Webmaster Posted March 8, 2013 Share Posted March 8, 2013 Müslüman olmayanlar Cennet'e girer mi? Türkiye'de “yahudiler ve hristiyanlar da cennete girer“ tartışmaları varken, Almanya´da ise “Allah´a inanmayıp da güzel işler yapanlar da müslüman sayılır“ tartışması başladı. Bu konuyla ilgili yeterince yazı ve makale yazıldığı için burada sadece Bediüzzaman Said Nursi´nin konuyla ilgili fikirlerine değinmeye çalışacağız. Çünkü kulaktan duyma bilgilerden dolayı sanki Bediüzzaman´ın da yukarıdaki fikirleri paylastığı öne sürülüyor. Konuya açıklık getirmek için bizzat Bediüzzaman´ın yazdıklarına bakalım. Konuya girmeden şunu belirtelim, kimin imanlı olup olmadığını, kimin cennete girip girmeyeceğini sadece ve sadece Allah bilir. İslam alimleri her konuda olduğu gibi kendi düşüncelerine göre hareket etmezler, ayet ve hadisleri ele alarak doğruyu bulmaya çalışırlar. Öncelikle Bediüzzaman 9. Mektub´da iman ve İslam kavramlarını ele alıyor ve bu bağlamda „İmansız İslâmiyet, sebeb-i necat olmadığı gibi; İslâmiyetsiz iman da medâr-ı necat olamaz.“ ifadesini kullanıyor. İmansız İslamiyet grubuna hem İslam´ın hükümlerini yaşayan, fakat imani meselelerini inkar eden “müslümanları“ hem de İslam´ın yaşam tarzını benimsemiş fakat Allah´a iman etmemiş insanları da dahil edebiliriz. Yani ahlaklı ve dürüst ateistler de bu kategoriye girerler. Evet, ahlaksız müslümanların olabileceği gibi ahlaklı ateistlerin de varlığı elbette mevcut. Münazarat´da Nursi „Herbir Müslümanın herbir sıfatı Müslüman olması lâzım olmadığı gibi, herbir kâfirin dahi bütün sıfat ve san’atları kâfir olmak lâzım gelmez.“ diyor. İslamiyetsiz iman kategorisine ise hem iman eden fakat bazı hükümlerini inkar edenler hem de Allah´a iman eden fakat İslam´ın hükümlerini, Allah´ın son vahyini, dolayısıyla Hz. Muhammed (sav)´i red eden, yahudiler ve hristiyanlar da girer. Bediüzzaman Said Nursi´ye göre bu iki grup kurtuluşa eremezler. Demekki sadece iyi işler yapmak, „kalbi temiz“ olmak yetmiyor. Asıl mesele iman etmek. Konuyla ilgili bir hadisi Hz. Aişe naklediyor: „Dedim ki: "Ey Allah’ın Resûlü! Abdullah İbn Cüdâ, cahiliyede akrabaya yardım eder, yoksulu doyurur idi. (Ama sana iman etmedi) Bu ona (cehennemden kurtulmak için) fayda verecek midir?" "(Hayır) cehennemden kurtulmaya fayda vermez, çünkü o hiçbir gün: 'Ya Rabbi! Kıyamet gününde benim günahlarımı bağışla dememiştir' buyurdu.“ (Müslim). Hatta iman etmeyenler için ebedi cehennemin gerekliliğinden bahseder Nursi: „Nasıl ki küfür, Cehenneme duhulüne sebeptir. Öyle de, Cehennemin vücuduna ve icadına dahi sebeptir. Zira, küçük bir hâkimin küçük bir izzeti, küçük bir gayreti, küçük bir celâli bulunsa, bir edepsiz ona serkeşâne dese, 'Beni tedip etmezsin ve edemezsin.'; herhalde, o yerde hapishane yoksa da, tek o edepsiz için bir hapishane teşkil edecek, onu içine atacaktır… Halbuki, kâfir, Cehennemi inkârla, nihayetsiz izzet ve gayret ve celâl sahibi ve gayet büyük ve nihayetsiz Kadîr bir Zâtı tekzip ve isnad-ı acz ediyor, yalancılıkla ve aczle itham ediyor, izzetine şiddetle dokunuyor, gayretine dehşetli dokunduruyor, celâline âsiyâne ilişiyor. Elbette, farz-ı muhal olarak, Cehennemin hiçbir sebeb-i vücudu bulunmazsa da, şu derece tekzip ve isnad-ı aczi tazammun eden küfür için bir Cehennem halk edilecek, o kâfir içine