EMRE Geschrieben 21. Dezember 2008 Teilen Geschrieben 21. Dezember 2008 Dördüncü Lem'a "Minhac-üs Sünne" bu Risaleye lâyýk görülmüþtür. ("Mes'ele-i Ýmamet" bir mes'ele-i feriye olduðu halde, ziyade ehemmiyet verildiðinden bir mesâil-i îmaniye sýrasýna girip, Ýlm-i Kelâmda ve usûl-üd-dinde medâr-ý nazar olduðu cihetle, Kur'ana ve imânâ ait hizmet-i esasiyemize münasebeti bulunduðundan cüz'î bahsedildi.) بِسْمِ اللّهِ الرّحْمنِ الرّحِيمِ لَقَدْ جَاءَكُمْ رَسُولٌ مِنْ اَنْفُسِكُمْ عَزِيزٌ عَلَيْهِ مَا عَنِتُّمْ حَرِيصٌ عَلَيْكُمْ بِالْمُؤْمِنِينَ رَؤُفٌ رَحِيمٌ * فَاِنْ تَوَلَّوْا فَقُلْ حَسْبِىَ اللّهُ لاَ اِلهَ اِلاَّ هُوَ عَلَيْهِ تَوَكّلْتُ وَهُوَ رَبُّ الْعَرْشِ الْعَظِيمِ * قُلْ لاَ اَسْئَلُكُمْ عَلَيْهِ اَجْرًا اِلاَّ الْمَوَدَّةَ فِى الْقُرْبَى Þu Âyet-i azîmenin çok hakaik-i azîmesinden bir iki hakikatýna "Ýki Makam" ile iþaret edeceðiz. Birinci Makam "Dört Nükte"dir. BÝRÝNCÝ NÜKTE: Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm'ýn ümmetine karþý kemal-i þefkat ve merhametini ifade ediyor. Evet rivayet-i sahiha ile mahþerin dehþetinden herkes hatta Enbiya dahi "nefsî, nefsî" dedikleri zaman, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm "ümmetî, ümmetî" diye re'fet ve þefkatini göstereceði gibi, yeni dünyaya geldiði zaman ehl-i keþfin tasdikiyle validesi onun münacatýndan "ümmetî, ümmetî" iþitmiþ. Hem bütün tarih-i hayatý ve neþrettiði þefkatkârane mekârim-i ahlâk, kemal-i þefkat ve re'fetini gösterdiði gibi; ümmetinin hadsiz salâvatýna hadsiz ihtiyaç göstermekle, ümmetinin bütün saadetleriyle kemal-i þefkatinden alâkadar olduðunu göstermekle hadsiz bir þefkatini göstermiþ. Ýþte bu derece þefkatli ve merhametli bir rehberin sünnet-i Seniyyesine müraat etmemek, ne derece nankörlük ve vicdansýzlýk olduðunu kýyas eyle. ÝKÝNCÝ NÜKTE: Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm, küllî ve umumî vazife-i Nübüvvet içinde bazý hususî, cüz'î maddelere karþý azîm sh: » (L: 18) bir þefkat göstermiþtir. Zâhir hâle göre o azîm þefkati, o hususî cüz'î maddelere sarfetmesi, vazife-i Nübüvvetin fevkalâde ehemmiyetine uygun gelmiyor. Fakat hakikatta o cüz'î madde, küllî umumî bir vazife-i Nübüvvetin medârý olabilecek bir silsilenin ucu ve mümessili olduðundan, o silsile-i azîmenin hesabýna onun mümessiline fevkalâde ehemmiyet verilmiþ. Meselâ: Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm Hazret-i Hasan ve Hüseyin'e karþý küçüklüklerinde gösterdikleri fevkalâde þefkat ve ehemmiyet-i azîme, yalnýz cibillî þefkat ve hiss-i karabetten gelen bir muhabbet deðil, belki vazife-i Nübüvvetin bir hayt-ý nuranîsinin bir ucu ve veraset-i Nebeviyenin gâyet ehemmiyetli bir cemaatinin menþei, mümessili, fihristesi