el-dumano Geschrieben 19. Februar 2007 Teilen Geschrieben 19. Februar 2007 16.Söz (Ýtminan-ý nefsime medar olacak, zulmeti daðýtacak þu âyetin nurundan dört þuaý göstermekle kör nefsime bir basiret vermek için yazýlmýþtýr.) "(Cenabi-i Hak) Birseyin olmasini murad ettigi zaman, Onun isi sadece'Ol' demektir: o da oluverir. Sani ne yücedir Onun ki, herseyin hüküm ve tasarrufu elindedir. Siz de ona döneceksiniz." Yasin Suresi, 36:82-83 BÝRÝNCÝ ÞUA: Ey nefs-i nâdan! Diyorsun ki: "Ehadiyet-i Zât-ý Ýlahiye ile külliyet-i ef'ali ve vahdet-i þahsiyesiyle muinsiz umumiyet-i rububiyeti ve ferdaniyeti ile þeriksiz þümul-ü tasarrufatý ve mekândan münezzehiyetiyle her yerde hazýr bulunmasý ve nihayetsiz ulviyetiyle herþeye yakýn olmasý ve birliði ile her iþi bizzât elinde tutmasý; hakaik-i Kur'aniyedendir. Kur'an ise hakîmdir. Hakîm ise, akýl kabul etmeyen þeyleri akla tahmil etmez. Akýl ise, zahirî bir münafatý görüyor. Aklý teslime sevkedecek bir izah isterim." Elcevab: Madem öyledir, itminan için istersen, biz de Kur'an'ýn feyzine istinaden diyoruz: Ýsm-i Nur, çok müþkilatýmýzý halletmiþ; inþâallah bunu da halleder. Akla vâzýh, kalbe nuranî olacak temsil yolunu ihtiyar ile Ýmam-ý Rabbanî (R.A.) gibi deriz: "Ben ne geceyim, ne de geceye kulluk ederim. Ben bir hakikat günesinin hadimiyim ki, size ondan haber getiriyorum." Imam-i Rabbani, 1:124 Temsil, i'caz-ý Kur'an'ýn en parlak bir âyinesi olduðundan, biz dahi bir temsil ile þu sýrra bakacaðýz. Þöyle ki: Bir tek zât, muhtelif meraya vasýtasýyla külliyet kesbeder. Cüz'î-yi hakikî iken, umumî þuunata mâlik bir küllî hükmüne geçer. Meselâ: Þems bir cüz'î-yi müþahhas iken, eþya-yý þeffafe vasýtasýyla öyle bir küllî hükmüne geçer ki, rûy-i zemini timsalleriyle, akisleriyle dolduruyor. Hattâ katarat ve parlak zerrat adedince cilveleri bulunuyor. Güneþin harareti ve ziyasý ve ziyanýn içinde olan yedi renkli elvan-ý seb'asý, herbirisi mukabilindeki eþyaya muhit, âmm ve þamil olduklarý halde; herbir þeffaf þey dahi güneþin timsaliyle beraber harareti, hem ziyayý, hem elvan-ý seb'ayý göz bebeðinde saklýyor. Ve safi kalbini ona bir taht yapýyor. Demek Þems, vâhidiyet haysiyetiyle ona mukabil umum eþyaya muhit olduðu gibi, ehadiyet cihetiyle herbir þeyde Güneþ çok vasýflarýyla beraber bir nevi cilve-i zâtýyla bulunur. Madem temsilden temessül bahsine geçtik. Temessülün çok enva'ýndan þu mes'eleye medar olacak üç nev'ine iþaret ederiz. Birincisi: Kesif, maddî þeylerin akisleridir. O akisler hem gayrdýr, ayn deðil. Hem mevattýr, ölüdür. Hüviyet-i suriyesinden baþka hiçbir hasiyete mâlik deðil. Meselâ sen âyineler mahzenine girsen, bir Said binler Said