Webmaster Geschrieben 24. Februar 2010 Teilen Geschrieben 24. Februar 2010 Alemlere rahmet olarak gönderilen Peygamberimiz Hz.Muhammed Mustafa (S.A.V.) Efendimizin dünyaya tesrif ettigi bu mübarek gece, rahmetin billur billur yayildigi müstesna zaman dilimlerinden birisidir. Bu müstesna zaman dilimi olan Mevlid kandilinizi kutlar, Islam alemi icin hayirlara vesile olmasini dileriz. Kandiliniz mübarek olsun... Allah´a emanet olunuz. ---------- Aziz, sýddýk kardeþlerim! Evvelâ: Mevlid-i Þerifinizi ruh u canýmýzla tebrik ediyoruz ve muvaffakýyetinizi ve Nurlarýn fevkalâde tesirli intiþarlarýný sizlere müjde ediyoruz ve Nurcularý tebrik ediyoruz. (Emirdað lahikasý) PEYGAMBERÝMÝZ’ÝN (ASM) VELÂDETÝ HENGAMINDA VUKUA GELEN BÂZI HARÝKA HADÝSELER. Birincisi: Veladet-i Nebevî gecesinde hem annesi, hem annesinin yanýnda bulunan Osman Ýbn-il Âs’ýn annesi, hem Abdurrahman Ýbn-i Avf’ýn annesinin gördükleri azîm bir nurdur ki; üçü de demiþler: “Veladeti ânýnda biz öyle bir nur gördük ki; o nur, maþrýk ve maðribi bize aydýnlattýrdý.” Ýkincisi: O gece Kâ’be’deki sanemlerin çoðu baþý aþaðý düþmüþ. Üçüncüsü: Meþhur Kisra’nýn eyvaný (yani saray-ý meþhuresi) o gece sallanýp inþikak etmesi ve ondört þerefesinin düþmesidir. Dördüncüsü: Sava’nýn takdis edilen küçük denizinin o gecede yere batmasý ve Ýstahr-Âbad’da bin senedir daima iþ’al edilen, yanan ve sönmeyen, Mecusilerin mabud ittihaz ettikleri ateþin, veladet gecesinde sönmesi. Ýþte þu üç-dört hâdise iþarettir ki: O yeni dünyaya gelen zât; ateþperestliði kaldýracak, Fars saltanatýnýn sarayýný parçalayacak, izn-i Ýlahî ile olmayan þeylerin takdisini men’edecektir. Beþincisi: Çendan veladet gecesinde deðil, fakat veladete pek yakýn olduðu cihetle, o hâdiseler de irhasat-ý Ahmediyedir ki (A.S.M.), Sure-i اَلَمْ تَرَ كَيْفَ de nass-ý kat’î ile beyan edilen “Vak’a-i Fil”dir ki; Kâ’be’yi tahrib etmek için, Ebrehe namýnda Habeþ Meliki gelip, Fil-i Mahmudî namýnda cesîm bir fili öne sürüp gelmiþ. Mekke’ye yakýn olduðu vakit fil yürümemiþ. Çare bulamamýþ, dönmüþler. Ebabil kuþlarý onlarý maðlub etmiþ ve periþan etmiþ, kaçmýþlar. Bu kýssa-i acibe, tarih kitablarýnda tafsilen meþhurdur. Ýþte þu hâdise, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’ýn delail-i nübüvvetindendir. Çünki veladete pek yakýn bir zamanda, kýblesi ve mevlidi ve sevgili vataný olan Kâ’be-i Mükerreme, gaybî ve hârika bir surette Ebrehe’nin tahribinden kurtulmuþtur. Altýncýsý: Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm küçüklüðünde Halîme-i Sa’diye’nin yanýnda iken, Halîme ve Halîme’nin zevcinin þehadetleriyle; güneþten rahatsýz olmamak için, çok defa üstünde bir bulut parçasýnýn ona gölge ettiðini görmüþler ve halka söylemiþler ve o vakýa sýhhatle þöhret bulmuþ. Hem Þam tarafýna oniki yaþýnda iken gittiði vakit, Buheyra-yý Rahib’in þehadetiyle, bir parça bulut, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’ýn baþýna gölge ettiðini görmüþ ve göstermiþ. Hem yine bi’setten evvel Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm, bir defa Hatice-i Küb-ra’nýn Meysere ismindeki hizmetkârýyla ticaretten geldiði zaman, Hatice-i Kübra, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’ýn