Zum Inhalt springen
Qries Qries Qries Qries Qries Qries

Empfohlene Beiträge

Nurcu kardeşlerim dolduruşa gelmesin!

 

Nurcu kardeşlerim dolduruşa gelmesin!

15 Aralık 2011 / 09:11

Cübbeli Ahmet Hoca olarak bilinen Ahmet Mahmut Ünlü’nün babası Yusuf Ünlü oğlunun cezaevinden gönderdiği mesajı aktardı

Üsame Karakış'ın haberi:

 

Dün cezaevinde oğluyla görüştüğünü, sağlığının ve moralinin çok iyi olduğunu belirten Yusuf Ünlü, isnat edilen suçların kesinlikle asılsız olduğunu ve oğlunun böyle bir olaya girmiş olmasının mümkün olmadığını söyledi. Ünlü, “Ben kendimden şüphelenirim, ama oğlumdan şüphelenmem” şeklinde iddialı konuştu.

 

“BARIŞ SEZEK, HOCANIN ARKASINDAN İŞ ÇEVİRMİŞ”

 

Ünlü, “Dün saat 11.30 civarında görüştük. Yaklaşık 25 dakika sürdü. Yalnız gittim. Cübbeli Ahmet Hoca’nın sevenlerine çok selamı var. Sağlık durumu gayet iyi, morali yerinde. Bazı ilaçlarının temin edilmesini istedi” diye konuştu.

 

Yusuf Ünlü, Cübbeli Ahmet Hocanın kendisine şunları söylediğini açıkladı:

“Etrafımızdaki insanlar, bizden habersiz işler yapmışlar. Barış Sezek’le; kadınlarla ilgili bir konuşmam kesinlikle olmadı. Karakter olarak ve dinimin gerektirdiği şekilde, bu işlere karşı olan bir insanım. Bu olaylar benim bilgim dışında gelişen olaylar, hiçbir şeyden haberim yok.”

 

“FETHULLAH GÜLEN HOCAYLA BENİ KARŞI KARŞIYA GETİRMEK İSTİYORLAR”

 

Yusuf Ünlü, ayrıca Cübbeli Ahmet Hoca’nın kendisine ilettiği cümleleri şöyle aktardı: “Fethullah Gülen Hocaefendi ile bizi ters düşürmeye çalışıyorlar. Birileri böyle bir tezgâh kuruyorlar. Bu durum beni çok rahatsız ediyor. Efendi hazretleri Fethullah Gülen’i çok sever, hürmetim vardır kendisine karşı. Onun her hareketinin İslam’a uygun olduğuna inanan bir insanım. Fakat bunu başka türlü yorumluyorlar. Bazı yönlerden birbirimize karşıymışız gibi izlenim veriyorlar. Bizim bu işlerle en ufak bir alakamız yok. Nurcu kardeşlerimizin bu dolduruşlara gelmemesini isterim. Kendi cemaatim de böyle dolduruşlara gelmesin. Birbirimize düşmemeliyiz. Ayırıcı değil, birleştirici olmak istiyoruz. Çetebaşı dışarıda ama, bizi içeri aldılar.”

 

Yeni Akit

Link zu diesem Kommentar
Auf anderen Seiten teilen

İman edenler arasında çirkin şeylerin yayılmasından hoşlananlar

 

 

Seyma Gür, Risale Haber, 16 Aralık 2011 Cuma 07:14

 

 

“İman edenler arasında çirkin şeylerin yayılmasından hoşlananlar..” (Nur:19)

 

Bu ilk değil. Son da olmayacak. Toplumu ifsad etmek isteyenler bunu hep yapacaklar. Müslümanların teveccüh ettiği mühim şahsiyetleri yıpratmak, çürütmek, hüsn-ü zanları ve hürmetleri kırmak, değerleri târ-ü mâr etmek için her dönemde çeşitli tuzaklar kuruldu, kurulacak. Mühim olan; müslümanlar bu tuzakları fark edecek mi, boşa çıkaracak mı, yoksa her seferinde öyle veya böyle oltaya gelecek mi?