olur. Fakat zîhayat yalnýz sensin, ötekiler ölüdürler. Hayat hassalarý onlarda yoktur. Ýkincisi: Maddî nuraninin akisleridir. Þu akis ayn deðil, fakat gayr da deðil. Mahiyeti tutmuyor, fakat o nuraninin ekser hasiyetlerine mâliktir. Onun gibi hayy sayýlýyor. Meselâ: Þems dünyaya girdi. Herbir âyinede aksini gösterdi. O akislerin herbirinde, Güneþ'in hassalarý hükmünde olan ziya ve ziyadaki elvan-ý seb'a bulunuyor. Eðer faraza Güneþ zîþuur olsa idi, harareti ayn-ý kudreti, ziyasý ayn-ý ilmi, elvan-ý seb'asý sýfat-ý seb'asý olsa idi; o vakit o tek ve yekta bir güneþ, bir anda herbir âyinede bulunur, herbirisini kendine bir arþ ve bir çeþit telefon yapabilirdi. Birbirine mani olmazdý. Herbirimizle âyinemiz vasýtasýyla görüþebilirdi. Biz ondan uzak iken, o bize bizden daha yakýn olurdu. Üçüncüsü: Nurani ruhlarýn aksidir. Þu akis, hem hayydýr hem ayndýr. Fakat âyinelerin kabiliyeti nisbetinde tezahür ettiðinden, o ruhun mahiyet-i nefs-ül emriyesini tamamen tutmuyor. Meselâ: Hazret-i Cebrail Aleyhisselâm, Dýhye suretinde huzur-u Nebevîde bulunduðu bir anda, huzur-u Ýlahîde haþmetli kanatlarýyla Arþ-ý A'zam'ýn önünde secdeye gider. Hem o anda hesabsýz yerlerde bulunur, evamir-i Ýlahiyeyi teblið ederdi. Bir iþ bir iþe mani olmazdý. Ýþte þu sýrdandýr ki; mahiyeti nur ve hüviyeti nuraniye olan Hazret-i Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâm, dünyada bütün ümmetinin salavatlarýný birden iþitir ve kýyamette bütün asfiya ile bir anda görüþür. Birbirisine mani olmaz. Hattâ evliyadan, ziyade nuraniyet kesbeden ve ebdal denilen bir kýsmý, bir anda birçok yerlerde müþahede ediliyormuþ. Ayný zât, ayrý ayrý çok iþleri görüyormuþ. Evet nasýl cismaniyata cam ve su gibi þeyler âyine olur. Öyle de, ruhaniyata dahi hava ve esir ve âlem-i misalin bazý mevcudatý âyine hükmünde ve berk ve hayal sür'atinde bir vasýta-i seyr ü seyahat suretine geçerler ve o ruhanîler hayal sür'atiyle o meraya-yý nazifede, o menazil-i latifede gezerler. Bir anda binler yerlere girerler. Madem Güneþ gibi âciz ve müsahhar mahluklar ve ruhanî gibi madde ile mukayyed nim-nurani masnu'lar, nuraniyet sýrrýyla bir yerde iken pekçok yerlerde bulunabilirler. Mukayyed bir cüz'î iken, mutlak bir küllî hükmünü alýrlar. Bir anda cüz'î bir ihtiyar ile pek çok iþleri yapabilirler. Acaba, maddeden mücerred ve muallâ ve tahdid-i kayd ve zulmet-i kesafetten münezzeh ve müberra ve þu umum envâr ve bütün nuraniyat onun envâr-ý kudsiye-i esmasýnýn bir kesif zýlali ve umum vücud ve bütün hayat ve âlem-i ervah ve âlem-i misal nim-þeffaf bir âyine-i cemali ve sýfâtý muhita ve þuunatý külliye olan bir Zât-ý Akdes'in irade-i külliye