Webmaster Posted September 26, 2012 Share Posted September 26, 2012 Bediüzzaman Said Nursi'nin Şeceresi Bediüzzaman’ın Şeceresi ile ilgili Musul’daki 123 vesika şu an Prof.Dr. Ahmet Akgündüz’ün arşivinde. Bediüzzaman'ın Şeceresi Musul'daki 123 vesika şu an Prof.Dr. Ahmet Akgündüz'ün arşivinde. 32 nesille Bediüzzaman Hazretleri'nin ta Resullullah (sav)'e kadar uzanan baba tarafından Hz. Hasan'ın torunu, Abdülkadir Geylani'nin oğlu Abdülaziz'in torunu, anne tarafından da 41 dede ile Hüseyni yani seyyid olduğu ortaya çıktığı gibi Musul'daki sicilli nüfus defterinde, isminin de yine Muhammed Said olduğunu görüyoruz Hz İmam Ali [Necef] 2.Oğlu Seyyıd İmam ı Hasan [Medine] 3.Oğlu Şerif Hasanül Müsenna (Şeyh Hasan Şazili ceddi) 4.Oğlu Şerif Abdullah Muhid 5.Oğlu Şerıf Musa El Cevni 6.Oğlu Şerif Abdullah Sani 7.Oğlu Musa Sani 8.Oğlu Şerif Davud 9.Oğlu Şerif Muhammed 10.Oğlu Şerif Yahya 11.Oğlu Şerif Ebu Salih Cengi 12.Oğlu Şerif Abdülkadir Geylani [bağdat] (Kadriyye Tarikatı Piri) 13.Oğlu Şerif Abdulaziz *Abdurrahman *Abdülvehab *Abdullah *Mirza Reşan *Mirza Halid *Hızır *Ali (Alo) *Sofi Mirza *Muhammed Said Tarih : 04.09.2012 Kaynak : Risale Talim Haber Quote Link to comment Share on other sites More sharing options...
Webmaster Posted December 20, 2012 Author Share Posted December 20, 2012 İşte Bediüzzaman’ın Peygamberimize dayanan soy ağacı Akgündüz Bediüzzaman Hazretlerinin soyunun Peygamber Efendimize (sav) dayandığını belgelerle açıkladı Ömer Çelebi’nin haberi: RİSALEHABER-Prof. Dr. Ahmet Akgündüz Bediüzzaman Said Nursi Hazretlerinin soyunun Peygamber Efendimize (sav) dayandığını belgelerle açıkladı. Akgündüz, İstanbul’da basın toplantısı düzenledi. Bediüzzaman Said Nursi’nin talebelerinden Abdullah Yeğin, Hüsnü Bayram ve Mehmed Fırıncı ağabeylerin de hazır bulunduğu toplantıda Akgündüz, “Bediüzzaman hem Hasanî yani Şerif babası tarafından Hz. Hasan neslinden ve hem de Hüseynî yani seyyiddir anne tarafından Hz. Hüseyin neslindendir” dedi. Akgündüz’ün sözleri şöyle: İslam’da âl-i beyt, sâdât, ehl-i beyt ve benzeri tabirlerle anılan evlâd-ı Resûle özel bir önem verilmiştir. Bunların zekât almasının yasak olması, devlet hazinesinden belli bir paya istihkakları bulunması sebebiyle, tarih boyunca Müslüman devlet adamlarının seyyidler ve şerifler denilen insanlara özel hürmet ve alaka göstermeleri, bu meseleyi daha da önemli kılmıştır. Şerîf, necib, asil, üstün gibi anlamlara gelmekte olup çoğulu şürefâ veya eşrâftır. Hz. Ali ve Fatıma’nın çocuklarından olan Hz. Hasan’ın soyundan gelenler şerîf, Hz. Hüseyin’in soyundan gelenler ise seyyid olarak anılmışlardır. Evlâd-ı Resul olan bu kıymetli insanlara daha önceleri olduğu gibi Osmanlı Devleti’nde de hürmet gösterilmiştir. Ayrıca onlara âid işleri görmek için vazifeli me’mûrlar ve başlarına da bakan statüsündeki nakîb’ül-eşraf tâyin edilmiştir. Nakîb-ül-eşraf adı verilen bu görevli, Peygamber efendimizin torunlarının işlerine bakar, neseblerini kayd ve zapteder, doğumlarını ve vefâtlarını deftere geçirir, onları âdî işlere ve şânlarına uygun olmayan san’atlara girmekten menederdi. Fena hâllere düşmelerine mâni olur, haklarını korurdu. SÂDÂT-I HIYÂLİYYÎN: HIYÂLSEYYİDLERİ: BABA TARAFINDAN BEDİÜZZAMAN’IN DEDELERİ Önemle ifade edelim ki, bütün ayrıntılarıyla baba canibinden şerîf olduğu ortaya çıkan ve ancak anne tarafından seyyid olan Abdülkadir-i Geylani Hazretlerinin nesli bizim için önem arz etmektedir. Zira Bediüzzaman hazretleri baba tarafından onun torunudur. Bu sebeple üzerinde biraz daha ayrıntılı duracağız. Âl-i Geylani diye bilinen bu aile, 1920 yılında Irakta başbakan olan Seyyid Abdurrahman Nakîb Geylanı’nin de kökleridir. Sâdât-ı Hıyâliyyîn, Bû Cumʻa ve Hidâdiyyîn sâdâtı tamamen Abdülkadir-i Geylani Hazretlerinin neslinden gelen seyyid veya şeriflerdir. Değişik zaman ve vesilelerle İslam dünyasının her tarafına dağılan seyyidlerin Güneydoğu Anadolu bölgesine de gelip yerleştikleri görülmektedir. Bölgedeki seyyidlerin göçlerinin Bağdat'tan gerçekleştiği ve bunun orada yaşayan bir hükümda¬rın yaptığı zulümlerden kaynaklandığı, Güneydoğu Anadolu'da halk arasında yaygın bir kanaattir. Kimi seyyid ailelerinin Harun Reşid döneminin tekabül ettiği miladi sekizinci yüzyılın sonları ile dokuzuncu yüzyılın başlarında Bağdat'tan bölgeye göç ettikleri anlaşılmaktadır. Abbasi halifeliğinin Moğollar tarafından ortadan kaldırıldığı 656/1258 yılına yakın veya onu izleyen tarihlerde de Bağdat'tan bölgeye kimi seyyid göçlerinin olduğu görülmektedir. Abdülkadir-i Geylani’nin bu kahraman evladı Seyyid Abdülaziz Haçlı Seferlerine karşı Selahaddin Eyyubi ile birlikte Askalan şehrinin fethine katılmış ve daha sonra Bağdad’daki idarecilerin (Vezir Ebül-Muzaffer Abdullah bin Yusuf’un baskısıve daha sonra da Şah İsmail’in Bağdad’a girerek Abdülkadir-i Geylani’nin türbesini tahrib eylemesi) zulmüne maruz kalınca, Musul’un kuzeyinde yer alan Sincar bölgesine ve burada da Hıyâl köyüne hicret etmiştir. Diğer kardeşi Seyyid Abdürezzak’ın torunlarının da Ard’ul-Hıyâl da denilen Sıncar bölgesine yerleştiği nakledilmektedir. Nitekim Hıyâl harabeleri arasında hem Seyyid Abdülkadir Geylanî’nin makamı ve hem de Seyyid Abdülaziz’in kabri bulunmaktadır. Hıyâliyyûnun nesilleri, biraz sonra göreceğimiz gibi, torunlarından Şeyh Ebu Salih Şemsüddin Muhammed el-Ekhal (El-Kehhâl) (651-739/1338, Sincar Kazası-Kuzey Irak)’ın evladlarının isimlerine göre adlandırılımışlardır. Bu arada bir ara Hıyâl ve çevresine Yezidîler musallat olup Müslümanlara zulm edince, Abdülkadir-i Geylani’nin torunları, çevreye dağılmışlar ve Bitlis’e kadar uzanmışlardır. http://www.risalehaber.com/d/other/akgunduz_soyagaci.jpg BEDİÜZZAMAN’IN BU AYRINTILI ŞECERELERİNE NASIL ULAŞTIK? Bediüzzaman hazretlerinin