Webmaster Geschrieben 20. Dezember 2008 Teilen Geschrieben 20. Dezember 2008 Yirmisekizinci Söz Þu söz, Cennet'e dairdir. Þu Söz'ün iki makamý var. Birinci Makam, Cennet'in Bâzý letâifine iþaret eder. Fakat Onuncu Söz'de on iki hakikat-ý katýa ile, gâyet kat'î bir Sûrette ve bu Söz'ün Ýkinci Makamýnda Onuncu Söz'ün hülâsasý ve esâsý, müteselsil gâyet metin arabî bir bürhân-ý kat'î ile gâyet parlak bir tarzda vücudu isbat olunan Cennet'in isbat-ý vücudundan bahis deðil, belki, þu makamda yalnýz sual ve cevaba ve tenkide medâr olan birkaç ahvâl-i Cennet'ten bahseder. Eðer tevfik-i Ýlahî refik olsa sonra azîm bir söz, o muazzam hakikata dair yazýlacaktýr, inþâallah. بِسْمِ اللّهِ الرّحْمنِ الرّحِيمِ وَبَشِّرِ الَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّاِلحَاتِ اَنَّ لَهُمْ جَنَّاتٍ َتجْرِى مِنْ َتحْتِهَا اْلاَنْهَارُ كُلَّمَا رُزِقُوا مِنْهَا مِنْ ثَمَرَةٍ رِزْقًا قَالُوا هذَا الَّذِى رُزِقْنَا مِنْ قَبْلُ وَاُتُوا بِهِ مُتَشَابِهًا وَلَهُمْ فِيهَا اَزْوَاجٌ مُطَهَّرَةٌ وَهُمْ فِيهَا خَالِدُونَ Cennet-i bâkiyeye dair bâzý suallere kýsa cevablardýr. Cennet'e dair, Cennet'ten daha güzel, hurilerinden daha lâtif, selsebilinden daha tatlý olan Beyânât-ý âyât-ý Kur'aniye kimseye söz sh: » (S: 526) býrakmamýþtýr ki, fazla birþey söylensin. Fakat o parlak, ezelî ve ebedî, yüksek ve güzel âyetleri fehme takrib için, bâzý basamaklarý; hem o cennet-i Kur'aniyeden nümune için bâzý çiçeklerin nümunesi nev'inden bâzý nükteleri söyleyeceðiz. Beþ rumuzlu sual ve cevabla iþaret edeceðiz. Evet, Cennet bütün lezâiz-i mâneviyeye medâr olduðu gibi, bütün lezaiz-i cismâniyeye de medârdýr. Sual: Kusurlu, noksaniyetli, mütegayyir, kararsýz, elemli cismâniyetin ebediyetle ve Cennetle ne alâkasý var? Mâdem, ruhun âlî lezaizi vardýr; ona kâfidir. Lezâiz-i cismâniye için, bir haþr-i cismanî neden îcabediyor? Elcevab: Çünki: Nasýl toprak suya, havaya, ziyaya nisbeten kesafetli, karanlýklýdýr.. fakat masnuat-ý Ýlahiyenin bütün enva'ýna menþe' ve medâr olduðundan bütün anâsýr-ý sairenin mânen fevkine çýktýðý gibi.. hem kesafetli olan nefs-i insâniye; sýrr-ý câmiiyet itibariyle, tezekki etmek þartýyla bütün letâif-i insâniyenin fevkýne çýktýðý gibi.. öyle de, cismâniyet; en câmi', en muhit, en zengin bir âyine-i tecelliyat-ý Esmâ-i Ýlâhiyedir. Bütün hazâin-i rahmetin müddeharatýný tartacak ve mizana çekecek âletler, cismâniyettedir. Meselâ: Dildeki kuvve-i zâika, rýzk zevkinde envâ'-ý mat'ûmat adedince mizanlara menþe' olmasaydý; herbirini ayrý ayrý hissedip tanýmazdý, tadýp tartamazdý. Hem ekser Esmâ-i Ýlâhiyenin tecelliyatýný hissedip bilmek, zevkedip tanýmak cihazatý, yine cismâniyettedir. Hem gâyet mütenevvi ve nihayet derecede