ve kudret-i mutlaka ve ilm-i muhitle tecelli-i sýfâtý ve cilve-i ef'ali içindeki teveccüh-ü ehadiyetinden hangi þey saklanabilir, hangi iþ aðýr gelebilir, hangi þey gizlenebilir, hangi ferd uzak kalabilir, hangi þahsiyet külliyet kesbetmeden ona yanaþabilir? Evet nasýl Güneþ kayýdsýz nuru, maddesiz aksi vasýtasýyla sana, senin göz bebeðinden daha yakýn olduðu halde; sen mukayyed olduðun için ondan gayet uzaksýn. Ona yanaþmak için, çok kayýdlardan tecerrüd etmek, çok meratib-i külliyeden geçmek lâzým gelir. Âdeta manen yer kadar büyüyüp, Kamer kadar yükselip, sonra doðrudan doðruya Güneþin mertebe-i asliyesine bir derece yanaþabilir ve perdesiz görüþebilirsin. Öyle de: Celil-i Zülcemal, Cemil-i Zülkemal sana gayet yakýndýr, sen ondan gayet uzaksýn. Kalbin kuvveti, aklýn ulviyeti varsa; temsildeki noktalarý, hakikata tatbike çalýþ. ÝKÝNCÝ ÞUA: Ey nefs-i bîhuþ! Diyorsun ki: "Birseyin olmasini murad ettigi zaman, Onun isi sadece'Ol' demektir: o da oluverir. " Yasin Suresi, 36:82 hem "Tek bir sesledir ki, hepsi birden toplanip huzurumuza getirilirler." Yasin Suresi, 36:53 gibi âyetler, vücud-u eþya, sýrf bir emr ile ve def'î olduðunu ve"Allah'in san'atidir ki, herseyi hikmetle, yerli yerinde ve sapa saglam yaratmistir." NemI Suresi, 27:88 hem "O herseyi en güzel sekilde yaratti." Secde Suresi, 32:7 gibi âyetler; vücud-u eþya, ilim içinde azîm bir kudretle, hikmet içinde dakik bir san'atla tedricî olduðunu gösteriyorlar. Vech-i tevfiki nedir? Elcevab: Kur'anýn feyzine istinaden deriz: Evvelâ, münafat yoktur. Bir kýsým öyledir: Ýbtidadaki icad gibi. Bir kýsmý böyledir: Mislini iade gibi... Sâniyen: Mevcudatta meþhud olan sühulet ve sür'at ve kesret ve vüs'at içinde nihayet intizam, gayet ittikan ve hüsn-ü san'at ve kemal-i hilkat, þu iki kýsým âyetlerin vücud-u hakikatlarýna kat'iyyen þehadet eder. Öyle ise, þunlarýn hariçte tahakkuklarý medar-ý bahs olmasý lüzumsuzdur. Belki yalnýz "sýrr-ý hikmeti nedir" denilebilir. Öyle ise, biz dahi bir kýyas-ý temsilî ile þu hikmete iþaret ederiz. Meselâ: Nasýlki terzi gibi bir san'atçý, birçok külfetler, meharetlerle musanna birþeyi icad eder ve ona bir model yapar. Sonra onun emsalini külfetsiz çabuk yapabilir. Hattâ bazan öyle bir derece sühulet peyda eder ki, güya emreder yapýlýr ve öyle kuvvetli bir intizam kesbeder, (saat gibi) güya bir emrin dokunmasýyla iþlenir ve iþler. Öyle de: Sâni'-i Hakîm ve Nakkaþ-ý Alîm, þu âlem sarayýný müþtemilâtýyla beraber bedi' bir surette yaptýktan sonra cüz'î ve küllî, cüz ve küll herþeye bir model hükmünde bir nizam-ý kaderî ile bir mikdar-ý muayyen vermiþtir. Ýþte bak o Nakkaþ-ý Ezelî, herbir asrý bir model