EMRE Geschrieben 21. Dezember 2008 Teilen Geschrieben 21. Dezember 2008 Ondördüncü Lem'a ("Ýki Makam"dýr. Birinci Makam'ý iki sualin cevapýdýr.) بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللَّهِ وَ بَرَكَاتُهُ Aziz sýddýk kardeþim Re'fet Bey: Sevr ve Hûta dair sorduðun sualin bazý Risalelerde cevapý vardýr. O nev'i suallere göre cevap Yirmidördüncü Söz'ün Üçüncü Dalýnda Oniki Asýl namiyle oniki kaide-i mühimme beyan edilmiþtir. O kaideler Ehâdis-i Nebeviyeye dair muhtelif tevilâta dair birer mehenktirler ve Ehâdise gelen evhamý defedecek mühim esaslardýr. Maatteessüf þimdilik sünûhattan baþka ilmî mesail ile iþtigalime mani bazý haller var. Onun için sualinize göre cevap veremiyorum. Eðer sünuhat-ý kalbiye olsa, bilmecburiye meþgul oluyorum. Bazen suallere, sünuhat tevâfuk ettiði için cevap verilir, gücenmeyiniz. Onun için herbir sualinize lâyýkýnca cevap veremiyorum. Haydi bu defaki sualinize kýsa bir cevap vereyim. Bu defaki sualinizde diyorsunuz ki: "Hocalar diyorlar: Arz, öküz ve balýk üstünde duruyor. Halbuki Arz, muallakta bir yýldýz gibi gezdiðini Coðrafya görüyor. Ne öküz var ve ne de balýk?" Elcevap: Ýbn-i Abbas (R.A.) gibi zatlara isnad edilen sahih bir rivayet var ki, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm'dan sormuþlar: "Dünya ne üstündedir?" Ferman etmiþ: عَلَى الثَّوْرِ وَالْحُوتِ Bir rivayette bir defa عَلَى الثَّوْرِ demiþ, diðer defada عَلَى الْحُوتِ demiþtir. Muhaddislerin bir kýsmý, Ýsrailiyattan alýnma ve eskiden beri nakledilen hurâfevâri hikâyelere bu Hadîsi tatbik etmiþler. Hususan Benî Ýsrail âlimlerinin müslüman olanlarýndan bir kýsmý, kütüb-ü sâbýkada "Sevr ve Hût" hakkýnda gördükleri hikâyeleri, Hadîse tatbik edip, Hadîsin mânâsýný acib bir tarza çevirmiþler. Þimdilik bu sualinize dair gâyet mücmel Üç Esas ve Üç Vecih söylenecek. Birinci Esas: Benî Ýsrail ulemâsýnýn bir kýsmý müslüman olduktan sonra, eski malûmatlarý dahi onlarla beraber müslüman olmuþ, Ýslâmiyete sh: » (L:84) malolmuþ. Halbuki o eski malûmatlarýnda yanlýþlar var. O yanlýþlar, elbette onlara aittir, Ýslâmiyete ait deðildir. Ýkinci Esas: Teþbih ve temsiller, havastan avama geçtikçe, yâni ilmin elinden cehlin eline düþtükçe, mürur-u zamanla hakikat telâkki edilir. Meselâ: Küçüklüðümde Kamer tutuldu. Ben valideme dedim: "Neden ay böyle oldu?" Dedi: "Yýlan yutmuþ." Dedim: "Daha görünüyor?" Dedi: "Yukarýda yýlanlar cam gibi olup, içlerinde bulunan þey'i gösterirler." Bu çocukluk hatýrasýný çok zaman tahattur ediyordum. Ve der idim ki: "Bu kadar hakikatsýz bir hurâfe, vâlidem gibi ciddî zatlarýn lisanýnda nasýl geziyor?" diye düþünürdüm. Tâ, felekiyat fennini mütalâa ettiðim vakit gördüm ki: Validem gibi öyle diyenler, bir teþbihi hakikat telâkki etmiþler. Çünki Derecat-ý Þemsiyyenin medârý olan "mýntýkat-ül-bürûc" tâbîr ettikleri daire-i azîme, menâzil-i Kameriyenin medârý bulunan mâil-i Kamer dairesi birbiri üstüne geçmekle, o iki daire herbiri iki kavis þeklini vermiþ; o iki kavise felekiyyûn ulemasý lâtif bir teþbih ile büyük iki yýlan namý olan "tinnineyn" namýný vermiþler. Ýþte o iki dairenin tekatu' noktasýna, baþ mânâsýna "Re's", diðerine kuyruk mânâsýna "Zeneb" demiþler. Kamer Re'se ve Þems Zenebe geldiði vakit felekiyyun ýstýlahýnca "Haylûlet-i Arz" vukubulur. Yâni Küre-i Arz tam ikisinin ortasýna düþer, o vakit Kamer hasfolur. Sâbýk teþbih ile "Kamer, tinnînin aðzýna girdi" denilir. Ýþte bu ulvî ve ilmî teþbih, avâmýn lisanýna girdikçe, mürur-u zamanla, Kamer'i yutacak koca bir yýlan þeklini almýþ. Ýþte Sevr ve Hût namiyle iki büyük melek, bir teþbih-i lâtif-i kudsî ile ve mânidar bir iþaretle Sevr ve Hût namiyle tesmiye edilmiþler. Kudsî, ulvî