EMRE Geschrieben 21. Dezember 2008 Teilen Geschrieben 21. Dezember 2008 Onüçüncü Lem'a " اَعُوذُ بِاللّهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ " sýrrýna dairdir. بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمنِ الرَّحِيمِ وَقُلْ رَبِّ اَعُوذُ بِكَ مِنْ هَمَزَاتِ الشَّيَاطِينِ { وَاَعُوذُ بِكَ رَبِّ اَنْ يَحْضُرُونِ { (Þeytandan istiaze sýrrýna dairdir. "Onüç Ýþaret" yazýlacak. O iþaretlerin bir kýsmý, müteferrik bir surette Yirmialtýncý Söz gibi bir kýsým Risalelerde beyan ve isbat edildiðinden burada yalnýz icmâlen bahsedilecek.) BÝRÝNCÝ ÝÞARET: Sual: Þeytanlarýn kâinatta icâd cihetinde hiçbir medhalleri olmadýðý; hem Cenab-ý Hak Rahmet ve inayetiyle ehl-i hakka tarafdar olduðu, hem hak ve hakikatýn cazibedar güzellikleri ve mehâsinleri ehl-i hakka müeyyid ve müþevvik bulunduðu; hem dalâletin müstekreh çirkinlikleri ehl-i dalâleti tenfir ettikleri halde, hizb-üþ-þeytanýn çok defa galebe etmesinin hikmeti nedir? Ve ehl-i hak, her vakit þeytanýn þerrinden Cenab-ý Hakk'a sýðýnmasýnýn sýrrý nedir? Elcevap: Hikmeti ve sýrrý þudur ki: Ekseriyet-i mutlaka ile dalâlet ve þer, menfîdir ve tahribdir ve ademîdir ve bozmaktýr. Ve ekseriyet-i mutlaka ile hidayet ve hayýr, müsbettir ve vücudîdir ve imar ve tamirdir. Herkesçe malûmdur ki: Yirmi adamýn yirmi günde yaptýðý bir binayý, bir adam, bir günde tahrib eder. Evet bütün âzâ-yý esasiyenin ve þerâit-i hayatiyenin vücuduyla vücudu devam eden hayat-ý insan, Hâlýk-ý Zülcelâl'in kudretine mahsus olduðu halde; bir zâlim, bir uzvu kesmesiyle, hayata nisbeten ademî olan mevte o insaný mazhar eder. Onun için "Ettahrîbüeshel" durûb-u emsâl hükmüne geçmiþ. Ýþte bu sýrdandýr ki: Ehl-i dalâlet, hakikaten zaîf bir kuvvet ile pek kuvvetli ehl-i hakka bazen galip oluyor. Fakat ehl-i hakkýn öyle muhkem bir kal'asý var ki, onda tahassun ettikleri vakit, o müdhiþ düþmanlar ya sh: » (L: 65) naþamazlar, bir halt edemezler. Eðer muvakkat bir zarar verseler, وَالْعَاقِبَةُ لِلْمُتَّقِينَ sýrriyle ebedî bir sevab ve menfaatle o zarar telâfi edilir. O kal'a-i metin, o hýsn-ý hasîn ise, Þeriat-ý Muhammediye (A.S.M.) ve Sünnet-i Ahmediyedir (A.S.M.). ÝKÝNCÝ ÝÞARET: Sual: Þerr-i mahz olan þeytanlarýn îcadý ve ehl-i imâna taslîtleri ve onlarýn yüzünden çok insanlar küfre girip Cehennem'e girmeleri, gâyet müdhiþ ve çirkin görünüyor. Acaba Cemîl-i Alelýtlak ve Rahîm-i Mutlak ve Rahmân-ý Bil-Hakk'ýn Rahmet ve cemâli, bu hadsiz çirkinliðin ve dehþetli musîbetin husûlüne nasýl müsaade ediyor ve nasýl cevaz gösteriyor? Þu mes'eleyi çoklar sormuþlar ve çoklarýn hatýrýna geliyor. Elcevap: Þeytanýn vücudunda cüz'î þerler ile beraber bir çok makasýd-ý hayriye-i külliye ve kemalât-ý insaniye vardýr. Evet bir çekirdekten koca bir aðaca kadar ne kadar mertebeler var; mahiyet-i insaniyedeki istîdadda dahi ondan daha ziyade meratib var. Belki zerreden Þemse kadar dereceleri var. Bu istîdadatýn inkiþafatý, elbette bir hareket ister, bir muamele iktiza eder. Ve o muameledeki terakki zenbereðinin hareketi, mücahede ile olur. O mücahede ise, þeytanlarýn ve muzýr þeylerin vücudiyle olur. Yoksa, melâikeler gibi insanlarýn da makamý sabit kalýrdý. O halde insan nev'inde, binler enva hükmünde sýnýflar bulunmýyacak. Bir þerr-i cüz'î gelmemek için bin hayrý terketmek, hikmet ve adâlete münâfidir. Çendan þeytan yüzünden ekser insanlar dalâlete giderler. Fakat ehemmiyet ve kýymet, ekseriyetle keyfiyete bakar, kemmiyete az bakar veya bakmaz. Nasýlki bin ve on çekirdeði bulunan bir zat, o çekirdekleri toprak altýnda bir muamele-i kimyeviyeye mazhar etse; ondan on tanesi aðaç olmuþ, bini bozulmuþ. O on aðaç olmuþ çekirdeklerin o adama verdiði menfaat, elbette bin bozulmuþ çekirdeðin verdiði zararý hiçe indirir. Öyle de: Nefs ve þeytanlara karþý mücahede ile, yýldýzlar gibi nev-i insaný þereflendiren ve tenvir eden on insan-ý kâmil yüzünden o nev'e gelen menfaat ve þeref ve kýymet, elbette haþerat nev'inden sayýlacak derecede süflî ehl-i dalâletin küfre girmesiyle insan nev'ine vereceði zararý hiçe indirip göze göstermediði için, Rahmet ve hikmet ve adâlet-i Ýlâhiyye, þeytanýn vücuduna müsaade edip tasallutlarýna meydan vermiþ. Ey ehl-i îman! Bu müdhiþ düþmanlarýnýza karþý zýrhýnýz: Kur'an tezgâhýnda yapýlan takvâdýr. Ve siperiniz, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm'ýn Sünnet-i Seniyyesidir. Ve silâhýnýz, istiâze ve istiðfar ve hýfz-ý Ýlâhiyyeye iltîcadýr. sh: » (L: 66) ÜÇÜNCÜ ÝÞARET: Sual: Kur'an-ý Hakîm'de ehl-i dalâlete karþý azîm þekvâlarý ve kesretli tahþîdatý ve çok þiddetli tehdidatý, aklýn zâhirine göre adâletli ve münasebetli belâðatýna ve üslûbundaki itidaline ve istikametine münasib düþmüyor. Adeta âciz bir adama karþý, ordularý tahþid ediyor. Ve onun cüz'î bir hareketi için, binler cinayet etmiþ gibi tehdid ediyor. Ve müflis ve mülkte hiç hissesi olmadýðý halde mütecaviz bir þerik gibi mevki verip ondan þekva ediyor. Bunun sýrrý ve hikmeti nedir? ELCEVAP: Onun sýr ve hikmeti þudur ki: Þeytanlar ve þeytanlara uyanlar, dalâlete sülûk ettikleri için, küçük bir hareketle çok tahribat yapabilirler. Ve çok mahlûkatýn hukukuna, az bir fiil ile çok hasâret veriyorlar. Nasýlki bir sultanýn büyük bir ticaret gemisinde bir adam az bir hareketle, belki küçük bir vazifeyi terketmekle, o gemi ile alâkadar bütün vazifedarlarýn semere-i sa'ylerinin ve netice-i amellerinin mahvýna ve ibtâline sebebiyet verdiði için, o geminin sahib-i zîþaný, o âsiden, o gemi ile alâkadar olan bütün raiyetinin hesabýna azîm þikayetler edip dehþetli tehdid ediyor ve onun o cüz'î hareketini deðil, belki o hareketin müdhiþ neticelerini nazara alarak ve o sahib-i zîþanýn zatýna deðil, belki raiyetinin hukuku namýna dehþetli bir cezaya çarpar. Öyle de: Sultân-ý Ezel ve Ebed dahi, Küre-i Arz gemisinde ehl-i hidayetle beraber bulunan ehl-i dalâlet olan hizb-üþ þeytanýn zâhiren cüz'î hatiatlariyle ve isyanlariyle pek çok mahlûkatýn hukukuna tecavüz ettikleri ve mevcudatýn vezâif-i âliyelerinin neticelerinin ibtal etmesine sebebiyet verdikleri için, onlardan azîm þikâyet ve dehþetli tehdidat ve tahribatlarýna karþý mühim tahþidat etmek, ayn-ý belâgat içinde mahz-ý hikmettir ve gâyet münasib ve muvafýktýr. Ve mutâbýk-ý