baþýnda iki meleðin bulut tarzýnda gölge ettiklerini görmüþ. Kendi hizmetkârý olan Meysere’ye demiþ. Meysere dahi Hatice-i Kübra’ya demiþ: “Bütün seferimizde ben öyle görüyordum.” Yedincisi: Nakl-i sahih ile sabittir ki: Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm, bi’setten evvel bir aðacýn altýnda oturdu; o yer kuru idi, birden yeþillendi. Aðacýn dallarý, onun baþý üzerine eðilip kývrýlarak gölge yapmýþtýr. Sekizincisi: Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm ufak iken, Ebu Talib’in evinde kalýyordu. Ebu Talib, çoluk ve çocuðu ile onunla beraber yerlerse, karýnlarý doyardý. Ne vakit o zât yemekte bulunmazsa, tok olmuyorlardý. Þu hâdise hem meþhurdur, hem kat’îdir. Hem Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’ýn küçüklüðünde ona bakan ve hizmet eden Ümm-ü Eymen demiþ: “Hiçbir vakit Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm açlýk ve susuz-luktan þikayet etmedi, ne küçüklüðünde ve ne de büyüklüðünde.” Dokuzuncusu: Murdiasý olan Halîme-i Sa’diye’nin malýnda ve keçilerinin sütünde, kabîlesinin hilafýna olarak çok bereketi ve ziyade olmasýdýr. Bu vakýa hem meþhurdur, hem kat’îdir. Hem sinek onu taciz etmezdi, onun cesed-i mübarekine ve libasýna konmazdý. Nasýlki evlâdýndan olan Seyyid Abdülkadir-i Geylanî (K.S.) dahi, ceddinden o hali irsiyet almýþtý; si-nek ona da konmazdý. Onuncusu: Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm dünyaya geldikten sonra, bahusus veladet gecesinde, yýldýzlarýn düþmesinin çoðalmasýdýr ki; þu hâdise Onbeþinci Söz’de kat’-iyyen bürhanlarýyla isbat ettiðimiz üzere; þu yýldýzlarýn sukutu, þeyatîn ve cinlerin gaybî haberlerden kesilmesine alâmet ve iþarettir. Ýþte madem Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Ves-selâm vahiy ile dünyaya çýktý; elbette yarým yamalak ve yalanlar ile karýþýk, kâhinlerin ve gaibden haber verenlerin ve cinlerin ihbaratýna sed çekmek lâzýmdýr ki, vahye bir þübhe îras etmesinler ve vahye benzemesin. Evet bi’setten evvel kâhinlik çoktu. Kur’an nâzil olduktan sonra onlara hâtime çekti. Hattâ çok kâhinler imana geldiler. Çünki daha cinler taifesinden olan muhbirlerini bulamadýlar. Demek Kur’an hâtime çekmiþti. Ýþte eski zaman kâhinleri gibi, þimdi de medyumlar suretinde yine bir nevi kâhinlik Avrupa’da ispirtizmacýlarýn içlerinde baþ göstermiþ. Her ne ise… (Mektubat) PEYGAMBERÝMÝZÝN BEÞERÝN FEVKÝNDEKÝ HARÝKULADE KEMALATI Reþhalar بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمنِ الرَّحِيمِ TENBÝH Hâlýk-ý Âlem’i bize tarif ve ilân eden deliller ve bürhanlar, lâyüadd ve lâyuhsadýr. O delillerin en büyükleri üçtür: Birincisi: Bazý âyetlerini gördüðün, iþittiðin þu “kitab-ý kebir-i kâinat”týr. Ýkincisi: Bu kitabýn âyet-ül kübrasý ve divan-ý nübüvvetin hâtemi ve künuz-u mahfiyenin miftahý olan Hazret-i Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm’dýr. Üçüncüsü: Kitab-ý âlemin tefsiri ve mahlukata karþý Allah’ýn hücceti olan Kur’an’dýr. Þimdi, birkaç reþha zýmnýnda ikinci bürhaný tariften sonra sözlerini dinleyeceðiz. Arkadaþ! Hâlýkýmýzý tarif eden, pek büyük bir þahsiyet-i maneviyeye mâlik, bürhan-ý nâtýk dediðimiz “Hazret-i Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm kimdir?” diye yapýlan suale cevaben deriz ki: Hazret-i Muhammed (A.S.M.) öyle bir zâttýr ki; azamet-i maneviyesinden dolayý sath-ý arz, o zâtýn Mescid-i Aksa’sýdýr. Mekke-i Mükerreme onun mihrabý, Medine-i Münevvere onun minber-i fazl-ý kemalidir. Cemaat-ý mü’minîne en son ve en âlî imam ve nev’-i beþerin hatib-i þehîridir; saadet düsturlarýný beyan ediyor. Ve bütün enbiyanýn reisidir; onlarý tezkiye ve tasdik ediyor. Çünki dini bütün dinlerin esasatýna câmi’dir. Ve bütün evliyanýn baþýdýr. Þems-i risaletiyle onlarý terbiye ve tenvir ediyor. O zât (A.S.M.) öyle bir kutub ve nokta-i merkeziyedir ki, onun halka-i zikrinde bulunan bütün enbiya u ahyar, ebrar u sadýkîn onun kelimesine müttefik ve kelâm-ý nutkuyla nâtýktýrlar. Ve öyle bir þecere-i nuraniyedir ki, damar ve kökleri, enbiyanýn esasat-ý semaviyesidir. Dal ve budaklarý, evliyanýn maarif-i ilhamiyesidir. Bu itibarla, herhangi bir davayý iddia etmiþ ise, bütün enbiya mu’cizelerine istinaden ve bütün evliya kerametlerine müsteniden ona þehadet etmiþlerdir. Evet bütün davalarýnýn tasdiklerini iþ’ar eden, bütün kâmillerin hâtem ve mühürleri vardýr. Ezcümle: O zâtýn (A.S.M.) davalarýndan biri “Tevhid”dir. Bu davayý tasrih ve ifade eden لاَ اِلهَ اِلاَّ اللّهُ kelime-i mübarekesidir. O zâtýn halka-i din ve zikrine giren bütün geçmiþ ve gelecek insanlar o kelime-i mukaddeseyi rükn-ü iman ve vird-i zeban etmiþlerdir. Demek, o davanýn hak ve hakikat olduðuna kanaat ve itminan ve iz’anlarý hasýl olmuþ ki, zaman ve mekâna þamil bir tarzda, o kelime-i mübareke, meþrebleri, meslekleri, an’aneleri mütehalif, mütebayin insanlarýn aðýzlarýnda Mevlevîler gibi semavî deveran ve cevelan ediyor. Binaenaleyh gayr-ý mütenahî þahidlerin tasdikiyle hak ve hakkaniyeti tahakkuk eden bir davaya, hiç bir vehmin haddi deðildir ki, ona dest-i itirazý uzatabilsin! (mesnevi-i Nuriye) þu kâinatýn Hâlýký, her nev’de bir ferd-i mümtaz ve mükemmel ve câmi’ halkedip, o nev’in medar-ý fahri ve kemali yapar. Elbette esmasýndaki ism-i a’zam tecellisiyle, bütün kâinata nisbeten mümtaz ve mükemmel bir ferdi halkedecek. Esmasýnda bir ism-i a’zam olduðu gibi, masnuatýnda da bir ferd-i ekmel bulunacak ve kâinata münteþir kemalâtý o ferdde cem’edip, kendine medar-ý nazar edecek. O ferd her halde zîhayattan olacaktýr. Çünki enva’-ý kâinatýn en mükemmeli zîhayattýr. Ve her halde zîhayat içinde o ferd, zîþuurdan olacaktýr. Çünki zîhayatýn enva’ý içinde en mükemmeli zîþuurdur. Ve her halde o ferd-i ferîd, insandan olacaktýr. Çünki zîþuur içinde hadsiz terakkiyata müstaid, insandýr. Ve insanlar içinde her halde o ferd Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm olacaktýr. Çünki zaman-ý Âdem’den þimdiye kadar hiç bir tarih, onun gibi bir ferdi gösteremiyor ve gösteremez. Zira o zât Küre-i Arz’ýn yarýsýný ve nev’-i beþerin beþten birisini, saltanat-ý maneviyesi altýna alarak, bin üçyüz elli sene kemal-i haþmetle saltanat-ý maneviyesini devam ettirip, bütün ehl-i kemale, bütün enva’-ý hakaikte bir “Üstad-ý Küll” hükmüne geçmiþ. Dost ve düþmanýn ittifakýyla, ahlâk-ý hasenenin en yüksek derecesine sahib olmuþ. Bidayet-i emrinde, tek baþýyla bütün dünyaya meydan okumuþ. Her dakikada yüz milyondan