mübarek neslini Osmanlı Arşivleri ve İstanbul Müftülüğünde bulunan Nikabet’ül-Eşrâf belgeleri arasında bulmaya çalıştık. Bitlis ve Hizan’daki nüfus ve tapu kayıtlarını tamamen inceledik. Ancak istediğimiz neticeye ulaşamadık. Daha sonra bir ara Bitlis’in de Musul’a balı kaldığını hesaba katarak ve de Osmanlı döneminde mevcut Nakib’ül-Eşrâfların aynen devam ettiğini öğrenerek himmetimizi Irak’a çevirdik. Kıymetli Kardeşim Adnan Budak Beyin de gayretleriyle Üstad’ın şeceresi ile belgeye aylar sonra Üstad’ın dedelerinin mezarlarının bulunduğu Sincar’a bağlı Hıyal Köyü yakınlarında oturan ve çok kıymetli bir tarihçi, araştırmacı ve neseb ilmi mütehassısı olan Dr. Mahmud Said Bey vasıtasıyla ulaşmış olduk. Bilgilerin temelini oluşturan ama Osmanlı Arşiv Belgeleri ve özellikle Tapu-Tahrir Kayıtlarıyla teyid edilen bu şecerenin yazılış tarihi 1935’lere varmaktadır. Zira Şecereyi kaleme alan Hamed el-Hiyâlî 1937’de vefat eylemiştir. Şecereyi tasdik eden Nakib’ül-Eşraf ise 1935’de o görevi yürütmektedir. Bu şecereyi hazırlayan Üstad’ın babası tarafından mensup olduğu Sâdât-ı Hıyâliyyîn aşiretinin reisi Hamed el-Hıyâlî’dir. Bu zat Sâdât-ı Hıyâliyyîn’ın Bu-Hüseyin El-Bekr dalına müntesiptir. Hazırlamış olduğu şecereyi tasdik eden Nakib’ül-Eşrâf Abdülfettah ed Bedreddin, 1935 tarihinde Musul Nakib’ül-Eşrâfıdır. Daha önce Trablusşam Nakib’ül-Eşrâflığını da yapan bu zat, Sâdât-ı Hıyâliyyîn’in Âl-i Zaʻbî kolundandır ve Ali Bekkâr ez-Zaʻbî’nin torunudur. Şecerede ayrıca Verşan Hâlid el-Hadîdî, Hüseyin es-Sumaydaʻî ve benzeri şahsiyetlerin de mühür ve tasdiki bulunmaktadır. BEDİÜZZAMAN’IN ANNE TARAFINDAN ŞECERESİ (SÂDÂT-I HADÎDİYYÎN): HADÎDSEYYİDLERİ: BEDİÜZZAMAN’IN ANNE TARAFINDAN DEDELERİ Hazret-i Hasan'ın soyundan gelenlere Şerif ve Hz. Hüseyin neslinden gelenlere de genelde Seyyid denilir Resulullah efendimizin soyu, Hazret-i Hasan ve kardeşi Hazret-i Hüseyin'in çocukları ile devam etmiştir İmam Musa Kâzım, Sâdât- Hüseyniyye’nin ana unsur bu zattır (745 - 799) Sekiz çocuğu olmuştur. Sekizinci İmam olan Ali er-Rıza ve kızları Fatıma ile Hacer tanınmış çocuklarıdır. Bu zatın neslinden gelen Seyyidlere Sâdât-ı Museviyyûn denilmektedir. Başta Irak olmak üzere Musul ve çevresinde (bu arada Doğu ve Guneydoğu Anadolu’da) çok sayıda bu nesildeb gelen aşiretler mevcuttur. Üstad Bediüzzaman’ın annesinin nesli bu aşiretlerden Hadîdiyyîn Sâdâtı arasında yer almaktadır. Şemseddin Muhammed el-Accân el-Hadîd el-Hüseynî (900/1495), Hadîset’ül-Fırat’da medfundur ve bu sülalenin reisidir. Bunun oğullarındanAli el-Asğar Sermit (Yamaç, Karbastı’ya komşu bir köy)’de medfundur ki, Bediüzzaman’ın köyü olan Nurs’a 38 km uzaklıktadır. Bu zatın oğlu olanAhmedîn nesli Bediüzzaman’ın annesine kadar ulaşmaktadır. Bediüzzaman’ın annesi, bu zatın neslinden gelen Hakeyf Aşiretine dayanmaktadır. Bunun kardeşi Abdurrahim’in süllalesi ise, Urfa başta olmak üzere Kuzey Irak ve Güneydoğu Anadolu’da yayılmışlardır. BEDİÜZZAMAN NEDEN AÇIKÇA SEYYİD OLDUĞUNU SÖYLEMEMEKTEDİR? Çünkü seyyidlik konusunda Bediüzzaman'ın kendisini öne çıkarması Mehdi olduğu iddiası olduğunu gündeme getirecekti. Toplumda Mehdî hakkında öylesine bir imaj yerleşmiştir ki, o sanki harikulâde özelliklere sahip bir kimsedir. Bir çırpıda zulme gömülen dünyayı düzeltecek, hakkı, adaleti tesis edecek, kurtla kuzuyu barıştıracak, birden Sünnet-i Seniyyeyi yerleştirecek, Şeriatı hâkim kılacak… Ve bunları îman, hayat ve şeriʻat hakikatleri çerçevesinde gerçekleştirecek. Bu durum gönlü kırık, morali bozuk bir kısım mü'minlere büyük bir ümit ve tesellî kaynağı olurken, birçoklarına da aradıklarını bulamamanın, görememenin ezikliğini de yaşatabilmektedir. Bu ve buna benzer bir kısım hikmetler sebebiyledir ki Bediüzzaman kendini, seyyidliğini her zaman mevz-u bahis etmemiş, Risalelerde ise bu konu hakkında kesin ifade kullanmamıştı. Afyon Mahkemesi müdafaasında, “Hiçbir vakit böyle haddimden yüz derece ziyade hallerde bulunmamışım” diye cevap vermiştir. BEDİÜZZAMAN HUSUSİ TALEBELERİNE HEM SEYYİD VE HEM DE ŞERİF OLDUĞUNU AÇIKLAMIŞTIR; KÜRT OLMASI SEYYİDLİĞİNE MANİ DEĞİLDİR Bununla birlikte Bediüzzaman maddeten, yani neseben de Ehl-i Beyttendir. Onun, yukarıda bir kısmına yer verdiğimiz, geniş kesimlere aşikâr olarak ifade etmediği ve eserlerinde açık açık belirtmediği bu hususu bütün bütün de gizlemediğini, hususî sohbetlerinde talebelerine söylemekten çekinmediğini de görüyoruz. Mektûbât'ın büyük bir kısmının yazılmasına vesile olan, vefatına kadar Risale-i Nur'a büyük bir ihlas ve sadakatla hizmet eden merhum Albay Hulusi Yahyagil'e, ziyaretlerinin bir defasında, “Kardeşim, sen de ben de sâdâttanız (seyyidlerdeniz.)” dediğini görüyoruz. Emirdağlı Mehmet Çalışkan'ın anlattığına göre, Osman Çalışkan'ı yanına çağırır ve “Kardeşim ben hem Hasenîyim, hem de Hüseynîyim… Ahmed Feyzînin bütün söylediklerini kabul ediyorum. Haydi git!” der. Evet, Bediüzzaman'ın Kürt olması seyyidliğine engel değildir. Doğuda öyle aşiretler vardır ki Kürt oldukları halde bütünüyle seyyiddirler. Çünkü nesiller fetihler, göçler, farklı evlilikler sebebiyle zamanla dünyanın değişik yerlerine dağılmış, karışmışlardır. Meselâ Abbasîlerin yanlış tutumlarına tepki gösterdikleri için o günün tabiriyle Kürdistan bölgesine birkısım Ehl-i Beytin göç ettikleri bilinmektedir. Bediüzzaman'ın dedelerinin de bu göç esnasında buralara gelip yerleşmeleri sözkonusudur. Nitekim Bugün Mardin'deki Arvasîler, Hakkari'deki Ahmedîler ve Muş'taki Nehrîlerin Ehl-i Beytten oldukları düşünülürse, Kürt olmanın Ehl-i Beytten olmaya engel olmadığı açıkça görülür. Bediüzzaman'ın, Urfalı Salih Özcan'a da, “Ben hem Hasenîyim, hem de Hüseynîyim” cevabını vermişlerdir. Quote Link to comment Share on other sites More sharing options...