cihetiyledir. Evet Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm, Hazret-i Hasan'ý (R.A.) kemal-i þefkatinden kucaðýna alarak baþýný öpmesiyle; Hazret-i Hasan'dan (R.A.) teselsül eden nuranî nesl-i mübarekinden Gavs-ý Azam olan Þâh-ý Geylânî gibi çok mehdi-misal verese-i Nübüvvet ve hamele-i þeriat-ý Ahmediye (A.S.M.) olan zatlarýn hesabýna Hazret-i Hasan'ýn (R.A.) baþýný öpmüþ ve o zatlarýn istikbalde edecekleri hizmet-i kudsiyelerini nazar-ý Nübüvvetle görüp takdir ve istihsan etmiþ ve takdir ve teþvike alâmet olarak Hazret-i Hasan'ýn (R.A.) baþýný öpmüþ. Hem Hazret-i Hüseyin'e karþý gösterdikleri fevkalâde ehemmiyet ve þefkat, Hazret-i Hüseyin'in (R.A.) silsile-i nuraniyesinden gelen Zeynelâbidîn, Cafer-i Sadýk gibi eimme-i âlîþan ve hakikî verese-i Nebeviye gibi pek çok mehdi-misal zevât-ý nuraniyenin namýna ve Din-i Ýslâm ve vazife-i Risalet hesabýna boynunu öpmüþ, kemal-i þefkat ve ehemmiyetini göstermiþtir. Evet Zat-ý Ahmediyenin (A.S.M.) gayb-âþina kalbiyle, dünyada Asr-ý Saadetten ebed tarafýnda olan Meydan-ý Haþri temaþa eden ve yerden Cennet'i gören ve zeminden gökteki Melaikeleri müþahede eden ve zaman-ý Âdem'den beri mazi zulümatýnýn perdeleri içinde gizlenmiþ hâdisatý gören, hatta Zat-ý Zülcelâl'in rü'yetine mazhar olan nazar-ý nuranîsi, çeþm-i istikbal-bînîsi, elbette Hazret-i Hasan ve Hüseyin'in arkalarýnda teselsül eden aktab ve eimme-i verese ve mehdîleri görmüþ ve onlarýn umumu namýna baþlarýný öpmüþ. Evet Hazret-i Hasan'ýn (R.A.) baþýný öpmesinden, Þâh-ý Geylânî'nin hisse-i azîmesi var. ÜÇÜNCÜ NÜKTE: اِلاَّ الْمَوَدَّةَ فِى الْقُرْبَى âyetinin bir kavle göre mânâsý: "Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm, vazife-i Risaletin icrasýna mukabil ücret istemez, yalnýz Âl-i Beytine meveddeti istiyor." Eðer denilse: Bu mânâya göre karabet-i nesliyye cihetinden gelen bir faide gözetilmiþ görünüyor. Halbuki, اِنَّ اَكْرَمَكُمْ عِنْدَ اللّهِ اَتْقَيكُمْ sh: » (L: 19) sýrrýna binaen karabet-i nesliyye deðil, belki kurbiyet-i Ýlahiyye noktasýnda vazife-i Risalet cereyan ediyor? Elcevap: Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm, gayb-âþina nazariyle görmüþ ki: Âl-i Beyti, Âlem-i Ýslâm içinde bir þecere-i nuraniye hükmüne geçecek. Âlem-i Ýslâmýn bütün tabakatýnda kemalât-ý insaniye dersinde rehberlik ve mürþidlik vazifesini görecek zatlar, ekseriyet-i mutlaka ile Âl-i Beytten çýkacak. Teþehhüddeki ümmetin "Âl" hakkýndaki duasý ki, اَللّهُمَّ صَلِّ عَلَى سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ وَ عَلَى آلِ سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ كَمَا صَلَّيْتَ عَلَى اِبْرَاهِيمَ وَ عَلَى آلِ اِبْرَاهِيمَ اِنَّكَ حَمِيدٌ مَجِيدٌ dir. Makbul olacaðýný keþfetmiþ, yâni nasýlki Millet-i Ýbrahimiye'de ekseriyet-i mutlaka ile