muktezâ-yý haldir ki; belâðatýn tarifidir ve esasýdýr ve israf-ý kelâm olan mübalâðadan münezzehtir. Malûmdur ki; böyle az bir hareketle çok tahribat yapan dehþetli düþmanlara karþý gâyet metin bir kal'aya iltica etmeyen, çok periþan olur. Ýþte ey ehl-i îman! O çelik ve semavî kal'a: Kur'andýr. Ýçine gir, kurtul. DÖRDÜNCÜ ÝÞARET: Adem, þerr-i mahz ve vücud, hayr-ý mahz olduðunu, ehl-i tahkik ve ashâb-ý keþf ittifak etmiþler. Evet ekseriyet-i mutlaka ile hayýr ve mehâsin ve kemalât, vücuda istinad eder ve ona râci olur. Sûreten menfî ve ademî de olsa, esasý sübûtîdir ve vücûdîdir. Dalâlet ve þer ve musîbetler ve mâsiyetler ve belâlar gibi bütün çirkinliklerin esasý,mâyesi; ademdir, nefiydir. Onlardaki fenalýk ve çirkinlik, ademden geliyor. Çendan sûret-i zahirîde müsbet ve vücûdî de görünseler, esasý ademdir, nefiydir. Hem bilmüþahede sabittir ki: Bina gibi bir þeyin vücudu, bütün eczasýnýn mevcudiyetiyle takarrur eder. Halbuki onun harabiyeti ve ademi ve in'idamý, bir rüknün ademiyle hâsýl olur. Hem vücud, her halde mevcud bir illet sh: » (L: 67) ister. Muhakkak bir sebebe istinad eder. Adem ise, ademî þeylere istinad edebilir. Ademî birþey, mâdum birþeye illet olur. Ýþte bu iki kaideye binaendir ki: Þeytan-ý ins ve cinin kâinattaki müdhiþ âsâr-ý tahribkâraneleri ve envâ-ý küfür ve dalâlet ve þer ve mehâliki yaptýklarý halde, zerre mikdar îcada ve hilkate müdahâleleri olmadýðý gibi, mülk-ü Ýlâhîde bir hisse-i iþtirakleri olamýyor. Ve bir iktidar ve bir kudretle o iþleri yapmýyorlar, belki çok iþlerinde iktidar ve fiil deðil, belki terk ve atalettir. Hayrý yaptýrmamakla, þerleri yapýyorlar. Yâni, þerler oluyorlar. Çünki mehâlik ve þer, tahribat nevinden olduðu için, illetleri, mevcud bir iktidar ve fâil bir îcad olmak lâzým deðildir. Belki bir emr-i ademî ile ve bir þartýn bozulmasiyle koca bir tahribat olur. Ýþte bu sýr, Mecûsîlerde inkiþaf etmediði içindir ki; kâinatta "Yezdan" namiyle bir Hâlýk-ý Hayýr, diðeri "Ehrîman" namiyle bir Hâlýk-ý Þer itikad etmiþlerdir. Halbuki onlarýn Ehrîman dedikleri mevhum Ýlâh-ý þer, bir cüz-i ihtiyariyle ve îcadsýz bir kesble þerlere sebebiyet veren mâlûm þeytandýr. Ýþte ey ehl-i îman! Þeytanlarýn bu müdhiþ tahribatýna karþý en mühim silâhýnýz ve cihazat-ý tâmîriyeniz istiðfardýr ve "Eûzübillâh" demekle Cenab-ý Hakk'a iltîcadýr. Ve kal'anýz Sünnet-i Seniyyedir. BEÞÝNCÝ ÝÞARET: Cenab-ý Hak, Kütüb-ü Semaviyede beþere karþý þu Cennet gibi azîm mükâfat ve Cehennem gibi dehþetli mücazatý göstermekle beraber çok irþad, îkaz, ihtar, tehdid ve teþvik ettiði halde; ehl-i îman, bu kadar esbab-ý hidayet ve istikamet varken hizb-üþ-þeytanýn mükâfatsýz çirkin zaîf desiselerine karþý maðlûb olmalarý, bir zaman beni çok düþündürüyordu. Acaba îman varken, Cenab-ý Hakk'ýn o kadar þiddetli tehdidatýna ehemmiyet vermemek nasýl oluyor? Nasýl îman gitmiyor? اِنَّ كَيْدَ الشَّيْطَانِ كَانَ ضَعِيفًا sýrriyle Þeytanýn gâyet zaîf desiselerine kapýlýp Allah'a isyan ediyor. Hatta benim arkadaþlarýmdan bazýlarý, yüz hakikat dersini kalben tasdik ile beraber benden iþittiði ve bana karþý da fazla hüsn-ü zanný ve irtibatý varken, kalbsiz ve bozuk bir adamýn ehemmiyetsiz ve riyakârane iltifatýna kapýldý, onun lehinde benim aleyhimde bir vaziyete geldi. Fesübhanallah dedim, insanda bu derece sukut olabilir mi? Ne kadar hakikatsýz bir insan idi, diye o bîçareyi gýybet ettim, günaha girdim. Sonra sabýk iþaretlerdeki hakikat inkiþaf etti, karanlýklý çok noktalarý aydýnlattý. O nur ile lillahilhamd, hem Kur'an-ý Hakîm'in azim tergîbat ve teþvikatý tam yerinde olduðunu, hem ehl-i îmanýn desâis-i þeytaniyeye kapýlmalarý, îmansýzlýktan ve îmanýn zaifliðinden olmadýðýný, hem günah-ý kebâiri sh: » (L: 68) iþleyen küfre girmediðini, hem Mu'tezile mezhebi ve bir kýsým Hariciye mezhebi "Günah-ý kebâiri irtikâb eden kâfir, olur veya îman ve küfür ortasýnda kalýr." diye hükümlerinde hata ettiklerini, hem benim o bîçare arkadaþým da yüz ders-i hakikatý bir herifin iltifatýna feda etmesi, düþündüðüm gibi çok sukut ve dehþetli alçaklýk olmadýðýný anladým. Cenab-ý Hakk'a þükrettim, o vartadan kurtuldum. Çünki: Sabýkan dediðimiz gibi, þeytan cüz'î bir emr-i ademî ile insaný mühim tehlikelere atar. Hem insandaki nefis ise, þeytaný her vakit dinler. Kuvve-i þeheviye ve gadabiye ise, þeytan desiselerine hem kâbile, hem nâkile iki cihaz hükmündedirler. Ýþte bunun içindir ki, Cenab-ý Hakk'ýn "Gafûr", "Rahîm" gibi iki ismi, tecelli-i azamla ehl-i imânâ teveccüh ediyor. Ve Kur'an-ý Hakîm'de Peygamberlere en mühim ihsaný, maðfiret olduðunu gösteriyor ve onlarý, istiðfar etmeye davet ediyor. بِسْمِ اللّهِ الرّحْمنِ الرّحِيمِ kelime-i kudsiyesini her Sûre baþýnda tekrar ile ve her mübarek iþlerde zikrine emretmesiyle, kâinatý ihâta eden Rahmet-i vâsiasýný melce ve tahassüngâh gösteriyor ve فَاسْتَعِذْ emriyle "Euzü billahi mineþþeytanirracim" kelimesini siper yapýyor. ALTINCI ÝÞARET: Þeytanýn en tehlikeli bir desisesi þudur ki: Bazý hassas ve safi-kalb insanlara tahayyül-ü küfrîyi tasdîk-i küfürle iltibas ettiriyor. Tasavvur-u dalâleti, dalâletin tasdîki suretinde gösteriyor. Ve mukaddes zatlar ve münezzeh þeyler hakkýnda gâyet çirkin hatýralarý hayaline gösteriyor. Ve imkân-ý zatîyi, imkân-ý aklî þeklinde gösterip îmandaki yakînine münâfî bir þek tarzýný veriyor. Ve o vakit o bîçare hassas adam, kendini dalâlet ve küfür içine düþtüðünü tevehhüm edip îmandaki yakîninin zâil olduðunu zanneder, ye'se düþer, o yeisle þeytana maskara olur. Þeytan hem ye'sini, hem o zaîf damarýný, hem o iltibasýný çok iþlettirir, ya divane olur yahud "her-çibad-âbad" der, dalâlete gider. Þeytanýn bu desisesinin mahiyeti ne kadar esassýz olduðunu, bazý Risalelerde beyan ettiðimiz gibi, burada icmalen bahsedeceðiz. Þöyle ki: Nasýlki âyinede yýlanýn sureti ýsýrmaz ve ateþin misali yandýrmaz ve murdarýn aksi, telvis etmez. Öyle de: Hayal veya fikir âyinesinde küfriyatýn ve þirkin akisleri ve dalâletin gölgeleri ve þetimli çirkin sözlerin hayalleri, itikadý bozmaz, îmaný taðyir etmez, hürmetli edebi kýrmaz. Çünki: meþhur kaidedir ki: Tahayyül-ü þetm, þetm olmadýðý gibi, tahayyül-ü küfür dahi, küfür deðil ve tasavvur-u dalâlet de dalâlet deðil. Îmandaki þek mes'elesi