atılacaktır.” (28. Söz). İslam alimleri arasında çokca tartışılan Ebu Talip konusunda Nursi 28. Mektub´da şöyle yazıyor: „Diyorsunuz ki: Amcası Ebu Tâlib'in îmanı hakkında esahh nedir? Elcevap: Ehl-i Teşeyyu', îmanına kail; Ehl-i Sünnet'in ekserisi, îmanına kail değiller. Fakat benim kalbime gelen budur ki: Ebu Tâlib, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm'ın risaletini değil; şahsını, zâtını gayet ciddî severdi. Onun o gayet ciddî o şahsî şefkati ve muhabbeti, elbette zayie gitmeyecektir. Evet ciddî bir surette Cenâb-ı Hakk'ın Habib-i Ekremini sevmiş ve himaye etmiş ve tarafdarlık göstermiş olan Ebu Tâlib'in; inkâra ve inada değil, belki hicab ve asabiyet-i kavmiye gibi hissiyata binaen, makbul bir îman getirmemesi üzerine Cehennem'e gitse de; yine Cehennem içinde bir nevi hususî Cennet'i, onun hasenatına mükâfaten halkedebilir. Kışta bazı yerde baharı halkettiği ve zindanda -uyku vasıtasıyla- bazı adamlara zindanı saraya çevirdiği gibi, hususî Cehennem'i, hususî bir nevi Cennet'e çevirebilir...“ Burada da görüldüğü gibi eğer sadece iyilik yapmak ile cennete girmek mümkün olsaydı, herhalde Ebu Talip girerdi, çünkü kendisi Kainatın Efendisi olan Hz. Muhammed (sav)´e yardımcı olmuştu ve peygamber tarafından seviliyordu. Dolayısıyla iman etmeyenler cehenneme girer, fakat yaptıkları iyilikler karşısında cezaları hafifleyebilir. Hafiflemenin veya „bir nevi cennet´e cevirmenin“ mümkün olduğunu daha sonra vereceğim bir hadisden anlıyoruz. Bediüzzaman sadece fetret devri konusunda bir ayrım yapıyor. Belkide en çok yanlış anlaşılan konulardan birisi de bu konu. Nursi´ye göre vahiy hakkında bilgi almamış veya sadece yanlış bilgiler almış kişiler sorumlu değildir. Kur´an´da buna işaret eden ayetler mevcut: „(Onlar) müjdeleyici ve uyarıcı resûllerdir ki, insanların, resûllerden sonra Allah’a karşı (bizi uyaran ve müjdeleyen bir resûl gelmedi diye) hüccetleri (delilleri) olmasın.“ (4:165), „Peygamberlerin arası kesildiği bir sırada, ´Bize ne müjdeleyici bir peygamber geldi, ne de bir uyarıcı´ demeyesiniz diye, işte size (hakikatı) açıklayan elçimiz (Muhammed) geldi.“ (5:19), „Kendilerine elçi gönderilmiş olanlara da soracağız, gönderilen elçilere de soracağız.” (7:6), „Biz, bir peygamber göndermedikçe (kimseye) azap edecek değiliz.“ (17:15). Kastamanu Lahikasında Nursi şöyle yazıyor: „Onbeşinden yukarı olanlar, eğer mâsum ve mazlum ise, mükâfatı büyüktür; belki onu Cehennem'den kurtarır. Âhirzamanda madem fetret derecesinde din ve din-i Muhammedi'ye (sav) bir lâkaydlık perdesi gelmiş ve madem âhir zamanda Hazret-i İsa'nın (as) dîn-i hakikîsi hükmedecek, İslâmiyetle omuz omuza gelecek. Elbette şimdi, fetret gibi karanlıkta kalan ve Hazret-i İsa'ya (as) mensup Hıristiyanların mazlumları, çektikleri felâketler, onlar hakkında bir nev'i şehadet denilebilir. Hususan ihtiyarlar ve musibetzedeler, fakir ve zayıflar, müstebit büyük zâlimlerin cebir ve şiddetleri altında musibet çekiyorlar. Elbette o musibet onlar hakkında medeniyetin sefahetinden ve küfranından ve felsefenin dalâletinden ve küfründen gelen günahlara keffâret olmakla beraber, yüz derece onlara kârdır.” Onbeş yaşı, Şafilere göre buluğ çağının sona ermesini sembolize ediyor (Nursi Şafi idi). ‚Hazret-i İsa'nın (as) dîn-i hakikîsi hükmedecek, İslâmiyetle omuz omuza gelecek“ ifadesini ise Peygamberimizin „Ahir zamanda Hazret-i İsa (as) gelecek, Şeriat-ı Muhammediye ile amel edecek.