ayrý ayrý lezzetleri hissedecek istidadlar, yine cismâniyettedir. Mâdem þu kâinatýn Sânii, þu kâinatla bütün hazain-i rahmetini tanýttýrmak ve bütün tecelliyat-ý Esmâsýný bildirmek ve bütün enva'-ý ihsânatýný tattýrmak istediðini; kâinatýn gidiþatýndan ve insanýn câmiiyetinden, -Onbirinci Söz'de isbat edildiði gibi- kat'î anlaþýlýyor. Elbette þu seyl-i kâinatýn bir havz-ý ekberi ve bu kâinat tezgâhýnýn iþlediði mahsulâtýn bir meþher-i âzamý ve þu mezraa-i dünyanýn bir mahzen-i ebedîsi olan dar-ý saadet, þu kâinata bir derece benzeyecektir. Hem cismanî, hem ruhânî bütün esâsâtýný muhafaza edecektir. Ve o Sâni'-i Hakîm ve o Âdil-i Rahîm; elbette cismanî âletlerin vezaifine ücret olarak ve hidematýna mükâfat olarak ve ibâdât-ý mahsusalarýna sevab olarak, onlara lâyýk lezaizi verecektir. Yoksa hikmet ve adâlet ve rahmetine zýd bir hâlet olur ki, hiç bir cihetle onun cemâl-i rahmetine ve Kemâl-i Aadâlet ine uygun deðildir; kabil-i tevfik olamaz. sh: » (S:527) Sual: Cisim, eðer hayatî olsa; ecza-yý bedenî daim terkib ve tahlildedir.. inkýraza mahkûmdur, ebediyete mazhar olamaz. Ekl ve þürb, beka-yý þahsî ve muamele-i zevciye ise beka-yý nev'î içindir ki; þu âlemde birer esâs olmuþlar. Âlem-i Ebediyette ve Âlem-i uhrevîde, þunlara ihtiyaç yoktur. Neden Cennet'in en büyük lezaizi sýrasýna geçmiþler? Elcevab: Evvelâ, þu âlemde cism-i zîhayatýn inkýraza ve mevte mahkûmiyeti ise, varidat ve masarifin müvâzenesizliðindendir. Çocukluktan sinn-i Kemâle kadar varidat çoktur; ondan sonra masarif ziyadeleþir, müvâzene kaybolur.. o da ölür. Âlem-i ebediyette ise; zerrat-ý cisim sâbit kalýp terkib ve tahlile mâruz deðil veyahut müvâzene sâbit kalýr, (Hâþiye) varidat ile masarif müvazenettedir. Devr-i daimî gibi, cism-i zîhayat; telezzüzat için, hayat-ý cismâniye tezgâhýnýn iþlettirilmesiyle beraber ebedîleþir. Ekl ve þürb ve muamele-i zevciye; gerçi bu dünyada bir ihtiyaçtan gelir, bir vazifeye gider. Fakat, o vazifeye bir ücret-i muaccele olarak öyle mütenevvi leziz lezzet içlerine býrakýlmýþtýr ki, sâir lezâize tereccuh ediyor. Mâdem bu dâr-ý elemde, bu kadar acib ve ayrý ayrý lezzetlere medâr; ekl ve nikâhtýr. Elbette dâr-ý lezzet ve saadet olan Cennet'te o lezzetler; o kadar ulvî bir Sûret alýp ve vazife-i dünyeviyenin uhrevî ücretini de lezzet olarak ona katarak ve dünyevî ihtiyacý dahi uhrevî bir hoþ iþtiha Sûretinde ilâve ederek, Cennet'e lâyýk ve ebediyete münasib, en câmi' hayatdar bir mâden-i lezzet olur. Evet, وَمَا هذِهِ الْحَيَوةُ الدُّنْيَا اِلاَّ لَهْوٌ وَلَعِبٌ وَاِنَّ الدَّارَ اْلآخِرَةَ لَهِىَ الْحَيَوَانُ sýrrýnca, þu dâr-ý dünyada, câmid ve þuursuz ve hayatsýz maddeler, orada þuurlu hayatdardýrlar. Buradaki insanlar