Webmaster Geschrieben 19. Dezember 2008 Teilen Geschrieben 19. Dezember 2008 Dokuzuncu Mektub بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ (Yine o hâlis talebesine gönderdiði mektubun bir parçasýdýr.) Sâniyen: Neþr-i envar-ý Kur'aniyedeki muvaffakýyetin ve gayretin ve þevkin, bir ikrâm-ý Ýlâhîdir, belki bir keramet-i Kur'aniyedir bir inayet-i Rabbâniyedir. Sizi tebrik ediyorum. Kerâmet ve ikram ve inayetin bahsi geldiði münasebetiyle, kerâmet ve ikramýn bir farkýný söyleyeceðim. Þöyle ki: Kerâmetin izharý, zaruret olmadan zarardýr. Ýkramýn izharý ise, bir tahdis-i nimettir. Eðer kerâmet ile müþerref olan bir þahýs, bilerek hârika bir emre mazhar olursa, o halde eðer nefs-i emmaresi bâki ise, kendine güvenmek ve nefsine ve keþfine itimad etmek ve gurura düþmek cihetinde istidrac olabilir. Eðer bilmeyerek hârika bir emre mazhar olursa, meselâ birisinin kalbinde bir sual var, intak-ý bilhak nev'inden ona muvafýk bir cevab verir; sonra anlar. Anladýktan sonra kendi nefsine deðil, belki kendi Rabbisine itimadý ziyadeleþir ve "Beni benden ziyade terbiye eden bir hafîzim vardýr." der, tevekkülünü ziyadeleþtirir. Bu kýsým, hatarsýz bir kerâmettir; ihfasýna mükellef deðil, fakat fahr için kasden izharýna çalýþmamalý. Çünki onda zâhiren insanýn kesbinin bir medhali bulunduðundan, nefsine nisbet edebilir. Amma ikram ise; o, kerâmetin selâmetli olan ikinci nev'inden daha selâmetli, bence daha âlîdir. Ýzharý, tahdis-i nimettir. Kesbin medhali yoktur, nefsi onu kendine isnad etmez. Ýþte kardeþim; hem senin hakkýnda, hem benim hakkýmda, bahusus Kur'an hakkýndaki hizmetimizde eskiden beri gördüðüm sh: » (M: 33) ve yazdýðým ihsanat-ý Ýlahiye bir ikramdýr; izharý, tahdis-i nimettir. Onun için sana karþý tahdis-i nimet nev'inden ikimizin hizmetimize ait muvaffakiyâtý yazýyorum. Biliyordum ki sende fahr deðil, þükür damarýný tahrik ediyor. Sâlisen: Görüyorum ki: Þu dünya hayatýnda en bahtiyar odur ki: Dünyayý bir misafirhane-i askerî telakki etsin ve öyle de iz'an etsin ve ona göre hareket etsin. Ve o telakki ile, en büyük mertebe olan mertebe-i rýzayý çabuk elde edebilir. Kýrýlacak þiþe pahasýna, daimî bir elmasýn fiatýný vermez; istikamet ve lezzetle hayatýný geçirir. Evet dünyaya ait iþler, kýrýlmaða mahkûm þiþeler hükmündedir; bâkî umûr-u uhreviye ise, gayet saðlam elmaslar kýymetindedir. Ýnsanýn fýtratýndaki þiddetli merak ve hararetli muhabbet ve dehþetli hýrs ve inadlý taleb ve hâkeza þedid hissiyatlar, umûr-u uhreviyeyi kazanmak için verilmiþtir. O hissiyatý, þiddetli bir surette fâni umûr-u dünyeviyeye tevcih etmek, fâni ve kýrýlacak þiþelere, bâkî elmas fiatlarýný vermek demektir. Þu münasebetle bir nokta hatýra gelmiþ, söyleyeceðim. Þöyle ki: Aþk, þiddetli bir muhabbettir; fâni