Zum Inhalt springen
Qries Qries Qries Qries Qries Qries

Empfohlene Beiträge

DOKUZUNCU MES'ELE

 

 

 

بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمِنِ الرَّحِيم

 

آمَنَ الرَّسُولُ بِمَآ اُنْزِلَ اِلَيْهِ مِنْ رَبِّهِ وَالْمُؤْمِنُونَ كُلٌّ آمَنَ بِاللَّهِ وَمَلئِكَتِهِ وَكُتُبِهِ وَرُسُلِهِ

 

لاَ نُفَرِّقُ بَيْنَ اَحَدٍ مِنْ رُسُلِهِ

 

 

 

 

 

ilâ âhiril'âye...

 

 

 

Bu âyet-i ecma ve âlâ ve ekber'in bir küllî ve uzun nüktesini beyan etmeðe, bir dehþetli mânevî sual ve bir azametli ve Ýlâhî bir ni'metin inkiþafýndan neþ'et eden bir hal sebebiyet verdiler. Þöyle ki:

 

 

 

Mânen ruha geldi: Neden bir cüz'ü hakikat-ý Îmâniyeyi inkâr eden kâfir olur ve kabul etmeyen müslüman olmaz? Halbuki, Allah ve âhirete îmân bir güneþ gibi o karanlýðý izâle etmek lâzým geliyor. Hem neden bir rükün ve hakikat-ý îmâniyeyi inkâr eden mürted olur, küfr-ü mutlaka düþer ve kabul etmeyen Ýslâmiyet'ten çýkar? Halbuki sair erkân-ý îmaniyeye îmaný varsa, onu küfr-ü mutlaktan kurtarmak lâzým geliyor?

 

 

 

E l c e v a p: Îmân, altý rüknünden çýkan öyle bir vahdânî hakikattýr ki, tefrik kabul etmez. Ve öyle bir küllîdir ki tecezzi kaldýrmaz. Ve öyle bir külldür ki kabil-i inkýsam olmazlar. Çünki, her bir rükn-ü îmânî, kendini isbat eden hüccetleriyle sair erkân-ý îmâniyeyi isbat eder. Herbiri herbirisine gayet kuvvetli bir hüccet-i âzam olur. Öyle ise, bütün erkâný, bütün delilleriyle sarsmayan bir fikr-i bâtýl, hakikat nazarýnda bir tek rüknü, belki bir hakikatý iptal edip inkâr edemez. Belki adem-i kabul perdesi altýnda gözünü kapamakla, bir küfr-ü inâdî yapabilir. Gitgide küfr-ü mutlaka düþer; insaniyeti mahv olur. Hem maddî, hem manevî cehenneme gider.

 

 

 

Ýþte biz bu makamda,gayet muhtasar iþaretlerle ve Meyve Risale'sinde haþrin isbatýnda, sair erkân-ý îmâniye haþri de isbat ettiklerini kýsacýk hülasalarla beyaný gibi, bu makamda dahi mücmel fezleke ve muhtasar hülasalarla Cenab-ý Hakk'ýn inayetiyle bu nükte-i âzam, "Altý Nokta"da beyan edilecek.

 

 

 

(Sh:Asâ.51)

 

 

 

B i r i n c i N o k t a: Îmân-ý Billâh, kendi hüccetleriyle hem sair rükünlerini, hem îmân-ý bil'âhireti isbat eder ki; Meyve Risalesi'nin Yedinci Mes'elesinde güzelce göstermiþ.

 

 

 

Evet, bu hadsiz kâinatý bir saray, bir þehir, bir memleket, gibi bütün levâzýmý ile idare eden ve mizân ve intizam dairesinde çeviren ve hikmetlerle deðiþtiren ve zerratý ve seyyaratý ve sinekleri ve yýldýzlarý birer muntazam ordu gibi beraber techiz ve idâre eden ve emir ve irâdesi dairesinde mütemadiyen bir ulvî manevra içinde talim ve tavzifatla faaliyete ve seyr ve cevelâna ve ubûdiyetkârâne bir resm-i küþâda ve seyahata getiren ezelî ve bâkî bir saltanat-ý rubûbiyyet ve ebedî ve dâimi bir hâkimiyet-i ulûhiyyet, hiç mümkün müdür ve hiç akýl kabul eder mi ve hiç bir ihtimâl var mý ki, o ebedî ve sermedî ve bâkî ve daimî saltanatýn bâkî bir makarrý ve daimî bir medarý ve sermedî bir mazharý olan dâr-ý âhiret olmasýn? Bin defa hâþâ!..

