Zum Inhalt springen
Qries Qries Qries Qries Qries Qries

22. Lema


EMRE

Empfohlene Beiträge

Yirmiikinci Lem'a

 

بِسْمِهِ سُبْحَانَهُ

 

Isparta'nýn âdil vâlisine ve adliyesine ve zabýtasýna.. en mahrem ve en has ve hâlis kardeþlerime mahsus olarak yirmi iki sene evvel Isparta'nýn Barla nahiyesinde iken yazdýðým gâyet mahrem bu Risaleciðimi Isparta milletiyle ve hükûmetiyle alâkadarlýðýný gösterdiði için takdim ediyorum. Eðer münasib görülse, ya yeni veya eski harfle daktilo ile birkaç nüsha yazýlsýn ki, yirmibeþ otuz senedir esrarýmý arýyanlar ve tarassud edenler de anlasýnlar ki; gizli hiçbir sýrrýmýz yok. Ve en gizli bir sýrrýmýz, iþte bu Risaledir; bilsinler!

 

Said Nursî

 

Ýþarat-ý Selâse

 

Onyedinci Lem'anýn Onyedinci Notasýnýn Üçüncü Mes'elesi iken, suallerinin þiddet ve þümulüne ve cevaplarýnýn kuvvet ve parlaklýðýna binaen, Otuz Birinci Mektub'un Yirmiikinci Lem'asý olarak lemeât'a karýþtý. Lem'alar bu Lem'aya yer vermelidirler. Mahremdir; en has ve hâlis ve sâdýk kardeþlerimize mahsustur.

 

بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمنِ الرَّحِيمِ

 

وَمَنْ يَتَوَكَّلْ عَلَى اللّهِ فَهُوَ حَسْبُهُ اِنَّ اللّهَ بَالِغُ اَمْرِهِ قَدْ جَعَلَ اللّهُ لِكُلِّ شَيْءٍ قَدْرًا

 

Bu Mes'ele "Üç Ýþaret"tir.

 

BÝRÝNCÝ ÝÞARET: Þahsýma ve Risale-i Nur'a ait mühim bir sual.

 

Çoklar tarafýndan deniliyor ki: Sen, ehl-i dünyanýn dünyasýna karýþmadýðýn halde, nedendir ki, her fýrsatta onlar senin âhiretine karýþýyorlar. Halbuki hiçbir hükûmetin kanunu, târik-üd dünya ve münzevîlere karýþmýyor?

 

Elcevap: Yeni Said'in bu suale karþý cevapý sükûttur. Yeni Said:

 

sh: » (L:159)

 

"Benim cevapýmý kader-i Ýlâhî versin" der. Bununla beraber mecburiyetle, emaneten istiâre ettiði Eski Said'in kafasý diyor ki: Bu suale cevap verecek, Isparta vilâyetinin hükûmetidir ve þu vilâyetin milletidir. Çünki bu hükûmet ve þu millet, benden çok ziyade bu sualin altýndaki mânâ ile alâkadardýrlar. Madem binler efradý bulunan bir hükûmet ve yüzbinler efradý bulunan bir millet benim bedelime düþünmeye ve müdafaa etmeye mecburdur. Ben neden lüzumsuz olarak müddeîlerle konuþup müdafaa edeyim. Çünki dokuz senedir ben bu vilâyetteyim; gittikçe daha ziyade dünyalarýna arkamý çeviriyorum. Hiçbir halim de mestur kalmamýþ. En gizli, en mahrem Risalelerim dahi hükûmetin ve bazý meb'uslarýn ellerine geçmiþ. Eðer ehl-i dünyayý telâþa ve endiþeye düþürecek dünyevî bir karýþmak hâlim ve karýþtýrmak teþebbüsüm ve fikrim olsaydý, bu vilâyet ve kazalardaki hükûmet, dokuz sene dikkat ve tecessüs ettikleri halde ve ben de çekinmiyerek yanýma gelenlere esrarýmý beyan ettiðim halde, hükûmet bana karþý sükût edip iliþmediler. Eðer milletin ve vatanýn saadetine ve istikbaline zarar verecek bir kabahatim varsa, dokuz seneden beri vâlisinden tut, köy karakol kumandanýna kadar kendilerini mes'ul eder. Onlar kendilerini mes'uliyetten kurtarmak için, hakkýmda habbeyi kubbe yapanlara karþý, kubbeyi habbe yapýp beni müdafaa etmeye mecburdurlar. Öyle ise bu sualin cevapýný onlara havale ediyorum.