Webmaster Posted December 20, 2012 Author Share Posted December 20, 2012 Talebeleri, Said Nursi'nin soyağacına nasıl tepki verdi? Akgündüz'ün çalışmasına Bediüzzaman'ın talebeleri ilk değerlendirmeyi yaptı Ahmet Bilgi-Funda Demirer-Ömer Çelebi'nin haberi: RİSALEHABER-Bediüzzaman Said Nursi'nin soy ağacını açıklayan Prof. Dr. Ahmet Akgündüz'ün çalışmasına Bediüzzaman'ın talebeleri ilk değerlendirmeyi yaptı. Basın toplantısından sonra söz alan ağabeyler ve katılımcılar şunları söyledi: Mehmet Fırıncı: Bu güzel çalışmayı tebrik ve teşekkür ediyoruz. Hz. Bediüzzamanımızın Resulullahın (asm) neslinden gelmiş olması ayrı bir fazilet olarak kabul ettik. Memnun olduk. Üstaın, Risale-i Nur'u telif ederek insanlığa en güzel hakikatleri sunması zaten onun kim olduğunu bize sunuyordu. Abdullah Yeğin: İslamiyet meydandadır. Kur'an-ı Kerim gibi bir kitabımız vardır. Kelamullah olduğu çok delillerle ispat olmuş. Kur'an bizi kardeş ilan ediyor. Irkçılık, Kürtçülük, Türkçülük, Arapçılık vs. Bu ırkçılığı uyandıran avurpa değil mi? Müslümanları müstemleke etmek için çıkarıyorlar. Şeytani bir oyun. Bizi birbirimze düşürüyor. Bu gibi çalışmalar ilmin konuşmasıdır. Her şeyden önce Allah'ın kuluyuz, Müslümanız. Irkçılığa kulak asmayız. Cenab-ı Hak bizi insi şeytanların şerrinden muhafaz etsin. Hüsnü Bayram: Bediüzzaman'ın en büyük çalışması Risale-i Nur'dur. Bu dehşetli asırda küfrü mutlak İslamı yıkmak için uğraşıyor. Risale-i Nur mücadele etmiş. Risale-i Nur küfri fikirleri ilzam ediyor. Nur talebeleri kanaat ediyordu. Bu çalışma takdire şayandır. Bediüzzaman'ın gayesi Kur'an'a hizmettir. Nurlar Kur'an hizmeti adına alakadardır diyor. Kıyamete kadar başka şahıs gelmediğini teyit ediyor. Risale-i Nur'un aynen neşredilmesini Üstad istiyor. Nusret Hoca: Nur şakirtleri biribirinin yardımına koşmalıdır. Cenab-ı Hak ebeden razı olsun. Prof. Dr. Nevzat Tarhan: Veriye dayanarak müthiş bir tespit yaptığı için Akgündüz hocaya teşekkür ederim. Musul'da, Irak'ta dolaşarak senelerini verdi. Herkes kıyamet bekliyor. Aslında kıyamet koptu şu anda. Türk ve kürt ırkçılarının başına kıyamet koptu. İnşallah iyi günlere vesile olacak. Prof. Dr. Nevzat Yalçıntaş: Sıradan bir basın toplantısı değil. Tarihi bir olaya şahitlik ediyoruz. Böyle bir araştırmayı yapacak ikinci bir Ahmet bey var mı? Keşke olsaydı. Bunun altında uzun bir emek var, sabahlara kadar süren çalışma var. Kendisine teşekkür ederiz. Önemli bir uyanış hadisesinin menşeinin açıklanmasıdır. Quote Link to comment Share on other sites More sharing options...
Webmaster Posted December 25, 2012 Author Share Posted December 25, 2012 Soy ağacı süreci 24 Aralık 2012 Pazartesi 07:22 abdurrahmaniraz@hotmail.com 20 Aralık Perşembe günü Yeşilköy Dünya Ticaret Merkezi kampüsündeki WOW Otelde bir basın toplantısı yapıldı. Toplantıyı düzenleyen Hollanda Roterdam Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Ahmet Akgündüz, toplantının konusu ise Bediüzzaman Said Nursi Hazretlerinin şeceresiydi. Bediüzzaman Said Nursi Hazretlerinin talebeleri Hüsnü Bayram, Abdullah Yeğin ve Mehmet Fırıncı abilerin de katıldığı basın toplantısını bir hayli kalabalık yazılı ve görsel basın temsilci takip etti. Bu basın toplantısı yapıldıktan, gazetelerde yer aldıktan sonra Türkiye'nin hemen her yerinden telefonlar aldım. Telefonuna cevap verdiğim bütün dostlarımın bana tevcih ettikleri sorular da kelime farklılıkları ile beraber mana aynıydı. İlk olarak şu soruluyordu "Ahmet Akgündüz hoca ne yapmaya çalışıyor?" Sorular aynı olsa da endişeler farklıydı. Bir kısmı Bediuzzaman'ı neseben kaybetme korkusu yaşarken bir kısmı da Kürt kardeşlerimizin rahatsız olma ya da olabilme ihtimalinin verdiği endişenin ızdırabını yaşıyordu. Yine bir kısmı Kürt ve Türk ırkçılarının bu olayı saf müslümanlara karşı kullanabileceklerini bunun da hezimet olacağını haykırıyordu. Diğer bir kısmı bu olayı Türk ırkçılarının kullanarak saf ve temiz Kürt kardeşlerimizin duygularını rencide edebilecekleri endişesini dile getiriyordu. Beni arayan herkesi ve her kesimi önce dinledim sonra basın toplantısından bazı kesitleri ve intibalarımı aktardım. Sevgili dostlar, bana daha önce aktarılan endişeler ve korkularla basın toplantısına gittim. Hatta Ahmet Akgündüz hoca şunu söylerse ona bu cevabı verir, böyle derse şöyle derim gibi hazırlıklar bile yaptım. Kahvaltıdan sonra saat tam 10.30'da toplantı başladı. Sunum giriş ve selamlama faslı herşey profosyonelce hazırlanmıştı. Dedim ya ben daha önce bazı nahoş ifadelerde dinlediğim için ön kabullerim vardı ve o ön kabüllerle dinledim. Sanki benim o ön kabulleri biliyor gibi Bediüzzaman'ın şeceresine Hazreti Hasan'dan başlayarak önce babası Mirza efendinin sonra da Hazreti Hüseyin ile annesi Nuriye hanımın şecereleri ne, nereden, nasıl ve ne zaman nereye göç ettiklerini anlatarak izah etti. Ve elindeki orjinal belgeleri gösterdiği 40 dakikalık konuşmasını ve izahlarını, belgeleri projeksyon marifetiyle ekrana yansıtarak izleyenlere aktardığı son cümlesi yanlız beni değil salondaki herkesi kısmen de olsa rahatlattı. Cümle şöyleydi: Bediüzzaman'ın şerif ve seyyid olması Kürt olmasına mani değil. Bu ifade benimle birlikte salondaki herkesi rahatlattı. 