lisan-ý Nübüvvetten umumun lisanýna girdikçe, o teþbih hakikata inkýlâb etmiþ, âdeta gâyet büyük bir öküz ve dehþetli bir balýk suretini almýþlar. Üçüncü Esas: Nasýlki Kur'anýn müteþabihatý var; gâyet derin mes'eleleri temsilât ile ve teþbihatla avama ders veriyor. Öyle de: Hadîsin müteþabihatý var; gâyet derin hakikatlarý me'nûs teþbihatla ifade eder. Meselâ: Bir iki Risalede beyan ettiðimiz gibi: Bir vakit huzur-u Nebevîde gâyet derin bir gürültü iþitildi. Ferman etti ki: "Yetmiþ senedir yuvarlanýp, bu dakikada Cehennem'in dibine düþen bir taþýn gürültüsüdür." Birkaç dakika sonra birisi geldi, dedi: "Yetmiþ yaþýndaki meþhur münafýk öldü." Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm'ýn gâyet belîð temsilinin hakikatýný ilân etti. Senin sualin cevapýna þimdilik "Üç Vecih" söylenecek. sh: » (L:85) Birincisi: Hamele-i Arþ ve Semavat denilen melâikenin birinin ismi "Nesir" ve diðerinin ismi "Sevr" olarak dört melâikeyi, Cenab-ý Hak Arþ ve Semavata saltanat-ý Rubûbiyetine nezaret etmek için tâyin ettiði gibi, semavatýn bir küçük kardeþi ve seyyarelerin bir arkadaþý olan Küre-i Arz'a dahi iki melek, nâzýr ve hamele olarak tayin etmiþtir. O meleklerin birinin ismi "Sevr" ve diðerinin ismi "Hût"tur. Ve o namý vermesinin sýrrý þudur ki: Arz iki kýsýmdýr: Biri, su; biri toprak. Su kýsmýný þenlendiren balýktýr. Toprak kýsmýný þenlendiren, insanlarýn medâr-ý hayatý olan ziraat, öküz iledir ve öküzün omuzundadýr. Küre-i Arz'a müekkel iki melek, hem kumandan, hem nâzýr olduklarýndan, elbette balýk taifesine ve öküz nev'ine bir cihet-i münasebetleri bulunmak lâzýmdýr. Belki, وَالْعِلْمُ عِنْدَ اللّهِ o iki meleðin âlem-i melekût ve âlem-i misalde sevr ve hût suretinde temessülleri var. (Hâþiye) Ýþte bu münasebete ve o nezarete iþareten ve Küre-i Arz'ýn o iki mühim nevi mahlûkatýna îmaen lisan-ý mu'ciz-ül-beyan-ý Nebevî, َاْلاَرْضُ عَلَى الثَّوْرِ وَالْحُوتِ demiþ, gâyet derin ve geniþ bir sahife kadar mes'eleleri havi olan bir hakikatý, gâyet güzel ve kýsa birtek cümle ile ifade etmiþ. Ýkinci Vecih: Meselâ nasýlki denilse: "Bu devlet ve saltanat hangi þey üzerinde duruyor?" Cevapýnda: عَلَى السَّيْفِ وَ الْقَلَمِ denilir. Yâni "Asker kýlýncýnýn þecaatine, kuvvetine ve me'mur kaleminin dirayetine ve adâletine istinad eder." Öyle de: Küre-i Arz madem zîhayatýn meskenidir ve zîhayatýn kumandanlarý da insandýr ve insanýn ehl-i sevâhil kýsmýnýn kýsm-ý âzamýnýn medâr-ý taayyüþleri balýktýr ve ehl-i sevahil olmayan kýsmýnýn medâr-ý taayyüþleri, ziraatle öküzün omuzundadýr ve mühim bir medâr-ý ticareti de balýktýr. Elbette devlet, seyf ve kalem üstünde durduðu gibi; Küre-i Arz da, öküz ve balýk üstünde duruyor denilir. Zira ne vakit öküz çalýþmazsa ve balýk milyon yumurtayý birden doðurmazsa, o vakit insan yaþayamaz, hayat sukut eder, Hâlýk-ý Hakîm de Arz'ý harab eder. Ýþte Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm, gâyet mu'cizane ve gâyet ulvî ve gâyet hikmetli bir cevap ile: َاْلاَرْضُ عَلَى الثَّوْرِ وَالْحُوتِ ______________________________ (Hâþiye): Evet Küre-i Arz, bahr-i muhit-i havâîde bir sefine-i Rabbaniye ve nass-ý Hadîsle Âhiretin bir mezraasý, yâni fidanlýk tarlasý olduðundan, o câmid ve þuursuz büyük gemiyi o denizde emr-i Ýlâhî ile, intizam ile, hikmet ile yüzdüren, kaptanlýk eden melâikeye "Hût" namý ve o tarlaya izn-i Ýlâhî ile nezaret eden melâikeye "Sevr" ismi ne kadar yakýþtýðý zâhirdir. sh: » (L:86) demiþ. Nev-i insanînin hayatý, ne kadar cins-i hayvanînin hayatiyle alâkadar olduðuna dair geniþ bir hakikatý, iki kelime ile ders vermiþ. Üçüncü Vecih: Eski Kozmoðrafya nazarýnda Güneþ gezer. Güneþ'in her otuz derecesini, bir burç