 

Amma þu vilâyetin milleti, umumiyetle benden ziyade beni müdafaa etmek mecburiyetleri þundandýr ki; bu dokuz senedir hem kardeþ, hem dost, hem mübarek olan bu milletin hayat-ý ebediyesine ve kuvvet-i îmaniyesine ve saadet-i hayatiyesine bilfiil ve maddeten te'sirini gösteren yüzer Risalelerle çalýþtýðýmýzý ve hiçbir daðdaða ve zarar, hiç kimseye o Risaleler yüzünden gelmediði ve hiçbir garazkârane tereþþuhat-ý siyasiye ve dünyeviye görülmediði ve "Lillahilhamd" þu Isparta vilâyeti, eski zamanýn Þam-ý Þerîfinin mübarekiyeti ve Âlem-i Ýslâmýn medrese-i umumîsi olan Mýsýr'ýn Câmi-ül-Ezher'i mübârekiyeti nev'inden, kuvvet-i îmaniye ve salâbet-i dîniye cihetinde bir mübârekiyet makamýný Risale-i Nur vasýtasiyle kazanarak; bu vilâyette, îmanýn kuvveti lâkaydlýða ve ibadetin iþtiyaký sefahete hâkim olmasýný ve umum vilâyetlerin fevkýnde bir meziyet-i dindarâneyi Risale-i Nur bu vilâyete kazandýrdýðýndan, elbette bu vilâyetteki umum insanlar, hatta faraza dinsizi de olsa, beni ve Risale-i Nur'u müdafaaya mecburdur. Onlarýn çok ehemmiyetli müdafaa haklarý içinde, benim gibi vazifesini bitirmiþ ve "Lillahilhamd" binlerle Þâkirdler benim gibi bir âcizin yerinde çalýþmýþ ve çalýþtýðý hengâmda, ehemmiyetsiz cüz'î hakkým beni müdafaaya sevketmiyor. Bu kadar binlerle dâvâ vekilleri bulunan bir adam, kendi dâvâsýný kendi müdafaa etmez.

 

ÝKÝNCÝ ÝÞARET: Tenkidkârâne bir suale cevapdýr.

 

sh: » (L:160)

 

Ehl-i dünya tarafýndan deniliyor ki: Sen neden bizden küstün? Bir defa olsun hiç müracaat etmeyip sükût ettin? Bizden þiddetli þekvâ edip "Bana zulmediyorsunuz!" diyorsun. Halbuki bizim bir prensibimiz var, bu asrýn muktezasý olarak hususî düsturlarýmýz var. Bunlarýn tatbikini sen kendine kabul etmiyorsun. Kanunu tatbik eden zâlim olmaz, kabul etmiyen isyan eder. Ezcümle: Bu asr-ý hürriyette ve bu yeni baþladýðýmýz cumhuriyetler devrinde, müsavat esasý üzerine tahakküm ve tagallübü kaldýrmak düsturu, bizim bir kanun-u esasîmiz hükmüne geçtiði halde, sen kâh hocalýk, kâh zahidlik suretinde teveccüh-ü âmmeyi kazanarak, nazar-ý dikkati kendine celbederek, hükûmetin nüfuzu haricinde bir kuvvet, bir makam-ý içtimâî elde etmeye çalýþtýðýn, zâhir halin ve eski zamandaki mâcera-yý hayatýnýn delâletiyle anlaþýlýyor. Bu hal ise, -þimdiki tabîr ile; burjuvalarýn müstebidane tahakkümleri içinde hoþ görünebilir. Fakat bizim tabaka-i avâmýn intibahiyle ve galebesiyle tezahür eden tam sosyalizm ve bolþevizm düsturlarý, bizim daha ziyade iþimize yaradýðý için, o sosyalizm düsturlarýný kabul ettiðimiz halde, senin vaziyetin bize aðýr geliyor, prensiplerimize muhalif düþüyor. Onun için sana verdiðimiz sýkýntýdan þekvâya ve küsmeye hakkýn yoktur?