40 dakikalık sunum neticesinde salondaki kalabalık izleyiciler arasında bulunan Üstadın talebeleri de söz aldı. Onlar da konuştu fakat şu anda Bediüzzaman'ın yaşıyan talebelerinden Hüsnü Bayram ağabey öyle bir şey anlattı ki dinleyenler ile birlikte beni de ikna etti. Hatıra şöyle: 1958 yılında Ahmed Fevzi Ağabey Üstad’ı Isparta’da ziyarete geliyor. Odada üç kişi mevcut: Üstad, Hüsnü Bayram Ağabey ve Ahmed Feyzi. Üstad bu ikisine bakarak: "Kardeşim senin Maidetül-Kur’an kitabında yazdığın mehdiyyet ve seyyidlik ile alakalı bütün tesbit ve istihraçların doğrudur. Bu hakikat âleme istikbalde ilan edilecek; ancak ben yetişemeyeceğim, Hüsnü bu ilanı görecek ve dinleyecek." Hüsnü Bayram ağabeyin buna şahit olması resmen yüzüne yansımıştı. Toplantının ardından eve gittiğinde Üstadın bu sözlerinin tahakkuk etmesine sarsılarak ağladığını da daha sonra anlatmıştı. Ayrıca Emirdağlı Mehmet Çalışkan'ın anlattığına göre de, bir gün yanlarına Ahmet Feyzi Kul gelir. Üstadın vasıfları ve yüksek makamından bahseder. Cifir ve ebced hesabıyla çıkardığı tevafukları anlatır. O anda Osman Çalışkan'ın kalbine, “Biz Üstadımızı Kürt olarak biliyoruz. Ahmet Feyzi Efendinin anlattığı büyük müceddit ise Âl-i Beyt-i Nebevîden olacaktır” gibisinden bir şüphe gelir. Bu hadiseden az sonra Bediüzzaman, Osman Çalışkan'ı yanına çağırır ve, Kardeşim ben hem Hasenîyim, hem de Hüseynîyim… Ahmed Feyzînin bütün söylediklerini kabul ediyorum. Haydi git!” der. Hüsnü bayram abi bu olayı anlattıktan sonra herkeste bir rahatlama oldu ama buna rağmen süreç daha iyi yönetilebilirdi. Üç gündür Isparta Kahramanları Sempozyumundaydım. Birçok kişi aynı sözleri ifade ediyor, süreç daha iyi yonetilebilirdi. Artık olan olmuştur. Bence bu konuda akıl ve sağduyudan taraf olanlar tartışmamamalı. Saadet ve muhabbetle kalınız. Quote Link to comment Share on other sites More sharing options...
Webmaster Posted April 2, 2013 Author Share Posted April 2, 2013 BEDİÜZZAMAN’IN ŞECERESİNE YAPILAN İTİRAZLARA CEVAPLAR VE ŞECERENİN HAZIRLANIŞ HİKÃYESİ 20 Aralık 2012 Perşembe günü Bediüzzaman’ın soy ağacını yani mübârek nesebinin şeceresini açıkladıktan sonra, hem bayram havası yaşandı ve hem de aşırı Kürtçülerin ve ırkçı Türkçülerin başına Prof. Dr. Nevzat Tarhan’ın ifadesiyle kıyamet koptu. [h=1]1Şecereyi Tasdik Edenler[/h]Evvela, Bunun en son doğruluk şehâdeti, 20 Aralık 2012 tarihinde Hüsnü Bayram Ağabeyin dilinden dökülmüştür: 1958 yılında Ahmed Fevzi Ağabey Üstad’ı Isparta’da Ziyarete geliyor. Odada üç kişi mevcut: Üstad, Hüsnü Bayram Ağabey ve Ahmed Feyzi. Üstad bu ikisine bakarak: Kardeşim senin Maidetül-Kur’an kitabında yazdığın hakikatlar (mehdiyyet ve seyyidlik) ile alakalı bütün tesbit ve istihraçların doğrudur. Bu hakikat âleme istikbalde ilân edilecek; ancak ben yetişemeyeceğim, Hüsnü! İnşaallah sen görürsün. Hüsnü Bayram ağabeyin buna şahit olması resmen yüzüne yansımıştı. Toplantının ardından eve gittiğinde Üstadın bu sözlerinin tahakkuk etmesine sarsılarak ağladığını da daha sonra anlatmıştır.[1] Sâniyen, 27 Mart 2013 tarihinde bizim açıkladığımız belgeler üzerine şahsımıza bazı ırkçı kesimler tarafından yapılan hücumları duyup üzülen ve Üstadı hayatında ziyaret eden Mevlüt Gönen Ağabey, Osmanlı Araştırmaları Vakfına kadar gelerek, Abdülmecid Efendi’den naklen aynen şunları anlattı: Bizim şeceremiz sahidir ve hiçbir şüphe yoktur; baba tarafından Hasanîyiz ve anne tarafından Hüseynîyiz. Ancak Seydâ (Üstadı kasdediyor) bunu açıklamamızı yasakladı; zira bu asırda herkes seyyidim diyor ve bir de nazarlar Nurlara çevrilmelidir; şahsımıza değil. Sâlisen, başta Hulusi Yahyagil, Mustafa Sungur, Abdullah Yeğin, Salih Özcan ve kısaca Bediüzzaman’ın bütün talebeleri hiçbir istisna bulunmadan bu açıklamaları tasdik eylediler. Sağ olanlar teşekkürlerini ifade ettiler. Diyarbakır’da görülen sâdık bir rüyada Resulüllah’ın ifade ettiği gibi; Molla Said bendendir. Akgündüz Hoca bilinen bir hakikatı âleme ilan eyledi. sadâsı bütün Nur Cemaati tarafından tasdik ve tebrik edildi. [h=1]2Başlarına Kıyamet Kopan Irkçı Tenkitçiler ve İddiaları[/h]Bunları üç grupta toplamak mümkündür. Birinci grup, ırkçı Türkçülerdir ki, eskiden Türkiye Gazetesinde maalesef başyazarlık yapan ve şu anda Sözcü Gazetesinde Ergenekoncuların sözcüsü olan bir yazar bundan rahatsız oldu. Bunu gayet normal karşıladık. Zira bunlar ve benzerleri 100 yıldır Bediüzzaman’ı Kürtçü ve bölücü ilan ederek güneşi balçıkla sıvamak isteyenlerdi. İkinci grup ise ırkçı Kürtçülerdir ve sahte bir mehdidir ki, Bediüzzaman’ı ırkçılıklarına vesile yaptıklarından hakikatın ortaya çıkması oyunlarını bozdu. Bunların başını Diyarbakır’da Osman Baydemir’e methiyeler yazacak kadar ileri giden ve PKK’li anarşistlerin terör hareketlerini şanlı mücadele diye tavsif edebilen bahtsız bir Hoca Efendi ve onu takip eden bazı bedbahtlardır. Hepsi de Diyarbakır’lı Molla’nın yazdıklarını esas alarak, şecerenin sahte olduğundan tutunuz da Akgündüz’ün şeceresi vasıflandırmasına ve hatta Akgündüz’ün Türkçülüğüne kadar işi götürmüşlerdir. Bunlara cevap vermeye değmez; ancak saf dostlara bazı hakikatleri hatırlatmakta fayda mülahaza ediyoruz. Sahte Mehdi’ye ise cevap vermeye dahi tenezzül etmiyoruz. Bunlara asıl cevabı Abdülkadir Badıllı Ağabey vermiştir. Onun affına sığınarak bazı tesbitlerini burada aktarmak istiyorum: Yazdığın yazılara bir göz gezdirdim. Yazılar 1. sahifesinden 51. sahifeye kadar kısmını, çok fuzuli, bad-ı heva, hayali bir hücum ve bir çeşit şarlatanlıklarla memlu gördüm. Ayet ve hadislerin murad ve maksud manaları çok başka iken, sen kendi kafana göre gayr-ı murad manalara sarfetmişsin.Yani çok itimad ettiğin mollalığının te’villeriyle bazılarını küfürle, dalaletle ittiham etmişsin. Aynı zamanda Hz.