ise, imkân-ý zatîden gelen ihtimaller, o yakîne münâfî deðil ve o sh: » (L: 69) yakîni bozmaz. Ýlm-i usûl-i dinde kavâid-i mukarreredendir ki: اِنَّ اْلاِمْكَانَ الذَّاتِىَّ لاَ يُنَافِى الْيَقِينَ اْلاِلْمِىَّ Meselâ: Barla Denizi su olarak yerinde bulunduðuna yakînimiz var. Halbuki zatýnda mümkündür ki; o deniz, bu dakikada batmýþ olsun. Ve batmasý mümkinattandýr. Bu imkân-ý zatî, madem bir emâreden neþ'et etmiyor, zihnî bir imkân olamaz ki, þek olsun. Çünki yine ilm-i usûl-i dinde bir kaide-i mukarreredir ki: لاَ عِبْرَةَ ِلْلاِحْتِمَالِ الْغَيْرِ النَّاشِىءِ عَنْ دَلِيلٍ yâni: "Bir emâreden gelmiyen bir ihtimal-i zatî ise, bir imkân-ý zihnî olmaz ki, þüphe verip, ehemmiyeti olsun." Ýþte bu desise-i þeytaniyeye maruz olan bîçare adam, hakaik-i îmaniyeye yakînini, böyle zatî imkânlar ile kaybediyor zanneder. Meselâ: Hazret-i Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâm hakkýnda beþeriyet itibariyle çok imkân-ý zatiye hatýrýna geliyor ki, îmanýn cezm ve yakînine zarar vermez. Fakat o, zarar verdi zanneder, zarara düþer. Hem bazen þeytan, kalb üstündeki lümmesi cihetinde Cenab-ý Hak hakkýnda fena sözler söyler. O adam zanneder ki; onun kalbi bozulmuþ ki, böyle söylüyor. Titriyor. Halbuki onun titremesi ve korkmasý ve adem-i rýzasý delildir ki: O sözler, kalbinden gelmiyor, belki lümme-i þeytaniyeden geliyor veya þeytan tarafýndan ihtar ve tahayyül ediliyor. Hem insanýn letâifi içinde teþhis edemediðim bir-iki lâtife var ki, ihtiyar ve iradeyi dinlemezler; belki de mes'uliyet altýna da giremezler. Bazen o lâtifeler hükmediyorlar, hakký dinlemiyorlar, yanlýþ þeylere giriyorlar. O vakit þeytan o adama telkin eder ki: "Senin istidadýn hakka ve îmâna muvafýk deðil ki, böyle ihtiyarsýz bâtýl þeylere giriyorsun. Demek senin kaderin, seni þekavete mahkûm etmiþtir." O bîçare adam, ye'se düþüp, helâkete gider. Ýþte þeytanýn evvelki desiselerine karþý mü'minin tahassüngâhý: Muhakkikîn-i asfiyanýn düsturlariyle hududlarý taayyün eden hakaik-i îmaniye ve muhkemat-ý Kur'aniyedir. Ve âhirdeki desiselerine karþý; istiaze ile, ehemmiyet vermemektir. Çünki ehemmiyet verdikçe, nazar-ý dikkati celbettirip büyür, þiþer. Mü'minin böyle mânevî yaralarýna tiryak ve merhem, Sünnet-i Seniyyedir. YEDÝNCÝ ÝÞARET: Sual: Mu'tezile imamlarý, þerrin îcadýný þer telakki ettikleri için, küfür ve dalâletin hilkatini Allah'a vermiyorlar. Güya onunla Allah'ý takdis ediyorlar. "Beþer kendi ef'âlinin hâlýkýdýr" diye dalâlete gidiyorlar. Hem derler: "Bir günah-ý kebireyi iþliyen bir mü'minin îmaný gider. Çünki: Cenab-ý Hakk'a itikad ve Cehennem'i tasdik etmek, öyle günahý iþlemekle kabil-i tevfik olamaz. Çünki dünyada gâyet cüz'î bir hapis korkusiyle kendini hilâf-ý kanun herþeyden muhafaza eden adam, ebedî sh: » (L: 70) bir azab-ý Cehennem'i ve Hâlik'ýn gadabýný nazar-ý ehemmiyete almayacak derecede büyük günahlarý iþlerse, elbette îmansýzlýða delâlet eder." Elcevap: Birinci þýkkýn cevapý þudur ki: Kader Risalesi'nde izah edildiði gibi: Halk-ý þer, þer deðil; belki kesb-i þer, þerdir. Çünki halk ve îcad; umum neticelere bakar. Bir þerrin vücudu, çok hayýrlý neticelere mukaddeme olduðu için, o þerrin îcadý, neticeler itibariyle hayýr olur, hayýr hükmüne geçer. Meselâ: Ateþin yüz hayýrlý neticeleri var. Fakat bazý insanlar sû-i ihtiyariyle ateþi kendilerine þer yapmakla "Ateþin þerridir" diyemezler. Öyle de: Þeytanlarýn îcadý, terakkiyat-ý insaniye gibi çok hikmetli neticeleri olmakla beraber, sû-i ihtiyariyle ve yanlýþ kesbiyle þeytanlara maðlûb olmakla, "Þeytanýn hilkati þerdir" diyemez. Belki o, kendi kesbiyle kendine þer yaptý. Evet kesb ise, mübaþeret-i cüz'iye olduðu için, hususî bir netice-i þerriyenin mazharý olur; o kesb-i þer, þer olur. Fakat îcad, umum neticelere baktýðý için; îcad-ý þer, þer deðil, belki hayýrdýr. Ýþte Mu'tezile bu sýrrý anlamadýklarý için, "Halk-ý þer þerdir ve çirkinin îcadý çirkindir" diye Cenab-ý Hakk'ý takdis için þerrin îcadýný ona vermemiþler, dalâlete düþmüþler. وَ بِالْقَدَرِ خَيْرِهِ وَ شَرِّهِ olan bir rükn-ü îmanîyi te'vil etmiþler. Ýkinci þýkk ki: "Günah-ý kebîreyi iþleyen, nasýl mü'min kalabilir?" diye suallerine cevap ise; evvelâ Sâbýk iþaretlerde onlarýn hatasý kat'î bir surette anlaþýlmýþtýr ki, tekrara hâcet kalmamýþtýr. Sâniyen: Nefs-i insaniyye, muaccel ve hazýr bir dirhem lezzeti; müeccel, gâib bir batman lezzete tercih ettiði gibi, hazýr bir tokat korkusundan, ileride bir sene azabdan daha ziyade çekinir. Hem insanda hissiyat gâlib olsa, aklýn muhakemesini dinlemez. Heves ve vehmi hükmedip, en az ve ehemmiyetsiz bir lezzet-i hâzýrayý, ileride gâyet büyük bir mükâfata tercih eder. Ve az bir hazýr sýkýntýdan, ileride büyük bir azâb-ý müecceleden ziyade çekinir. Çünki: Tevehhüm ve heves ve his, ileriyi görmüyor belki inkâr ediyorlar. Nefs dahi yardým etse, mahall-i îman olan kalb ve akýl susarlar, maðlûb oluyorlar... Þu halde kebairi iþlemek, îmansýzlýktan gelmiyor, belki his ve hevesin ve vehmin galebesiyle akýl ve kalbin maðlûbiyetinden ileri gelir. Hem sâbýk iþaretlerde anlaþýldýðý gibi; fenalýk ve hevesat yolu, tahribat olduðu için gâyet kolaydýr. Þeytan-ý ins ve cinî çabuk insanlarý o yola sevkediyor. Gâyet cây-ý hayret bir haldir ki: Âlem-i bekanýn nass-ý Hadîsle sinek kanadý kadar bir nuru, ebedî olduðu için, bir insanýn müddet-i ömründe dünyadan aldýðý lezzet ve nîmete mukabil geldiði halde; bazý bîçare insanlar, bir sinek kanadý kadar bu fâni dünyanýn lezzetini, o bâki âlemin, bu fâni dünyasýna deðer lezzetlerine tercih edip þeytanýn arkasýnda gider. sh: » (L: 71) Ýþte bu sýrlar içindir ki; Kur'an-ý Hakîm, mü'minleri pek çok tekrar ve ýsrar ile, tehdid ve teþvik ile günahtan zecr ve hayra sevkediyor. Bir zaman Kur'an-ý Hakîm'in bu tekrar ile þiddetli irþâdatý bana bu fikri verdi ki; bu kadar mütemâdi ihtarlar ve îkazlar, mü'min insanlarý sebatsýz ve hakikatsýz gösteriyorlar. Ýnsanýn þerefine yakýþmýyacak bir vaziyet veriyorlar. Çünki bir me'mur, âmirinden aldýðý bir tek emri itaatine kâfi iken, ayný emri on defa söylese, o memur cidden gücenecek. Beni ittiham ediyorsun, ben hâin deðilim, der. Halbuki en hâlis mü'minlere Kur'an-ý Hakîm musýrrane mükerrer emrediyor. Bu fikir benim