gibi orada da aðaçlar, buradaki hayvanlar gibi oradaki taþlar; emri anlar ve yapar. Sen bir aðaca desen : "Filân meyveyi bana getir", getirir. Filân ____________________________ (Haþiye): Þu dünyada cism-i insanî ve hayvanî, zerrat için güya bir misafirhane, bir kýþla, bir mekteb hükmündedir ki; câmid zerreler ona girerler, hayatdar olan âlem-i bekaya zerrat olmak için liyakat kesbederler, çýkarlar. Âhirette ise الدَّارَ اْلآخِرَةَ لَهِىَ الْحَيَوَانُ اِنَّsýrrýnca, nur-u hayat orada âmmdýr. Nurlanmak için o seyrüsefere ve o tâlimat ve tâlime lüzum yoktur. Zerreler demirbaþ olarak sâbit kalabilirler. sh: » (S:528) taþa desen: "Gel", gelir. Mâdem taþ, aðaç, bu derece ulvî bir Sûret alýrlar. Elbette ekl ve þürb ve nikâh dahi hakikat-ý cismâniyelerini muhafaza etmekle beraber.. cennet'in dünya fevkýndeki derecesi nisbetinde, dünyevî derecelerinden o derece yüksek bir Sûret almalarý iktiza eder. Sual: اَلْمَرْءُ مَعَ مَنْ اَحَبَّ sýrrýnca: "Dost, dostuyla beraber Cennet'te bulunacaktýr." Halbuki, basit bir bedevî, bir dakikada sohbet-i Nebeviyede Lillâh için bir muhabbet peyda eder; o muhabbetle, Cennet'te Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâm'ýn yanýnda bulunmasý lâzým gelir. Halbuki gayr-ý mütenâhî feyze mazhar Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm'ýn feyzi, bir basit bedevî feyziyle nasýl birleþir? Elcevab: Bir temsil ile, þu ulvî hakikata þöyle bir iþaret ederiz ki, meselâ: Gâyet güzel ve þa'þaalý bir baðda muhteþem bir zât gâyet büyük bir ziyafet, gâyet müzeyyen bir seyrangâh öyle bir Sûrette ihzâr etmiþ ki: Kuvve-i zâikanýn hissedecek bütün lezâiz-i mat'ûmatý câmi', kuvve-i bâsýranýn hoþuna gidecek bütün mehâsini þâmil, kuvve-i hayaliyeyi keyiflendirecek bütün garâibi müþtemil ve hâkezâ.. bütün havass-ý zâhire ve bâtýnayý okþayacak ve memnun edecek herþeyi içine koymuþtur. Þimdi iki dost var. Beraber o ziyafete giderler. Bir locada, bir sofrada oturuyorlar. Fakat, birisinin kuvve-i zâikasý pek az olduðundan cüz'î zevk alýr. Gözü de az görüyor. Kuvve-i þâmmesi yok. Sanayi-i garibeden anlamaz. Hârika þeyleri bilmez. O nüzhetgâhýn, binden ve belki milyondan birisini, kabiliyeti nisbetinde ancak zevkederek istifade eder. Diðeri; ise bütün zâhirî ve bâtýnî duygularý, akýl ve kalb ve his ve lâtifeleri, o derece mükemmel ve o mertebe inkiþaf etmiþtir ki; o seyrangâhtaki bütün incelikleri, güzellikleri ve letâifi ve garâibi ayrý ayrý hissedip zevkederek, ayrý ayrý lezzet aldýðý halde o dost ile omuz omuzadýr. Mâdem, bu karmakarýþýk, elemli ve daracýk þu dünyada böyle oluyor. En küçük ile en büyük beraber iken, serâdan süreyyaya kadar fark oluyor. Elbette dar-ý saadet ve ebediyet olan Cennet'te bittarîk-ýl evlâ: Dost dostu ile beraber iken, herbirisi istidadýna göre sofra-i Rahmânürrahîm'den, istidadlarý derecesinde hisselerini alýrlar. Bulunduklarý cennetler ayrý ayrý da olsa, beraber bulunmalarýna mâni olmaz. Çünki: Cennet'in sekiz tabakasý birbirinden yüksek olduklarý halde, umumun damý sh: » (S:529) Arþ-ý A'zamdýr. Nasýlki mahrutî bir daðýn etrafýnda, birbiri içinde, birbirinden yüksek, kaidesinden zirvesine kadar surlu daireler bulunsa; o daireler birbirinin üstündedir.. fakat, birbirinin güneþ görmelerine mâni olmaz, birbirinden geçebilir, birbirine bakar. Öyle de: Cennetler de buna yakýn bir tarz ile olduðu, ehâdîsin mütenevvi rivâyâtý iþaret ediyor. Sual: Ehâdîste denilmiþ: «Huriler yetmiþ hulleyi giydikleri halde, bacaklarýnýn kemiklerindeki ilikleri görünüyor.» Bu ne demektir? Ne mânasý var? Nasýl güzelliktir? Elcevab: Mânasý pek güzeldir ve güzelliði pek þirindir. Þöyle ki: Þu çirkin, ölü, câmid ve çoðu kýþýr olan dünyada; hüsün ve cemâl, yalnýz göze güzel görünüp, ülfete mâni olmazsa, yeter. Halbuki: Güzel, hayatdar, revnakdar, bütün kýþýrsýz lüb ve kabuksuz iç olan Cennet'te; göz gibi bütün insanýn duygularý, lâtifeleri cins-i lâtif olan hûrîlerden ve hûrîler gibi ve daha güzel, dünyadan gelme, Cennet'teki nisâ-i dünyeviyeden ayrý ayrý hisse-i zevklerini, çeþit çeþit lezzetlerini almak isterler. Demek en yukarý hullenin güzelliðinden tut, tâ kemik içindeki iliklere kadar, birer hissin birer lâtifenin medâr-ý zevki olduðunu Hadîs iþaret ediyor. Evet, «Hûrîlerin yetmiþ hulleyi giymeleri ve bacaklarýndaki kemiklerin ilikleri görünmesi» tâbiriyle Hâdîs-i þerif iþaret ediyor ki: Ýnsanýn ne kadar hüsünperver ve zevkperest ve zînete meftun ve cemâle müþtak duygularý ve hassalarý ve kuvalarý ve lâtifeleri varsa, umumunu memnun edip doyuracak ve herbirisini ayrý ayrý okþayýp mes'ud edecek, maddî ve mânevî her nevi zînet ve hüsn-ü cemâle hûrîler câmi'dirler. Demek hûrîler Cennet'in aksam-ý zînetinden yetmiþ tarzýný, bir tek cinsten olmadýðýndan birbirini setretmeyecek Sûrette giydikleri gibi; kendi vücudlarýndan ve nefis ve cisimlerinden, belki yetmiþ mertebeden ziyade ayrý ayrý hüsün ve cemâlin aksamýný gösteriyorlar. وَفِيهَا مَا تَشْتَهِيهِ اْلاَنْفُسُ وَتَلَذُّ اْلاَعْيُنُ iþaretinin hakikatýný gösteriyorlar. Hem, Cennet'te lüzumsuz, kýþýrlý ve fuzulî maddeler olmadýðýndan; ehl-i Cennet'in ekl ve þürbünden sonra kazuratý olmadýðýný, Hadîs-i þerif beyân ediyor. Mâdem þu süflî dünyada, en âdi zîhayat olan aðaçlar, çok tegaddi ettikleri halde kazuratsýz oluyorlar. En yüksek tabaka-i hayat olan Cennet ehli, neden kazuratsýz olmasýn? sh: » (S:530) Sual: Ehâdîs-i þerifede denilmiþtir ki: «Bâzý