Jump to content
Qries Qries Qries Qries Qries Qries

Recommended Posts

Aziz, sıddık, fedakar kardeşlerimiz,

 

Binler selam eder, gelen mübarek üç aylarınızı ve Regaip kandilinizi

tebrik ederiz. Hizmet-i Nuriyede muvaffakiyetler diler, dualarınızı

bekleriz.

 

Üstadımız Bediüzzaman Hazretlerinin 53. vefat yıldönümü münasebetiyle,

yurt dışında Uzakdoğu, Hindistan, Cezayir, Tunus, Sudan,

Mısır, Ürdün’de Risale-i Nur ve Üstadımızı konu alan sempozyumlar

yapıldı. Yurt içinde, İstanbul Yıldız Teknik, Mardin Artuklu,

Şanlıurfa Harran ve Bitlis Eren Üniversitelerinde sempozyumlar düzenlendi.

Ayrıca mahallî belediyeler ve sivil toplum kuruluşları ve

vakıflarca paneller ve konferanslar yapıldı.

 

Yazılı basın başta olmak üzere radyo ve televizyonlarda ve açılan

sergilerde Risale-i Nur hizmetleri ve Üstadımız tanıtıldı. Risalelerin

ellinin üzerinde dünya diline tercüme edilip neşri sayesinde milli

ve milletlerarası fuarlara iştirak edilerek muhtaçlara ulaştırıldı. Dünyada

yüzden fazla üniversitede risaleler hakkında doktora ve master

çalışmaları yapılmakta ve uluslararası bir çok üniversitede risaleler

ders kitabı olarak okutulmaktadır.

 

Elhasıl Risale-i Nurun hakikatleri, dünyanın muhtelif yerlerinde,

büyük bir teveccühe mazhariyetle nefisleri tezkiye, ruhları tasfiye ve

akılları terbiye hizmetine devam ediyor. Bütün bu gelişmeler, muazzez

Üstadımızın “Nurlar parlayacaktır” müjdesine şahitlik ediyor.

Nurların bu mesud fütuhatı, kudsî hizmette bize daha fazla çalışmaya

şevk ve heyecan veriyor.

 

Üstadımızın kıyamete kadar gelecek Nur talebelerine hitaben

yazdığı ve onları tenvir ve irşad eden kıymettar mektuplarından bazılarını

bu mübarek günlerin feyz ve bereketinden istifade duasıyla

takdim ediyoruz.

 

Kardeşleriniz

 

 

***

 

Aziz ve sıddık kardeşlerim ve fedakâr ve sadık arkadaşlarım,

 

Evvelâ: Sizin, bu mübarek şuhur-u selâse ve içindeki kıymettar leyâli-i mübarekeleri

tebrik ediyoruz. Cenâb-ı Hak, herbir geceyi sizin hakkınızda birer leyle-i Regaib

ve leyle-i Kadir kıymetinde size sevap versin. Âmin.

(Kastamonu Lâhikasından)

 

***

 

Aziz, sıddık kardeşlerim,

 

Bu yaz mevsimi, gaflet zamanı ve derd-i maişet meşgalesi hengâmı ve şuhûr-u

selâsenin çok sevaplı ibadet vakti ve zemin yüzündeki fırtınaların silâhla değil, diplomatlıkla

çarpışmaları zamanı olduğu cihetle, gayet kuvvetli bir metanet ve vazife-i

nuriye-i kudsiyede bir sebat olmazsa, Risale-i Nur’un hizmeti zararına bir atâlet, bir fütur

ve tevakkuf başlar.

 

Aziz kardeşlerim, siz kat’î biliniz ki, Risale-i Nur ve şakirtlerinin meşgul oldukları

vazife, rû-yi zemindeki bütün muazzam mesâilden daha büyüktür. Onun için, dünyevî

merak âver meselelere bakıp, vazife-i bâkiyenizde fütur getirmeyiniz. Meyvenin Dördüncü

Meselesini çok defa okuyunuz; kuvve-i mâneviyeniz kırılmasın.

 

Evet, ehl-i dünyanın bütün muazzam meseleleri, fâni hayatta zâlimâne olan düstur-

u cidal dairesinde, gaddarâne, merhametsiz ve mukaddesat-ı diniyeyi dünyaya

feda etmek cihetiyle, kader-i İlâhî, onların o cinayetleri içinde, onlara bir mânevî cehennem

veriyor. Risale-i Nur ve şakirtlerinin çalıştıkları ve vazifedar oldukları fâni hayata

bedel, bâki hayata perde olan ölümü ve hayat-ı dünyeviyenin perestişkârlarına

gayet dehşetli ecel cellâdının, hayat-ı ebediyeye birer perde ve ehl-i imanın saadet-i

ebediyelerine birer vesile olduğunu, iki kere iki dört eder derecesinde kat’î ispat etmektedir.