 

Elcevap: Hayat-ý içtimâiye-i beþeriyede bir çýðýr açan, eðer kâinattaki kanun-u fýtrata muvâfýk hareket etmezse; hayýrlý iþlerde ve terakkide muvaffak olamaz. Bütün hareketi þer ve tahrip hesabýna geçer. Madem kanun-u fýtrata tatbik-i harekete mecburiyet var; elbette fýtrat-ý beþeriyeyi deðiþtirmek ve nev-i beþerin hilkatindeki hikmet-i esasiyeyi kaldýrmakla, mutlak müsavat kanunu tatbik edilebilir. Evet ben, neseben ve hayatça avam tabakasýndaným. Ve meþreben ve fikren "Müsâvât-ý hukuk" mesleðini kabul edenlerdenim. Ve þefkaten ve Ýslâmiyetten gelen sýrr-ý adâlet ile, burjuva denilen tabaka-i havassýn istibdad ve tahakkümlerine karþý eskiden beri muhâlefetle çalýþanlardaným. Onun için bütün kuvvetimle adâlet-i tâmme lehinde, zulüm ve tagallübün ve tahakküm ve istibdadýn aleyhindeyim.

 

Fakat nev-i beþerin fýtratý ve sýrr-ý hikmeti, müsâvât-ý mutlaka kanununa zýddýr. Çünki Fâtýr-ý Hakîm, kemal-i kudret ve hikmetini göstermek için, az bir þeyden çok mahsulât aldýrýr ve bir sahifede çok kitablarý yazdýrýr ve birþey ile çok vazifeleri yaptýrdýðý gibi, beþer nev'i ile de binler nev'in vazifelerini gördürür.

 

Ýþte o sýrr-ý azîmdendir ki: Cenab-ý Hak, insan nev'ini binler nevileri sünbül verecek ve hayvanatýn sair binler nevileri kadar tabakat gösterecek bir fýtratta yaratmýþtýr. Sair hayvanat gibi kuvalarýna, lâtifelerine, duygularýna had konulmamýþ; serbest býrakýp hadsiz makamatta gezecek istidat verdiðinden, bir nevi iken binler nevi hükmüne geçtiði içindir ki, arzýn halifesi ve kâinatýn neticesi ve zîhayatýn sultaný hükmüne geçmiþtir.

 

sh: » (L:161)

 

Ýþte nev-i insanýn tenevvüünün en mühim mâyesi ve zenbereði; müsabaka ile, hakiki îmanlý fazilettir. Fazileti kaldýrmak, mahiyet-i beþeriyenin tebdîliyle, aklýn söndürülmesiyle, kalbin öldürülmesiyle, ruhun mahvedilmesiyle olabilir. Evet þu hürriyet perdesi altýnda müdhiþ bir istibdadý taþýyan þu asrýn gaddar yüzüne çarpýlmaya lâyýk iken; ve halbuki o tokada müstahak olmayan gâyet mühim bir zatýn yanlýþ olarak yüzüne savrulan kâmilâne þu sözün:

 

Ne mümkün zulm ile, bîdâd ile, imha-yý hürriyet;

 

Çalýþ idraki kaldýr, muktedirsen âdemiyetten.

 

Sözünün yerine, bu asrýn yüzüne çarpmak için ben de derim:

 

Ne mümkün zulmile, bîdâd ile, imha-yý hakikat;

 

Çalýþ kalbi kaldýr, muktedirsen âdemiyetten.