zihnimi kurcaladýðý bir zamanda iki üç sâdýk arkadaþlarým vardý. Onlarý þeytan-ý insînin desiselerine kapýlmamak için pek çok defa ihtar ve îkaz ediyordum. "Bizi ittiham ediyorsun" diye gücenmiyorlardý. Fakat ben kalben diyordum ki: "Bu mütemadiyen ihtarlarýmla bunlarý gücendiriyorum, sadakatsýzlýkla ve sebatsýzlýkla ittiham ediyorum." Sonra birden sâbýk iþaretlerde izah ve isbat edilen hakikat inkiþaf etti. O vakit o hakikatla hem Kur'an-ý Hakîm'in tam mutabýk-ý mukteza-yý hal ve yerinde ve israfsýz ve hikmetli ve ittihamsýz bir surette ýsrar ve tekraratý yaptýðýný ve ayn-ý hikmet ve mahz-ý belâgat olduðunu bildim. Ve o sadýk arkadaþlarýmýn gücenmediklerinin sýrrýný anladým. O hakikatýn hülâsasý þudur ki: Þeytanlar tahribat cihetinde sevkettikleri için, az bir amel ile çok þerleri yaparlar. Onun için tarîk-ý hakda ve hidayette gidenler, pek çok ihtiyat ve þiddetli sakýnmaya ve mükerrer ihtârâta ve kesretli muavenete muhtaç olduklarýndandýr ki, Cenab-ý Hak o tekrârât cihetinde binbir ismi ile ehl-i imânâ muavenetini takdim ediyor ve binler merhamet ellerini imdadýna uzatýyor. Þerefini kýrmýyor, belki vikâye ediyor. Ýnsanýn kýymetini küçük düþürtmüyor, belki þeytanýn þerrini büyük gösteriyor. Ýþte ey ehl-i hak ve ehl-i hidayet! Þeytan-ý ins ve cinînin mezkûr desiselerinden kurtulmak çaresi: Ehl-i Sünnet ve Cemaat olan ehl-i hak mezhebini karargâh yap ve Kur'an-ý Mu'ciz-ül Beyan'ýn muhkemat kal'asýna gir ve Sünnet-i Seniyyeyi rehber yap, selâmeti bul!.. SEKÝZÝNCÝ ÝÞARET: Sual: Sâbýk iþaretlerde isbat ettiniz ki: Dalâlet yolu, kolay ve tahrib ve tecavüz olduðu için, çoklar o yola sülûk ediyorlar. Halbuki sair Risalelerde kat'î deliller ile isbat etmiþsiniz ki: Küfür ve dalâlet yolu o kadar müþkilâtlý ve suubetlidir ki, hiç kimse ona girmemek gerekti ve kabil-i sülûk deðil. Ve îman ve hidayet yolu o kadar kolay ve zahirdir ki, herkes ona girmeli idi. ELCEVAP: Küfür ve dalâlet iki kýsýmdýr. Bir kýsmý amelî ve fer'î olmakla beraber, îman hükümlerini nefyetmek ve inkâr etmektir ki, bu tarz dalâlet kolaydýr. Hakký kabul etmemektir, bir terktir, bir ademdir, bir adem-i kabuldür. sh: » (L: 72) Ýþte bu kýsýmdýr ki, Risalelerde kolay gösterilmiþ. Ýkinci kýsým ise, amelî ve fer'î olmayýp, belki itikadî ve fikrî bir hükümdür. Yalnýz îmanýn nefyini deðil, belki îmanýn zýddýna gidip bir yol açmaktýr. Bu ise, bâtýlý kabuldür, hakkýn aksini isbattýr. Bu kýsým, îmanýn yalnýz nefyi ve nakîzý deðil, îmanýn zýddýdýr. Adem-i kabul deðil ki kolay olsun, belki kabul-ü ademdir. Ve o ademi isbat etmekle kabul edilebilir. اَلْعَدَمُ لاَ يُثْبَتُ kaidesiyle: Ademin isbatý elbette kolay deðildir. Ýþte sair Risalelerde imtina derecesinde suubetli ve müþkilâtlý gösterilen küfür ve dalâlet bu kýsýmdýr ki, zerre mikdar þuuru bulunan, bu yola sâlik olmamak lâzýmdýr. Hem bu yol, Risalelerde kat'î isbat edildiði gibi o kadar dehþetli elemleri var ve boðucu karanlýklarý var ki; zerre mikdar aklý bulunan, o yola tâlip olmaz. Eðer denilse: Bu kadar elîm ve karanlýklý, müþkilâtlý yola nasýl ekser insanlar gidiyorlar? Elcevap: Ýçine düþmüþ bulunuyorlar, çýkamýyorlar. Hem insandaki nebatî ve hayvanî kuvveleri, âkibeti görmedikleri, düþünemedikleri ve o insandaki letâif-i insaniyeye galebe ettikleri için, çýkmak istemiyorlar ve hâzýr ve muvakkat bir lezzetle müteselli oluyorlar. Sual: Eðer denilse: Dalâlette öyle dehþetli bir elem ve bir korku var ki; kâfir, deðil hayattan lezzet almasý, hiç yaþamamasý lâzým geliyor. Belki o elemden ezilmeli ve o korkudan ödü patlamalý idi. Çünki: Ýnsaniyet itibariyle hadsiz eþyaya müþtak ve hayata âþýk olduðu halde, küfür vasýtasiyle mevtini bir idam-ý ebedî ve bir firâk-ý lâyezâlî ve zevâl-i mevcudatý ve ahbabýnýn vefatlarýný ve bütün sevdiklerini idam ve müfarakat-i ebediye suretinde gözü önünde daima küfür vasýtasiyle gören insan, nasýl yaþayabilir? Nasýl hayattan lezzet alabilir? Elcevap: Acib bir maðlâta-i þeytaniye ile kendini aldatýr, yaþar. Sûrî bir lezzet alýr zanneder. Meþhur bir temsil ile onun mahiyetine iþaret edeceðiz. Þöyle ki: Deniliyor: Deve kuþuna demiþler: "Kanatlarýn var, uç!" O da kanatlarýný kýsýp, "Ben deveyim" demiþ, uçmamýþ. Fakat avcýnýn tuzaðýna düþmüþ. Avcý beni görmesin diye baþýný kuma sokmuþ. Halbuki koca gövdesini dýþarýda býrakmýþ, avcýya hedef etmiþ. Sonra ona demiþler: "Madem deveyim diyorsun, yük götür!" O zaman kanatlarýný açývermiþ, "Ben kuþum" demiþ, yükün zahmetinden kurtulmuþ. Fakat hâmisiz ve yemsiz olarak avcýlarýn hücumuna hedef olmuþ. Aynen onun gibi; kâfir, Kur'anýn semavî ilânatýna karþý küfr-ü mutlaký býrakýp meþkûk bir küfre inmiþ. Ona denilse: "Madem mevt ve zevali, bir idam-ý ebedî biliyorsun; kendini asacak sh: » (L:73) olan daraðacý göz önünde... Ona her vakit bakan, nasýl yaþar? Nasýl lezzet alýr?" O adam, Kur'anýn umumî vech-i Rahmet ve þümullü nurundan aldýðý bir hisse ile der: Mevt idam deðil, ihtimal beka var. Veyahud deve kuþu gibi baþýný gaflet kumuna sokar, tâ ki ecel onu görmesin ve kabir ona bakmasýn ve zeval-i eþya ona ok atmasýn! Elhasýl: O meþkûk küfür vasýtasiyle deve kuþu gibi mevt ve zevali idam mânâsýnda gördüðü vakit Kur'an ve semavî kitablarýn ( اِيمَانٌ بِالاَخِرَةِ ) e dair kat'î ihbaratý ona bir ihtimal verir. O kâfir, o ihtimale yapýþýr, o dehþetli elemi üzerine almaz. O vakit ona denilse: "Madem bâki bir âleme gidilecek; o âlemde güzel yaþamak için tekâlif-i dîniye meþakkatini çekmek gerektir." O adam þekk-i küfrî cihetiyle der: "Belki yoktur; yok için neden çalýþayým?" Yâni: Vaktâ ki o hükm-ü Kur'anýn verdiði ihtimal-i beka cihetiyle idam-ý ebedî âlâmýndan kurtulur; ve meþkûk küfrün verdiði ihtimâl-i adem cihetiyle tekâlif-i dîniyye meþakkati ona müteveccih olur, ona karþý küfür ihtimaline yapýþýr, o zahmetten kurtulur. Demek bu nokta-i nazarda, mü'minden ziyade bu hayatta lezzet alýr, zannediyor. Çünki tekâlif-i dîniyyenin zahmetinden ihtimâl-i küfrî ile kurtuluyor ve âlâm-ý ebediyeden ise ihtimâl-i îmanî cihetiyle kendi üzerine almaz. Halbuki bu maðlâta-i þeytaniyenin hükmü, gâyet sathî ve faidesiz ve muvakkattýr. Ýþte Kur'an-ý Hakîm'in küffarlar hakkýnda da bir nevi cihet-i Rahmeti vardýr ki; hayat-ý dünyeviyeyi onlara Cehennem olmaktan bir