Jump to content
Qries Qries Qries Qries Qries Qries

Recommended Posts

‘Gençliğe Hitabe’ de kaldırılmalı

 

Milli Eğitim” alanında iyi şeyler oluyor. Hem Kuzey Kore’yi andıran 19 Mayıs törenleri hem de 12 Eylül yadigarı “Milli Güvenlik” dersleri tarihe karıştı. Bakan Ömer Dinçer, “ideolojik eğitimin sonu geliyor” diyerek kapsamlı bir reformun da sinyalini verdi.

 

Söz konusu “ideolojik eğitim”i sonlandırmak için gereken işlerden birinin “Andımız’ı kaldırmak” olduğu da epeydir söyleniyor. Bence de öyle. Ancak kanımca sadece “Andımız” değil, onun kadar buyurgan bir metin olan “Atatürk’ün Gençliğe Hitabesi” de okullardan çıkarılmalı.

 

Çünkü gençlere anlayış, empati, hoşgörü, farklılıklara saygı, özeleştiri gibi evrensel demokratik değerleri tavsiye eden bir metin değil bu. Peki nasıl bir metin?

 

Bakalım. Meşhur hitabe şöyle başlıyor:

 

“Ey Türk Gençliği! Birinci vazifen, Türk istiklâlini, Türk Cumhuriyetini, ilelebet, muhafaza ve müdafaa etmektir.”

 

Bu sorunlu bir ifade, çünkü milyonlarca bireye “senin birinci görevin budur” diye kollektif bir misyon biçiyor. Oysa bir ülkenin bağımsızlığı gerçekten kritik bir değer olsa da, kimsenin bunu her daim “birinci vazife” edinme zorunluluğu yoktur. İsteyen bunu edinir kendine “birinci vazife” olarak, isteyen de aynı ülkeyi demokratikleştirmeyi, veya dini inancını yaymayı, yahut sokak kedilerine bakmayı. Herkes kutsallarını belirleme ve onlar için çalışma hakkına sahiptir. (Ülkeye iyi gelecek olan da bu renkliliktir.)

 

Hitabe’nin devamı daha da sorunlu:

 

“İstikbalde dahi, seni bu hazineden mahrum etmek isteyecek, dahilî ve haricî bedhahların olacaktır.”

 

Dahilî ve haricî bedhahlar: yani “iç ve dış düşmanlar”. 28 Şubat süreçlerine, Batı Çalışma Gruplarına yol açan konsept...

 

Hitabe’nin devamında “dış düşmanlar”ın Türkiye’ye yapacağı kötülükler anlatılıyor uzun uzun. (Bunu özümseyen bir zihnin “komşularla sıfır problem” sağlaması ise zor gözüküyor.) Ama daha önemlisi, “iç düşmanlar”ın niteliği:

 

“Memleketin dahilinde iktidara sahip olanlar, gaflet ve dalâlet ve hattâ hıyanet içinde bulunabilirler. Hattâ bu iktidar sahipleri şahsî menfaatlerini, müstevlilerin siyasi emelleriyle tevhit edebilirler.”

 

Dikkat edin “iktidara sahip olanlar”dan bahis var burada. Peki Türkiye’de 1950’den bu yana iktidara nasıl geliniyor?

 

Tabii ki serbest seçimlerle... Ama Gençliğe Hitabe’de seçim kazananların meşruiyetine dair tek bir ifade yok. Aksine, gençler, her türlü iktidar sahibine karşı uyarılıyor: “Dikkat edin, hükümet ülkeyi yabancılara satabilir” imasıyla.

 

Peki ne yapacak böyle durumlarda Türk gençliği?.. “Türk İstiklâl ve Cumhuriyetini kurtarmak” için harekete geçecek. “Vazifeye atılmak”ta hiç tereddüt göstermeyecek. 27 Mayıs öncesinde Menderes hükümetini devirmek için sokaklara dökülüp orduyu “göreve” çağıran gençler gibi mesela...

 

Kısacası, Gençliğe Hitabe, askeri darbeleri ve Ergenekonvari oluşumları meşrulaştıran çok sorunlu bir metin. Demokrasinin D’sinden söz etmediği gibi, demokrasi düşmanlarına güçlü bir referans kazandırıyor.

 

Hitabe’nin en sonundaki ünlü cümle ise en vahimi: “Muhtaç olduğun kudret, damarlarındaki asil kanda mevcuttur!”

 

Hem “Türklük etnisite değildir; sadece vatandaşlık bağıdır” diyeceksiniz, hem de her okulunuzun duvarında biyolojik ırkçılık kokan “asil kan” vurguları olacak...

 

Olmaz. Ve eğitim sisteminin temeline böylesi gayrı-demokratik bir metin koyan bir ülkede demokratik kültür gelişmez.

 

Dolayısıyla, Gençliğe Hitabe, Atatürk’ün kendi siyasi şartlarını yansıtan ama bugüne yol gösteremeyecek tarihsel bir metin olarak kabul edilmeli, okullardan ve ders kitaplarından kaldırılmalıdır.

 

Ortak bir “milli metin” olarak İstiklal Marşı’mız vardır ve yeterlidir. Ondan gerisi, evrensel ahlaki değerler, demokratik kültür ve özgür düşünce olmalıdır.

 

Mustafa Akyol, Star, 30.01.2012

Link to comment
Share on other sites

Kemalist linç kültürü

 

 

Bir yazı yazdım, duymadığım hakaret kalmadı.