Üstadın pozisyonunu mükallidane takınarak yaptığın hitaplarda muhatapları cehil ile, ayıb ile fesad ile ittiham etmişsin. Bu davranışın nurun mesleğinin ruhuna,ondaki ihlas,tesanüd, ittihad ve uhuvvetin zıddına, tersine olmuştur. Senin bu yazılarından anlaşılıyor ki,bala-pervazane mollalığınla beraber Risale-i Nurun dakik manalarından çok uzaksın. Bu vaziyeti sana sağlayan şey ise sendeki kendini fazla beğenmekliğindir. Bütün bunlar ise, yatmış olan hevesbar bir fitnenin kapısını açmak, onu ikaz etmektir. Ayrıca senin fare fare telaşlı çırpınman, bir hak namına değil, bir hakkı müdafaa değil tam tersine Kürd ırkının taassubu namına olmuştur. Çünki orta yerde bahsini yaptığın şey yoktur. Bu meselede senin yapacağın bir tek şey vardır. O da senin yazının 51.sahifeden sonraki sahifelerde yaptığın gibi Ahmet Akgündüz hoca Hz Üstadın şeceresini şöyle şöyle hatalarla, yanlışlıklarla tanzim etmiştir diyerek ispatlı bir şekilde hata ve sehivleri ortaya koymaktır. Evet,sadece bunu yapmalı idin, yazmalıydın. Senin Risale-i Nurların dekaikine adem-i vukufiyetini gösteren bir iki örnek gösteriyorum. Birincisi: Hazret-i Üstad müceddidliğini ve mehdiliğini reddetmediği halde, sen ise kendi kafana göre diyorsun ki, Hz.Üstad üç şeyi birlikte reddetmiştir. Seyyidlik, müceddidlik ve mehdiliği…Oysa ki, Hz.Üstad müceddidliği açıkça kabul etmiş. Mehdiliğin üç merhalesinden biri olan imana hizmet, takviye-i akide gibi mehdiliğin şu en birinci merhalesini kendisinin ve talebelerinin ve Risale-i Nurların ifa ettiğini defalarca söylemiş ve yazdırmıştır. Müceddidlik hususundaki ifadelerinden Sikke-i Tasdik-i Gaybi – Envar Neşriyat Sahife 10 da “…Onun için nurlara o ismi vermek (mehdilik) münasib görülmüyor. Belki müceddittir,onun pişdarıdır, denilebilir” demektedir. Seyyidliğini ise – bana göre –elinde maddi delil olmadığı için ve o zat-ı azim delilsiz davaları öne sürmediği için zahir vaziyete göre hükmeylemiştir.Öbür yanda rivayet yoluyla gelen üç-dört çok ciddi ve mühim zatların naklettikleri seyyidliği hakkındaki haberler, sadece bir indi te’vile bina edilmez. Kendine fazla güvenen ……. isimli zat, kalkıyor,Hazret-i üstadın hem seyyidliğini, hem müceddidliğini – milli asabiyet namına – ceffel-kalem inkar ediyor. ……. Netice :Senin bala-pervazane üsluplu kitapçığın neşre girerse, şimdiye kadar Nur cemaati içindeki mevkiin tarumar olup başını yiyen bir vesile olur. Çünki mukabil yazılar yazılacaktır. Sana kardeşçe tavsiyem odur ki; yazınızın 51. sahifesinden sonrakini kısmen neşredebilirsiniz. Kimseyi dine, Kur’ana ve hadise zıd olmakla ittiham etmeyin. Eğer edersen, “Men dakka dukka” kaziyesi mucibince ayni şeylerden müttehem olursun. Sonuçtada Nur’un uhuvvet ve samimiyet mesleği ayak altına alınmış olur.Tenkid yapma demiyorum, ama tenkidi müdâvele-i efkâr içinde, birilerini ittiham etmeden ve hak namına âlimâne ve mülayimane olmalıdır. Başka bir diyeceğim yoktur. Bu sözlerden sonra bizim de bir diyeceğimiz yoktur. Gelelim itirazlara: Evvela Osmanlı Devleti, Sivas ve Kayseri çizgisinden itibaren Doğu’da kalan Şark Vilâyetleri ve Arap ülkelerindeki siyâdet evrakını Batı bölgeleri gibi tutmamıştır ve yerli Nakib’ül-Eşraflara bırakmıştır. Sadece bazı istisnâ şecereler bulunmaktadır ki, Somuncu Baba’nın ve Seyyid Fehim Arvâsî’nin şecereleri bu grupta yer alan şecerelerdendir. Ancak bütün Nakib’ül-Eşrafları yine Osmanlı Devleti tayin etmiş ve mahallî arşivlerde bunlar muhafaza edilmiştir. Bu sebeple Bediüzzaman’ın mühürlü ve tuğralı şeceresini Osmanlı Arşivinde aramak beyhudedir; ancak onun şeceresindeki bilgileri teyid eden belgeleri aramak mümkündür ki, bunu elimizden geldiği kadar yaptığımız ve bulduğumuz kanaatindeyim.Bediüzzaman’ın doğduğu köy o zamanlarda Musul Eyâletine bağlıdır ve bu durum çokça değişikliğe uğramıştır. Bu sebeple onun şeceresini Musul Bölgesinde aramak en makul olanıdır; zira Hıyal Köyü zaten Musul’a bağlı Sincar Kazasındadır.Biz böyle bir şecereyi kendimiz üretmedik. Bu belge gelmeden evvel biz Bediüzzaman’ın hem Hasanî ve hem de Hüseynî olduğuna inanıyorduk ve ağabeylerden duymuş ve okumuş idik. Bu şecere Adnan Budak vasıtasıyla Dr. Mahmud Said eliyle bize ulaştı. Diyarbakır’lı Molla’nın iddia ettiği gibi önce ona gitmedi; bilakis rica üzerine bizden izin alarak ilk Dr. Said’in el yazmalarını gördü. Biz de bunları senelerce evvel okuduk; fakat orijinal belgeyi görmeden açıklamadık. Sonradan orijinal belge geldi. Dokuz varaklık kısmını bahsedilen Molla’nın ricası üzerine ona da verdik. Son varak sonradan geldiği için ona verilmedi. Bu meselede parayla yaptırıldı yahut uyduruldu diyenlerin cevabını Allah’a havale ediyorum. Saf dostlara da Dr. Said sağdır ona sorunuz diyorum. Yalanın ve iftiranın ne demek olduğunu, Dr. Akgündüz de en az onlar kadar idrak eylemektedir.Daha önce de açıkladığımız gibi, bu şecerenin nasıl hazırlandığını biz de bilmiyo ve hatta kimin hazırladığını da bilmiyor idik. Ancak bahsedilen mühürler, gerçekten Hiyâliyyîn Aşiretinin reislerine ait olduğunu bizzat reisleriyle görüşerek tahkik eyledik. Hatta bunlardan iki reis ile görüşmemizi fotoğraf ile tesbit eyledik. Önemli olan mühürlerin hangi tarihli yahut ne zaman hazırlandığı değil, hazırlanan şecerenin orijinalliğidir. Eski yahut yeni tasdik mühürlerinin bulunuşu, bahsedilen makamların bu belgeleri tasdik manasını taşımaktadır.Bu şecereyi hazırlayan Üstad’ın babası tarafından mensup olduğu Sâdât-ı Hıyâliyyîn aşiretinin reisi Hamed el-Hıyâlî’dir. Bu zat Sâdât-ı Hıyâliyyîn’ın Bu-Hüseyin El-Bekr dalına müntesiptir.