nuranî rehberler Hazret-i Ýbrahim'in (A.S.) âlinden, neslinden olan Enbiya olduðu gibi; ümmet-i Muhammediyede de (A.S.M.) vezaif-i azîme-i Ýslâmiyette ve ekser turuk ve mesâlikinde Enbiya-i Benî-Ýsrail gibi, Aktab-ý Âl-i Beyt-i Muhammediyeyi (A.S.M.) görmüþ. Onun için قُلْ لاَ اَسْئَلُكُمْ عَلَيْهِ اَجْرًا اِلاَّ الْمَوَدَّةَ فِى الْقُرْبَى demesiyle emrolunarak, Âl-i Beyte karþý ümmetin meveddetini istemiþ. Bu hakikatý te'yid eden diðer rivayetlerde ferman etmiþ: "Size iki þey býrakýyorum. Onlara temessük etseniz, necat bulursunuz. Biri: Kitabullah, biri: Âl-i Beytim." Çünki Sünnet-i Seniyyenin menbaý ve muhafýzý ve her cihetle iltizam etmesiyle mükellef olan Âl-i Beyttir. Ýþte bu sýrra binaendir ki; Kitab ve Sünnete ittiba ünvanýyla bu hakikat-ý Hadîsiyye bildirilmiþtir. Demek Âl-i Beytten, vazife-i Risaletçe muradý: Sünnet-i Seniyyesidir. Sünnet-i Seniyyeye ittibaý terkeden, hakikî Âl-i Beytten olmadýðý gibi, Âl-i Beyte hakikî dost da olamaz. Hem ümmetini Âl-i Beytin etrafýnda toplamak arzusunun sýrrý þudur ki: Zaman geçtikçe Âl-i Beyt çok tekessür edeceðini izn-i Ýlahî ile bilmiþ ve Ýslâmiyet zaafa düþeceðini anlamýþ. O halde gâyet kuvvetli ve kesretli bir cemaat-ý mütesanide lâzým ki, Âlem-i Ýslâmýn terakkiyat-ý maneviyesinde medâr ve merkez olabilsin. Ýzn-i Ýlahî ile düþünmüþ ve ümmetini Âl-i Beyti etrafýna toplamasýný arzu etmiþ. Evet Âl-i Beytin efradý ise, itikad ve îman hususunda sairlerden çok ileri olmasa da, yine teslim, iltizam ve tarafgirlikte çok ileridedirler. Çünki Ýslâmiyete fýtraten, neslen ve cibilliyeten tarafdardýrlar. Cibillî tarafdarlýk zaîf ve þansýz, hatta haksýz da olsa býrakýlmaz. Nerede kaldý ki, gâyet kuvvetli, gâyet hakikatlý, gâyet þanlý, bütün silsile-i ecdadý baðlandýðý ve þeref kazandýðý ve canlarýný feda ettikleri bir hakikata tarafdarlýk, ne kadar esaslý ve fýtrî olduðunu bilbedahe hisseden bir zat, hiç tarafdarlýðý býrakýr mý? Ehl-i Beyt, iþte bu þid sh: » (L: 20) det-i iltizam ve fýtrî Ýslâmiyet cihetiyle Din-i Ýslâm lehinde edna bir emareyi, kuvvetli bir bürhan gibi kabul eder. Çünki fýtrî tarafdardýr. Baþkasý ise, kuvvetli bir bürhan ile sonra iltizam eder. DÖRDÜNCÜ NÜKTE: Üçüncü Nükte münasebetiyle Þîalarla Ehl-i Sünnet ve Cemaatin medâr-ý nizaý, hatta akaid-i îmaniye kitablarýna ve esasat-ý îmaniye sýrasýna girecek derecede büyütülmüþ bir mes'eleye kýsaca bir iþaret edeceðiz. Mes'ele þudur: Ehl-i Sünnet Ve Cemaat der ki: "Hazret-i Ali (R.A.), Hülefa-i Erbaa'nýn dördüncüsüdür. Hazret-i Sýddýk (R.A.) daha efdaldir ve hilafete daha müstehak idi ki, en evvel o geçti." Þîalar derler ki: "Hak, Hazret-i Ali'nin (R.A.) idi. Ona haksýzlýk edildi. Umumundan en efdal Hazret-i Ali'dir. (R.A.)" Dâvâlarýna getirdikleri delillerin