ziyade insanlarýn vird-i zebaný olan Kur’an-ý Mu’ciz-ül Beyan’ý göstermiþ bir zât, elbette o ferd-i mümtazdýr, ondan baþkasý olamaz. Bu âlemin hem çekirdeði, hem meyvesi odur. عَلَيْهِ وَعَلَى آلِهِ وَصَحْبِهِ اَلصَّلاَةُ وَالسَّلاَمُ بِعَدَدِ اَنْوَاعِ الْكَائِنَاتِ وَ مَوْجُودَاتِهَا Ýþte böyle bir zâtýn mevlid ve mi’racýný dinlemek, yani terakkiyatýnýn mebde’ ve müntehasýný iþitmek, yani tarihçe-i hayat-ý maneviyesini bilmek, o zâtý kendine reis ve seyyid ve imam ve þefi’ telakki eden mü’minlere; ne kadar zevkli, fahrli, nurlu, neþ’eli, hayýrlý bir müsamere-i ulviye-i diniye olduðunu anla… (mektubat) Ondokuzuncu Söz Risalet-i Ahmediye’ye Dairdir وَ مَا مَدَحْتُ مُحَمَّدًا بِمَقَالَتِى ❊ وَ لكِنْ مَدَحْتُ مَقَالَتِى بِمُحَمَّدٍ (ع.ص.م Evet þu söz güzeldir. Fakat onu güzelleþtiren, güzellerin güzeli olan evsaf-ý Muhammediyedir. “Ondört Reþehat”ý tazammun eden Ondördüncü Lem’anýn BÝRÝNCÝ REÞHASI: Rabbimizi bize tarif eden üç büyük, küllî muarrif var. Birisi: Þu kitab-ý kâinattýr ki, bir nebze þehadetini onüç lem’a ile arabî Nur Risalesinden Onüçüncü dersten iþittik. Birisi: Þu kitab-ý kebirin âyet-i kübrasý olan Hâtem-ül Enbiya Aleyhissalâtü Vesselâm’dýr. Birisi de Kur’an-ý Azîmüþþan’dýr. Þimdi þu ikinci bürhan-ý nâtýkî olan Hâtem-ül Enbiya Aleyhissalâtü Vesselâm’ý tanýmalýyýz, dinlemeliyiz. Evet, o bürhanýn þahs-ý manevîsine bak: Sath-ý Arz bir mescid, Mekke bir mihrab, Medine bir minber… O bürhan-ý bahir olan Peygamberimiz Aleyhissalâtü Vesselâm bütün ehl-i imana imam, bütün insanlara hatib, bütün enbiyaya reis, bütün evliyaya seyyid, bütün enbiya ve evliyadan mürekkeb bir halka-i zikrin serzâkiri… Bütün enbiya hayattar kökleri, bütün evliya taravettar semereleri bir þecere-i nuraniyedir ki; herbir davasýný, mu’cizatlarýna istinad eden bütün enbiya ve kerametlerine itimad eden bütün evliya tasdik edip imza ediyorlar. Zira o, لاَ اِلهَ اِلاَّ اللّهُ der, dava eder. Bütün sað ve sol, yani mazi ve müstakbel taraflarýnda saf tutan o nuranî zâkirler, ayný kelimeyi tekrar ederek, icma’ ile manen “Sadakte ve bil-hakký natakte” derler. Hangi vehmin haddi var ki, böyle hesabsýz imzalarla teyid edilen bir müddeaya parmak karýþtýrsýn. ÝKÝNCÝ REÞHA: O nurani bürhan-ý tevhid, nasýlki iki cenahýn icma’ ve tevatürüyle teyid ediliyor. Öyle de, Tevrat ve Ýncil gibi Kütüb-ü Semaviyenin (Haþiye) yüzler iþaratý ve irhasatýn binler rumuzatý ve hâtiflerin meþhur beþaratý ve kâhinlerin mütevatir þehadatý ve þakk-ý Kamer gibi binler mu’cizatýnýn delalatý ve þeriatýn hakkaniyeti ile teyid ve tasdik ettikleri gibi, zâtýnda gayet kemaldeki ahlâk-ý hamîdesini ve vazifesinde nihayet hüsnündeki secaya-yý galiyesini ve kemal-i emniyetini ve kuvvet-i imanýný ve gayet itminanýný ve nihayet vüsukunu gösteren fevkalâde takvasý, fevkalâde ubudiyeti, fevkalâde ciddiyeti, fevkalâde metaneti; davasýnda nihayet derecede sadýk olduðunu güneþ gibi aþikâre gösteriyor. ÜÇÜNCÜ REÞHA: Eðer istersen gel Asr-ý Saadet’e, Ceziret-ül Arab’a gideriz. Hayalen olsun onu vazife baþýnda görüp ziyaret ederiz. Ýþte bak: Hüsn-ü sîret ve cemal-i suret ile mümtaz bir zâtý görüyoruz ki; elinde mu’ciznüma bir kitab, lisanýnda hakaik-aþina bir hitab, bütün