 

Geçen pazartesi bu sütunda yayınlanan “Gençliğe Hitabe de kaldırılmalı” başlıklı yazımdan söz ediyorum. Atatürk’ün Gençliğe Hitabesi’nin; “iç ve dış düşmanlar” fikri aşılayan, “zinde kuvvetler”e meşruiyet veren, dahası “asil kan” vurgusu yapan “sorunlu bir metin” olduğunu belirtmiş ve şöyle demiştim:

 

“Gençliğe Hitabe, Atatürk’ün kendi siyasi şartlarını yansıtan ama bugüne yol gösteremeyecek tarihsel bir metin olarak kabul edilmeli, okullardan ve ders kitaplarından kaldırılmalıdır.”

 

Arkasından ben diyeyim yüz, siz deyin bin tane hakaret mesajı aldım. Sinkaflı küfürler bir yana, “ağzını bozmayanlar” dahi “tam da o satılmış dahili bedhahlardan biri” olduğumu söylüyordu. (Böylelikle de Gençliğe Hitabe’nin aşıladığı zihniyet hakkındaki teşhisimi doğrulamış oluyorlardı.)

 

İşin garip tarafı, bir-iki istisna dışında, bana karşı çıkanların hiçbirinin “Sayın yazar, bence yanılıyorsunuz, sebepleri de şunlardır” diye akılcı bir itiraz getirmemesiydi.

 

Akıl ve güç

 

Türkiye, bu histerik tepkilerin çok örneğini gördü. 28 Şubat yıllarında “gericiler”e karşı yürütülen medya kampanyaları, tam bir linç görüntüsüydü. Aynı dönemde Ahmet Kaya, sırf “Kürtçe şarkı söyleyeceğim” dediği için çatal-bıçak yağmuruna hedef oldu. Daha beş yıl önce, liberal akademisyen Atilla Yayla, “Atatürk devri özgürlükler açısından gerilemedir” dediği için gazete manşetlerinde “hain” ilan edildi.

 

Sanırım tüm bu linç kültürünün altında, Kemalistlerin, benimsedikleri ideolojiyi “akıl”la değil “güç”le korumaya alışık olmaları yatıyor. Bu güç eskiden hapis, idam, cinayet gibi yöntemlerle işliyordu. Allah’tan şimdi hakaret, aşağılama ve tehdit düzeyinde hayata geçiyor.

 

Umudum, bu linç kültüründen rahatsız olan “ılımlı Kemalistler”in ortaya çıkması ve kafadarlarına “Arkadaşlar, tehdit ve hakaretle sadece kendimizi küçük düşürürüz, akılcı ve medeni bir dil geliştirelim” diyerek onları ikna etmesi.

 

Kendi payıma ise, hazır konu açılmışken, Atatürk’e nasıl baktığımı kısaca izah edeyim.

 

İki Atatürk

 

Benim gözümde iki Atatürk var: Birincisi, bir Osmanlı subayı ve Kurtuluş Savaşı lideri olan Mustafa Kemal Paşa. İkincisi, bir siyasetçi olan CHF (sonraki ismiyle CHP) lideri Kemal Atatürk.

 

Mustafa Kemal Paşa’nın Samsun’dan İzmir’e yürüttüğü cesur mücadele, kuşkusuz takdire ve minnete şayandır. O olmasa Kurtuluş Savaşı muhtemelen bu kadar başarılı olamazdı. Liderliğini saygıyla anıyorum.

 

Ancak, Kurtuluş Savaşı’ndan sonra Atatürk bir siyasetçidir. “Yurt savunması” gibi milli bir değerin değil, kendi siyasi vizyonunun temsilcisidir. İsteyen bu vizyonu doğru bulur, isteyen yanlış. Nitekim düşmana karşı Atatürk’le kader birliği yapan Kazım Karabekir veya Refet Bele gibi kahramanlar da, onun vizyonuna katılmadıkları için ilk muhalif parti olan Terakkiperver Fırka’yı kurmuşlardı.

 

Ben ise, hem Atatürk’ün siyasi vizyonuna katılmıyor, hem de bunu “tek doğru” sayıp muhaliflerini “vatan haini” ilan etmesini çok yanlış buluyorum. Gençliğe Hitabe’ye itirazımın en büyük sebebi, bu haksız suçlamayı kalıcı bir “öğreti”ye dönüştürmesi.

 

Kemalistler kusura bakmasınlar ama bu “Atatürk’ü eleştirenler vatan hainidir” öğretisini daha fazla taşımamız mümkün değil. Dünyanın hiçbir özgür ülkesinde böyle totaliter bir tabu olamaz. Eleştirmeye devam edeğiz.

 

Ancak “demokratikleşen Türkiye’de Kemalistler de mağdur olmasın” diye bir hassasiyet de taşıyor, Ergenekon, Balyoz gibi davalarda gördüğüm sorunlara onun için bazen eleştiriler getiriyorum. Kemalistler muhaliflerinin haklarını hiç umursamadılar; ama biz umursamalıyız diye düşünüyorum.

 

Belki bazı dostlarımın dediği gibi “saflık”tır bu; ama yine de zalimlikten çok daha iyidir.

 

 

Mustafa Akyol, Star, 01.02.2012

Link to comment
Share on other sites

Join the conversation

You can post now and register later. If you have an account, sign in now to post with your account.

Guest
Reply to this topic...

×   Pasted as rich text.   Paste as plain text instead

  Only 75 emoji are allowed.

×   Your link has been automatically embedded.   Display as a link instead

×   Your previous content has been restored.   Clear editor

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

×
×
  • Create New...