tabîr etmiþler. O burçlardaki yýldýzlarýn aralarýnda birbirine rabtedecek farazî hatlar çekilse, birtek vaziyet hasýl olduðu vakit, bazý esed (yâni arslan) suretini, bazý terazi mânâsýna olarak mîzan suretini, bazý öküz mânâsýna sevr suretini, bazý balýk mânâsýna hût suretini göstermiþler. O münasebete binaen o burçlara o isimler verilmiþ. Þu asrýn Kozmoðrafyasý nazarýnda ise, Güneþ gezmiyor. O burçlar boþ ve muattal ve iþsiz kalmýþlar. Güneþ'in bedeline Küre-i Arz geziyor. Öyle ise o boþ, iþsiz burçlar ve yukarýdaki muattal daireler yerine, yerde Arz'ýn medâr-ý senevîsinde küçük mikyasta o daireleri teþkil etmek gerektir. Þu halde burûc-u semaviye, Arzýn medâr-ý senevîsinden temessül edecek. Ve o halde Küre-i Arz her ayda burûc-u semaviyenin birinin gölgesinde ve misalindedir. Güya Arz'ýn medâr-ý senevîsi bir âyine hükmünde olarak semavî burçlar, onda temessül ediyor. Ýþte bu veçhile Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm, sabýkan zikrettiðimiz gibi bir defa عَلَى الثَّوْرِ, bir defa عَلَى الْحُوتِ demiþ. Evet mu'ciz-ül beyan olan lisan-ý Nübüvvete yakýþýr bir tarzda gâyet derin ve çok asýr sonra anlaþýlacak bir hakikata iþareten bir defa عَلَى الثَّوْرِ demiþ. Çünki Küre-i Arz, o sualin zamanýnda Sevr Burcu'nun misalinde idi. Bir ay sonra yine sorulmuþ, عَلَى الْحُوتِ demiþ. Çünki o vakit Küre-i Arz, Hût Burcu'nun gölgesinde imiþ. Ýþte istikbalde anlaþýlacak bu ulvî hakikata iþareten ve Küre-i Arz'ýn vazifesindeki hareketine ve seyahatýna îmaen ve semavî burçlar, Güneþ itibariyle muattal ve misafirsiz olduklarýna ve hakiki iþliyen burçlar ise, Küre-i Arz'ýn medâr-ý senevîsinde bulunduðuna ve o burçlarda vazife gören ve seyahat eden Küre-i Arz olduðuna remzen عَلَى الثَّوْرِ وَالْحُوتِ demiþtir. وَاللّهُ اَعْلَمُ بِالصَّوَابِ Bazý kütüb-ü Ýslâmiyede sevr ve hûta dair acib ve hâric-i akýl hikâyeler, ya Ýsrailiyattýr veya temsilâttýr veya bazý muhaddislerin te'vilâtýdýr ki, bazý dikkatsizler tarafýndan Hadîs zannedilerek Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm'a isnad edilmiþ. رَبَّنَا لاَ تُؤَاخِذْنَا اِنْ نَسِينَا اَوْ اَخْطَاْنَا سُبْحَانَكَ لاَ عِلْمَ لَنَا اِلاَّ مَا عَلَّمْتَنَا اِنَّكَ اَنْتَ الْعَلِيمُ الْحَكِيمُ sh: » (L:87) ÝKÝNCÝ SUAL: Âl-i Abâ hakkýndadýr. Kardeþim; Âl-i Abâ hakkýndaki cevapsýz kalan sualinizin çok hikmetlerinden yalnýz bir tek hikmeti söylenecek. Þöyle ki: Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm, giydiði mübarek abâsýný, Hazret-i Ali (R.A.) ve Hazret-i Fâtýma (R.A.) ve Hazret-i Hasan ve Hüseyn'in (R.A.) üstlerine örtmesi ve onlara bu suretle لِيُذْهِبَ عَنْكُمُ الرِّجْسَ اَهْلَ الْبَيْتِ وَيُطَهِّرَكُمْ تَطْهِيرًا âyetiyle dua etmesinin esrarý ve hikmetleri var. Sýrlarýndan bahsetmeyeceðiz. Yalnýz vazife-i Risalete taallûk eden bir hikmeti þudur ki: Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm, gayb-âþina ve istikbal-bîn nazar-ý Nübüvvetle otuz kýrk sene sonra Sahabeler ve Tâbiînler içinde mühim fitneler olup kan döküleceðini görmüþ. Ýçinde en mümtaz þahsiyetler, abâsý altýnda olan o üç þahsiyet olduðunu müþahede etmiþ. Hazret-i Ali'yi (R.A.) ümmet nazarýnda tathir ve tebrie etmek ve Hazret-i Hüseyn'i (R.A.) ta'ziye ve teselli etmek ve Hazret-i Hasan'ý (R.A.) tebrik etmek ve Musâlâha ile mühim bir fitneyi kaldýrmakla þerefini ve ümmete azim faidesini ilân etmek ve Hazret-i Fatýma'nýn zürriyetinin tâhir ve müþerref olacaðýný ve Ehl-i Beyt ünvan-ý âlisine lâyýk olacaklarýný ilân etmek için o dört þahsa kendisiyle beraber "Hamse-i Âl-i Abâ" ünvanýný bahþeden o abâyý örtmüþtür. Evet çendan Hazret-i Ali (R.A.) halife-i bilhak idi. Fakat dökülen kanlar çok ehemmiyetli olduðundan