 

 

 

Demek Cenab-ý Hakk'ýn salatanat-ý rubûbiyyeti ve -Yedinci Mes'elede beyan edildiði gibi- ekser isimleri ve vücub-u vücudunun hüccetleri, âhirete, þehadet ederler ve isterler. Ve bu kutb-u îmânî ne kadar kuvvetli bir nokta-i istinadý var, gör, bil, görür gibi inan.

 

 

 

Hem nasýl îman-ý billâh âhiretsiz olmaz, öyle de - Onuncu Sözde kýsa iþaretlerle beyan edildiði gibi-hiçbir cihette mümkün müdür ve hiç akýl kabul eder mi ki, uluhiyyet ve ma'budiyyetin tezahürü için bu kâinatý öyle bir mücessem kitab-ý samedânî ki her sahifesi bir kitap kadar ve her satýrý bir sahife kadar mânâlarý ifade eder ve öyle cismanî bir Kur'an-ý Sübhânî ki, herbir âyeti-i tekvîniyesi ve her bir kelimesi, hattâ herbir noktasý, herbir harfi birer mu'cize hükmündedir. Ve öyle muhteþem ve içi hadsiz âyâtla ve mânidar nakýþlarla tezyin edilmiþ bir mesid-i Rahmânîdir ki, her bir köþesinde bir tâife, bir nev'i ibâdet-i fýtriye ile iþtigal eder bir þekilde halkeden bir Allah bir Ma'bud-u Bil'hak , o kitab-ý kebîrin mânâlarýný ders verecek üstadlarý ve o Kur'an-ý Samedânînin âyetlerini tefsir edecek müfessirleri elçi olarak göndermesin.. ve o mescid-i ekberde hadsiz tarzlarda ibâdet edenlere imamlarý tayin etmesin ve o üstadlara ve müfessirlere ve imamlara fermanlarý vermesin... Hâþâ, yüzbin hâþâ!...

 

 

 

Hem cemâl-i rahmetini ve hüsn-ü þefkâtini ve kemâl-i rubûbiyetini zîþuurlara göstermek ve onlarý þükre ve hamde sevketmek için bu kâinatý öyle bir ziyafetgâh ve bir teþhirgâh ve öyle bir seyrangâh ki, hadsiz çeþit çeþit, leziz ni'metler ve gayet antika, hadsiz hârika san'atlar içinde dizilmiþ bir tarzda halkeden bir Sâni-i Rahîm ve Kerîm hiç mümkün müdür ve hiç akýl kabul eder mi ki: O ziyafetgâhtaki zîþuur mahlûklar ile konuþmasýn ve onlara o ni'metlere mukabil, elçileri vasýtasiyle vazife-i teþekküriyeyi ve tezâhür-ü rahmetine ve sevdirmesine karþý vazife-i ubudiyeti bildirmesin. Hâþâ, binler hâþâ!...

 

 

 

(Sh:Asâ.52)

 

 

 

Hem hiç mümkün müdür: Bir Sâni' san'atýný sever, beðendirmek ister, hatta aðýzlarýn bin çeþit zevklerini nazara almasý delaletiyle, takdir ve tahsinlerle karþýlanmak arzu eder. Ve her bir san'atiyle kendini hem tanýttýrmak, hem sevdirmek, hem bir çeþit mânevî cemâlini göstermek ister bir tarzda bu kâinatý antika san'atlarla süslendirdiði halde, kâinattaki zîhayatýn kumandanlarý olan insanlara, onlarýn büyüklerinden bir kýsmý ile konuþup elçi olarak göndermesin, güzel sýfatlarý takdirsiz ve fevkalâde hüsn-ü esmâsý tahsinsiz ve tanýttýrmasý ve sevdirmesi mukabelesiz kalsýn... Hâþâ, yüzbin hâþâ...