hülâsasý: Derler ki: Hazret-i Ali (R.A.) hakkýnda varid Ehâdis-i Nebeviye ve Hazret-i Ali'nin (R.A.) "Þah-ý Velayet" ünvanýyla ekseriyet-i mutlaka ile evliyanýn ve tarîklerin mercii ve ilim ve þecaat ve ibadette hârikulâde sýfatlarý ve Hazret-i Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâm ona ve ondan teselsül eden Âl-i Beyte karþý þiddet-i alâkasý gösteriyor ki; en efdal odur, daima hilafet onun hakký idi, ondan gasbedildi. Elcevap: Hazret-i Ali (R.A.) mükerreren kendi ikrarý ve yirmi seneden ziyade o hülefa-i selâseye ittiba ederek onlarýn þeyhülislâmlýðý makamýnda bulunmasý, Þîalarýn bu dâvâlarýný cerhediyor. Hem hülefa-i selâsenin zaman-ý hilafetlerinde fütuhat-ý Ýslâmiye ve mücahede-i a'da hâdiseleri ve Hazret-i Ali'nin (R.A.) zamanýndaki vakýalar, yine hilafet-i Ýslâmiye noktasýnda Þîalarýn dâvâlarýný cerhediyor. Demek Ehl-i Sünnet Ve Cemaatýn dâvâsý, haktýr. Eðer denilse: Þîa ikidir. Biri; þîa-i velayettir, diðeri; þîa-i hilafettir. Haydi bu ikinci kýsým garaz ve siyaset karýþtýrmasýyla haksýz olsun. Fakat birinci kýsýmda garaz ve siyaset yok. Halbuki þîa-i velayet, þîa-i hilafete iltihak etmiþ, yâni; ehl-i turuktaki evliyanýn bir kýsmý Hazret-i Ali'yi (R.A.) efdal görüyorlar. Siyaset cihetinde olan þîa-i hilafetin dâvâlarýný tasdik ediyorlar. Elcevap: Hazret-i Ali'ye (R.A.) iki cihetle bakýlmak gerektir. Bir ciheti; þahsî kemalât ve mertebesi noktasýndan. Ýkinci cihet: Âl-i Beytin þahs-ý mânevîsini temsil ettiði noktasýndandýr. Âl-i Beytin þahs-ý mânevîsi ise, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm'ýn bir nevi mahiyetini gösteriyor. Ýþte birinci nokta itibariyle Hazret-i Ali (R.A.) baþta olarak bütün ehl-i hakikat, Hazret-i Ebubekir ve Hazret-i Ömer'i (R.A.) takdim ediyorlar. Hizmet-i Ýslâmiyette ve kurbiyet-i Ýlahiyede makamlarýný daha yüksek görmüþler. Ýkinci nokta cihetinde Hazret-i Ali (R.A.) þahs-ý mânevî-i Âl-i Beytin mümessili ve þahs-ý mânevî-i Âl-i Beyt, bir hakikat-ý sh: » (L: 21) Muhammediyeyi (A.S.M.) temsil ettiði cihetle, müvazeneye gelmez. Ýþte Hazret-i Ali (R.A.) hakkýnda fevkalâde senakârane Ehâdis-i Nebeviye, bu ikinci noktaya bakýyorlar. Bu hakikatý teyid eden bir rivayet-i sahiha var ki; Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm ferman etmiþ: "Her Nebinin nesli kendindendir. Benim neslim, Ali'nin (R.A.) neslidir." Hazret-i Ali'nin (R.A.) þahsý hakkýnda sair hülefadan ziyade senakârane Ehâdisin kesretle intiþarýnýn sýrrý þudur ki: Emevîler ile Haricîler, ona haksýz hücum ve tenkis ettiklerine mukabil Ehl-i Sünnet Ve Cemaat olan ehl-i hak, onun hakkýnda rivayatý çok neþrettiler. Sair Hülefa-i Raþidîn ise, öyle tenkid ve tenkise çok maruz kalmadýklarý için, onlar hakkýndaki Ehâdisin intiþarýna