 

Vicdanları rencide eden çirkin bir haber yayılmaya çalışıldığında müslümanın tepkisi ne olacak? Madem kendimize müslüman dedik, madem Allah bize imanı sevdirdi ve onu kalplerimizde süsledi; inkârı, günahı ve isyanı da bize çirkin gösterdi, madem Kur’an ile yaşamaya azmettik, madem ölçülerimizi, tarz-ı harekâtımızı Kur’an ve sünnet ışığında oluşturacağız, öyle ise şu, vicdanlarımızı inciten gelişmeler karşısında da hemen Kur’an’a koşalım, Rabbimiz ne diyor bakalım:

 

İşte ilk adım: “Ey iman edenler! Eğer fâsıkın biri size bir haber getirecek olursa onu araştırın. Yoksa cahillikle bir topluluğa sataşır da yaptığınıza pişman olursunuz.” (Hucurat:6)

 

Aynı surenin 12. âyetinde ise müslüman kardeşin hakkında su-i zandan men ediyor, “ya doğruysa” diye düşünmeyi bile reddediyor, hatta araştırmayı bile yasaklıyor:

 

“Ey iman edenler! Zannın birçoğundan sakının. Çünkü zannın bir kısmı günahtır. Birbirinizin kusurunu araştırmayın. Birbirinizin gıybetini yapmayın. Sizden biriniz, ölmüş kardeşinin etini yemekten hoşlanır mı? İşte bundan tiksindiniz.”

 

Nur Suresi 12 ve 16. ayetlerinde ise refleks hızında olması gereken tepkimiz bildirilmiş:

 

“Onu işittiğinizde, mü'min erkekler ve mü'min kadınların birbirleri hakkında iyi şeyler düşünerek "Hâşâ, bu düpedüz iftiradır" demeleri gerekmez miydi?... Onu işittiğiniz zaman "Bunu söylemek bize yakışmaz; hâşâ, bu büyük bir iftiradır" deseydiniz ne olurdu!”

 

Müslümanlar hakkında ortaya atılmış haberleri dillerine dolayanlar, hatta mizah konusu yapanlar bir de bu ayete baksınlar:

“O vakit siz bu iftirayı dilinize doluyor, hakkında hiçbir bilginiz olmayan şeyi ağzınızla söylüyor ve bunu kolay bir iş sanıyordunuz. Oysa bu Allah katında pek büyük bir şeydi.” (Nur Suresi:15)

 

Üstad Bediüzzaman Said Nursi hazretleri de bütün neticelerini sıralıyor:

“Gıybetin en fena ve en şenîi ve en zâlimâne kısmı, kazf-i muhsanât nev’idir. Yani, gözüyle görmüş dört şahidi gösteremeyen bir insan, bir erkek veya kadın hakkında zinâ isnat etmek, en şenî bir günah-ı kebâir ve en zâlimâne bir cinayettir, hayat-ı içtimâiye-i ehl-i imanı zehirlendirir bir hıyanettir, mesut bir ailenin hayatını mahveden bir gadirdir.”

 

Evet bu tür haberlerin yayılması sadece münferid bir tecavüz, bir zulüm değil, ehl-i imanın hayat-ı içtimaiyesi için de bir zehir!.. Tevfik İleri’nin dediği gibi: “Bir toplumda ahlaksızlık yüzde 10 olduğunda o toplumda ahlaksızlık hakim hale gelir.” Yapılmak istenen tam da bu gibi görünüyor..