ehl-i Cennet'e, dünya kadar bir yer veriliyor, yüzbinler kasr, yüzbinler hûri ihsan ediliyor.» Birtek adama bu kadar þeylerin ne lüzumu var, ne ihtiyacý var, nasýl olabilir ve ne demektir? Elcevab: Eðer insan, yalnýz câmid bir vücud olsaydý veyahut yalnýz mideden ibaret nebatî bir mahluk olsaydý veyahut yalnýz mukayyed, aðýr ve muvakkat ve basit bir zât-ý cismâniye ve bir cism-i hayvanîden ibaret olsaydý; öyle çok kasýrlara, çok hurilere lâyýk ve mâlik olmazdý. Fakat insan, öyle câmi' bir mu'cize-i kudrettir ki; hattâ þu dünya-yý fânide, þu kýsa bir ömürde, þu inkiþaf etmemiþ bâzý letâifinin ihtiyacý cihetiyle bütün dünyanýn saltanatý, serveti ve lezâizi verilse belki hýrsý tok olmayacaktýr. Halbuki ebedî bir dâr-ý saadette, nihayetsiz istidada mâlik, nihayetsiz ihtiyaçlar lisanýyla, nihayetsiz arzular eliyle, nihayetsiz bir rahmetin kapýsýný çalan bir insan; elbette Ehadîste beyân olunan ihsânât-ý Ýlâhiyeye mazhariyeti makuldür ve haktýr ve hakikattýr. Ve þu hakikat-ý ulviyeye bir temsil dürbünüyle rasad edeceðiz. Þöyle ki: Bu dere bahçesi gibi, (Haþiye) þu Barla bað ve bahçelerinin herbirinin ayrý ayrý mâliki bulunduðu halde.. Barla'da gýdasý itibariyle ancak bir avuç yeme mâlik olan herbir kuþ, herbir serçe, herbir arý «Bütün Barla'nýn bað ve bostanlarý, benim nüzhetgâhým ve seyrangâhýmdýr» diyebilir. Barla'yý zabtedip daire-i mülküne dâhil eder. Baþkalarýnýn iþtirâki onun bu hükmünü bozmaz. Hem, insan olan bir insan diyebilir ki: «Benim Hâlýkým bu dünyayý bana hâne yapmýþ, güneþ benim bir lâmbamdýr; yýldýzlar benim elektriklerimdir; yeryüzü çiçekli-miçekli halýlarla serilmiþ benim bir beþiðimdir» der, Allah'a þükreder. Sâir mahlukatýn iþtirâki, onun bu hükmünü nakzetmez. Bilâkis mahlûkat onun hânesini tezyin eder. hânenin müzeyyenatý hükmünde kalýrlar. Acaba bu daracýk dünyada, insan insâniyet itibariyle, hattâ bir kuþ dahi böyle bir daire-i azîmede bir nevi tasarruf dâva etse, cesîm bir ni'mete mazhar olsa; geniþ ve ebedî bir dâr-ý saadette, ona beþyüz senelik bir mesâfede bir mülk ihsan etmek, nasýl istib'âd edilebilir? Hem nasýlki; þu kesafetli, karanlýklý, dar dünyada güneþin pek çok âyinelerde bir anda aynen bulunmasý gibi, öyle de: Nurani bir _______________________ (Haþiye): Sekiz sene Kemâl-i sadakatla bu fakire hizmet eden Süleyman'ýn bahçesidir ki, bir veya iki saat zarfýnda þu söz orada yazýldý. sh: » (S:531) zât, bir anda çok yerlerde aynen bulunmasý; -«Onaltýncý Sözde» isbat edildiði gibi- meselâ, Hazret-i Cebrail Aleyhisselâm bin yýldýzda bir anda hem Arþ'ta, hem huzur-u Nebevîde, hem huzur-u Ýlahîde bir vakitte bulunmasý; hem Hazret-i Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâm'ýn