yaparak mu'cizat-ý kudreti ile murassa, taze bir âlemi ona giydiriyor. Herbir seneyi bir mikyas ederek, havarik-ý rahmetiyle musanna, taze bir kâinatý o kamete göre dikiyor. Herbir günü bir satýr yaparak dekaik-i hikmetiyle müzeyyen, mücedded mevcudatý onda yazýyor. Hem o Kadîr-i Mutlak, herbir asrý, herbir seneyi, herbir günü bir model yaptýðý gibi, rûy-i zemini, herbir dað ve sahrayý, bað ve bostaný, herbir aðacý birer model yapmýþtýr. Vakit-bevakit, taze taze birer kâinatý zeminde kuruyor, birer yeni dünyayý icad ediyor. Birer âlemi alýp da diðer muntazam bir âlemi getiriyor. Mevsim be-mevsim her bað ve bostanda taze taze mu'cizat-ý kudretini ve hedaya-yý rahmetini gösterir. Yeni birer kitab-ý hikmet-nüma yazýyor. Taze taze birer matbaha-i rahmetini kuruyor. Mücedded bir hulle-i san'at-nüma giydiriyor. Her baharda, herbir aðaca sündüs-misal taze bir çarþaf giydiriyor. Lü'lü-misal yeni bir murassaatla süslendiriyor. Yýldýz-misal rahmet hediyeleriyle ellerini dolduruyor. Ýþte þu iþleri nihayet hüsn-ü san'at ve kemal-i intizam ile yapan ve þu birbiri arkasýnda gelen ve zaman ipine takýlan seyyar âlemleri, nihayet hikmet ve inayet ve kemal-i kudret ve san'at ile deðiþtiren Zât; elbette gayet Kadîr ve Hakîm'dir. Nihayet derecede Basîr ve Alîm'dir. Tesadüf onun iþine karýþamaz. Ýþte o Zât-ý Zülcelal'dir ki, þöyle ferman ediyor: "Birseyin olmasini murad ettigi zaman, Onun isi sadece'Ol' demektir: o da oluverir. " Yasin Suresi, 36:82 "Kiyametin gerceklesmesi göz acip kapayincaya kadar, yahut ondan da yakindir." Nahl Suresi, 16:77 deyip, hem kemal-i kudretini ilân, hem kudretine nisbeten Haþir ve Kýyamet gayet sehl ve külfetsiz olduðunu beyan ediyor. Emr-i tekvinîsi, kudret ve iradeyi tazammun ettiðini ve bütün eþya, evamirine gayet müsahhar ve münkad olduklarýný ve mübaþeretsiz, mualecesiz halkettiði için icadýndaki sühulet-i mutlakayý ifade için, sýrf bir emirle iþler yaptýðýný, Kur'an-ý Mu'ciz-ül Beyan ile ferman ediyor. Hasýl-ý kelâm: Bir kýsým âyetler eþyada hususan bidayet-i icadýnda gayet derecede hüsn-ü san'atý ve nihayet derecede kemal-i hikmeti ilân ediyor. Diðer kýsmý; eþyada, hususan tekrar icadýnda ve iadesinde gayet derecede sühulet ve sür'atini nihayet derecede inkýyad ve külfetsizliðini beyan eder. ÜÇÜNCÜ ÞUA: Ey haddinden tecavüz etmiþ nefs-i pürvesvas! Diyorsun ki: "Herseyin hüküm ve tasarrufu Onun elindedir." Yasin Suresi, 36:83 "Hicbir canli yoktur ki, Allah onu alnindan tutup kudretine boyun egdirmis olmasin." Hud Suresi, 11:56 "Biz ona sahdamarindan daha yakiniz." Kaf Suresi, 50:16 gibi âyetler, nihayet derecede kurbiyet-i Ýlahiyeyi gösteriyor. "Siz de Ona