 

Bediüzzaman Said Nursi ayeti tefsir etmeye devam ediyor: "Onu işittiğinizde, ’Bunu söylemek bize yakışmaz. Hâşâ, bu büyük bir iftiradır’ demeniz gerekmez miydi?" (Nur:16) şiddetle ferman ediyor ve diyor ki: Gözüyle görmüş dört şahidi gösteremeyen, merdûdü’ş-şahadettir; ebedî şahadetlerini kabul etmeyiniz. Çünkü yalancıdırlar. Acaba böyle kazfe cesaret eden hangi adam var ki, gözüyle görmüş dört şahidi gösterebilir? Kur’ân-ı Hakîm bu şartı koşturmakla, "Böyle şeylerde şakk-ı şefe etmeyiniz,(ağza almayın) bu kapıyı kapayınız demektir." "İman edenler arasında çirkin söz ve hareketlerin yayılmasından hoşlananlar için dünyada da, âhirette de acı bir azap vardır. (Nur:19) tehdidiyle, öyleleri münafık gibi ehl-i imanın hayat-ı içtimâiyelerini böyle işâalarla ifsad ediyorlar, ifade ediyor. Ve bilhassa böyle gıybet ehl-i namus ve ehl-i haysiyet hakkında olsa ve bilhassa ehl-i ilim hakkında olsa ve bilhassa akıldan hariç bir tarzda olsa...” (Barla lahikası)

 

Peki ya aslı varsa? Varsa ve dile doluyorsak zaten o da gıybet olur. Hem de bir kötülüğün yayılmasına yardım etmiş oluruz. Çünkü hayasızca işler konuşuldukça insanlar böyle şeyleri yadırgamaz hale gelir.

 

Kişi, işlediğini alenî işliyorsa buna mücahir denir; onun gıybeti olmaz. Fakat Müslümanın gizli kalmış günahını ortaya çıkarmak bizim işimiz değildir. Mahkeme kararıyla ortaya çıkarılması da birşey değiştirmez; çünkü mahkeme, kararını Allah'ın kitabına göre vermiş değildir.

 

Böyle konularda hiç konuşmayan kimse, iddialar (farzımuhal) doğru çıksa bile bir zarar etmez. En azından, gıybetten korunmuş olur.

 

Tam tersine böyle çirkin haberlerin üzerine iştiha ile atlayan, konuşarak, yorum yaparak yayılmasına, duyulmasına, kanıksanmasına hizmet eden kimse ise iddialar doğru çıktığı takdirde gıybet günahını üstlenmiş, asılsız çıktığı takdirde ise gıybetin yanı sıra, en şenî bir iftira günahına da ortak olmuş olur.

 

Kısaca; aslının çıkması veya çıkmaması durumunda her iki kişinin durumu şöyledir:

Konuşmayan: kazanç / kazanç

Konuşan: kayıp / kayıp

 

Bu gün vefat etse, imamın “Rahmetliyi nasıl bilirdiniz?” sorusuna “iyi bilirdik, ehl-i ilim, ehl-i namus bilirdik” diyeceğimiz bir kardeşimize izafe edilen çirkinliği duyduğumuzda refleks olarak "Bunu söylemek bize yakışmaz; hâşâ, bu büyük bir iftiradır" dememiz gerekmez miydi?

Link zu diesem Kommentar
Auf anderen Seiten teilen

Cübbeliye ilk taşı masum olan atsın!

 

 

Mehmet Ali Bulut'un yazısı

 

Kadın erkek ilişkilerinin işlendiği; bu ilişkilerde haram ve helal olanların tasnif edildiği sureye ‘NUR’ adının verilmiş olmasına uzun zamanlar bir anlam verememiştim.

 

Şehvet kaynaklı ilişkilerin insanı ne hallere düşürdüğünü, insanı nasıl da tedavisi imkânsız travmalara duçar ettiğini, hayat içindeki örnekleriyle gördükçe, Kur’an’ın “Fectenibu’l-fevahişe ma zahara ve ma batan” (Gizli saklı her türlü fuhuştan uzak durun) emrinin ne muazzam bir hakikatin altını çizdiğini daha iyi anlamaktayım.

 

Zinanın toplumları ve fertleri nasıl çökerttiğini, uzun süren bu tür alışkanlıkların nerede ise insanın siretini nesh, suretini mesh ettiğini hemen hemen her temiz ruh fark edebiliyor. Bir dine mensup olup olmaması bile önemli değil. (Uluslararası bir toplantıda bir kadın siyasetçi, kadınlara karşı derin zaaf içinde bulunduğu bilinen Sarkozy ile yan yana gelince hemen yerini değiştirmiş ve bir fotoğrafta onunla aynı kare içinde görünmekten sakınmıştı.)

