EMRE Geschrieben 21. Dezember 2008 Teilen Geschrieben 21. Dezember 2008 ALTINCI HÜCCET-Ý ÝMANÝYE (ONUNCU SÖZ'ÜN DOKUZUNCU HAKÝKATI) [bâb-ý Ýhya ve Ýmâte'dir. Ýsm-i Hayy-ý Kayyûm'un, Muhyî ve Mümît'in cilvesidir.] Hiç mümkün müdür ki: Ölmüþ, kurumuþ koca arzý ihyâ eden ve o ihya içinde, herbiri beþer Haþri gibi acib, üçyüzbinden ziyade envâ-ý mahlûkatý haþr ve neþr edip kudretini gösteren ve o haþr ve neþr içinde nihayet derecede karýþýk ve ihtilât içinde, nihayet derecede imtiyaz ve tefrik ile ihâta-i ilmiyesini gösteren ve bütün Semâvî fermanlariyle beþerin Haþrini vâdetmekle bütün ibâdýnýn enzârýný saadet-i ebediyeye çeviren ve bütün mevcûdatý baþbaþa, omuz omuza, elele verdirip, emir ve irâdesi dairesinde döndürüp birbirine yardýmcý ve musahhar kýlmakla azamet-i Rubûbiyyetini gösteren ve beþeri, þecere-i kâinatýn en câmi, ve en nâzik ve en nâzenin, en nazdar, en niyazdar bir meyvesi yaratýp kendine muhatap ittihaz ederek her þey'i ona musahhar kýlmakla, insana bu kadar ehemmiyet verdiðini gösteren bir Kadîr-i Rahîm, bir Alîm-i Hakîm; Kýyâmeti getirmesin. Haþri yapmasýn ve yapamasýn. Beþeri ihyâ etmesin veya edemesin. Mahkeme-i Kübrâyý açamasýn; Cennet ve Cehennem'i yaratamasýn? Hâþâ ve kellâ... Evet, þu âlemin Mutasarrýf-ý Zîþâný, her asýrda, her senede her günde bu dar, muvakkat rûy-i zeminde Haþr-i Ekber'in ve meydân-ý kýyâmetin pek çok emsâlini ve nümunelerini ve iþârâtýný îcad ediyor. Ezcümle: Haþr-i baharîde görüyoruz ki; beþ-altý gün zarfýnda küçük ve büyük hayvânat ve nebatattan üçyüz binden ziyade envâý haþredip neþrediyor. Bütün aðaçlarýn, otlarýn köklerini ve bir kýsým hayvanlarý aynen ihya edip iâde ediyor. Baþkalarýný ayniyet derecesinde bir misliyet suretinde îcad ediyor. Halbuki, maddeten farklarý pek az olan tohumcuklar, o kadar karýþmýþken kemâl-i imtiyaz ve teþhîs ile, o kadar sür'at ve vüs'at ve sühûlet içinde kemâl-i intizam ve mîzan ile altý gün veya altý hafta zarfýnda ihya ediliyor. Hiç kabil midir ki: Bu iþleri yapan zâta bir þey aðýr gelebilsin; Semâvat ve arzý altý günde halkedemesin, insaný bir sayha ile haþredemesin! Hâþâ.... (Sh:Asâ.169) Acaba: Mu'ciznümâ bir kâtip bulunsa, harfleri, ya bozulmuþ veya mahvolmuþ üçyüzbin kitabý tek bir sahifede karýþtýrmaksýzýn, galatsýz, sehivsiz, noksansýz, hepsini beraber, gayet güzel bir surette bir saate yazarsa; birisi sana dese: Þu kâtip, kendi te'lif ettiði senin suya düþmüþ olan kitabýný yeniden, bir dakika zarfýnda hâfýzasýndan yazacak. Sen diyebilir misin ki: Yapamaz ve inanmam. Veyahut bir Sultan-ý mu'cizekâr, kendi iktidarýný göstermek için veya ibret ve tenezzüh için bir iþaretle daðlarý kaldýrýr memleketleri tebdil eder; denizi karaya çevirdiðini gördüðün halde, sonra görsen