el-dumano Geschrieben 13. September 2006 Teilen Geschrieben 13. September 2006 8.Söz "Allah Teâlâ ki, Ondan baska hicbir ilâh yoktur. Hayy Odur (Hayatý ezeli ve ebedi olan ve bütün verlýklara hayat veren Odur). Kayyum Odur (Bizzat kâim olan Odur. Varligi sonsuza kadar devam eder, bütün varlýklar Onunla ayakta durur ve varliklari Onunla devam eder)." Bakara Süresi, 2:255 "Süphesiz ki Allah katýnda makbul olan din Islâm dinidir." Al-i Imran Süresi, 3:19 Þu dünya ve dünya içindeki ruh-u insanî ve insanda dinin mahiyet ve kýymetlerini ve eðer din-i hak olmazsa, dünya bir zindan olmasý ve dinsiz insan, en bedbaht mahluk olduðunu ve þu âlemin týlsýmýný açan, ruh-u beþerîyi zulümattan kurtaran Ya Allah ve La ilahe illallah olduðunu anlamak istersen; þu temsilî hikâyeciðe bak, dinle: Eski zamanda iki kardeþ, uzun bir seyahate beraber gidiyorlar. Gitgide tâ yol ikileþti. O iki yol baþýnda ciddî bir adamý gördüler. Ondan sordular: "Hangi yol iyidir?" O dahi onlara dedi ki: Sað yolda kanun ve nizama tebaiyet mecburiyeti vardýr. Fakat o külfet içinde bir emniyet ve saadet vardýr. Sol yolda ise, serbestiyet ve hürriyet vardýr. Fakat o serbestiyet içinde bir tehlike ve þekavet vardýr. Þimdi intihabdaki ihtiyar sizdedir. Bunu dinledikten sonra güzel huylu kardeþ sað yola "Tevekkeltü alallah" deyip gitti ve nizam ve intizama tebaiyeti kabul etti. Ahlâksýz ve serseri olan diðer kardeþ, sýrf serbestlik için sol yolu tercih etti. Zahiren hafif, manen aðýr vaziyette giden bu adamý hayalen takib ediyoruz: Ýþte bu adam, dereden tepeden aþýp, git gide tâ hâlî bir sahraya girdi. Birden müdhiþ bir sadâ iþitti. Baktý ki: Dehþetli bir arslan, meþelikten çýkýp ona hücum ediyor. O da kaçtý. Tâ altmýþ arþýn derinliðinde susuz bir kuyuya rastgeldi. Korkusundan kendini içine attý. Yarýsýna kadar düþüp, elleri bir aðaca rastgeldi, yapýþtý. Kuyunun duvarýnda göðermiþ olan o aðacýn iki kökü var. Ýki fare, biri beyaz biri siyah, o iki köke musallat olup kesiyorlar. Yukarýya baktý gördü ki: Arslan, nöbetçi gibi kuyunun baþýnda bekliyor. Aþaðýya baktý gördü ki: Dehþetli bir ejderha, içindedir. Baþýný kaldýrmýþ, otuz arþýn yukarýdaki ayaðýna takarrüb etmiþ. Aðzý kuyu aðzý gibi geniþtir. Kuyunun duvarýna baktý gördü ki: Isýrýcý muzýr haþerat, etrafýný sarmýþlar. Aðacýn baþýna baktý gördü ki: Bir incir aðacýdýr. Fakat hârika olarak muhtelif çok aðaçlarýn meyveleri, cevizden nara kadar baþýnda yemiþleri var. Ýþte þu adam, sû'-i fehminden, akýlsýzlýðýndan anlamýyor ki, bu âdi bir iþ deðildir. Bu iþler tesadüfî olamaz. Bu acib iþler içinde garib esrar var. Ve pek büyük bir iþleyici var olduðunu intikal etmedi. Þimdi bunun kalbi ve ruh ve aklý, þu elîm vaziyetten gizli feryad u fîgân ettikleri halde; nefs-i emmaresi, güya bir þey yokmuþ gibi tecahül edip, ruh ve kalbin