Şimdiye kadar o hakikati göstermişiz.

 

Elhasıl: Ehl-i dalâlet, muvakkat hayata karşı mücadele ediyorlar. Bizler, ölüme

karşı nur-u Kur’ân ile cidaldeyiz. Onların en büyük meselesi—muvakkat olduğu için—

bizim meselemizin en küçüğüne—bekaya baktığı için—mukabil gelmiyor. Madem onlar

divanelikleriyle bizim muazzam meselelerimize tenezzül edip karışmıyorlar; biz, neden

kudsî vazifemizin zararına onların küçük meselelerini merakla takip ediyoruz?

 

Bu âyet ve usul-ü İslâmiyetin ehemmiyetli

bir düsturu olan yani, “Başkasının dalâleti sizin hidayetinize

zarar etmez; sizler, lüzumsuz onların dalâletleriyle meşgul olmayasınız”; düsturun

mânâsı: “Zarara kendi razı olanın lehinde bakılmaz. Ona şefkat edip acınmaz.”

Madem bu âyet ve bu düstur, bizi, zarara bilerek razı olanlara acımaktan men

ediyor; biz de bütün kuvvetimiz ve merakımızla, vaktimizi kudsî vazifeye hasretmeliyiz.

Onun haricindekileri mâlâyani bilip, vaktimizi zayi etmemeliyiz. Çünkü elimizde

nur var, topuz yoktur. Biz tecavüz edemeyiz. Bize tecavüz edilse, nur gösteririz. Vaziyetimiz

bir nevi nurânî müdafaadır.

 

Bu tetimmenin yazılmasının sebeplerinden birisi:

Risale-i Nur’un bir talebesini tecrübe ettim. Acaba bu heyecan, şimdiki siyasete

karşı ne fikirdedir diye, Boğazlar hakkında bir boşboğazlığı münasebetiyle bir iki şey

sordum. Baktım, alâkadarâne ve bilerek cevap verdi. Kalben, “Yazık!” dedim. “Bu

vazife-i nuriyede zararı olacak.” Sonra şiddetle ikaz ettim.

 

bir düsturumuz vardır. Eğer insanlara acıyorsan,

geçmiş düstur onlara merhamete liyakatini selb ediyor. Cennet adamlar istediği

gibi, Cehennem de adam ister…

 

Said Nursî

 

(Emirdağ Lâhikasından)

 

***

 

…Evet, şimdi küre-i arzda herkes ya kalben, ya ruhen, ya aklen, ya bedenen gelen

musibetten hissedardır, azap çekiyor, perişandır. Bilhassa ehl-i dalâlet ve ehl-i gaflet,

rahmet-i umumiye-i İlâhiyeden ve hikmet-i tamme-i Sübhâniyeden habersiz olduğundan,

nev-i beşere rikkat-i cinsiye, alâkadarlık cihetiyle, kendi eleminden başka

nev-i beşerin şimdiki elîm ve dehşetli elemleriyle dahi müteellim olup azap çekiyor.

 

Çünkü, lüzumsuz ve mâlâyâni bir surette vazife-i hakikiyelerini ve elzem işlerini bırakıp

âfâkî ve siyasî boğuşmalara ve kâinatın hâdisâtına merakla dinleyerek, karışarak

ruhlarını sersem ve akıllarını geveze etmişler ve bilerek kendi zararına fiilen rıza göstermek

cihetinde, “Zarara razı olana şefkat edilmez” mânâsındaki

kaide-i esasiyesiyle şefkat hakkını ve merhamet liyakatını

kendilerinden selb etmişler. Onlara acınmayacak ve şefkat edilmez. Ve lüzumsuz başlarına

belâ getirirler.

 

Ben tahmin ediyorum ki, bütün küre-i arzın bu yangınında ve fırtınalarında selâmet-

i kalbini ve istirahat-ı ruhunu muhafaza eden ve kurtaran yalnız hakikî ehl-i iman

ve ehl-i tevekkül ve rızadır. Bunların içinde de en ziyade kendini kurtaranlar, Risale-i

Nur’un dairesine sadakatle girenlerdir.

 

Çünkü bunlar, Risale-i Nur’dan aldıkları iman-ı tahkikî derslerinin nuruyla ve

gözüyle, herşeyde rahmet-i İlâhiyenin izini, özünü, yüzünü görüp herşeyde kemâl-i

hikmetini, cemâl-i adaletini müşahede ettiklerinden, kemâl-i teslimiyet ve rızayla, rububiyet-

i İlâhiyenin icraatından olan musibetlere karşı teslimiyetle, gülerek karşılıyorlar,

rıza gösteriyorlar. Ve merhamet-i İlâhiyeden daha ileri şefkatlerini sürmüyorlar ki,

elem ve azap çeksinler.