 

Zina insanın ruhunu karartıyor, ona mertebe kaybettiriyor. Nitekim ‘Cennet’in yani saflığın yüceliğinden, ‘Dünya’ sefaletine sürülmesinin nedeni de şehvet ateşiydi ki, Âdem onu tadınca ‘a’lâ’dan ‘esfel’e düştü. Bu esfel (dünya) bile bir yüksek mertebedir ki burada tutunabilmemiz, Hz. Adem’in samimi özür beyanı ve af dilemesiyle mümkün olmuştur.

 

Cenab-ı Hak, âdemoğullarını, burada (yani aşağı bir âlem olan dünyada) tutunabilmişken, daha da aşağılara, yani hiç ‘Nur’ taşımayan ‘Esfeli safilîn’ karanlığına düşmemeleri için zinadan uzak durmaya çağırır.

 

Esasında zina, ‘cennetteki yasak meyve’nin dünyadaki karşılığıdır. Ona el uzatmak, tüm yasakları ihlal edebilme; yani âdemiyet mertebesinden tard edilmeyi, Kur’an’ın ifadesiyle maymun ve hınzır derekesine düşmeyi göze alabilme cüretidir. O yüzden de Cenabı- Hak, bir tek bu surenin başında ‘Bu sureyi indirdik ve uyulmasını farz kıldık’ diyerek insanın dikkatini ‘zina gerçeği’ne çekmeye çalışır. (Enzelnâhâ ve faradnâhâ) (Nur, 1. Kadın erkek ilişkilerinin ve cinsel konuların detaylı bir şekilde ele alındığı bu sureye ‘Nur’ -aydınlık ve ışık- adının verilmiş olması son derece manidardır. Çünkü zina insandaki hakikati yani Nur’u söndürmektedir.)

 

İnsandaki âdemiyet nurunu söndüren, onu insanlıktan çıkaran ve şeytanî karanlığa sürükleyen bir diğer hal ise, temiz bir insana zina isnat etmektir. İster kadın olsun, ister erkek olsun, Kur’an bir insana zina isnat edebilmek için en az dört tanığın getirilmesini şart koşar. En ağır şahitliklerde bile iki erkeğin (veya bir erkek iki kadın) tanıklığını yeterli sayan Kur’an’ın temiz bir kadın veya erkeğe zina isnat etmek için en az dört tanığı şart koşması, yapılan şeyin, katilden dahi ehemmiyetli olduğunun ispatıdır.

 

Nasıl ki zina, insanlardaki ilahi nuru söndürüyorsa, temiz bir insanı -ispat edilmemiş birtakım zan ve karinelerle- zina yapmakla suçlamak da öylece insanın nurunu söndürmektedir. O yüzden de Allah, hiçbir meselede, insanlara ‘lanetleşmeyi’ önermediği halde, birbirine zina isnat edenleri, davalarını ispat edemedikleri takdirde kendilerine lanet okumalarını emretmiştir. (Nur, 6-9)

 

Ta ki insan, bu dehşetli filli işlemesin!

 

Fakat yine Kur’an’ın aktarımı ile biliyoruz ki (Yusuf Suresi, 30) insanlar bu konularda asla ölçülü olamıyorlar ve görmedikleri halleri, bizzat görmüşler gibi aktarıyorlar. Maalesef bu, en dindar toplumlarda bile vardır. Ben kendi payıma bu tür konularda gayba taş atmaktan hep korkmuşumdur. O yüzden de -Hüseyin Üzmez ve Baykal dâhil- adı gündeme bu şekilde düşen herkes hakkında iyi niyeti önceledim. Çünkü Kur’an bize öyle davranmayı emrediyor.