ümmet nazarýnda tebriesi ve beraeti, vazife-i Risalet hasebiyle ehemmiyetli olduðundan, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm, o suretle onu tebrie ediyor. Onu tenkid ve tahtie ve tadlîl eden Hâricîleri ve Emevîlerin mütecâviz tarafdarlarýný sükûta davet ediyor. Evet Hâricîler ve Emevîlerin müfrit tarafdarlarý Hazret-i Ali (R.A.) hakkýndaki tefritleri ve tadlilleri ve Hazret-i Hüseyn'in (R.A.) gâyet feci ciðer-sûz hâdisesiyle Þîalarýn ifratlarý ve bid'alarý ve Þeyheyn'den teberrileri, ehl-i Ýslâma çok zararlý düþmüþtür. Ýþte bu abâ ve dua ile Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm, Hazret-i Ali (R.A.) ve Hazret-i Hüseyn'i (R.A.) mes'uliyetten ve ittihamdan ve ümmetini onlar hakkýnda sû-i zandan kurtardýðý gibi, Hazret-i Hasan'ý (R.A.) yaptýðý Musalâha ile ümmete ettiði iyiliðini vazife-i Risalet noktasýnda tebrik ediyor ve Hazret-i Fâtýma'nýn (R.A.) zürriyetinin nesl-i mübareki, Âlem-i Ýslâmda Ehl-i Beyt ünvanýný alarak âlî bir þeref kazanacaklarýný ve Hazret-i Fâtýma (R.A.) وَاِنّىِ اُعِيذُهَا بِكَ وَذُرِّيَّتَهَا مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ sh: » (L:88) diyen Hazret-i Meryem'in vâlidesi gibi zürriyetçe çok müþerref olacaðýný ilân ediyor. اَللّهُمَّ صَلِّ عَلَى سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ وَعَلَى آلِهِ الطَّيِّبِينَ الطَّاهِرِينَ اْلاَبْرَارِ وَعَلَى اَصْحَابِهِ الْمُجَاهِدِينَ الْمُكْرَمِينَ اْلاَخْيَارِ آمِينَ Ýkinci Makam بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمنِ الرَّحِيمِ in binler esrarýndan altý sýrrýna dairdir. Ýhtar : Besmelenin Rahmet noktasýnda parlak bir nuru, sönük aklýma uzaktan göründü. Onu, kendi nefsim için nota suretinde kaydetmek istedim. Ve yirmi-otuz kadar sýrlar ile, o nurun etrafýnda bir daire çevirmek ile avlamak ve zabtetmek arzu ettim. Fakat maatteessüf þimdilik o arzuma tam muvaffak olamadým. Yirmiotuzdan, beþaltýya indi. "Ey insan!" dediðim vakit, nefsimi murad ediyorum. Bu ders kendi nefsime has iken, ruhan benimle münasebetdar ve nefsi nefsimden daha hüþyar zatlara belki medâr-ý istifâde olur niyetiyle, "Ondördüncü Lem'anýn Ýkinci Makamý" olarak müdakkik kardeþlerimin tasviblerine havâle ediyorum. Bu ders akýldan ziyade kalbe bakar, delilden ziyade zevke nâzýrdýr. بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمنِ الرَّحِيمِ قَالَتْ يَا اَيُّهَا اْلَمَلَؤُ اِنِّى اُلْقِىَ اِلَىَّ كِتَابٌ كَرِيمٌ اِنَّهُ مِنْ سُلَيْمنَ وَ اِنَّهُ بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ Þu makamda birkaç sýr zikredilecektir. Birinci Sýr: "BismillâhirRahmânirrahîm"in bir cilvesini þöyle gördüm ki: Kâinat sîmâsýnda, arz sîmâsýnda ve insan sîmâsýnda birbiri içinde birbirinin nümunesini gösteren üç Sikke-i Rubûbiyet var. Biri: Kâinatýn heyeti mecmûasýndaki teavün, tesânüd, teanuk, tecâvübden tezahür eden Sikke-i kübra-i Ulûhiyettir ki, "Bismillâh" ona bakýyor. Ýkincisi: Küre-i Arz sîmâsýnda nebâtat ve hayvânâtýn tedbir ve terbiye ve idaresindeki teþâbüh, tenâsüb, intizam, insicam, lütuf ve merhametten tezâhür eden Sikke-i Kübra-yý Rahmâniyettir ki, "BismillâhirRahmân" ona bakýyor. Sonra insanýn mâhiyet-i câmiasýnýn sîmâsýndaki letâif-i Re'fet ve dekaik-ý þefkat ve þuaât-ý merhamet-i Ýlâhiyeden tezâhür eden Sikke-i ulya-i Rahîmîyettir ki, "BismillâhirRahmânirrahîm" deki "Errahîm" ona bakýyor. Demek "BismillâhirRahmânirrahîm" sahife-i âlemde bir sh: » (L:89) satýr-ý nurânî teþkil eden üç Sikke-i Ehadiyetin kudsî ünvanýdýr ve kuvvetli bir haytýdýr ve parlak bir hattýdýr. Yâni "BismillâhirRahmânirrahîm" yukarýdan nüzul ile semere-i kâinat ve âlemin nüsha-i musaððarasý olan insana ucu dayanýyor. Ferþi Arþ'a baðlar. Ýnsanî Arþa çýkmaða