aðlamasýndan kulaðýný kapayýp, kendi kendini aldatarak, bir bahçede bulunuyor gibi o aðacýn meyvelerini yemeðe baþladý. Halbuki o meyvelerin bir kýsmý zehirli ve muzýr idi. Bir hadîs-i kudsîde Cenab-ý Hak buyurmuþ: Yani "Kulum beni nasýl tanýrsa, onunla öyle muamele ederim." Ýþte bu bedbaht adam, sû'-i zan ile ve akýlsýzlýðý ile, gördüðünü âdi ve ayn-ý hakikat telakki etti ve öyle de muamele gördü ve görüyor ve görecek! Ne ölüyor ki kurtulsun, ne de yaþýyor, böylece azab çekiyor. Biz de þu meþ'umu, bu azabda býrakýp döneceðiz. Tâ, öteki kardeþin halini anlayacaðýz. Ýþte þu mübarek akýllý zât gidiyor. Fakat biraderi gibi sýkýntý çekmiyor. Çünki güzel ahlâklý olduðundan güzel þeyleri düþünür, güzel hülyalar eder. Kendi kendine ünsiyet eder. Hem biraderi gibi zahmet ve meþakkat çekmiyor. Çünki nizamý bilir, tebaiyet eder, teshilat görür. Asayiþ ve emniyet içinde serbest gidiyor. Ýþte bir bahçeye rastgeldi. Ýçinde hem güzel çiçek ve meyveler var. Hem bakýlmadýðý için murdar þeyler de bulunuyor. Kardeþi dahi böyle birisine girmiþti. Fakat murdar þeylere dikkat edip meþgul olmuþ, midesini bulandýrmýþ. Hiç istirahat etmeden çýkýp gitmiþti. Bu zât ise, "Her þeyin iyisine bak" kaidesiyle amel edip murdar þeylere hiç bakmadý. Ýyi þeylerden iyi istifade etti. Güzelce istirahat ederek çýkýp gidiyor. Sonra gitgide bu dahi evvelki biraderi gibi bir sahra-i azîmeye girdi. Birden hücum eden bir arslanýn sesini iþitti. Korktu, fakat biraderi kadar korkmadý. Çünki hüsn-ü zannýyla ve güzel fikriyle; "Þu sahranýn bir hâkimi var. Ve bu arslan, o hâkimin taht-ý emrinde bir hizmetkâr olmasý ihtimali var" diye düþünüp teselli buldu. Fakat yine kaçtý. Tâ altmýþ arþýn derinliðinde bir susuz kuyuya rastgeldi, kendini içine attý. Biraderi gibi ortasýnda bir aðaca eli yapýþtý; havada muallak kaldý. Baktý iki hayvan, o aðacýn iki kökünü kesiyorlar. Yukarýya baktý arslan, aþaðýya baktý bir ejderha gördü. Ayný kardeþi gibi bir acib vaziyet gördü. Bu dahi tedehhüþ etti. Fakat kardeþinin dehþetinden bin derece hafif. Çünki güzel ahlâký, ona güzel fikir vermiþ ve güzel fikir ise, ona her þeyin güzel cihetini gösteriyor. Ýþte bu sebebden þöyle düþündü ki: Bu acib iþler, birbiriyle alâkadardýr. Hem bir emir ile hareket ederler gibi görünüyor. Öyle ise, bu iþlerde bir týlsým vardýr. Evet bunlar, bir gizli hâkimin emriyle dönerler. Öyle ise ben yalnýz deðilim, o gizli hâkim bana bakýyor; beni tecrübe ediyor, bir maksad için beni bir yere sevkedip davet ediyor. Þu tatlý korku ve güzel fikirden bir merak neþ'et eder ki: Acaba beni tecrübe edip kendini bana tanýttýrmak isteyen ve bu acib yol ile bir maksada sevkeden kimdir? Sonra, tanýmak merakýndan týlsým sahibinin muhabbeti neþ'et etti ve þu muhabbetten, týlsýmý açmak arzusu neþ'et etti ve o arzudan, týlsým sahibini razý edecek