“ hadisine dayanarak söylüyor. Bu hadisi açıklarken 1. Mektub´da şöyle yazıyor: „İsevilik dini tasaffi ederek (arınarak) ve hurafattan tecerrüd edip İslamiyete inkılab edecek.“ Yani tahrif edilmis hristiyanlik degil, Hz. Isa´nin (as) hakiki dini Islamiyete tabi olacak. Lahikanın devamında Nursi yahudiler veya hristiyanlar cennete girer demiyor. Hüküm fetret devri durumunda olanlar için geçerli. Zaten „fetret gibi karanlıkta kalan“ ifadesini kullanıyor. Yani İslam´dan hiç haberi olmamış veya tamamen yanlış bilgi edinmiş mazlumlar için geçerli bir hüküm. Felaketlerle ölenlerin şehit olabileceklerini yine Peygamberimiz söylüyor: „Suda boğulan, yangında ölen, garip, kimsesiz olarak ölen, zehirli hayvan sokarak ölen, iç hastalıklarından ölen, duvar ve enkaz altında kalarak ölen, kocasını kıskandığını gizleyen kadın, kendinin, din kardeşinin ve komşunun malını savunurken öldürülen, emr-i maruf ve nehy-i münker yaparken öldürülen kimse şehiddir.“ (İbni Asakir). Aynı hükmü İmam Gazali´de de görüyoruz: „İnancıma göre, inşâallah Allahü Teâlâ, zamanımızdaki Rum, Hıristiyan ve Türklerin pek çoğunu da Rahmet-i İlâhiye şümulüne alacaktır. Bunlardan maksadım, uzak memleketlerde yaşayan ve kendilerine İslâm'ın daveti ulaşmayan Rum ve Türklerdir. Bunlar üç kısımdır: 1. Hazret-i Muhammed'in (sav) ismini hiç duymamış olanlar. 2. Hz. Peygamber'in ismini, sıfatlarını ve gösterdiği mu'cizeleri duymuş olanlar. Bunlar İslâm memleketlerine komşu olan yerlerde veya Müslümanlar arasında yaşayan kimselerdir, kâfir ve mülhidlerdir. 3. Bu iki derece arasında bulunan gruptur. Hz. Peygamber'in ismini duymuşlarsa da vasıf ve hususiyetlerini duymamışlardır. Daha doğrusu bunlar Hz. Peygamber'i tâ küçüklüklerinden beri "İsmi Muhammed olan -hâşâ!- yalancının biri peygamberlik iddiasında bulunmuştur" şeklinde tanımışlardır. Tıpkı bizim çocuklarımızın Adı Müseylime olan yalancının biri Allah'ın kendisini peygamber olarak gönderdiğini iddia etmiş ve yalancı olarak peygamberliği ile meydan okumuştur sözünü duymaları gibi. Kanaatime göre bunların durumu birinci grubta olanların durumu gibidir. Çünkü bunlar Hz. Peygamber'in ismini, haiz bulunduğu vasıfların zıdlarıyla birlikte duymuşlardır. Bu ise hakikati araştırmak için insanı düşünmeye ve araştırmaya sevk etmez."(İmam Gazali, İslâm'da Müsamaha). Maturidi´ye göre birisi fetret devrinde olsa bile sorumludur çünkü aklıyla Allah´ı bulmak zorundadır. Bulamaz ise cehenneme girer. Eşari´ye göre açık bir tebliğ gelmediyse ve ortada şirk yok ise bu insanlar cennetliktir. İmam Rabbani ise 259. Mektub´da fetret konusunu ele alıyor ve orta bir yol buluyor; ne cennet, ne cehennem, bunların toprak olacaklarını ifade ediyor. Bu konuyla ilgili önemli bir hadisi nakledelim. Peygamberimiz diyorki: „Dört grup vardır ki, onlar kıyamet günü kendilerini mazur göstereceklerdir: Hiçbir şey duymayan sağırlar; Gel-git akıllı ahmaklar; aşırı yaşlılar; fetret devrinde ölen insanlar. Sağırlar derler ki, Yarab! İslamiyet geldi ama biz bir şey duymadık. Gel-git akıllılar diyecek ki, İslamiyet geldi ama benim üzerime çocuklar pislik atıyorlardı. Yaşlılar diyecek ki, İslamiyet geldi ama bir şey anlayamadık. Fetret devrinde ölenler diyecek ki, Yarab! Bize peygamber hiç gelmedi. Bunlar cehenneme de girseler, Allah orayı onlar için bir nevi cennete çevirir.’ (El –Beyhaki). Demekki bir nevi cennete çevirmek mümkünmüş. Bunu başka bir hadis´de de öğreniyoruz. Ebu Leheb, Peygamberimizin dünyaya geldiğini müjdeleyen Cariyesi Süveybe’yi sevincinden dolayı azat etmişti. Bundan dolayı her yıl Rebiul-evvel ayının 12. geceleri cehennemde azabı hafifler. İki parmağı arasından çıkan serin suyu emerek ferahlar. (Buhari). Bediüzzaman, 28. Mektub´da konuyu biraz daha açıyor: „Zaman-ı fetrette, „Biz, bir peygamber göndermedikçe (kimseye) azap edecek değiliz.“ ayetinin sırrıyla; ehl-i fetret, ehl-i necattırlar. Bil’ittifak, teferruattaki hatiatlarından muahezeleri yoktur. İmam-ı Şafiî ve İmam-ı Eş’arîce; küfre de girse, usûl-i imanîde bulunmazsa, yine ehl-i necattır. Çünki teklif-i İlahî irsal ile olur ve irsal dahi, ıttıla’ ile teklif takarrur eder. Madem gaflet ve mürur-u zaman, enbiya-i salifenin dinlerini setretmiş; o ehl-i fetret zamanına hüccet olamaz. İtaat etse sevab görür, etmezse azab görmez. Çünki mahfî kaldığı için hüccet olamaz.” Yani İslam dini gelince diğer dinlerin hükmü geçerli değildir. Hükmü geçerli değilse, cennet meselesi nasıl olsun? Bediüzzaman, sadece fetret devri gibi durumları kast ediyor ve bu konuda İmam Maturidi ve İmam Rabbani´ye uymuyor, ama İmam Şafii, İmam Gazali ve İmam Eşari´ye uyuyor ve tamamen ehl-i sünnet çizgisinde kalıyor. Buluğ çağına ermemiş çocuklar için Said Nursi´nin hükmü şu sekilde: „O musibet-i semaviyeden ve beşerin zalim kısmının cinayetinin neticesi olarak gelen felâketten (I. Ve II. Dünya Harplerinden) vefat eden ve perişan olanlar eğer onbeş yaşına kadar olanlar ise, ne dinde olursa olsun şehid hükmündedir. Müslümanlar gibi büyük mükâfat-ı maneviyeleri, o musibeti hiçe indirir.“ (Kastamonu Lahikası). Bu ise sorumluluk sahibi olmayan çocuklar için geçerli. Onbeş yaş´dan kasıt buluğ çağına ermemiş çocuklar, ki bunlar cennetliktir. Konuyla ilgili Enes ibn Malik bir hadis naklediyor: „Ebu Dâvud et-Tayâlisî der ki: Bize Rebî', Yezîd İbn Ebân'dan nakletti ki; o, şöyle demiş: Biz Enes İbn Mâlik'e; ey Ebu Hamza, müşriklerin çocukları hakkında ne dersin? diye sorduk. Enes İbn Mâlik dedi ki: Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: Onların gunâhları yoktu ki bununla azâblanıp cehennem ehli olsunlar. İyilikleri de yoktu ki bununla mukâfatlandırılıp cennet ehlinin hükümdarlarından olsunlar. Onlar cennet ehlinin hizmetkârlarıdırlar.“ Başka bir hadisde Peygamber Efendimiz her doğanın İslam fıtratı üzerine doğduğunu belirtiyor: „Her doğan, İslâm fıtratı üzerine doğar.“ Makalenin başında yaptığımız hatırlatmayı yine sonunda da yapalım. Kalpleri ancak Allah bilir. Hükmü ancak Allah verir. Kimsenin kimseyi bu konuda yargılama yetkisi yoktur. Cennetin tapısı insanlar´da değil. Kalpleri ve niyetleri okuyabilmek için cihazlar elimizde yok. Bu nedenle bu konularla ilgili yorumlar kesin hüküm olarak değil tefsir olarak ele alınmalı. Yukarıda bahsettiğimiz İslam alimleri ayetleri ve hadislerin tamamını göz önünde bulundurarak bu yorumları yapmışlardır. Cemil Şahinöz, Moral Haber, 08.03.2013 http://www.moralhaber.net/makale/musluman-olmayanlar-cennete-girer-mi/ Link to comment Share on other sites More sharing options...
Recommended Posts