ki: Büyük bir taþ dereye yuvarlanmýþ. O Zâtýn kendi ziyâfetine dâvet ettiði misafirlerin yolunu kesmiþ, geçemiyorlar. Biri sana dese: O Zât, bir iþaretle o taþý, ne kadar büyük olursa olsun kaldýracak veya daðýtacak. Misafirlerini yolda býrakmayacak. Sen desen ki: Kaldýrmaz veya kaldýramaz... Veyahut, bir Zât bir günde yeniden büyük bir orduyu teþkil ettiði halde biri dese: O Zât, bir boru sesiyle, efrâdý istirahat için daðýlmýþ olan taburlarý toplar. Taburlar, nizâmý altýna girerler. Sen desen ki: Ýnanmam! Ne kadar divânece hareket ettiðini anlarsýn... Ýþte þu üç temsili fehmettin ise, bak: Nakkaþ-ý Ezelî gözümüzün önünde Kýþýn beyaz sahifesini çevirip, Bahar ve Yaz yeþil yapraðýný açýp, rûy-i Arzýn sahifesinde üçyüz binden ziyâde envâý, Kudret ve Kader kalemiyle ahsen-i sûret üzere yazar. Birbiri içinde birbirine karýþmaz. Beraber yazar; birbirine mâni olmaz. Teþkilce, sûretce birbirinden ayrý, hiç þaþýrtmaz. Yanlýþ yazmaz. Evet, en büyük bir aðacýn ruh programýný, bir nokta gibi en küçük bir çekirdekte dercedip, muhafaza eden Zât-ý Hakîm-i Hafîz; vefat edenlerin ruhlarýný nasýl muhafaza eder, denilir mi? Ve küre-i arzý bir sapan taþý gibi çeviren Zât-ý Kadîr; âhirete giden misafirlerinin yolunda, nasýl bu arzý kaldýracak veya daðýtacak denilir mi? Hem, hiçten, yeniden bütün zîhayatýn ordularýný, bütün cesedlerinin taburlarýnda, kemâl-i intizamla zerrât-ý emr-i كَنْ فَيَكُونَ ile kaydedip yerleþtiren, ordular îcad eden Zât-ý Zülcelâl; tabur-misâl cesedin nizamý altýna girmekle birbiriyle tanýþan zerrat-ý esâsiye ve eczâ-yý asliyesini bir sayha ile nasýl toplayabilir denilir mi? Hem, bu Bahar haþrine benziyen, dünyanýn her devrinde, her asrýnda, hattâ gece gündüzün tebdilinde, hattâ cevv-i havada bulutlarýn îcad ve ifnâsýnda haþre nümune ve misâl ve emâre olacak ne kadar nakýþlar yaptýðýný gözünle görüyorsun. Hattâ, eðer hayâlen bin sene evvel kendini farzet- (Sh:Asâ.170) sen. sonra zamanýn iki cenahý olan mâzi ile müstakbeli birbirine karþýlaþtýrsan; asýrlar, günler, adedince misâl-i haþir ve kýyâmetin nümûnelerini göreceksin. Sonra, bu kadar nümûne ve misâlleri müþâhede ettiðin halde, Haþr-i cismâniyi akýldan uzak görüp istib'ad etmekle inkâr etsen; ne kadar divânelik olduðunu sen de anlarsýn. Bak! Fermân-ý A'zam, bahsettiðimiz hakikata dair ne diyor: فَانْظُرْ اِلَى اَثَارِ رَحْمَتِ اللَّهِ كَيْفَ يُحْيِى اْلاَرْضَ بَعْدَ مَوْتِهَا اِنَّ ذَالِكَ لَمُحْيِى الْمَوْتَى وَهُوَ عَلَى كُلِّ شَىْءٍ قَدِيرٌ E l h â s ý l: Haþre mâni hiçbir þey yoktur. Muktazî ise; her þeydir. Evet, mahþer-i acâib olan þu koca Arzý; âdi bir hayvan gibi imâte ve ihyâ eden ve beþer ve hayvana hoþ bir beþik, güzel bir gemi yapan ve Güneþi onlara þu misafirhânede ýþýk verici