Webmaster Geschrieben 14. Oktober 2009 Teilen Geschrieben 14. Oktober 2009 Almanya´da İslami Cemaatlerin hastalığı: Gıybet Almanya´da bir çok dini cemaat var. Özellikle türk cemaatleri çok yaygın. Cemaatlerin çok sayıda olması, avantaj olması gerekirken, tam aksine, bir dezavantaj olmuş durumda. Çünkü cemaatlerin birbirleriyle uğraşmaları, biraraya gelememeleri ve aralarında gıybetin yaygın olması, Almanya´da İslam dininin yeterince tanınmasına ve temsil edilebilinmesine engel oluyor. Konuya girmeden önce, gıybet melesesini ele alalım. Giybet ile ilgili Kuran-ı Kerim´de şöyle bahsedilir: ”Ey iman edenler! Zannın çoğundan kaçının. Çünkü zannın bir kısmı günahtır. Birbirinizin kusurunu araştırmayın. Biriniz diğerinizi arkasından çekiştirmesin. Biriniz, ölmüş kardeşinin etini yemekten hoşlanır mı? İşte bundan tiksindiniz. O halde Allah'tan korkun. Şüphesiz Allah, tevbeyi çok kabul edendir, çok esirgeyicidir“ (Hucurat Süresi, 12). Gıybetin anlamı “bir kimsenin arkasından hoşuna gitmeyecek şeyleri söylemek“. Halk arasında dedikodu, gıybet ile aynı anlamda kullanılır. Peygamber Efendenmiz gıybeti şöyle tanımlar: "Gıybet, kardeşini hoşuna gitmeyecek şekilde anmandır" (Tirmizî, Birr, 23; Dârimî, Rikat, 6; Mâlik, Muvatta, Kelâm,10; Ahmed b. Hanbel, II, 384, 386). Bediüzzaman gıybetin tarifini şöyle yapıyor: “Gıybet odur ki: Gıybet edilen adam hazır olsa idi ve işitse idi, kerahet edip darılacaktı. Eğer doğru dese, zâten gıybettir. Eğer yalan dese; hem gıybet, hem iftiradır. İki katlı çirkin bir günahtır“ (Said Nursi, Mektubat, s.267). Cenab-ı Allah gıybeti (dedikoduyu) kesinlikle yasaklamışdır. Tiksindirici bir olay olarak görmüş ki “ölmüş kardeşinin etini yemek“ ile kıyaslamış. Ama ne yazıkdır ki, dedikodu en çok kendi milletimiz arasında yayılmış bir hastalıkdır. Oysa Bediüzzaman bir köpeğin bile gıybetini yaptırmıyor. Evet, dedikodu bir hastalıktır. Hemde bulaşıcı bir hastalık. Öyle ki herkesin dilinde. Medya´nın da desteği ile dedikodu ekmekden fazla yayılmış insanların evine. Halbuki gıybet bir sahtekarlıktır, iki yüzlülüktür. Gıybet yapmamak ise delikanlılıktır, büyük bir fazilettir. Gıybet kabir azabını alevleyen en büyük günahlardandır. Öyle bir günahdır ki, bütün yapdığınız ibadetleri boşa kılar. Yani haramların en belalısıdır. Çünkü farz edin ki, gıybet ettiğiniz kişi öldü. O zaman helallik konusu ahirete kalıyor. Gıybet tüm amelleri iptal eden korkunç bir günahtır. Şöyle diyor Bediüzzaman: „Nasıl ateş odunu yer bitirir, gıybet dahi güzel amelleri yer bitirir.“ Peygamber Efendimiz (sav), “bir insanın elbisesi uzundu” demesini bile, “o şahıs bunu duysaydı rahatsız olabilirdi” diye gıybet sayıyor. Gıybetin doğrusu yanlışı olmaz. Söylenen doğru dahi olsa gıybettir. Doğru söylenen gıybettir, yalan olsa hem gıybet hemde iftira! Gıybet yapılan yerde susan kişi gıybete ortak olmuş olur. Diliyle gıybetçiye karşı gelemeyen kalbiyle inkâr etmesi gerekir (İmam Gazzâli, Zübdetü'l-İhya, Trc: Ali Özek, İstanbul 1969, 362, 363). Onun için gıybet edilen yerleri boykot etmek lazım. Bunu kesinlikle hafife almamak lazım. Milletimizi ve insanlarımızı yiyip bitiren bu beladan kurtulmak, ancak onu ve onu uygulayanları boykot etmek ile