 

 

 

Hem bütün zîhayatýn ihtiyâcât-ý fýtriyeleri için dualarýna ve hâl dili ile edilen bütün ilticalara ve arzulara, vakti vaktine kasd ve ihtiyar ve iradeyi gösterir bir tarzda hadsiz in'âmlarýyla ve nihayetsiz fiilen ve hâlen sarih bir surette konuþan bir mütekellim-i alîm, hiç mümkün müdür, hiç akýl kabul eder mi, en cüz'î bir zîhayat ile fiilen ve hâlen konuþsun ve tam derdine derman yetiþtiren ihsaniyle derdini dinlesin ve ihtiyâcýný görsün ve bilsin, ve bütün kâinatýn en müntehab neticesi ve Arzýn halifesi ve ekser mahlûkat-ý Arziyenin kumandanlarý olan insanlarýn manevî reisleri ile görüþmesin. Onlarla, belki her zîhayat ile fiilen ve hâlen konuþtuðu gibi, onlar ile kavlen ve kelâmen konuþmasýn, ve onlara fermanlarý ve suhuf ve kitaplarý göndermesin. Hâþâ!.. Hadsiz hâþâ!...

 

 

 

Demek, Îmân-ý Billâh, kat'iyetiyle ve hadsiz hüccetleriyleوَبِكُتُبِهِ وَرُسُلِهِ yani peygamberlere ve mukaddes kitaplara îmâný isbat eder.

 

 

 

Hem hiçbir cihet-i imkâný var mý ve hiç akýl kabul eder mi ki; bütün masnûatýyla kendini tanýttýrana ve sevdirene ve teþekküratý fiilen ve hâlen isteyene mukabil, kâinatý velveleye veren hakikat-ý Kur'aniye ile Zülcelâl o san'atkâri, ekmel bir tarzda tanýyýp ve tanýttýrýp ve sevip ve sevdirip ve teþekkür edip ve ettirip veسُبْحَانَ اللَّهِ * اَلْحَمْدُ لِلَّهِ * اَللَّهُ اَكْبَرْ ler ile Küre-i Arzý semâvâta iþittirecek derecede konuþturup ve kara ve denizleri cezbeye getirecek bir vaziyetle, bin üçyüz sene zarfýnda nev-i beþerin kemiyeten beþten birisini, ve keyfiyeten ve insaniyeten yarýsýný arkasýna alýp o Hâlikýn bütün tezahür-ü rubûbiyetine geniþ ve küllî bir ubûdiyetle mukabele eden ve bütün makasýd-ý Ýlâhiyyesine karþý Kur'an'ýn sûreleriyle kâinata ve asýrlara baðýran, ders veren, dellallýk eden, ve nev-i insanýn þerefini ve kýymetini ve vazifesini gösteren, ve bin mu'cizatýyle tasdik edilen Muhammed Aleyhissâlatü Vesselâm, en müntehab mahluku ve en mükemmel elçisi ve en büyük resûl olmasýn. Hâþâ ve kellâ!. Yüzbin defa hâþâ!...

 

 

 

(Sh:Asâ.53)

 

Demekاَشْهَدُ اَنْ لآ اِلَهَ اِلاَّ اللَّهً hakikati, bütün hüccetleriyle اَشْهَدُ اَنَّ مُحَمَّدًا رَسُولُ اللَّهِ hakikatini isbat eder.

 

 

 

Hem hiç imkân varmý ki, bu kâinatýn Sânii, mahlûkatýný yüzbin diller ile birbiriyle konuþtursun ve onlarýn konuþmalarýný iþitsin ve bilsin ve kendisi konuþmasýn. Hâþâ!...