 

Veyahûd:

 

Ne mümkün zulmile, bîdâd ile, imha-yý fazilet;

 

Çalýþ vicdaný kaldýr, muktedirsen âdemiyetten.

 

Evet, îmanlý fazilet, medâr-ý tahakküm olmadýðý gibi, sebeb-i istibdad da olamaz. Tahakküm ve tagallüb etmek, faziletsizliktir. Ve bilhassa ehl-i faziletin en mühim meþrebi, acz ve fakr ve tevazu ile hayat-ý içtimaiye-i beþeriyeye karýþmak tarzýndadýr. "LillahilHamd" bu meþreb üstünde hayatýmýz gitmiþ ve gidiyor. Ben kendimde fazilet var diye fahr suretinde dâvâ etmiyorum. Fakat nîmet-i Ýlâhiyyeyi tahdis suretinde, þükretmek niyetiyle diyorum ki: Cenab-ý Hak fazl ve keremiyle, ulûm-u îmaniye ve Kur'aniyeye çalýþmak ve fehmetmek faziletini ihsan etmiþtir. Bu ihsan-ý Ýlâhîyi bütün hayatýmda "LillahilHamd" tevfik-i Ýlâhî ile þu millet-i Ýslâmiyenin menfaatine, saadetine sarfederek; hiçbir vakit vasýta-i tahakküm ve tagallüb olmadýðý gibi, ekser ehl-i gafletçe matlub olan teveccüh-ü nas ve hüsn-ü kabul-ü halk dahi, mühim bir sýrra binaen benim menfûrumdur; onlardan kaçýyorum. Yirmi sene eski hayatýmý zâyi ettiði için onlarý kendime muzýr görüyorum. Fakat Risale-i Nur'u beðenmelerine bir emare biliyorum, onlarý küstürmüyorum.

 

Ýþte ey ehl-i dünya! Dünyanýza hiç karýþmadýðým ve prensiplerinizle hiçbir cihet-i temasým bulunmadýðý ve dokuz sene esaretteki bu hayatýmýn þEhadetiyle yeniden dünyaya karýþmaya hiçbir niyet ve arzum yokken, bana eski bir mütegallib ve daima fýrsatý bekliyen ve fikr-i istibdat ve tahakkümü taþýyan bir adam gibi yapýlan bunca tarassud ve tazyikiniz, hangi kanun iledir? Hangi maslahat iledir? Dünyada hiçbir hükûmet böyle fevk-al-kanun ve hiçbir ferdin tasvîbine mazhar olmýyan bir muameleye müsaade etmediði halde, bana

 

sh: » (L:162)

 

karþý yapýlan bu kadar bed muamelelere, yalnýz deðil benim küsmem, belki eðer bilse nev-i beþer küser, belki Kâinat küsüyor!..

 

ÜÇÜNCÜ ÝÞARET: Maðlatalý dîvânecesine bir sual.

 

Bir kýsým ehl-i hüküm diyorlar ki: Madem sen bu memlekette duruyorsun; þu memleketin cumhurî kanunlarýna inkýyad etmek lâzým gelirken sen neden inziva perdesi altýnda kendini o kanunlardan kurtarýyorsun? Ezcümle; þimdiki hükûmetin kanununda, vazife haricinde bir meziyeti, bir fazileti kendine takýp, onunla bir kýsým millete tahakküm edip nüfuzunu icra etmek, müsavat esasýna istinad eden cumhuriyetin bir düsturuna münâfîdir. Sen neden vazifesiz olduðun halde elini öptürüyorsun? Halk beni dinlesin diye hodfuruþane bir vaziyet takýnýyorsun?