döndürüleceksiniz." Yasin Suresi, 36:83 "Melekler ve Cebrail, ellibin sene uzunlugundaki bir günde Ona yükselirler." Mearic Suresi, 70:4 ve hadîste vârid olan: "Cenab-ý Hak yetmiþ bin hicab arkasýndadýr" ve Mi'rac gibi hakikatler, nihayet derecede bu'diyetimizi gösteriyor. Þu sýrr-ý gamýzý fehme takrib edecek bir izah isterim?" Elcevab: Öyle ise dinle: Evvelâ, Birinci Þuaýn âhirinde demiþtik: Nasýlki Güneþ, kayýdsýz nuruyla ve maddesiz aksi cihetiyle; sana, senin ruhun penceresi ve onun âyinesi olan gözbebeðinden daha yakýn olduðu halde; sen, mukayyed ve maddede mahpus olduðun için ondan gayet uzaksýn. Onun, yalnýz bir kýsým akisleriyle, gölgeleriyle temas edebilirsin ve bir nevi cilveleriyle ve cüz'î tecellileriyle görüþebilirsin ve bir sýnýf sýfatlarý hükmünde olan elvanlarýna ve bir taife isimleri hükmünde olan þualarýna ve mazharlarýna yanaþabilirsin. Eðer, Güneþin mertebe-i aslîsine yanaþmak ve bizzât doðrudan doðruya güneþin zâtý ile görüþmek istersen, o vakit pek çok kayýtlardan tecerrüd etmekliðin ve pek çok meratib-i külliyetten geçmekliðin lâzýmgelir. Âdeta sen, manen tecerrüd cihetiyle Küre-i Arz kadar büyüyüp, hava gibi ruhen inbisat edip ve Kamer kadar yükselip, bedir gibi mukabil geldikten sonra bizzât perdesiz onunla görüþüp, bir derece yanaþmak dava edebilirsin. Öyle de: O Celil-i Pürkemal, o Cemil-i Bîmisal, o Vâcib-ül Vücud, o Mûcid-i Küll-i Mevcud, o Þems-i Sermed, o Sultan-ý Ezel ve Ebed, sana senden yakýndýr. Sen, ondan nihayetsiz uzaksýn. Kuvvetin varsa, temsildeki dekaiký tatbik et... Sâniyen: Meselâ: "En yüce misaller Allah icindir." Nahl Suresi, 16:60 Bir padiþahýn çok isimleri içinde "kumandan" ismi çok mütedâhil dairelerde tezahür eder. Serasker daire-i külliyesinden tut, müþiriyet ve ferikiyet, tâ yüzbaþý, tâ onbaþýya kadar geniþ ve dar, küllî ve cüz'î dairelerde de zuhur ve tecellisi vardýr. Þimdi, bir nefer hizmet-i askeriyesinde onbaþý makamýnda tezahür eden cüz'î kumandanlýk noktasýný merci tutar, kumandan-ý a'zamýna þu cüz'î cilve-i ismiyle temas eder ve münasebettar olur. Eðer asýl ismiyle temas etmek, ona o ünvan ile görüþmek istese, onbaþýlýktan tâ serasker mertebe-i külliyesine çýkmak lâzýmgelir. Demek padiþah, o nefere ismiyle, hükmüyle, kanunuyla ve ilmiyle, telefonuyla ve tedbiriyle ve eðer o padiþah, evliya-i ebdaliyeden nuranî olsa, bizzât huzuruyla gayet yakýndýr. Hiçbir þey mani olup, hail olamaz. Halbuki o nefer, gayet uzaktýr. Binler mertebeler hail, binler hicablar fâsýldýr. Fakat bazan merhamet eder, hilaf-ý âdet; bir neferi huzuruna alýr, lütfuna mazhar eder. Öyle de: Emr-i "(Cenabi-i Hak) Birseyin olmasini murad ettigi zaman, Onun