benî-Âdeme, belki cin ve inse ve meleðe, belki bütün mevcudata karþý bir hutbe-i ezeliyeyi teblið ediyor. Sýrr-ý hilkat-ý âlem olan muamma-i acibanesini hall ve þerh edip ve sýrr-ý kâinat olan týlsým-ý muðlakýný fetih ve keþfederek, bütün mevcudattan sorulan, bütün ukûlü hayret içinde meþgul eden üç müþkil ve müdhiþ sual-i azîm olan “Necisin? Nereden geliyorsun? Nereye gidiyorsun?” suallerine mukni, makbul cevab verir. DÖRDÜNCÜ REÞHA: Bak! Öyle bir ziya-yý hakikat neþreder ki: Eðer onun o nurani daire-i hakikat-ý irþadýndan hariç bir surette kâinata baksan; elbette kâinatýn þeklini bir matemhane-i umumî hükmünde ve mevcudatý birbirine ecnebi, belki düþman ve camidatý dehþetli cenazeler ve bütün zevil-hayatý zeval ve firakýn sillesiyle aðlayan yetimler hükmünde görürsün. Þimdi bak: Onun neþrettiði nur ile o matemhane-i umumî, þevk u cezbe içinde bir zikirhaneye inkýlab etti. O ecnebi, düþman mevcudat, birer dost ve kardeþ þekline girdi. O camidat-ý meyyite-i samite; birer munis memur, birer müsahhar hizmetkâr vaziyetini aldý ve o aðlayýcý ve þekva edici kimsesiz yetimler, birer tesbih içinde zâkir veya vazife paydosundan þâkir suretine girdi. BEÞÝNCÝ REÞHA: Hem o nur ile; kâinattaki harekât, tenevvüat, tebeddülat, tegayyürat manasýzlýktan ve abesiyetten ve tesadüf oyuncaklýðýndan çýkýp birer mektubat-ý Rabbaniye, birer sahife-i âyât-ý tekviniye, birer meraya-yý esma-i Ýlahiye ve âlem dahi bir kitab-ý hikmet-i Samedaniye mertebesine çýktýlar. Hem insaný bütün hayvanatýn madûnuna düþüren hadsiz za’f u aczi, fakr u ihtiyacatý ve bütün hayvanlardan daha bedbaht eden, vasýta-i nakl-i hüzün ve elem ve gam olan aklý, o nur ile nurlandýðý vakit, insan bütün hayvanat, bütün mahlukat üstüne çýkar. O nurlanmýþ acz, fakr, akýl ile niyaz ile nazenin bir sultan ve fizar ile nazdar bir halife-i zemin olur. Demek o nur olmazsa kâinat da, insan da, hattâ herþey dahi hiçe iner. Evet elbette böyle bedî’ bir kâinatta, böyle bir zât lâzýmdýr. Yoksa kâinat ve eflâk olmamalýdýr. ALTINCI REÞHA: Ýþte o zât, bir saadet-i ebediyenin muhbiri, müjdecisi, bir rahmet-i bînihayenin kâþifi ve ilâncýsý ve saltanat-ý rububiyetin mehasininin dellâlý, seyircisi ve künuz-u esma-i Ýlahiyenin keþþafý, göstericisi olduðundan; böyle baksan -yani ubudiyeti cihetiyle- onu bir misal-i muhabbet, bir timsal-i rahmet, bir þeref-i insaniyet, en nurani bir semere-i þecere-i hilkat göreceksin. Þöyle baksan, -yani risaleti cihetiyle- bir bürhan-ý Hak, bir sirac-ý hakikat, bir þems-i hidayet, bir vesile-i saadet görürsün. Ýþte bak nasýl berk-i hâtýf gibi onun nuru, þarktan garbý tuttu. Ve nýsf-ý arz ve hums-u beþer, onun hediye-i hidayetini kabul edip hýrz-ý can etti. Bizim nefis ve þeytanýmýza ne oluyor ki; böyle bir zâtýn bütün davalarýnýn esasý olan “Lâ ilahe illallah”ý, bütün meratibiyle beraber kabul etmesin? YEDÝNCÝ REÞHA: Ýþte bak: Þu cezire-i vasiada vahþi ve âdetlerine mutaassýb ve inadçý muhtelif akvamý, ne çabuk âdât ve ahlâk-ý seyyie-i vahþiyanelerini def’aten kal’ u ref’ ederek bütün ahlâk-ý hasene ile techiz edip bütün âleme muallim ve medenî ümeme üstad eyledi. Bak! Deðil zahirî bir tasallut, belki akýllarý, ruhlarý, kalbleri, nefisleri fetih ve