mahbublara müteveccih olduðu vakit ya o aþk kendi sahibini daimî bir azab ve elemde býrakýr veyahut o mecazî mahbub, o þiddetli muhabbetin fiatýna deðmediði için bâkî bir mahbubu arattýrýr; aþk-ý mecazî, aþk-ý hakikîye inkýlab eder. Ýþte insanda binlerle hissiyat var. Herbirisinin aþk gibi iki mertebesi var. Biri mecazî, biri hakikî. Meselâ: Endiþe-i istikbal hissi herkeste var; þiddetli bir surette endiþe ettiði vakit bakar ki, o endiþe ettiði istikbale yetiþmek için elinde sened yok. Hem rýzýk cihetinde bir taahhüd altýnda ve kýsa olan bir istikbal, o þiddetli endiþeye deðmiyor. Ondan yüzünü çevirip, kabirden sonra hakikî ve uzun ve gafiller hakkýnda taahhüd altýna alýnmamýþ bir istikbale teveccüh eder. Hem mala ve câha karþý þiddetli bir hýrs gösterir.. bakar ki: Muvakkaten onun nezaretine verilmiþ o fâni mal ve âfetli þöhret ve tehlikeli ve riyaya medar olan câh, o þiddetli hýrsa deðmiyor. Ondan, hakikî câh olan meratib-i maneviyeye ve derecat-ý kurbiyeye ve zâd-ý âhirete ve hakikî mal olan a'mal-i sâlihaya teveccüh eder. Fena haslet olan hýrs-ý mecazî ise, âlî bir haslet olan hýrs-ý hakikîye inkýlab eder. Hem meselâ: Þiddetli bir inad ile; ehemmiyetsiz, zâil, fâni umûrlara karþý hissiyatýný sarfeder. Bakar ki, bir dakika inada sh: » (M: 34) deðmeyen birþey'e, bir sene inad ediyor. Hem zararlý, zehirli bir þey'e inad namýna sebat eder. Bakar ki, bu kuvvetli his, böyle þeyler için verilmemiþ. Onu onlara sarfetmek, hikmet ve hakikata münafîdir. O þiddetli inadý, o lüzumsuz umûr-u zâileye vermeyip, âlî ve bâkî olan hakaik-i îmaniyeye ve esasat-ý Ýslâmiyeye ve hidemat-ý uhreviyeye sarfeder. O haslet-i rezile olan inad-ý mecazî, güzel ve âlî bir haslet olan hakikî inada, -yani hakta þiddetli sebata- inkýlab eder. Ýþte þu üç misal gibi; insanlar, insana verilen cihazat-ý maneviyeyi, eðer nefsin ve dünyanýn hesabýyla istimal etse ve dünyada ebedî kalacak gibi gafilane davransa, ahlâk-ý rezileye ve israfat ve abesiyete medar olur. Eðer hafiflerini dünya umûruna ve þiddetlilerini vezaif-i uhreviyeye ve maneviyeye sarfetse, ahlâk-ý hamîdeye menþe', hikmet ve hakikata muvafýk olarak saadet-i dâreyne medar olur. Ýþte tahmin ederim ki, nâsihlerin nasihatlarý þu zamanda tesirsiz kaldýðýnýn bir sebebi þudur ki: Ahlâksýz insanlara derler: "Hased etme! Hýrs gösterme! Adâvet etme! Ýnad etme! Dünyayý sevme!" Yani, fýtratýný deðiþtir gibi zâhiren onlarca mâlâyutak bir teklifte bulunurlar. Eðer deseler ki: "Bunlarýn yüzlerini hayýrlý þeylere çeviriniz, mecralarýný deðiþtiriniz." Hem nasihat tesir eder, hem daire-i ihtiyarlarýnda bir emr-i teklif olur. Râbian: Ulema-i Ýslâm ortasýnda "Ýslâm" ve "îman"ýn farklarý çok medar-ý bahsolmuþ. Bir kýsmý "ikisi birdir", diðer kýsmý "ikisi bir