[2] Hazırlamış olduğu şecereyi tasdik eden Nakib’ül-Eşrâf Abdülfettah ed Bedreddin, 1935 tarihinde Musul Nakib’ül-Eşrâfıdır. Daha önce Trablusşam Nakib’ül-Eşrâflığını da yapan bu zat, Sâdât-ı Hıyâliyyîn’in Âl-i Zaʻbî kolundandır ve Ali Bekkâr ez-Zaʻbî’nin torunudur.[3] Şecerede ayrıca Verşan Hâlid el-Hadîdî,[4] Hüseyin es-Sumaydaʻî ve benzeri şahsiyetlerin de mühür ve tasdiki bulunmaktadır.Nakib’ül-Eşraf yazısının bulunduğu Mühürde nakib’ül-eşrafın isminin bulunması lazım diyen arşivci arkadaşımız herhalde çok az nakibül-eşraf mührü görmüşlerdir. Nakib’ül-eşrafın ismi mühürde olacak diye bir kaide de kanun da bulunmamaktadır; ama çoğunlukla isim bulunmaktadır. Yüzlerce şecereyi elinden geçiren Akgündüz’ün arşivinde bunun delilleri çoktur. Üzerinde durulmaya değen bir iddia da değildir. Kaldı ki, keşke Abdülmecid ağabeyin bahsettiği ve ellerinde bulunduğuna inandığımız sahih şecere elimizde bulunsaydı diyoruz.Kaldı ki, 25 Mart 2013 tarihinde bu şecerenin kimin tarafından ve nasıl hazırlandığına dair bilgi ve belgeler de elimize ulaşmış bulunmaktadır. Bu tarihe kadar biz de bilmiyorduk.En önemli noktalardan bir de Hiyâliyyîn Şeceresini teyid eden yeni iki şecere elimize geçmiş bulunmaktadır. Bunları da yeri gelince yayınlayacağız. Bunların her ikisi de imzalı ve mühürlüdür. Üçüncü grup ise, saf bazı arkadaşlardır ki, az da olsa Kürtçülük virüsünden etkilenmeye müsait olan şahsiyetlerdir. Bunların içinde ilahiyat hocalarının da bulunması bizi üzmüştür. Bunlardan sevdiğimiz bir âlim, Kardeşlik projesinin gündemde olduğu bir zamanda bunu açıklamanız projeye zarar vermiştir diyebilmiştir. Bu söz zımnen kahraman ve dindar Kürt kardeşlerimize de hakaret sayılabilir. Zira asırlarca Seyyid ve Şeriflere kucak açan bu millet, Bediüzzaman’ın evlâd-ı Resul olması ile iftihâr ederler. Kaldı ki, Kur’anın açıkça muhabbet talep ettiği bir nesle Bediüzzaman’ın intisabını açıklamak neden Kürt kardeşlerimizin İslam kardeşliğine olan imanlarına zarar versin? Nitekim bizim müşahedemiz, tam tersine bu izahların Şark Vilayetlerinde sürur ile karşılandığı şeklindedir. [h=1]3SÂDÂT-I HIYÂLİYYÎN’E AİT BİR BAŞKA ŞECERE[/h]Elimizde Sâdât-ı Hiyâliyyîn’e ait başka bir şecere daha vardır ve bu aynı sülaleden Seyyid Yunus bin Seyyid Yahya Ağa el-Hiyâlî’ye aittir ve Bediüzzaman ile Şeyh Ebu Salih Şemsüddin Muhammed el-Ekhal El-Hiyâlî (El-Kehhâl) (651-739/1338, Sincar Kazası-Hıyâl)[5] denilen zatta birleşmektedir. Büyük bir Âlim olan bu zat, evvela Şam ve Haleb’in büyük Âlimlerinden ilim tahsil etmiş, sonra Mekke başta olmak üzere bazı ilim merkezlerini gezmiş ve kendisinden İbn-i Teymiye gibi Âlimler ders okumuş ve neticede Sincar’ın bir köyü olan memleketi Hıyâl’e geri dönerek orada vefat etmiştir.[6] Oğullarından biri yani Şeyh Hasan El-Ekhal (775/1373) Seyyid Yunus bin Seyyid Yahya Ağa el-Hiyâlî’nin dedesi ve Şeyh Muhammed Nureddin Ali de Bediüzzaman’ın dedesidir. ⬇ [TABLE] [TR] [TD]El-Bedr Hasan, Hasan Bedreddin (775/1373) ⬇ Hüseyin El-Bû Hüseyin ⬇ [TABLE] [TR] [TD]Câsim El-Bû Câsim ⬇ Hilal ⬇ Ömer ⬇ Nâsır [/TD] [TD]Ali Nureddin ⬇ Muhammed Şemseddin ⬇ Veliyyüddin ⬇ Hüsâmeddin ⬇ Muhammed Derviş ⬇ Zeynüddin [/TD] [/TR] [/TABLE] [/TD] [TD]El-İz Hüseyin, İzzeddin Hiseyin ⬇ Şeyh Nureddin Ali ⬇ Şeyh Şemseddin Muhammed (4 Safer 840/1436) iki evlad ⬇ Şeyh Şerefüddin ve Şeyh Bedreddin (841/1437) ⬇ Muhammed Şerefüddin ⬇ Ahmed ⬇ Muhammed Zeynelâbidîn Ali El-Kebîr ⬇ Ebûbekir Abdülaziz devamı var yazmıyoruz.[7] [/TD] [TD]El-Hüsâm Abdülaziz, Hüsâmeddin Şam ve benzeri bölgelerdeki şerîflerin dedesidir. Buraya ilaveten Şeyh şemseddin’in de 7 çocuk arasında olmasına rağmen elimizde ayrıntılı bilgi yoktur. [/TD] [TD]Ahmed et-Tuhr, Şerefüddin Bağdad’daki Âl-i Nakîb, Musul’daki Derâvişe ve benzeri şerîf aşiretlerinin dedesidir. [/TD] [TD]Şeyh Hasan El-Ekhal (775/1373) ⬇ Şeyh Hüseyin ⬇ Şeyh Ahmed ⬇ Şeyh Ebu Rağîb ⬇ Şeyh Abdürrezzak ⬇ Şeyh Ali Ve nihayet Şeyh Ahmed, Şeyh Yusuf, Şeyh Hüseyin, Şeyh Hasan, Cal̒ut, Yusuf, Mustafa, İbrahim ve sonunda Es-Seyyid Muhammed el-Hiyâlî [/TD] [TD]Şeyh Muhammed Nureddin Ali Sâdât-ı Hıyâliyyîn’in ve bu arada Bedîüzzaman Hazretlerinin dedesidir. Mısır, Şam, Hama, Diyarbekir, Mardin ve Bitlis tarafında nesilleri vardır. Osmanlı Devleti Mısır’da onu Nakîb’ül-Eşrâf olarak tayin eylemiştir. [/TD] [/TR] [/TABLE] file:///C:\DOKUME~1\SAHINÖZ\LOKALE~1\Temp\msohtml1\01\clip_image002.jpg file:///C:\DOKUME~1\SAHINÖZ\LOKALE~1\Temp\msohtml1\01\clip_image004.jpg file:///C:\DOKUME~1\SAHINÖZ\LOKALE~1\Temp\msohtml1\01\clip_image006.jpg [h=1]4Şecereyi Kim Hazırladı ve Nasıl Hazırlandı?[/h]Bu şecereyi elimize geçen yeni bilgi ve belgelere göre şu anda birçok akrabası Mardin ve Türkiye’nin farklı şehirlerinde oturan Benî Hilal Kabilesi Mahlemiyye Aşiretinden Abdülkerim hazırlamıştır. 