teshir ediyor. Mahbub-u kulûb, muallim-i ukûl, mürebbi-i nüfus, sultan-ý ervah oldu. SEKÝZÝNCÝ REÞHA: Bilirsin ki, sigara gibi küçük bir âdeti, küçük bir kavimde büyük bir hâkim, büyük bir himmetle ancak daimî kaldýrabilir. Halbuki bak bu zât, büyük ve çok âdetleri; hem inadçý, mutaassýb büyük kavimlerden, zahirî küçük bir kuvvetle, küçük bir himmetle, az bir zamanda ref’edip yerlerine öyle secaya-yý âliyeyi ki, dem ve damarlarýna karýþmýþ derecede sabit olarak vaz’ ve tesbit eyliyor. Bunun gibi daha pek çok hârika icraatý yapýyor. Ýþte þu Asr-ý Saadeti görmeyenlere, Ceziret-ül Arab’ý gözlerine sokuyoruz. Haydi yüzer feylesofu alsýnlar, oraya gitsinler. Yüz sene çalýþsýnlar. O zâtýn, o zamana nisbeten bir senede yaptýðýnýn yüzden birisini acaba yapabilirler mi? DOKUZUNCU REÞHA: Hem bilirsin: Küçük bir adam, küçük bir haysiyetle, küçük bir cemaatte, küçük bir mes’elede, münazaralý bir davada hicabsýz, pervasýz; küçük, fakat hacaletâver bir yalaný, düþmanlarý yanýnda hilesini hissettirmeyecek derecede teessür ve telaþ göstermeden söyleyemez. Þimdi bak bu zâta; pek büyük bir vazifede, pek büyük bir vazifedar, pek büyük bir haysiyetle, pek büyük emniyete muhtaç bir halde, pek büyük bir cemaatte, pek büyük husumet karþýsýnda, pek büyük mes’elelerde, pek büyük davada, pek büyük bir serbestiyetle, bilâ-perva, bilâ-tereddüd, bilâ-hicab, telaþsýz, samimî bir safvetle, büyük bir ciddiyetle, hasýmlarýnýn damarlarýna dokunduracak þedid, ulvî bir surette söylediði sözlerinde hiç hilaf bulunabilir mi? Hiç hile karýþmasý mümkün müdür? Kellâ! اِنْ هُوَ اِلاَّ وَحْىٌ يُوحَى Evet, hak aldatmaz, hakikatbîn aldanmaz. Hak olan mesleði hileden müstaðnidir. Hakikatbînin gözüne hayalin ne haddi var ki, hakikat görünsün aldatsýn? ONUNCU REÞHA: Ýþte bak: Ne kadar merak-âver, ne kadar cazibedar, ne kadar lüzumlu, ne kadar dehþetli hakaiký gösterir ve mesaili isbat eder. Bilirsin ki: En ziyade insaný tahrik eden meraktýr. Hattâ eðer sana denilse: “Yarý ömrünü, yarý malýný versen; Kamer’den ve Müþteri’den biri gelir, Kamer’de ve Müþteri’de ne var ne yok, ahvalini sana haber verecek. Hem doðru olarak senin istikbalini ve baþýna ne geleceðini doðru olarak haber verecek.” Merakýn varsa vereceksin. Halbuki þu zât, öyle bir Sultan’ýn ahbarýný söylüyor ki: Memleketinde Kamer bir sinek gibi bir pervane etrafýnda döner. O Arz olan o pervane ise, bir lâmba etrafýnda pervaz eder. Ve o Güneþ olan lâmba ise, o Sultan’ýn binler menzillerinden bir misafirhanesinde binler misbahlar içinde bir lâmbasýdýr. Hem öyle acaib bir âlemden hakikî olarak bahsediyor ve öyle bir inkýlabdan haber veriyor ki: Binler Küre-i Arz bomba olsa patlasalar, o kadar acib olmaz. Bak! Onun lisanýnda اِذَا الشَّمْسُ كُوِّرَتْ ❊ اِذَا السَّمَاءُ انْفَطَرَتْ ❊ اَلْقَارِعَةُ gibi sureleri iþit… Hem öyle bir istikbalden doðru olarak haber veriyor ki: Þu dünyevî istikbal, ona nisbeten bir katre serab hükmündedir. Hem öyle bir saadetten pek ciddî olarak haber veriyor ki; bütün saadet-i dünyeviye ona nisbeten bir berk-i zâilin, bir þems-i sermede nisbeti gibidir. ONBÝRÝNCÝ REÞHA: Böyle acib ve muamma-âlûd þu kâinatýn perde-i zahiriyesi altýnda elbette ve elbette böyle acaib bizi