bir yol olur. Ýkinci Sýr: Kur'an-ý Muciz-ül Beyan, hadsiz kesret-i mahlûkatta tezahür eden Vâhidiyet içinde ukûlü boðmamak için, daima o Vâhidiyet içinde Ehadiyyet cilvesini gösteriyor. Yâni, meselâ: Nasýlki Güneþ, ziyâsiyle hadsiz eþyâyý ihata ediyor. Mecmû-u ziyâsýndaki Güneþ'in zatýný mülahaza etmek için gâyet geniþ bir tasavvur ve ihâtalý bir nazar lâzým olduðundan; Güneþ'in zatýný unutturmamak için, herbir parlak þeyde Güneþ'in zatýný, aksi vasýtasiyle gösteriyor ve her parlak þey, kendi kabiliyetince Güneþ'in cilve-i zatîsiyle beraber ziyasý, harâreti gibi hassalarýný gösteriyor. Ve her parlak þey Güneþ'i bütün sýfâtiyle kabiliyetine göre gösterdiði gibi; Güneþ'in ziyâ ve harâret ve ziyâdaki elvân-ý seb'a gibi keyfiyatlarýnýn her birisi dahi, umum mukabilindeki þeyleri ihata ediyor. Öyle de: وَلِلّهِ اْلمَثَلُ اْلاَعْلَى -temsilde hata olmasýn- Ehadiyet ve Samediyet-i Ýlâhiye, herbir þeyde, hususan zîhayâtta, husûsan insanýn mâhiyet âyinesinde bütün Esmâsýyla bir cilvesi olduðu gibi.. vahdet ve vâhidiyet cihetiyle dahi, mevcûdât ile alâkadar herbir ismi bütün mevcûdâtý ihâta ediyor. Ýþte vâhidiyet içinde ukûlü boðmamak ve kalbler Zat-ý Akdes'i unutmamak için, daima vâhidiyetteki Sikke-i Ehadiyeti nazara veriyor ki, o sikkenin üç mühim ukdesini irâe eden "BismillâhirRahmânirrahîm"dir. Üçüncü Sýr: Þu hadsiz kâinatý þenlendiren, bilmüþahede Rahmettir. Ve bu karanlýklý mevcudatý ýþýklandýran, bilbedâhe yine Rahmettir. Ve bu hadsiz ihtiyacat içinde yuvarlanan mahlûkatý terbiye eden, bilbedâhe yine Rahmettir. Ve bir aðacýn bütün hey'etiyle meyvesine müteveccih olduðu gibi, bütün kâinatý insana müteveccih eden ve her tarafta ona baktýran ve muavenetine koþturan, bilbedâhe Rahmettir. Ve bu hadsiz fezayý ve boþ ve hâlî âlemi dolduran, nurlandýran ve þenlendiren, bilmüþahede Rahmettir. Ve bu fâni insaný ebede namzet eden ve ezelî ve ebedî bir zata muhatab ve dost yapan, bilbedahe Rahmettir. Ey insan! Madem Rahmet böyle kuvvetli ve câzibedar ve sevimli ve mededkâr bir hakikat-ý mahbubedir. "BismillâhirRahmânirrahîm" de. O hakikata yapýþ ve vahþet-i mutlakadan ve hadsiz ihtiyâcâtýn elemlerinden kurtul. Ve o Sultan-ý Ezel ve Ebed'in tahtýna yanaþ ve o Rahmetin þefkatiyle ve þefaatiyle ve þuaatiyle o Sultan'a muhâtab ve halil ve dost ol! Evet, kâinatýn envâýný hikmet dâiresinde insanýn etrafýnda toplayýp bütün hâcâtýna kemâl-i intizâm ve inayet ile koþturmak, bilbedâhe iki hâletten birisidir: sh: » (L:90) Ya kâinatýn herbir nev'i kendi kendine insaný tanýyor, ona itaat ediyor, muavenetine koþuyor.( Bu ise yüz derece akýldan uzak olduðu gibi, çok muhâlâtý intac ediyor.) Ýnsan gibi bir âciz-i mutlakta, en kuvvetli bir Sultan-ý mutlak'ýn kudreti bulunmak lâzým geliyor. Veyahût bu kâinatýn perdesi arkasýnda bir Kadîr-i Mutlak'ýn ilmi ile bu muavenet oluyor. Demek kâinatýn envâý, insaný tanýyor deðil, belki insaný bilen ve tanýyan, merhamet eden bir Zatýn tanýmasýnýn ve bilmesinin delilleridir. Ey insan! Aklýný baþýna al. Hiç mümkün müdür ki: Bütün envâ-ý mahlûkâtý sana müteveccihen muâvenet ellerini uzattýran ve senin hâcetlerine "Lebbeyk!" dedirten Zat-ý Zülcelâl seni bilmesin, tanýmasýn, görmesin? Mâdem seni biliyor, Rahmetiyle bildiðini bildiriyor;sen de onu bil, hürmetle bildiðini bildir. Ve kat'iyyen anla ki: Senin gibi zaîf-i mutlak, âciz-i mutlak, fakir-i mutlak, fâni, küçük bir mahlûka bu koca kâinatý müsahhar etmek ve onun imdâdýna göndermek; elbette hikmet ve inâyet ve ilim ve kudreti tazammun eden hakikat-ý Rahmettir. Elbette böyle bir Rahmet, senden küllî ve hâlis bir þükür ve ciddî ve sâfî bir hürmet ister. Ýþte o hâlis þükrün ve o sâfi hürmetin tercümâný ve