haþirde bir anda ekser etkýya-ý ümmetiyle görüþmesi ve dünyada hadsiz makamlarda bir anda tezahür etmesi ve evliyanýn bir nevî garibi olan ebdallarýn bir vakitte çok yerlerde görünmesi ve avâmýn rü'yada bâzan bir dakikada bir sene kadar iþler görmesi ve müþahede etmesi ve herkesin kalb, ruh, hayal cihetiyle bir anda pekçok yerlerle temas edip alâkadarane bulunmasý, mâlûm ve meþhud olduðundan.. elbette nuranî, kayýdsýz, geniþ ve ebedî olan Cennet'te, cisimleri ruh kuvvetinde ve hiffetinde ve hayal sür'atinde olan ehl-i Cennet, bir vakitte yüzbin yerlerde bulunup yüzbin hûrilerle sohbet ederek yüzbin tarzda zevk almak; o ebedî Cennet'e, o nihayetsiz rahmete lâyýktýr ve Muhbir-i Sadýk'ýn (A.S.M.) haber verdiði gibi hak ve hakikattýr. Bununla beraber, bu küçücük aklýmýzýn terazisiyle o muazzam hakikatlar tartýlmaz. Ýdrâk-i maâli bu küçük akla gerekmez. Zira bu terazi o kadar sýkleti çekmez. سُبْحَانَكَ لاَ عِلْمَ لَنَا اِلاَّ مَا عَلَّمْتَنَا اِنَّكَ اَنْتَ الْعَلِيمُ الْحَكِيمُ رَبَّنَا لاَ تُؤَاخِذْنَا اِنْ نَسِينَا اَوْ اَخْطَاْنَااَللّهُمَّ صَلِّ عَلَى حَبِيبِكَ الَّذِى فَتَحَ اَبْوَابَ الْجَنَّةِ بِحَبِيبِيَّتهِ وَ بِصَلاَتِهِ وَ اَيَّدَتْهُ اُمَّتُهُ عَلَى فَتْحِهَا بِصَلَوَاتِهِمْ عَلَيْهِ عَلَيْهِ الصَّلاَةُ وَ السَّلاَمُ اَللّهُمَّ اَدْخِلْنَا الْجَنَّةَ مَعَ اْلاَبْرَارِ بِشَفَاعَةِ حَبِيبِكَ الْمُخْتَارِ آمِينَّ. * * * sh: » (S:532) Cennet Sözüne Küçük Bir Zeyl Cehennem'e dairdir Ýkinci ve Sekizinci Sözlerde isbat edildiði gibi; îmân, mânevî bir cennetin çekirdeðini taþýyor.. küfür dahi, mânevî bir cehennemin tohumunu saklýyor. Nasýlki küfür, Cehennem'in bir çekirdeðidir. Öyle de; Cehennem, onun bir meyvesidir. Nasýl küfür; Cehennem'e duhûlüne sebebdir; öyle de: Cehennem'in vücuduna ve icadýna dahi sebebdir. Zira, küçük bir hâkimin küçük bir izzeti, küçük bir gayreti, küçük bir celâli bulunsa; bir edebsiz ona serkeþane dese: «Beni te'dib etmezsin ve edemezsin.»Herhalde, o yerde hapishane yoksa da, tek o edebsiz için bir hapishane teþkil edecek, onu içine atacaktýr. Halbuki: Kâfir, Cehennem'i inkâr ile, nihayetsiz izzet ve gayret ve celâl sahibi ve gâyet büyük ve nihayetsiz Kadîr bir zâtý tekzib ve isnad-ý acz ediyor.. yalancýlýkla ve acz ile ittiham ediyor.. izzetine þiddetle dokunuyor.. gayretine dehþetli dokunduruyor.. Celâline âsiyane iliþiyor. Elbette farz-ý muhal olarak, Cehennem'in hiç bir sebeb-i vücudu bulunmazsa da; þu derece tekzib ve isnad-ý aczi tâzammun eden küfür için bir Cehennem halkedilecek, o kâfir içine atýlacaktýr... رَبَّنَا مَا خَلَقْتَ هذَا بَاطِلاً سُبْحَانَكَ فَقِنَا عَذَابَ النَّارِ * * * Link zu diesem Kommentar Auf anderen Seiten teilen Mehr Optionen zum Teilen...
Empfohlene Beiträge