ihtiyaç görülmedi. Hem istikbalde Hazret-i Ali (R.A.) elîm hâdisata ve dâhilî fitnelere maruz kalacaðýný nazar-ý Nübüvvetle görmüþ, Hazret-i Ali'yi (R.A.) me'yusiyetten ve ümmetini onun hakkýnda sû-i zandan kurtarmak için مَنْ كُنْتُ مَوْلاَهُ فَعَلِىٌّ مَوْلاَهُ gibi mühim Hadîslerle Ali'yi (R.A.) teselli ve ümmeti irþad etmiþtir. Hazret-i Ali'ye (R.A.) karþý þîa-i velayetin ifratkârane muhabbetleri ve tarîkat cihetinden gelen tafdilleri, kendilerini þîa-i hilafet derecesinde mes'ul etmez. Çünki ehl-i velayet meslek itibariyle, muhabbet ile mürþidlerine bakarlar. Muhabbetin þe'ni ifrattýr. Mahbubunu makamýndan fazla görmek arzu ediyor ve öyle de görüyor. Muhabbetin taþkýnlýklarýnda ehl-i hal mazur olabilirler. Fakat onlarýn muhabbetten gelen tafdili, Hülefa-i Raþidîn'in zemmine ve adavetine gitmemek þartýyla ve usûl-i Ýslâmiyenin haricine çýkmamak kaydýyla mazur olabilirler. Þîa-i hilafet ise; aðraz-ý siyaset, içine girdiði için, garazdan, tecavüzden kurtulamýyorlar, itizar hakkýný kaybediyorlar. Hatta لاَ لِحُبِّ عَلِيٍّ بَلْ لِبُغْضِ عُمَرَ cümlesine mâsadak olarak Hazret-i Ömer'in (R.A.) eliyle Ýran milliyeti ceriha aldýðý için, intikamlarýný hubb-u Ali suretinde gösterdikleri gibi, Amr Ýbn-ül Âs'ýn Hazret-i Ali'ye (R.A.) karþý hurucu ve Ömer Ýbn-i Sa'dýn Hazret-i Hüseyin'e (R.A.) karþý feci muharebesi, Ömer ismine karþý þiddetli bir gayz ve adaveti Þîalara vermiþ. Ehl-i Sünnet ve Cemaate karþý þîa-i velayetin hakký yoktur ki, Ehl-i Sünneti tenkid etsin. Çünki Ehl-i Sünnet, Hazret-i Ali'yi (R.A.) tenkis etmedikleri gibi ciddî severler. Fakat Hadîsçe tehlikeli sayýlan ifrat-ý muhabbetten çekiniyorlar. Hadîsçe Hazret-i Ali'nin (R.A.) þîasý hakkýndaki sena-yý Nebevî, Ehl-i Sünnete aittir. Çünki istikametli muhabbetle Hazret-i Ali'nin (R.A.) þîalarý, ehl-i hak olan Ehl-i Sünnet ve Cemaattir. Hazret-i Ýsa Aleyhisselâm hakkýndaki ifrat-ý muhabbet, Nasara için tehlikeli olduðu gibi; Hazret-i Ali (R.A.) hakkýnda da o tarzda ifrat-ý muhabbet, Hadîs-i sahihte tehlikeli olduðu tasrih edilmiþ. Þîa-i velayet eðer dese ki: Hazret-i Ali'nin (R.A.) kemalât-ý fevkalâ sh: » (L: 22) desi kabul olunduktan sonra Hazret-i Sýddýk'ý (R.A.) ona tercih etmek kabil olmuyor. Elcevap: Hazret-i Sýddýk-ý Ekber'in ve Faruk-u Azam'ýn (R.A.) þahsî kemalâtýyla ve veraset-i Nübüvvet vazifesiyle zaman-ý hilafetteki kemalâtý ile beraber bir mizanýn kefesine, Hazret-i Ali'nin (R.A.) þahsî kemalât-ý harikasýyla, hilafet zamanýndaki dâhilî bilmecburiye girdiði elîm vakýalardan gelen ve sû-i zanlara maruz olan hilafet mücahedeleri beraber mizanýn diðer kefesine býrakýlsa, elbette Hazret-i Sýddýk'ýn (R.A.) veyahût Faruk'un (R.A.) veyahût Zinnureyn'in (R.A.) kefesi aðýr geldiðini Ehl-i Sünnet