 

Hz. Aişe validemize atılan iftira bu konuda ciddi bir sınav olmuştu sahabe için. Nice ünlü sahabeler dahi, ‘insanların, dil şehvetine düşmekten kendilerini alıkoyamadıkları zan üzere ahkâm kesme’ belasından kendilerini koruyamamışlardı da Kur’an onları şu ifadelerle kınamıştı:

 

“Onu işittiğinizde, mümin erkekler ve mümin kadınların birbirleri hakkında iyi şeyler düşünerek ‘Hâşâ, bu düpedüz iftiradır’ demeleri gerekmez miydi? Onlar (iftiracılar) bu iddialarına dair dört şahit getirselerdi ya! Mademki şahit getirmediler; işte onlar Allah yanında yalancıların ta kendileridir.” (Nur, 12-13)

 

O gün çoğu sahabe şu uyarıdan hemen sonra tövbe edip yaptıklarından pişman oldular ama biz hâlâ bu tür konulara bodoslama dalmaktan derin haz duyuyoruz.

 

Üstelik, “İnananlar arasında çirkin şeylerin yayılmasından hoşlanan” (Nur, 19), Ahmet Taşgetiren’in ifadesiyle “Müslümanın günahını seven’ birtakım yarasa ruhluların tezviratını kanıp Müslümanların kendi insanları hakkında, hele sivrilip sevilmiş; birçok insanın İslamiyetle buluşmasına vesile olmuş kişilerin karalanmasına, değersizleştirilmesi ve gözden düşürülmesi operasyonlarına katılmaları aklın ve vicdanın kaldırabileceği bir iş değil.

 

Her mümin, “Ey iman edenler! Eğer (iftira etmekten, günah işlemekten sakınmayan) bir fâsık, size bir haber getirecek olursa onu araştırın. Yoksa cahillikle bir topluluğa sataşır da yaptığınıza pişman olursunuz.” (Hucurat:6) ayetinin uyarısına muhataptır.

 

Bir insan hakkında varit olan ama henüz ispat edilmemiş iddialardan hareketle konuşmak zan üzere konuşmakla aynıdır. Esasında bu tür gizli hallerin üstünü açmak dahi doğru değildir. Çünkü her insanın, istenildiğinde başka türlü değerlendirilecek halleri vardır. Hepimizin kendimize göre günahı vardır. “O gün, suçluları zincirlere vurulmuş olarak görürsün.” (İbrahim, 49) ayeti tüm insanların günahta birbiriyle sımsıkı bağlandığını açık gösteriyor. Siz birisini bir günah ile yargıladığınızda kendinizi de onun bağlı olduğu zincire bağlamış olursunuz.

 

Elbette her mümin temiz yaşamak ve Rabbin razı olduğu bir hal üzere bulunmakla mükelleftir. Ama Kur’an’da her türlü günah anılır ve cezası da beyan edilir. Kur’an, mümine tatbik edilecek şeriatın kanunlarını zamin olduğuna göre, demektir ki Kur’an’da sayılan o tüm haller Müslümanlar tarafından işlenecek. Hiç kimse nefsinin hallerine karşı korunmuş değildir. Ve Şeytan’ın, Allah’ın mutlak koruması altındaki kullar hariç, herkese gücü yeter.

 

Ve siz ey ‘kirlendiğini zannettiğiniz adama/kadına taş atmaya niyetlenenler, lütfen Hz. İsa’ya kulak verin. Ne demişti O (as), insanların taşla öldürmek istedikleri bir kadın için: “Masum olan ilk taşı atsın!”

 

* * *

 

Cübbeli Ahmet hocamızın adı, televizyonlara çıkarılmadan önce kulağıma çalınmıştı. Ama gerek meseleleri aktarmadaki sivriliği, gerekse meşrep ve üslubu, beni cezp etmemişti. İlk dikkatimi çekmesi, televizyonda “Risale-i Nurlarda şeraite mugayir yirmi mesele var.” demesiyle oldu. O gün ben Sıradışı programında canlı yayına çıkmış ve demiştim ki, bu cümle hocaya yakışmadı. Eğer biliyorsa onları göstermeli. Değilse bu yakışmadı!