 

Elcevap: Kanunu tatbik edenler evvelâ kendilerine tatbik ettikten sonra baþkasýna tatbik edebilirler. Siz kendinize tatbik etmediðiniz bir düsturu baþkasýna tatbik etmekle, herkesten evvel siz düsturunuzu, kanununuzu kýrýyorsunuz ve karþý geliyorsunuz. Çünki bu müsavat-ý mutlaka kanununun bana tatbikini istiyorsunuz. Ben de derim: Ne vakit bir nefer, bir müþîrin makam-ý içtimaîsine çýkarsa ve milletin o müþîre karþý gösterdikleri hürmet ve teveccühe iþtirak ederse.. ve onun gibi, o teveccüh ve hürmete mazhar olursa veyahût o müþîr, o nefer gibi âdîleþirse ve o neferin sönük vaziyetini alýrsa.. ve o müþîrin vazife haricinde hiçbir ehemmiyeti kalmazsa.. hem eðer, en zeki ve bir ordunun muzafferiyetine sebebiyet veren bir erkân-ý harb reisi, en aptal bir neferle teveccüh-ü ammede ve hürmet ve muhabbette müsavata girerse; o vakit sizin bu müsavat kanununuz hükmünce bana þöyle diyebilirsiniz: "Kendine hoca deme! Hürmeti kabul etme! Faziletini inkâr et! Hizmetçine hizmet et! Dilencilere arkadaþ ol!"

 

Eðer deseniz: Bu hürmet ve makam ve teveccüh, vazife baþýnda olduðu vakte mahsustur ve vazifedarlara hastýr. Sen vazifesiz bir adamsýn; vazifedarlar gibi milletin hürmetini kabul edemezsin!

 

Elcevap: Eðer insan yalnýz bir cesedden ibaret olsa.. ve insan dünyada lâyemûtâne daimî kalsa.. ve kabir kapýsý kapansa.. ve ölüm öldürülse.. o vakit vazife yalnýz askerlik ve idare memurlarýna mahsus kalýrsa; sözünüzde dahi bir mânâ olurdu. Fakat madem insan yalnýz cesedden ibaret deðil. Cesedi beslemek için; kalb, dil, akýl, dimað koparýlýp o cesede yedirilmez. Onlar imha edilmez. Onlar da idare ister.

 

Ve madem kabir kapýsý kapanmýyor ve madem kabrin öbür tarafýndaki endiþe-i istikbal her ferdin en mühim mes'elesidir. Elbette milletin

 

sh: » (L:163)

 

itaat ve hürmetine istinad eden vazifeler, yalnýz milletin hayat-ý dünyeviyesine ait içtimaî ve siyasî ve askerî vazifelere münhasýr deðildir. Evet yolculara seyahat için vesika vermek bir vazife olduðu gibi, ebed tarafýna giden yolculara da hem vesika, hem o zulümatlý yolda nur vermek öyle bir vazifedir ki, hiçbir vazife o vazife kadar ehemmiyetli deðildir. Böyle bir vazifenin inkârý, ölümün inkâriyle ve her gün اَلْمَوْتُ حَقٌّ dâvâsýný, cenazelerinin mührüyle imza edip tasdik eden otuzbin þahidin þehadetini tekzib ve inkâr etmekle olur. Madem mânevî hâcât-ý zaruriyeye istinad eden mânevî vazifeler var. Ve o vazifelerin en mühimmi, ebed yolunda seyahat için pasaport varakasý; ve berzah zulümatýnda kalbin cep feneri; ve saadet-i ebediyenin anahtarý olan îmandýr ve îmanýn ders ve takviyesidir. Elbette o vazifeyi gören ehl-i mârifet herhalde küfrân-ý nîmet suretinde kendine edilen nîmet-i Ýlâhiyyeyi ve fazilet-i îmaniyeyi hiçe sayýp, sefihler ve fâsýklarýn makamýna sukut etmeyecektir. Kendini, aþaðýlarýn bid'alariyle, sefahetleriyle bulaþtýrmýyacaktýr!.. Ýþte beðenmediðiniz ve müsavatsýzlýk zannettiðiniz inziva bunun içindir.