ve hoþuna gidecek bir güzel vaziyet almak iradesi neþ'et etti. Sonra aðacýn baþýna baktý, gördü ki, incir aðacýdýr. Fakat baþýnda, binlerle aðacýn meyveleri vardýr. O vakit bütün bütün korkusu gitti. Çünki kat'î anladý ki bu incir aðacý, bir listedir, bir fihristedir, bir sergidir. O mahfî hâkim, bað ve bostanýndaki meyvelerin nümunelerini, bir týlsým ve bir mu'cize ile o aðaca takmýþ ve kendi misafirlerine ihzar ettiði et'imeye birer iþaret suretinde o aðacý tezyin etmiþ olmalý. Yoksa bir tek aðaç, binler aðaçlarýn meyvelerini vermez. Sonra niyaza baþladý. Tâ, týlsýmýn anahtarý ona ilham oldu. Baðýrdý ki: "Ey bu yerlerin hâkimi! Senin bahtýna düþtüm. Sana dehalet ediyorum ve sana hizmetkârým ve senin rýzaný istiyorum ve seni arýyorum." Ve bu niyazdan sonra, birden kuyunun duvarý yarýlýp, þahane, nezih ve güzel bir bahçeye bir kapý açýldý. Belki ejderha aðzý, o kapýya inkýlab etti ve arslan ve ejderha, iki hizmetkâr suretini giydiler ve onu içeriye davet ediyorlar. Hattâ o arslan, kendisine müsahhar bir at þekline girdi. Ýþte ey tenbel nefsim! Ve ey hayalî arkadaþým! Geliniz! Bu iki kardeþin vaziyetlerini müvazene edelim. Tâ, iyilik nasýl iyilik getirir ve fenalýk, nasýl fenalýk getirir; görelim, bilelim. Bakýnýz, sol yolun bedbaht yolcusu, her vakit ejderhanýn aðzýna girmeye muntazýrdýr; titriyor ve þu bahtiyar ise, meyvedar ve revnekdar bir bahçeye davet edilir. Hem o bedbaht, elîm bir dehþette ve azîm bir korku içinde kalbi parçalanýyor ve þu bahtiyar ise lezîz bir ibret, tatlý bir havf, mahbub bir marifet içinde garib þeyleri seyir ve temaþa ediyor. Hem o bedbaht, vahþet ve me'yusiyet ve kimsesizlik içinde azab çekiyor. Ve þu bahtiyar ise, ünsiyet ve ümid ve iþtiyak içinde telezzüz ediyor. Hem o bedbaht, kendini vahþi canavarlarýn hücumuna maruz bir mahpus hükmünde görüyor ve þu bahtiyar ise, bir aziz misafirdir ki, misafiri olduðu Mihmandar-ý Kerim'in acib hizmetkârlarý ile ünsiyet edip eðleniyor. Hem o bedbaht zahiren leziz, manen zehirli yemiþleri yemekle azabýný ta'cil ediyor. Zira o meyveler, nümunelerdir. Tatmaya izin var, tâ asýllarýna talib olup müþteri olsun. Yoksa, hayvan gibi yutmaya izin yoktur. Ve þu bahtiyar ise tadar, iþi anlar. Yemesini te'hir eder ve intizar ile telezzüz eder. Hem o bedbaht, kendi kendine zulmetmiþ. Gündüz gibi güzel bir hakikatý ve parlak bir vaziyeti, basiretsizliði ile kendisine muzlim ve zulümatlý bir evham, bir cehennem þekline getirmiþ. Ne þefkate müstehaktýr ve ne de kimseden þekvaya hakký vardýr. Meselâ: Bir adam, güzel bir bahçede, ahbablarýnýn ortasýnda, yaz mevsiminde hoþ bir ziyafetteki keyfe kanaat etmeyip kendini pis müskirlerle sarhoþ edip; kendisini kýþ ortasýnda, canavarlar içinde aç, çýplak tahayyül edip baðýrmaya ve aðlamaya baþlasa, nasýl þefkate lâyýk deðil, kendi kendine