derece kurtarýp bir nevi þek vererek, þek ile yaþýyorlar. Yoksa Âhiret Cehennemini andýracak bu dünyada dahi mânevî bir cehennem azabý çekeceklerdi ve intihara mecbur olacaklardý. Ýþte ey ehl-i îman! Sizi idam-ý ebedîden ve dünyevî ve uhrevî Cehennemlerden kurtaran Kur'anýn himayeti altýna mü'minâne ve mu'temidane giriniz ve Sünnet-i Seniyyesinin dairesine teslimkârane ve müstahsinâne dahil olunuz, dünya þekavetinden ve Âhirette azabdan kurtulunuz! DOKUZUNCU ÝÞARET: Sual: Hizbullah olan ehl-i hidayet, baþta Enbiya ve onlarýn baþýnda Fahr-i Âlem Aleyhissalâtü Vesselâm, o kadar inayet ve Rahmet-i Ýlâhiye ve imdâd-ý Sübhaniyyeye mazhar olduklarý halde, neden çok defa hizb-üþ þeytan olan ehl-i dalâlete maðlup olmuþlar? Hem Hâtem-ül Enbiya'nýn Güneþ gibi parlak Nübüvvet ve Risaleti ve îksir-i âzam gibi te'sirli i'caz-ý Kur'anî vasýtasiyle irþadý ve câzibe-i umumiye-i kâinattan daha cazibedar hakaik-i Kur'aniyenin komþuluðunda ve yakýnýnda olan Medîne münafýklarýnýn dalâlette ýsrarlarý ve hidayete girmemeleri ne içindir ve hikmeti nedir? sh: » (L: 74) Elcevap: Bu iki þýk müdhiþ sualin halli için, derince bir esas beyan etmek lâzým gelir. Þöyle ki: Þu kâinat Hâlýk-ý Zülcelâlinin hem Cemâlî, hem Celâlî iki kýsým Esmâsý bulunduðundan ve o Cemâlî ve Celâlî isimler, hükümlerini ayrý ayrý cilvelerle göstermek iktiza ettiklerinden, Hâlýk-ý Zülcelâl kâinatta ezdadý birbirine mezcedip birbirine mukabil getirip ve birbirine mütecaviz ve müdâfi bir vaziyet verip, hikmetli ve menfaattar bir nevi mübâreze suretine getirip, ondan, zýdlarý birbirinin hududuna geçirip ihtilâfat ve tegayyürat meydana getirmekle kâinatý kanun-u tagayyür ve tahavvül ve düstur-u terakki ve tekâmüle tâbi kýldýðý için; o þecere-i hilkatýn câmi bir semeresi olan insan nev'inde o kanun-u mübarezeyi daha acib bir þekle getirip bütün terakkiyat-ý insaniyeye medâr bir mücahede kapýsýný açýp, hizbullaha karþý meydana çýkabilmek için hizb-üþ-þeytana bazý cihazat vermiþ. Ýþte bu sýrr-ý dakik içindir ki, Enbiyalar çok defa ehl-i dalâlete karþý maðlub oluyor. Ve gâyet zaaf ve aczde olan dalâlet ehli, manen gâyet kuvvetli olan Ehl-i Hakka muvakkaten galip oluyorlar ve mukavemet ediyorlar. Bu acib mukavemetin sýrr-ý hikmeti þudur ki: Dalâlette ve küfürde hem adem ve terk var ki, pek kolaydýr, hareket istemez. Hem tahrib var ki, çok sehildir ve âsandýr; az bir hareket yeter. Hem tecavüz var ki, az bir amel ile çoklarýna zarar verip, ihâfe noktasýnda ve fir'avniyet cihetinden onlara bir makam kazandýrýr. Hem âkibeti görmiyen ve hâzýr zevke mübtelâ olan insandaki nebatî ve hayvanî kuvvelerin tatmini, telezzüzü, hürriyeti vardýr ki, akýl ve kalb gibi letâif-i insaniyeyi insaniyetkârane ve âkibet-endiþâne olan vazifelerinden vazgeçiriyorlar. Ehl-i hidayet ve baþta Ehl-i Nübüvvet ve baþta Habîb-u Rabb-il-Âlemîn olan Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm'ýn meslek-i kudsîsi, hem vücûdî, hem sübûtî, hem tâmir, hem hareket, hem hududda istikamet, hem âkibeti düþünmek, hem ubûdiyet, hem nefs-i emmârenin fir'avniyetini, serbestliðini kýrmak gibi esâsat-ý mühimme bulunduðundandýr ki, Medine-i Münevvere'de bulunan o zamanýn münafýklarý, o parlak Güneþe karþý yarasa kuþu gibi gözlerini yumup, o câzibe-i azîmeye karþý þeytanî bir kuvve-i dâfiaya kapýlýp, dalâlette kalmýþlar. Eðer denilirse: Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm madem Habib-i Rabb-ül -Âlemîn'dir. Hem elindeki hak ve lisanýndaki hakikattýr. Ve ordusundaki askerlerin bir kýsmý melâikedir. Ve bir avuç su ile bir orduyu sular. Ve dört avuç buðday ve bir oðlaðýn etiyle bin adamý doyuracak bir ziyafet verir. Ve küffar ordusunun gözlerine bir avuç toprak atmakla o bir avuç topraktan her küffârýn gözüne bir avuç toprak girmesiyle onlarý kaçýrýr. Ve daha bunun gibi bin mu'cizat sahibi olan bir Ku sh: » (L: 75) mandan-ý Rabbânî, nasýl oluyor Uhud'un nihayetinde ve Huneyn'in bidayetinde maðlup oluyor? Elcevap: Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm, nev-i beþere mukteda ve imam ve rehber olarak gönderilmiþtir. Tâ ki, o nev-i insanî, hayat-ý içtimaiye ve þahsiyedeki düsturlarý ondan öðrensin ve Hakîm-i Zülkemâl'in kavânin-i meþîetine itaata alýþsýnlar ve desâtir-i hikmetine tevfik-i hareket etsinler. Eðer Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm, hayat-ý içtimaiye ve þahsiyesinde daima hârikulâdelere ve mu'cizelere istinad etseydi, o vakit Ýmam-ý Mutlak ve Rehber-i Ekber olamazdý. Ýþte bu sýr içindir ki, yalnýz dâvâsýný tasdik ettirmek için arasýra indelhace, münkirlerin inkârýný kýrmak için mu'cizeler gösterirdi. Sair vakitlerde nasýlki herkesten ziyade evâmir-i Ýlâhiyeye itaat etmiþtir. Öyle de: Hikmet-i Rabbaniye ile ve meþîet-i Sübhaniye ile te'sis edilen âdetullah kavâninine herkesten ziyade mürâat ve itaat ederdi. Düþmânâ karþý zýrh giyerdi, "sipere giriniz!" emrederdi. Yara alýrdý, zahmet çekerdi. Tâ tamamiyle hikmet-i Ýlâhiyye kanununa ve kâinattaki þeriat-ý fýtriye-i kübrâya müraat ve itaati göstersin. ONUNCU ÝÞARET: Ýblis'in en mühim bir desisesi: Kendini, kendine tâbi olanlara inkâr ettirmektir. Þu zamanda, hususan maddiyyunlarýn felsefeleriyle zihni bulananlar, bu bedihî mes'elede tereddüd gösterdikleri için, þeytanýn bu desisesine karþý bir-iki söz söyleyeceðiz. Þöyle ki: Ýnsanlarda þeytan vazifesini gören cesedli ervâh-ý habîse bilmüþahede bulunduðu gibi, cinîden cesedsiz ervâh-ý habîse dahi bulunduðu, o kat'iyettedir. Eðer onlar maddî cesed giyseydiler, bu þerir insanlarýn ayný olacaktýlar. Hem eðer bu insan suretindeki insî þeytanlar cesedlerini çýkarabilse idiler, o cinî iblisler olacaktýlar. Hatta bu þiddetli münasebete binaendir ki, bir mezheb-i bâtýl hükmetmiþ ki: "Ýnsan suretindeki gâyet þerir ervâh-ý habîse, öldükten sonra þeytan olur." Malûmdur ki: Alâ bir þey bozulsa, edna bir þeyin bozulmasýndan daha ziyade bozuk olur. Meselâ: Nasýlki süt ve yoðurt bozulsalar, yine yenilebilir. Yað bozulsa, yenilmez, bazen zehir gibi olur. Öyle de: Mahlûkatýn en mükerremi, belki en âlâsý olan insan, eðer bozulsa, bozuk hayvandan daha ziyade bozuk olur. Müteaffin maddelerin kokusiyle telezzüz eden haþasrat gibi ve ýsýrmakla zehirlendirmekten lezzet alan yýlanlar