ünvâný olan "BismillâhirRahmânirrahîm"i de. O Rahmetin vusulüne vesile ve o Rahmân'ýn dergâhýnda þefaatçý yap. Evet Rahmetin vücudu ve tahakkuku, Güneþ kadar zâhirdir. Çünki nasýl merkezî bir nakýþ, her taraftan gelen atký ve iplerin intizamýndan ve vaziyetlerinden hasýl oluyor. Öyle de: Bu kâinâtýn dâire-i kübrâsýnda binbir ism-i Ýlâhînin cilvesinden uzanan nûrânî atkýlar, kâinat sîmâsýnda öyle bir Sikke-i Rahmet içinde bir hâtem-i rahîmiyeti ve bir nakþ-ý þefkati dokuyor ve öyle bir hâtem-i inâyeti nescediyor ki, Güneþ'ten daha parlak kendini akýllara gösteriyor. Evet Þems ve Kamer'i, anâsýr ve meâdîni, nebâtat ve hayvânâtý bir nakþ-ý âzamýn atký ipleri gibi o binbir isimlerin þuâlariyle tanzim eden ve hayata hâdim eden ve nebatî ve hayvânî olan umum vâlidelerin gâyet þirin ve fedâkârâne þefkatleriyle þefkatini gösteren ve zevilhayâtý hayât-ý insaniyeye musahhar eden ve ondan Rubûbiyet-i Ýlâhiye'nin gâyet güzel ve þirin bir nakþ-ý âzâmýný ve insanýn ehemmiyetini gösteren ve en parlak Rahmetini izhar eden o Rahmân-ý Zülcemâl, elbette kendi istiðnâ-i mutlakýna karþý, Rahmetini ihtiyâc-ý mutlak içindeki zîhayâta ve insana makbûl bir þefâatcý yapmýþ. Ey insan, eðer insan isen "BismillâhirRahmânirrahîm" de. O þefaatçýyý bul! Evet, Rûy-i zeminde dörtyüz binmuhtelif ayrý ayrý nebâtatýn ve hayvânâtýn tâifelerini, hiçbirini unutmayarak, þaþýrmayarak, vakti vaktine kemâl-i intizam ile hikmet ve inayet ile terbiye ve idare eden ve küre-i arzýn sîmâsýndan hâtem-i Ehadiyeti vaz'eden; bilbedâhe belki bilmüþahede, Rahmettir ve o Rahmetin vücûdu, bu küre-i arzýn sîmâsýndaki mevcûdâtýn vücudlarý kadar kat'î olduðu gibi, o mevcûdat adedince tahakkuku sh: » (L:91) nun delilleri var. Evet zeminin yüzünde öyle bir hâtem-i Rahmet ve Sikke-i Ehadiyet bulunduðu gibi, insanýn mâhiyet-i mâneviyesinin sîmâsýnda dahi öyle bir Sikke-i Rahmet vardýr ki, küre-i arz sîmâsýndaki Sikke-i merhamet ve kâinat sîmâsýndaki Sikke-i uzmâ-yý Rahmetten daha aþaðý deðil. Âdeta binbir ismin cilvesinin bir nokta-i mihrâkiyesi hükmünde bir câmiiyeti var. Ey insan, hiç mümkün müdür ki: Sana bu sîmâyý veren ve o sîmâda böyle bir Sikke-i Rahmeti ve bir hâtem-i Ehadiyeti vaz'eden Zat seni baþýboþ býraksýn, sana ehemmiyet vermesin, senin harekâtýna dikkat etmesin, sana müteveccih olan bütün kâinatý abes yapsýn, hilkat þeceresini meyvesi çürük, bozuk, ehemmiyetsiz bir aðaç yapsýn? Hem hiç bir cihetle þübhe kabûl etmeyen ve hiç bir vechile noksâniyeti olmýyan, Güneþ gibi zâhir olan Rahmetini ve ziya gibi görünen hikmetini inkâr ettirsin? Hâþâ!.. Ey insan! Bil ki: O Rahmetin arþýna yetiþmek için bir mî'rac var. O mî'rac ise "Bismillâhirrahmânirrahîm"dir. Ve bu mî'rac ne kadar ehemmiyetli olduðunu anlamak istersen, Kur'an-ý Mu'ciz-ül Beyan'ýn yüz on dört sûrelerinin baþlarýna ve hem bütün mübârek kitaplarýn ibtidâlarýna ve umum mübârek iþlerin mebde'lerine bak. Ve Besmelenin azamet-i kadrine en kat'î bir hüccet þudur ki: Ýmam-ý Þâfiî (R.A.) gibi çok büyük müçtehidler demiþler: "Besmele tek bir âyet olduðu halde Kur'an'da yüzondört defa nâzil olmuþtur." Dördüncü Sýr: Hadsiz kesret içinde vâhîdiyet tecellisi; hitab-ý اِيَّاكَ نَعْبُد demekle herkese kâfi gelmiyor. Fikir daðýlýyor. Mecmuundaki vahdet arkasýnda Zat-ý Ehadîyet'i mülâhaza edip اِيَّاكَ نَعْبُدُ وَ اِيَّاكَ نَسْتَعِينُ demeðe, küre-i arz vüs'atinde bir kalb bulunmak lâzým geliyor. Ve bu sýrra binâen cüz'iyâtta zâhir bir surette Sikke-i Ehadiyeti gösterdiði gibi, herbir nevide Sikke-i Ehadiyeti göstermek ve Zat-ý Ehad'i mülâhaza ettirmek için hâtem-i Rahmâniyet içinde bir Sikke-i Ehadiyeti gösteriyor; tâ külfetsiz herkes her mertebede اِيَّاكَ نَعْبُدُ وَ اِيَّاكَ نَسْتَعِينُ deyip doðrudan doðruya Zat-ý Akdes'e hitab ederek müteveccih olsun. Ýþte Kur'an-ý Hakîm bu sýrr-ý azîmi ifâde içindir ki, kâinatýn dâire-i âzamýndan meselâ semâvat ve arzýn hilkatinden bahsettiði vakit birden en küçük bir dâireden ve en dakik bir cüz'iden bahseder; tâ ki, zâhir bir surette hâtem-i Ehadiyeti göstersin. Meselâ: Hilkat-ý semavât ve arzdan bahsi içinde hilkat-ý insandan ve insanýn sesinden ve sîmâsýndaki dekaik-ý nîmet ve hikmetten bahis açar. Tâ ki, fikir daðýlmasýn, kalb boðulma sh: » (L:92) sýn, ruh Mâbudunu doðrudan doðruya bulsun. Meselâ: وَمِنْ آيَاتِهِ خَلْقُ السَّموَاتِ وَاْلاَرْضِ وَاخْتِلاَفُ اَلْسِنَتِكُمْ وَ اَلْوَانِكُمْ Âyeti mezkûr hakikatý mu'cizâne bir surette gösteriyor. Evet hadsiz mahlûkatta ve nihâyetsiz bir kesrette vahdet sikkeleri, mütedâhil dâireler gibi en büyüðünden, en küçük sikkeye kadar envaý ve mertebeleri vardýr. Fakat o vahdet ne kadar olsa yine kesret içinde bir vahdettir. Hakikî hitâbý tam temin edemiyor. Onun için, vahdet arkasýnda Ehadiyet sikkesi bulunmak lâzýmdýr. Tâ ki, kesreti hâtýra getirmesin. Doðrudan doðruya Zat-ý Akdes'e karþý kalbe yol açsýn. Hem Sikke-i Ehadiyete nazarlarý çevirmek ve kalbleri celbetmek için O Sikke-i Ehadiyet üstünde gâyet câzibedar bir nakýþ ve gâyet parlak bir nur ve gâyet þirin bir halâvet ve gâyet sevimli bir cemâl ve gâyet kuvvetli bir hakîkat olan Rahmet sikkesini ve Rahîmiyet hâtemini koymuþtur. Evet o Rahmetin kuvvetidir ki, zîþuûrun nazarlarýný celbeder, kendine çeker ve Ehadiyet sikkesine îsâl eder. Ve Zat-ý Ehadiye'yi mülâhaza ettirir ve ondan اِيّاَكَ نَعْبُدُ وَاِيَّاكَ نَسْتَعِينُ deki hakikî hitaba mazhar eder. Ýþte, "Bismillâhirrahmânirrahîm" Fâtiha'nýn fihristesi ve Kur'an'ýn mücmel bir hülâsasý olduðu cihetle, bu mezkûr sýrr-ý azîmin ünvâný ve tercümâný olmuþ. Bu ünvâný eline alan, Rahmetin tabakatýnda gezebilir. Ve bu tercümâný konuþturan, esrâr-ý Rahmeti öðrenir ve envâr-ý rahîmiyeti ve þefkati görür. Beþinci Sýr: Bir Hadîs-i þerifte vârid olmuþ ki: اِنَّ اللّهَ خَلَقَ اْلاِنْسَانَ عَلَى صُورَةِ الرَّحْمنِ -ev kemâ kâl- Bu Hadîsi, bir kýsým ehl-i tarîkat, akaid-i îmâniyeye münasib düþmiyen acib bir tarzda tefsir etmiþler. Hatta onlardan bir kýsým ehl-i aþk, insanýn sîmâ-yý mânevîsine bir sûret-i Rahmân nazariyle bakmýþlar. Ehl-i tarikatýn bir kýsm-ý ekserinde sekir ve ehl-i aþkýn çoðunda istiðrak ve iltibas olduðundan, hakikata muhalif telâkkilerinde belki mâzurdurlar. Fakat, aklý baþýnda olanlar, fikren onlarýn esas-ý akaide münâfî olan mânâlarýný kabul edemez. Etse hata eder. Evet, bütün kâinatý bir Saray, bir ev gibi muntazam idare eden ve yýldýzlarý zerreler gibi hikmetli ve kolay çeviren ve gezdiren ve zerrâtý muntazam memurlar gibi istihdam eden Zat-ý Akdes-i Ýlâhî'nin þerîki, nazîri, zýddý, niddi olmadýðý gibi, لَيْسَ كَمِثْلِهِ شَىْءٌ وَهُوَ السَّمِيعُ الْبَصِيرُ sýrriyle sureti, misli, misâli, þebîhi dahi olamaz. Fakat, وَلَهُ اْلمَثَلُ اْلاَعْلَى فِى السَّموَاتِ وَاْلاَرْضِ وَهُوَ الْعَزِيزُ الْحَكِيمُ sýrriyle, mesel ve temsil ile, þuûnatýna ve sýfât ve Esmâsýna bakýlýr. Demek mesel sh: » (L:93) ve temsil, þuûnât nokta-i nazarýnda vardýr. Þu mezkûr Hadîs-i þerifin çok makâsýdýndan birisi þudur ki: Ýnsan, ism-i Rahmân'ý tamamiyle gösterir bir surettedir. Evet sâbýkan beyan ettiðimiz gibi, kâinatýn sîmâsýnda binbir ismin þuâlarýndan tezâhür eden Ýsm-i Rahmân göründüðü gibi, zemin yüzünün sîmâsýnda Rubûbîyet-i mutlaka-i Ýlâhiyenin hadsiz cilveleriyle tezâhür eden ism-i Rahmân gösterildiði gibi, insanýn sûret-i câmiasýnda küçük bir mikyasta zemînin sîmâsý ve kâinatýn sîmâsý gibi yine o ism-i Rahmân'ýn cilve-i etemmini gösterir