 

İşte buna binaen, değil yalnız hayat-ı uhreviyenin, belki dünyadaki hayatın dahi

saadet ve lezzetini isteyenler, hadsiz tecrübeleriyle, Risale-i Nur’un imanî ve Kur’ânî

derslerinde bulabilirler ve buluyorlar.

 

(Kastamonu Lâhikasından)

 

***

 

bahsinde denilmiş ki: Bu asrın bir hassası şudur ki, hayat-ı dünyeviyeyi hayat-ı bakiyeye

bilerek tercih ettiriyor. Yani, kırılacak bir cam parçasını baki elmaslara bildiği halde

tercih etmek bir düstur hükmüne geçmiş.

 

Ben bundan çok hayret ediyordum. Bugünlerde ihtar edildi ki, nasıl bir uzv-u insanî

hastalansa, yaralansa, sair âzâ vazifelerini kısmen bırakıp onun imdadına koşar.

Öyle de, hırs-ı hayat ve hıfzı ve zevk-i hayat ve aşkı taşıyan ve fıtrat-ı insaniyede derc

edilen bir cihaz-ı insaniye, çok esbapla yaralanmış, sair letâifi kendiyle meşgul edip sukut

ettirmeye başlamış; vazife-i hakikiyelerini onlara unutturmaya çalışıyor.

 

Hem nasıl ki bir cazibedar sefihane ve sarhoşane şâşaalı bir eğlence bulunsa,

çocuklar ve serseriler gibi, büyük makamlarda bulunan insanlar ve mesture hanımlar

dahi o cazibeye kapılıp hakikî vazifelerini tatil ederek iştirak ediyorlar. Öyle de, bu

asırda hayat-ı insaniye, hususan hayat-ı içtimaiyesi öyle dehşetli, fakat cazibeli ve

elîm, fakat meraklı bir vaziyet almış ki, insanın ulvî latifelerini ve kalb ve aklını nefs-i

emmaresinin arkasına düşürüp pervane gibi o fitne ateşlerine düşürttürüyor.

 

Evet, hayat-ı dünyeviyenin muhafazası için, zaruret derecesinde olmak şartıyla,

bazı umur-u uhreviyeye muvakkaten tercih edilmesine ruhsat-ı şer’iye var. Fakat, yalnız

bir ihtiyaca binaen helâkete sebebiyet vermeyen bir zarara göre tercih edilmez,

ruhsat yoktur. Halbuki bu asır, o damar-ı insanîyi o derece şırınga etmiş ki, küçük bir

ihtiyaç ve âdi bir zarar-ı dünyevî yüzünden elmas gibi umur-u diniyeyi terk eder.

 

Evet, insaniyetin yaşamak damarı ve hıfz-ı hayat cihazı, bu asırda israfatla ve iktisatsızlık

ve kanaatsizlik ve hırs yüzünden bereketin kalkmasıyla ve fakr u zaruret, maişet

ziyadeleşmesiyle o derece o damar yaralanmış ve şerait-i hayatın ağırlaşmasıyla o

derece zedelenmiş ve mütemadiyen ehl-i dalâlet nazar-ı dikkati şu hayata celb ede

ede o derece nazar-ı dikkati kendine celb etmiş ki, ednâ bir hâcât-ı hayatiyeyi büyük

bir mesele-i diniyeye tercih ettiriyor.

 

Bu acip asrın bu acip hastalığına ve dehşetli marazına karşı Kur’ân-ı Mu’cizü’l-

Beyânın tiryak misâl ilâçlarının nâşiri olan Risale-i Nur dayanabilir; ve onun metîn,

sarsılmaz, sebatkâr, hâlis, sadık, fedakâr şakirtleri mukavemet edebilir. Öyleyse, herşeyden

evvel onun dairesine girmeli, sadakatle, tam metanet ve ciddî ihlâs ve tam itimadla

ona yapışmak lâzım ki, o acip hastalığın tesirinden kurtulsun.

 

Umum kardeşlerimize birer birer selâm ve dua ediyoruz.

Said Nursî

(Kastamonu Lâhikasından)

Link to comment
Share on other sites

Join the conversation

You can post now and register later. If you have an account, sign in now to post with your account.

Guest
Reply to this topic...

×   Pasted as rich text.   Paste as plain text instead

  Only 75 emoji are allowed.

×   Your link has been automatically embedded.   Display as a link instead

×   Your previous content has been restored.   Clear editor

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

×
×
  • Create New...