olur. Sahabeler her türlü gıybetin yapıldığı ortamdan kaçmışlar, gıybet duyduklarında ya yapanı ciddi uyarmışlar yada kulaklarını tıkayarak oradan uzaklaşmışlardır. Hasan-ı Basrî Hazretleri kendisine gıybet edene bir tabak taze hurma göndermiş ve üzerine şöyle bir not koymuştur: “Duydum ki sen ibadetini bana hediye göndermişsin. Ben de buna bir karşılık vermek istedim. Kusura bakma, tam karşılığını veremedim.” Gıybeti ancak canavarlaşmış vicdansızlar yapar. Bir insan asla gıybet edemez. Cenab-ı Erhamürrahim Kur´an-ı Kerim´de gıybet edenleri “Cehennem ehli“ olarak isimlendiriyor. Gıybetcinin günâhtan kurtulması için pişmanlık duyması, tövbe etmesi, gıybetini yaptığı kimse ile helâlleşmesi gerekir. Şimdi gelelim gıybetin en kötü şekline: Cemaat gıybeti. Evet, Almanya´da ki müslümanların şu an ki perişan durumunun nedeni ne yahudiler nede gayri müslimler. Suçlu müslümanın ta kendisi. Çünkü şimdi bahsedeceğimiz konu, yani cemaat gıybeti, müslümanların arasına zehirli bal gibi yayılmış. İşte bu zehir müslümanları perişaniyete mahkum ediyor. Cemaatler birbirlerine kardeşlik duyacaklarına birbirlerine sinsice düşmanlık besliyorlar. Bu düşmanlığın kaynağı şu kelimede saklı: “Yalnız benim cemaatim haklı doğru ve güzel“. İşte böyle düşünen insanlar diğer cemaatleri kötülemekle İslamiyete hizmet ediyorum zannediyorlar. Tabiki bunu açıkca yapmıyorlar. Çoğu zaman kendileride farkında değilller. Bu kötülemeler çoğunlukla şöyle başlar: “Hepimiz kardeşiz, fakat….“, “Süleymancılar kardeşlerimiz, fakat…“, “Nurcular kardeşimiz, fakat…“ İşte bu “fakat“ kelimesi bütün gıybeti ve iftirayı başlatan kuyruklu bir yılan gibidir. Önce kardeşlik denir, sonrada “fakat“ eklenir ve güya kardeş olan cemaat acımasızca aşağılanır. İşte böyle korkunç bir gıybetden kurtulmak çok zor. Böyle bir gıybeti işledikten sonra helalleşmek çok zor. Çünkü tüm bir cemaate gıybet etmiş olunuyor. Ve böylece kabir azabını şiddetlendiren gıybet silinmez hale geliyor. Böyle bir günahtan kurtulmak için önce pişman olunmalı. Sonrada her kimseye bu gıybeti yapdıysa, o kişileri bulup onlara o cemaat hakkında dediklerinin yanlış olduğunu anlatip, düzeltmeli. Gıybet bir şahısa karşı yapılmadığı için direk helalleşmek mümkün. Kime anlatıldıysa onlara hata yapıldığını anlatmak gerek. “Sadece benim cemaatim doğru, diğerleri yanlış.“ Yada “Benim cemaatim eşitdir İslam!“ gibi sözler gizli şirk´tir. Çünkü bu sözler o cemaati ideoloji yerine getiriyor. Yani dini cemaat birden ideoloji haline geliyor. Halbuki cemaatler hakkında gıybet eden insan şunu kafasına sokmalıdır: İslam bir üniversitedir. Cemaatlerde bu üniversitenin farklı fakülteleridir. Üniversite sadece fakültelerin birbiriyle dostca çalışmasıyla değer kazanır. Hiç fakülte fakülteye karşı düşmanlık eder mi? Etse, koskoca üniversite perişan olur. İşte fakülte halinde olan cemaatler birbirleriyle çalışmalı ve dostca muhabbet etmeli ki, üniversite olan İslam yücelsin. Yoksa bu kavgalar ve iğrenç gıybetler dinimize daha büyük zarar verecektir. Cemaat, ayrı ayrı cesetlerin tek bir cesette ittifakıdır. Peygamberimiz (sav) Müslümanları bir vücudun azalarına benzetir (Buhari, Edeb, 27; Müslüm, Birr 66-67). Bir el diyer ele düşmanlık etmediği gibi, Müslümanlar birbirlerine küsmemeleri lazım. Birbirlerine destek olmaları lazım. Bakın, yüce kitabımız Kur´an-ı Kerim ne buyuruyor: “Hepiniz Allah´ın ipine sımsıkı sarılın, ayrılığa düşmeyin“ (İmran Süresi, 103). Bediüzzaman bu konu hakkında şöyle diyor: “İttifak hüdadadır (Allah yolundadır), heva ve heveste değil.