 

 

 

Hem hiç akýl kabul eder mi ki: Kâinattaki, makasýd-ý Ýlâhiyyesini bir ferman ile bildirmesin, Ve muammasýný açacak ve mahlûkat ne yerden geliyorlar ve ne yere gidecekler, ve ne için böyle kafile kafile arkasýnda buraya gelip bir parça durup geçiyorlar, diye üç dehþetli sual-i umumiye hakiki cevap verecek Kur'an gibi bir kitabý göndermesin. Hâþâ!...

 

 

 

Hem hiç mümkün müdür ki: Onüç asrý ýþýklandýran ve her saatte yüz milyon lisanlarda kemâl-i hürmetle gezen, ve milyonlar hâfýzlarýn kalblerinde kudsiyetiyle yazýlan ve nev-i beþerin, keyfiyeten kýsm-ý a'zamýný kanunlariyle idare eden ve nefislerini ve ruhlarýný ve kalblerini ve akýllarýný terbiye ve tezkiye ve tasfiye ve tâlim eden ve Risale-i Nur'da kýrk vech-i i'cazý isbat edilen, ve kýrk taife ve tabaka-i nâsa, ve her bir tabakaya karþý bir nevi i'cazýný gösterdiði kerâmetli ve hârikalý Ondokuzuncu Mektup'ta beyan olunan ve Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm bin mu'cizatýyla onun bir mu'cizesi

 

olarak hak kelâmullah olduðu kat'i isbat edilen Kur'an-ý Mu'cizül-Beyan, hiçbir cihette imkaný varmý ki, O Mütekellim-i Ezelî ve o Sâni-i Sermedînin kelâmý ve fermâný olmasýn. Hâþâ, yüzbin defa hâþâ ve kellâ!...

 

Demek îmân-ý Billah, bütün hüccetleriyle Kur'an'ýn Kelâmullah olduðunu isbat ediyor.

 

Hem hiç mümkün müdür ki, zeminin yüzünü mütemadiyen zîhayatlarla doldurup boþaltan ve kendini tanýttýrmak ve ibâdet ve tesbihat ettirmek için bu dünyamýzý zîþuurlarla þenlendiren bir Sultan-ý Zülcelâl, semavatý ve yýldýzlarý boþ ve hâlî býraksýn; onlara münâsib ahâliyi yaratýp o semâvi saraylarda iskân etmesin ve saltanat-ý rubûbiyyetini en büyük memleketinde hademesiz, haþmetsiz, memursuz, elçisiz, yaversiz, nâzýrsýz, seyircisiz, âbidsiz, raiyyetsiz býraksýn... Hâþâ, melekler sayýsýnca hâþâ!...

 

Hem hiç bir cihette imkaný var mý ki: Bu kâinatý öyle bir kitab tarzýnda yazar ki, herbir aðacýn bütün tarihçe-i hayatýný bütün çekirdeklerinde kaydeden ve herbir otun ve çiçeðin bütün vazife-i hayatiyesini bütün tohumlarýnda yazan ve herbir zîþuurun bütün sergüzeþte-i hayatiyesini har-

 

 

 

 

 

(Sh:Asâ.54)

 

 

 

dal gibi küçük kuvve-i hâfýzasýnda gayet mükemmel yazdýran ve bütün mülkünde ve devâir-i saltanatýnda her ameli ve her hâdiseyi müteaddid fotoðraflarla alarak muhafaza eden, ve rubûbiyyetin en ehemmiyetli bir esasý olan adâlet, hikmet ve rahmetin tecellileri ve tahakkuklarý için koca Cennet ve Cehennem'i ve sýrat ve mîzan-ý ekberi yaratan bir Hâkim-i Hakîm ve bir Alîm-i Rahîm, insanlarýn, kâinatý alakadar eden amellerini yazdýrmasýn ve mücâzat ve mükâfat için fiillerini kaydettirmesin, ve seyyiat ve hasenatlarýný kaderin levhalarýnda yazmasýn. Hâþâ! Kaderin, levh-i mahfuzunda yazýlan harfleri adedince hâþâ!...

 

 

 

Demek îmân-ý Billâh hakikatý, hüccetleriyle hem melâikeye îmân, hem kadere îman hakikatlerini dahi kat'i isbat eder. Güneþ gündüzü ve gündüz güneþi gösterdiði gibi, îmânýn rükünleri birbirini isbat ederler.