1970’li yıllarda vefat etmiştir. Bunun nesli şöyledir: Abdülkerim → Molla İbrahim → Molla Abdullah → Molla Muhammed → Molla İbrahim → Beytül-Meleviye (Mollalar Evi = Benî Hilal Kabilesi = Mahlemiye Aşireti). Şimdi bu zatı dinleyelim: Ben Irak vatandaşıyım. Benim ailemin önemli bir kısmı şu anda Midyat’a bağlı Şenköy’de yaşamaktadırlar. Bunlar şu anda da Beytül-Meleviye (Mollalar Evi) diye meşhurdurlar. Ben 1910’da Mardin’de dünyaya geldim. Babam Molla İbrahim köyümüzün imamı idi. Bediüzzman 1894 yılında Mardin’e geldiği zaman onunla buluşan âlimler arasında yer alıyordu. Kardeşlerim Abdurrahman ve Ali, Bediüzzaman’ın kumandası altında Ermeni ve Ruslara karşı Kafkas cephesinde 1916 yılında Bitlis savunması için I. Dünya savaşına katılmışlardı. Bu hadiselerden sonra evvela Suriye’ye ve sonra da Irak’a göç ettim. Uzun süre Melik Faysal’ın korumasında görev aldım. 1935-1937 arası Musul’a bağlı Sincar kazasında Irak Polis teşkilatında çalıştım. Babamı tanıdıkları için Sâdât-ı Hiyâliyyîn bana kefil oldular ve özellikle Seyyid Hamed el-Hiyâlî (Şecerede imzası bulunan zat) bana çok destek oldu ve beni bütün Irak’taki seyyid ailelerine ve makamlara tavsiye eyledi. Aşağıda isimlerini zikredeceğim seyyidlerin ileri gelenleriyle görüşme ve müzâkere imkânları ortaya çıktı. Bu seyahatlerde Büyük Ağabeyim Mustafa benimle beraber geziyor ve görüşmelerde Bediüzzaman’ı anlatıyordu, Külliyâtı tanıtıyordu. Onun başına gelenleri naklediyordu ve en son 1949 tarihindeki Afyon Mahkemesinin beraat kararından bahsetti. Gün geçtikçe Türkiye’ye gidip Bediüzzaman ile görüşme aşk ve şevkim artıyordu. 1951 yılında Türkiye’yi ziyaret ettim ancak Bediüzzaman’ı görme şerefine nail olamadım. Ancak artık Irak’a Bediüzzaman’ın Risâle-i Nur Külliyâtı ile birlikte dönüyordum ve hayatım tamamen değişmişti. Yaşadığım sürece Bediüzzaman’a talebe olmaya karar verdim. En büyük emelim ve gayem Bediüzzaman’ın şeceresini hazırlamaktı. Bunun için önemli saikler mevcut idi: Bediüzzaman hususi sohbetlerinde talebelerine hem Hasanî ve hem de Hüseynî olduğunu ifade eylemişti. Ancak hem Nurları nazara vermek ve hem de enaniyetten kaçınmak sebebiyle bunu açıkça kaleme almıyor ve izhar eylemiyordu. Mahkemedeki sözleri de bunun deliliydi. Bediüzzaman Hz. İmam-i Ali’den zühd dersini aldığını ve Hz. Ali’nin Risâle-i Nur’un üstadı olduğun u açıklıyordu.Risâle-i Nur’un tarikat değil hakikat yolu olduğunu ve Nurların hem Hz. Ali’nın kerâmetiyle ve hem de Gavs-ı Geylânî’nin manevî işaretleriyle müjdelendiğini hatırlatıyordu. Hz. Ali’nin iman hakikatleri konusunda üstadı olduğunu hatırlatan Bediüzzaman, onun tek üstadı olduğunu ve onunla kendisini bağlayanın ise İmam Zeynelâbidîn bulunduğunu ifade ediyordu. Bediüzzaman’ın Abdülkadir Geylani muhabbeti istisnâî bir muhabbet idi ve buna dair Risâle-i Nur’da yüzlerce işaretler bulunmaktaydı. Abdülkadir-i Geylanî onun hem üstadı, hem manevî tabibi ve hem de mürşidi idi. İşte bu sebeplerle, âl-i beytten olduğunu müşâhede ettiğim Bediüzzamanın neseb-i mübârekini tesbit ve tevsîk için işe başladım. Bediüzzaman’ın şeceresini tesbit eylemek için evvela Allah’a niyazda bulundum. Alan araştırmasından başladım; bütün tarihî kaynaklara ve şecerelere müracaart ettim. Hiyâliyyîn, Hadîdiyyîn ve Sumaydi’ ailelerinin ellerindeki şecerelere ulaştım. Neseb ile alakalı bütün kitapları topladım ve makaleleri değerlendirdim. Irak’ın bütün bölgelerini gezdim ve Türkiye’yi dört defa ziyaret eyledim. Ürdün, Suriye, Lübnan, Mısır (841/1437’de vefat eden Şeyh Alaaddin Ali’nin Camisinde namaz kıldım), Kudüs, Mekke ve Medine’yi dolaştım. Bütün bu seyahatlerimde her bölgedeki neseb âlimleri ve seyyidlerle görüştüm. Bunlardan özellikle şunları zikredebilirim: Şecerede mührü bulunan zatın torunu ve bu mühür kendisine intikal eden Seyyid Hamed (→ Seyyid Hammâdî → Seyyid Hamed → Seyyid Nasr el-Hiyâlî)Seyyid Sâlih el-Hiyâlî (Ellerindeki 200 yıllık şecereyi okudum).Seyyid Halef el-Hiyâlî (Ellerindeki 200 yıllık şecereyi okudum).Seyyid Davud Ağa el-HiyâlîSeyyid Arsan (Abdülkadir Geylan’nin oğlu Seyyid Abdürrezzak’ın torunlarından).Seyyid Reşid el-Hiyâlî (Bu zat Seyyid Hasan El-Ekhal’in torunlarından el-Hiyâlî seyyidlerinin reislerinden).Seyyid Bû Cum’a ((Bu zat Seyyid Hasan Bedredddin’in torunlarından el-Hiyâlî seyyidlerinin reislerinden).Seyyid Muhammed Emin el-Hiyâlî.Seyyid Ali bin Süleyman. Seyyid Verşan Hâlid el-Hadîdî (Yayınladığımız Şecere üzerinde mührü var).Seyyid Hüseyin Sumaydi’î (Irak ve Harran’daki seyyidlerin reislerinden).Seyyid Ali Murtazâ (→ Seyyid Abdülfettah → Seyyid Muhammed → Seyyid Bedredddin el-Hiyâlî – 1840 yılında Lübnan Trablus’da dünyaya gelmiş. Osmanlı Devleti onu Nakib’ül-Eşraf olarak tayin eylemiş).Seyyid Muhammed Salih bin Ahmed Hatib (Şam’da 1975 yılında buluştum).Seyyid Muhammed Süheyl el-Hatib (Ãl-i Hatib seyyidlerinin şeceresini elinde bulunduran zat, Şam’da 1975’da buluştum).Şeyh Seyyid Muhammed bin Abdülkadir (Şam’da buluştum).