gibi, dalâlet bataklýðýndaki þerler ve habis ahlâklar ile telezzüz ve iftihar eder ve zulmün zulümatýndaki zararlardan ve cinayetlerden lezzet alýrlar; âdeta þeytanýn mahiyetine girerler. Evet cinî þeytanýn vücuduna kat'î bir delili, insî þeytanýn vücududur. Sâniyen: Yirmidokuzuncu Söz'de yüzer delil-i kat'î ile ruhanî ve meleklerin vücudunu isbat eden umum o deliller, þeytanlarýn dahi vücudunu isbat ederler. Bu ciheti o Söz'e havale ediyoruz. sh: » (L:76) Sâlisen: Kâinattaki umûr-u hayriyedeki kanunlarýn mümessili, nâzýrý hükmünde olan meleklerin vücudu, ittifak-ý edyan ile sabit olduðu gibi, umûr-u þerriyenin mümessilleri ve mübâþirleri ve o umûrdaki kavâninin medârlarý olan ervâh-ý habîse ve þeytaniye bulunmasý, hikmet ve hakikat noktasýnda kat'îdir; belki umûr-u þerriyede zîþuur bir perdenin bulunmasý daha ziyade lâzýmdýr. Çünki: Yirmiikinci Söz'ün baþýnda denildiði gibi: Herkes, herþeyin hüsn-ü hakikisini göremediði için, zâhirî þerriyet ve noksaniyet cihetinde Hâlýk-ý Zülcelâl'e karþý itiraz etmemek ve Rahmetini ittiham etmemek ve hikmetini tenkid etmemek ve haksýz þekva etmemek için, zâhirî bir vasýtayý perde ederek, tâ itiraz ve tenkid ve þekva, o perdelere gidip, Hâlýk-ý Kerim ve Hakîm-i Mutlak'a teveccüh etmesin. Nasýlki vefat eden ibâdýn küsmesinden Hazret-i Azrail'i kurtarmak için hastalýklarý ecele perde etmiþ. Öyle de: Hazret-i Azrâil'i (A.S.) kabz-ý ervâha perde edip, tâ merhametsiz tevehhüm edilen o hâletlerden gelen þekvalar, Cenab-ý Hakk'a teveccüh etmesin. Öyle de: Daha ziyade bir kat'iyyetle þerlerden ve fenalýklardan gelen itiraz ve tenkid, Hâlýk-ý Zülcelâl'e teveccüh etmemek için, hikmet-i Rabbaniye, þeytanýn vücudunu iktiza etmiþtir. Râbian: Ýnsan küçük bir âlem olduðu gibi, âlem dahi büyük bir insandýr. Bu küçük insan, o büyük insanýn bir fihristesi ve hülâsasýdýr. Ýnsanda bulunan nümunelerin büyük asýllarý, insan-ý ekberde bizzarure bulunacaktýr. Meselâ: Nasýlki insanda kuvve-i hâfýzanýn vücudu, âlemde Levh-i Mahfûz'un vücuduna kat'î delildir. Öyle de: Ýnsanda kalbin bir köþesinde lümme-i þeytaniye denilen bir âlet-i vesvese ve kuvve-i vâhimenin telkinatiyle konuþan bir þeytanî lisan ve ifsad edilen kuvve-i vâhime, küçük bir þeytan hükmüne geçtiðini ve sahiblerinin ihtiyarýna zýd ve arzusuna muhalif hareket ettiklerini hissen ve hadsen herkes nefsinde görmesi, âlemde büyük þeytanlarýn vücuduna kat'î bir delildir. Ve bu lümme-i þeytaniye ve þu kuvve-i vâhime, bir kulak ve bir dil olduklarýndan, ona üfleyen ve bunu konuþturan haricî bir þahs-ý þerîrenin vücudunu ihsas ederler. ONBÝRÝNCÝ ÝÞARET: Ehl-i dalâletin þerrinden kâinatýn kýzdýklarýný ve anâsýr-ý külliyenin hiddet ettiklerini ve umum mevcudatýn galeyana geldiklerini, Kur'an-ý Hakîm mu'cizâne ifade ediyor. Yâni: Kavm-i Nûh'un baþýna gelen tûfan ile semavat ve arzýn hücumunu ve Kavm-i Semûd ve Âd'in inkârýndan hava unsurunun hiddetini ve Kavm-i Firavn'e karþý su unsurunun ve denizin galeyanýný ve Karun'a karþý toprak unsurunun gayzýný ve ehl-i küfre karþý Âhirette تَكَادُ تَمَيَّزُ مِنَ الْغَيْظِ sýrriyle Cehennem'in gayzýný ve öfkesini ve sair mevcudatýn ehl-i küfür ve dalâlete karþý hiddetini gösterip ilân ederek gâyet müdhiþ bir tarzda ve i'cazkârane ehl-i dalâlet ve isyaný zecrediyor. sh: » (L: 77) Sual: Ne için böyle ehemmiyetsiz insanlarýn ehemmiyetsiz amelleri ve þahsî günahlarý, kâinatýn hiddetini celbediyor? Elcevap: Bazý Risalelerde ve sâbýk iþaretlerde isbat edildiði gibi: Küfür ve dalâlet, müdhiþ bir tecavüzdür ve umum mevcudatý alâkadar edecek bir cinayettir. Çünki: Hilkat-ý kâinatýn bir netice-i âzamý, ubûdiyet-i insaniyedir ve Rubûbiyet-i Ýlâhiyyeye karþý îman ve itaatle mukabeledir. Halbuki ehl-i küfür ve dalâlet ise, küfürdeki inkâriyle, mevcudatýn ille-i gayeleri ve sebeb-i bekalarý olan o netice-i âzamý reddettikleri için, umum mahlûkatýn hukukuna bir nevi tecavüz olduðu gibi, umum masnuatýn âyinelerinde cilveleri tezahür eden ve masnûatýn kýymetlerini, âyinedarlýk cihetinde âlî eden Esmâ-i Ýlâhiyenin cilvelerini inkâr ettikleri için, o Esmâ-i kudsiyeye karþý bir tezyif olduðu gibi, umum masnuatýn kýymetini tenzil ile o masnuata karþý bir tahkir-i azîmdir. Hem umum mevcudatýn herbiri birer vazife-i âliye ile muvazzaf birer memur-u Rabbanî derecesinde iken, küfür vasýtasiyle sukut ettirip, câmid, fâni, mânâsýz bir mahlûk menzilesinde gösterdiðinden, umum mahlûkatýn hukukuna karþý bir nevi tahkirdir. Ýþte envâ-ý dalâlet derecatýna göre az çok kâinatýn yaradýlmasýndaki hikmet-i Rabbâniyeye ve dünyanýn bekâsýndaki makâsýd-ý Sübhaniyeye zarar verdiði için, ehl-i isyana ve ehl-i dalâlete karþý kâinat hiddete geliyor, mevcudat kýzýyor, mahlûkat öfkeleniyor. Ey cirmi ve cismi küçük ve cürmü ve zulmü büyük ve ayb ve zenbi azîm bîçare insan! Kâinatýn hiddetinden, mahlûkatýn nefretinden, mevcudatýn öfkesinden kurtulmak istersen, iþte kurtulmanýn çaresi: Kur'an-ý Hakîm'in daire-i kudsiyesine girmektir ve Kur'anýn mübelliði olan Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm'ýn Sünnet-i Seniyyesine ittibadýr. Gir ve tâbi ol! ONÝKÝNCÝ ÝÞARET: Dört sual ve cevapdýr. Birinci Sual: Mahdud bir hayatta, mahdud günahlara mukabil, hadsiz bir azab ve nihayetsiz bir Cehennem nasýl adâlet olur? Elcevap: Sâbýk iþaretlerde, hususan bundan evvelki Onbirinci Ýþaret'te kat'iyyen anlaþýldý ki: Küfür ve dalâlet cinayeti, nihayetsiz bir cinayettir ve hadsiz bir hukuka tecavüzdür. Ýkinci Sual: Þeriatta denilmiþtir ki: "Cehennem ceza-yý ameldir, fakat Cennet fazl-ý Ýlahî iledir." Bunun sýrr-ý hikmeti nedir? Elcevap: Sâbýk iþaretlerde tebeyyün etti ki: Ýnsan, îcadsýz bir cüz-i ihtiyarî ile ve cüz'î bir kesb ile, bir emr-i ademî veya bir emr-i itibarî teþ sh: » (L: 78) kil ile ve sübut vermekle müdhiþ tahribata ve þerlere sebebiyet verdiði gibi, nefsi ve hevasý daima þerlere ve zararlara meyyal olduðu için, o küçük kesbin neticesinden hasýl olan seyyiatýn mes'uliyetini, o çeker. Çünki onun nefsi istedi ve kendi kesbiyle sebebiyet verdi. Ve þer ademî olduðu için, abd ona fâil oldu. Cenab-ý Hak da halketti. Elbette o hadsiz cinayetin mes'uliyetini, nihayetsiz bir azab ile çekmeye müstehak olur. Amma hasenat ve hayrat ise, madem ki vücudîdirler; kesb-i