bekliyor. Böyle acaibi haber verecek, böyle hârika ve fevkalâde mu’ciznüma bir zât lâzýmdýr. Hem bu zâtýn gidiþatýndan görünüyor ki; o görmüþ ve görüyor ve gördüðünü söylüyor. Hem bizi nimetleriyle perverde eden þu Semavat ve Arzýn Ýlahý bizden ne istiyor, marziyatý nedir, pek saðlam olarak bize ders veriyor. Hem bunlar gibi daha pekçok merak-âver, lüzumlu hakaiký ders veren bu zâta karþý herþeyi býrakýp ona koþmak, onu dinlemek lâzým gelirken; ekser insanlara ne olmuþ ki saðýr olup, kör olmuþlar, belki divane olmuþlar ki; bu hakký görmüyorlar, bu hakikatý iþitmiyorlar, anlamýyorlar? ONÝKÝNCÝ REÞHA: Ýþte þu zât, þu mevcudat Hâlýkýnýn vahdaniyetinin hakkaniyeti derecesinde hak bir bürhan-ý nâtýk, bir delil-i sadýk olduðu gibi; haþrin ve saadet-i ebediyenin dahi bir bürhan-ý katý’ý, bir delil-i satý’ýdýr. Belki nasýlki o zât; hidayetiyle saadet-i ebediyenin sebeb-i husulü ve vesile-i vusulüdür. Öyle de; duasýyla, niyazýyla o saadetin sebeb-i vücudu ve vesile-i icadýdýr. Haþir mes’elesinde geçen þu sýrrý, makam münasebetiyle tekrar ederiz: Ýþte bak: O zât öyle bir salât-ý kübrada dua ediyor ki: Güya þu cezire, belki Arz, onun azametli namazýyla namaz kýlar, niyaz eder. Bak, hem öyle bir cemaat-ý uzmada niyaz ediyor ki: Güya benî-Âdemin zaman-ý Âdem’den asrýmýza, kýyamete kadar bütün nuranî kâmil insanlar, ona ittiba ile iktida edip duasýna âmîn diyorlar. Hem bak, öyle bir hacet-i âmme için dua ediyor ki: Deðil ehl-i arz, belki ehl-i semavat, belki bütün mevcudat, niyazýna “Evet yâ Rabbena ver, biz dahi istiyoruz” deyip iþtirak ediyorlar. Hem öyle fakirane, öyle hazînane, öyle mahbubane, öyle müþtakane, öyle tazarrukârane niyaz ediyor ki; bütün kâinatý aðlattýrýyor, duasýna iþtirak ettiriyor. Bak! Hem öyle bir maksad, öyle bir gaye için dua ediyor ki: Ýnsaný ve âlemi, belki bütün mahlukatý esfel-i safilînden, sukuttan, kýymetsizlikten, faydasýzlýktan a’lâ-yý illiyyîne, yani kýymete, bekaya, ulvî vazifeye çýkarýyor. Bak! Hem öyle yüksek bir fizar-ý istimdadkârane ve öyle tatlý bir niyaz-ý istirhamkârane ile istiyor, yalvarýyor ki: Güya bütün mevcudata ve semavata ve arþa iþittirip, vecde getirip duasýna “Âmîn Allahümme âmîn” dedirtiyor. Bak! Hem öyle Semi’, Kerim bir Kadîr’den, öyle Basîr, Rahîm bir Alîm’den hacetini istiyor ki: Bilmüþahede en hafî bir zîhayatýn en hafî bir hacetini, bir niyazýný görür, iþitir, kabul eder, merhamet eder. Çünki istediðini, -velev lisan-ý hal ile olsun- verir. Ve öyle bir suret-i hakîmane, basîrane, rahîmanede verir ki, þübhe býrakmaz bu terbiye ve tedbir öyle bir Semi’ ve Basîr ve öyle bir Kerim ve Rahîm’e hastýr. ONÜÇÜNCÜ REÞHA: Acaba bütün efazýl-ý beni-Âdemi arkasýna alýp, Arz üstünde durup, Arþ-ý A’zama müteveccihen el kaldýrýp dua eden þu þeref-i nev’-i insan ve ferîd-i kevn ü zaman ve bihakkýn fahr-i kâinat ne istiyor? Bak dinle: Saadet-i ebediye istiyor, beka istiyor, lika istiyor, Cennet istiyor. Hem meraya-yý mevcudatta ahkâmýný ve cemallerini gösteren bütün esma-i kudsiye-i Ýlahiye ile beraber istiyor. Hattâ eðer rahmet, inayet, hikmet, adalet gibi hesabsýz o matlubun esbab-ý mûcibesi olmasa idi; þu zâtýn tek duasý, baharýmýzýn icadý kadar kudretine hafif gelen þu