görmüþ, tercih etmiþ. Hem Onikinci ve Yirmidördüncü Sözlerde isbat edildiði gibi: Nübüvvet, velayete nisbeten derecesi o kadar yüksektir ki; Nübüvvetin bir dirhem kadar cilvesi, bir batman kadar velayetin cilvesine müreccahtýr. Bu nokta-i nazardan Hazret-i Sýddýk-ý Ekber'in (R.A.) ve Faruk-u Azam'ýn (R.A.) veraset-i Nübüvvet ve tesis-i ahkâm-ý Risalet noktasýnda hisseleri taraf-ý Ýlahîden ziyade verildiðine, hilafetleri zamanlarýndaki muvaffakýyetleri Ehl-i Sünnet ve Cemaatçe delil olmuþ. Hazret-i Ali'nin (R.A.) kemalât-ý þahsiyesi, o veraset-i Nübüvvetten gelen o ziyade hisseyi hükümden iskat edemediði için, Hazret-i Ali (R.A.) Þeyheyn-i Mükerremeyn'in zaman-ý hilafetlerinde onlara þeyhülislâm olmuþ ve onlara hürmet etmiþ. Acaba Hazret-i Ali'yi (R.A.) seven ve hürmet eden ehl-i hak ve sünnet, Hazret-i Ali'nin (R.A.) sevdiði ve ciddî hürmet ettiði Þeyheyni nasýl sevmesin ve hürmet etmesin? Bu hakikatý bir misal ile izah edelim. Meselâ: Gâyet zengin bir zatýn irsiyetinden evlâdlarýnýn birine yirmi batman gümüþ ile dört batman altun veriliyor. Diðerine beþ batman gümüþ ile beþ batman altun veriliyor. Öbürüne de üç batman gümüþ ile beþ batman altun verilse; elbette âhirdeki ikisi çendan kemmiyeten az alýyorlar, fakat keyfiyeten ziyade alýyorlar. Ýþte bu misal gibi Þeyheynin veraset-i Nübüvvet ve tesis-i ahkâm-ý Risaletinden tecelli eden hakikat-ý akrebiyet-i Ýlahiye altunundan hisselerinin az bir fazlalýðý, kemalât-ý þahsiye ve velayet cevherinden neþ'et eden kurbiyet-i Ýlahiyenin ve kemalât-ý velayetin ve kurbiyetin çoðuna galib gelir. Müvazenede bu noktalarý nazara almak gerektir. Yoksa þahsî þecaatý ve ilmi ve velayeti noktasýnda birbiri ile müvazene edilse, hakikatýn sureti deðiþir. Hem Hazret-i Ali'nin (R.A.) zatýnda temessül eden þahs-ý mânevî-i Âl-i Beyt ve o þahsiyet-i mâneviyede veraset-i mutlaka cihetiyle tecelli eden hakikat-ý Muhammediye (A.S.M.) noktasýnda müvazene edilmez. Çünki orada Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâm'ýn sýrr-ý azîmi var. Amma þîa-i hilâfet ise, Ehl-i Sünnet ve Cemaate karþý mahcubiyetinden baþka hiçbir haklarý yoktur. Çünki bunlar Hazret-i Ali'yi (R.A.) fevkalâde sevmek dâvâsýnda olduklarý halde tenkîs ediyorlar ve sû-i ahlâkta bulunduðunu onlarýn mezhebleri iktiza ediyor. Çünki diyor sh: » (L: 23) lar ki: "Hazret-i Sýddýk ile Hazret-i Ömer (R.A.) haksýz olduklarý halde Hazret-i Ali (R.A.) onlara mümâþat etmiþ, Þîa ýstýlahýnca takiyye etmiþ; yâni onlardan korkmuþ, riyakârlýk etmiþ." Acaba böyle kahraman-ý Ýslâm ve "Esedullah" ünvanýný kazanan ve sýddýklarýn kumandaný ve rehberi olan bir zatý, riyakâr ve korkaklýk ile ve sevmediði zatlara tasannu'kârane muhabbet göstermekle ve yirmi seneden ziyade havf altýnda