 

Ýþte bu hakikatla beraber, beni iþkence ile taciz eden sizin gibi enaniyette ve bu kanun-u müsavatý kýrmakta firavunluk derecesinde ileri giden mütekebbirlere karþý demiyorum. Çünki mütekebbirlere karþý tevazu, tezellül zannedildiðinden, tevazu etmemek gerektir. Belki ehl-i insaf ve mütevazi ve âdil kýsmýna derim ki: "Ben felillahilhamd kendi kusurumu, aczimi biliyorum. Deðil müslümanlar üstünde mütekebbirane bir makam-ý ihtiram istemek, belki her vakit nihayetsiz kusurlarýmý, hiçliðimi görüp, istiðfar ile teselli bulup, halklardan ihtiram deðil, dua istiyorum. Hem zannederim benim bu mesleðimi, benim bütün arkadaþlarým biliyorlar. Yalnýz bu kadar var ki: Kur'an-ý Hakîm'in hizmeti esnasýnda ve hakaik-i îmaniyenin dersi vaktinde o hakaik hesabýna ve Kur'an þerefine o makamýn iktiza ettiði izzet ve vakar-ý ilmiyeyi ders vaktinde muhafaza edip, baþýmý ehl-i dalâlete eðmemek için, o izzetli vaziyeti muvakkaten takýnýyorum. Zannederim, ehl-i dünyanýn kanunlarýnýn haddi yoktur ki, bu noktalara karþý çýkabilsin!

 

Cây-ý hayret bir tarz-ý muamele: Malûmdur ki; her yerde ehl-i maarif, marifet ve ilim noktasýnda muhakeme eder. Nerede ve kimde marifet ve ilmi görse, meslek itibariyle ona karþý bir dostluk ve bir hürmet besler. Hatta düþman bir hükûmetin bir profesörü bu memlekete gelse, ehl-i maarif, onun ilim ve marifetine hürmeten onu ziyaret ederler ve ona hürmet ederler. Halbuki Ýngiliz'in en yüksek meclis-i ilmiyesinin, Meþihat-ý Ýslâmiye'den sorduðu altý sualin cevapýný, altýyüz kelime ile Meþihat-ý Ýslâmiye'den istedikleri zaman, bura maarifinin hürmetsizliðine uðrayan bir ehl-i marifet, o altý suale altý kelime ile mazhar-ý takdir olmuþ bir cevap

 

sh: » (L:164)

 

veren ve ecnebilerin en mühim ve hükemalarýn en esaslý düsturlarýna hakikî ilim ve marifetle muaraza edip galebe çalan ve Kur'andan aldýðý kuvvet-i marifet ve ilme istinaden Avrupa feylesoflarýna meydan okuyan ve hürriyetten altý ay evvel Ýstanbul'da hem ülemayý ve hem de mekteblileri münazaraya davet edip kendisi hiç sual sormadan suallerine noksansýz olarak doðru cevap veren (Hâþiye) ve bütün hayatýný bu milletin saadetine hasreden ve yüzer Risale, o milletin Türkçe olan lisaniyle neþredip o milleti tenvir eden.. hem vatandaþ, hem dindaþ, hem dost, hem kardeþ bir ehl-i marifete karþý en ziyade sýkýntý veren ve hakkýnda adavet besleyen ve belki hürmetsizlik eden; bir kýsým maarif dairesine mensub olanlarla az bir kýsým resmî hocalardýr. Ýþte gel bu hâle ne diyeceksin? Medeniyet midir? Maarifperverlik midir? Vatanperverlik midir? Milliyetperverlik midir? Cumhuriyetperverlik midir? Hâþâ! Hâþâ! Hiç hiçbirþey deðil. Belki bir kader-i Ýlâhîdir ki, o kader-i Ýlâhî, o ehl-i mârifet adamýn dostluk ümid ettiði yerden adavet gösterdi ki, hürmet yüzünden ilmi riyaya girmesin ve ihlâsý kazansýn.

