EMRE Geschrieben 21. Dezember 2008 Teilen Geschrieben 21. Dezember 2008 Onbirinci Mektub بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ (Bu mektub, mühim bir ilâç olup, dört âyetin hazinesinden dört küçük cevherine iþaret eder.) Aziz kardeþim! Þu dört muhtelif mes'eleyi muhtelif vakitlerde Kur'an-ý Hakîm nefsime ders vermiþ. Arzu eden kardeþlerim dahi bundan bir ders veya bir hisse almalarý için yazdým. Mebhas itibariyle baþka baþka dört âyet-i kerimenin hazine-i hakaikýndan birer küçük cevher nümune olarak gösterilmiþtir. O dört mebhastan herbir mebhasýn ayrý bir sureti, ayrý bir faidesi var. Birinci Mebhas: اِنَّ كَيْدَ الشَّيْطَانِ كَانَ ضَعِيفًا Ey sû'-i vesveseden me'yus nefsim! Tedai-yi hayalât, tahattur-u faraziyat, bir nevi irtisam-ý gayr-ý ihtiyarîdir. Ýrtisam ise, eðer hayýrdan ve nuraniyetten olsa, hakikatýn hükmü bir derece suretine ve misaline geçer. Güneþin ziyasý ve harareti, âyinedeki misaline geçtiði gibi... Eðer þerden ve kesiften olsa, aslýn hükmü ve hassasý, suretine geçmez ve timsaline sirayet etmez. Meselâ necis ve murdar bir þey'in âyinedeki sureti ne necistir, ne murdardýr. Ve yýlanýn timsali, ýsýrmaz. Ýþte þu sýrra binaen, tasavvur-u küfür, küfür deðil; tahayyül-ü þetm, þetm deðil. Hususan ihtiyarsýz olsa ve farazî bir tahattur olsa, bütün bütün zararsýzdýr. Hem ehl-i hak olan Ehl-i Sünnet ve Cemaatin mezhebinde bir þey'in þer'an çirkinliði, pisliði; nehy-i Ýlahî sebebiyledir. Mâdem ki ihtiyarsýz ve rýzasýz bir tahattur-u sh: » (M: 40) farazîdir, bir tedai-yi hayalîdir; nehiy ona taalluk etmez. O dahi ne kadar çirkin ve pis bir þey'in sureti dahi olsa, çirkin ve pis olmaz. Ýkinci Mes'ele: Barla Yaylasý, Tepelice'de çam, katran, karakavaðýn bir meyvesi olup, Sözler Mecmuasý'na yazýldýðý için buraya yazýlmamýþtýr. Üçüncü Mes'ele: Þu iki mes'ele, Yirmibeþinci Söz'ün i'caz-ý Kur'ana karþý medeniyetin aczini gösteren misallerinden bir kýsmýdýr. Kur'ana muhalif olan hukuk-u medeniyetin ne kadar haksýz olduðunu isbat eden binler misallerinden iki misal: فَلِلذَّكَرِ مِثْلُ حَظِّ اْلاُنْثَيَيْنِ olan hükm-ü Kur'anî, mahz-ý adalet olduðu gibi, ayn-ý merhamettir. Evet adalettir. Çünki ekseriyet-i mutlaka itibariyle bir erkek, bir kadýn alýr, nafakasýný taahhüd eder. Bir kadýn ise, bir kocaya gider, nafakasýný ona yükler; irsiyetteki noksanýný telafi eder. Hem merhamettir, çünki o zaîfe kýz, pederinden þefkate ve kardeþinden merhamete çok muhtaçtýr. Hükm-ü Kur'ana göre o kýz, pederinden endiþesiz bir þefkat görür. Pederi ona, "Benim servetimin yarýsýný, ellerin ve yabanilerin ellerine geçmesine sebeb olacak zararlý bir çocuk" nazarýyla endiþe edip bakmaz. O þefkate, endiþe ve hiddet karýþmaz. Hem kardeþinden rekabetsiz, hasedsiz bir merhamet ve himayet görür. Kardeþi ona, "hanedanýmýzýn yarýsýný bozacak ve malýmýzýn mühim bir kýsmýný ellerin eline verecek bir rakib" nazarýyla bakmaz; o merhamete ve himayete bir kin, bir iðbirar katmaz. Þu halde o fýtraten nazik, nazenin ve hilkaten zaîfe ve nahife kýz, sureten az bir þey kaybeder; fakat ona bedel akaribin þefkatinden, merhametinden, tükenmez bir servet kazanýr. Yoksa rahmet-i Hak'tan ziyade ona merhamet edeceðiz diye hakkýndan fazla ona hak vermek, ona merhamet deðil, þedid bir zulümdür. Belki zaman-ý cahiliyette gayret-i vahþiyaneye binaen kýzlarýný sað olarak defnetmek gibi gaddarane bir zulmü andýracak þu zamanýn hýrs-ý vahþiyanesi, merhametsiz bir þenaate yol açmak ihtimali vardýr. Bunun gibi bütün ahkâm-ý Kur'aniye, وَمَا اَرْسَلْنَاكَ اِلاَّ رَحْمَةً لِلْعَاَلمِينَ fermanýný tasdik ediyorlar. Dördüncü Mes'ele: َفِلاُمِّهِ السُّدُسُ Ýþte mimsiz medeniyet, nasýl kýz hakkýnda, hakkýndan fazla hak verdiðinden böyle bir haksýzlýða sebeb oluyor.. öyle de: Valide hakkýnda hakkýný kes sh: » (M: 41) mekle daha dehþetli haksýzlýk ediyor. Evet rahmet-i Rabbaniyenin en hürmetli, en halâvetli, en latif ve en þirin bir cilvesi olan þefkat-i valide, hakaik-i kâinat içinde en muhterem, en mükerrem bir hakikattýr. Ve valide, en kerim, en rahîm öyle fedakâr bir dosttur ki; o þefkat saikasýyla bir valide, bütün dünyasýný ve hayatýný ve rahatýný, veledi için feda eder. Hattâ valideliðin en basit ve en edna derecesinde olan korkak tavuk, o þefkatin küçücük bir lem'asýyla yavrusunu müdafaa için ite atýlýr, arslana saldýrýr. Ýþte böyle muhterem ve muazzez bir hakikatý taþýyan bir valideyi, veledinin malýndan mahrum etmek, o muhterem hakikata karþý ne kadar dehþetli bir haksýzlýk, ne derece vahþetli bir hürmetsizlik, ne mertebe cinayetli bir hakaret ve arþ-ý rahmeti titreten bir küfran-ý nimet ve hayat-ý içtimaiye-i beþeriyenin gayet parlak ve nafi' bir tiryakýna bir zehir katmak olduðunu, insaniyet-perverlik iddia eden insan canavarlarý anlamazlarsa, elbette hakikî insanlar anlar. Kur'an-ý Hakîm'in َفِلاُمِّهِ السُّدُسُ hükmünü, ayn-ý hak ve mahz-ý adalet olduðunu bilirler. اَلْبَاقِى هُوَ الْبَاقِى Said Nursî Link zu diesem Kommentar Auf anderen Seiten teilen Mehr Optionen zum Teilen...
Empfohlene Beiträge