deðil, fakat biri birisiz olmaz" demiþler ve bunun gibi çok muhtelif fikirler beyan etmiþler. Ben þöyle bir fark anladým ki: Ýslâmiyet, iltizamdýr;îman, iz'andýr. Tabir-i diðerle: Ýslâmiyet, hakka tarafgirlik ve teslim ve inkýyaddýr; îman ise, hakký kabul ve tasdiktir. Eskide bazý dinsizleri gördüm ki: Ahkâm-ý Kur'aniyeye þiddetli tarafgirlik gösteriyorlardý. Demek o dinsiz, bir cihette hakkýn iltizamýyla Ýslâmiyete mazhardý; "dinsiz bir müslüman" denilirdi. Sonra bazý mü'minleri gördüm ki; ahkâm-ý Kur'aniyeye tarafgirlik göstermiyorlar, iltizam etmiyorlar.. "gayr-ý müslim bir mü'min" tabirine mazhar oluyorlar. Acaba Îslâmiyetsiz îman, medar-ý necat olabilir mi? Elcevap: Ýmansýz Ýslâmiyet, sebeb-i necat olmadýðý gibi; Ýslâmiyetsiz iman da medâr-ý necat olamaz. Felillahilhamdü vel sh: » (M: 35) minnetü, Kur'anýn i'caz-ý manevîsinin feyziyle Risale-i Nur mizanlarý, din-i Ýslâmýn ve hakaik-i Kur'aniyenin meyvelerini ve neticelerini öyle bir tarzda göstermiþlerdir ki; dinsiz dahi onlarý anlasa, taraftar olmamak kabil deðil. Hem îman ve Ýslâmýn delil ve bürhanlarýný o derece kuvvetli göstermiþlerdir ki; gayr-ý müslim dahi anlasa, herhalde tasdik edecektir. Gayr-ý müslim kaldýðý halde, îman eder. Evet Sözler, Tûba-i Cennet'in meyveleri gibi tatlý ve güzel olan îman ve Ýslâmiyetin meyvelerini ve saadet-i dâreynin mehasini gibi hoþ ve þirin öyle neticelerini göstermiþler ki, görenlere ve tanýyanlara nihayetsiz bir tarafgirlik ve iltizam ve teslim hissini verir. Ve silsile-i mevcudat gibi kuvvetli ve zerrat gibi kesretli îman ve Ýslâmýn bürhanlarýný göstermiþler ki, nihayetsiz bir iz'an ve kuvvet-i îman verirler. Hattâ bazý defa Evrad-ý Þah-ý Nakþibendî'de þehadet getirdiðim vakit, عَلَى ذَلِكَ نَحْىَ وَ عَلَيْهِ نَمُوتُ وَ عَلَيْهِ نُبْعَثُ غَدًا dediðim zaman, nihayetsiz bir tarafgirlik hissediyorum. Eðer bütün dünya bana verilse, bir hakikat-ý îmaniyeyi feda edemiyorum. Bir hakikatýn bir dakika aksini farzetmek, bana gayet elîm geliyor. Bütün dünya benim olsa, bir tek hakaik-i îmaniyenin vücud bulmasýna bilâ tereddüd vermesine, nefsim itaat ediyor. وَ آمَنَّا بِمَا اَرْسَلْتَ مِنْ رَسُولٍ وَ آمَنَّا بِمَا اَنْزَلْتَ مِنْ كِتَابٍ وَ صَدَّقْنَا dediðim vakit nihayetsiz bir kuvvet-i îman hissediyorum. Hakaik-i îmaniyenin herbirisinin aksini aklen muhal telakki ediyorum, ehl-i dalaleti nihayetsiz ebleh ve divane görüyorum. Senin valideynine pek çok selâm ve arz-ý hürmet ederim. Onlar da bana dua etsinler. Sen benim kardeþim olduðun için, onlar da benim peder ve validem hükmündedirler. Hem köyünüze, hususan senden "Sözler"i iþitenlere umumen selâm ediyorum. اَلْبَاقِى هُوَ الْبَاقِى Said Nursî Link zu diesem Kommentar Auf anderen Seiten teilen Mehr Optionen zum Teilen...
Empfohlene Beiträge