Cennet’in binasýna sebebiyet verecekti. Evet nasýlki onun risaleti þu dâr-ý imtihanýn açýlmasýna sebebiyet verdi. Öyle de, onun ubudiyeti dahi öteki dârýn açýlmasýna sebebdir. Acaba ehl-i akýl ve tahkika لَيْسَ فِى اْلاِمْكَانِ اَبْدَعُ مِمَّا كَانَ dediren þu meþhud intizam-ý faik, þu rahmet içinde kusursuz hüsn-ü san’at ve misilsiz cemal-i rububiyet; hiç böyle bir çirkinliði, böyle bir merhametsizliði, böyle bir intizamsýzlýðý kabul eder mi ki: En cüz’î, en ehemmiyetsiz arzularý, sesleri ehemmiyetle iþitip îfa etsin… En ehemmiyetli, en lüzumlu arzularý ehemmiyetsiz görüp iþitmesin, anlamasýn, yapmasýn? Hâþâ ve kellâ!. Yüzbin defa hâþâ! Böyle bir cemal, böyle bir çirkinliði kabul etmez, çirkin olmaz. Yahu ey hayalî arkadaþým! Þimdilik kâfidir, geri gitmeliyiz. Yoksa yüz sene þu zamanda, þu cezirede kalsak, yine o zâtýn garaib-i icraatýný ve acaib-i vezaifini, yüzden birisine tamamen ihata edip temaþasýnda doyamayýz. Þimdi gel! Üstünde döneceðimiz her asra birer birer bakacaðýz. Bak nasýl her asýr, o Þems-i Hidayet’ten aldýklarý feyz ile çiçek açmýþlar! Ebu Hanife, Þafiî, Bayezid-i Bistamî, Þah-ý Geylanî, Þah-ý Nakþibend, Ýmam-ý Gazalî, Ýmam-ý Rabbanî gibi milyonlar münevver meyveler veriyor. Meþhudatýmýzýn tafsilâtýný baþka vakte ta’lik edip, o mu’ciznüma ve hidayet-eda’ya bir kýsým kat’î mu’cizatýna iþaret eden bir salavat getirmeliyiz Zitieren Link zu diesem Kommentar Auf anderen Seiten teilen Mehr Optionen zum Teilen...
carpe_fortunam Geschrieben 24. Februar 2010 Teilen Geschrieben 24. Februar 2010 Alemlere rahmet olarak gönderilen Peygamberimiz Hz.Muhammed Mustafa (S.A.V.) Efendimizin dünyaya tesrif ettigi bu mübarek gece, rahmetin billur billur yayildigi müstesna zaman dilimlerinden birisidir. Bu müstesna zaman dilimi olan Mevlid kandilinizi kutlar, Islam alemi icin hayirlara vesile olmasini dileriz. Kandiliniz mübarek olsun... Allah´a emanet olunuz. amin inshaAllah. cenab-i erhamurrahimin cümlemizden razi ve o sevgililer sevgilisine layik salih ve saliha birer ümmet eylesin... elfu elfi salatin ve elfu elfi selamin aleyke ya rasulallah! elfu elfi salatin ve elfu elfi selamin aleyke ya habiballah! elfu elfi salatin ve elfu elfi selamin aleyke ya nebiyallah! elfu elfi salatin ve elfu elfi selamin aleyke ya sefiyallah!ve cok güzel bir ilahi... Rabbim seni yakin kildi Kendine Cehennemi haram kildi ceddine Ve seni tasiyan ana rahmine Hakkin sevgilisi ya Rasulallah ya Rasulallah, ya Habiballah, ya Nebiyallah, ya Sefiyallah! Sana mahser sancagini uzatti ***** (malesef hatirlayamiyorum) senin icin âlemleri yaratti Hakkin sevgilisi ya Rasulallah ya Rasulallah, ya Habiballah, ya Nebiyallah, ya Sefiyallah! Cehennem sönerdi Hakk´tan dilesen Denizler kururdu kurusun desen Daglar diz cökerdi eger dilesen Bir zerre kibrin yok ya Rasulallah ya Rasulallah, ya Habiballah, ya Nebiyallah, ya Sefiyallah! geceniz mübarek olsun canlar dualarda bulusalim... Zitieren Link zu diesem Kommentar Auf anderen Seiten teilen Mehr Optionen zum Teilen...
Empfohlene Beiträge
Dein Kommentar
Du kannst jetzt schreiben und Dich später registrieren. Wenn Du ein Konto hast, melde Dich jetzt an, um unter Deinem Benutzernamen zu schreiben.