insanî ve cüz-i ihtiyarî onlara illet-i mûcide olamaz. Ýnsan, onda hakikî fâil olamaz. Ve nefs-i emmaresi de hasenata tarafdar deðildir, belki Rahmet-i Ýlâhiyye onlarý ister ve kudret-i Rabbaniye îcad eder. Yalnýz insan, îman ile, arzu ile, niyet ile sahip olabilir. Ve sahip olduktan sonra, o hasenat ise, ona evvelce verilmiþ olan vücud ve îman nimetleri gibi sâbýk hadsiz niam-ý Ýlâhiyyeye bir þükürdür, geçmiþ nimetlere bakar. Va'd-i Ýlahî ile verilecek Cennet ise, fazl-ý Rahmânî ile verilir. Zâhirde bir mükâfattýr, hakikatta fazýldýr. Demek seyyiatta sebeb, nefistir; mücâzata bizzat müstehaktýr. Hasenatta ise sebeb Hak'tandýr, illet de Hak'tandýr. Yalnýz, insan îman ile tesahub eder. "Mükâfatýný isterim" diyemez, "Fazlýný beklerim" diyebilir. Üçüncü Sual: Beyanat-ý sâbýkadan da anlaþýlýyor ki; seyyiat, intiþar ve tecavüz ile taaddüd ettiðinden, bir seyyie bin yazýlmalý, hasene ise vücudî olduðu için maddeten taaddüd etmediðinden ve abdin îcadiyle ve nefsin arzusiyle olmadýðýndan hiç yazýlmamalý veya bir yazýlmalý idi. Neden seyyie bir yazýlýr, hasene on ve bazen bin yazýlýr? Elcevap: Cenab-ý Hak, kemal-i Rahmet ve cemal-i rahîmiyyetini o suretle gösteriyor. Dördüncü Sual: Ehl-i dalâletin kazandýklarý muvaffakýyyet ve gösterdikleri kuvvet ve ehl-i hidayete galebeleri gösteriyor ki; onlar bir kuvvete ve bir hakikata istinad ediyorlar. Demek ya ehl-i hidayette zaaf var, ya onlarda bir hakikat var? Elcevap: Hâþâ... Ne onlarda hakikat var, ne ehl-i hakta zaaf vardýr. Fakat maatteessüf kasîr-ün-nazar muhakemesiz bir kýsým avam tereddüde düþüp vesvese ediyorlar, akidelerine hâlel geliyor. Çünki diyorlar: "Eðer ehl-i hakta tam hak ve hakikat olsaydý, bu derece maðlûbiyet ve zillet olmamak gerekti. Çünki hakikat kuvvetlidir. اَلْحَقُّ يَعْلُو وَلاَ يُعْلَى عَلَيْهِ olan kaide-i esasiye ile, kuvvet haktadýr. Eðer o ehl-i hakka mukabil gâlibane gelen ehl-i dalâletin hakiki bir kuvveti ve bir nokta-i istinadý olmasaydý bu derece galibiyet ve muvaffakýyyet olmamak lâzým gelecekti?" Elcevap: Ehl-i hakkýn maðlûbiyeti, kuvvetsizlikten, hakikatsýzlýktan gelmediði, sâbýk iþaretlerle kat'î isbat edildiði gibi; ehl-i dalâletin galebesi kuvvetlerinden ve iktidarlarýndan ve nokta-i istinad bulmalarýndan sh: » (L: 79) gelmediði, yine o iþaretlerle kat'î isbat edildiðinden; bu sualin cevapý, sâbýk iþaretlerin hey'et-i mecmûasýdýr. Yalnýz burada desiselerinden ve istimâl ettikleri bir kýsým silâhlarýna iþaret edeceðiz. Þöyle ki: Ben kendim mükerreren müþahede etmiþim ki: Yüzde on ehl-i fesad yüzde doksan ehl-i salâhý maðlûb ediyordu. Hayretle merak ettim. Tedkik ederek kat'iyyen anladým ki: O galebe kuvvetten, kudretten gelmiyor, belki fesaddan ve alçaklýktan ve tahripden ve ehl-i hakkýn ihtilâfýndan istifade etmesinden ve içlerine ihtilâf atmaktan ve zaîf damarlarý tutmaktan ve aþýlamaktan ve hissiyat-ý nefsaniyeyi ve aðraz-ý þahsiyeyi tahrik etmekten ve insanýn mahiyetinde muzýr mâdenler hükmünde bulunan fena istidâdlarý iþlettirmekten ve þan ve þeref namiyle riyakârane nefsin fir'avniyetini okþamaktan ve vicdansýzca tahribatlarýndan herkes korkmasýndan geliyor. Ve o misillü þeytanî desiseler vasýtasiyle muvakkaten ehl-i hakka galebe ederler. Fakat وَالْعَاقِبَةُ لِلْمُتَّقِينَ sýrriyle, اَلْحَقُّ يَعْلُو وَلاَ يُعْلَى عَلَيْهِ düsturiyle: Onlarýn o muvakkat gelebeleri, menfaat cihetinden onlar için ehemmiyetsiz olmakla beraber, Cehennem'i kendilerine ve Cennet'i ehl-i hakka kazandýrmalarýna sebebdir. Ýþte dalâlette, iktidarsýzlar muktedir görünmeleri ve ehemmiyetsizler þöhret kazanmalarý içindir ki, hodfuruþ, þöhret perest, riyakâr insanlar ve az bir þeyle iktidarlarýný göstermek ve ihafe ve ýzrar cihetinden bir mevki kazanmak için ehl-i hakka muhâlefet vaziyetine girerler. Tâ görünsün ve nazar-ý dikkat ona celbolunsun. Ve iktidar ve kudretle deðil, belki terk ve atâletle sebebiyet verdiði tahribat ona isnad edilip, ondan bahsedilsin. Nasýlki böyle þöhret dîvanelerinden birisi, namazgâhý telvis etmiþ, tâ herkes ondan bahsetsin. Hatta ondan lânetle de ... bahsedilmiþ de, Þöhret perestlik damarý kendisine bu lânetli þöhreti hoþ göstermiþ, diye darb-ý mesel olmuþ. Ey Âlem-i Beka için yaratýlan ve fâni âleme mübtelâ olan bîçare insan! فَمَا بَكَتْ عَلَيْهِمُ السَّمَاءُ وَ اْلاَرْضُ âyetinin sýrrýna dikkat et, kulak ver! Bak ne diyor! Mefhûm-u sarihiyle ferman ediyor ki: "Ehl-i dalâletin ölmesiyle insan ile alâkadar olan semavat ve arz, onlarýn cenazeleri üstünde aðlamýyorlar, yâni onlarýn ölmesiyle memnun oluyorlar." Ve mefhûm-u iþârîsiyle ifade ediyor ki: "Ehl-i hidayetin ölmesiyle semavat ve arz, onlarýn cenazeleri üstünde aðlýyorlar, firaklarýný istemiyorlar" Çünki ehl-i îman ile bütün kâinat alâkadardýr, ondan memnundur. Zira îman ile Hâlýk-ý Kâinat'ý bildikleri için, kâinatýn kýymetini takdir edip hürmet ve muhabbet ederler. Ehl-i dalâlet gibi tahkir ve zýmnî adâvet etmezler. sh: » (L:80) Ey insan, düþün! Sen alâ-küllihal öleceksin. Eðer nefis ve þeytana tabî isen, senin komþularýn, belki akrabalarýn senin þerrinden kurtulmak için mesrur olacaklar. Eðer Eûzübillahi mineþþeytanirracîm deyip, Kur'ana ve Habîb-i Rahmân'a tabî isen; o vakit semavat ve arz ve mevcudat, herkesin derecesine nisbeten, senin derecene göre senin firakýndan müteessir olup mânen aðlarlar. Ulvî bir matem ile ve haþmetli bir teþyî ile, kabir kapýsiyle girdiðin beka âleminde senin derecene nisbeten senin için bir hüsn-ü istikbal var olduðuna iþaret ederler. ONÜÇÜNCÜ ÝÞARET: "Üç Nokta"dýr. Birinci Nokta: Þeytanýn en büyük bir desisesi: Hakaik-i îmaniyenin azameti cihetinde dar kalbli ve kýsa akýllý ve kasýr fikirli insanlarý aldatýr, der ki: "Bir tek zat, umum zerrat ve seyyarat ve nücûmu ve sair mevcudatý bütün ahvâliyle tedbîr-i Rubûbiyetinde çeviriyor, idare ediyor deniliyor. Böyle hadsiz acib büyük mes'eleye nasýl inanýlabilir? Nasýl kalbe yerleþir? Nasýl fikir kabul edebilir?" der. Acz-i insanî noktasýnda bir hiss-i inkârî uyandýrýyor. Elcevap: Þeytanýn bu desisesini susturan sýr: "Allahu Ekber"dir. Ve cevap-ý hakikîsi de "Allahu Ekber"dir. Evet "Allahu Ekber"in ziyade kesretle þeair-i Ýslâmiyede tekrarý, bu desiseyi mahvetmek içindir. Çünki insanýn âciz