ve ýsýndýrýcý bir lâmba eden, seyyâratý; meleklerine tayyare yapan bir zâtýn, bu derece muhteþem ve sermedî Rubûbiyyeti ve bu derece muazzam ve muhît hâkimiyeti; elbette, yalnýz böyle geçici, devamsýz, bîkarar, ehemmiyetsiz, mütegayyir, bekasýz, nâkýs, tekemmülsüz umûr-u dünya üzerinde kurulmaz ve durmaz. Demek, O'na þâyeste, dâimi, berkarar, zevalsiz, muhteþem bir diyâr-ý âher var. Baþka bâki bir memleketi vardýr. Bizi onun için çalýþtýrýr. Oraya dâvet eder. Ve oraya nakledeceðine; zâhirden hakikata geçen ve kurb-u huzûruna müþerref olan bütün ervah-ý neyyire ashâbý, bütün kulûb-u münevvere aktâbý, bütün ukûl-ü nûraniye erbabý þehadet ediyorlar ve bir mükâfat ve mücâzat ihzar ettiðini, müttefikan haber veriyorlar. Ve mükerreren pek kuvvetli va'd ve pek þiddetli tehdit eder. Naklederler. Hulf'ül-vaad ise; hem zillet, hem tezellüldür. Hiçbir cihetle celâl ve kudsiyetine yanaþamaz. Hulfül-vâid ise, ya afv'dan, ya aczden gelir. Halbuki, küfür; cinâyet-i mutlakadýr. (Hâþiye). Afva kabil deðil. Kadîr-i Mutlak ise, aczden münezzeh ve mukaddestir. Þâhidler, muhbirler ise; mesleklerinde, meþreblerinde, mezheblerinde muhtelif olduklarý halde; kemâl-i itti- ________________ (Hâþiye) : Evet, küfür, mevcudatýn kýymetini iskat ve manasýzlýkla ittiham ettiðinden, bütün kâinata karþý bir tahkir ve mevcudat âyinelerinde cilve-i Esmâyý inkâr olduðundan; bütün Esmâ-yý Ýlâhiyyeye karþý bir tezyif ve mevcûdatýn Vahdâniyyete olan þehadetlerini reddettiðinden, bütün mahlûkata karþý bir tekzip olduðundan istidât-ý insâniyi öyle ifsad eder ki: Salâh ve hayrý kabule liyâkati kalmaz. Hem, bir zulm-ü azimdir ki: Umum mahlûkatýn ve bütün Esmâ-yý Ýlâhiyyenin hukukuna bir tecavüzdür. Ýþte þu hukukun muhafazasý ve nefs-i kâfirin hayra kabiliyyetsizliði; küfrün adem-i afvýný iktiza eder. اِنَّ الشِّرْكَ لَظُلْمٌ عَظِيمٌ Þu mânayý ifade eder. (Sh:Asâ.171) fak ile þu mes'elenin esasýnda müttehiddirler. Kesretçe tevâtür derecesindedirler. Keyfiyetçe icma' kuvvetindedirler. Mevkice her biri nev-i beþerin bir yýldýzý, bir taifenin gözü, bir milletin azizidirler. Ehemmiyetçe þu mes'elede hem ehl-i ihtisas, hem ehl-i isbattýrlar, Halbuki; bir fende veya bir san'atta iki ehl-i ihtisas, binler baþkalardan müreccahtýrlar. Ve ihbarda iki müsbit, binler nâfilere tercih edilir. Meselâ: Ramazan hilâlinin sübûtunu ihbar eden iki adam, binler münkirlerin inkârlarýný hiçe atarlar. Elhâsýl, dünyada bundan daha doðru bir haber, daha saðlam bir dâva, daha zâhir bir hakikat olamaz... Demek, þüphesiz dünya bir mezraadýr. Mahþer ise; bir beyderdir, harmandýr, Cennet, Cehennem ise; birer mahzendir. * * * Link zu diesem Kommentar Auf anderen Seiten teilen Mehr Optionen zum Teilen...
Empfohlene Beiträge