zulmediyor. Dostlarýný canavar görüp, tahkir ediyor. Ýþte bu bedbaht dahi öyledir ve þu bahtiyar ise, hakikatý görür. Hakikat ise güzeldir. Hakikatýn hüsnünü derk etmekle, hakikat sahibinin kemaline hürmet eder. Rahmetine müstehak olur. Ýþte "Fenalýðý kendinden, iyiliði Allah'tan bil" olan hükm-ü Kur'anînin sýrrý zahir oluyor. Daha bunlar gibi sair farklarý müvazene etsen anlayacaksýn ki: Evvelkisinin nefs-i emmaresi, ona bir manevî cehennem ihzar etmiþ. Ve ötekisinin hüsn-ü niyeti ve hüsn-ü zanný ve hüsn-ü hasleti ve hüsn-ü fikri, onu büyük bir ihsan ve saadete ve parlak bir fazilete ve feyze mazhar etmiþ. Ey nefsim ve ey nefsimle beraber bu hikâyeyi dinleyen adam! Eðer bedbaht kardeþ olmak istemezsen ve bahtiyar kardeþ olmak istersen, Kur'an'ý dinle ve hükmüne muti ol ve ona yapýþ ve ahkâmýyla amel et. Þu hikâye-i temsiliyede olan hakikatlarý eðer fehmettin ise; hakikat-ý dini ve dünyayý ve insaný ve imaný ona tatbik edebilirsin. Mühimlerini ben söyleyeceðim. Ýncelerini sen kendin istihrac et. Ýþte bak! O iki kardeþ ise, biri ruh-u mü'min ve kalb-i sâlihtir. Diðeri, ruh-u kâfir ve kalb-i fâsýktýr ve o iki tarîkten sað ise, tarîk-i Kur'an ve iman'dýr. Sol ise, tarîk-ý isyan ve küfrandýr. Ve o yoldaki bahçe ise, cem'iyet-i beþeriye ve medeniyet-i insaniye içinde muvakkat hayat-ý içtimaiyedir ki; hayýr ve þer, iyi ve fena, temiz ve pis þeyler beraber bulunur. Âkýl odur ki: "Huz ma safâ, da' ma keder" kaidesiyle amel eder, selâmet-i kalb ile gider. Ve o sahra ise, þu arz ve dünyadýr ve o arslan ise, ölüm ve eceldir ve o kuyu ise, beden-i insan ve zaman-ý hayattýr ve o altmýþ arþýn derinlik ise, ömr-ü vasatî ve ömr-ü galibî olan altmýþ seneye iþarettir ve o aðaç ise, müddet-i ömür ve madde-i hayattýr. Ve o siyah ve beyaz iki hayvan ise, gece ve gündüzdür ve o ejderha ise, aðzý kabir olan tarîk-ý berzahiye ve revak-ý uhrevîdir. Fakat o aðýz, mü'min için, zindandan bir bahçeye açýlan bir kapýdýr ve o haþerat-ý muzýrra ise, musibat-ý dünyeviyedir. Fakat mü'min için, gaflet uykusuna dalmamak için tatlý ikazat-ý Ýlahiye ve iltifatat-ý Rahmaniye hükmündedir ve o aðaçtaki yemiþler ise, dünyevî nimetlerdir ki; Cenab-ý Kerim-i Mutlak, onlarý âhiret nimetlerine bir liste, hem ihtar edici, hem müþabihleri, hem Cennet meyvelerine müþterileri davet eden nümuneler suretinde yapmýþ. Ve o aðacýn birliðiyle beraber muhtelif baþka baþka meyveler vermesi ise, kudret-i Samedaniyenin sikkesine ve rububiyet-i Ýlahiyenin hâtemine ve saltanat-ý uluhiyetin turrasýna iþarettir. Çünki "Bir tek þeyden her þeyi yapmak" yani bir topraktan bütün nebatat ve meyveleri yapmak; hem bir sudan bütün hayvanatý halketmek; hem basit bir yemekten bütün cihazat-ý hayvaniyeyi icad etmek; bununla beraber "Her þeyi bir tek þey yapmak" yani zîhayatýn yediði gayet muhtelif-ül cins