 

 

 

Ý k i n c i N o k t a: Baþta Kur'an, bütün semavî kitaplar ve suhuflar; ve baþta Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm olarak, bütün peygamberler (aleyhimüsselâm) bütün dâvalarý beþ-altý esas üzerine dönüyorlar. Mütemadiyen o esaslarý ders vermeye ve isbat etmeye çalýþýyorlar. Onlarýn peygamberliklerine ve doðruluklarýna þehadet eden bütün hüccetler ve deliller, o esaslara bakýyorlar. Onlarýn hakkaniyetlerine kuvvet veriyorlar. O esaslar ise, îmân-ý billâh ve îmân-ý bil'âhiret ve sair rükünlere îmândýr.

 

 

 

Demek, îmânýn altý rüknü birbirlerinden ayrýlmalarý mümkün deðildir. Herbirisi umumunu isbat eder, ister; iktiza eder, O altý, öyle bir küll ve külleder ki, tecczzi kabul etmez ve inkýsâmý imkân hâricindedir. Nasýlki kökü göklerde Tûba aðacý gibi...herbir dalý, herbir meyvesi, her bir yapraðý, o koca aðacýn küllî tükenmez hayatýna dayanýyor. O kuvvetli ve güneþ gibi zâhir o hayatý inkâr edemiyen, bir tek muttasýl yapraðýn hayatýný inkâr edemez. Eðer etse, o aðaç, dallarý ve meyveleri ve yapraklarý sayýsýnca o münkiri tekzib edecek; susturacak. Öyle de îmân, altý rükünleriyle ayný vaziyettedir.

 

 

 

Bu makamýn baþýnda, "Altý Nokta" ve herbir "Nokta" dahi "Beþ Nükte" olarak altý Erkân-ý Îmâniyeyi, Otuzaltý Nükte'de beyan etmek niyet edilmiþti. Ve baþtaki dehþetli suale izahat ile cevap vermek murad etmiþtim. Fakat bazý ârýzalar meydan vermediler. Tahmin ederim ki, "Birinci Nokta" kâfî bir mikyas olmasýndan; daha, zekilere ziyade îzaha ihtiyaç kalmadý. Ve tam anlaþýldý ki: Bir Müslüman bir hakikat-ý Îmâniyeyi inkâr etse, küfr-ü mutlaka düþer. Çünki, baþka dinlerin icmallerine mukabil Ýslâmiyet'te tam izahat verilmiþ. Rükünler birbirleriyle zincirlenmiþ. Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâmý tanýmayan, tasdik etmeyen bir müslüman Allah'ý da (sýfatýyla) daha tanýmaz ve âhireti bilmez. Bir müslümanýn îmaný o kadar kuvvetli ve sarsýlmaz hadsiz hüccetlere dayanýyor ki, inkârda hiçbir özür kalmýyor. Âdeta akýl kabulde mecbur oluyor.

 

 

 

 

 

(Sh:Asâ.55)

 

 

 

Ü ç ü n c ü N o k t a: Bir zaman "Elhamdülillâh" dedim. Onun hadsiz geniþ mânasýna mukabil gelecek bir ni'met aradým. Birden bu cümle hâtýra geldi:

 

 

 

اَلْحَمْدُ لِلَّهِ عَلَى اْلاِيمَانِ بِاللَّهِ وَعَلَى وَحْدَانِيَّتِهِ وَعَلَى وُجُوبِ وَجُودِهِ

 

وَعَلَى صِفَاتِهِ وَاَسْمَآئِهِ حَمْدًا بِعَدَدِ تَجَلِّيَّاتِ اَسْمَآئِهِ مِنَ اْلاَزَلِ اِلَى اْلاَبَدِ

 

 

 

 

 

Bende baktým; tam mutâbýktýr. Þöyle ki:.......................

 

 

 

* * *

Link zu diesem Kommentar
Auf anderen Seiten teilen

Gast
Dieses Thema wurde nun für weitere Antworten gesperrt.
×
×
  • Neu erstellen...