isi sadece'Ol' demektir: o da oluverir. Yasin Suresi, 36:82 e mâlik; güneþler ve yýldýzlar, emirber nefer hükmünde olan Zât-ý Zülcelal, herþeye herþeyden daha ziyade yakýn olduðu halde, herþey ondan nihayetsiz uzaktýr. Onun huzur-u kibriyasýna perdesiz girmek istenilse, zulmanî ve nurani, yani maddî ve ekvanî ve esmaî ve sýfatî yetmiþ binler hicabdan geçmek, her ismin binler hususî ve küllî derecat-ý tecellisinden çýkmak, gayet yüksek tabakat-ý sýfatýnda mürur edip tâ ism-i a'zamýna mazhar olan arþ-ý a'zamýna uruc etmek; eðer cezb ve lütuf olmazsa, binler seneler çalýþmak ve sülûk etmek lâzým gelir. Meselâ: Sen, ona Hâlýk ismiyle yanaþmak istersen; senin hâlýkýn hususiyetiyle, sonra bütün insanlarýn hâlýký cihetiyle, sonra bütün zîhayatlarýn hâlýký ünvanýyla, sonra bütün mevcudatýn hâlýký ismiyle münasebettarlýk lâzým gelir. Yoksa zýlde kalýrsýn, yalnýz cüz'î bir cilveyi bulursun. Bir Ýhtar: Temsildeki padiþah, aczi için, kumandanlýk isminin meratibinde müþir ve ferik gibi vasýtalar koymuþtur. Fakat "Herseyin hüküm ve tasarrufu Onun elindedir." Yasin Suresi, 38:83 olan Kadîr-i Mutlak, vasýtalardan müstaðnidir. Vasýtalar, sýrf zahirîdirler; perde-i izzet ve azamettirler. Ubudiyet ve hayret ve acz ve iftikar içinde saltanat-ý rububiyetine dellâldýrlar, temaþagerdirler. Muini deðiller, þerik-i saltanat-ý rububiyet olamazlar. DÖRDÜNCÜ ÞUA: Ýþte ey tenbel nefsim! Bir nevi Mi'rac hükmünde olan namazýn hakikatý; sâbýk temsilde bir nefer, mahz-ý lütuf olarak huzur-u þâhaneye kabulü gibi; mahz-ý rahmet olarak Zât-ý Celil-i Zülcemal ve Mabud-u Cemil-i Zülcelal'in huzuruna kabulündür. "Allahü Ekber" deyip, manen ve hayalen veya niyeten iki cihandan geçip, kayd-ý maddiyattan tecerrüd edip bir mertebe-i külliye-i ubudiyete veya küllînin bir gölgesine veya bir suretine çýkýp, bir nevi huzura müþerref olup, "Yalnis Sana ibadet ederiz." Fatiha Suresi, 1:5 hitabýna (herkesin kabiliyeti nisbetinde) bir mazhariyet-i azîmedir. Âdeta, harekât-ý salâtiyede tekrarla "Allahü Ekber" "Allahü Ekber" demekle kat-ý meratibe ve terakkiyat-ý maneviyeye ve cüz'iyattan devair-i külliyeye çýkmasýna bir iþarettir ve marifetimiz haricindeki kemalât-ý kibriyasýnýn mücmel bir ünvanýdýr. Güya herbir "Allahü Ekber" bir basamak-ý mi'raciyeyi kat'ýna iþarettir. Ýþte þu hakikat-ý salâttan manen veya niyeten veya tasavvuren veya hayalen bir gölgesine, bir þuaýna mazhariyet dahi, büyük bir saadettir. Ýþte Hacda pek kesretli "Allahü Ekber" denilmesi, þu sýrdandýr. Çünki hacc-ý þerif bil'asale herkes için bir mertebe-i külliyede bir ubudiyettir. Nasýlki bir nefer, bayram gibi bir yevm-i mahsusta ferik dairesinde bir ferik