taamlardan o zîhayata bir lahm-ý mahsus yapmak, bir cild-i basit dokumak gibi san'atlar; Zât-ý Ehad-i Samed olan Sultan-ý Ezel ve Ebed'in sikke-i hâssasýdýr, hâtem-i mahsusudur, taklid edilmez bir turrasýdýr. Evet, bir þeyi her þey ve her þeyi bir þey yapmak; her þeyin Hâlýkýna has ve Kadîr-i Küll-i Þey'e mahsus bir niþandýr, bir âyettir. Ve o týlsým ise, sýrr-ý iman ile açýlan sýrr-ý hikmet-i hilkattir ve o miftah ise, "Allah Teâlâ ki, Ondan baska hicbir ilâh yoktur. Hayy Odur (Hayatý ezeli ve ebedi olan ve bütün verlýklara hayat veren Odur). Kayyum Odur (Bizzat kâim olan Odur. Varligi sonsuza kadar devam eder, bütün varlýklar Onunla ayakta durur ve varliklari Onunla devam eder)." Bakara Süresi, 2:255 dur. Ve o ejderha aðzý bahçe kapýsýna inkýlab etmesi ise, iþarettir ki: Kabir ehl-i dalalet ve tuðyan için vahþet ve nisyan içinde zindan gibi sýkýntýlý ve bir ejderha batný gibi dar bir mezara açýlan bir kapý olduðu halde, ehl-i Kur'an ve iman için zindan-ý dünyadan bostan-ý bekaya ve meydan-ý imtihandan ravza-i Cinâna ve zahmet-i hayattan rahmet-i Rahman'a açýlan bir kapýdýr ve o vahþi arslanýn dahi munis bir hizmetkâra dönmesi ve müsahhar bir at olmasý ise, iþarettir ki: Mevt, ehl-i dalalet için bütün mahbubatýndan elîm bir firak-ý ebedîdir. Hem kendi cennet-i kâzibe-i dünyeviyesinden ihraç ve vahþet ve yalnýzlýk içinde zindan-ý mezara idhal ve hapis olduðu halde, ehl-i hidayet ve ehl-i Kur'an için, öteki âleme gitmiþ eski dost ve ahbablarýna kavuþmaya vesiledir. Hem hakikî vatanlarýna ve ebedî makam-ý saadetlerine girmeye vasýtadýr. Hem zindan-ý dünyadan bostan-ý Cinâna bir davettir. Hem Rahman-ý Rahîm'in fazlýndan kendi hizmetine mukabil ahz-ý ücret etmeye bir nöbettir. Hem vazife-i hayat külfetinden bir terhistir. Hem ubudiyet ve imtihanýn talim ve talimatýndan bir paydostur. Elhasýl: Her kim hayat-ý fâniyeyi esas maksad yapsa, zahiren bir Cennet içinde olsa da manen cehennemdedir ve her kim hayat-ý bâkiyeye ciddî müteveccih ise, saadet-i dâreyne mazhardýr. Dünyasý ne kadar fena ve sýkýntýlý olsa da; Dünyasýný, Cennet'in intizar salonu hükmünde gördüðü için hoþ görür, tahammül eder, sabýr içinde þükreder... "Allahým, bizi saadet, selâmet, Kur'ân ve iman ehlinden eyle Amin. Allahým, Efendimiz Muhammed'e ve âline ve ashâbýna, Kur'ân'ýn ilk indiði günden kýyametin kopmasina kadar onu okuyan herbir okuyucunun okudugu herbir kelimenin hava dalgalarýnýn aynalarýnda Rahmân'ýn izniyle yansýyan bütün kelimelerinin bütün harfleri sayýsýnca salât ve selâm et. Ve bunlar adedince, bize, anne ve babamýza, erkek ve kadýn bütün mü'minlere rahmetinle merhamet et, ey merhamet edenlerin en merhametlisi. Amin. Alemlerin Rabbi olan Allah'a hamd olsun. Link zu diesem Kommentar Auf anderen Seiten teilen Mehr Optionen zum Teilen...
Empfohlene Beiträge