kuvveti ve zaîf kudreti ve dar fikri, böyle hadsiz büyük hakikatlarý "Allahu Ekber" nuruyla görüp tasdik ediyor ve "Allahu Ekber" kuvvetiyle o hakikatlarý taþýyor ve "Allahu Ekber" dairesinde yerleþtiriyor ve vesveseye düþen kalbine diyor ki: Bu kâinatýn gâyet muntazamca tedbir ve tedvîri bilmüþahede görünüyor. Bunda iki yol var: Birinci yol: Mümkündür, fakat gâyet azîmdir ve harikadýr. Zaten böyle harika bir eser, bir harika san'at ile, çok acib bir yol ile olur. O yol ise: Mevcudat belki zerrat adedince vücûdunun þâhidleri bulunan bir Zat-ý Ehad ve Samed'in Rubûbiyetiyle ve irade ve kudretiyle olmasýdýr. Ýkinci yol: Hiçbir cihet-i imkâný olmayan ve imtina derecesinde müþkilâtlý ve hiçbir cihette mâkul olmayan þirk ve küfür yoludur. Çünki Yirminci Mektub ve Yirmiikinci Söz gibi çok Risalelerde gâyet kat'î isbat edildiði üzere: O vakit kâinatýn herbir mevcudunda ve hatta herbir zerresinde bir Ulûhiyet-i Mutlaka ve bir ilm-i muhit ve hadsiz bir kudret bulunmak lâzým geliyor. Tâ ki, mevcudatta bilmüþahede görünen nihayet derecede nizam ve intizam ve gâyet hassas mizan ve imtiyaz ile mükemmel ve müzeyyen olan nukûþ-u san'at vücud bulabilsin. Elhasýl: Eðer tam lâyýk ve tam yerinde olan azametli ve kibriyalý Rubûbiyet olmazsa, o vakit her cihetçe gayr-i mâkul ve mümteni bir yol sh: » (L:81) takip etmek lâzým gelecek. Lâyýk ve lâzým olan azametten kaçmakla, muhal ve imtinâa girmeyi, þeytan dahi teklif edemez. Ýkinci Nokta: Þeytanýn mühim bir desisesi: Ýnsana kusurunu itiraf ettirmemektir. Tâ ki, istiðfar ve istiâze yolunu kapasýn. Hem nefs-i insaniyenin enaniyetini tahrik edip, tâ ki, nefis kendini avukat gibi müdafaa etsin; âdeta taksirattan takdis etsin. Evet þeytaný dinliyen bir nefis, kusurunu görmek istemez; görse de, yüz tevil ile tevil ettirir. وَ عَيْنُ الرِّضَا عَنْ كُلِّ عَيْبٍ كَلِيلَةٌ { sýrriyle: Nefsine nazar-ý rýza ile baktýðý için ayýbýný görmez. Ayýbýný görmediði için itiraf etmez, istiðfar etmez, istiaze etmez; þeytana maskara olur. Hazret-i Yûsuf Aleyhisselâm gibi bir Peygamber-i Âlîþan, اُبَرِّئُ نَفْسِى اِنَّ النَّفْسَ َلاَمَّارَةٌ بِالسُّوءِ اِلاَّ مَا رَحِمَ رَبِّى وَمَا dediði halde, nasýl nefse itimad edilebilir? Nefsini ittiham eden, kusurunu görür. Kusurunu itiraf eden, istiðfar eder. Ýstiðfar eden, istiaze eder. Ýstiaze eden, þeytanýn þerrinden kurtulur. Kusurunu görmemek o kusurdan daha büyük bir kusurdur. Ve kusurunu itiraf etmemek, büyük bir noksanlýktýr. Ve kusurunu görse, o kusur kusurluktan çýkar; itiraf etse, afva müstehak olur. Üçüncü Nokta: Ýnsanýn hayat-ý içtimaiyesini ifsad eden bir desise-i þeytaniye þudur ki: Bir mü'minin bir tek seyyiesiyle, bütün hasenatýný örter. Þeytanýn bu desisesini dinliyen insafsýzlar, mü'mine adavet ederler. Halbuki Cenab-ý Hak Haþirde adâlet-i mutlaka ile mizan-ý ekberinde a'mâl-i mükellefîni tarttýðý zaman, hasenatý seyyiata galibiyeti, maðlubiyeti noktasýnda hükmeyler. Hem seyyiatýn esbabý çok ve vücudlarý kolay olduðundan, bazen bir tek hasene ile çok seyyiatýný örter. Demek bu dünyada, o adâlet-i Ýlâhiyye noktasýnda muamele gerektir. Eðer bir adamýn iyilikleri fenalýklarýna kemmiyeten veya keyfiyeten ziyade gelse, o adam muhabbete ve hürmete müstehaktýr. Belki kýymetdar bir tek hasene ile, çok seyyiatýna nazar-ý afv ile bakmak lâzýmdýr. Halbuki: Ýnsan, fýtratýndaki zulüm damariyle, þeytanýn telkiniyle, bir zatýn yüz hasenatýný bir tek seyyie yüzünden unutur, mü'min kardeþine adavet eder, günahlara girer. Nasýl bir sinek kanadý göz üstüne býrakýlsa; bir daðý setreder, göstermez. Öyle de insan garaz damarýyla, sinek kanadý kadar bir seyyie ile dað gibi hasenatý örter, unutur; mü'min kardeþine adavet eder, insanlarýn hayat-ý içtimaiyesinde bir fesad âleti olur. Þeytanýn bu desisesine benzer diðer bir desise ile, insanýn selâmet-i fikrini ifsad ediyor, hakaik-i îmaniyeye karþý sýhhat-i muhakemeyi bozuyor ve istikamet-i fikriyeyi ihlâl ediyor. Þöyle ki: sh: » (L:82) Bir hakîkat-ý îmaniyeye dair yüzer delâil-i isbatiyenin hükmünü, nefyine delâlet eden bir emare ile kýrmak ister. Halbuki kaide-i mukarreredir ki: "Bir isbat edici, çok nefyedicilere tereccuh ediyor." Bir dâvâya müsbit bir þâhidin hükmü, yüz nâfîlere râcih olur. Bu hakikata bu temsil ile bak. Þöyle ki: Bir saray, yüzer kapalý kapýlarý var. Bir tek kapý açýlmasiyle, o saraya girilebilir, öteki kapýlar da açýlýr. Eðer bütün kapýlar açýk olsa, bir iki tanesi kapansa, o saraya girilemeyeceði söylenemez. Ýþte Hakaik-i îmaniye o saraydýr. Herbir delil, bir anahtardýr, isbat ediyor, kapýyý açýyor. Bir tek kapýnýn kapalý kalmasiyle o hakaik-i îmaniyeden vazgeçilmez ve inkâr edilemez. Þeytan ise, bazý esbaba binaen, ya gaflet veya cehâlet vasýtasiyle kapalý kalmýþ olan bir kapýyý gösterir; isbat edici bütün delilleri nazardan iskat ediyor. "Ýþte, bu saraya girilmez, belki saray deðildir, içinde birþey yoktur." der kandýrýr. Ýþte ey þeytanýn desiselerine mübtelâ olan bîçare insan! Hayat-ý dîniye, hayat-ý þahsiye ve hayat-ý içtimaiyenin selâmetini dilersen ve sýhhat-ý fikir ve istikamet-i nazar ve selâmet-i kalb istersen: Muhkemât-ý Kur'aniyenin mizanlariyle ve Sünnet-i Seniyyenin terazileriyle a'mâl ve hâtýratýný tart ve Kur'aný ve Sünnet-i Seniyyeyi daima rehber yap ve " اَعُوذُ بِاللّهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ " de, Cenab-ý Hakk'a iltîcada bulun. Ýþte bu onüç iþaret, onüç anahtardýr. Kur'an-ý Mu'ciz-ül Beyan'ýn en âhirki sûresi ve " اَعُوذُ بِاللّهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ "in mufassalý ve mâdeni olan (اَسْتَعِيذُ بِاللّهِ)( بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمنِ الرَّحِيمِ) (قُلْ اَعُوذُ بِرَبِّ النَّاسِ *مَلِكِ النَّاسِ *اِلَهِ النَّاسِ* مِنْ شَرِّ الْوَسْوَاسِ اْلخَنَّاسِ * الَّذِى يُوَسْوِسُ فِى صُدُورِ النَّاسِ *مِنَ الْجِنَّةِ وَ النَّاسِ) Sûresinin hýsn-ý hasînî ve kal'a-i metîninin kapýsýný o onüç anahtarla aç, gir, selâmeti bul! سُبْحَانَكَ لاَ عِلْمَ لَنَا اِلاَّ مَا عَلَّمْتَنَا اِنَّكَ اَنْتَ الْعَلِيمُ الْحَكِيمُ وَقُلْ رَبِّ اَعُوذُ بِكَ مِنْ هَمَزَاتِ الشَّيَاطِينِ * وَاَعُوذُ بِكَ رَبِّ اَنْ يَحْضُرُونِ * * * * Link zu diesem Kommentar Auf anderen Seiten teilen Mehr Optionen zum Teilen...
Empfohlene Beiträge