gibi padiþahýn bayramýna gider ve lütfuna mazhar olur. Öyle de: Bir hacý, ne kadar ami de olsa, kat'-ý meratib etmiþ bir veli gibi umum aktar-ý arzýn Rabb-ý Azîmi ünvanýyla Rabbine müteveccihtir. Bir ubudiyet-i külliye ile müþerreftir. Elbette hac miftahýyla açýlan meratib-i külliye-i rububiyet ve dûrbîniyle nazarýna görünen âfâk-ý azamet-i uluhiyet ve þeairiyle kalbine ve hayaline gittikçe geniþlenen devair-i ubudiyet ve meratib-i kibriya ve ufk-u tecelliyatýn verdiði hararet, hayret ve dehþet ve heybet-i rububiyet "Allahü Ekber" "Allahü Ekber" ile teskin edilebilir ve onunla o meratib-i münkeþife-i meþhude veya mutasavvire ilân edilebilir. Hacdan sonra þu manayý, ulvî ve küllî muhtelif derecelerde bayram namazýnda, yaðmur namazýnda, husuf küsuf namazýnda, cemaatle kýlýnan namazda bulunur. Ýþte þeair-i Ýslâmiyenin velev sünnet kabilinden dahi olsa ehemmiyeti þu sýrdandýr. Küçük Bir Zeyl Kadîr-i Alîm ve Sâni'-i Hakîm, kanuniyet þeklindeki âdâtýnýn gösterdiði nizam ve intizamla, kudretini ve hikmetini ve hiçbir tesadüf iþine karýþmadýðýný izhar ettiði gibi; þüzuzat-ý kanuniye ile, âdetinin hârikalarýyla, tegayyürat-ý suriye ile, teþahhusatýn ihtilafatýyla, zuhur ve nüzul zamanýnýn tebeddülüyle meþietini, iradetini, fâil-i muhtar olduðunu ve ihtiyarýný ve hiçbir kayýd altýnda olmadýðýný izhar edip yeknesak perdesini yýrtarak ve herþey, her anda, her þe'nde, her þeyinde ona muhtaç ve rububiyetine münkad olduðunu i'lam etmekle gafleti daðýtýp, ins ve cinnin nazarlarýný esbabdan Müsebbib-ül Esbab'a çevirir. Kur'anýn beyanatý þu esasa bakýyor. Meselâ: Ekser yerlerde bir kýsým meyvedar aðaçlar bir sene meyve verir, yani rahmet hazinesinden ellerine verilir, o da verir. Öbür sene, bütün esbab-ý zahiriye hazýrken meyveyi alýp vermiyor. Hem meselâ: Sair umûr-u lâzýmeye muhalif olarak yaðmurun evkat-ý nüzulü o kadar mütehavvildir ki, mugayyebat-ý hamsede dâhil olmuþtur. Çünki vücudda en mühim mevki, hayat ve rahmetindir. Yaðmur ise, menþe-i hayat ve mahz-ý rahmet olduðu için elbette o âb-ý hayat, o mâ-i rahmet, gaflet veren ve hicab olan yeknesak kaidesine girmeyecek, belki doðrudan doðruya Cenab-ý Mün'im-i Muhyî ve Rahman ve Rahîm olan Zât-ý Zülcelal perdesiz, elinde tutacak; tâ her vakit dua ve þükür kapýlarýný açýk býrakacak. Hem meselâ: Rýzýk vermek ve muayyen bir sîma vermek, birer ihsan-ý mahsus eseri gibi ummadýðý tarzda olmasý; ne kadar güzel bir surette meþiet ve ihtiyar-ý Rabbaniyeyi gösteriyor. Daha tasrif-i hava ve teshir-i sehab gibi þuunat-ý Ýlahiyeyi bunlara kýyas et... * * * Link zu diesem Kommentar Auf anderen Seiten teilen Mehr Optionen zum Teilen...
Empfohlene Beiträge