demektir. Hem iþarettir ki: Zat-ý Rahmânirrahîm'in delilleri ve âyineleri olan zîhayat ve insan gibi mazharlar, o kadar o Zat-ý Vâcib-ül Vücûd'a delâletleri kat'î ve vâzýh ve zâhirdir ki, Güneþ'in timsâlini ve aksini tutan parlak bir âyine parlaklýðýna ve delâletinin vuzûhuna iþareten "O âyine Güneþ'tir" denildiði gibi, "Ýnsanda suret-i Rahmân var" vuzûh-u delâletine ve kemâl-i münâsebetine iþareten denilmiþ ve denilir. Ve ehl-i Vahdet-ül Vücûd'un mûtedil kýsmý "Lâ Mevcûde illâ Hu" bu sýrra binaen, bu delâletin vuzûhuna ve bu münasebetin kemâline bir ünvan olarak demiþler. اََللّهُمَّ يَا رَحْمنُ يَا رَحِيمُ بِحَقِِّ بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمنِ الرَّحِيمِ اِرْحَمْنَا كَمَا يَلِيقُ بِرَحِيمِيَّتِكَ وَ فَهِّمْنَا اَسْرَارَ بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمنِ الرَّحِيمِ كَمَا يَلِيقُ بِرَحْمَانِيَّتِكَ آمِينَ Altýncý Sýr: Ey hadsiz acz ve nihayetsiz fakr içinde yuvarlanan bîçâre insan! Rahmet ne kadar kýymetdar bir vesile ve ne kadar makbul bir þefaatçý olduðunu bununla anla ki: O Rahmet, öyle bir Sultan-ý Zülcelâl'e vesîledir ki, yýldýzlarla zerrat berâber olarak kemal-i intizam ve itaatle beraber ordusunda hizmet ediyorlar. Ve o Zat-ý Zülcelâl'in ve o Sultan-ý Ezel ve Ebed'in istiðnâ-i zatîsi var. Ve istiðnâ-i mutlak içindedir. Hiç bir cihetle kâinata ve mevcûdâta ihtiyacý olmýyan bir Ganiyy-i Alelýtlaktýr. Ve bütün kâinat taht-ý emir ve idâresinde ve heybet ve azameti altýnda nihayet itaatte, Celaline karþý tezellüldedir. Ýþte Rahmet seni ey insan! O Müstaðni-i Alelýtlak'ýn ve Sultan-ý Sermedî'nin huzuruna çýkarýr ve ona dost yapar ve ona muhatab eder ve sevgili bir abd vaziyetini verir. Fakat nasýl sen Güneþ'e yetiþemiyorsun, çok uzaksýn; hiçbir cihetle yanaþamýyorsun. Fakat Güneþin ziyasý Güneþ'in aksini, cilvesini, senin âyinen vâsýtasiyle senin eline verir. Öyle de: O Zat-ý Akdes'e ve o Þems-i Ezel ve Ebed'e biz çendan nihâyetsiz uzaðýz, yanaþamayýz. Fakat onun ziyâ-ý Rahmeti, onu bize yakýn ediyor. Ýþte ey insan! Bu Rahmeti bulan, ebedî tükenmez bir hazîne-i nur buluyor. O hazîneyi bulmasýnýn çaresi: Rahmetin en parlak bir misâli ve mümessili ve o Rahmetin en belîð bir lisaný ve dellâlý olan ve Rahmetenlilâlemîn ünvaniyle Kur'anda tesmiye edilen Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm'ýn sünnetidir ve tebaiyetidir. Ve bu Rahmeten-lil-âlemîn olan Rahmet-i mücessemeye vesîle ise, Salâvattýr. Evet Salâvatýn mânâsý, Rah- sh: » (L:94) mettir. Ve o zîhayat mücessem Rahmete Rahmet duasý olan Salâvat ise, o Rahmeten-lil-âlemîn'in vüsûlüne vesîledir. Öyle ise sen Salâvatý kendine, o Rahmeten-lil-âlemîn'e ulaþmak için vesîle yap ve o Zatý da Rahmet-i Rahmân'a vesîle ittihaz et. Umum ümmetin Rahmeten-lil-âlemîn olan Aleyhissalâtü Vesselâm hakkýnda hadsiz bir kesretle Rahmet mânâsýyla Salâvat getirmeleri, Rahmet ne kadar kýymetdar bir hediye-i Ýlâhiye ve ne kadar geniþ bir dairesi olduðunu parlak bir surette isbat eder. Elhâsýl: Hazîne-i Rahmetin en kýymetdar pýrlantasý ve kapýcýsý Zat-ý Ahmediye Aleyhissalâtü Vesselâm olduðu gibi, en birinci anahtarý dahi: "Bismillâhirrahmânirrahîm"dir. Ve en kolay bir anahtarý da salavattýr. اَللّهُمَّ بِحَقِّ اَسْرَارِ بِسْمِ اللّهِ الرَحْمنِ الرَّحِيمِ صَلِّ وَ سَلِّمْ مَنْ اَرْسَلْتَهُ رَحْمَةً لِلْعَالَمِينَ كَمَا يَلِيقُ بِرَحْمَتِكَ وَ بِحُرْمَتِهِ وَ عَلَى آلِهِ وَ اَصْحَابِهِ اَجْمَعِينَ وَ ارْحَمْنَا رَحْمَةً تُغْنِينَا بِهَا عَنْ رَحْمَةِ مَنْ سِوَاكَ مِنْ خَلْقِكَ آمِينَ سُبْحَانَكَ لاَ عِلْمَ لَنَا اِلاَّ مَا عَلَّمْتَنَا اِنَّكَ اَنْتَ الْعَلِيمُ الْحَكِيمُ Link zu diesem Kommentar Auf anderen Seiten teilen Mehr Optionen zum Teilen...
Empfohlene Beiträge