“ (Divan-i Harb-i Örfi, s.59). Bediüzzaman Said Nursi, emsalleri içinde ihlasa verdiği ehemmiyet ile tanınır. Davasının esasına aldığı temel unsurlardan birisi de uhuvvet (kardeşlik). Bu hem davasının özü itibariyle, hem de İslam dünyasında ve bütün müslümanlar arasında görmeyi arzu ettiği tablo itibariyledir. Toplumu düşmanlıkdan kurtarıp, birlik ve beraberliğe getirebilmenin birçok çarelerini sıralayan Bediüzzaman, mü´minler arasında birliği gerektiren bağların Uhud Dağı azametinde ve Kabe hürmetinde olduğunu, aralarında ihtilafa ve ayrılığa götüren sebeplerin çakıltaşı hükmünde bulunduğunu ifadeyle, dini değerleri düşünmeden mü´mine küsüp darılmanın çakıl taşlarını Uhud Dağından büyük, Kabe´den daha hürmetli tutmak kadar bir divanelik olduğunu belirtir (Mektubat, sayfa 287). Üstadin Uhuvvet (Kardeşlik) Risalesinde dediğini göre, “Cemaatim haktır veya daha güzeldir“ demeye hakkımız var. Fakat kimsenin „Sadece benim cemaatim hakdır“ demeye hakkı yok. Peki çözüm ne? Birlik, beraberlik ve destek düsturuyla hareket etmek zorunda olan cemaatler, birliklerini güçlendirmek için bir konsey kurmalarında fayda görüyorum. Bu nasıl olabilir? Her bölgede bir konsey, yani bir istişare grubu (heyeti) kurulmalı. Bu gruba bölgede ki her camiden, hiç bir cemaat ayrımı yapmadan, bir-iki temsilci, mesela hoca veya başkan, caminin temsilcileri olarak bu konseyde olmalı. Fakat önemli olan, hiç bir cemaat ayrımı yapmamak. Ne mezhep olarak, nede millet olarak. İslam adına hangi grup varsa, hatta aleviler dahi, bu istişare heyetine katılmalı. Bu heyet, şartlara göre, ayda bir buluşmalı. Hem birlikte faaliyetler organize edilmeli hemde çeşitli konularda fikir alış verişi yapılmalı. Mesela gayri müslimlerle irtibatlar koordineleri yapılabilinir. Yerel medyaya beyannameler verilebilinir. Önemli olan insanların karşısına birlik ve beraberlik halinde çıkmak. Unutmayalım, birlikden güç doğar. Böyle bir heyetin çok faydalı olacağını düşünüyorum. Hem kendi insanlarımıza faydalı olur hemde yaşadığımız devlete kendimizi dinlettirebiliriz. Kendi insanımıza ve kendimize “cemaatlerin kardeş” olduğunu ispat etmiş oluruz. Birbirimizle uğraştığımız müddetce, biraraya gelmedikce, Alman devleti dahi, haklı olarak, “İslam adına kiminle görüşeyim?” diyor. Örnek: İslam din dersi. Almanyada senelerce din dersi problemi var. Devlet “Gelin okullarda İslam din dersi verin” diyor. Belli bir grup çıkıyor: “Biz verelim” diyor. Ardından başkaları: “Hayır onlarınki yanlış İslam. Bizimki doğru İslam” diyor. Devlet dahi kiminle irtibat edeceğini bilmiyor. Ve şaşkın şaşkın şu soruyu soruyor: ”Doğru İslam. Yanlış İslam. Kaç tane İslam var?“ Cemil Sahinöz, Moral Haber, 14.10.2009 http://www.moralhaber.net/yazidetay.php?Yazi_id=13157&yazar=493 Link zu diesem Kommentar Auf anderen Seiten teilen Mehr Optionen zum Teilen...
Empfohlene Beiträge