mümâþat etmekle haksýzlara tebaiyeti kabul etmekle muttasýf görmek, ona muhabbet deðildir. O çeþit muhabbetten Hazret-i Ali (R.A.) teberri eder. Ýþte ehl-i hakkýn mezhebi hiçbir cihetle Hazret-i Ali'yi (R.A.) tenkis etmez, sû-i ahlâk ile ittiham etmez. Öyle bir harika-i þecaate korkaklýk isnad etmez ve derler ki: "Hazret-i Ali (R.A.), Hülefâ-i Râþidîn'i hak görmeseydi, bir dakika tanýmaz ve itaat etmezdi. Demek ki onlarý haklý ve râcih gördüðü için, gayret ve þecaatini hakperestlik yoluna teslim etmiþ." Elhasýl: Herþeyin ifrat ve tefriti iyi deðildir. Ýstikamet ise hadd-i vasattýr ki, Ehl-i Sünnet Ve Cemaat onu ihtiyar etmiþ. Fakat maatteessüf Ehl-i Sünnet Ve Cemaat perdesi altýna Vehhabîlik ve Haricîlik fikri kýsmen girdiði gibi, siyaset meftunlarý ve bir kýsým mülhidler, Hazret-i Ali'yi (R.A.) tenkid ediyorlar. Hâþâ, siyaseti bilmediðinden hilafete tam liyakat göstermemiþ, idare edememiþ diyorlar. Ýþte bunlarýn bu haksýz ittihamlarýndan Alevîler, Ehl-i Sünnete karþý küsmek vaziyetini alýyorlar. Halbuki Ehl-i Sünnetin düsturlarý ve esas mezhebleri, bu fikirleri iktiza etmiyor belki aksini isbat ediyorlar. Haricîlerin ve mülhidlerin tarafýndan gelen böyle fikirler ile Ehl-i Sünnet mahkûm olamaz. Belki Ehl-i Sünnet, Alevîlerden ziyade Hazret-i Ali'nin (R.A.) tarafdarýdýrlar. Bütün hûtbelerinde, dualarýnda Hazret-i Ali'yi (R.A.) lâyýk olduðu sena ile zikrediyorlar. Hususan ekseriyet-i mutlaka ile Ehl-i Sünnet Ve Cemaat mezhebinde olan evliya ve asfiya, onu mürþid ve þah-ý velayet biliyorlar. Alevîler, hem Alevîlerin hem Ehl-i Sünnetin adavetine istihkak kesbeden Haricîleri ve mülhidleri býrakýp, ehl-i hakka karþý cephe almamalýdýrlar. Hatta bir kýsým Alevîler, Ehl-i Sünnetin inadýna sünneti terkediyorlar. Her ne ise bu mes'elede fazla söyledik. Çünki ulemanýn beyninde ziyade medâr-ý bahsolmuþtur. Ey ehl-i hak olan Ehl-i Sünnet ve Cemaat! Ve ey Âl-i Beytin muhabbetini meslek ittihaz eden Alevîler! Çabuk bu mânâsýz ve hakikatsýz, haksýz, zararlý olan nizaý aranýzdan kaldýrýnýz. Yoksa þimdiki kuvvetli bir surette hükmeyleyen zýndýka cereyaný, birinizi diðeri aleyhinde âlet edip ezmesinde istimal edecek. Bunu maðlub ettikten sonra, o âleti de kýracak. Siz ehl-i tevhid olduðunuzdan uhuvveti ve ittihadý emreden yüzer esaslý rabýta-i kudsiye mabeyninizde varken, iftiraký iktiza eden cüz'i mes'eleleri býrakmak elzemdir. * * * sh: » (L: 24) Ýkinci Makam فَاِنْ تَوَلَّوْا فَقُلْ حَسْبِىَ اللّهُ لاَ اِلهَ اِلاَّ هُوَ عَلَيْهِ تَوَكّلْتُ وَهُوَ رَبُّ الْعَرْشِ الْعَظِيمِ âyetinin ikinci hakikatýna dair olacak. [*] [*] Bu Ýkinci Makam, Onbirinci Lem'a olarak te'lif edilmiþtir. Link zu diesem Kommentar Auf anderen Seiten teilen Mehr Optionen zum Teilen...
Empfohlene Beiträge