Şerif Ahmed (→ Şerif Hıdır → Şerif Abdülkadir → Şerif Ahmed → Şerif Fethullah Efendi (Nakib’ül-Eşrâf) → Şerif Hıdır → Şerif Muhammed → Şerif Mustafa → Şerif Şerif Süleyman → Şerif Mustafa → Şerif Zeynüddin → Şerif Muhammed Derviş (Hiyâlî dervişlerinin reisi) → Şefif Hüsâmeddin → Şerif İkinci Nureddin → Şerif Yahya → Şerif Birinci Nureddin (Şeyh Abdülaziz Geylani’nin neslinden gelen üçüncü Nakib’ül-Eşraf) → Nakib Veliyyüddin → Nakib Zeyneddin (Kendisine 1534 tarihinde Kanuni Sultan Süleyman berat vermiş). Bunlarla da yetinmedim ve henüz neşredilmemiş yüzlerce şecereyi inceledim ve okudum. Ayrıca neşredilen ve edilmeyen yazma kitaplara, arşiv belgelerine; Kadiriye Kütüphanesindeki bütün kaynaklara hususan hüccet-i şer’iyelere; Osmanlı Salnamelerine; Kadiriye Kütüphanesi ve Arşivinde bulunan bütün vakfiyelere; Geylani ailelerinin ellerindeki belgelere ulaştım. Konuyla ilgisi olan âlimler ve şeyhlerden istifade ettim; hususan Abdülkadir-i Geylanî’nin oğlu Abdülaziz’in torunu olan Seyyid Muhammed el-Hiyâlî’den çok istifade ettim ki, zaten dedesi 1915 yılında Bağdad Nakib’ül-Eşrafıdır ve Kadiriye Tarikatının şeyhidir. Bağdad’da üç nakib’ül-Eşraf ile buluştum. Hepsi de Seyyid Abdülaziz’in torunlarıydı: Nakib’ül-Eşraf Mahmud Hüsâmeddin (→ Nakib Seyyid Abdurrhaman, Kraliyet döneminde ilk Irak Başbakanı → Seyyid Ali → Seyyid Süleyman → Seyyid Mustafa Geylani, 1927’de Nakib’ül-Eşraf).Nakib’ül-Eşraf Seyyid Ahmed Asım (→ Seyyid Abdurrahman, 1937’de Nakib’ül-Eşraf).Nakib’ül-Eşraf Seyyid İbrahim Seyfeddin (→ Seyyd Mustafa → Seyyid Süleyman, 1953’de Bağdad Nakib’ül-Eşrafı). Bütün bu araştırmalarımdan sonra şu neticeye ulaştım ki, Bediüzzman Said-i Kürdî, baba tarafından Sâdât-ı Hiyâliyyîn’den ve Hasanî ve anne tarafından ise Sâdât-ı Hadîdiyyîn’den ve Hüseynîdir. Annesi Nuriye Hânım Hakkari’deki bulunan Fakeyf Aşiretinden olup aslen Sipkan Köyündendir. (→ Tâhir →Abdülkerim, Bitlis’de medfûn → Abdullah, Bitlis’de medfûn → Muhammed → Mennâ’ → Süleyman → Abdurrahman → Abdullah → Muhammed → Hasan → Abdülcebbâr → Ahmed → Hıdır → Hüseyin, Korsınc’da medfûn → Ahmed → Ali Asğar, Sermit’te medfûn → Şemseddin Muhammed Accân el-Hadîd, Muhammed el-Kebîr, Anbar’da medfûn , Sâdât-ı Hadîdiyyenin ve Sumaydi’anın asıl reisi. Babası Sufi Mirza (Murtazâ) → Ali → Hıdır → Mirza Hâlid → Mirza Reşan, Mirza Peygamber neslinden demektir, Hakkari’deki İsparit aşiretinden → Abdullah → Abdülvehhâb → Abdurrahman, Sermit’de medfûn → Abdullah, Harran’a gelmiş ve burada Bekkâre Sâdâtından bir kızla evlenmiştir; sonra da Hakkari yoluyla Bitlis’e hicret etmiştir. Korsınc’da medfûndur ve Muhâcir Abdullah diye bilinir → Abdürezzak, Mısır’dan Hama’ya bağlı Ma’arratün-Nu’man’a gelmiş ve Abdürrezzak’ın torunlarından ve amcasının oğlu olan Davudiye seyyidlerinden Davud ile beraber uzun süre kalmıştır. Burada Şeyh Sadaka diye bilinen Şeyh Ahmed’in kızıyla evlenmiştir. (Şeyh Ahmed’in nesli → Mansûr → Süleyman → Davud → Seyfeddin Süleyman → Şeyh Abdülvehhâb → Abdülkadir Geylanî tarzında devam etmektedir) → Şeyh Şemseddin Muhammed → Şeyh Alâaddin Ali → Şeyh Şemseddin Muhammed → Muhyiddin Abdülkadir → Şeyh Nureddin Ali → Şeyh Muhammed Şemseddin (El-Ekhal), Hiyal’da medfûn → Şeyh muhammed Hüsâmeddin Şarşık → Şeyh Muhammed Şemseddin (El-Hettâk el-Hiyâlî) → Şeyh Ebubekir Ebdülaziz, Hiyâl’de medfûn → Şeyh Abdülkadir Geylani. Risâle-i Nuru tanıyıp okuduktan sonra beş sene Hıyâl’deki mezarını ziyaret edip bütün Risâle-i Nur Külliyâtını mezarın başında okudum. Hıyâl Köyüne Yezidîler hücum edince, buradaki seyyidler ve şerifler, IX. Hicri asırdan itibaren hicret etmek mecburiyetinde kalmışlardır. Bunların önemli bir kısmı Irak’daki Ninova, Kerkük, Salahaddin, Anbar, Bağdad ve benzeri Irak şehirlerine dağıldılar; Suriye’de Haleb, Hama, Şam ve benzeri şehirlere ve Türkiye’de is Mardin, Bitlis, Diyarbekir ve Urfa’ya ulaştılar. Ayrıca aynı gruptan Mısır ve Malezya’da da mevcuttur.[8] Bütün bunlardan sonra bizim söyleyeceğimiz bir söz kalmamıştır. Kaldı ki, elimizde olan Sâdât-ı Hiyâliyyîn’e ait bir başka şecereyi de inşaallah neşredeceğiz. [1] Abdurrahman İraz, Soy Ağacı Süreci, http://www.Risâlehaber.com/soy-agaci-sureci-14198yy. htm. 8.1.2013. Bu toplantıya bizzat katılan Abdullah Yeğin, Hüsnü Bayram, Mehmed Fırıncı ve sonradan beyanlarıyla katkıda bulunan Sa’îd Özdemir Ağabeyler aynı hakikatı teyid eylemişlerdir. [2] Gazi İnâd Eş-Şemerî, Aşâ’ir Bilâd’ür-Râfidîn el-Mu’telif vel-Muhtelif. [3] http://familytree.egypt.com/showalbum.php?albumID=711. 17.11.2012. [4] Bu aşiretin şu andaki reisi Verşan Hâlid el-Hadîdî ile Dohuk’ta bizzat görüştük ve kendisi inanılmaz derecede yüzü ve özellikle burnu ile Üstada benziyordu. http://alhadedeen.com/vb/showthread.php?t =1891 17.11.2012. [5] Bu zata ait bir vakfiye için bkz. Şerefüddin el-Geylânî, Tarih’un-Nukabâ, sh. 217 vd. [6] Bu konuda ayrıntılı bilgi için bkz. Muhammed bin Yahya et-Tâdifî, Kitâbu Kalâ’id’il-Cevâhir fî Menâkıb-ış-Şeyh Abdülkadir, Kahire: Dâr’-Kütüb’il-Arabiyyetil-Kübrâ, 1331 H., sh. 53 vd.; Şerefüddin el-Geylânî, Tarih’un-Nukabâ, sh. 69. [7] Bu zat muhtemelen 20 Ramazan 941/1535 tarihli Kanûni Sultan Süleyman tarafından Bağdad Nakîb’ül-Eşrâfı olarak tayin edilen şahısdır. Bu fermanda, şerîfler için tanınan bazı imtiyazlar da zikredilmektedir. Bkz. BOA (Başbakanlık Osmanlı Arşivi), Mühimme Defteri, ; Sâdât-ı Hiyâlîyyîn Şeceresi, Vrk. 3. [8] Bu bilgilerin bizzat bu zatın kaleminden geçen orijinal şekli elimizde bulunmaktadır. İsteyen müracaat edebilir. Ahmet Akgündüz Quote Link to comment Share on other sites More sharing options...
Recommended Posts
Join the conversation
You can post now and register later. If you have an account, sign in now to post with your account.