 

Sonra öğrendim ki bir grup nur talebesi hocayı ziyaret etmiş ve durumu izah etmiş. O dahi, hakikat-i hali öğrendikten sonra hem özür dilemiş hem de bir daha ‘ezbere konuşmamak için’ Risale-i Nurları okumaya karar vermiş. Mamafih, kısa zaman sonra, risaleleri okuduğuna dair işaretler vermeye başladı.

 

Fakat yazık ki Türk medyasının iltifatının her daim bela getirdiği gerçeğini -bir önceki bir başka örnekte olduğu gibi- anlamadı. Maalesef, bu memlekette bir zındıka komitesi var ve tüm iyi şeyleri kirletmeye çalışıyor. Bunu da medya eliyle yapıyor.

 

Bediuzzaman gibi dünyadan ve mafihadan tamamen uzak yaşayan bir insan için bile karı kız getirtiyor diye geçmişte tezvirat yapılabilmişti. Hoca gibi milletin önünde bulunan ve kendine göre de ciddi bir toplumsal sempati oluşturan birini rahat bırakacaklarını mı sanıyordunuz?

 

Sizi temin ederim hoca bu tür suçlamaların ne ilk ne de son muhatabı. Firavun, ülkesinden tüm uğursuzlukları Hz. Musa’nın boynuna yıkmak istemedi mi? Onu toplumun en kirlisi, en uğursuzu -haşa!- göstermek için ne yapmadı! Hiçbir kıssa yaşanıp gitmiş değildir. (Araf, 131)

 

Toplumu ifsad etmek isteyenler –ki onlar fuhşun ve fahşanın inananlar arasında yayılmasından büyük haz alırlar (Nur, 19)- bunu hep yapacaklar. Müslümanların etrafında toplandığı önemli şahsiyetleri yıpratmak, onlar hakkındaki hüsn-ü zanları ve hürmetleri kırmak ve böylece onlar üzerinden dinin değerlerini yıkmak için her dönemde çeşitli tuzaklar kurdular, kurulacak.

 

Müminler bu tuzağa düşmemeliler. Ellerindeki taşı atmadan önce dönüp nefislerine baksınlar. Nefislerini, taşlayacakları kadının/erkeğin nefsinden daha temiz buluyorlarsa –ki bu bizatihi kirliliktir- o taşı atsınlar. Aksi takdirde, dönüp kendi yüreklerindeki şeytanı taşlasınlar. Bu konuları dile dolamayı birileri hakkında zanna dayanarak konuşmayı kolay mı sanıyorsunuz? Vallahi o, Allah katında sizi derin bir mahcubiyet ve günaha düşürecek bir beladır. (Nur, 15)

 

Ben size derim ki, müminler olarak Cüppeli’ye taş atmadan önce nefsinize bir bakın, sonra konuşun. Çünkü biz cennet ve cehenneme inananlarız. Böyle bir kaygısı olmayanlar istedikleri gibi iftira edebilirler ama Müslüman, bir dilin önüne 32 diş konmasının hikmetini ıskalamaz!

 

Haber7, 17.12.2011

Link zu diesem Kommentar
Auf anderen Seiten teilen

Dein Kommentar

Du kannst jetzt schreiben und Dich später registrieren. Wenn Du ein Konto hast, melde Dich jetzt an, um unter Deinem Benutzernamen zu schreiben.

Gast
Auf dieses Thema antworten...

×   Du hast formatierten Text eingefügt.   Formatierung jetzt entfernen

  Nur 75 Emojis sind erlaubt.

×   Dein Link wurde automatisch eingebettet.   Einbetten rückgängig machen und als Link darstellen

×   Dein vorheriger Inhalt wurde wiederhergestellt.   Editor leeren

×   Du kannst Bilder nicht direkt einfügen. Lade Bilder hoch oder lade sie von einer URL.

×
×
  • Neu erstellen...