 

Hâtime

 

Kendimce cây-ý hayret ve medâr-ý þükran bir taarruz:

 

Bu fevkalâde enaniyetli ehl-i dünyanýn enaniyet iþinde o kadar hassasiyet var ki, eðer þuuren olsa idi, keramet derecesinde veyahud büyük bir deha derecesinde bir muamele olurdu. O muamele de þudur: Kendi nefsim ve aklým bende hissetmedikleri bir parça riyakârane enaniyet vaziyetini, onlar enaniyetlerinin hassasiyet mizaniyle hissediyorlar gibi, þiddetli bir surette ben hissetmediðim enaniyetimin karþýsýna çýkýyorlar. Bu sekiz dokuz senede, sekiz dokuz defa tecrübem var ki, onlarýn zalîmane bana karþý muamelelerinin vukuundan sonra, kader-i Ýlahîyi düþünüp "Ne için bunlarý bana musallat etti" diye nefsimin desiselerini arýyordum. Her defada, ya nefsim þuursuz olarak enaniyete fýtrî meyletmiþ veyahud bilerek beni aldatmýþ, anlýyorum. O vakit kader-i Ýlahî, o zalimlerin zulmü içerisinde hakkýmda adâlet etmiþ, derdim. Ezcümle: Bu yazýn arkadaþlarým güzel bir ata beni bindirdiler. Bir seyrangâha gittim. Þuursuz olarak nefsimde hodfüruþane bir keyf arzusu uyanmakla ehl-i dünya öyle þiddetli o arzumun karþýsýna çýktýlar ki, yalnýz o gizli arzuyu deðil, belki çok iþtihalarýmý kestiler. Hatta ezcümle, bu defa Ramazandan sonra, eski zamanda gâyet büyük, kudsî bir imamýn bize karþý gaybî kerametiyle iltifatýndan

 

_____________________________________

 

(Haþiye): Yeni Said diyor ki: Þu makamda Eski Said'in iftiharkârane söylediði þu sözlere ben iþtirak etmiyorum. Bu Risalede sözü ona verdiðim için susturamýyorum. Enaniyetlilere karþý bir parça enaniyetini göstersin diye sükût ediyorum.

 

sh: » (L:165)

 

sonra kardeþlerimin takva ve ihlâslarý ve ziyaretçilerin hürmet ve hüsn-ü zanlarý içinde -ben bilmeyerek- nefsim müftehirane, güya müteþekkirane perdesi altýnda riyakârane bir enaniyet vaziyetini almak istedi. Birden bu ehl-i dünyanýn hadsiz hassasiyetle ve hatta riyakârlýðýn zerrelerini de hissedebilir bir tarzda, birden bana iliþtiler. Ben Cenab-ý Hakk'a þükrediyorum ki, bunlarýn zulmü bana bir vasýta-i ihlâs oldu.

 

رَبِّ اَعُوذُ بِكَ مِنْ هَمَزَاتِ الشَّيَاطِينِ * وَاَعُوذُ بِكَ رَبِّ اَنْ يَحْضُرُونِ *

 

اَللّهُمَّ يَا حَافِيظُ يَا حَفِيظُ يَا خَيْرَ الْحَافِظِينَ اِحْفَظْنِى وَ احْفَظْ رُفَقَائِ مِنْ شَرِّ النَّفْسِ وَ الشَّيْطَانِ وَ مِنْ شَرِّ الْجِنِّ وَ اْلاِنْسَانِ وَ مِنْ شَرِّ اَهْلِ الضَّلاَلَةِ وَ اَهْلِ الطُّغْيَانِ آمِينَ آمِينَ آمِينَ

 

سُبْحَانَكَ لاَ عِلْمَ لَنَا اِلاَّ مَا عَلَّمْتَنَا اِنَّكَ اَنْتَ الْعَلِيمُ الْحَكِيمُ

 

 

Link zu diesem Kommentar
Auf anderen Seiten teilen

Gast
Dieses Thema wurde nun für weitere Antworten gesperrt.
×
×
  • Neu erstellen...