kýsa kesiyorum.

 

 

 

Ýþte geçmiþ misâllerde ve mâdemlerdeki maddelere kýyasen, Cenâb-ý Hakk'ýn; yüz belki bin esmâsýndan kâinata bakan isimlerinin her birisi, nasýlki mevcudattaki âyineleri ve cilveleriyle müsemmâlarýný bedâhetle isbat ederler. Aynen öyle de: Haþri ve dâr-ý âhireti de gösterirler ve kat'iyetle isbat ederler.

 

sh:» (T: 426)

 

 

 

Hem nasýl, Hâlikýmýzdan þu sorduðumuz sualimize, O Rabbimiz bütün fermanlariyle ve nâzil ettiði bütün kitaplariyle ve müsemma olduðu ekser isimleriyle bize kudsî ve kat'i cevap veriyor. Aynen öyle de: Melâikeleriyle ve onlarýn diliyle daha baþka bir tarzda dedirir Þöyle ki :

 

Melekler derler "Sizin zaman-ý Âdem'den beri hem ruhanîlerle, hem bizimle görüþmenizin yüzer tevatür kuvvetinde hâdiseleri var ve bizim ve ruhânilerin vücudlarýna ve ubûdiyetlerine delâlet eden hadsiz emâreler ve deliller var. Ve biz âhiret salonlarýnda ve bazý dairelerinde gezdiðimizi birbirimize mutabýk olarak sizin kumandanlarýnýz olan Enbiyalar ile görüþtüðümüz zaman söylemiþiz ve daima da söylüyoruz. Elbette bu gezdiðimiz bâki ve mükemmel salonlar ve bu salonlarýn arkalarýnda tefriþ ve tezyin edilmiþ olan saraylar ve menziller, hiç þüphemiz yoktur ki, gayet ehemmiyetli misafirleri o yerlerde iskân etmek üzere bekliyorlar. Size kat'i beyan ediyoruz." Diye sualimize cevap veriyorlar.

 

 

 

Hem mâdem Hâlikýmýz, bize en büyük muallim ve en mükemmel üstad ve þaþýrmaz ve þaþýrtmaz en doðru rehber olarak Muhammed-i Arabi Aleyhissalâtü Vesselâm-ý tâyin etmiþ. Ve en son elçi olarak göndermiþ. Biz dahi, ilmelyakîn mertebesinden aynelyakîn ve hakkalyakîn mertebelerine terakki ve tekemmül etmek üzere her þeyden evvel bu Üstadýmýzdan, Hâlikýmýzdan sorduðumuz suali sormaklýðýmýz lâzým geliyor. Çünki: O Zât, (A.S.M.) Hâlikýmýz tarafýndan herbiri birer niþane-i tasdik olan bin mu'cizâtýyle, Kur'an'ýn bir mu'cizesi olarak, Kur'an'ýn, hak ve Kelâmullah olduðunu isbat ettiði gibi; Kur'an dahi, kýrk nevi' i'caz ile, O Zâtýn(A.S.M.) bir mu'cizesi olup, O zâtýn (A.S.M.) doðru ve Resûlullah olduðunu isbat ederek ikisi beraber, biri âlem-i þehadet lisaný; - bütün hayatýnda bütün enbiya ve evliyanýn tasdikleri altýnda- diðeri, âlem-i gayb lisaný -bütün semavî fermanlarýn ve kâinat hakikatlarýnýn tasdikleri içinde- binler Âyâtýyle iddia ve isbat ettikleri hakikat-ý haþriye, elbette güneþ ve gündüz gibi bir kat'iyettedir.

 

 

 

Evet haþir gibi, en acib ve en dehþetli ve tavr-ý aklýn haricinde olan bir mes'ele, ancak, ve ancak böyle hârika iki üstadýn dersleriyle halledilir, anlaþýlýr.

 

sh:» (T: 427)

 

Eski zaman peygamberleri, ümmetlerine Kur'an gibi izahat vermediklerinin sebebi; o devirler beþerin bedeviyet ve tufuliyet devri olmasýdýr. Ýptidai derslerde izah az olur.

 

 

 

E l h â s ý l: Mâdem Cenâb-ý Hakk'ýn ekser isimleri âhireti iktiza edip isterler. Elbette o isimlere delâlet eden bütün hüccetler, bir cihette âhiretin tahakkukuna dahi delâlet ederler. Ve mâdem melâikeler âhiretin ve âlem-i bekanýn dâirelerini gördüklerini haber veriyorlar. Elbette melâikelerin ve ruhlarýn ve ruhâniyâtýn vücudlarýna ve ubûdiyetlerine þehadet eden deliller, dolayýsiyle Âhiretin vücuduna dahi delâlet ederler. Ve mâdem Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm'ýn bütün hayatýnda vahdâniyyetten sonra en daimi dâvasý ve müddeasý ve esasý âhirettir. Elbette, O Zâtýn nübüvvetine ve sýdkýna delâlet eden bütün mu'cizeleri ve hüccetler, bir cihette, dolayýsýyle âhiretin tahakkukuna ve geleceðine þehadet ederler. Ve mâdem Kur'an'ýn dörtten birisi haþir ve âhirettir. Ve bin âyâtýyle haþrý isbat eder. Ve onu haber verir. Elbette Kur'an'ýn hakkaniyetine þehadet ve delâlet eden bütün hüccetler ve deliller ve bürhanlar, dolayýsiyle âhiretin vücuduna ve tahakkukuna ve açýlmasýna dahi delâlet ve þehadet ederler.

 

Ýþte bak, bu rükn-ü îmani ne kadar kuvvetli ve kat'i olduðunu gör...

 

* * *

Link zu diesem Kommentar
Auf anderen Seiten teilen

Gast
Dieses Thema wurde nun für weitere Antworten gesperrt.
×
×
  • Neu erstellen...